Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Sadr ailesi hakkinda bilgi

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Sadr ailesi hakkinda bilgi

    Selamun Aleykum, ben Muhammed Sadik Sadr ve Muhammed Bakir Sadr hakkinda bilgi edinmek istiyorum, arapça tercüme edebilecek veya arapça bilenler var midir acaba? Çünki bildigim kadariyla bu iki önemli sahsiyet hakkinda türkçe dili olarak az bilgiler var?
    Simdiden tesekkurler

    #2
    Ynt: Sadr ailesi hakkinda bilgi

    Sadr Ailesi; Kahramanca Bir Mücadele

    TAHA HABER - 120 yıl önce İran’da tarihi bir kıyam başlayacak, islam ülkelerini sömüren emperyalistlere karşı bir ders verilecekti. Tarihe bu kıyam “Tembaku Kıyamı” diye geçecekti. Ayetullah Seyyid Muhammed Hasan Şirazi liderliğinde başlayan bu kıyam, zamanın müctehid ve fakihleri konumunda olan Ayetullahların desteği ile zafere ulaşmış İran tarihinde batı emperyalist sömürgecilere karşı gerçekleşmiş en büyük kıyamdı. Batı emperyalizminin başı olan İngilizler, İslam topraklarını hakimiyetlerine alıp sömürmeye başlamışlardı, Ayetullah Şirazi’nın bu kıyamı batı emperyalizmine büyük bir darbe vurmuş İngilizlerin İran sömürüsüne son vermişti.

    Ayetullah Seyyid İsmail es-Sadr:

    Tembaku Kıyamında Ayetullah Şiraziyle birlikte onlarca Ayetullah elele vererek birlik ve vahdetleriyle emperyalistlere unutulmaz bir ders vermişlerdi. Bu Ayetullahlardan birisi de Ayetullah Şirazi’nin öğrencisi olan Ayetullah Seyyid İsmail Sadr idi.

    Emperyalistlere karşı mücadele veren Sadr ailesinin ilk üyesi Ayetullah Seyyid İsmail Sadr, ilmi ve irfani makamının yanı sıra siyaset alanında da Irak’ta batı emperyalizmine karşı mücadelenin temellerini atmıştır. Ayetullah Seyyid İsmail Sadr, Irak’ın Necef şehrinde dünyaya gelmiş, ilk öğrenimini bu mukaddes şehirde gördükten sonra İran’a dönmüş gençlik yıllarının bir bölümünü İsfahan şehrinde geçirmiştir, babasının vefatından sonra tekrar Necef’e dönerek mücadelesine devam etmiştir. Irak’ta Ayetullah el- Uzma Seyyid Muhammed Hasan Şirazi ( Mirzayi Şirazi ) gibi alimlerin eğitiminden geçerek merceiyet makamına ulaşmıştır. Ayetullah Mirzayi Şirazi tarafından Samirra ilim havzasının müdürlüğüne atanmış ve Ayetullah Mirzayi Şirazi vefat ettikten sonra Kerbela’ya dönerek mücadelesini Kerbela’da sürdürmüştür. Ayetullah Seyyid İsmail Sadr, zamanın en büyük müctehidi olmasına rağmen Ayetullah Mirzayi Şirazi’den sonra merce-i Kull makamını kendisi kabul etmemiştir. Ayetullah Seyyid İsmail Sadr, ilim, irfan alanında olduğu gibi batı emperyalizmine karşı mücadelesiyle hem Irak müslümanlarına hem de Sadr ailesine İslam düşmanlarına karşı mücadele etme mirasını bırakmıştır. Ayetullah Seyyid İsmail Sadr, 72 yaşında Irak’ın Kazemeyn şehrinde Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. Ayetullah Seyyid İsmail Sadr, bati emperyalizmine karşı mücadeleyi devam ettirecek üç tane mücahid evlat geride bırakmıştı Seyyid Haydar es-Sadr ( Muhammed Bakır es-Sadr’ın babası), Seyyid Sadruddın es-Sadr ( İmam Musa es- Sadr’ın babası) ve Seyyid Muhammed es-Sadr ( Seyyid Muhammed Sadık es-Sadr’ın babası ve Muktada Sadr’ın dedesi)

    İmam Musa Sadr:

    Batı emperyalizmine karşı mücadele vermiş simalardan bir diğeri Sadr ailesinden İmam Musa Sadr’dır. İmam Musa Sadr, Ayetullah Seyyid İsmail es- Sadr’ın torunudur, Ayetullah Burucerdi’den önce İran’da üç büyük Merce-i Taklitten biri olan babası Ayetullah Seyyid Sadruddin es- Sadr, Kum ilim havzasının en büyük alimlerindendi. İlmi kariyeri olan ve mücadeleci bir aileden gelen İmam Musa Sadr, batı emperyalizmiyle mücadelesine İran ve Irak’ta başlamış daha sonra mücadelesine devam etmek için Lübnan’a hicret etmiştir. Lübnan’ı kendisine mücadele merkezi seçmesinin en büyük sebeplerinden biri Lübnan’ın ekonomik, kültürel ve ilmi açıdan diğer islami toplumlardan çok geri olduğunu görmesidir. Lübnan şialarının mücadeleye eğitim ve öğretimden başlaması gerektiğini düşünen İmam Musa Sadr, önce bu alanlarda program ve plan yapmaya başlıyor. İmam Musa Sadr, ilim, kültür, ekonomi, ahlak, sanat, siyaset, itikat ve askeri alanların beraber yürütülmesi gerektiğini söylüyor, bu alanların herbirinde ilerledikçe başarıya ulaşılacağını vurguluyordu. Bir toplumun güçlü olabilmesi ve emperyalistlere karşı mücadele verebilmesi için toplumun ilmi, ekonomik, siyasi , ahlaki ve askeri alanda güçlü olması gerektiğini, mücadele ve ayakta kalmanın tek yolunun bu olduğunu savunuyordu. İmam Musa Sadr, Lübnan’da bu alanlarda faaliyet ve mücedelesini başlattı; bir taraftan toplumdaki cehalet ve bilgisizlikle mücadele ederken diğer taraftan da fakirlikle savaşıyordu. Eğitim ve öğretim alanında ilmi merkez ve teşkilatlar oluşturuyor, genç neslin kokuşmuş batı kültüründen etkilenmemeleri için tebliğ ediyordu. Dini medrese ve okulların yanı sıra sanat ve teknik okulları açtırıyordu. Aynı zamanda var olan okulların eğitim kalitesini artırmak ve gençlerin rağbet göstermeleri için bu okulların programlarını değiştiriyor zamana uygun dersler verilmesini sağlıyordu.

    Bir taraftan toplumun ekonomik sıkıntılarını giderip onların refaha kavuşmaları için işyerleri, atölyeler açtırıyor diğer taraftan şiaların kendilerini savunması, düşmanlara karşı güçlü olmalarını sağlamak için askeri eğitim merkezleri kuruyordu. Diğer bir taraftandan da müslümanlarin siyasi platformda etkili olup sözsahibi olabilmeleri için siyasileri bir araya getirip siyasi teşkilat ve merkezler kurmayı en önemli çalışmalar olarak görüyordu.

    Kısacası İmam Musa Sadr, Lübnan’da bir devrim yapmıştı. Dış görünüşüyle sessiz ve sakin görünen bu inkilabı yakından tanıyan ve takip eden siyasiler, entellektüeller ve toplumda etkin rolleri olanlar Lübnan’da köklü bir değişimin ve sessiz bir devrimin gerçekleştiğinin ve yakın zamanda meyvelerini vereceğinin farkındaydılar. İmam Musa Sadr yıllarca bu hedef uğrunda mücadele vermiş Lübnan şialarını batı emperyalizminin korkulu rüyası haline getirmiş oluyordu. Bu mücedelesi ve gerçekleştirmiş olduğu sessiz devrim neticesinde islam düşmanlarının hedefi haline gelmiş olan İmam Musa Sadr, İslam düşmanlari tarafından planlanmış bir tuzak sonucu mücadele meydanından uzaklaştırıldı. Henüz 50 yaşlarındayken kaçırılan ve hala kendisinden haber alınamayan İmam Musa Sadr, müslümanların özellikle şialarin kalbinde batı emperyalizmine karşı mücedele veren efsane önder ve lider konumundadır.

    İmam Musa Sadr’ın mücadele ve çalışmalarını kısaca şöyle özetleyebiliriz:

    - İslam dinini gerçek çehresini her yönüyle öğretmek için ilmi merkezler kurmak.
    - Batı kültürüne karşı eğitim ve tebliğ
    - Cebel Amil sanat merkezini kurmak.
    - Birr ve İhsan hayır kurumunu kurmak.
    - Kız eğitim merkezini kurmak.
    - Hemşirelik eğitim akedemisini kurmak.
    - Dini ilim havzeleri açmak.
    - İslami araştırmalar merkezini kurmak.
    - Yüksek Şiiler Meclisini kurmak.
    - Mustazaflar Teştilatını kurmak. ( Hareket-ul Mahrumin).
    - Lübnan Mukavemet Teşkilatını kurmak ( Amel hareketi ), bu teşkilat, İmam Musa Sadr’dan
    sonra, Hizbullah ve Amel-i İslami adıyla iki teşkilata bölünmüştür ve İmam Musa Sadr’ın
    hedefi ve çizgisini Hizbullah örgütü devam ettirmektedir. Ortadoğuda Filistin davasını
    üstlenip Siyonistleri Güney Lübnan’dan atan ve Filistinlilere yardım eden bu örgütün
    temellerini atmıştır.

    - Sağlık merkezleri kurmak (Medine Tıbb Merkezi ).
    - Kadınlar ve gençler için iş merkezleri kurmak.

    İmam Musa Sadr, her alanda mücadele veriyor ama en fazla önem verdiği meselelerden biri Filistin sorunu ve Siyonistlerin işkaliydi. Müslümanların Filistin meselesine duyarlı olmalarını ve Siyonist İsraile karşı mücadele etmeleri gerektiğini belirtiyor ve herkesi mücadeleye davet ediyordu. İmam Musa Sadr, şöyle buyuruyor: “ Biz, Filistin davasını hiç birşeyden korkmadan üstlenmeliyiz. Bu yolda canımızı feda etmekten çekinmemeliyiz. Filistin’in kurtuluşu için mücadele etmek, İslam ve Hırıstiyanliğin mukaddesatını korumak ve insanlığın kurtuluşu için yapılan mücadele demektir. Filistin’in kurtuluşu için mücadele, Allah’ın mukaddes isminin yeryüzünde lekelenmesini korumak içindir çünkü Siyonistler Allah’ın ismini din adına lekelemektedirler. Siyonistlerin işkali ve zulümleri karşısında susmak zillet ve hiyanettir.”

    Eğer İmam Musa Sadr, mücadele meydanında olsaydı bugün Filistin, Lübnan ve diğer islam topraklarındaki müslümanların durumu çok farklı olacaktı.

    Sadr ailesinin mücadelesinin önemli bir halkasını oluşturan İmam Musa Sadr, hem şialar hem de sünniler arasasında batı emperyalizmine karşı savaşım veren mücahid bir alim olarak bilinmektedir.

    Yorum


      #3
      Ynt: Sadr ailesi hakkinda bilgi

      SEYYİD MUHAMMED SADR (R.A)
      SEYYİD MUHAMMED B. MUHAMMED
      SADIK SADR
      [Ö.H/1419, M/1998]

      DOĞUM YERİ
      Sadr Hanedanı Irak, İran ve Lübnan'da Şia âleminin taklit merciliğini ve liderliğini uzun yıllar üstlenmiş meşhur bir hanedandır. Bu hanedan silsile nesep olarak İmam Kazım'a (Aleyhisselam) ulaşmaktadır.
      Muhammed Sadr'ın (r.a) dünyaya gelişinin halk arasında meşhur ve ilginç bir hikâyesi vardır. Seyyid Muhammed'in (r.a) annesi uzun yıllar çocuk sahibi olamadığı için artık bir çocuk sahibi olacağından ümidini kesmiştir. O mümine hatunun kalbine hacca müşerref olup orada hacetini Rabbinden istemesi ilham olur. O yıl hac hazırlığı yaparak Seyyid Muhammed Sadık (r.a) ile birlikte o yıl hacca müşerref olur ve o kutsal yolculukta kendi kendisine şöyle nezreder; eğer Allah bana bir evlat inayet ederse ona son Peygamberin (Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) ismini vereceğim."
      Yüce Allah annesinin duasını kabul etti ve o mümine hanım Hz. Muhammed'in (Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) mübarek doğum gününde bir erkek çocuğu dünyaya getirdi. Ahdine bağlı kalarak ona Muhammed adını verdi.
      Seyyid Muhammed (r.a) çocukluk dönemini ve eğitimini büyük fakih ve taklit mercii olan dedesi Şeyh Muhammed Rıza Âl-i Yasin (r.a) ve babasının gözetiminde geçirdi.
      Seyyid Muhammed (r.a), amcası Seyyid Muhammed Cafer Sadr'ın (r.a) kızıyla evlendi. Bu evliliğinden Mustafa, Mukteda, Muammel ve Murtaza adlarında dört erkek ve iki de kız çocuğu oldu. Çocuklarından üçü Şehit Muhammed Bakır Sadr'ın (r.a) damadı olma saadetine nail oldular.
      TAHSİL VE EĞİTİM DÖNEMİ
      Seyyid Muhammed (r.a) 11 yaşına kadar dedesinde ve babasından ilmi istifadeler etti. 11 yaşında ruhani elbisesi giyerek Necef Havzası'nda tahsile başladı.
      Seyyid Muhammed (r.a) Necef Havzası'nda mukaddime derslerini başarıyla bitirdikten sonra 1379 yılında Necef Fıkıh fakültesinde tahsiline devam etti. Seyyid Muhammed (r.a) fakültede son derece başarılıydı. 4 yıl okuduğu fakültede İngilizceyi mükemmel bir şekilde öğrenerek mezun oldu. Fakülteyi bitirdikten sonra tekrar havzaya dönerek derslerine devam etti. Havzanın büyük şahsiyetlerinin huzurunda satıh derslerini başarıyla bitirdi. Döneminin büyük ve namdar fakihlerinin huzuruna giderek hariç derslerini tahsil etti ve 34 yaşında Ayetullah Şehit Muhammed Bakır Sadır (r.a) ve Ayetullah Hoî'den (r.a) içtihat izni aldı.
      AYETULLAH MUHAMMED SADR'IN (R.A) ÜSTATLARI
      Seyyid Muhammed Sadr (r.a), havzada ve fakültede uzun yıllar birçok üstat ve fakihin huzurlarından istifade etti. Bu zahmetlerinin sonunda Necef Havzası'nın büyük fakih ve muhaddislerinden rivayet izni alma şerefine nail oldu.
      Seyyid Muhammed Sadr'ın (r.a) üstatlarından bazıları:
      Rivayet izni aldığı üstatları:
      1-Şeyh Ağa Buzurgi Tahranî (r.a)
      2-Babası Seyyid Muhammed Sadık Sadr (r.a)
      3-Dayısı Şeyh Murtaza Âl-i Yasin (r.a)
      4-Seyyid Abdülala Sebzivarî (r.a)
      5-Seyyid Hüseyin Hadim eş-Şeria (r.a)
      Mukaddime derslerini huzurlarında okuduğu üstatları:
      1-Babası Seyyid Muhammed Sadık Sadr (r.a)
      2-Seyyid Talib Rufaî (r.a)
      3-Şeyh Hasan Terrad Amulî (r.a)
      4-Seyyid Muhammed Taki Hekim (r.a)
      5-Şeyh Muhammed Taki İrevanî (r.a)
      Fakültedeki üstatları:
      1-Felsefe üstadı Şeyh Muhammed Rıza Muzaffer (r.a)
      2-Usul ve Fıkh-i Mukarin üstadı Seyyid Muhammed Taki Hekim (r.a)
      3-Muhammed Taki İrevanî (r.a) (Fıkhı İstidlalî üstadı)
      4-Seyyid Abdülvahhab Kerbelaî (r.a) (İngilizce üstadı)
      5-Dr. Hatem Kabî (r.a) (Psikoloji üstadı)
      6-Dr. Fazıl Hüseyin (r.a) (Tarih üstadı)
      Hariç derslerindeki üstatları:
      1-Amcasının oğlu Seyyid Muhammed Bakır Sadr (r.a)
      2-Seyyid Ebul Kasım Hoî (r.a)
      3-İmam Humeynî (r.a)
      4-Seyyid Muhsin Hekim (r.a)
      5-Şeyh Sadruddin Badkubeî (r.a)
      AYETULLAH MUHAMMED SADR (R.A) TEDRİS KÜRSÜSÜNDE
      Seyyid Muhammed Sadr'ın (r.a) fıkıh ve usuldeki dâhiliği herkes tarafından bilinmekteydi. 1369 yılında havzadan bir grup büyük ve fazıl öğrenci Şehit Seyyid Muhammed Bakır Sadr'ın (r.a) huzuruna giderek ondan hariç dersleri vermesi konusunda fikir istediler. Şehit Sadr (r.a) onlara teşekkürlerini bildirdikten sonra; "Seyyid Muhammed Sadr (r.a) hariç dersi vermeye layıktır" diyerek onları teşvik etti. Aynı grup Seyyid Muhammed'in (r.a) yanına gelerek kendilerine hariç dersleri vermesini talep ettiler.
      Seyyid Muhammed (r.a) aynı yıl fıkıh ve usul dalında hariç dersleri başlattı ve ömrünün sonuna kadar havzada bu dersleri tedris etti.
      Seyyid Muhammed (r.a) havzadaki hariç dersleri dışında Perşembe, Cuma ve havzanın diğer tatil günlerinde tefsir dersleri de tedris etmekteydi. Tefsir derslerinde kendisine özgü bir üslupla Nas Suresi'nden başlayarak tedrisine devam etti. Seyyid Muhammed (r.a) kendi üslubu hakkında şöyle diyor:
      "Genelde Kuran müfessirleri tefsire Fatiha Suresi'nden başlarlar, Kurân'ın ortalarına ve sonlarına doğru geldiklerinde geniş açıklamalar yapmayarak öğrencilere önceki konulara müracaat etmelerini söylerler."
      AYETULLAH MUHAMMED SADR'IN (R.A) AHLAKI
      Seyyid Muhammed Sadr (r.a) ilmî ve fikhî konulardaki başarılarının yanı sıra nefis tezkiyesi ve maneviyattan da gafil değildi. Ahlak ve irfan üstadı Necef'in mahalle bakkallarından Hacı Abdüzzühre Karavî (r.a) adında bir şahıstı. Bu üstadını aşırı derecede çok severdi. Adamın biri Ayetullah Sadr'dan (r.a) sıradan bir esnafın âlim ve fakih birinin nasıl ahlak ve irfan sahibi olabileceğini sorunca şöyle cevap verdi:
      "Rivayette şöyle gelmiştir: Yüce Allah evliyalarını kullarının içinde gizlemiştir. Dolayısıyla Allah'a yaklaşma ölçüsü insanın ilmi değildir, bilakis nefis tezkiyesi ve Allah'a gerçek manada kul olmaktır. Tabii ki bu, herkes için hâsıl olmuyor, Allah'ın layık gördüğü kullar için mümkün olur. Bu kul âlim de olabilir, esnaf da."
      Ayetullah Sadr (r.a) gece namazlarını ve müstahapları gençliğinden beri alışkanlık haline getirmişti. Yakınlarından biri şöyle naklediyor: "Vaktiyle Seyyid Muhammed'in (r.a) babası, Seyyid Muhammed Bakır Sadr'ın (r.a) yanında oğlundan şikayetlenerek şöyle dedi: Oğlum geceleri saatlerce ibadet ve müstahaplarla meşgul oluyor, sizden ricam ona nasihat edin de biraz kendisine dikkat etsin. Seyyid Muhammed Bakır Sadr (r.a) öğrencisini yanına çağırarak nasihat etti. O da üstadının nasihatine kulak vererek dediklerini yaptı.
      Ayetullah Sadr (r.a) son derece alçakgönüllü biriydi. Kesinlikle elini öpmelerine izin vermezdi. Elini öpmek isteyenlere şöyle derdi:
      "Sen bu amelinle cennete, ben de cehenneme giderim. Sen Allah rızası için elimi öpüyorsun ve eğer elimi öpmen bana gurur ve kibir getirirse cehenneme girerim."
      Vaktiyle mukallitlerinden biri ona el öpmenin caiz olup-olmadığını sorunca şöyle cevap verdi:
      "El öpmenin haram olduğunu söyleyemem; fakat ahlakî olarak benim için çok zor bir meselidir. El öpülmesine izin verenler harama duçar olabiliyorlar."
      AYETULLAH MUHAMMED SADR (R.A) SADDAM ZİNDANINDA
      Bu büyük taklit mercii üstadı Şehit Muhammed Bakır Sadr (r.a) ile faaliyetlerinden dolayı üç kez Saddam zindanına atıldı. İlk olarak 1351 yılında ardından da 1353 yılında 150 öğrencisi ve bir grup Hizbu'd-Davet üyeleriyle tutuklanarak zindana atıldı. Son defasında ise meşhur Şabaniye İntifadası'ndaki faaliyetlerinden ve yaptığı ateşli konuşmalarından dolayı 106 devrimci mücahitle birlikte tutuklanarak zindana atıldı.
      Ayetullah Muhammed Sadr (r.a) Saddam esaretinden kurtulduktan sonra siyasetten uzaklaşarak inzivaya çekildi. Saddam rejimi Ayetullah Sadr'ın (r.a) bu tavrını görünce Necef Havzası'nın sorumluluğunu ona vererek Iraklıların resmi taklit mercii olduğunu ilan etti. Ayetullah Sadr'ın (r.a) merciliğini kabul etmesiyle bir grup onu Bas Partisi'yle işbirliği yapmakla suçladılar. Ancak büyük fakih halkın bu iftira ve suçlamalarına tahammül etti. Hakikatte merciliği kabul etmekteki gayesi unutulmaya ve yok olmaya yüz tutmuş büyük Necef Havzası'nı yeniden ihya etmek, dağılmış ve öndersiz kalmış Iraklı Şiîlerini bir bayrak altında toplamak, fakirlere yardım etmek ve Müslümanları savunmaktı.
      Ayetullah Sadr (r.a) merciliği kabul etmesinin nedeni şöyle açıklıyor:
      "Ben de diğer fakihlerin tehlikede oldukları gibi tehlikedeyim, fakat faaliyetim Allah rızası doğrultusunda, halkın menfaati, emr-i maruf, nehy-i münker farizasının ve Necef Havzası'nın korunmasıysa neden korkayım? Eğer şehit olursam Allah yolundadır ve bu arzuların en yücesidir."
      Ayetullah Sadr'ın (r.a) Saddam eliyle şehit edilmesinde herkese onun Baas Partisi'yle hiçbir irtibatının olmadığını, aksine onlara karşı olduğunu kanıtlamıştır.
      AYETULLAH MUHAMMED SADR'IN (R.A) KÜLTÜREL FAALİYETLERİ
      1-Cuma Namazı
      Ayetullah Sadr'ın (r.a) önemli faaliyetlerinden biri asırlarca unutulmuş ve vacibi tehir diye terk edilmiş Cuma namazını başlatmasıdır. Kufe Camii'nde her hafta düzenli olarak Cuma namazı kıldırması diğer Irak şehirlerinde Cuma namazların kılınmasını sağladı. Onun bu bereketli adımı kısa bir zamanda Irak'ın 86 büyük şehir ve kasabasında vekilleri tarafından Cuma namazı ikame edilmesine neden oldu.
      Cuma namazlarını kendine özgü bir üslupla kıldırırdı:
      1-O gün Cuma hatiplerinin görevlerinden biri de Baas Partisi'nin kesin emri gereği namazların kunut duasında Saddam'a dua etmekti. Ayetullah Sadr (r.a), bu emre rağmen kendisi dua etmediği gibi tüm vekillerine de şöyle fetva verdi: "Masumlar dışında hiç kimseye dua etmek caiz değildir."
      Ayetullah Sadr (r.a) Cuma namazına gelirken halkın "Nem nem lil Gaid Saddam Hüseyin", "Birruh biddem nefdiyke ya Saddam" solaganlarını "Nem nem lil İslam", "Nem nem lil Havza" olarak değiştirdi.
      2-ABD ve İsrail gibi emperyalist güçler aleyhine konuşmalar yaparak Müslümanları özellikle de Irak halkını bilinçlendirerek onlardan uzak olmalarını öğütlüyordu. Halk arasına "Kella kella Amerika, Kella kella İsrail!" (ABD'ye, İsrail'e hayır!" sloganlarını yerleştirdi. Ayetullah Sadr (r.a) kıldığı 45 Cuma namazında Baas Partisi'nin deyimiyle kırmızı hattı aşmıştı. Sonunda da Baas Partisi tarafından şehit edildi.
      2-İyiliğe Emretmek, Kötülükten Sakındırmak
      Ayetullah Sadr'ın (r.a) faaliyetlerinden biri de "Emr-i maruf ve nehy-i münker" farizasının üzerinde önemle durarak halka tebliğ etmesiydi; hatta bu yolda hiç bir güçten korkmadı. Daha da öteye, Irak'ta ahlak dışı yayınlar yapan Saddam'ın oğlu Udey'in el-Şabab TV kanalını seyredilmesine haram fetvası verdi.
      3-Şehirlere Hatipler Yollaması
      Ayetullah Sadr (r.a) Irak'ın büyük-küçük tüm şehir ve kasabalarına vekiller gönderiyordu. 80 ayrı yerde cemaat ve Cuma namazları kılınmasını sağladı. Şeyh Evs Nasirî (r.a), Şeyh Fazil Emşanî (r.a), Dr. Ebu İshak Ekilî (r.a) gibi onlarca mücahit vekilleri yaptıkları ateşli ve devrimci hutbelerinden sonra Baas Partisi tarafından şehit edildiler.
      4-İslamî Mahkeme Teşkili
      Ayetullah Sadr'ın (r.a) önemli faaliyetlerinden biri de resmi mahkemeler karşısında İslami ve şer'i mahkemeler teşkil etmesiydi.
      AYETULLAH MUHAMMED SADR'IN (R.A) SİYASİ DÜŞÜNCELERİ
      1-İslam Devleti Teşkili
      Ayetullah Sadr (r.a) Şehit Muhammed Bakır Sadr'ın (r.a) başlattığı siyasi hareketi devam ettirmeye kararlıydı. Fakat bir taraftan Irak'ın siyasi ve toplumsal yapısı, diğer taraftan da diktatör Saddam'ın baskıları önünde büyük engeldi.
      Ayetullah Sadr (r.a), İmam Ali'nin (Aleyhisselam); "Din esastır, hükümet ise onun bekçisidir, esası (dini) olmayan hükümet yıkılmaya mahkûmdur ve bekçisi (hükümeti) olmayan din ise hiçbir işe yaramaz." hadisine isnat ederek İslam hükümetinin kurulmasını farz biliyor ve tüm Müslümanlara İslam hükümeti kurmayı emrediyordu.
      2-İran İslam Cumhuriyetini Müdafaa Etmek
      Ayetullah Sadr (r.a) İran İslam Cumhuriyeti'nin en büyük savunucularından biriydi. İran'daki Iraklı mücahitlere yazdığı mektupta şöyle diyor:
      "Allah, İran halkını korusun. Onlar bizim din ve mezhep kardeşlerimizdir. Yüce Allah dünyada İslam'ın izzeti olan İran'ı korusun."
      Ayetullah Sadr'ın (r.a) İmam Humeynî (r.a) ve Ayetullah Hamaneî'ye özel bir alakası vardı. İran'dan söz açılınca şöyle derdi: "İran Hükümeti'nin veliyy-i fakihi Ayetullah Hamaneî Müslümanların lideridir."
      Ayetullah Sadr (r.a), İran İslam Cumhuriyeti'nin muhalifleriyle yapılan her türlü işbirliğini günah sayarak haram fetvası vermişti.
      Mukallitlerinin biri huzurunda şöyle bir soru sordu: Müslümanların lideri olan İmam Sadr'ın (r.a) huzurlarına! Ben ve kardeşim halkın mücahitleriyle (münafıklar) alış-veriş yapıyoruz. Sebze ve meyve gibi yiyecek maddeleri verip karşılığını alıyoruz, bizim bu muamelemizin hükmü nedir?
      O büyük fakih şöyle cevap verdi: "Bu muamele şer'an caiz değildir; zira bu, günaha yardım etmektir. Derhal münafıklardan irtibatınızı kesin!"
      3-Takiyye Caiz Değil!
      Ayetullah Sadr (r.a), takiyye, maslahat gereği de olsa zalimin zulmüne ve adaletsizliğine göz yummaya sebebiyet verirse caiz değildir diyordu. Cuma namazını fitne ve ihtilaf kaynağı olduğunu iddia edenlere şöyle cevap veriyordu: "Bugün takiyye yapmaya ihtiyaç yoktur. Cuma namazının fitne unsuru olduğunu söyleyenler bilsinler ki asıl Cuma namazına katılmayanlar fitne unsurudurlar. Onlar, Cuma namazına katılmamakla bilerek ya da bilmeyerek İslam düşmanlarının ekmeğine yağ sürmektedirler."
      AYETULLAH MUHAMMED SADR'IN (R.A) ESERLERİ
      Ayetullah Muhammed Sadr (r.a), toplumsal, siyasi ve ilmi faaliyetlerinin yanı sıra başta fıkhî ve ahlakî konular olmak üzere birçok ilim dalında faydalı kitaplar kaleme almıştır.
      Ayetullah Sadr'ın (r.a) eserlerinden bazıları:
      1-Nezaratu'l-İslamiyye Fi İlan-i Hukuki'l-İnsan
      2-el-Kanunu'l-İslamiyye
      3-Eş'etun Min Akaidi'l-İslamiyye
      4-Felsefetu'l-Hacc Ve'l-Mesalihu Fi'l-İslam
      5-Maverau'l-Fıkıh
      6-Fıkhu'l-Ahlak
      7-Ezva Ala Savreti'l-Hüseyin (a.s)
      8-Fıkhu'l-Aşair
      9-Mesail Fi Hurmeti'l-Gina
      10-Menhecu'l-Usul
      11-Salatu'l-Leyl
      12-Mebahis Min Kitabi't-Taharet
      13-Minhacu's-Salihin
      14-Buhusun Kesir Havle'l-Beda
      15-Buhusun Kesir Havle'l- Kizb
      AYETULLAH MUHAMMED SADR'IN (R.A) ŞEHADET AŞKI
      Ayetullah Muhammed Sadr (r.a) Allah yolunda şehadet aşkıyla yanıp tutuşuyordu. Sanki Allah yolunda öldürüleceğini biliyordu. Bir toplantıda yakın dostlarından birine şöyle dedi: "Şeyh Garevî ve Şeyh Burucerdî şehit oldular. Ben de onların üçüncüsüyüm."
      Ayetullah Sadr'ın (r.a) yakınlarından biri şöyle naklediyor: "Bir gün onun yanına giderek şöyle dedim: Seyyid Muhammed Bakır (r.a) ve kız kardeşi öldürüldüler. Amcanın acısı ve ayrılığı bizlere yeter, seni de kaybetmek istemiyoruz. Senden sonra halkın ve havzanın önderliğini kim üstlenir? (Böyle ateşli konuşmalar yapmayın, biraz dikkat edin) Seyyid Muhammed biraz sustuktan sonra şöyle dedi: "Benim ve Seyyid Muhammed Bakır'ın (r.a) kanı İmam Hüseyin'in (Aleyhisselam) kanından değerli değildir. Ben, mazlum Irak halkı ve havza için canımı feda etmeye hazırım."
      Ayetullah Sadr (r.a) şehadetinden birkaç gün önce dostlarından birine şöyle dedi: "Ben tehlikedeyim ve her zaman da tehlikede olacağım. Ben de Meysem-i Temmar, Hucr b. Udey, Said b. Cubey ve Tuf şehitleri gibi şehit olacağım."
      KEFEN GİYEN CUMA HATİBİ
      Ayetullah Sadr'ın (r.a) son Cuma hutbelerindeki konuşmalarından son derece rahatsız olan Saddam, ondan Cuma namazını tatil etmesini istedi. Fakat o bu teklifi reddederek; "Ben görevimi ifa etmeye mecburum" diyerek cevap verdi.
      Ayetullah Sadr (r.a) son Cuma namazında omuzlarına kefen alarak vakarlı ve cesur adımlarla Kufe Mescidine hareket etti. Baas Partisi tarafında şehit edilen vekillerinin üzüntüsüyle şöyle dedi: "Ben defalarca şunu dedim; öldürülen her bir müminin ölümü benim ölümümdür; zira müminler tek vücuttur. Bir uzuv darbe aldığında diğer uzuvlarda rahatsız olur."
      Daha sonra uzun bir dua okuyarak 14 Masum'a (a.s) dua etti. Hutbesi şehadet kokusu veriyordu. İmam Hüseyin'den (Aleyhisselam) ve şehadetinden bahsetti. Sanki ecelinin geldiğini ve dünyadan ayrılacağını anlamıştı.
      AYETULLAH MUHAMMED SADR'IN (R.A) ŞEHADETİ
      Ayetullah Muhammed Sadr (r.a) iki oğluyla birlikte her Cuma akşamı Necef'in el-Beranî bölgesinde matem ve ağıt toplantısına katılırdı. 2 Zilkade 1419 yılının Perşembe akşamı her zaman olduğu gibi oğulları Mustafa ve Muammile ile birlikte ağıt merasiminden sonra şahsi aracıyla evine doğru hareket etti. Fakat aracı el-Henane denen yerde ABD markalı bir araç tarafında durduruldu ve kurşun yağmuruna tutuldu. Bu silahlı saldırıda Ayetullah Muhammed Sadr (r.a) iki oğluyla birlikte olay yerinde şehit oldular. Pak naaşları katiller tarafından araçla birlikte kaçırıldı. Ertesi gün cenazesi Baas Partisi'nin kesin emriyle hiçbir merasim düzenlenmeden defnedildi.
      Ertesi gün el-Kabasa isimli Kuveyt gazetesi bu suikastın Saddam'ın küçük oğlu Kusey'in özel timleri tarafından gerçekleştirdiğini yazdı.
      Ruhu şad, mekânı cennet olsun!
      ZB

      Yorum


        #4
        Ynt: Sadr ailesi hakkinda bilgi

        MUHAMMED BAKIR SADR (R.A)
        SEYYİD MUHAMMED BAKIR B. HAYDAR SADR
        [Ö.H/1400, M/1979]

        DOĞUMU VE EĞİTİMİ
        Allame Şehit Ayetullah Seyyid Muhammed Bakır Sadr (r.a) büyük bir İslam düşünürü ve filozofuydu. İslam tarihine son derece vakıftı. 14. asır onun gibi bir filozof, düşünür, yazar, fakih, muhaddis, cesur siyasetçi ve müfessire rastlamamıştır.
        Seyyid Muhammed Bakır Sadr (r.a) hicri 1353'de Kazımeyn'de ailenin ikinci oğlu olarak dünyaya geldi. Babası genç yaşta vefat etti. Dedesi Ayetullah Seyyid İsmail Sadr (r.a) 14. asrın büyük taklit mercilerindendi. Sadr Hanedanı nesep olarak İmam Kazım (Aleyhisselam) evlatlarındandır. Bu azametli hanedan tarih boyunca İran, Lübnan ve Irak'ta İslam ve mektebin savunucuları olmuştur.
        Ağabeyi Ayetullah İsmail Sadr (r.a) Necef'in aktif mücahit ve büyük fakihlerindendi. Hicrî 1388 yılında 48 yaşında vefat etti.
        Büyük bir mücahide, mümine, fıkıh ve ahlak öğretmeni olan kız kardeşi Âmine Bintu'l-Hüda (r.a) Seyyid Muhammed Bakır Sadr (r.a) ile şehit edildi.
        Şehit Sadr (r.a) beş yaşında okula başladı ve 11 yaşında ilkokulu bitirdi. İlkokul dönemlerinde gösterdiği üstün başarısını ve zekâsını gören öğretmenleri ülkelerine daha iyi hizmet etmesi için onu devlet okuluna yerleştirmeye daha sonra da eğitim görmesi için yurt dışına göndermeye karar verdiler. Ancak o, anne ve ağabeyinin tavsiyeleri üzerine babalarının yolunu seçti ve İslamî ilimler tahsilini tercih etti. Dayıları Şeyh Muhammed Rıza A-li Yasin (r.a) ve Şeyh Murtaza Âl-i Yasin'in de (r.a) yardımlarıyla dinî ilimler tahsiline başladı. Kardeşi Seyyid İsmail (r.a) ile Maalimu'l-Usul ve Satıh derslerini başarıyla tamamladı. Aynı zamanda Irak devlet okullarının kötü durumundan dolayı kız kardeşine fıkıh, Usul-u Kurân, edebiyat ve tarih derslerini bizzat kendisi tedris etti.
        FAKAHET VE İMAMET ŞEHRİ NECEF'E HİCRET
        Şehit Muhammed Bakır Sadr (r.a) büyük âlimler ve fakihlerden istifade etmek için 12 yaşında hicri 1365'de Ağabeyi Seyyid İsmail (r.a) ile birlikte mukaddes Necef'e gitti.
        Fıkıh ve usul derslerini Ayetullah Hoî (r.a) ve Şeyh Muhammed Rıza A-li Nainî'nin (r.a) huzurlarında okudu.
        Molla Sadra'nın (r.a) İslam felsefesini Şeyh Sadra Badkube'nin (r.a) huzurlarında başarıyla okudu ve aynı zamanda batı felsefesini de dikkatli bir şekilde mütalaa etti. Büyük düşünür hadis, rical, tefsir, diraye vb. ilimleri de başarıyla bitirdi.
        Seyyid Muhammed Bakır Sadr (r.a) 17 yıllık tahsil döneminde üstün zekâ ve istidadıyla günde 16 saat araştırma ve mütalaa yapar ve tedris ederdi. Kendisi zahmetlerini şöyle dile getirmiştir: "Ben, tahsil hayatım boyunca günde 2–3 çalışkan talebenin zahmeti ve çalışması kadar çaba sarf ediyordum."
        Hakikaten de aralıksız ve bitmek tükenmek bilmeyen zahmetleri onu büyük bir İslam düşünürü ve filozofu etmiştir.
        ŞEHİT SADR (R.A) EĞİTİM KÜRSÜSÜNDE
        Şehit Muhammed Bakır Sadr (r.a) 20 yaşında Kifayetu'l-Usul kitabından ders vermeye başladı. 25 yaşında Haricî Usul ve 28 yaşında da Harici Fıkıh dersleri vermeye başladı. Daha sonra felsefe ve tefsir dersleri tedris etti. Yaklaşık 30 yıl ders kürsüsünde oturarak birçok öğrenci yetiştirdi. Yetiştirdiği öğrenciler İslam'a ve mektebe büyük hizmetler etmişlerdir.
        ŞEHİT SADR'IN (R.A) ÖĞRENCİLERİ
        Şehit Sadr (r.a) Allah'ın kendisine sunduğu üstün zekâ ve istidat ile yılmadan çalışıyor ve İslam dinine her geçen gün yeni hizmetler veriyordu. Onlarca talebe eğiterek yüce İslam'a olan vazifesini biraz da olsa eda etmiş oldu.
        Burada o büyük zatın yetiştirdiği erdemli ve âlim öğrencilerden bazılarını zikretmekle yetineceğiz:
        1-Şehid Muhammed Bakır Hekim (r.a)
        2-Seyyid Mahmud Haşimî
        3-Seyyid Kazım Hüseyni Hairî
        4-Şeyh Mehdi Asifî
        5-Seyyid Abdülgani Erdebilî
        6-Şeyh Gulam Rıza İrfaniyan
        HİZB-İ DAVET İSLAMÎ PARTİSİ
        Şehit Seyyid Muhammed Mehdi Hekim (r.a), Seyyid Talib Rufai ve Şeyh Mehdi Semavi gibi âlimler bir araya gelerek Irak'ın içinde bulunduğu durumu değerlendirdiler. Sonunda hedeflerine ulaşmak amacıyla İslam ideolojisi üzerine siyasi bir parti kurmaya karar verdiler. Bu konuyla ilgili olarak Şehit Sadr (r.a) ile meşveret ettiler ve büyük zattan onay alındıktan sonra hicri 1377'de parti kuruldu.
        Parti, Şehit Sadr'ın (r.a) yazdığı tüzük ve esasnameyle faaliyetlerine başladı. Ayetullah Şehit Sadr (r.a) partinin kurulmasından beş yıl sonra maslahat gereği partiden ayrıldı ve arkadaşlarına devam ettirmelerini söyledi.
        CAMİATU'L ULEMA
        Sol görüşü destekleyen Abdülkerim Kasım 1958'de hükümet başına geçti. Onun devlet başına geçmesiyle Komünistler sahneye çıktı. Komünistlerin boy göstermesiyle kısa zamanda Irak topraklarında ihtilaflar çıktı. Bu durum İslam âlimlerini harekete geçirdi. Halkın inançlarını korumak amacıyla Şeyh Murtaza Âl-i Yasin (r.a), Şeyh Muhammed Rıza Âl-i Yasin (r.a), Şeyh Muhammed Rıza Muzaffer (r.a) ve Şehit Seyyid Mehdi Hekim (r.a) gibi büyük âlimlerin önderliğinde Camiatu'l-Ulema fi Necefi'l-Eşref'i kurdular. Şehit Sadr (r.a) o dönemlerde yaşının küçük olması hasebiyle kuruluşa üye olamadı. Ancak daha sonra bu hareketin içerisinde aktif görevler aldı. Günün siyasetine diğerlerinden daha vakıf olması, güçlü kalemi ve beyanı ile bildirileri o hazırladı.
        Camiatu'l-Ulema'nın en önemli ve etkili çalışmalarından biri 1961 yılında çıkarılan el-Ezva isimli dergi oldu. Şehit Sadr (r.a) ve kız kardeşi o dergiye makaleler yazıyorlardı.
        Bu faaliyetleri sırasında dönemin taklit mercii Ayetullah Seyyid Muhsin Hekim'in (r.a) tavsiyeleriyle meşhur kitabı Felsefetuna'yı (Felsefemiz) telif etti.
        İRAN İSLAM DEVRİMİ'NDE İMAM HUMEYNÎ'YE (R.A) DESTEĞİ
        Şehit Sadr (r.a) 1342'de İran'da gelişen İmam Humeynî (r.a) hareket ve devrimi yakından takip ederek daha o günlerden bu harekâtın İslam'ın geleceği için umut olduğunu söylüyordu. Dolayısıyla da İmam Humeynî'nin (r.a) başlattığı bu hareketi sonuna kadar destekledi.
        İmam Humeynî (r.a) 1385'de Türkiye'den Necef'e sürgüne gönderildiğinde mücahit öğrencileriyle birlikte herkesten önce İmamı karşılamaya koştu. İmam Humeynî'nin (r.a) 14 yıllık Necef sürgününde yanından hiç ayrılmadı, bu süre içinde sürekli İmam ile diyalog ve irtibat halinde oldu.
        Şehit Sadr (r.a), İmam Humeynî'ye (r.a) bağlı, sadık destekçilerindendi. İmam Humeynî (r.a) Paris'te sürgündeyken mektup yazarak onun daima hem kendisinin ve hem de İran İnkılâbı’nın yanında yer aldığını vurgulamıştır. 22 Behmen 1357'de İran İnkılâbı’nın zafere ulaşmasıyla Şehit Sadr (r.a) Necef'te Cevahir Mescidi'nde bir konuşma yaparak İran İnkılâbı ve İmam Humeynî'den (r.a) övgüyle bahsetmiş ve Irak halkına zalim Baas Rejimi karşısındaki görevlerini bildirmiştir.
        Konuşmasının ertesi gün ülkenin değişik şehirlerinden gelen Iraklılar yürüyüşler yaparak İmam Humeynî (r.a) ve devriminin yanında olduklarını ilan ettiler.
        ŞEHİT SADR'IN (R.A) MERCİLİĞİ
        Şehit Sadr'ın (r.a) merciliği 1390 yılında Ayetullah Hekim'in (r.a) vefatından sonar başladı ve Irak halkının büyük bir çoğunluğu ona taklit etti.
        1359'da Saddam Rejimi İslamî hareketler özellikle de Hizbi Davet Partisi üzerindeki baskısını artırdı. Evlere baskınlar düzenleyerek mücahitleri tutuklayarak zindanlara attılar. Necef Hastanesi'nde hasta yatağında tedavi görmekte olan Şehit Sadrı o haliyle tutuklayarak gözaltına aldılar. Ancak ulemanın yoğun baskıları sonucu onu serbest bıraktılar.
        Saddam Rejimi, 1394'de Şehit Sadr'ın (r.a) öğrencileri olan Şeyh Arif Basrî (r.a), Seyyid İzzettin Kubbançî (r.a), Seyyid İmaduddin Tabatabaî Tebrizî (r.a), Hüseyin Culuhan (r.a) ve Seyyid Nuri Tame (r.a) gibi erdemli âlimleri idam etti. Şehit Sadr (r.a) bu olayın ardından aşırı üzüntüsünden dolayı uzun süre hasta oldu.
        Şehit Sadr'ın (r.a) mercilik dönemindeki önemli olaylardan biri de 1397 yılının Erbain merasimiydi. Eskiden beri Irak halkı geleneksel olarak İmam Hüseyin'in (a.s) matemini ihya etmek amacıyla Necef ve diğer şehirlerden yaya olarak gruplar halinde Kerbela'ya gelirlerdi.
        Şehit Sadr (r.a) grupları teşvik ederek bu merasimlerin daha kalabalık ve görkemli yapılmasını sağladı. Öfkeli Irak halkı bu merasimde Saddam Rejimi'nin vahşice cinayetlerini protesto etti. Bu tarihi kıyamda Saddam, Şehit Sadr'ı (r.a) tutuklatarak zindana attırdı. Şehit Sadr (r.a) 8 yıl zindanda kaldı ve her türlü ruhî ve fizikî işkencelere maruz kaldı. Ömrünün sonuna kadar vücudundaki işkence izleri açıkça görülmekteydi.
        BAAS PARTİSİ'NE ÜYELİĞİ YASAKLAMASI
        Saddam Rejimi'nin tehlikeli oyunlarından biri de kültür bakanlığını Baas Partisine üye etme planıydı. Başta üniversiteler olmak üzere tüm okulları öğretmenleriyle birlikte bu partiye üye olmaya mecbur etti. Saddam, bu yasayla İslam aleyhine karşı kirli programlarını icra etmek istiyordu. Bu durum karşısında mercilik makamında olan ve Baas Rejimi karşısında duran tek mücahit tarihi fetvasını verdi: "Baas Partisiyle her türlü işbirliği içinde olmak, yardımlaşmak ve bu partiye üye olmak haramdır."
        Bu fetvanın Irak halkı üzerinde büyük etkisi oldu. Az sayıdaki satılmış, vatan haini dışında kimse Baas Partisi'ne üye olmadı.
        Şehit Sadr'ın (r.a) bu fetvasının halk üzerindeki etkisini Baas Partisi yetkililerinden biri şöyle anlatıyor: "Seyyid Muhammed Bakır'ın (r.a) bu fetvası bizim tüm planlarımızı boşa çıkardı. Bir grup korkak ve imansız halkın dışında kimse partiye üye olmadı."
        Bu fetvadan sonra Baas Rejimi asıl düşmanını ve muhalifini tanıdı.
        SADDAM'IN ŞEHİD SADR'A MEKTUBU
        Devrik Irak diktatörü Saddam Hüseyin'in Şehit Ayetullah Muhammed Bakır es-Sadr'a bir mektup göndererek ondan kendisine itaat etmesini istemişti.
        Şehit Muhammed Bakır es-Sadr, ona verdiği cevapta ceddi Hz. Hüseyin gibi zillete boyun eğmeyeceğini bildirip Saddam'a kendisini nasıl bir sonun beklediğini de o engin basiretiyle ortaya koymuştu.
        Irak Diktatörü Saddam'ın Şehit Seyyid Muhammed Bâkır es-Sadr'a Gönderdiği Mektubun metni:
        “Sizin de bildiğiniz gibi, partimizin düşünce sistemi İslam'ın ruhundan kaynaklanmaktadır. Bizlerin sunduğu program ve sloganlar da, çağımıza uygun olan İslam'ın sloganlarıdır ve bizlerin yaşantımızda uygulamak istediğimiz şeyler, şeriatın istekleriyle mutabıktır. Anacak çağdaş hayata uygun ve değişik bir renk ile…
        Bizler işlerimize karışmadıkları ve siyasete bulaşmadıkları sürece, İslam âlimlerini seviyor ve destekliyoruz ve bizler şunu anlayamıyoruz, halka, neden bizim partimize üye olmalarını haram ettiniz ve bizim aleyhimizde ayaklanmalarını istediniz ve neden bizim İran'daki düşmanlarımızı onayladınız.
        Sizi uyarmış ve nasihat edip mazeretiniz olmadığını bildirmiştik; ama siz kaçındınız ve ısrarla bize uymadınız ve bu devrimin aleyhinde hareket ettiniz. Siz, bizim inatçı düşmanımızsınız ve bizlerin düşmanlarımıza karşı hükümlerimizi de biliyorsunuz.
        Size hiçbir şekilde dokunulmayacağını temin etmiştik. Eğer bizim isteklerimiz doğrultusunda davranırsanız, kanun karşısında korunursunuz. Çok yüce makamlar sahibi olursunuz. Devlet ve hükümet yetkilileri karşısında bütün istekleriniz yerine getirilecektir; ama eğer, isteklerimizi kabul etmezseniz ne olacağını siz düşünün.
        Sonu her ne olursa olsun, sizlere karşı koyulacaktır. Size üç tane önerimiz var. Eğer bu öneriyi kabul eder ve televizyon ekranlarında ve resmi gazetelerde isteklerimizi söylerseniz, size hiç ummadığınız ikramlarda bulunulacaktır.
        Baas Partisi Lideri ve Irak Devrim Konseyi Başkanı Saddam Hüseyin'i onayladığınızı bildiriniz. Siyasî işlere karışmayacağınızı ve İslam dininin siyasete karışmadığını ilan ediniz.
        İran'daki hükümeti onaylamadığınızı söyleyin ve onların Irak'taki müdahalelerini onaylamadığınızı söyleyin. Gördüğünüz gibi bunların üçü de kolay şeylerdir. Devrimin merhametli ellerinin size sunduğu bu fırsatı kaçırmayacağınızı ümit ederim.
        Devrim Konseyi Başkanı Saddam Hüseyin”
        ŞEHİD SADR'IN SADDAMA CEVABI
        Ben sizin akıllı olduğunuzu zannediyordum. Sizler açık sözleri dahi inkâr ediyorsunuz. Ben size gereken sözü söyledim ve nasihatte bulundum.
        Eğer kıyamete inanıyor ve hakikate ulaşmak istiyorsanız, beni dinleyin. Sizler sapıklık hastalığı ile hastalanmışsınız ve öldükten sonra dirileceğinizi unutmayın. Öldükten sonra kalpleriniz taşlaşmış ve hayvandan aşağı seviyeye düşeceksiniz.
        Sizlere nasihat ettikçe daha da azıtıyorsunuz. Tıpkı Yahudiler ve şeytana uyanlar gibi, sizi kötülükten alıkoyanlara düşmanlık besliyorsunuz. Allah'a karşı savaş açmışsınız ve Allah velilerini gözaltına alıyorsunuz ve onları öldürüyorsunuz.
        En ufak bir zanna dayanarak, tıpkı cahiliye dönemindeki babalarınız gibi, onları öldürüyorsunuz. Ülkemizin eserlerini yağmalıyorsunuz. Hiçbir günahı ve suçu işlemekten korkmuyorsunuz ve heva ve hevesinize uyuyorsunuz. Şehvetlerinize uydukça da, felakete sürükleniyorsunuz. Hileler yapıyorsunuz.
        Irak'taki her ev, sizin elinizden kan ağlıyor ve masum insanların kanını içiyorsunuz. Siz, tıpkı bir kuru odun parçası gibisiniz. Hiç bir sözün etki etmediği taş gibisiniz. Size nasihat etmekten yoruldum.
        Tağutlara tapıyorsunuz, firavunların torunusunuz. Beni ölümle tehdit edip korkutacağınızı mı zannediyorsunuz. Ölüm, halk içindeki bir gelenektir ve hepimiz ölümü tadacağız. Zalimlerin eliyle öldürülmek, Allah'ın halis kullarına olan bir ikramı değil mi?
        Elinizden geleni ardınıza koymayın ve yapacağınızı yapın. Sizinle, Allah'ın huzurunda buluşacağız ve varacağınız yer kötü azaptır. Bizim nurumuzu söndürmeye çalışıyorsunuz. Bana, nasihat eder hilesi ile gelmenize şaşırıyorum.
        Sizin benden razı olmanızı da beklemiyorum. Hakkı, batıla mı satmamı bekliyorsunuz? Allah'a itaati bırakıp size mi itaat edeyim. Sizi razı edip onu mu gazaplandırayım.
        Eğer böyle olursa sapıtır ve hidayete ulaşanlardan olmam. Yazıklar olsun size, ne istiyorsunuz. İslam, benim yanımda alınıp satılan bir mal gibi midir? Veya bir dünya çıkarı beklentisi içinde miyim? Beni, dünya malı üzerinden korkutmaya çalışmayın. Ben, alçak insanlar gibi size elimi uzatamam ve köleler gibi de size ikrarda bulunmam.
        Eğer ölümden başka korkutacak bir şeyiniz kalmamışsa, öyleyse davranın. Benim sizin isteklerinize boyun eğeceğim hayalini de, kafanızdan silip atın. Bizler, değerli insanların evlatlarıyız ve ayaklarımız asla titrememiştir.
        Sizi gönderenlere ve efendilerinize aynen şunu deyin: "Eğer Bakır es-Sadr'ı, bin kere de öldürseniz, isteğinize asla ulaşamayacaksınız. Beni öldürdükten sonra ve her zaman zillet ve korku içinde yaşayacaksınız. Durumunuz değişecek ve Allah, sizleri zelil edecek olanları, musallat edecek ve yenilgiye uğrayanların durumuna düşeceksiniz.
        Hiç hesaplamadığınız acıları tadacak ve belalara müptela olacaksınız ve her biriniz çöllere dağılacak ve saltanatınız darmadağın olacak ve çizmeler altına alınacaksınız.
        Sizler, hep başka şehirlere dağılacaksınız ve diyarlarınız ve mallarınız parça parça olacak ve gözlerinizi açtığınızda, halkın sizi lanetlediğini göreceksiniz. Tarih sayfalarında kara bir leke olarak anılacaksınız…
        Muhammed Bakır Sadr
        KURAN İLE CİHAT
        Şehit Sadr (r.a), Irak halkını kıyama hazırlamak ve zalim Baas Rejimi ile mücadelede Kuran tefsiri tedris etmeye başladı. Bu durum Necef'te harici fıkıh dersini bırakıp tefsir dersini başlatması normal karşılanmadı. Bu herkesin dikkatini çekmişti. Bazı öğrencileri bunun nedenini sorduğunda şöyle cevap verdi:
        "Benim için tedris ve telif önemli değildir. Önemli olan şer'î vazifemi yapmamdır. Bugün İran Müslüman halkının İmam Humeynî (r.a) önderliğinde gerçekleştirdiği devrim, süper güçleri, Doğu ve Batıyı dize getirdi ve dünya Müslümanlarını gafletten uyandırdı. Ben, Kuran-ı Kerim ile Irak halkını bilinçlendirip İran Devrimi'nin değerini anlatmayı kendime şer'î bir vazife biliyorum. Diğer taraftan havzada zaten yeterince fıkıh dersleri tedris edilmektedir. Fakat tefsir derslerinin yeterli ölçüde tedris edilmediğini gördüm ve bu boşluğu doldurmak amacıyla tefsire başladım."
        Şehit Sadr'ın (r.a) tefsir dersi ancak 14 celse devam edebildi. Saddam, bunu rejimi için tehlikeli bir hareket sayarak korkudan dersi yasakladı. Sonra da Şehit Sadr'ın (r.a) ülke genelindeki tüm vekillerini tutuklatıp zindana attırdı. Şehit Sadr (r.a) 16 Recep 1399 tarihini Baas Rejimi'ni protesto ve kınama günü ilan etti. Mukallitleri tüm işlerini tatil ederek ahitlerini yenilemek için müçtehidinin evine geldiler. Saddam, aynı günün akşamı Şehit Sadr'ı (r.a) tutuklatarak Bağdat'a gönderdi. Saddam, merhum Sadr'dan (r.a) rejim aleyhine faaliyetlerinden ve halkı tahrik etmesinden vazgeçmesini istedi. Şehit Sadr (r.a) onların tehditlerinden korkmadan şöyle cevap verdi:
        "Ben bir Müslüman olarak dünyanın her yerindeki Müslümanların sorunları karşısında sorumluyum ve şer'i vazifeme amel etmek zorundayım. Bu şer'î vazifem sadece Irak ve İran Müslümanlarıyla sınırlı değildir. İran Devrimi'ni ve rehberini desteklemekte şer'i bir vazifedir."
        Şehit Sadr'ın (r.a) tutuklanıp Bağdat'a götürüldüğü gün kız kardeşi Bintu'l-Hüda (r.a), İmam Ali (Aleyhisselam) türbesinde bir konuşma yaparak halktan Saddam'ın bu tutumu karşısında sessiz kalmamalarını ve Şehit Sadr'ın (r.a) derhal serbest bırakılması için tepki göstermelerini istedi. Baas Rejimi ortamın daha gerilmemesi için Şehit Sadr'ı (r.a) serbest bırakmak zorunda kaldı.
        ŞEHİT SADR'IN (R.A) ESERLERİ
        Şehit Muhammed Bakır Sadr (r.a) yoğun faaliyetlerinin yanında İslam'a ve Şia mektebine birbirinden değerli ve faydalı eserler miras bıraktı. Kaleme aldığı her konuyu hakkıyla eda etmiş ve ilim âşıklarının hizmetine sunmuştur.
        Burada o değerli eserlerden birkaçını zikretmekle yetiniyoruz:
        1-el-Fedeku Fi't-Tarih
        2-Gayetu'l-Fikr fi İlmi'l-Usul
        3-Felsefetuna
        4-İktisaduna
        5-Buhusun fi Şerh-i Urvetu'l-Vuska
        6-Durusun fi İlmi'l-Usul
        7-Şerayiu'l-İslam kitabına haşiye
        8-Minhacu's-Salihin kitabına haşiye
        9-Durerul Eimme fi'l Hayati'l-İslamiyye
        10-el-Medrestu'l-Kuraniyye
        11-el-İslam Yakidu'l-Hayat
        12-Buhusun Havle'l-Velayet
        13-Buhusun Havle'l-Mehdi (a.f)
        14-el-Banku La Riba fi'l-İslam
        15-el-Medresetu'l-İslamiyye
        ŞEHİT SADR'IN (R.A) ŞEHADETİ
        18 Recep 1399'da Şehit Sadr'ın (r.a) evinin etrafı dostları ve sevenleriyle dolup taşmaktaydı. Dün rehberlerinin serbest bırakılması için yürüyüş yapan dostları bugün müçtehitlerine biatlerini yenilemek için bir kez daha etrafına toplanmışlardı.
        Bu durumdan oldukça korkuya kapılan Saddam, Şehit Sadr (r.a) ile sevenlerinin irtibatını koparmak için evin etrafını ve sokakları emniyet güçleriyle kuşattı ve bu muhasara tam dokuz ay sürdü.
        Saddam Rejimi 9 aylık muhasarada Şehit Sadr'a (r.a) defalarca baskılar uyguladı ve onu başlattığı hareket ve hedefinden vazgeçmeye zorladı. Fakat o yiğit mücahit hedeflerinden hiçbir taviz vermeden İran İslam İnkılâbı'nı desteklemeye devam etti. 19 Cemaziyülevvel 1400 hicride Necef Emniyet Amiri Ebu Said Eşhid, Şehit Sadr'ın (r.a) evine gelerek Bağdat'a gideceklerini söyledi. Şehit Sadr (r.a) bu gidişin bir dönüşü olmadığını çok iyi bildiği için ona şöyle dedi: "Ben çok önceden şehadete hazırlandım."
        Ertesi gün Şehit Sadr'ın (r.a) kız kardeşi Bintu'l-Hüda'yı da (r.a) halkı bir kez daha ayaklandırmaması için tutuklayarak Bağdat'a götürdüler.
        Saddam'ın üvey kardeşi Berzan İbrahim, zindanda Şehit Sadr'ın (r.a) yanına gelerek: "İmam Humeynî (r.a) ve İran Devrimi aleyhine birkaç satır yaz serbest bırakalım. Bunu yapmaz isen öldürüleceksin!"
        Şehit Sadr (r.a) bu teklife şöyle cevap verdi: "Ben şehadete hazırım. Asla sizin insanlık dışı ve İslam'a aykırı faaliyetlerinizi kabul etmeyeceğim. Ben, davama bağlı ve sadık biriyim."
        Saddam Rejimi tüm tehdit ve işkencelerine rağmen Şehit Sadr'ı (r.a) ve kızkardeşini bu hedeflerinden vazgeçiremediklerini görünce 23 Cemaziyülevvel 1400 hicrîde Peygamberin (s.a.a) temiz soyundan gelen o iki temiz seyyide işkenceler ederek şehit ettirdi. Temiz naaşları İmam Ali'nin (Aleyhisselam) türbesi etrafında bir yere defnedildi.



        ZB

        Yorum


          #5
          Ynt: Sadr ailesi hakkinda bilgi

          İMAM MUSA SADR (R.A)
          SEYYİD MUSA B. SEYYİD SADRUDDİN SADR
          [K.H/ 1400, M/1979]

          DOĞUM YERİ
          14 İsfend 1307'de zalim Pehlevî Hükümeti'nin baskılarının doruk noktasında olduğu bir dönemde mukaddes Kum şehrinde dünyaya geldi.
          O diğer dindar aile çocukları gibi çocukluk yıllarında Ehlibeyt (a.s) maarifiyle aşina oldu.
          Babası Ayetullah Seyyid Sadruddin Sadr (r.a) Irak'tan Meşhed'e, oradan da Kum İlimler Havzası'nın büyük fakihi ve taklit mercii Şeyh Abdülkerim Hairî'nin (r.a) daveti üzerine Kum'a hicret etti ve mukaddes Kum şehrinde de Hakkın rahmetine göçtü.
          Seyyid Musa Sadr'ın (r.a) silsile nesebi 33 vasıtayla İmam Musa Kazım'ın (Aleyhisselam) soyuna ulaşmaktadır.
          TAHSİL DÖNEMİ
          Seyyid Musa Sadr (r.a) orta ve lise derslerinin yanı sıra havza dersleri de tahsil ediyordu. Hicri 1360'da resmi olarak havza derslerine başladı. Kısa bir zamanda mukaddime ve satıh derslerini başarıyla bitirerek hariç derslerine hazırlık yapmaya başladı.
          Usul, fıkıh ve felsefe derslerini havzanın büyük fakih ve muhaddislerinin huzurlarında tahsil etti. Hariç dersleri tahsil etmesinin yanı sıra satıh derslerini tedrise başladı. Bu zahmet ve çalışmaları onu havzanın namdar üstatlarından biri kıldı.
          Seyyid Musa Sadr (r.a) havza dersleri ile birlikte üniversite sınavlarına girerek Tahran Üniversitesi'ne girmeyi başardı. Tahran Üniversitesi'ni başarıyla bitirerek hukuk dalında lisans aldı. Sahip olduğu üstün zekâsıyla İngilizce ve Fransızcayı mükemmel bir şekilde öğrendi. Şemsi 1332'de babasını kaybetti ve aynı yıl Necef Havzası'na hicret etti.
          SEYYİD MUSA SADR'IN (R.A) ÜSTATLARI
          Musa Sadr, Kum (r.a) İlimler Havzası'nda uzun yıllar büyük üstatların ve fakihlerin ilim sofralarından ilmi istifadeler etti. Büyük üstatlarından bazıları şunlardır:
          1-Ayetullah Alevî İsfahanî (r.a)
          2-Ayetullah Muhakkik Damad (r.a)
          3-Kardeşi Ayetullah Seyyid Rıza Sadr (r.a)
          4-Ayetullah Seyyid Ahmed Hansarî (r.a)
          5-Ayetullah Hüccet Kuhkemereî (r.a)
          6-Babası Ayetullah Seyyid Sadruddin (r.a)
          7-Ayetullah İmam Humeynî (r.a)
          8-Ayetullah Allame Tabatabaî (r.a)
          SEYYİD MUSA SADR (R.A) NECEF HAVZASI'NDA
          Seyyid Musa Sadr (r.a) babasının vefatından sonra Necef İlimler Havzası'na hicret etti. Kum Havzası'nda olduğu gibi Necef Havzası'nda da istidadıyla öğrencilerin ve üstatların dikkatlerini üzerine topladı. Necef'in taklit mercileri onu övgüyle anmaktaydılar. Daha genç yaşlarda olmasına rağmen ona döneminin Muhakkik Erdebilî ve Şeyh Ensarî'si olarak adlandırıldı.
          1335'de 28 yaşında evlenerek mutlu ve maneviyat dolu bir ailenin sorumluluğunu üstlendi.
          Adı ilmî, siyasî ve toplumsal bir şahıs olarak üniversitelerde ve ilim ehlinin dilinde dolaşmaya başladı. O dönemlerde büyük taklit mercii Ayetullah Burucerdî (r.a) batı ülkelerine hatipler gönderiyor ve dinî faaliyetlerde bulunuyordu. Ayetullah Burucerdî'nin (r.a) mübelliği listesinde Seyyid Musa Sadr'ın da (r.a) adı göze çarpmaktaydı.
          LÜBNAN'A HİCRET
          Seyyid Musa Sadr (r.a) Ayetullah Seyyid Abdulhüse-yin Şerefuddin'in (r.a) resmî davetlisi olarak Lübnan'a gitti. Halkla yakından tanışıp siyasî ve toplumsal durumu gördükten sonra son kararını vermek üzere 1379'de Lübnan'a gitti. Halkın ihtiyaç ve sorunlarını yakından gördüğü için Lübnan'da kalmayı kendisine şer'i bir vazife saydı ve orada ikamet etmeye karar verdi. Lübnan'ın (r.a) Sur şehrine yerleşerek Merkez Camii'nde cemaat namazı kıldırmaya başladı. Dikkatlice araştırmalarından sonra toplumun asıl sorununun kültür ve iktisadî yoksulluktan kaynaklandığını anladı. Kültürel ve iktisadî fakirlikle mücadele için ilmî konuşmalar yaptı ve liselerde dersler vermeye başladı.
          Seyyid Musa Sadr (r.a) Ehlibeyt (a.s) ahlakî ve Kuran-ı Kerim'in talimatıyla yeni nesillere ve gençlere şefkat kucağını açarak onları Ehlibeyt'in (a.s) maarifiyle tanıştırdı. Haftada iki gün Sur şehrinden Lübnan'a tedrise gidiyordu. Güzel beyanıyla Muhammedî şeriatı gençlere anlatıyor ve ilmiyle onları doyuruyordu. Fransızların Lübnan'ı sömürge altına almasıyla ülkenin kültür ve ahlaki yapısı bozulmuş, İslam ahlak ve kültüründen uzaklaşmaya başlamıştı. Okulların ders kitapları Fransızlar tarafından hazırlanıp basılması bu İslami ve ahlaki kültürden uzaklaşmada oldukça etkiliydi. Bu durum karşısında büyük fakih Seyyid Şerefuddin (r.a) okullar tesis ederek Fransızlara karşı kültür savaşı veriyordu.
          Seyyid Musa Sadr da (r.a) bu kültür savaşının içinde yer aldı. Amiliyye Medrese'si fakülteye çevrilerek Ami-liyye Fakültesi adıyla hizmete başladı ve bu isimle de tanındı.
          SEYYİD MUSA SADR'IN (R.A) KÜLTÜREL FAALİYETLERİ
          1-Cebel-i Amul Sanat Okulu
          Seyyid bu merkezi ilk olarak Sur şehrinde kurdu. Hedefi ise fakirlik ve cehaletle mücadele edip halkı Fransız sömürgesinden kurtarmaktı.
          2-Hayır Kuruluşu
          Bu merkezi kurmaktaki gayesi fakirlere ve düşkünlere iş ortamı yaratmaktı. Sokaklardan işsizleri ve yoksulları toplayıp şanlarına uygun işler veriyor ve onları topluma kazandırıyordu. Bu cemiyet ilk kurulduğu yıl 120 kişiyi yoksulluktan kurtararak onlara iş imkânı sağladı.
          3-Kimsesizler Yurdu
          Bu cemiyet, kimsesiz ve yetim kızlara sanat ve meslek öğretmek amacıyla kuruldu.
          4-Hemşire Okulu
          Bu merkez lise diploması olan boştaki genç kızları alıp, yoğun bir eğitim sürecinden geçirdikten sonra onlara resmi belgeler verip hastanelere istihdam etmek amacıyla tesis edilmişti. Böylece okuma yazmaya gücü olmayan veya geliri olmayan yoksul aileler geçimlerini sağlamaktaydı.
          5-Tıp Merkezi
          Bu merkez ülkenin birçok yerinde yeterli ölçüde sağlık imkânlarına sahip olmayan köylerde ve kasabalarda sağlık hizmetleri vermiş ve birçok yerde de sağlık ocakları tesis etmiştir. Daha sonraları bu merkez Medinetu't-Tıb olarak meşhur oldu. Bu merkez günümüzde de faaliyetlerine devam etmektedir.
          6-Halı Dokuma Okulu
          Seyyid Musa Sadr (r.a) fakirler ve düşkünlere hizmet vermek ve geçimlerini temin etmeleri amacıyla çok önemli bir işe daha imza attı ve onlar için halı dokuma okulu tesis etti. Bu merkez, birçok fakire sanat öğreterek onların geçim kaynağı oldu. Bu merkez Dr. Şehit Çemran (r.a) tarafından idare ediliyordu. Cebeli Amul bölgesinden yaklaşık 300 bayan bu merkezde çalışmaktaydı.
          Seyyid Musa Sadr'ın (r.a) Lübnan'daki faaliyetleri bu sıraladığımız başlıklarla sınırlı kalmadı. İlimler havzası ve kimsesizler yurdu gibi çok faydalı kuruluşlar da yaptırdı.
          SEYYİD MUSA SADR'IN (R.A) KÜLTÜREL FAALİYETLERİ
          1-Şia Yüksek İslam Meclisi (Meclisu'l-İslamî el-Şiîyyi'l-Âla)
          Lübnan nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan Şia'ların hak ve hukukunu savunacak resmi bir merkeze ihtiyacı vardı. Seyyid Musa Sadr (r.a) Lübnan'ın siyasî ve mezhebi şahsiyetleriyle görüştü. Yoğun çalışmalar sonunda 6 Safer 1387'de Şiî bir meclisin kurulması için bir tüzük hazırlayarak Lübnan Meclisi'ne sundu. Tüzük mecliste tasvip edildikten sonra Şiîler Lübnan'da haklarını savunacak bir meclis kurma hakkına sahip oldular. 1389'da Şia İslam Yüksek Meclisi resmen görevine başladı.
          2-Hareketu'l-Mahrumin (Mahrumlar Harekâtı)
          Seyyid Musa Sadr (r.a) düşünce olarak kendi zamanından yıllarca öndeydi. Lübnan'daki ikametinde Lübnan gençlerinin fedakâr ve cesur bir ruhiyeye sahip olduklarını keşfetmişti. Bu güçlerin ilahî yolda harcanması için Hareketu'l-Mahrumin cemiyetini kurarak onları bölgedeki İslam düşmanlarıyla siyasî mücadeleye hazırladı. Seyyid Musa Sadr (r.a), bu hareketin liderliğine Şehid Çemran'ı (r.a) atadı. Lübnan gençleri çeşitli inançsız parti ve kuruluşlardan koparak gruplar halinde bu teşkilata geçmeye başladılar. Teşkilat, "Ne Doğu, ne Batı" sloganıyla faaliyetine başlayarak Âl-i Muhammed'in (a.s) ahlaki çizgisinden hareket etti ve kısa zamanda yer yönüyle örnek bir teşkilat oldu.
          3-Emel Hareketi'nin Tesisi
          Seyyid Musa Sadr'ın (r.a) bu faaliyetlerinden sonra sağ, sol, komünist ve daha birçok teşkilat kendi değer ve inançları doğrultusunda oluşturdukları küçük çaptaki askeri hareketlerle siyaset meydanında boy göstermeye başlamıştı. Bu gruplar, dini ve İslami inançlara sahip olmadıkları için ülkeleri dış güçler tarafında rahatlıkla işgal edilip sömürülebiliyordu.
          Seyyid Musa Sadr (r.a) bu duruma son vermek ve ülkenin iç ve dış güvenliğini sağlamak için güçlü bir askeri teşkilata ihtiyaç olduğunu gördü. Bu amaçla askerî, siyasî, mezhebî ve İslamî değerlere bağlı olan Emel teşkilatını kurdu.
          SEYYİD MUSA SADR'IN (R.A) AHLAKÎ BOYUTU
          1-Gösterişsiz Bir Yaşam
          Seyyid Musa Sadr (r.a) siyasi ve toplumsal bir şahsiyet olarak Şia, Sünnî ve Hıristiyan olmak üzere milyonların gönlünü fethetmişti. O büyük şahsiyet sıradan bir halk gibi gösterişsiz ve fakirane bir yaşam sürmekteydi. Köylüsü, memuru, başkanı ve kısacası herkes onun gözünde aynıydı ve onlardan hiçbirini diğerine üstün tutmazdı.
          2-Sıradan Bir Halk
          Şehirlisiyle, kasabalısıyla, köylüsüyle ve kısacası tüm Lübnan halkı İmam Musa Sadr'ın (r.a) halkın içinden olduğunu ve onların dertlerini kendine dert edinen fedakâr biri olduğu konusunda hemfikirdirler. O, şehit ailelerini ziyaret ederek can kulağıyla, şefkatle onların sorunlarını dinlerdi. Büyük zat şöyle diyor:
          "Benim yerim sizlerin yanıdır, makamım kalbinizdir. Kudretim sizlerin pazuları, koruyucum ise gözlerinizdir. Programlarım sizin ellerinizle yürütülecektir. Bu dünyada hiçbir şeyi ve hiç kimseyi sizlere tercih etmeyeceğim."
          3-Tevazu
          Onu tanıyan ve onunla çalışan herkes onun Muhammedi ahlakına ve tevazuuna hayrandı. Seyyid Musa Sadr'ın (r.a) arkadaşlarından biri şöyle naklediyor:
          "…Yolculuklarda ve işlerde herkesten çok çalışır ve ağır eşyaları taşırdı… Şaka ve mizahları gayet ahlakî ve âlimaneydi. Allah daha iyi biliyor ki biz yolculuklarımızda ondan vakar, muhabbet ve tevazudan başak bir şey görmedik. O, rivayetlerde âlimler için nakledilen ahlak ve vasıfların hepsine sahipti."
          4-Af ve Merhamet
          Seyyid Musa Sadr (r.a) affı ve merhameti ceddi İmam Ali'den (Aleyhisselam) miras almıştı. Vaktiyle ona suikast düzenleyen birkaç kişiyi tutuklayarak Seyyid'in yanına getirdiler. Onlar suçlarını kabullenmelerine rağmen Seyyid onları serbest bırakmalarını emretti.
          VAHDET MEŞALESİ
          İmam Musa Sadr'ın (r.a) Lübnan'daki başarılarından biri de mezhepler ve dinler arası vahdeti sağlamasıydı. Lübnan, uzun yıllar dinler arası ihtilaflar ve fitnelerle çalkalanmaktaydı. Seyyid Musa Sadr'ın (r.a) Lübnan'daki ilk işi bu ihtilaflara son vermek oldu. Bu amaçla kollarını sıvadı; Hıristiyan kiliselerinde, toplantılar düzenledi. Mektebinden aldığı ders ve inancı gereği, onların acı ve tatlı günlerinde ziyaretlerine gitti, acılarını ve sevinçlerini paylaştı. Kısa bir zamanda Hıristiyan vatandaşlarının kalbini fethederek gönüllerinde taht kurdu.
          İMAM MUSA SADR'IN (R.A) ESRARENGİZ BİR ŞEKİLDE ORTADAN KAYBOLUŞU
          İmam Musa Sadr'ın (r.a) Lübnan'daki yaklaşık 20 yıllık zahmet ve mücadelesi orada önemli değişiklikler meydana getirmişti. Afrika ve Avrupa ülkelerine yolculuklarında siyasilerle mülakat ederdi, konferanslardaki muhteşem konuşmalarıyla İslam âleminin ve batı ülkelerin dikkatini üzerine topladı. Bu dönemlerde İran İslam Devrim hareketinin başlaması ve İmam Musa Sadr'ın (r.a) dönemin büyük gazetelerine verdiği demeçlerde İran İslam İnkılâbı'nı peygamberlerin hareketinin bir devamı olarak nitelemesi ve İmam Humeyni’yi (r.a) bu inkılâbın yegâne rehberi olarak tanıtması doğu ve batı dünyasını tedirgin etmişti.
          Doğu ve batı, İmam Humeyni’nin (r.a) o yumruklarına İmam Sadr'ın (r.a) da güçlü pazuları eklenirse artık sömürü ve planlarının son bulacağı korkusuna kapılarak çareyi onu öldürmede aradılar. İmam Musa Sadr'ın (r.a) bu faaliyet ve başarılarından son derce rahatsız olanların başında Libya hükümeti geliyordu.
          İmam Musa Sadr (r.a) hicrî 1398 de Cezayir'e gitti. Oradan Libya devletinin resmî davetlisi olarak 19 Ramazan'da Libya'ya geçti.
          İmam Musa Sadr (r.a) katıldığı konferansların birinde Muhammed Kaddafî'nin "Ben yeryüzünde Allah'ın vekiliyim" sözüne şiddetle karşı çıkmış, onun bu düşüncesinin hata olduğunu söyleyerek kınamıştı.
          İmam Musa Sadr (r.a), Libya'da bir hafta ikametinden sonra 25 Ramazan 1978'de Lübnan'a hareket için otelin önünde beklerken saat 14.30 sularında Şeyh Muhammed Yakup ve Abbas Bedruddin isimlerinde iki arkadaşıyla birlikte esrarengiz bir şekilde ortadan kayboldu. Ondan sonra bir daha da haber alınamadı. Hâlihazırda nerede olduğu ve yaşayıp yaşamadığı hakkında kesin bir bilgi yoktur.





          Kaynak: Şia Alimleri Biyografisi, c.2
          ZB

          Yorum


            #6
            Ynt: Sadr ailesi hakkinda bilgi

            Şehid-i Kamiş Seyyid Sadr’ın İlmi Hayatı

            Necef’e Hicret ve İlim Tahsili

            Necef-i Eşref, ilim aşıklarının hicret ettiği ve kalplerin yöneldiği bir mekandır. Çünkü oranın geniş toprakları, içinde Peygamber’in vasisini ve ilim şehrinin kapısını barındırmıştır. İlim havzası onun varlığının bereketiyle vücuda gelmiştir. Bu ilim havzaları bir çok büyük alimler yetiştirmiştir. Dolayısıyla doğal olarak Merhum Ayetullah Seyyid İsmail Sadr bütün aile fertleri ve kardeşi Muhammed Bakır ile birlikte Necef’e hicret etmiş ve 1945 yılında oraya yerleşmiştir. Şehid Sadr’ın ilmi süreci işte bu tarihten itibaren başlamıştır.

            İlim Tahsiline Başladığı Zaman

            Değerli öğrencisi Merhum Seyyid Abdulgani Erdebili’nin kendisiyle yaptığı konuşmadan da anlaşıldığı üzere Şehit Sadr 11 yaşındayken mantık ilmini öğrenmiş ve bu zamanda mantık hakkında bir de kitap yazmıştır. Bu kitapta bazı mantık kitaplarını incelemiş ve eleştiriye tabi tutmuştur. Şehid Sadr ilmi havzaların ilk ve orta dönemlerinde okutulan kitapları ders almaksızın öğrenmiş, hatta Şerh-i Luma’nın taharet bölümünü ders almaksızın Şeyh Abbas Şami ile müzakere etmiştir. Mealim kitabının yazarına, Kifaye kitabının yazarı gibi itiraz ediyor ve zıtlar mevzusunda sözkonusu olan, zıddın hürmetini (haram oluşunu) mukaddemiyet (öncüllük) yoluyla ispat eden istidlale, bunun bir kısır döngü olduğu sebebiyle karşı çıkıyordu.

            Necef-i Eşref’e Hicret Tarihi

            Şehit Sadr, 1945 yılında Necef’e hicret etti.

            Ders-i Haric’e (Yüksek Öğretim Aşamasına) Başlama Tarihi ve Üstatlarının İsimleri

            1 Hikayesi daha sonra nakledilecek olan Ayetullah’il Uzma Şeyh Muhammed Rıza Al-i Yasin
            2 Ayetullah’il Uzma Seyyid Ebu’l Kasım Huî

            Şehit Sadr, 1955 yılında usul ilminin yüksek tahsilini ve 1958 yılında ise fıkıh ilminin yüksek öğrenimini sona erdirdi. 1959 yılında ise usul ilminin yüksek öğretimine başladı. İki yıl ders verdikten sonra Urvet’ul Vuska fıkhının yüksek düzeyde öğretimine başladı. Merhum Ayetullah Şeyh Muhammed Rıza Al-i Yasin Şehid Sadr’ın göstermelik olarak dersine katıldığını ve ilim öğrenme amacını taşımadığını zannediyordu. Şehid Sadr’ın yaşı yüksek düzeydeki derslere katılacak hadde değildi. Zira ilmi havzalarda dini ilimler öğrenen bir kimse yüksek düzey derslere katılmak için uzun bir süre hazırlık dersleri okumak ve bu yolda uzun yıllar bir çok zorluklara tahammül etmek zorundadır. Merhum Ayetullah Şeyh Muhammed Rıza Al-i Yasin ise şehit Sadr’ın ilmi şahsiyetinden haberdar değildi. Şehid Sadr sadece üstadının derslerini dinliyor ve ona bazı konularda itiraz etmekten çekiniyordu. Oysa bazı konularda itiraz etmek de öğretmenin, öğrencinin ilmi düzeyini değerlendirmesi için bir ipucudur. Üstadı işte bu yüzden Şehid Sadr’ın göstermelik olarak derslere katıldığını sanıyordu. Ama baş gösteren bir olay Ayetullah Şeyh Muhammed Rıza Al-i Yasin’in fikrini tümüyle değiştirdi ve böylece Şehit Sadr’ın küçük yaşına rağmen yüksek seviyede derslere katılmaya layık olduğunu anladı. Üstadın inancını değiştirmesine sebep olan olay şu fıkhî meseleydi: Acaba hayvan necis bir şeye temas edince necis olur ve aynı necis şey yok olunca da temizlenir mi; yoksa hayvan hiçbir zaman necis olmaz mı? Üstada göre Şeyh Ensari, Taharet kitabında bu iki görüşün faydasının az bir düşünceyle apaçık bir şekilde ortaya çıktığını söylemişti. Bu esas üzere şöyle buyurdu: “Üstadımız Merhum Seyyid İsmail Sadr bu fıkhî meseleye gelince, öğrencilerinden bu iki görüşün faydalarını tespit etmelerini istedi. Biz o gün bu iki görüşün faydasını üstadımıza anlattık. Ertesi gün Şehit Sadr diğer öğrencilerden daha önce derse katıldı ve üstada şöyle buyurdu: “Ben bu iki görüşün farklılığının faydalarını elde ettim.” Ardından bu iki görüş farklılığının faydasını üstadına anlattı. Öyle ki Şeyh Muhammed Rıza Al-i Yasin büyük bir şaşkınlığa düştü. Üstat ona şöyle buyurdu: “Öğrenciler geldikten sonra da bu ilmi nükteyi onlar arasında açıkla.” Bütün öğrenciler gelince üstat öğrencilerinden bu ilmi konunun faydasını söylemelerini istedi. Öğrenciler hiçbir şey söylemedi. Bu esnada üstat şöyle buyurdu: “Seyyid Muhammed Bakır Sadr bizim üstadımıza verdiğimiz cevaptan farklı bir cevap elde etmiştir.” İşte burada Şehit Sadr, bu ilmi tartışmanın faydasını beyan etti, orada bulunanları şaşkınlığa düşürdü ve neticede genç yaşına rağmen, o zamandan itibaren ilim ve faziletiyle tanınmış oldu.

            Şehit Sadr, sahip olduğu olağanüstü zekasına, kendisini üstatların dersine katılmaktan müstağni kılan liyakatlerine, ve kendisinin de dediği gibi ilk dönem kitaplarını üstatsız olarak okuyuşuna rağmen yine de ilmi havzada adet olduğu şekliyle üstatların dersine katılma hususunda ısrar ediyordu. Bu yüzden derse katılmaktan, üstadın karşısında diz çökmekten ve ilim öğrenmekten geri kalmıyor, hiçbir zaman tekebbüre kapılmıyordu. Sürekli olarak derse katılmayı kendisi için bir yücelik sayıyordu. Şehit Sadr’ın geride bıraktığı el hatları da onun üstadına olan saygısının ve öğrencilikle övünmesinin derecesini göstermektedir. Bilindiği gibi Şehit Sadr, diğer üstatların yanında da ders okumuş ve onlardan bir şekilde istifade etmiştir. Başlıca üstatları şunlardır:
            1 Ayetullah Şeyh Molla Sadra Batkubi ki, Kifaye kitabının ikinci cildi ile Esfar kitabını onun huzurunda okumuştur.
            2 Ayetullah Şeyh Abbas Remisi
            3 Ayetullah Şeyh Muhammed Taki Cevahiri ki, Kifaye’nin birinci cildi ile Lum’a kitabının bir bölümünü onun huzurunda okumuştur. Bunlar Şehit Sadr’ın üstatlarıdır. Şehit Sadr, ilim tahsili için bazı ders kitaplarını üstatlarının huzurunda okumuştur. Mekasib kitabını merhum Ayetullah Seyyid Muhammed Ruhani ile okumuştur. Şehit Sadr kitabın metnini okuyup şerh ve tefsir ediyor, bir takım açıklamaların gerekli olduğu yerde ise, üstat açıklamalarda bulunuyordu.

            Şehit Sadr’ın Bulget’ur Rağib'in kitabı hakkındaki şerhi

            Şehit Sadr’ın bu dönemdeki zeka ve dehası ve bu yaşta elde ettiği konumu hakkında şöyle denilmektedir: 1950 yılında Şeyh Al-i Yasin vefat edince Merhum Ayetullah Şeyh Abbas Remisi, Al-i Yasin’in Bulget’ur Rağibin kitabına haşiye yazdı ve Şehit Sadr’ın zekasına güvendiği için haşiye yazmakta olduğu toplantılarda Şehit Sadr’ın da hazır olmasını istedi. Böylece Şehit Sadr delil ve istinbata dayalı bu oturumlara katıldı. Üstad Remisi o zaman Muhammed Bakır Sadr’a, “Senin taklit etmen haramdır” demiştir.(Taklit etmek müçtehit olmayan mükelleflere mahsustur, üstat bu sözüyle Şehit Sadr’ın içtihat derecesine erişip kendi kendi müçtehidi olduğunu vurgulamaktadır.) Bu olay, Şehit Sadr’ın o küçük yaşta bile içtihat derecesine ulaştığını göstermektedir. Nitekim Şehit Sadr da şöyle demiştir: “Buluğ çağına erince artık hiç kimseyi taklit etmedim.” Şehit Sadr bu dönemde Bulget’ur Rağibin kitabına bir haşiye yazmış ve ilmi hayatının en değerli hatıralarından biri olan bu eserini kaybettiği için de çok büyük bir üzüntüye düşmüştür. Ama Allah’ın izniyle bu nüshayı ben buldum. Bu olay şöyle gelişti: Şehit Sadr ve annesinden duyduğum üzere, Seyyid’uş Şuheda’nın hareminin anahtarcısı Şehit Sadr’ın merhum babası zamanında, o zamandaki taklit mercisi olan alimlerin hepsine (ki bunlardan biri de Şehit Sadr’ın babası merhum Seyyid Haydar Sadr idi) Seyyid’uş Şuheda’nın (a.s) mezarından ve İmam Hüseyin’in (a.s) cesedinin medfun olduğu yerin yakınlarından teberrük amacıyla bir türbet (toprak parçası) vermişti. Bu türbetin her yıl Aşura günü şafak söktükten sonra rengi değişiyordu. Aşura günü şafağın ilk vakitlerinde, toprağın rengi yavaş yavaş kırmızılaşıyor, öğlen vakti kırmızılığı tümüyle artıyor ve kan haline dönüşüyordu. Şehit Sadr, o türbetin gerçekten bir kan haline dönüştüğünü beyan ediyordu. Öğlenden sonra ise rengi ilk haline dönüyordu. Şehit Sadr bu konuda şöyle diyor: “Biz türbetin bu haleti sebebiyle artık Muharrem’in onuncu günü hakkında hiçbir şüphe etmiyorduk.” Şehit Sadr’ın merhum annes,i bu şifalı türbetin kerametleri ve ilginç şeyleri hususunda bir çok şey aktarmıştır. Ben Şehit Sadr’a, “Bu türbet hala sizin yanınız da mıdır?” diye sorunca o, “Hayır! O türbeti Necef’e hicret ettikten veya bir müddet sonra kaybettim.” dedi. Ben işte bu türbeti bulmaya koyuldum. O dönemde ihtiyaç duyulmayan şeyleri ve birkaç sandığı evin bodrumunda saklıyordum. Ben boş vakitlerimde o sandıkları aramaya koyuldum. Bütün sandığı altüst ettim, ama bir şey elde edemedim. Sadece sandıkların birinde İktisaduna (İslam’ın ekonomik strüktürü) kitabının el yazmalarını buldum. Ayrıca ilk başlarında birkaç sayfası kopuk olan, basılmış bir kitap buldum. Bu arada şehit Sadr’ın el yazısıyla yazdığı fıkhi haşiyelerini buldum. Böylece bu kitabın Şeyh Al-i Yasin’in risalesinde yazmış olduğu haşiyeleri olduğuna yakin ettim. Hemen onu aldım ve Şehit Sadr’ın yanına götürerek şöyle dedim: “Bu sizin Bulget’ur Rağibin için yazdığınız haşiye değil midir? Ben bunu bodrumdaki sandığın içinde buldum.” Şehit Sadr kitabı alarak sayfalarını açtı ve şöyle dedi: “Evet, bu Bulget’ur Rağibin kitabının haşiyesidir.” Şehit Sadr Bulget’ur Rağibin kitabına haşiye yazdığı zamandan el Fetava’l Vazihe kitabını yazdığı döneme kadar, görüşünün ne kadar değiştiğini bilmek istiyordu. Detaylı bir araştırmadan sonra, farklı olan hususların çok az olduğunu ve fetvaların birbirine uyum çok olduğunu gördüm. Elbette bu Şehit Sadr’ın zeka ve dehasını bilen kimse için ilginç değildir. Zira Şehit Sadr hiçbir konuyu yüzeysel ve rastgele ele almamıştır. Konuların derinliğine dalmış, her konunun gizli noktalarını bulup tespit etmiştir. Öyle ki artık bir araştırmacı, daha fazla araştırma yapma ihtiyacını hissetmiyor ve bu elde edilen şeylerle yetiniyordu. Şehit Sadr görüşler ve önermeler hususunda hiçbir çeşit şüphe içine girmezdi. Konular çok karışık olduğu halde, tam bir güçlülük içinde ilmi konuların derinliğine dalıyordu. Meseleleri birbiriyle karıştırmadan, ilmi açıdan konuya tamamen vakıf olabilecek bir şekilde anlamaya çalışıyordu. Yanlış yapma ihtimali çok azdı. Şehit Sadr’ın konular hakkındaki özgün görüşleri yeni araştırmalara dayalıydı. Ele aldığı veya yazdığı tüm ilmi meseleler hakkında tam bir bilgi ve ilme sahipti. Mütalaa edip düşünürken, çevresinden tümüyle kopuyor, artık hiçbir şey duymaz oluyordu. Ben bir çok defasında kendisi için mütalaa ve tefekkür ortamı hazırlamak amacıyla çocukların oynaşmasına, gürültü yapmasına engel olmak istedim. Ama Şehit Sadr’ın çevresiyle asla ilgilenmediğini ve gürültüden rahatsız olmadığını gördüm. Bu yüzden kendisine bunun nedenini sorunca şöyle buyurdu: “İlmi derin bir konuya dalınca etrafımda olup bitenleri duymuyorum.”

            Nitekim takvalı ve seyyide eşi Ümmü Cafer’den şunu söylediğini işittim: “Sadr bey mütalaa ve düşünceye dalınca her şeyini, hatta yemeğini bile unutuyordu. Sonunda onun mütalaasını yarıda kesmek zorunda kalıyor ve şöyle diyordum: “Öğlen vakti geldi, evde hiçbir şey yok.” Bunun üzerine kalkıyor ve ev için gerekli şeyleri temin ediyordu. Şehid Sadr’ın da ifade ettiği gibi, bazen bir konuda gece gündüz düşünüyor, sadece uyuduğu an bu düşüncelerden kurtuluyor, uyanınca düşüncesine kaldığı yerden devam ediyordu. Bu olay da Şehid Sadr’ın bütün konular hususundaki derinliğini göstermektedir.

            Bu Şehid Sadr’ın önemli özelliklerinden biridir ve çok az insan kendisini bu şekilde terbiye edebilmiştir. Şehid Sadr ile yaşayanların çoğunun da bildiği gibi o, tüm eserlerini bir defada, yeniden gözden geçirmeksizin yazmıştır. En hassas, ince ve zor eserlerinden biri olan “Usus’ul Mantikiyye” kitabını yeniden gözden geçirmeksizin bir defada yazmıştır. Gerçekten bu çok ilginçtir. Ayrıca çok hızlı yazıyordu. Kalemi adeta sayfaları yutuyor; nur, ilim ve hikmetle dolduruyordu.

            1978 yılında Şehid Sadr ile birlikte umre için Mekke’ye gidince, Şehid Sadr Mescid’ul Haram’ın yakınlarındaki kitapçılardan birinin yanına durmuş, bazı kitaplara bakıyordu. Burada “İktisaduna” (İslam Ekonomi Strüktürü) adlı kitabını gördü ve kitapçıya bu kitabı kaça sattığını sordu. Kitapçı kitabının fiyatını söyledikten sonra, hicaz şivesiyle Şehid Sadr’a şöyle dedi: “Hacı bu kitabı satın al. Bu çok güzel bir kitaptır. Sadr bu kitabı komünistlerin aleyhine yazmıştır.”

            Önemle belirtmek gerekir ki Şehid Sadr yaşasaydı asil İslami düşünce ve mukaddes İslam hükümlerini günün kanunlarıyla mukayese ederek, İslam dünyasına bir çok ilmi hediyeler takdim edecek, kesin deliller ve ilmi konuşmalarıyla İslam dininin insanın tek kurtuluş ve saadet yolu olduğunu ispat edecekti. Ama ne yazık ki diktatör kukla rejimi İslam dünyasına büyük ve telafisi zor bir darbe vurdu. Mısırlı meşhur düşünür Dr. Zeki Necib Mahmud şöyle diyor: “İslami Arap aklının gelişiminde büyük rolü olan bir düşünürün idamı büyük kin ve nefretimize sebep olmuştur. Gelişmiş ülkeler düşünürlerine saygı gösterirken, Irak düşünürlerini idam etmektedir.”

            Şehid Sadr’ın kitapları ve bu kitapların evrensel etkileri hususunda ise, onun şahsiyetinin boyutunu aydınlatan şu olayı nakletmekte yarar görüyorum: Necef’te sıcak bir ikindi vakti yaşlı bir adam Şehid Sadr’ın kapısını çaldı. Şehid Sadr’ın misafirlerine ikramda bulunan ve evin bazı ihtiyaçlarını temin eden Hacı Abbas adlı hizmetçi kapıyı açtı. O yaşlı adam, “Bu Seyyid Muhammed Bakır Sadr’ın evi midir?” diye sordu. Hacı Abbas, “Evet” deyince, “Kendisini görebilir miyim?” diye sordu. Hacı Abbas, “Evet, buyurun oturun. Kendisiyle görüşmeniz için izin alayım” dedi.

            Şehid Sadr, aşırı sıcaklara rağmen öğlen vakti uyumuyordu. Öğlen ve ikindi namazını kıldıktan sonra yemek yiyor, ardından kütüphaneye gidiyor ve akşama kadar okuyor veya yazıyordu. Bu, Şehid Sadr’ın çok az olan istisnai durumlar dışında sürekli takip ettiği bir programdı. Hacı Abbas bu programı bildiği için kütüphaneye gitti ve kendisini görmeye gelen Mısır’lı misafirini haber verdi. Şehid Sadr onu kabul etti. Bu şahıs Şehid Sadr’ı ilk kez görüyordu. Bu şahsın Dr. Muhammed Şevki Fenceri olduğunu hiç kimse bilmiyordu. Dr. Muhammed, şehid Sadr’a bir çok mektuplar yazmış ve bu mektuplarında onun “İktisaduna” ve “Felsefetuna” kitaplarını övmüş ve kendini bu sebeple taktir etmişti. Dr. Muhammed, Şehid Sadr’ın kütüphanesine çıktı. Şehid Sadr her zamanki köşesinde oturmuş mütalaa ediyordu. Dr Muhammed, bu mütevazi insanın ünlü kitapların yazarı olduğu hususunda şekke düşmüştü. Bu küçük kütüphanede oturan şahıs, o ünlü düşünür müydü? İçinde bulunduğu şek ve hayranlık sebebiyle, selam vermeyi dahi unutarak kapının eşiğinde, “Allah için söyle sen Muhammed Bakır Sadr mısın?” diye sordu. Şehid Sadr tebessüm ederek, “Evet benim, buyurun, hoş geldiniz” dedi.

            Dr. Fenceri, “Bu inanılacak bir şey değil” diyor. O yeniden, ikinci ve üçüncü kez aynı soruyu tekrarlıyor ve Şehid Sadr da ona aynı cevabı veriyor. Dr. yakin etmek için ona yeniden, “Siz “İktisaduna” ve “Felsefetuna” kitaplarının yazarı mısınız?” diye sorunca Şehid Sadr, “Evet buyurunuz” diyor. Bu esnada Dr. Fenceri kütüphaneye giriyor ve ona en güzel şekilde selam veriyor. Şehid Sadr da kendisine en güzel şekilde karşılık veriyor. Bunun üzerine Dr. sakinleşiyor, kalbi itminana eriyor ve karşısında olan şahsın görmek istediği Sadr olduğuna yakin ediyor. Burada Şehid Sadr’a şöyle diyor: “Ben, Irak devleti tarafından Bağdat’ta düzenlenen kongreye katılmak için Irak’a geldim. Uçaktayken bu eşsiz fırsattan yararlanıp sizi görmek istedim ve kendi kendime sizi görmek için ne kadar beklemem gerektiğini düşündüm. Bundan da öte, görüşebilecek miyim diye endişe ettim. Ama böylesine kolay bir şekilde Necef’e gelip on dakikadan az bir sürede sizinle görüşebileceğim aklımdan bile geçmemişti.”

            Burada Şehid Sadr Necef’teki alimlerin sade hayatını, tevazusunu, her türlü dünya debdebesinden uzak yaşantısını dile getiriyor ve şöyle buyuruyor: “İşte ben de bu talebelerden biriyim ve bu da benim hayatımdır.” Dr. Fenceri burada Şehid Sadr’ın ilmi düzeyini tanımaya çalışıyor. Hangi üniversitede okuduğunu, bu ilmi düzeye nasıl ulaştığını merak ediyor ve ona şöyle soruyor: “Kitaplarınız çok derin ve ilmi bir titizlikle yazılmıştır. Fikri muhtevası, çok büyük bir ilmin göstergesidir. Ben ve Fransız bilgini Roger Garaudy (Reca Carudi) gibi bir çok bilginler sizi görmek istiyor. Sizin bu ilmi nereden aldığınızı merak ediyor. Siz dünyanın hangi üniversitesinde bu ilmi elde ettiniz?” Şehid Sadr şöyle cevaplıyor: “Ben sizin sandığınız üniversitelerde okul okumadım. Ben Irak’tan başka bir yerde okumuş değilim, hayatımda Irak’tan sadece iki defa dışarı çıktım; bir defa Allah’ın evini ziyaret etmek arzusuyla, başka bir defa da Lübnan’daki akrabalarımı ziyaret etmek için.”

            Dr. Fenceri o halde nerede ders okudunuz?” diye soruyor? Şehid Sadr şöyle cevap veriyor:” Ben camilerde ders okudum. Necef’teki din alimleri ve öğrenciler mescitlerde ders okurlar.” Şaşkına dönen Dr. Fenceri ona, “Allah’a yemin olsun ki, Necef camileri o taktirde bütün Avrupa üniversitelerinden daha üstündür.” veya “Avrupa üniversitelerinden bin kat daha üstündür.” diyor. Dr. Fenceri Şehid Sadr’a “el Uses’ul Mantikiyye li’l İstikra” kitabını tercüme ettirmek için çaba göstermesini teklif ediyor ve şöyle diyor: “Eğer bu kitap dikkatli bir şekilde İngilizce’ye çevrilecek olursa Avrupa da yakın bir gelecekte önemli bir değişim gözlenir.” Ardından ona Dr. Zeki Necip Mahmud’un bu tercümeyi üstlenmesini teklif ediyor. Aynı şekilde diğer kitaplarının da tercüme dilmesini öneriyor. Ona göre bu kitaplar tercüme edilirse, Avrupa da büyük bir yankı yapacaktır. Ona göre, Avrupa Şehid Sadr’ın kitaplarında yer alan bilgilere aşina değildir.

            Velhasıl bu oturumlar böylece devam etti. Dr. Fenceri bu oturumların daha da uzun sürmesini istiyordu. Adeta bir türlü, eşsiz fikir ve zekaya sahip olan şehid Sadr’ın, mütevazi ve zahid bir insan olabileceğine inanamıyordu. “El Uses’ul Mantikiyye li’l İstikra” kitabının tercümesi için çok uygun çalışmalar yapıldı. Zira bu kitap, aynı zamanda ilmi şahsiyetinin derinliğine işaret ediyordu. Kahire, bütün ilmi dayanağı ve derin alimleri ile tanındığı halde, bu Necef alimlerinden birinin kitabını tercüme etmek hususunda zayıf konumdaydı. Bu şahıs, bu tür ilmi derin araştırmalara önem veren dünya üniversitelerin hiçbirinde ders okumamış biriydi. Bu şahıs kendi çabalarına, üstün zekasına ve seçkin dehasına dayanmıştı. Bu da, bu tür araştırmaların ve uzmanlık gerektiren konuların zaruri şartlarından ve gereklerinden kurtarması hususunda kendisine güç vermişti.

            Dolayısıyla Dr. Muhammed Şevki Fenceri, Şehit Sadr’ı bu kitabı İngilizce’ye çevirme hususunda ikna etti. Ardından Dr. Zeki Necip Mahmut ile irtibata geçildi ve bu kitabın tercüme edilmesi gerektiği bildirildi. Dr. Zeki Necip Mahmud bu kitabı mütalaa etmek ve kendi görüşünü daha sonra belirtmek için izin istedi. Kitabı okuduktan sonra sağlık durumu ve yaşlılığı sebebiyle bu işi yapamayacağını belirtip mazur görülmesini istedi. Çünkü bu kitap büyük bir çaba gerektiriyordu. Sağlık şartları ve yaşlılık buna izin vermiyordu. Dr. Zeki, Şehit Sadr’a en iyi ve zeki öğrencilerden birini bu işle görevlendireceğine dair söz verdi. Bu şahıs hem doktora sahibiydi ve hem de üniversitede istikra konusunda doktora yapmıştı. Kendisi de kitabın tercümesine nezaret edeceğine dair söz verdi.

            Doktor Zeki Necib’in tanıttığı şahısla anlaştı, maalesef şu anda ismini hatırlamıyorum. Böylece kitabın tercüme parası ve tercüme için gerekli olan süre hususunda bir anlaşmaya varıldı. Bu aşamada şehit Sadr kitabın hakkıyla tercüme edildiğinden emin olmak istiyordu. Bu tercümenin gerekli incelikleri ve muhtevayı tam olarak yansıttığını bilmek istiyordu. Zira o, bu kitapta yer alan bilgilerin, örnek bilginler dışında herkesçe anlaşılamayacak kadar derin ve karmaşık olduğunu biliyordu. Bu üstat söz konusu tercümeyi sağlıklı yapabilir miydi? Şehit Sadr bunu düşünürken söz konusu üstat kendisine bir mektup yazarak bu kitabı tercüme etme hususunda kendisini mazur görmesini istedi. O yüz sayfa kadar bir bölümünü tercüme ettikten sonra, bu kitabı Şehit Sadr’ın yanında önce öğrenmesi gerektiğini, bütün konuları anlaması gerektiğini, ondan sonra tercüme edebileceğini belirtti. Böylece bütün bir ilmiyle övünen Kahire, el Usus’ul Mentikiye li’l İstikra kitabını tercüme etmekten aciz kalmıştı. Şehit Sadr, bu kitabın tercüme edilmesine büyük ilgi duyuyordu. Zira dünya bu kitabı tanımış olsaydı asil İslami tefekkürün üstünlüğü ispat edilmiş olacaktı. Çünkü bu kitap bu konudaki büyük ilmi ilerlemeyi ifade ediyordu. Gelecekte üniversiteler ve Avrupa’daki ilmi merkezler bu kitabı sevecekti. Zeki Necip Mahmut bu konuda onunla aynı görüşteydi. Şehid bu konuyla ilgili yazdığı mektupta şöyle demiştir: “Doktor İmamzade için bir veya iki kişiyi tercümede yardımcı olarak almasının sakıncası yoktur. Ben sadece Doktor Seyyid Ebu’l Kasım İmamzade’nin tercüme hususunda yardımcı olmasını istiyorum. Zira matematik hakkındaki uzmanlığı, zekası ve bu kitabı benim yanımda okumuş olması bu kitabın çok önemli bölümlerini anlamada kendisine yardımcı olacaktır. Detaylı fikirleri intikal ettirmede dikkatli olunursa, “İngiliz filozofları el Uses’ul Mentikiye li’l İstikra kitabının tercümesini okudukları taktirde yeni bir düşünce ile aşina olacaklardır.” diyen Doktor Zeki Necip Mahmud’un görüşü de gerçekleşmiş olacaktı. İşte böylece Şehit Sadr’ın, bu kitabın tercümesi hususunda maddi bir çaba içine girmesini de gerekti ve bu da, bu işten doğacak olan büyük dini eserlerin varlığı içindi. Şehit Sadr bir mektubunda bu kitabın tercümesiyle ilgili olarak Seyyid Kazım Hairi’ye şöyle diyor: “el Uses’ul Mentikiye li’l İstikra” kitabının Seyyid Ebu’l Kasım İmamzade vesilesiyle tercüme edilmesinin zorluğu hususunda bir ay önce size bir mektup yazdım. Siz Seyyid Alem’ül Hüda’ya ve Şeyh İslami’nin bu zor işi takip etmenin doğruluğu hususundaki görüşlerinizi sordum. Ardından Seyyid Alem’ül Hüda’ya bir mektup yazarak, bu konudaki görüşünü öğrenmek istedim. Ama şu ana kadar ikinizin de görüşü hakkında bir bilgi sahibi olamadım. Lakin Şeyh’ul İslami tercüme parasının verilmesi hususunda teşebbüste bulunmanın doğru bir iş olduğunu söylemiştir. Ben ise her ne kadar günümüzde fazla bir rakam olmasa da, bizim için bu miktarın fazla olduğu hususunda endişeliyim. Çünkü biz, son iki ayda, normal geçim için bile borçlanma durumuna düştük. Ama buna rağmen bu tercümenin dini önemi sebebiyle bu işe girişmek istiyorum.”

            Şehit Sadr, kitapları arasında daha çok “el Uses’ul Mentıkiye li’l İstikra” kitabıyla övünüyor, bu kitabı ilmi ve fikri düzeyinin göstergesi ve ilmi çabalarının neticesi biliyor ve bu kitabın ömrünün hasılı olduğunu belirtiyordu.

            Ama maalesef bu kitap layık olduğu yere oturtulamadı ve sınırlı bir şekilde elden ele gezip durdu. Adeta hazinenin kaderi buydu; toprağın altında gizli kalmalı, sonunda Allah’ın tayin ettiği bir kimse onu çıkarmalı, yeni boyutlarını ortaya koymalıdır. Bu kitap, bildiğimiz kadarıyla Şehit Sadr’ın üstünlüğünü, eşsizliğini ortaya koymaktadır. Bu kitapta var olan konular ve Şehit Sadr’ın bu kitapla neler söylemek istediği henüz örtülü kalmıştır. Bunu sadece bazı öğrencileri anlamış ve bana göre bu görev öğrencilerinin boynuna kalmıştır. Onların bir an önce bu yolda adım atacağını, Şehit Sadr’a olan vefa borçlarını ödeyeceğini ve onun ilmi ekolünü ortaya koyacağını ümit ediyoruz. Onlar bu ve benzeri kitapların ilmi havzalarda okutulan ders kitapları haline gelmesi yolunda çaba göstermelidirler.

            Burada henüz doğmamış olan “Muctemeuna” kitabına da işaret etmek istiyoruz. Çünkü şartlar Şehit Sadr’ın bu kitabı yazmasına el vermedi ve İslam kütüphanesi bu konuda büyük bir boşluk içinde kaldı. Belki de Allah Şehit Sadr’ın “Muctemeuna” kitabını yazmasına engel oldu ve böylece ilmi havzaların, düşünürlerin ve alimlerin bu boşluğu doldurmasına fırsat vermiş oldu. Onlar başarırlarsa “Felsefetuna” ve “İktisaduna” dengi bir kitap ortaya koysunlar. Belki de Allah, bu boşluğu yarışma için bir vesile kılmış ve böylece Şehit Sadr’ın eşsizliğini ortaya koymak istemiştir. Şehit Sadr’ın ilmi genişliği düşmanları olan Baas partililerin arasına da nüfuz etmişti. Onlar da Şehit Sadr’ın ilminin etkisinde kalmışlardır. Ama yine de kin ve kıskançlıklarından dolayı bunu açıkça itiraf etmekten kaçınıyorlardı. Zamanın Irak Cumhurbaşkanı olan Ahmet Hasan el Bekr kendisi için seçtiği bir takım sıfat ve lakapların yanına, bilgin ve düşünür sıfatlarını da eklemek istiyordu. Elbette Hasan el Bekr kendisine askeri ve idari birçok sıfat ve lakaplar tahsis etmişti. Çünkü herkesin de bildiği gibi Irak kanunları Cumhurbaşkanının elindedir ve o kanunları istediği yere çekebilir. Kendisi için bir kanun maddesini çıkarması ve bu maddenin gölgesinde kendisine idari ve askeri bir lakap bağışında bulunması çok kolaydı. Bu bir delil de gerektirmiyordu. Çünkü bu işler anlaşmaya dayalıdır ve hiçbir değeri yoktur. Ama kendisini büyük bir düşünür veya bilgin olarak göstermek istediğinde ilmi bir delile ihtiyaç duyacaktı. Böylesi hususlarda devlet teşrifatı ve kanunlarla oynayarak, kendisine bu lakapları vermek mümkün değildir. Bunun üzerine Hasan el Bekr cehaletini ortaya koyan bir takım işlere girişti ve bu konuda Şehit Sadr’ın ilmi gücünden istifade etmek istedi. O önce Seyyid Adnan Bekka ve sonra da Seyyid Ali Bedruddin’i göndererek Ahmet Hasan el Bekr adına bir kitap yazmasını Şehit’ten istetti. Şehit Sadr, doğal olarak bunu reddetti ve bu çabalar sonuçsuz kaldı. O üçüncü defa istihbarat başkanı Fazıl Berrak’ı kendisine gönderdi. Fazıl Berrak her ne kadar açıkça söylemese de, güç ve kudret kullanacağını ima etti. Zira Fazıl Berrak dünyada tesis edilen en cani teşkilatın başkanıydı. Sonuçta eğer Şehit Sadr kendisine olumlu bir cevap vermezse, büyük bir güç ve baskıyla karşı karşıya kalacaktı. Berrak ona şöyle dedi: “Rehber bir kitap yazmak istiyor, ama sürekli meşgul olduğu için bu konuda bir fırsat bulamıyor, o sizi bu işle görevlendirmek istiyor ve bu konu çok gizli kalmalıdır. Rehber bu iş için size istediğiniz parayı da verecektir. Bunu yaptığınız taktirde, rehber nezdinde büyük bir makama da erişecek ve onun güvenini kazanacaksınız. Böylece hakkınızdaki bütün şüpheler ve ithamlar da ortadan kalkmış olacak.” Ama Şehit Sadr ona olumlu cevap vermedi ve sonradan benzeri bir teklifi de reddetti.

            Şehit Sadr, sonunda sahip olduğu büyük ruh ve şahsiyet, iman ettiği değerlere bağlılık, kendisini bu yola vakfetmiş olması, bütün gücünü bu yolda kullanması sebebiyle, sonunda yine bu yolda kendisini feda etti. Seyyid Kazım Hairi bu konuda şöyle diyor: “Bir gün Şehit Sadr bana şöyle dedi: “Felsefetuna” kitabını yazdığımda onu, “Cema’at’ul Ulema” adına bastırmak istedim. Bu yüzden bu kitabı onlara takdim ettim ve kitabın üzerine adımın yazılmasından vazgeçtim.”

            Ama “Cema’at’ul Ulema” bu kitapta bir takım değişiklikler yapmak istiyordu. Oysa Şehit Sadr’a göre bu değişiklikler doğru değildi ve bunu kabul edemezdi. Sonunda bu kitabı kendi adına bastırmak zorunda kaldı.”

            Şehit Sadr’ın bu yüce ruhu, makam ve mevki ihtirasından uzak oluşu, şöhrete yüz çevirişi adeta kitabın üzerindeki her türlü iltifattan uzak sade bir şekilde adının yazılışında tecelli etmiştir. Şehit Sadr kitaplarında adından başka hiçbir ünvanın kullanılmasına izin vermiyordu. Sadece adının yazılmasını istiyordu. Nitekim hatırladığım kadarıyla, Şehit Sadr el Fetav’el Vazihe kitabını bitirdiğinde onu baskıya götürmek istedik. Birinci defterine, “Hz. Ayetullah’il Uzma Seyyid Muhammed Bakır es Sadr” diye yazılıydı. O bunu görünce “Hz. Ayetullah’il Uzma” tabirini karaladı ve bana şöyle dedi: “Bunlara gerek yok, aynı bu şekilde hiçbir lakap ve sıfat kullanmaksızın baskıya gönderin.”

            İstihbarat Başkanı Fazıl Berrak Şehit Sadr’la görüşmesinde ondan doktora tezine nezaret etmesini istedi. O, kitabının Şehit Sadr’ın nezaretinde basılmasını istiyordu. Oysa Fazıl Berrak’ın o zamanlar yaşayan ve bu işleri yapan Mishel Eflak’tan yardım alması gerekirdi. Ayrıca Berrak, onun partinin eşsiz mütefekkiri olduğunu söylüyordu. Yine Fazıl Berrak, Şehit Sadr’dan daha çok Mishel Eflak’a yakın biriydi. O halde Fazıl Berrak neden kendi partisini düşünüründen değil de bu partiye düşman olan Şehit Sadr’dan yardım istiyordu. Şüphesiz Fazıl Berrak ve diğerleri de Şehit Sadr’ın ilmi şahsiyetinin ve bütün ilmi alanlardaki özgür sıfatlarının etkisi altında kalmıştı. Bu yüzden kendi düşünürünü bir yana bırakarak partisinin düşmanına yönelmişti. Bizzat Fazıl Berrak, bir gün Şehit Sadr’a şöyle diyordu: “Biz seni öldüreceğiz ve senin için ağlayacağız.” İşte Fazıl Berrak bu sözüyle bu gerçeğe işaret ediyordu. Birinci sözü doğru, ikinci sözü ise yalandı. Çünkü onu öldürdüler ama ona ağlamadılar. İçlerinde taşıdıkları kin ve öfke yüzünden onun ve değerli kız kardeşi Bint’ul Hüda’nın mezarını saklı tuttular. Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun. Irak devleti hükümeti, Irak Komünist partisiyle anlaşmaya varınca mecburi olarak halka bir miktar özgürlükler tanımak zorunda kaldı. Komünist partisi çok güçlü bir kültürel saldırıya geçmişti. Komünist partisi sonunda Baas partisini tehdit edebilecek bir konuma geldi. Ardından Baas partisinin söylemleri yenilgiye uğradı ve partinin rehberi olan Mishel Eflak komünistler karşısında duramadı. Böylece Baas partisi büyük bir sıkıntıya düştü.

            Elbette hükümet komünist hareketi kökten yok edebilir, hatta güç kullanarak kökünü kurutabilirdi. Nitekim bunu daha sonra yaptı. Ama o günkü şartlar karşısında Komünist partiye fikri ve kültürel çalışmalar hususunda özgürlük tanımak zorundaydı. Bu ise ya o dönemdeki hükümetin zayıflığından ya da eski Rusya’nın baskısından dolayı idi.

            Şüphesiz hükümet bütün ilmi ve kültürel merkezleri aramış ve Komünist saldırılar karşısında durabilecek bir kitap bulamamıştı. Bu yüzden o zamanlar yasak olan “Felsefetuna” kitabına yöneldi. Oysa “Felsefetuna” kitabı Komünistlere saldırdığı gibi Baas partisinin ideolojisi olan sosyalist düşüncelere de saldırıyordu.

            Bu yüzden hükümet hiçbir değişiklikler yapılmadan olduğu şekilde bu kitabın basılmasına izin veremezdi.

            İşte hükümet bu nedenle istihbarat başkası Fazıl Berrak’ı göndererek bir takım değişiklikler yapıldıktan sonra “Felsefetuna” kitabını bastırılmasını istedi. Şehit Sadr hükümetin ne kadar zorluğa düştüğünü biliyordu. Ama Fazıl Berrak karşısında anlamazlıktan geldi ve ona “Felsefetuna” kitabını bastırmayı gerekli görmediğini söyledi. Ama Fazıl Berrak bu konuda ısrarlıydı ve Irak’ta küfür düşüncesinin yaygınlaştığını ve dolayısıyla tüm imkanlarıyla buna karşı koyması gerektiğini ifade etti. Fazıl Berrak bu konunun önemini ve devlet başkanının bu konudaki çabasını dile getirdi.

            Şehit Sadr devletin bu konuda ısrarlı olduğunu biliyordu. O ister kabul etsin, ister etmesin hükümet istediğini yapacaktı. Dolayısıyla Şehit Sadr’ın ne yapması gerekiyordu? Hükümeti bu konuda istediğini yapmasına izin vermesi mi, yoksa kendisine seçtiği yerlerin silinmesine rızayet göstermesi mi daha iyi idi? Şehit Sadr ikinci tercihin daha iyi olduğunu görünce kitaptan silinmesi gereken yerleri tespit için bu çalışmalara nezaret edeceğini söyledi.

            Fazıl Berrak da bu şartı kabul etti ve kitap Bağdat’ta basıldı. Şehit Sadr önceden belirttiği bölümlerin çıkartılması hususunda ise beni görevlendirdi.

            Yani görüldüğü gibi Baas partisinin kuklaları bütün gurur ve zahiri azametlerine rağmen büyük düşmanlarından saydığı Şehit Sadr’ın ilmi azameti karşısında boyun eğmek zorunda kalmışlardı. İstemedikleri halde zorla kendilerini böylece küçük düşürdüler. Velhasıl genelde hükümet ve gücü elinde bulunduran kimseye düşmanının büyüklüğünü itiraf etmek çok ağırdı. Şehit Sadr’ın her gün öğleden önce halk ve müracaat edenlerle genel bir görüşmesi vardı. Bir gün vakarlı bir şahıs içeri girerek Şehit Sadr’a selam verdi. Şehit Sadr selamına cevap verdi ve onu en güzel şekilde karşıladı. Bir müddet sonra yeni gelen misafir konuşmaya başladı ve Şehit Sadr’a şöyle dedi: “Ben Doktor Abdulfettah Abdulmaksud’um.” Şehit Sadr ona yeniden “Hoş geldin!” dedi, geldiğine sevindi ve layık olduğu kadarıyla “İmam Ali” kitabını övdü.

            Abdulfettah, Şehit Sadr’ın sözlerinden kendi kitabını okuduğunu anlayınca sevindi ve bu yüzden de ona kitabını sorunca da Şehit Sadr şöyle cevap verdi:

            “Güzel bir kitap ve mübarek bir iştir.” Ardından bu kitabı çok övdü ve şöyle dedi: “Elbette bizim de bu kitap hakkında bir takım görüşlerimiz vardır.” Ardından bir çok cilt halinde basılan bu kitap hakkındaki görüşlerini belirtti. Abdulfettah Abdulmaksud büyük bir dikkatle Şehit Sadr’ı dinledi, dediği hususları kabul etti ve yeni baskılarında gerekli değişikleri yapacağına dair söz verdi. Üstad Abdulfettah Şehit Sadr’ın etkisinde kaldığından ayağa kalkıp taktir ve teşekkür için ellerini öptü. Şehit Sadr Abdulfettah Abdulmaksud’un kendisini görmeye geleceğini bilmiyor ve bu yüzden de önceden kitabı hakkında bir çalışma hazırlamış değildi. Abdulfettah ile yapılan bu görüş aniden yapılmıştı. Ayrıca Abdulfettah Abdulmaksud’un kitabını Şehit Sadr’ın kütüphanesinde hiç görmemiştim. Eğer Şehit Sadr bu kitabı okumuşsa en azından aradan on yıl gibi bir zamanın geçmiş olması gerekirdi.

            Ayrıca üstad Abdulfettah Abdulmaksud da Şehit Sadr’ın yaptığı bu eleştiriden, onun sıradan bir insan olmadığı anladı ve bu yüzden de onun üstünlüğü ve eşsizliği karşısında şaşkınlığa düştü. İlginç olaylardan biri de Mısır sosyalist görüşünün kurucularından sayılan Doktor İsmet Seyfuddevle hakkında gerçekleşen olaydır. Doktor İsmet Mısır’da tanınmış büyük bir şahsiyetti. Bağdat’taki avukatlar kongresine davet edilmişti. Necef’in meşhur ailelerinden bir avukat da onu Şehit Sadr ile görüşmeye teşvik etti. Bu vekil kendisine sosyalizmin bir çok problemlerle karşı karşıya olduğunu ve bu zorluklar karşısında mukavemet gösteremeyeceğini, öte yandan Necef’te dünyada eşi olmayan büyük alimlerin bulunduğunu ispat etmek istiyordu. Ama bu gerçeği ona kim ispat edecekti? Bu gerçeği sosyalist görüşün ülkesindeki öncüsü sayılan bir şahsın kalbini güneş gibi kim aydınlatacaktı? Şüphesiz bu kimse eşsiz dehası ve gücüyle şehit Sadr’dan başkası değildi.

            Doktor İsmet Seyfuddevle’nin başkanlığında bir grup seçkin avukatlar iki saat kadar süren bir görüşme gerçekleştirdiler. Şehit Sadr büyük bir dikkatle onların sorularına derin cevaplar verdi. Sosyalizmi hallaç pamuğu gibi çırpıp temelden yıktı. Oradakilerin tümü, sosyalizmin zayıf temellerini gözleriyle müşahede ettiler. Marksizm’in üzerine giydirilen fakirlik edebiyatını sırtlarından çekip çıkardı ve onlara İslam dininin ilahi ve ebedi bir din olduğunu ispat etti. Böylece insanı sadece İslam’ın kurtarabileceği anlattı. Dolayısıyla eğer insanlık İslam’a iman edip ona sarılacak olursa İslam onları içinde bulunduğu fakirlikten ve sefaletten kurtarmaya muktedirdir. Şehit Sadr bu konuda bir çok delil getirdi ve oradaki insanları şaşkınlığa düşürdü.

            Bu görüşmede hiç kimse kendi iddiasını ispat etmek için Şehit Sadr’ın delilleri karşısında mukavemet edemedi ve Dr. İsmet’in savunduğu sosyalizmi kurtaramadı. Görüşme sona erdi, sırayla vedalaşarak ayrıldılar. En son ayrılan Iraklı avukat Şehit Sadr’ı alnından öperek şöyle dedi: “Yüzümüzü hak ettin ey efendi! Allah da senin yüzünü hak etsin.” Ben de bu olaylar karşısında çok sevince boğuluyordum. Ama zamanla bu olayları çok gördüğüm için sıradan bir iş haline geldi ve böylece her gün Şehit Sadr’ın ilmi bir kerameti daha ortaya çıktı.

            Bu gücün ötesinde nelerin gizli olduğunu sen nereden bileceksin? Şehit Sadr’ın başkalarından ayrıldığı bu ilmi ve fikri derinliğin nereden kaynaklandığını nasıl bileceksin? Bu boyutu sadece şu iki hususla ispat etmek mümkündür:

            1 Şehit Sadr’ın ilim tahsil etmekteki marifeti ve ihlası ve bu ilmini mukaddes şeriat yolunda kullanması, hiçbir şahsın menfaatini gözetmeyen halis bir niyet içinde olmasıdır. Elbette bunları hiçbir delil olmaksızın sadece övmüş olmak için demiyorum, zira güç karşısında teslim olmayan hayatını iman ettiği değerlere feda eden, bu yüzden bir çok işkencelere katlanan bir kimsenin ihlasını ispat etmek için bizim delil göstermemize gerek yoktur.
            O, “Felsefetuna” kitabını “Cema’at’ul Ulema” adıyla bastırmak ve kendi adını silmek istiyordu. Oysa “Felsefetuna” kitabı tek başına yazarı için eşsiz bir ilmi ve toplumsal bir makam kazandırabilecek bir eserdi. Zaten insanlardan kopup halis bir şekilde Allah’a yöneldiği için Allah onu teyit etmiş ve korumuştur. Son yıllarda Şehit Sadr’ın sorulan sorulara verdiği cevapları düzenlemek istedim. Bu konuda sorulan en önemli ve ilginç soruları bir araya toplamaya çalıştım. Şehit Sadr her ne kadar sorular derin de olsa büyük bir sadelikle cevap vermiştir. Ömrüm boyunca Şehit Sadr’ın bir soru karşısında ağır davrandığını, şaşkınlığa düştüğünü görmedim. Onun hiçbir ön hazırlığı olmaksızın sorulan sorulara, detaylı bir cevap verişi karşısında şaşırmamak mümkün değildir. Şehit Sadr insanın aklına bile gelmeyen nice sorulara büyük bir içtenlikle cevap veriyordu.
            Şehit Sadr’ın kütüphanesine baktığımda bu hayranlığım daha da artıyordu. Zira kütüphanesi oldukça küçük ve sınırlıydı. Şehit Sadr’ın ilmi düzeyi ile uyumluluk içinde değildi. Hatta bu yüzden bazen Şuşteriha Hüseyniyesi’nin kütüphanesine gidiyordu. Çünkü Şehit Sadr’ın şahsi kütüphanesinde büyük ve temel kaynaklar bulunmuyordu.
            Şehit Sadr, kitap dışında başka hiçbir desteği olmadığı halde böylesine büyük bir ilmi ve kültürel çalışmayı nasıl gerçekleştirebilmiştir? Bir gün bu sorunun cevabını bulmaya çalıştım ve Şehit Sadr’dan şunu sordum: “Bu kitaplarınız size sorulan karmaşık sorulara cevap verecek bir düzeyde değildir. Size bu sınırlı kaynaklara rağmen bütün bu farklı ve zor sorulara nasıl cevap verebiliyorsunuz?” Buna şöyle cevap verdi: “Bu konuda ben kendim de şaşkınlık içindeyim. Bazen birisi soru sormaya başlayınca sorusu bittiği ana kadar zihnimde bir cevap bulamıyorum. Ama sorusu bittiğinde cevabın karşılık hazır duruyor ve adeta önceden hazırladığını zannediyorum.” Evet o gerçekten Peygamber’in (s.a.a) ilim kapısı olan H.z Ali’nin (a.s) öğrencisi idi. Dolayısıyla Hz. Muhammed (s.a.a) ve Ali’nin (a.s) dertlerini taşıyan bu kalbin o berrak ilim deryasından istifade etmesi ilginç değildir. Şehit Sadr’ın annesi de bizlere bu görüşümüzü onaylayan şu hikayeyi nakletti: “Şehit Sadr, ilmi hayata atıldığı ilk günden itibaren, İmam Ali’nin (a.s) ziyaretine gidiyor ve orada namaz kılıyordu. Namazdan sonra orada oturuyor, ilmi karmaşık konuları düşünüyordu, İlim şehrinin kapısı olan Hz. Ali’den (a.s) bu karmaşık sorulan karşısında ilham alıyordu. Bazen, “Müminlerin Emiri’nin (a.s) hareminde hiçbir sorunun cevabını bulmakta zorlanmıyorum” diyordu. Ama Şehit Sadr bir müddet ziyarete gidemedi ve hiç kimsenin bundan haberi yoktu. Sonunda Şehit Sadr’ın babasının vefakar hizmetçisi rüya aleminden İmam Ali’yi (a.s) gördü. İmam ona şöyle buyurdu: “Oğlum Seyyid Muhammed Bakır Sadr’a neden dersimize katılmadığını sor.” Bu hizmetçi uyandığında gördüğü rüyayı Şehit Sadr’a anlattı, bunun üzerine Şehit Sadr yeniden ziyaret etmeye başladı ve orada çok derin ilmi meselelere çözüm aradı. Artık ölünceye kadar da bu programını uygulamaya çalıştı.

            2 Şehit Sadr kendini eğitmek için özel bir metottan istifade ediyordu. Günde 20 saate yakın bir zamanını ilim tahsiline ayırıyor, bu saatleri okuma, yazma ve düşünceye ayırıyordu. Düşüncesi daha çok vakit alıyordu. Bu Şehit Sadr’ın ilmi buluşları hususunda kullandığı yeni bir metottu. O sadece başkalarının ilmini taşımıyor ve düşüncelerini hafızasına kaydetmiyordu, her şeyi dikkatlice inceliyor, hak ve batılı delille birbirinden ayırt ediyordu. Ayetullah Seyyid Kazım Hairi’nin Şehit Sadr hakkında şöyle dediğini işittim: O Eflatun felsefesini kökünden söküyor, havaya savuruyordu. Şehit Sadr öğrencileriyle yaptığı özel toplantılarda böyle bir çalışmayı başlatmış, ama onu bir kitap haline getirmemişti. Zira insanlardan bazısının bu yolla Allah’a iman ettiğini görüyor ve dolayısıyla bu konuya girmeye gerek görmüyordu. O eğer bunu yapacak olsaydı, şüphesiz dünya filozofları arasında yer alırdı. Toplumsal ve ilmi makamı İslam dünyasının dışına taşardı. Ama o dini maslahatı bu felsefi işi yaptığı taktirde elde edeceği şöhrete tercih ediyordu.''
            Tevekkülle elde edilen sırlar; bir tek yakîn haddini bilenlere mahsustur.

            Hakikî Şialarımız da yakîn sınırını koruyanlardır, ki onlardan «Allah'ın varlığı sayesinde hiçbir şeyden korkmamaları»nı bekleriz!


            İmam Cafer-i Sadık (a.s)

            Yorum


              #7
              Ynt: Sadr ailesi hakkinda bilgi

              Şehid-i Kamiş Seyyid Sadr’ın Talebesi Şehid-i Mihrab Seyyid Muhammed Bakır Hekim’in Dilinden:

              Seyyid Muhammed Bakır Sadr’ın İlmî Metodu / Kur’an ve Tefsir Çalışmaları

              Şehid Sadr’ın talebelerinden biri olan Hz. Ayetullah Seyyid Muhammed Bakır Hekim bir yazısında şehidin ilmi ve özgün boyutlarını ele almış ve şöyle demiştir: “Şehid Sadr’ın bir açıdan, örneğin tefsir konusundaki ilmi şahsiyetine baktığımızda, Şehid Sadr’ın tefsir için yapmış olduğu işlerini açıkça ortaya koyabilmek için ilk önce Şehid Sadr’ın sahip olduğu çeşitli boyutlarına özetle de olsa bir işaret etmek zorundayız. Bu boyutların çeşitli açıları vardır. Zira onun genişlik, derinlik, gerçekçilik ve zahiri şekliyle ilgilidir. Elbette bunlar Şehid Sadr’ın hayatında görülen engelleyici etkenlerden ayrı mütalaa edilmelidir. Bu yüzden Şehid Sadr’ın faaliyetleri ve yaşam tarihi hususundaki detaylı bir bilgi onun ilmi şahsiyetini değerlendirmede çok önemli bir rol oynayacak.

              Şehid Sadr’ın ilmi çabaları, İslamî inanç, İslam fıkhı ve İslamî toplum ile ilgisi bulunan tüm İslamî ilimleri kapsamaktadır. O özetle: fıkıh, usul, felsefe, akait, hadis, rical, İslam tarihi, tarih felsefesi, mantık, İslam devleti, iktisat ve İslam toplumu gibi bir çok konuyla yakından ilgilenmiştir. Konulara çok çeşitli boyutlarıyla bakmış, konuları çok kapsamlıca ele almıştır. Nitekim bazı hususlarda, en azından fıkıh, usul ve felsefede çok detaylı ilmi görüşler ortaya koymakta, o konudaki çeşitli yöntem ve mektepleri söz konusu etmektedir.

              Yenilik ve İhtiyaç

              Şehit Sadr şümul ve genişliğe bir hedef gözüyle bakmıyordu. Yazdığı konuları ele alış tarzında derinliğe ve yeniliğe önem veriyordu. Öyle ki araştırmacılar Şehit Sadr’ın ele aldığı konularda sürekli yeni görüşlere rastlamaktadır.


              Ayrıca Şehit Sadr ele aldığı konularda, o güne dek, söz konusu edilmemiş konuları bulmakta, o boşlukları doldurmaya çalışmakta ve İslami konuları böylece genişletmeye çalışmaktaydı. Şehit Sadr’ı ilmi boyutunda ön plana çıkaran asıl nedenlerden biri de şüphesiz buydu.


              Detaylara Teveccühle Beraber Genel İlkeler Ortaya Koymak

              Şehit Sadr, konulardaki derinliği de bir hedef olarak görüyordu. Derinliğin yanı sıra hedeflediği başka bir şey de vardı. Bu da konunun çeşitli boyutlarına ışık tutabilecek tümel ve genel usuller elde edebilmek ve benzeri konularda dayanak kılabileceği kaideler ortaya koyabilmekti.

              Dolayısıyla Şehit Sadr, hiçbir zaman detaylara koyulmak ve derinleşmekle yetinmiyordu. Tikel gerçeklerden, detayları da kapsayan tümel gerçeklere geçiyor, aralarında ilişki kuruyordu. Bu da Şehit Sadr’ın çalışmalarına bir yenilik ve derinlik kazandırıyor, yepyeni bir boyut ortaya koyuyordu. Bu boyut, İslam’ın diğer maddi mektep ve medeniyetlere karşı doğru bir şekilde ortaya konulmasında ve bir mektep olarak çerçevesinin belirlenmesinde çok önemli bir role sahipti.

              Şehit Sadr olayları temellendirmek hususunda da ilmi bir özgünlüğe sahipti. Çeşitli konuları, örf ve teknik zevklerin hükmettiği olayları ilmi tahlile tabi tutuyor ve ilginç bir sonuç elde ediyordu. Böylece genel örfün ve insani zevkin şekillenmesini izah etmeye çalışıyordu. Şehit Sadr, kendi laboratuarında inceleme yapan bir bilgin gibi, bu önermeleri inceden inceye terminolojik bir olgu olarak inceliyor, bu önermenin kucağında büyüdüğü ve geliştiği ortamı görmezlikten gelmiyordu. Nitekim bu gerçek, usul-i fıkıh ilminde “akli siret” ve “zuhur” veya “yerleşik olmayan çelişki” olarak adlandırılan toplu örf metotlarını ele alırken açık bir şekilde göz önünde bulundurulmaktadır.
              “El Uses’ul Mantikiye li’l İstikra” kitabı da yaygınlık ve tümevarımcı yoldan elde edilen yakînin bir yorumu mahiyetini taşımaktadır.

              Realite ve Tecrübe

              Realite, Şehit Sadr’ı diğerlerinden seçkin kılan ilmi özelliklerden biridir. Realite dini, içtimai ve bütün başka konuların incelenmesinde temel yöntem olarak sürekli göz önünde bulundurulmalıdır. Yani realiteden başlamalı, ardından o gerçeğin yorumu hakkında Kur’ani, şer’i, ilmi ve tarihi kanunlardan istifade edilmelidir. Yani Müslüman bir düşünür nassı gerçeklerle yorumlamak ile gerçekleri görmezlikten gelerek yorumlamak, ve gerçekleri nasslarla yorumlamak ve şer’i bir nass vesilesiyle realiteyi inceleyerek onu düzenlemek için gelen nassın hedefini gerçekleştirmek için çaba göstermek arasındaki farkı ayırt etmelidir.

              Şehit Sadr’ın çalışmalarında yukarıdaki hassasiyet doğrultusunda nasslar ışığında gerçekleri incelemenin yanı sıra, beşeri deneylerin sonuçlarını incelemelerinde bir karşılaştırma öğesi olarak kabul ederek bu gerçeğe büyük bir derinlik kazandırmıştı. Zira somut gerçeklerden delil gösterilmesine teveccüh edilen görüşler daha fazla açıklığa kavuşmaktadır. Bu meseleyi Şehit Sadr’ın ilmi çalışmalarında açıkça görmek mümkündür. Örneğin “Felsefetuna”, “İktisaduna” ve “Konulu Tefsir” çalışmalarında Şehit Sadr çağdaş beşeri tecrübe ürünlerini İslam’ın görüşünü anlamada temel bir yöntem olarak ele almıştır.

              Muhtevanın Yanısıra Şekle de Önem Vermek

              Şehit Sadr muhtevaya teveccüh etmenin yanısıra şekil ve üsluba teveccüh etmeye de özen gösteriyordu. Zira neticede şekil de, muhtevanın hedefine hizmet etmektedir. Şehit Sadr, farklı düzeylerde olmasına rağmen tüm bir ümmet için yazıyordu. Sadece kendisi için veya ilmi seçkin şahsiyetler için yazmıyordu.
              Toplumsal Deneyler

              Şehit Sadr, gerçek hakkında da sadece gerçeği düşünme, tasavvur etme veya bir konu hakkında salt inceleme yöntemiyle yazmıyordu. Bir çok hususta akıl ve ruhuyla, tecrübe ve hisse dayalı müşahedeleriyle, yani gerçekle iç içe yaşayarak yazıyordu. Şehit Sadr gerçeklerin içinde bulunuyor ve her gün bu gerçeklerle baş başaydı. Bu da içinde yaşadığı karışık toplumsal ve siyasi çekişmelerden ve ümmetin her kesimiyle olan yaygın ilişkisinden kaynaklanıyordu. O sürekli halkın her kesimiyle; alim, talebe, avukat, üstat, üniversiteli ve sıradan halkla ilişki halindeydi. Bu vesileyle hem dini kesimlere, hem de dini olmayan kesimlere teveccüh ediyordu.

              Şehit Sadr Irak’ın Bağdat, Kazimeyn gibi şehirlerine ve Lübnan’a yaptığı gezilerinde sürekli bu topluluklara gidiyor, olayları bizzat yakından takip ediyordu. Şehit Sadr kapısını her kese açık tutarak bütün halk ile yakın bir ilişki içindeydi. O halkın her kesiminin sorularına bizzat kendisi cevap veriyordu.

              Bu esas üzere Şehit Sadr’ın yazılarının muhtevası çok derin ve ince olduğu kadar, aynı zamanda da anlaşılması kolaydır. Şehit Sadr, ilmi konuları mümkün olduğu kadar sıradan insanlar anlayacak şekilde kaleme alıyordu. Nitekim ed Durus fi’l Usul, el-İslam Yekud’ul Hayat, el-Medreset’ul İslamiye, el Fetav’el Vaziha ve Mukaddimet’ul Fetav’el Vaziha adlı kitaplarında bu konu açıkça göze çarpmaktadır. Şehit Sadr’ın en önemli tefsir çalışması da bu çerçevede ele alınabilir. Şehit Sadr inanç, fıkıh, usul ve insani ilimler dallarındaki kitaplarının ilmi tüm faydalarının yanında, sürekli ümmet için ne kadar faydalı olacağını da göz önünde bulundurmuştur.

              Bu durum göze alınarak, Şehit Sadr’ın sadece siyasi çalışmaları değil, ilmi çalışmaları da insanların geneline yöneliktir denilebilir. Sadece bazı ilmi çalışmaları özel seçkin kesime hitap etmektedir. Bazı fıkhi, usuli ve mantık ile ilgili çalışmaları buna örnek gösterilebilir. Elbette bu konuları bile mümkün olduğu kadar sade bir dille ele almaya çalışmıştır. Öyle ki bir çok konuları dikkatle okuyan bir insan için kolayca anlaşılmakta, derk edilmektedir.

              Hatta Şehit Sadr, fıkıh, akait, usul vb. alanlarda bir çok ilmi sorunlara ışık tutabilecek nitelikte olan “el Usus’ul Mantıkiye li’l İstikra” kitabı hakkında “Bu kitabın yazılımı salt ilmi bir temayül ile gerçekleşmiştir” diyerek onu yazmak için gösterdiği çabaya oranla ümmet için getireceği faydaya verdiği önemi dile getiriyordu.
              İşleri Çabuk Yapmak

              Şehit Sadr’ın ilmi çalışmalarının başlıca özelliklerinden biri de bu çalışmalarındaki hızıdır. Örneğin iki defa ve iki şekilde yazdığı ve ikinci şekliyle bastırdığı “Felsefetuna[1]” kitabını on ay gibi kısa bir sürede ve çok zor şartlar altında kaleme almıştır. Şehit Sadr bu kitabı kaleme almak için Marksist kitapların bir çoğuna gözden geçirmiştir. Bunun yanı sıra, Batı felsefesi ve İslam sahasındaki bir çok eseri de göz önünde bulundurmuştur. Bu kitapların bir çoğunun piyasada bulunur türden olamayıp zorlukla elde edilişi onun çabalarını olumsuz yönde etkilememiştir.

              Şehit Sadr, günümüzde muteber merkezlerde ders metni olarak okutulan Durus fi İlm’il Usul kitabının 1. cildini 34 günde, 474 sayfa olan ikinci cildini ise üç hafta gibi kısa bir dönemde kaleme almıştır. “el İslam Yekud’ul Hayat adlı kitabını ise, diğer ilmi çalışmalarına ara vermeden, öğrencileri ve halkın işleriyle uğraşmanın yanında bir aydan kısa bir dönemde yazmıştır.

              Şehit Sadr, tüm işlerinde böyleydi. O ilmi eserlerini yazarken düzenli günlük ilmi çalışmasını da aksatmadan sürdürüyordu.

              Şehit Sadr, bütün bunların yanı sıra, Allah yolunda mücadele sorumluluğu içinde siyasi ve içtimai alanda da tek başına bir ümmet idi. Bilindiği gibi siyasi ve toplumsal faaliyetler, ilmi çalışmalarla pek uyumluluk arz etmemekte ve ilimde derinleşmeye dikkate, ilmi birikime büyük bir zarar vermektedir. Ama ŞehitSadr siyasi mücadele alanındaki Saddam Rejimini dize getirecek yılmaz çabalarının yanı sıra eşsiz dehasıyla ilmi eserleriyle tüm İslam alemini fikri yönden beslemiş ve İslam mektebini diğer mektepler ve ideolojiler karşısında savunan en güçlü eserleri meydan getirebilmiştir.

              Şehit Sadr’ın taşıdığı iki özelliğe dikkat edecek olursak, Şehit Sadr’ın siyasi işlerle ilgilenmediği taktirde ilmi yönünün ne kadar çok eserler ortaya koyabileceğini rahatça görebiliriz.

              Şehit Sadr’ın bu iki özelliğini şöyle beyan etmek mümkündür:

              1- Şehit Sadr ilmi işlerle meşgul olurken, gece gündüz belli saatlerini düşünceyle geçirir ve şöyle derdi: “Ben uyanır uyanmaz kaldığım yerden düşünmeye devam ediyorum. Etrafımdaki gürültüler beni bundan alıkoymuyor, hatta daha sesli ve kalabalık bir ortamda daha rahat düşünebiliyorum.”
              2- Şehit Sadr, siyasi ve içtimai işlerle şer’i bir görev olduğu için ilgilenir, ama insanlara karışmaya ve toplumsal işlerle ilgilenmeye istekli olmazdı. Şehit Sadr, daha çok ilmi işlerle uğraşmayı severdi. Her ne kadar uzarsa uzasın ve her ne kadar yalnız kalırsa kalsın asla yorulmaz, usanmazdı. Bu yüzden Usul dalındaki tanınmış bir kitabını yirmi yaşındayken yazmıştır. Bu yazıları o derece sağlamlık taşıyordu ki bu konuda kendisi şöyle demiştir: “Bu yazılar, usuli düşüncelerimin hepsini kapsamaktadır. Aradan yıllar geçtiği halde düşüncelerimde fazla bir değişiklik meydana gelmedi.”

              Siyasi ve Toplumsal Çabalarıyla İlmi İşleri Arasında Bağ Oluşturması

              Şehit Sadr, toplumsal ve siyasi şartları ilmi çalışmaları doğrultusunda yönlendirebilmiştir. Elbette Şehit Sadr’ın bir çok ilmi eserlerine, bu toplumsal ve siyasi şartlar katkıda bulunmuştur. Bu şartlar şehit Sadr’daki ilgi düzeyini arttırmış ve ona adeta yeni ufuklar açmıştır. El Benk’ul Larebevi, İktisaduna, İslam Yekud’ul Hayat, Tefsir’ul Mevzui ve Tarih’ul Eimme adlı kitapları bu şartların ortaya çıkardığı çalışmalardır.

              Şehit Sadr’ın ilmi çalışmaları, siyasi ve toplumsal faaliyetlerle ilişkisini de düzenleyecek bir boyuta sahipti ve bu işi sadece zihni bir uğraşı olarak görmüyordu.

              Şehit Sadr,ekonomi alanında Müslüman gençliğin Marksizm gibi materyalist mekteplerin saldırısına uğradığını gördüğünde “İktisaduna” adlı kitabını kaleme almış ve bu kitapta okuyuculara “Mectemeuna” (Toplumumuz) adlı kitabını da takdim edeceğine dair söz vermiştir. Ama bu kitabını engelleyici siyası koşullar yüzünden yazmaya muvaffak olamamıştır. Gerçi bir çok temel konularını ve bölümlerini diğer ilmi çalışmaları arasında kaleme almıştır. Nitekim bu konuları, El-İslam Yekud’ul Hayat, Medreset’ul İslamiye, Tefsir’ul Mevzui ve diğer bazı makalelerinde de görebilmekteyiz.

              Bu esas üzere Şehit Sadr’ın önceki alimlerin sahip olduğu derinlik ve ilmi genişliğin yanı sıra, yenilik, realite ve halkla ilişkilerini düzenleyen metotları da bir araya getirebildiğini görmekteyiz. Bütün bunların yanı sıra dini ilimler sahasında sayısız talebe yetiştirmiştir. Bütün bu boyutları tümüyle bir arada taşıyabilen İslam alimi çok azdır.
              Şehid Sadr’ın ilmi özellikleri etrafında söylediklerimizden sonra, kısa olarak onun tefsir çalışmalarına bir işaret etmek istiyoruz.


              Şehid Sadr’ın Kur’an ve Tefsir Çalışmaları
              Şehid Sadr’ın Tefsirdeki Metodu


              1. Bölüm: Şehid Sadr’ın Kur’an ve Tefsir Çalışmaları
              Şehid Sadr’ın Tefsir çalışmalarını aşağıdaki dört kitap şeklinde özetlemek mümkündür ki elbette bunlar onun diğer kitapları, araştırmaları ve bazı makaleleri içerisinde yer alan araştırmalarını içermiyor:
              1-Muhazerat fi Ulumi’l Kur’an
              2-Muhazerat fi Tefsiri’l Mevzui
              3-İslam yekud’ul Hayat (İnsanın hilafeti ve peygamberlerin şahadeti)
              Usul ilminde söz konusu edilen Kur’an bahisleri, örneğin deliller birbiriyle çeliştiğinde Kur’an’a sorulması gerektiği bahsi gibi.
              Bağımsız Tefsir Kitaplarının Kısaca Bir Tanıtımı
              1-Muhazaret fi Ulum’il Kur’an
              Bağdat usul-u din fakültesi 1965 yılında kuruldu. Bu fakültenin kuruluş sebebi İslami elemanları eğitmekti. Burada yetişen insanlar, İslam’ın çeşitli alanlarında özellikle eğitim ve öğretimde büyük bir görev üstleneceklerdi. Bu fakülte Şehid Sadr’ın özel denetimi altındaydı.
              Şehid Sadr’dan, fakültenin Kur’an ilimleri sahasındaki eğitim programını yazmasını istediler. Bunun üzerine Şehid Sadr, birinci yılın programı ile ikinci yılın programının bir bölümünü yazdı. Ben de fakültede bu alanda ders veriyordum. Burada söylenen dersler sonra bir kitap halinde Tahran’da basıldı. Daha önce de Usul-i Din fakültesinde, Risalet’ul İslam yayın organında basıldı ve yayınlandı.
              2-Muhazerat fi Tefsir-i Mevzui
              Bu kitap da Şehid Sadr’ın on dört dersinden oluşmaktadır. Son dersi, tutuklanmadan iki hafta önceye aittir. Şehid Sadr, buradaki son dersinde ölümünün yaklaştığını hissettiğini dile getirmektedir. Bu tefsir derslerinin başlaması, İslam İnkılabından sonra Necef’in ilmi havzalarında geniş bir hareket başlatma gereğinden doğmuştur. Şehid Sadr, haftanın bazı günleri fıkıh dersini tatil ediyor ve tefsir dersleriyle uğraşıyordu. Şeyh Tusi Camisi bu dersleri öğrenmek veya kaydetmek isteyen din alimleri ile doluyordu. Şehid Sadr bu derslerde konulu tefsir metodunu kullanarak, Kur’an’da tarih sünnetlerine ve Kur’an ı Kerim’de toplumsal hayatın özelliklerine işaret ediyordu.
              3- El İslam Yekud’ul Hayat (Hilafet’ul İnsan ve Şahadet’ul Enbiya)
              Bu çalışma da altı bölümden oluşmaktadır. Daha çok fıkhi konular ele alınmış ve İslam İnkılabının zafere erişmesinden sonra kaleme alınmıştır. Bu eserde devrimler için söz konusu olan konular ele alınmış ve incelenmiştir. İslam cumhuriyeti, İslam toplumunun iktisadi yapısı, insanın hilafeti ve peygamberlerin şahadeti, İslam devletinde gücün kaynakları ve İslam toplumunda bankacılığın genel ilkeleri gibi konular ele alınmıştır.
              Bu eserde, bu altı konu incelenmiş ve bu arada İslam inkılabına olan aşkını, İmam-ı Ümmet’in şahsına olan ilgisini ve büyük İslam Devrimine verdiği değeri dile getirmiştir. Biz burada dördüncü konu olan “İnsanın hilafeti ve peygamberlerin şahadeti” konusundan biraz bahsetmek istiyoruz. Şehid Sadr bu bölümde şöyle diyor:
              “Bu çalışma insan toplumunun hayatını düzenleyen iki önemli ilahi çizgiyi yani insanın Allah’ın yeryüzünde halifesi olması Peygamberlerin denetleyici ve gözetleyici olarak gönderilişlerini incelemektedir. Ayrıca İslam ve Kur’an’a göre toplum, toplumun değişim şekli hakkında temel düşünceler ortaya konmaktadır.”
              4 İlm-i Usul’deki Kur’ani Konular
              İlm-i usulde yer alan bir takım konular da direkt olarak İslam hükümlerinin temel kaynaklarından biri olan Kur’an ile yakından ilgilidir. Bu konulardan biri Kur’an’ın zuhuru meselesidir. İlm-i usulde genel anlamda zuhurun hüccet oluşunu kabul ettikten sonra, zuhurun hücciyet ölçüsü etrafında tartışıma gerçekleşmiştir. Zira bu hüccet oluşta bir sınırlandırma veya sınırlılık söz konusu edilebilir. Bu konulardan biri de rivayetlerin Kur’an’la karşılaştırılmasıdır. Böylece rivayetin hüccet oluşu veya iki rivayet çeliştiğinde birinin tercihi hususunda ölçü Kur’an’la uyumlu olmaktır. Rivayetlerin Kur’an’la uyumlu olup olmayışı konusunda da, uyumlu olmayıştan maksadın ne olduğu tartışılmaktadır.
              Gerçekten de Şehid Sadr’ın şahsiyetinin bu boyutu hakkında her ne yazılırsa yazılsın veya söylenirse söylensin ve bunlar her ne kadar önemli de olsa onun ilmi dehasının sadece bir parçasını göstermektedir. Bu konuda detaylı bilgi öğrenmek isteyenler Şehid’in geride bıraktığı değerli eserlerine başvurmak zorundalar.
              Şehid Sadr’ın Telif ve Tedris Çalışmaları
              Şehid Sadr’ın iki ders celsesi vardı. Birinci celsesi usul dersi idi. Bu dersini Cevahiri Mescidinde akşam ezanından bir saat sonra veriyordu. İkinci celsesi ise fıkıh hakkında olup bu dersini de Şeyh Tusi camiinde, hafta içi her gün sabah saat 10’da veriyordu. Ayrıca ikindi vakitleri özel öğrencilerine evde ders veriyordu. Burada da fıkhî meseleleri ele alıyordu. Ama son günlerde daha çok felsefi konulara çevirmiştiler konuyu. Bu oturumlarda siyasi ve toplumsal bir çok konular ele alınıyordu. Şehid Sadr taklit mercii olmadan önce İmamların şahadeti münasebetiyle çok değerli dersler vermiştir. Bazıları kasetlerde mevcuttur ve bir kısmı “Ehl’ul Beyt (a.s), Tenevvu-u Edvar ve Vahdet u Hedef” adı altında yayınlanmıştır. Elbette söylemek gerekir ki Şehid Sadr’ın bütün fıkhı ve usuli dersleri kasetlere alınmıştır. Bütün yazıları ve dersleri şahadetinden sonra Seddam Rejimi tarafından yağmalanmış, dolayısıyla derslerinden ve kasetteki tartışmalarından çok azı dışında tümü yok edilmiştir.
              Şehid Sadr’ın Eserleri
              1 Gayet’ul Fikr fil İlm’il usul: Bu kitap on cilt olup sadece beşinci cildi basılmıştır.
              2 Fedek fi el-Tarih (Bir yaz tatilinde Şehid Sadr’ın kaleme aldığı ve Hz. Fatima Zehra (a.s.)’a ait olan Fedek bağının Peygamber’den sonra zorla alınması konusunu çeşitli boyutlardan ele almış ve incelemiştir. Bu eser bu konuda yazılmış en ilmi eserlerden biridir.)
              3 Felsefetuna (Marksizm Felsefesinin çürütmek ve İslam felsefi doktrinini ortaya koymak için kaleme alınmış ilmi bir eserdir. Bu kitabın Marksist felsefenin fikri planda İslam dünyasında yenilgiye uğratılmasında önemli etkisi olmuştur)
              4 İktisaduna (İslam’ın ekonomik sistemini ortaya koyarak Kapıtalist ve Komonist sistemleri ilmi açıdan ele alıp zaaflarını ortaya koyan en güçlü eser. Bu eser İslam düşüncesinin günümüz dünyasına ilmi bir dille sunulmasında benzeri bulunmayan çok önemli bir eserdir.[2])
              5 Medreset’ul İslamiye: Bu eser, “Çağdaş İnsan, Toplumsal Sorunlar ve İslam İktisadı Hakkında ne Biliyorsunuz?” gibi başlıkları içermektedir.
              6 el Mealim’ul Cedide li’l Usul
              7 el Bank’ul Larebevi fi’l İslam
              8 el Uses’ul Mantıkıyye li’l İstikrar
              9 Buhus fi Şerh’îl Urveti’l Vuska: Bu kitap dört cilt halindedir. (Fıkıhta içtihat düzeyinde derslerdir.)
              10 Mucez-u Ahkam’il Hac
              11 el-Fetave’l Vazihe
              12 Durus fi İlmi’l usul ki üç cilt halindedir. Ve üçüncü cildi üç bölümden oluşmaktadır, üçüncü bölümü iki cilt halinde basılmıştır.
              13 Behsun Hevl’el Velaye
              14 Bahsun hevl’el Mehdi
              15 Taliketun ala Risalet-i Bulget’ur Rağibin: Bu kitap şu anda ne yazık ki kaybolmuştur.
              16 Taliketun ala Minhac’us Sadikin li’s Seyyid’il Hekim: İki cilt halindedir.
              17 Taliketun ala Menasik’il Hac li’s Seyyid’il Hui
              18 El İslam Yekud’ul Hayat: Dizi şeklinde olup, şu bölümlerden oluşmaktadır:
              a Lemhet’ul Fikhıyyet’ul Temhidiye en Meşru-i Destur-i Cumhuriyet’il İslamiyye fil İslam
              b Suretun en İktisad’il Mucteme’il İslam
              c Hututun Tefsiriyetun en İktisad’il Mucteme’il İslami
              d Hilafet’ul İnsan ve Şehadet’ul Enbiya
              e Menabi’ul Kudret fi Devlet’ul İslamiye
              f el-Uses’ul Amme fi’l Bank fil Mucteme’il-islami
              19 Muhazarat fi Tefsir-i Mevzui fi Tefsir’il Kur’an
              Bu kitap Medreset’ul Kur’an başlığıyla yayınlanmıştır. Şehit Sadr’ın daha bir çok eserleri vardı ki, devlet onları yağmalayarak yok etmiştir. Şehit Sadr’ın zindanda yazdığını gördüğüm ama henüz adını bırakmadığı bir kitabı da vardı. Ben konusunu sorunca, “Bu kitap Usul-i Din hakkındadır” demişti. Bu kitabı da devlet onu şehit ettikten sonra yağmaladı ve yok etti.

              --------------------------------------------------------------------------------

              [1]- Bu kitabın Türkeçe çevrisi “İslam ve Filozofi” adı altında yayınlanmıştır.

              [2]- Bu kitabın Türkeçe çevrisi “İslam Ekonomik Doktrini” adı altında yayınlanmıştır.
              Tevekkülle elde edilen sırlar; bir tek yakîn haddini bilenlere mahsustur.

              Hakikî Şialarımız da yakîn sınırını koruyanlardır, ki onlardan «Allah'ın varlığı sayesinde hiçbir şeyden korkmamaları»nı bekleriz!


              İmam Cafer-i Sadık (a.s)

              Yorum


                #8
                Ynt: Sadr ailesi hakkinda bilgi

                Şehid-i Kamiş Seyyid Sadr’ın Aile Ahlakı / Zühdü ve İbadeti


                Şehit Sadr’ın hanedanına, yani Al-i Sadr’a (Allah onları teyit etsin) ve kendi ailesine, yani değerli eşine ve çocuklarına, annesine ve şehit olan kız kardeşine karşı sergilediği ahlakın bir yüceliğe sahip olduğunu ve bir benzerini şimdiye kadar görmediğimi söylersem hiç de abartmış sayılmam.

                Gerçi fıtri olan akrabalık duyguları bir tür dostluk, muhabbet, seçkin ahlaki tarz ve bireyler arasında sıcak bir ilişkiye sebep olmaktadır; ama ben Şehit Sadr’ın bunların yanı sıra bu ilişkileri belli bir hedefe oturtmaya ve bu yolla inançlarına hizmette bulunmaya iştiyak duyduğuna da inanmaktayım. Ben burada kendi görüşlerime hiç yer vermeden gerçekleri aktarmak istiyorum. Şehit Sadr’ın şahsi ve ailevi boyutlarıyla yakından tanışık olmam, onunla birlikte yaşamam ve onun gerçek hedeflerine aşina olmam bu konudaki şahsi izlenimlerimin kaynağıdır. Kısacası ben ahlaki davranış metodunda bundan daha güzel olabilecek ve bütün bu alanlarda çok yüce mukaddes hedeflere sahip bulunabilecek başka örnekler görebilmiş değilim:
                Şehit Sadr’ın hanedanına karşı tutumu

                Burada ilk önce Şehit Sadr’ın hanedanına karşı takındığı tavrı ele almak ve Sadr hanedanının tüm bireyleriyle ilişki ve alakasının düzeyini ortaya koymak istiyorum. Burada söylemek gerekir ki Şehit Sadr’ın kendi akraba ve ailesine karşı takındığı tavır her türlü yapmacık ve gösteriş kokan ilişkilerden uzaktı.
                Şehit Sadr’ın uzak ve yakın akrabalarına karşı takındığı samimi ve muhabbet dolu tavrına bir örnek olarak amcası oğlanlarından olan, Ayetullah Seyyid Rıza Sadr (kuddise sırruhu) için yazdığı bir mektubu aktarmak istiyoruz; o mektubunda şöyle diyor:
                “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
                Canım feda olsun sana ey efendim, değer verdiğim sığınağım! Canım sana feda olsun ve senin karşında oturduğum oturuma ruhum kurban olsun. Senin güzel kokundan baba, amca ve ecdatlarımın kokusu alıyorum. Sizin geniş lütfünüz sayesinde rahatlık ve huzur içindeyim. Sizin vücudunuzun tatlı suyundan içiyorum. Ey geçmişlerin yadigarı! Ey kalanların elinden tutan kimse! Allah Şahittir ki birlikte yaşadığımız ve birlikte olduğumuz günleri, dayanağım olan kardeşimi kaybetmeden önceki zamanı hatırlayınca neredeyse alevlenecek ve kalbim parçalanacak gibi oluyor. Bu üç kişilik toplantımızı, hasretle anıyorum. Bu oturumların böylesine acı bir şekilde dağılacağını hiç düşünemiyordum. Gelip geçen günlere ve gecelere hasret duyuyorum. Elbette o zamanlar gafil idik ve günlerin bize neler hazırladığını bilemiyorduk.
                Bir çok defa üst odaya gidiyorum ve sizin yanınızda mutlu olduğum o günleri hatırlıyorum. O esintileri geri çevirmeye çalışıyorum, ama ne yazık ki böyle bir şey mümkün değildir.
                Bir çok defasında kardeşimin Necef’te yaşadığı evin karşısında duruyorum. Elbette o günleri, yani iki yıl öncesini anmamın sebebi, üçümüzün o evde veya benim evimde bir araya gelişimizdi.
                Ey efendim! Kavramlar dudaklarımda kuruyor, göz yaşına dönüşüyor ve neden bu konuya girdiğimi bilemiyorum. Halbuki elimden geldiğince, kaçınmaya çalışıyorum. Mektup yazdığım şu an bile senin karşında oturduğumu hissediyorum. Yok olan aşkımı, dertlerimi, sıkıntılarımı senden başka kime şikayette bulunabilirim. Ey geçmişlerin hatırası ve kalanların elinden tutan kimse! Senden başka kimin ahlakıyla uyuşabilir ve dağılıp giden topluluk karşısında ağlayabilirim, geçip giden günlere göz yaşı dökebilirim! Oysa ben sürekli dizginlerimi kontrol etmeye, zayıflamamaya ve yok olmamaya çalışıyorum.”
                Merhum Seyyid Rıza Sadr Irak’tan İran’a geldikten ve İran ve Irak hükümetinin iki ülke arasındaki giriş çıkışları serbest bıraktıktan sonra, birkaç yıl süren uzun ayrılığın akabinde Şehit Sadr kendisine başka bir mektup yazarak şöyle buyurdu:
                “Fazlı ve lütfü yüce olan o makamından bana ulaşan mektubunu yarım saat önce aldım, mektubunu gözlerim ve dudaklarımla öptüm. Satırlar arasında lütfüyle bizlere gölge eden ve uzun bir ayrılıktan sonra bizleri bir araya toplayan o güzel günlerin hatırasıyla ve bizi sizin yakınlığınız ve meclisteki huzurunuzla mutlu kılan o ruh yüceliğinizle okudum. Ey değerli kuzenim! Ey geçmişlerin hatırası ve geride kalanların dayanağı! Allah da biliyor ki o günler ömrümün fırsatlarından biriydi. Senin ağabeyliliğinden, büyüklüğünün lütfünden nasipleniyordum. Ben o zamanlar ev sahibi değildim ve sen de zahmetlerine işaret edilmesi gereken başkalarının evinde değildin. Canım sana feda olsun, sen kendi evindeydin ve biz senin gölgende yaşıyorduk. O günlerde var olan lütuf ve rahmetten başka bir duygu nedir bilmiyordum. Ey mevlam! Emin olun ki ayrılığınızdan dolayı kalplerimize büyük bir hüzün çöktü. Evin her tarafını büyük bir dehşet ve boşluk kapladı. Allah’tan bizi senin mübarek vücudundan nasiplendirmesini, gözlerimizi hizmetinde bulunmayla her yıl bir defa da olsa aydınlatmasını diliyorum. Ey kuzenim! Bizler için dostların topluluğundan başka lezzetli şey ne olabilir.”
                Şehit Sadr, 1979 yılında Ayetullah Seyyid Rıza Sadr için yazdığı mektubunda ise İran İslam Devriminin başlangıcını ve etkilerini dile getirmiştir. Önceki mektupları gibi duygu, ahlak ve edep ile doludur. Bu mektubun bir bölümünde şöyle buyurmuştur:
                “Değerli mektubunu almakla müşerref oldum. Bu mektubu satır satır okuyarak büyük bir mutluluğa kapıldım. Canım sana feda olsun ey efendim! Bir an adeta bir sel gibi boşalan ve işi bağışlama ve vefa olan o büyük ruhun nefhaları, nefesleri, duyguları, hüzünleri ve dertleriyle birlikte yaşamış gibi oldum.
                İran’ın zor şartları hakkındaki nitelendirmeniz beni çok etkiledi. Ben sürekli olarak İran’dan haber almaya çalışıyorum ve merak ediyorum. Uzaktan müminlerin hüzünleriyle yaşıyorum. Onların dertleri, korkuları ve idealleriyle birlikteyim. Münezzeh olan Allah’tan İslam’a yardımcı olmasını, yücelik bağışlamasını ve alimleri teyit etmesini diliyorum. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir. Canım sana feda olsun ey Ebu Sadr! Senin sıkıntıların, bizim geriye kalan ömrümüzün saflığını ve berraklığını karartmış bulunmaktadır. Şüphesiz ki yüce ve azim olan Allah’tan başka bir güç ve kuvvet yoktur.

                Daha önce söylendiği gibi Şehit Sadr vekillerinden birine yazdığı mektubunda kendi ailesinin mücadele döneminde çektiği sıkıntıları dile getirerek şöyle diyor: “Ailemin ve kardeşimin ailesinin aç kalması önemli değildir. Gerçi bu vefakarlık açısından iki gözlerimi kaybetmekten bana çok ağır gelmektedir.”
                İşte bütün bu cümleler Şehit Sadr’ın değerli hanedanına karşı göstermiş olduğu yüce duyguyu, muhabbet ve vefayı gösteren bir örnektir.
                Eğer Şehit Sadr’ın ailesine karşı tutumunu da inceleyecek olursak, yine manevi, insani ve İslami duygular ve çok güzel manzaralarla karşılaşırız. Şehit Sadr annesine karşı merhamet dolu bir evlat, kız kardeşine karşı vefalı ve merhametli bir ağabey, eşine karşı halis bir eş, kızı ve erkek çocuklarına karşı örnek bir babaydı. Şehit Sadr sürekli olarak merciiyeti, İslami bir sorumluluğu, sorunları ve karmaşık zorlukları düşünüyordu. Ama bunun yanı sıra terbiye ile ilgili işlerden gaflet etmiyor, ailesinin her biri hususundaki taşımış olduğu sorumluluğu görmezlikten gelmiyordu.
                Her gün annesinin yanına oturuyor, konuşmalarıyla onun sevgisini ve ünsiyetini elde ediyordu. Onun cismi müşkülatlarını ve hastalıklarını azaltıyor, problemlerini hallediyordu. Annesi de (Allah ona rahmet etsin) sürekli olarak onun sağlığını düşünüyordu ve devletin oğlunu serbest bırakmayacağını az çok biliyordu. Bu yüzden Şehit Sadr sürekli annesinin gönlünü almaya, onu bu düşüncelerden uzaklaştırmaya ve zorluklardan bir nebze de olsun uzak tutmaya çalışıyordu. Her gün elindeki kitap ve defterleriyle annesinin odasının kapısına oturuyor, ikindiye kadar onunla kalıyor, vereceği derslerini yazıyor ve hazırlıyordu. Bu haleti tutuklanıncaya kadar ve şehit oluncaya kadar devam etti.
                Şehit Sadr kardeşi Bint’ül Hüda’ya (Allah ona rahmet etsin) karşı da büyük bir letafet ve zerafetle davranıyordu. Geleceğini bir kadın olarak annesinin ve kardeşinin yolunda feda eden bu fedakar kahramanın her türlü ikrama ve saygıya layık olduğunu tümüyle derk ediyordu. Bu yüzden onun ilim yolunda ilerlemesi için elinden geleni yapıyordu. Elbette Şehit Bint’ül-Hüda da kendini çok güzel eğitmişti. Irak’ın İslami, içtimai, siyasi durumu hakkında büyük bir bilgi ve bilinç birikimine sahipti. Bint’ül Hüda da hiç şüphesiz işlerini yapma hususundaki dini himmeti, manevi sefası ve akıllıca tutturduğu hedefiyle kardeşinin küçük bir örneği gibiydi.
                Fazilet sahibi, alevi ve değerli eşi Ümmü Cafer’in (Allah onu korusun) de Şehit Sadr’ın kalbinde çok özel ve büyük bir yeri vardı. Zira Ümmü Cafer kolay ve zor günlerinde onun ortağıydı. Şehit Sadr sebebiyle bir çok sıkıntılara ve meşakkatlere katlandı. Bu da Şehit Sadr’ın Necef’e hicretinden sonraki garipliğiyle başladı ve onun tutuklanması, hapse atılması, içine düştüğü sıkıntılar, müşkülatlar ile de devam etti. Bu yüzden gerçekten de Şehit Sadr’ın büyük bir önemsemesine ve özel bir inayetine sahipti. Şehit Sadr bu fedakarlıkların önemini derk ediyor ve bu sebeple de ona karşı büyük bir saygı ve sevgi gösteriyordu. Ben onunla tanıştığım günden beri hiç bir sorunun ve insanı bunaltıcı sebeplerin bu ikisi arasındaki ilgi ve ilişkileri kararttığını asla görmedim. Bu iş gerçekten de ilginçti.
                Şehit Sadr, kızı ve erkek çocuklarına karşı ise sevgi ve duygu yüklüydü. Küçük çocuklarıyla oyun oynuyor, onlarla ünsiyet ediniyordu. Onları asla dövmeye kalkışmaz ve onları küçük düşürmezdi. Çocukların terbiyesi hususunda en iyi yolu takip ediyordu. Onlara karşı dostluk ve refakat kokan bir ruh haleti esasınca davranıyor ve şartların gerektiği şekilde hareket ediyordu. Bazen de onlara babalık ruh haleti içinde davranıyordu.
                Hatırladığım kadarıyla her gün öğlen vaktine yakın bir zamanda günlük oturumları bitip ailesine döndüğünde çocukları babaları sanki uzak bir yolculuktan geliyormuşçasına onu karşılıyor, kalpleri sevinç ve mutlulukla doluyordu.

                Çocuklarından (ki iki ile yirmi yaş arasında idiler) herhangi biri kendisiyle konuşunca onun sözünü dinliyor, onunla sohbet ediyordu. Onlara büyük insanlar gibi saygın davranıyordu. O bu metotla onların vücudunda kendine güven duygusunu ve şahsiyet tohumunu ekiyordu. Hiç unutamıyorum, yaklaşık on yaşlarında olan kız çocuğu bir defter hazırlamış, her gün babasından o defterine bir hadis veya bir takım sözler yazmasını istemişti. O hiç bir zaman onun isteklerine cevap verme hususunda gevşek davranmaz, sürekli bir hadis veya önemli bir konuyu yazardı. Kızı da babasının kendisi için yazdığı her şeyi ezberlerdi. Şehit Sadr, bu kız çocuğunu Lokman Hekim diye adlandırmıştı. O Şehit Seyyid Müemmel Sadr’ın eşidir.

                Şehit Sadr çocuklarını İslam’ın malıymış gibi terbiye ediyor, yanında olan her malın, onların değil emanet olduğunu düşünüyordu. Hatırladığım kadarıyla her ayın sonunda malları ayırıp bölüştürmede kendisine yardımcı oluyorduk. Yanında olan çocuklarından biri para destelerini görünce şaşırıyordu. Şehit Sadr bu esnada işten el çekiyor ve onlarla konuşarak şöyle buyuruyordu: “Oğulcağızım! Bu paralar benim değildir, bunlar Sahib-i Zaman’ın (Allah zuhurunu acil kılsın) malıdır. Bunlar benim elimde emanet olan Müslümanların malıdır. Oğulcağızım! Bu dünyanın hiç bir değeri yoktur, biz ahireti istiyoruz, ahiret daha iyi ve kalıcıdır.”
                Çocuklarına karşı bu tabir ve kavramlarla konuşuyordu. Şehit Sadr, değerli eşi Seyyide Ümmü Cafer (Allah onu korusun) ile şöyle anlaşmıştı ki çocuklarından biri cezalandırılması gerekirse, eşi onları cezalandıracaktı. O böylesi durumlarda bu konuda bana da izin vermişti. Bu anlaşmayı ise şöyle yorumluyordu: “Çocuklar, fıtrat, terbiye ve eğitim açısından annesiyle daha sağlam ve şiddetli bir ilişki içindedir. Anne onları tembih ederse, kalplerinden bu şeyler daha çabuk silinir. Ama baba hususunda çocuk ve baba arasındaki ilişkinin doğal hale gelmesi için uzun bir süre gerekir. Ayrıca baba çocuklarını İslami fikir ve kavramlarla tanıştırma noktasında daha iyi görev yapabilir. Bu da sağlam bir ortamı ve muhabbet dolu kalpleri gerektirir.
                Şehit Sadr’ın çocuklarına karşı gösterdiği bütün tevazua rağmen, heybet ve azameti de çocuklarının kendisine saygı göstermesine, edepli bir ilgi ve ilişkiye riayet etmemelerine sebep olmuştu. Şüphesiz kendimi bundan daha fazlasını açıklama hususunda kendimi aciz görmekteyim. Zira o güzel muhiti ve eşsiz haleti dakik bir şekilde anlatamam.
                Şehit Sadr’ın (kuddise sırruhu) Dünyaya İtinasızlığı ve Züht Hayatı

                Eğer Şehit Sadr’ın hayatının bu boyutunu yazmak istersek, söz çok uzar. Çünkü Şehit Sadr İslami ve gerçek anlamda çok güzel bir züht örneğiydi. Ama Şehit Sadr’ın bu boyutu hakkında kısa da olsa yazmamın sebebi bu konunun Ehl-i Beyt’in (a.s) gerçek metodunu ve ahlaki yüce tefekkür tarzını ortaya koyması sebebiyledir. Şehit Sadr gerçek bir zahit idi. Şehit Sadr, bu yolu kat etmek isteyen herkese en güzel bir örnek teşkil ediyordu. Şehit Sadr, refah içinde yaşama imkanlarından mahrum olduğu ve bir şeye sahip bulunmadığı sebebiyle bu züht yolunu seçmiş ve dünyada züht içinde yaşamış değildi. Eğer böyle olsaydı, Şehit Sadr’ın hayatının bu boyutu hakkında hiç bir şey yazmazdım. Ama Şehit Sadr dünya kendisine yöneldiği halde züht içinde yaşamış, refah içinde yaşama imkanlarına sahip bulunduğu halde, refah ve huzura ilgisiz davranmıştır. O adeta dünyaya, “Ey dünya! Git başkasını aldat!” diyordu.

                Aynı şekilde eğer Şehit Sadr’ın dünyadaki zühdü ve refah içinde yaşayışa itinasızlığı sadece bir takım şer’i haklardan kendisini mahrum kılması şeklinde olsaydı, yine kendisi hakkında bu tabirleri yazmazdım. Zira örnek bir fakih için farz olan ilk şeylerden biri de budur. Ama Şehit Sadr, kendi helal ve temiz malıyla en iyi ve temiz bir hayata sahip olabilirdi. Buna rağmen Şehit Sadr, yiyecek, giyecek, ev, araba ve benzeri şeyleri satın almada zahit bir hayat yaşıyordu. Zaten insanın bu büyük şahsiyeti övmesine sebep olan şey de onun bu gerçek züht hayatıydı.

                Züht insanın kendisiyle yaratıcısına yakınlaştığı, onun hoşnutluğunu ve rızasını elde ettiği güzel bir haslettir. Şehit Sadr, takva semasında züht içinde yaşayan iyi alimlerle birlikte nuru parlayan nişanelerden biridir. Ama ben Şehit Sadr’ın züht içinde yaşamaktan maksadının nefsini temizlemek ve terbiye etmek gibi meselelerden çok daha yüce olduğuna inanıyorum. Şehit Sadr Rabbani bir örnek merciin nasıl olması gerektiğini göstermek istiyordu. Şehit Sadr Ali gibi bir önderlik ve fedakarlık kavramını orta yere mücessem kılan zahit ve mütevazı merciiyet makamını oluşturmak istiyordu. Şehit Sadr, iki elbise ve iki parça ekmekle yetiniyordu. Tıpkı Ali gibi yaşıyordu ve neticede kendi hayatı ve metodu da İslam’a en açık bir davet ve tebliğ konumundaydı.

                Şehit Sadr, merciiyetin Müslümanların önderliği için temel bir kurum olarak hakim güçler tarafından hedef alındığını çok iyi anlamıştı. Bu da merciiyet makamının halk tarafından bazı maddi meseleler hususunda çok önemli eleştirilere tabi tutulduğu bir zamandaydı ve bu merciiyetin savunulması gerekiyordu. Zira bu aynı zamanda İslam’ı savunmak demekti, dolayısıyla bundan maksadı da İslam’ı savunmaktı.


                O halde Şehit Sadr’ın zühdünün iki güzelliği vardı. Hem züht hayatıyla Allah’a yakınlaşıyordu ve hem de ortaya koyduğu örnek davranışlarıyla Allah’ın dinini savunuyordu.


                Burada hatırımda kalan bir takım örnekler vermek istiyorum. Böylece okuyucu bu yolla, bu değerli insanın azamet ve büyüklüğünü de anlamış olur:

                1-Şehit Sadr, toplumsal şartların izin verdiği kadarıyla zahitler gibi giyiniyordu. Oysa kendisine en iyi elbiseleri alabilirdi. Allah’a yemin olsun ki ben onun değeri beş dinardan fazla olan bir aba giydiğini görmedim. Oysa dostları tarafından kendisine çok değerli kumaşlar ve giyecekler geliyordu. Şehit Sadr (Allah-u Teala ondan razı olsun) başkasının getirdiği hediyeleri ve kumaşları sonradan talebeler arasında bölüştürmem için saklamamı emretmişti. Her gün öğle namazından önce yaptığı genel toplantılarında oraya gelen talebelerin zahirine bakıyor, oradakilerden birinin elbisesinin talebelik makamına uymadığını görünce, bir elbiselik kumaş ve dikiş parasını veriyordu.
                Bir gün çok ilginç bir şey gördüm. O beş büyük şahsiyetin idamından sonra, ayaklarında çok şiddetli bir ağrı hissetmişti. Böylece birkaç gün yerinden hareket edemedi. Hatta bir gün hamama gitmek isterken, benden yardım istedi. Hamama girdiği zaman atletinin yırtık olduğunu gördüm ve ona şöyle dedim: “Ey efendim! Bu atletiniz yırtıktır. Size başka bir atlet alayım mı?”
                O şöyle dedi: “Hayır bunu kimse görmüyor.”
                Ben defalarca onun kendi elbisesini dikmekle meşgul olduğunu gördüm.”

                2-Şehit Sadr’ın mali durumu son yıllarda çok iyi olmasına rağmen, Şehit Sadr ev eşyası ve gereçleri hakkında eskiden olduğu gibi yaşıyordu. Hatta ben gözaltına alınış döneminde devletin Şehit Sadr’ın evindeki mallara el koymak istediği taktirde, değerli bir şey bulabileceği hakkında şüphe ediyordum. Ama bunlara rağmen devlet, Şehit Sadr’ın şehadetinden sonra, evdeki bütün eşyaları yağmaladı ve böylece kendi aşağılığını bir kez daha ispat etmiş oldu.
                Şehit Sadr’ın şöyle buyurduğunu işittim: “Merciiyet halinde hayatımın sıradan bir talebe gibi olması gerekir.” Gerçekten de o işte böyle bir hayat yaşıyordu. Evinde olan her şey bu kadardı. Evinde bir misafir odası vardı ve içinde eski olduğu için kendisine hediye mi edildiğini veya kendisi tarafından mı alındığını bilmediğim bir seccade bulunuyordu. Odanın sol tarafında Al-i Mamekani’nin kabrinin bulunduğu bir oda vardı. Şehit Sadr’ın orada az veya çok hiç bir şeyi yoktu. Yukarıdaki kütüphanede de iki parça kilim vardı. Bu da Şehit Sadr’ın annesinin mehiriydi. Ailesinin yaşadığı yer ise bir tek odaydı. Burada hem yatıyor, hem yakın misafirlerini ağırlıyor ve hem de Şehit Sadr’ın ailesinin genelde oturduğu bir yerdi. Burada en sade ve ucuz sergiler vardı. Yukarıda Şehit Sadr’a ait olan küçük bir odaya ise bir sergi serilmiş ve içinde sadece uyumak için birkaç yatak bulunuyordu. Bu oda uyku ve istirahat odasından çok bir ambarı andırıyordu. Şehit Sadr’ın bir gün aniden misafirleri geldi ve öğleden sonra da kalmaları gerekti. Dolayısıyla onlara yemek hazırlamak zorunda kaldı. Bunların sayısı on beş kişiden fazlaydı. Evdeki malzemeler bunlara yetmiyordu. Şehit Sadr’ın dostlarından biri olan Merhum Hacı Abdussalavat tesadüfen o gün evde bulunuyordu. Bu olaydan haberdar olunca pazara gitti ve ihtiyaç duyulan bir takım kaşık ve tabaklar aldı. Şehit Sadr’ın bu hayat biçimi, ömrünün sonuna kadar böylece devam etti.

                3- Şehit Sadr’ın yiyecekleri de aynı böyleydi. Şehit Sadr aile hayatında en sade şeyleri yemeye çalışıyordu ve orta hayat biçimini korumaya çalışıyordu. Değerli eşi her gün küçük bir kağıda evin ihtiyaçlarını yazıyor ve alması için Muhakkık beye veriyordu. Bu ihtiyaçları oldukça sade ve normal ihtiyaçlardı.
                Merhum Sadr, benim bu kağıdı kontrol etmemi ve o kağıtta fazla bir şeylerin istenmemesi hususunda dikkatli olmamı istemişti. Hatta bazen Şehit Sadr bizzat o kağıdı gözden geçiriyor ve bir çok defasında onun şöyle buyurduğunu işittim: “Ben, hatta misafirler için de olsa asla meyve almanıza razı değilim. Biz toplumdaki bütün herkesin meyve alabileceği bir zamana kadar sabretmeliyiz.”
                Hiç unutamadığım bir olay da şudur. O zaman da genç bir çocuk olan Şehit Sadr’ın oğlu Seyyid Cafer ile birlikte pazardaydık. Seyyid Cafer, pazarda satılan sarı ve güzel renkli muzu görünce ondan almamı istedi. Ben de kendi paramla ona bir kilo muz aldım. O bu muzdan yedi ve küçük kardeşine de verdi. Böylece tümünü bitirdiler. Ben olayın bittiğini sandım. Ama bir saat sonra Şehit Sadr, muz kabuklarını çöpte görünce beni kınadı ve oğlunu yanına çağırarak ona güzel sözlerle nasihat etti. Yaptığı nasihatlardan şu ifadeyi unutamıyorum: “Ey oğlum! Cennetin muzları bu muzdan daha temiz ve lezzetlidir.”
                Eğer züht içinde yaşamanın bu mazlum ailenin bir nişanesi ve hasleti olduğunu söylersem, hiç de abartmış olmam. Çünkü bunlar hayatta, adet ettikleri şeylerle iktifa eden ve başkalarına karşı övünmekten hoşlanmayan kimselerdi.
                Hatırımda olduğu kadarıyla Şehit Sadr ile birlikte Umre yapmak için Hicaz’a gitmiştik. Ailesi de bizimle beraberdi. Bütün bu müddet zarfında, etin tadını bile almamıştık. Çoğu zaman, ekmek, yumurta ve süt ile besleniyorduk. Bu konu hakkında kendisiyle şakalaşınca bana şöyle buyurdu: “Biz Umre için geldik, yemek için değil.”

                4- O şehadete ulaştığı zaman, bir tek arabası bile yoktu. İyilik sahibi kimselerden biri, kendi TOYOTA marka arabasını Şehit Sadr’a vermişti. Şehit Sadr onu alır almaz satılmasını istedi ve parasını dini talebelere dağıttığı aylık maaşlara ve yardımlara ekledi. Halbuki Şehit Sadr’ın o zamanlar arabaya çok ihtiyacı vardı. Bir taraftan cahillerin ahlakından ve işlerinden rahatsızdı ve bir taraftan da güvenlik durumu bunu gerektiriyordu. Biz her ne kadar arabayı satmamasını istediysek de o satmamızı emretti. Sonunda ömrünün son günlerine kadar bir yere gitmek istediğinde ya bir araba kiralıyor veya dostların arabasıyla iktifa ediyordu.

                5- Şehit Sadr, şehadete eriştiğinde ne bir evi ve ne de bir arsası vardı. Onun asla böyle bir şey düşündüğünü bile görmedim. Şehit Sadr sadece kendisine ve öğrencilerine mezar almıştı. Ben defalarca bazı şahısların şer’i haklardan değil, şahsi malından kendisine bir ev almasını teklif ettiklerine şahit oldum. Örneğin Basra ehlinden bir tacir Şehit Sadr’ı çok severdi. Şehit Sadr’ın evinin yanındaki bir evin satılık olduğunu duyunca bu evi almak istedi ve ona şöyle dedi: “Ben bunu kendi şahsi paramla almak istiyorum, şer’i haklarla değil.” Ama Şehit Sadr bu teklifi reddetti ve ona şöyle dedi: “Eğer bu evi alacak olsam dahi ben onu talebelerin oturması için vakfederim, asla kendim orada oturmam.” O şahıs da şöyle dedi: “Ben sizin için bir ev almak istiyorum.” Şehit Sadr ona şöyle buyurdu: “Ben, bütün talebeler kendilerine bir ev alıncaya kadar kendime bir ev almayacağım, ben ev alacak olan son kişiyim.”
                Büyük şahsiyetlerden olan Hacı Kazım Abdulhüseyin adında biri de bana şöyle anlattı: “Ben, Şehit Sadr için bir evi almayı teklif ettim. Ama o kabul etmedi, Irak’tan gitmesini ve istediği ülkede kendisine bir ev almamı teklif ettim, ama o Irak’tan gitmeyi ve her hangi bir ülkede kendisine bir ev almamı da kabul etmedi.”
                Şehit Sadr aşağıdaki mektubunda buna bizzat işaret etmektedir. Bu mektup, Şehit Sadr hakkında bir şeyler yazmak isteyen kimseler için çok önemlidir. Bu mektubun bir bölümünde şöyle yer almıştır:
                “Ben bu mektubu Sefer ayının yedinci günü İmam Hasan’ın (a.s) şehadet günü sizler için yazıyorum. İmam Mücteba, en zor şartlarda imamet ve sorumluluk dönemini geçirdi ve taktir gereği büyük bir mukavemet ve sebat içinde yaşadı. Oysa ceddinin dininin ve şeriatının Emevi tağutlarının elinde param parça olduğunu görüyor, ümmet arasındaki gerçek yerini biliyor ve onların komploları neticesinde İslam ve müslümanlardan ayrı düştüğünü çok iyi derk ediyordu. Adeta İmam Hasan’a (a.s) -annem ve babam ona feda olsun- hayatın daraldığını ve kendisinin hayattan bıkıp usandığını ve ölümü arzuladığını görür gibiyim. Evet Allah’ın veli kulları sürekli Allah yolunda şehadetin peşinde koştururlar. Onu bir türlü bulamazlar, ama sonunda şehadet onlara erişir. Muaviye’nin gönderdiği zehir ona şehadeti armağan etti. Sabırlı ve sebat gösterebilen bir insanı düşmanlarının yanından alıp Allah’ın yanına götüren zehir ne de tatlıdır! Azim ve yüce olan Allah’tan başka güç ve kudret yoktur.
                Seyyid Alauddin[1](Allah-u Teala onu korusun) sizin gösterdiğiniz ilgiyi ve değerli bir şahsiyet olan Hacı Kazım Abdulhüseyin ise ev almak hususunda birinin bana yedi bin Kuveyt dinarı vermek istediğini bildirdi. Ben size bu teveccühünüzden dolayı teşekkür ediyorum ve bu hayır sever başarılı şahsiyet için de Allah’tan iyilik sahiplerinin sevabını diliyorum. Allah başarılarını arttırsın, dünya ve ahiret hayrını kendisi için bir araya getirsin. Şüphesiz Allah duyan ve icabet edendir. Ama ben ev almak için, teklif edilen bu iyiliği kabul edemeyeceğim. Zira ben dini sorumluluklarımı eda edebilmeme yetecek kadar mali imkandan fazlasını istemiyorum. Bu iş için kiralık bir ev de yeter. Eğer çocuklarım benden sonra bir miras alamayacaklarsa, onlar da benim için hiç bir şey bırakmayan babama (dedesi Hz. Ali’ye) uysunlar. Hz. Şöyle buyurmuştu: “Ben Fedek’i ve Fedek dışındakilere ne yapayım, herkesin yeri mezardır.”
                Evet, biz bir fertten daha büyük, daha kalıcı ve varlığından daha geniş olması için merciiyeti şahsi haletinden teşkilatlı bir kurum haline dönüştürmek imkanlarına sahibiz. Merci olan kimsenin evi de mercilerin sırayla içinde yaşadığı sabit bir ev olmalıdır. O ev mercinin ölümünden sonra miras olarak kimseye intikal etmemeli, herhangi bir kimsenin istifade edeceği bir şey olmamalıdır. Bu gelecek nesiller için bırakılacak bir şeydir. Şehit Sadr, şehadete eriştiğinde Al-i Mamekani hanedanının evinde kalıyordu. Bu evi de kendisine Hz. Ayetullah Şeyh Muhiyiddin Mamekani (Allah onu korusun) vermişti. Evi iki bölümden oluşuyordu. Bir bölümü ailesinin oturduğu yer, bir bölümü de Al-i Mamekani ailesinin, aile mezarlığıydı. Şeyh Mamekani, güya Şehit Sadr’’ın “bu evi, bir miktar parayla kiraladım” dediği söylentisini haber aldı.. Oysa Şehit Sadr böyle bir şey dememişti. Bu yüzden Şehit Sadr, Şeyh Mamekani için kaleme aldığı bir mektubunda şöyle yazmıştır:
                “Son dönemde aldığım haber beni çok üzdü. Güya ben bu evi falan miktar parayla kiraladığımı söylemişim. Bu sözleriyle o temiz kalbi incittiler. O kalp ki dünya ayakları altında olduğu bir zamanda bile bir gün dahi olsun maneviyat, yüce duygular, ilim ve yücelik dışında hiç bir şeye değer vermemişti. Allah da biliyor ya sizlere nakledilen hiç bir şeyi ben söylemiş değilim. Aslında olay tam tersinedir. Çünkü benimle bu özel konuları konuşan kimseler yakınlarımdan başkası olamaz. Oysa ben özel kimselerle bu konuda çok konuştum ve sizin lütfünüz ve fedakarlığınız karşısında derin duygularımı defalarca dile getirerek şöyle dedim: “Bizim bu evde çok kalmamızın sebebi, bu evde sükunet etmeye olan ihtiyacımızdan değildir. Bu evin bereket ve maneviyatındandır. Bu evin toprağında yatan kimsenin değerini taktir etmek mümkün değildir.” Son olarak da kuzenim Seyyid Rıza ile yaptığım konuşmada sizin lütuflarınızdan bir bölümünü dile getirdim ve şöyle dedim: “Bu kardeşim, Şeyh Mamekani (Allah onu korusun) beni kiracı saymıyor. Bu diğer kardeşçe yaptığı ihsanlarının yanı sıra bana yaptığı bir ihsandır.”
                Şehit Sadr bu mektubu şehadetlerinden yaklaşık iki yıl önce, yani 1970 yılında yazdı. İşte Şehit Sadr, böylece ya kiracı idi, yada kendi malı olmayan, hayır sahibi birinin evinde oturuyordu. Allah-u Teala’nın hoşnutluğu ebedi yurtta onun üzerine olsun.

                6- Şehit Sadr’ın muhasara altına alındığı ilk ayda zalim devlet, Şehit Sadr’ın evine yiyecek girişini yasakladı ve ev halkını rahatça öldürmek için, elektrik, su ve telefonlarını kesti. Şehit Sadr çok zor şartlar altında yaşıyordu. Ben kütüphanede onunla birlikte oturmuştum. Açlığın etkileri yüzünden okunuyordu. Çehresi solmuş, tüm yüzünü hüzün kaplamıştı. Benimle konuştuğu bir anda önümüzden bir çocuğu geçti. Şehit Sadr çocuğu için çok üzüldü ve gözlerinden yaşlar dökülerek şöyle buyurdu: “Çok geçmeden bunlar da benim yüzümden açlıktan ölecekler.” Keşke düşmanlar sadece beni tutuklasalardı ve bunları serbest bıraksalardı.” Evinde olan tüm yiyecekler bitti ve biz de büyük bir sıkıntı içindeydik. Çektiğimiz sıkıntıları sadece Allah biliyordu. Sadece bir parça kurumuş ekmek vardı. Eşi o kurumuş ekmekten Irak’ta bilinen bir yemek yapmaya çalıştı. Şehit Sadr onu yemeye başladı ve şöyle buyurdu: “Bu ömrüm boyunca tattığım en lezzetli yemektir. Çünkü bu Allah yolundadır.”

                7- Herkesin Şehit Sadr’a bir ev almak için teklif sunduğu bir zamanda, o bütün teklifleri reddederek kendisi ve öğrencileri için mezar almaya çalışıyordu. O ömrünün son zamanlarında Hz. Ali’nin (a.s) mezarına yakın bir yerde, her türlü şüpheden uzak bir toprak parçası almak istiyor ve orayı mezarlık yapmayı arzuluyordu. Hüccet’ül İslam Seyyid Muhammed Hatip bu iş için bir yer aramaya koyuldu. Şehit Sadr öğrencileriyle bir yere gömülmeyi arzuluyordu. Defalarca bu mezarlığa kendisinin, erkek çocuklarının ve öğrencilerinin gömüleceğini dile getiriyordu. Bu iş için bir miktar para toplamıştı. Eğer Recep ve sonraki aylarda ortaya çıkan olaylar, muhasara ve tutuklama işleri ortaya çıkmasaydı bu işi pratiğe dökecekti. Bütün bunlar Şehit Sadr’ın zühdünü ve dünyadan yüz çevirişini göstermektedir. Şehit Sadr, maddi hayatın nimetlerin en küçüğünden bile uzak durmaya çalışıyordu. Şehit Sadr elbette bu haletiyle merciiyetin temizliğini, mukaddesatını korumak ve İslam’a hizmet etmek istiyordu.
                Şehit Sadr’ın İbadeti ve Allah’a Kamil Teveccühü

                Şehit Sadr’ın hayatındaki güzel yönlerden biri de ibadi boyutudur. Şehit Sadr’ın bu açıdan da niceliğe değil, niteliğe teveccüh ettiğini söylersek, hiç kimse garip bulmamalıdır. O farz ve önemli nafile ibadetlerle iktifa ediyordu.
                Şehit Sadr’ın ibadetini üstün kılan en önemli husus, Allah’tan başka her şeyden kopması, Allah’a tümüyle teveccüh etmesi, ihlas ve huşu içinde oluşuydu. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Namazında huşu içinde olan müminler kurtuluşa ermişlerdir”[2]
                Şehit Sadr, Allah’tan gayri her şeyden kopmadıkça ibadetle meşgul olmuyor, bu huzu ve huşusunu saklıyor, gizlice ibadet ediyor, en yakınları bile bu gerçekleri bilmiyordu. Şaşılacak bir şey de Şehit Sadr gibi bir insanın bütün sorunlara ve hayatın müşkülatlarına rağmen, her gün ömrü boyunca en azından günde üç defa, bu sorunlardan ve sıkıntılardan ayrılıp Allah’tan gayri her şeyden kopması ve kamil bir huşu içinde bulunmasıydı. Bu gerçekten de çok zor bir şeydir. Tarih boyunca çok nadir insanlar bu makama kadar yücelebilmişlerdir.
                Ben de Şehit Sadr’ın bu haletinden habersizdim. Ortaya çıkan bir takım olaylar, dikkatimi çekti ve Şehit Sadr’ın bu boyutunu merak etmeme sebep oldu. Olayı biraz araştırınca da bu gerçekle karşı karşıya kaldım.
                Şehit Sadr, bir çok defasında musallada oturuyor ve ben de arkasında duruyordum. Bazen namaz vakti olduğu, hatta yarım saat geçtiği halde, Şehit Sadr öylece oturuyor, başını önüne eğiyor ve sürekli düşünüyordu. Ardından ayağa kalkıyor ve namaz kılıyordu. İşte bütün bu ilginç şeyler sebebiyle Şehit Sadr’a bu haletin sebebini sordum. O bana şöyle buyurdu: “Ben çocukluk çağımda Allah’a yemin ettim ki kalp huzuru ve tam bir teveccühüm olmadıkça namaz kılmayacağım. Neticede bazen zihnimdeki diğer fikirlerden uzaklaşmak için beklemek zorundayım. Sefa ve Allah’tan gayrisinden kopma haleti ortaya çıktığı zaman namaz kılmaya kalkıyorum.”
                Elbette bu haleti onun namazına özgü bir durum değildi. Şehit Sadr, diğer ibadetlerinde de böyleydi. Gözaltı ve muhasara altında bulunduğu yıllarda da, Ramazan geceleri ve gündüzleri, Kur’an’ı büyük bir hüzünle, gözyaşlarıyla okuyordu. İnsan onun sesini duyunca, huşu içine dalıyor, adeta ruhu göklere yükseliyordu. Şehit Sadr çok ilginç bir ruh haleti içindeydi. Kur’an okurken her şeyden kopuyor, Kur’an’ın manalarında adeta eriyordu. Kalem bu maneviyat dolu ilginç sahneleri ifade edebilmekten acizdir. Sürekli hafızamda kalan bu konuyla ilgili ilginç sahnelerden biri de İran İslam devriminden önce yaptığımız Umre yolculuğumuzda gerçekleşmişti. Şehit Sadr Mescid’ul-Haram’a gitti, öğle ve ikindi namazını kıldı, sonra öğle yemeğini yemek için otele geri döndü. Ardından yeniden saat iki buçuk civarlarında Mescid’ul-Haram’a gitti. Sıcaklık dolayısıyla bu saatlerde, kalabalık azdı. Mescid’ul-Haram’ın yerleri de şu an mevcut mermerlerden başka normal mermerlerden döşenmişti ve sıcaklıktan dolayı hiç kimse, bu zamanda tavaf edemiyordu.
                Bu saatlerde Şehit Sadr, yalın ayak Mescid’ul-Haram’a gidiyor, ben de tavaf için onunla birlikte bulunuyordum. Ama Allah’a yemin olsun ki hatta bir defa bile tavafımı tamamlayamadım. Tavafımı yarıda kesip gölgeye kaçtım ve sıcaktan ayaklarımın altının şiştiği zannettim. O saatte sadece ayakkabılarla tavaf ediyordum. Şehit Sadr’ın bu haletine şaşırmıştım. O tavaf ediyor ve namaz kılıyordu. Adeta normal bir hava içinde tavafta bulunuyordu. Bir gün Mescid’ul-Haram’dan döndükten sonra onun bu ilginç tahammül gücünü sorunca bana şöyle buyurdu: “Mescid’ul-Haram’da olduğum müddetçe, sıcaklık nedir bilmiyorum, otele döndükten sonra ayaklarımda bir acı hissediyorum.”
                İşte bu halet, Allah’tan tümüyle kopma dışında başka bir şeyle hasıl olamaz. Çünkü o normal şartlarda, sıcaklıktan dolayı acı çekiyordu.
                Yine Medine’de Şehit Sadr ile birlikte İmamların (a.s) kabrini ziyaret etmek için Baki mezarlığına gittik. Şehit Sadr Baki mezarlığında vardığımızda yalın ayak, büyük bir huşu ve huzu içinde içeri girdi. Tahir ecdadına yakınlaştı. Ziyaret etmeye başladı. Adeta imamları kendi karşısında hazır hissediyordu, onları görüyor ve onlar da kendisini görüyor gibiydi. Gözlerinden aralıksız yaşlar dökülüyordu. Ehl-i Beyt’in (a.s) velayeti ve muhabbeti sebebiyle eşsiz bir sahnede başka bir aleme uçmuş gibiydi.[3]
                Şehit Sadr’ın (kuddise sırruhu) Bazı Kerametleri

                a- Şehit Sadr’ın nefsani sefasının çok güzel etkileri vardı ve bu Allah’tan gayri her şeyden kopma haleti bazı kerametlerinin ortaya çıkmasına sebep oluyordu. Bu kerametlerden bazısı şunlardı: Şehit Sadr, ziyarette bulunmak için İmam Ali’nin (a.s) haremine vardı. Şehit Sadr’ın önünde Harem-i Şerif’in hizmetçilerinden biri durmuştu. Şehit Sadr’dan haberi yoktu. Şehit Sadr ziyarete başladı ve şöyle dedi: “Esselam-u Aleyke Ya Emir’ul Müminin” (Selam olsun sana ey Müminlerin Emiri!) Haremin hizmetçisi aniden onu gördü ve şöyle dedi: “Efendim, giriniz! Allah’a yemin olsun ki İmam’dan “Oğlum gir!” diye buyurduğunu işittim. Oysa ben sizin burada olduğunuzu bilmiyordum.”

                b- Kerene ahalisinden biri Basra’da Ehl-i Beyt’in sevgi ve velayetinin taraftarı olmakla tanınıyordu. Herkes onun doğru söylediğine tanıklık ederdi. Bu şahıs bizzat Şehit Sadr’a bir kerametini naklederek şöyle demişti: “Karnım tarafından bir rahatsızlık içindeydim. Bağdat’taki Medinet’ut Tıp hastanesinde doktorlar beni muayene etti ve benim ameliyat olmam gerektiğini söylediler. Ben korktum ve mübarek kubbesini Medinet’ut Tıp hastanesinden gördüğüm İmam Musa b. Cafer’e (a.s) tevessül ettim ve bu hastalıktan kurtulmam için kendisinden yardım istedim. O gece, rüyamda İmam Musa b. Cafer’i (a.s) gördüm ve ona hastalığımın şifası için tevessül ettim. İmam bana şöyle buyurdu: “Muhammed Bakır Sadr’ın yanına git, o seni tedavi edecektir.” Ben başka bir yere gittim. Orada sizi gördüm. İmam’ın emrini size aktardım, siz de benim karnımı yardınız, içinden bir ur veya taş (şüphe benden kaynaklanmıştır) çıkardınız, sonra oraya elinizi sürerek “Artık hastalığından şifa buldunuz.” Diye buyurdunuz. Ben de uykudan uyandım. Artık hiç bir hastalığım kalmamıştı. Doktorlar bu olayın karşısında şaşkınlığa düştüler.” Bu şahıs gördüğü rüyadan önce doktorların çektiği filimleri ve kendi sözünü ispatlayan tahlillerini de beraberinde getirmişti.”

                c- Bana göre Şehit Sadr’ın en önemli kerameti bizzat kendi gördüğüm olaydı. Aklın bir sonuca ulaşmasının çok zor olduğu ağır şartlarda Şehit Sadr’ın tereddüde kapılmadan, doğru ve uygun yolu bulduğunu defalarca gördüm. O bana şöyle diyordu: “Böylesi durumlarda benim için bir aydınlık ve açıklık haleti ortaya çıkmaktadır.”
                Elbette emanetdarlık bana bu hatıraları daha detaylı ve dikkatli anlatmama izin vermiyor. Çünkü bu başkalarının benim nezdimdeki emanetleridir. Ama bizzat kendi gördüğüm şeyi kısaca anlatmakta bir mahzur görmüyorum.
                Şehit Sadr (kuddise sırruhu) çok önemli işlerinde meşveret ederdi, güvendiği görüş sahiplerini çağırır, çok önemli olayları onlarla masaya yatırırdı. Çoğunluğun görüşüne kendi inançlarına aykırı olsa dahi muhalefet etmezdi. Hatırladığım kadarıyla yaklaşık olarak, mübarek ömrünün son yıllarında güvendiği kimseleri çağırdı ve bir araya toplandılar. Daha sonra adını da zikrettiği mercilerden birini teyit ettiğini büyük bir içtenlikle ilan etti. O dönemde o mercinin teyidi hususunda açık deliller yoktu. Bu yüzden orada bulunanların çoğu bu düşünce karşısında olumsuz tavır takındılar. Ben başka bir zaman ona bu olayın sebebini sordum. Bana şöyle buyurdu: “Ben, takındığım tavrın doğruluğunu, seni görür gibi görüyorum. Olay, benim için güneş gibi apaçık ortadadır. İşte bu halet beni o mercinin teyit etmeye davet etti.”
                Günler geçti ve Allah bu mercinin yıldızının İslam’ın gökyüzünde parlamasını irade etti. O zaman Şehit Sadr bana şöyle buyurdu: “Görüşümün doğruluğuna şimdi yakin ettin mi?”

                --------------------------------------------------------------------------------

                [1]Maksat, Basra alimlerinden olan Merhum Ayetullah Mir Muhammed Kazvini’nin (kuddise sırruhu) oğlu olan Allame Seyyid Ala’ud-Din’dir.

                [2]Müminun suresi, 1 ve 2. ayetler

                [3]Bu yolculukta Irak devleti, kadın ve erkek bir çok ajanlarını da Şehit Sadr’ı kontrol etmek için seferber etmişti. Bunlar Bağdat havaalanında bizimle hareket ettiler. Uçakta ve her yerde bizimle birlikte idiler. Onları tanımak için fazla bir çaba göstermeye gerek yoktu. Onlar işleriyle ve sorularıyla ilk günden itibaren kendi kimliklerini ortaya koymuşlardı. O zaman Irak devleti çok endişe taşı yordu. Çünkü Şehit Sadr’ın Hicaz’dan Lübnan’a gideceğini sanıyordu. Bunun sebebi ise Otel müdiriyetine emanet olarak bıraktığımız pasaportlarımızı bankada bir miktar para bozdurmak içni geri almamızdı. Onlar bu işin Hicaz’dan Lübnan’a kaçılımızın ön hazırlığı olduğunu sanmışlardı. Sonra Bağdat’la görüştüler, ardından Feluce halkından olan zalim ve vahşi bir cinayetkar diye bilinen Feysel adında beşinci şube müdürlüğü yardımcısı oraya geldi ve bizzat Şehit Sadr Bağdat havaalanına gelinceye kadar onu kontrol etti.
                Tevekkülle elde edilen sırlar; bir tek yakîn haddini bilenlere mahsustur.

                Hakikî Şialarımız da yakîn sınırını koruyanlardır, ki onlardan «Allah'ın varlığı sayesinde hiçbir şeyden korkmamaları»nı bekleriz!


                İmam Cafer-i Sadık (a.s)

                Yorum


                  #9
                  Ynt: Sadr ailesi hakkinda bilgi

                  Şehid-i Kamiş Seyyid Sadr'ın Eşsiz Ahlakı ve Yüce Kişiliği



                  Şehit Sadr ahlaki metot ve dini ve toplumsal davranışlar yönünden seçkin bir ekolü vardı. Ben sevinç ve zorluklarda kendisiyle yaşadığım ve kendisi hakkında detaylı bir bilgiye sahip olduğum için bu husustaki görüşüm müşahhas örneklere dayalıdır. Gerçekte bu yakın izlenimlerim bende bu akli ve kalbi kabullenişi meydana getirmiştir. Şehit Sadr'ın sahip olduğu bu ahlakı ekol onu kalplerde ve vicdanlarda canlı tutuyor ve aradan geçen uzun zamana rağmen hafızalardan silinmesine imkan vermiyor.
                  Bazıları bunun körü körüne ve taraflı bir eğilim olduğunu düşünebilir. Ama elimizde olan belgeler (şehit Sadr’ın kendi eliyle yazdığı mektuplar) bu şekki ortadan kaldırmakta ve inanıp kabullendiğimiz bakış açısını sabit kılmaktadır.
                  Bazıları Şehit Sadr’ın duygusal olmasını bir ayıp olarak telakki ediyorlardı ve hatta bazen şöyle deniliyordu: “Duygusal bir insan önder veya merci olabilir mi? Zira önderlik ve merciiyet katı ve güçlü olan kimselere layık bir makamdır. Dolayısıyla da duygusal olan, ona buna acıyan ve göz yaşı döken kimseler bu işe layık değildir.”
                  Bu grup -Allah onları affetsin- bu miktarla da yetinmiyor, hatta bu özelliği Şehit Sadr’ı kötülemek için bir bahane kılarak onu ilmi havzalar ve toplum nezdinde gözden düşürmek için çalışıyorlardı. Ama biz bu gruba hüsn-ü zanda bulunacak olsak bile en azından şöyle demek zorundayız: “Onlar gerçek bir önderde kamil bir şekilde olması gereken üstün kabiliyet ve yeteneklerin insani his ve duyguların neler olması gerektiğini bilmiyorlardı. Bu kimseler Peygamber’in (s.a.a) ve İmamların (a.s) müminlere, Müslümanlara, hatta Müslüman olmayanlara karşı davranışlarının niteliği hakkındaki siretini anlamıyor, veya bu konuda gaflet içinde bulunuyorlar. Onlar, İmamların duygu ve muhabbetle dolu davranış ve ahlakı ile ilgili hadis ve rivayetleri de idrak edememişlerdir. Oysa biz, Ali-i Ekber (a.s) öldürülünce, İmam Hüseyin’in (a.s) gücü zayıfladığını, onu yerinden kaldıramadığını ve ashabına, “onu siz kaldırın, çadırlara taşıyın” dediğini okuyunca ağlıyoruz. İmam Hüseyin’in (a.s) kardeşi Abbas hakkındaki sözleri de aynı şekilde bizleri etkilemektedir. Peygamber (s.a.a) de oğlu İbrahim için üzülüp merhametten ağlayınca, bazıları bunu kınadılar, ama Peygamber onlara şöyle buyurdu: “Kalp hüzünlenmekte, ve gözden yaş dökülmektedir. ama ben Allah’ı gazaplandıracak bir söz söylemeyeceğim.” O halde, Ahlak ve davranışlarında Allah’ın bize uymasını emrettiği birine, (Peygamber’e) uyan kimseyi nasıl kınayabiliriz?

                  Ayrıca merci olan bir kimsenin insanlara katı kalpli olmasının ve hiç bir duygu, derk ve merhamet hissine sahip olmaksızın onlarla yaşamasının ne gereği vardır?
                  Evet, kınanmış olan duygu, Allah’ı gazaplandıracak bir şekilde insanın inançlarına ve dini tutumlarına hakim olan duygudur. “Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir millettin, babaları veya oğulları veya kardeşleri ya da akrabaları olsa bile Allah’a ve peygamberine karşı gelenlere, sevgi beslediklerini görmezsin. İşte Allah, imanı bunların kalplerine yazmış, katından bir nur ile onları desteklemiştir.” [1]Ama Allah için olan, dini mukaddes hedeflere hizmet eden ideal duygular bir rehberde bulunması gerekli olan güzel hasletlerdir. “Allah’ın rahmetinden dolayı, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi.” [2]

                  Şehit Sadr, bu tür eleştirileri duyduğunda rahatsız oluyordu. Bizzat ben Şehit Sadr’ın şöyle buyurduğunu işittim: “Bunlar benden ne istiyorlar, insanlara karşı sert davranmamı ve zulmetmemi mi bekliyorlar! Onlar halka sevgi göstermemem gerektiğine inanıyorlar. Bir baba, içinde merhamet olmayan bir kalple çocuğunu nasıl terbiye edebilir? İslam bayrağını yükselten ve Kur’an’ın azametini savunan kimseler, bu halk değil midir? Eğer biz mal ve servetle insanları elde edemiyorsak, neden onları ahlak, kalbi sevgi ve duygularımızdan mahrum kılalım.
                  Şehit Sadr’a Göre Duygunun Hakikati

                  Bu konuda aşağıdaki nüktelere işaret etmeyi gerekli görüyorum. Zira bu nükteler, şehit Sadr’ın (kuddise sırruhu) duygularının gerçeğini aydınlatmaktadır.

                  a-Şehit Sadr’ın duyguları kelimenin tam anlamıyla gerçek ve doğruydu. Şehit Sadr, gösteriş ve yapmacık hareketlerden uzak biriydi. Eğer birisi için rahatsız olsaydı, bu rahatsızlığı vücudunun derinliklerinden kaynaklanıyordu. Eğer birini sevseydi, bütün bir kalbi ve ruhuyla severdi. Şehit Sadr ile yaşayan herkes, bu gerçeği davranışlarından, tutumlarından hatta yüzünden ve bakışlarından kolayca anlayabilirdi.

                  b-Şehit Sadr’ın bu duygusu Allah için, Allah’ın rızasını elde etme yolunda ve Allah’a yakınlaşma gayesini taşıyordu. İnsanın sadece fıtratı üzere yaptığı fıtri bir haletten ibaret bir şey değildi. Şehit Sadr bu hissi kendi içinde geliştirmiş ve bir anlamda belli yönde eğitmişti. Onu görenler bu halin onda fıtri bir duygu olduğunu sanıyordu. Oysa Şehit Sadr bu hali kendi içinde yetiştirdikten ve yerleştirdikten sonra büyük hedeflerin ve yüce değerlerin hizmetine sunmuştu ve İslam’ın maslahatları gerektiği ölçüde de yürürlüğe koyuyordu.

                  Bu konuda bir çok kanıtlarım da vardır. Şehit Sadr bazı yakınları ve sevdiği kimseler hususunda hiç de duygusal değildi. Hatta mübah bir iş hususunda bile kendisi ve merciiyet için çizdiği çizgi ile uyumsuzluk arz eden bir durum gördüğünde asla duygusal davranmıyordu. Başkaları hakkında konuşmak doğru olmadığından bu konuda kendimle ilgili bir örnek vereyim. Bir gün kendisi için bir klima almak istedim, çünkü büyük takva sahibi annesi nefes borusundan rahatsızlanmış ve doktoru Ziya Abidi bana annesinin halinin günden güne kötüleştiğini ve bu yüzden odasındaki suyla çalışan klimanın, gazla çalışan klimaya dönüştürülmesi gerektiğini söylemişti. Ertesi gün ben pazara gidip gazla çalışan klimanın fiyatını araştırdım. Ardından almak için Şehit Sadr’dan izin alacaktım. Şehit Sadr’ı doktorun sözlerinden ve annesinin tedavisinin gazla çalışan bir klima almaya bağlı olduğundan haberdar kılmamıştım. Ama ona gazla çalışan bir klimanın fiyatını öğrenmek için pazara gittiğimi söyledim. Burada hiç beklemediğim bir tutumla karşılaştım. Şehit Sadr sinirlendi ve bana bakışları değişti. Eğer öz evladı olsaydım, beni dövebileceğini bile tahmin ediyordum. Şehit Sadr bu esnada bana büyük bir üzüntü içinde şöyle dedi: “Senin duyguların ölmüş müdür? İnsanlar arasında, elinde sıradan bir yelpaze dahi olmayan kimseler varken, ben nasıl serin havadan istifade edebilirim? Benim bu mercilik için sade bir yaşamı, sadece zaruri olan şeylerle yetinmeyi ve zaruret miktarınca istifade etmeyi istediğimi bilmiyor musun?”
                  Allah’a yemin olsun ki bu durum karşısında kendimden geçmiştim. Şehit Sadr büyük bir öfkeye kapılmıştı. Adeta kalbinde hiç bir duygu ve muhabbet mevcut değildi. Ona şöyle dedim. “Ben tek başıma pazara gittim ve hiç kimse bundan haberdar olmadı.” O şöyle buyurdu: “İnsanlar senin benimle olduğunu biliyor ve senin işlerini benim hesabıma kaydediyorlar.” Ben ona şöyle dedim: “Bunu doktor tavsiye etti, siz bunu ona sorabilirsiniz.” Daha sonra olayı detaylıca anlatarak kendisine doktorun sözlerini anlattım. Bu sözler karşısında Şehit Sadr (kuddise sırruhu) doğal haline geri döndü, benim gönlümü almaya başladı ve şöyle buyurdu: “Ey oğulcağızım! Ben bu mevcut zulümle içiçe olan durumu söz ve davranışlarımla değiştirmek istiyorum, senin de bu gerçeği gelecekteki tüm işlerinde unutmaman gerekir.”
                  Yine hatırladığım kadarıyla, 1974 yılında zalim Baas partisi müminleri ve talebeleri kapsamlı bir şekilde tutuklamaya başlamıştı. Bu saldırılar beş kişinin asılmasına ve bir çok insanın müebbed hapse mahkum olmasına sebep olmuştu. Şehit Sadr yakalanan kimselerin büyük bir baskı gördüğünü, yemekten mahrum kılındıklarını ve bir çok işkencelere maruz kaldığını duyunca bundan çok rahatsız oldu ve müminlere bu zorluklarda yardımcı olmanın yollarını aradı. Onlara sabır ve direniş hususunda yardım etmek istiyordu. İşte bu günlerin birinde beni kütüphanesine çağırdı ve bana şöyle buyurdu: “Müminlerin işkenceye tabi tutulduğunu ve açlıktan kıvrandığını duydum.” Şehit Sadr her ne pahasına olursa olsun onlara yardım ulaştırmak hususunda konuştu ve ben bu sözlerinden Şehit Sadr’ın bu görevi benim üstlenmemi istediğini anladım. Ona şöyle dedim: “Allah dilerse, ben hazırım” Şehit Sadr kalktı, dört yüz dinar kadar bir para getirdi ve şöyle buyurdu: “Bu miktarı onlar arasında bölüştür, veya zindanda kendileri için yiyecek bir şeyler al. Ama hükümet bu paranın kimin tarafından gönderildiğini bilmesin.” Aynı gün ben, Şehit Sadr’ın emrini yerine getirmek için Necef’in büyük pazarına gittim ve orada bir grup talebe ile yakalandım. Beni de Bağdat’a götüreceklerini sandım, ama öyle olmadı. Zira istihbarat teşkilatının zindanı, tutuklularla doluydu. Yaklaşık bir aylık bir araştırmadan sonra hepimiz kefaletle serbest bırakıldık. Ben Necef istihbarat biriminin zindanlarından serbest bırakılan en son kişi idim.[3]
                  Ama Bağdat’ta hükümet o beş kişiyi idam etmeyi ve diğer bir grubu ise müabbed hapise mahkum etmeyi kararlaştırmıştı. Hükümet bu darbe ile Irak’ta İslami hareketin ortadan kalkacağını veya uzun bir müddet işlemez hale getireceğini düşünüyordu. Bu yüzden tavrını değiştirmiş ve dilde olsa İslami Davet Partisine bağlı olduğunu itiraf eden herkesi serbest bırakacaklarını kararlaştırmışlardı. Tutuklananlardan büyük bir bölümü bu aldatmanın etkisinde kalarak itirafta bulunmuş ve serbest bırakılmışlardı. Bu olaydan haberdar olan Şehit Sadr çok rahatsız oldu ama ne yapabilirdi. Şehit Sadr işte bu ortamda benim de aynı delille serbest bırakıldığımı sanıyordu. Benim eve ulaştığımı haber aldı ve ben, babanın oğlunu karşıladığı gibi beni karşılamasını bekliyordum. Zira onun değerli bir yaratılışa, kalp sefasına ve ruh temizliğine sahip olduğunu biliyordum. Ama beklediğim şeyler gerçekleşmedi. O büyük bir rahatsızlık içinde yanıma gelerek şöyle buyurdu: “Eğer sen de itiraf ettiysen, artık bugünden sonra evime gelme ve merciiyet makamını tehlikeye atma.”
                  Gerçekte bu beklenmedik bir durumdu ve ben böyle bir durumu beklemiyordum. Bu davranış beni alt üst etti. Bu darbenin ağırlığından neredeyse yere düşecektim. Zira ben Bağdat istihbarat biriminde nelerin olduğunu ve itiraflar ile ilgili hikayeden haberdar değildim. Ben Şehit Sadr’a orada benimle bulunan çoğu kimsenin itirafçı olmadığını ifade ettim. Allah yolunda her türlü işkenceye katlandığımızı bildirdim ve durumu kendisine tümüyle açıkladım. Bu esnada bütün bir içtenlikle gülümsedi ve yüzünde sevinç dalgaları belirerek şöyle buyurdu: “Evladım! Senin itirafçı olmanla, başkalarının olması arasında büyük bir fark vardır. Hükümet senin benimle olan ilişkini biliyor, dolayısıyla senin itirafın benim hesabıma yazılırdı. Hepimizin merciilik makamını korumamız ve onu tehlikeye atmamamız gerekiyor.”
                  Şehit Sadr mercilik makamını, hükümetin isnat etmeye çalıştığı ve yok etmek için ortam hazırladığı çerçeveden uzak tutmaya çalışıyordu.
                  Gözaltına alınış döneminde cinayetkar istihbarat biriminin başkanı Ebu Sa’d bir takım itirafları Şehit Sadr’a göstermiş ve şöyle demişti: “Bütün bunlar evinizin “Dava partisi” yuvası haline geldiği göstermektedir. Dostlarınızdan bazısı bu partiye üyedir ve bu deliller tek başına senin asılman için yeterlidir.” Şehit Sadr bedenimdeki işkence izlerini gördüğü halde, büyük bir şiddet ve kızgınlıkla beni karşılamıştı ve ben onun duygularına ne olduğunu sorguluyordum. Dolayısıyla Şehit Sadr’ın bütün rahatsızlığı İslam’ın maslahatı ve Allah’ın rızası içindi.

                  3-Şehit Sadr bütün insanlara karşı sevgi ve duygu üzere davranıyordu. Şehit Sadr sadece ailesine, akrabalarına, talebelere ve yakınlarına değil, bu ümmetin tüm evlatlarına karşı duygu ve merhamet doluydu.

                  Allah nezdinde şehadette bulunuyorum ki Şehit Sadr’ın azamet ve büyüklüğü karşısında insan büyük bir şaşkınlık ve hayret içinde kalıyordu. İnsan Şehit Sadr’ın kendisini nasıl da böyle terbiye ettiğini, öz evladıyla, İslami evladını aynı şekilde nasıl sevebildiğini, hatta İslami evladını, öz evladından nasıl da öne geçirdiğini sormaktan alıkoyamıyordu. Zira o İslami evladının İslam için daha faydalı olduğunu, İslam yolunda çalıştığını ve dini sahadaki çabasının konumunu açık bir şekilde gördüğü zaman, İslami evladını, öz evladından öne geçiriyordu. Şehit Sadr’ın bu ilginç lütuflardan birini 1974 yılında beş kişi hakkında verilen idam hükmü esnasında gördüm. Zira Şehit Sadr oldukça etkilendi, büyük bir hüzne kapıldı, kalbi gam ve üzüntüyle doldu. O bir türlü yerinde duramıyordu. Adeta en sevimli çocuğunu kaybetmiş ve kolları tutmaz olmuştu. 5 kişinin şehit edilmesinin hemen akabinde öğleden sonra saat 3 civarında Şehit Sadr’ın huzuruna vardım. Ağladığını ve gözlerinden yaşlar döküldüğünü gördüm. En yakın evladını kaybetmiş gibiydi. Ona şöyle dedim: “Ey efendim! Eğer sen böyle yaparsan, ben ve benim gibiler ne yapsın?!” Şehit Sadr göz yaşlarını silerek bana şöyle buyurdu: “Allah’a yemin olsun ki eğer Baasçılar benim beş çocuğumun idamı ile, bu grubun idamı arasında özgür bırakacak olsaydı, ben çocuklarımın idamını seçerdim ve onları kurbanlık verirdim. Çünkü İslam’ın benim çocuklarıma değil, onlara ihtiyacı vardır.”

                  Allah’a yemin olsun ki o doğru söylüyordu. Ben hapiste ve tutuklu olduğum zamanlarda, ailesini ve çocuklarının mutluluğunu, İslam için feda ettiğini gözlerimle gördüm. Evdeki her şey onları zindandan kurtarmak için çalışmaya itiyordu. Annesi hastalanıp yatağa düştüğü ve şiddetli hastalığından dolayı inlediği bir halde genç çocuklarının yüzünde, gözaltına alınış ve zindan döneminin açlık etkileri göze çarpıyordu. Zor ve korku dolu ortam çocuklarının yüzündeki tebessüm ve sevinci yok etmişti. Gözaltına alınış dönemi oldukça uzamıştı. Ama buna rağmen Şehit Sadr serbest bırakılmak için hükümetin ortaya koyduğu en küçük şartı bile kabul etmekten imtina ediyordu. İslam ve merciiyetin maslahatını, kendi şahsi menfaatinden öne geçiriyordu.
                  Şüphesiz Şehit Sadr (kuddise sırruhu) bu beş kişinin Irak İslami hareketindeki yerini, önemli görevini ve hayatta kaldıkları taktirde İslam’a yapacakları büyük hizmeti biliyordu. Şehit Şeyh Arif Basri’nin Şehit Sadr ile olan ilişkisinin çok zayıf olduğunu söylersem, belki de bazıları inanmayacaktır. Ne Onu Şehit Sadr’ın vekillerinden ve mensuplarından biri biliyorlardı ancak onun Şehit Sadr ile olduğum bütün bir müddet boyunca, bir defa dahi onunla görüştüğünü görmedim. Ama buna rağmen Şehit Sadr’ın insanlara karşı sergilediği saygınlık ve verdiği değer, duygusal ve nefsani tutumlar olan şahsi ölçülerden ve ferdi itibarlardan çok yüksek ve yüce idi.
                  Şehit Sadr Şeyh Arif için ağlıyordu. Ama onunla olan şahsi ilişkisi sebebiyle değil, İslam ile olan ilişkisi ve dine hizmet için mücadeledeki konumunu bildiği sebebiyle ağlıyordu.
                  Ben gözaltına alınış döneminde, idam edilen müminleri Şehit Sadr’a haber veriyordum. Şehit Sadr onları tanımadığı halde üzüntüden ağlıyor ve şöyle diyordu: “Ey mutlu insanlar! Babam ve annem sizlere feda olsun! Allah İslam ve babalarımız sebebiyle sizlere hayırlı mükafatlar versin. Allah'ın huzuruna çıkmada benden öne geçtiniz, sizlere ne mutlu!
                  Şehit Ayetullah Seyyid Kasım Şubber, Muberka Bey ve onlarca mümin ve alim insanın idam edildiğini duyduğunda elleriyle sakalından tutuyor, başını gök yüzüne kaldırıyor ve şöyle buyuruyordu: “Ey Allah’ım! Temiz ecdadımın hakkı için beni de onlara kat. Cennette beni ve onları bir araya topla.”
                  Göz altında tutulduğu dönemde de kendisiyle kaçma ve zalimlerin elinden kurtulma imkanlarını konuştuğumda o şehadet hususunda kararlı olduğunu ve bunun sebeplerini beyan ederek şöyle demişti: “Hükümet gözaltında tutma hükmünü kaldırsa bile ben evimde kalacağım. İnsanların ölümlerine neden olsa dahi bu zalim ve kafir baas rejimine karşı koymaya davet ettiğim halde başkalarından önce şehadete koşmamam doğru değildir. Kaldı ki bir sürü gençler ile merhum Kasım Şubber gibi 90 yaşını geçmiş yaşlıların şehadete koştuğu bir dönemde benim oturmam doğru değildir."
                  Çekicilik

                  Bizim Şehit Sadr ile olan ilişkimiz, salt duygusal bir ilişki değildi. Maslahata dayalı bir ilişki de değildi, zira Şehit Sadr’ın şahsiyeti insanı kendisine çekiyordu. Bu çekiciliği başkalarında görmüş değiliz. Kendi tecrübelerim ve Şehit Sadr ile yaşayan diğer insanların tecrübeleri de göstermektedir ki, insan Şehit Sadr ile irtibat kurduğunda kendisine duyduğu ilgi ve alakası daha da bir artıyordu. İnsan onunla her ne kadar daha çok yaşarsa, kendisine olan ilgi ve alakası daha da bir o kadar güçleniyordu. Zira insan şehit Sadr’da güzel sıfatlar, ahlaki yücelikler ve batıni temizlikleri açıkça görüyordu.
                  Şehit Sadr bir çok sıfat ve özelliklere sahipti. Çekiciliği de bunu çok kapsamlı ve umumi kılmıştı. Bir grup insan yenilikçiliği ve ilmi derinliği sebebiyle ona cezboluyor, diğer bir grup ise ona derin tartışmaları, metodolojisi ve eşsiz dikkati sebebiyle bağlanıyordu. Diğer bir grub ise Muhammedi ahlakı, tevazusu ve Ali gibi alçak gönüllüğü sebebiyle kendisine aşık olmuştu.

                  Elbette burada bu bağlanma ve cezbolmanın zamanını da bilmeliyiz. Zira bu vesileyle bu bağ ve ilginin değerini de anlamış oluruz. Bu ilgi ve alakanın saf duygusal bir şey mi olduğunu, yoksa bir çok değerlere mi bağlı olduğunu kolayca anlayabiliriz. Şehit Sadr Irak tarihinde en karanlık, en zor şartlarda şahadete erdi. Sosyalist Baas partisi, ahlak, şahsiyet ve medeniyet açısından geri kalmış önderleri ile bütün bir Irak’a hakim olmuştu. Her türlü kültür ve ilme karşı büyük bir dehşet, korku, taş kalplilik ve baskıyla karşılık veriyorlardı. Bu parti Irak’ta tüm değerlerin yok olmasını ve bu ülke evlatlarının adet edindiği temizlik, muhabbet, sadakat ve yüceliğin ortadan kalkmasını istiyorlardı. Bu yüzden her gün bir yere saldırıyor ve haçlı baltalarıyla bu değerleri rezil rüsva sloganlarla çökertmeye çalışıyorlardı. Bir çok zindanlar yaptılar, en kötü işkence araçlarını ithal ettiler, sahip oldukları korku terör ve işkence aletlerini arttırdılar, bu araç ve işkencelerle Iraklı insanların ağızını kapadılar veya canını aldılar. Onlar bütün Iraklılara karşı böyle davranıyordu. Onlar sadece kendileri gibi kötü ahlaklı ve kötü yaratılışlı kimselere karışmıyorlardı. Necef şehri sahip olduğu mesaj nedeniyle ve Şehit Sadr da bu düşüncenin temsilcisi olduğu hasebiyle çok büyük işkenceye maruz kalmıştı. Şehit Sadr’a karşı büyük bir kin içindelerdi. Şehit Sadr’a bir darbe indirmek için büyük bir sabırsızlık içinde kıvranıyorlardı. Emniyet güçleri, istihbarat birlikleri ve Baas partisi elemanları dört gözle Şehit Sadr’ı kolluyordu, gece gündüz adeta nefeslerini sayıyorlardı. Gören insanlar, iman, fikir ve marifetten başka hiç bir silahı olmayan bu insanı takip etmekten başka hükümetin bir işi olmadığını sanıyordu. İşte bu yüzden herkes Şehit Sadr ile irtibata geçmenin idam, hapis veya sürgün anlamına geldiğini çok iyi biliyordu. Bu dönemde Şehit Sadr’ın öğrencilerinden biri olan Şeyyid İmad şehit edildi. Aynı zamanda şehit Sadr’ın öğrencisi olan Kepançi de şehit edildi. Kepançi de şehit Sadr’ın seçkin öğrencilerinden biriydi. Bir çok öğrenciler, alimler ve müminler Şehit Sadr ile ilişkisi olduğu hasebiyle yakalanıp zindana atıldılar. Sonunda sıra Şehit Sadr’a geldi. Şehit Sadr Necef tarihinde defalarca yakalanıp hapise atılan, abluka altına alınan, içeriye atılan ve öldürülen tek merciidir. Şehit Sadr ile merciiyet döneminde özellikle de mübarek ömrünün son yıllarında kurulan ilişkilerin hiç birisi refah mutluluk ve güvenlik için değildi. Şehit Sadr’ın çağdaşları, kendilerine yakın olanlar, özellikle de öğrencileri ve akrabaları bu gerçeğe tanıklık etmektedir.

                  Ben sürekli olarak Şehit Sadr ile ilgisi olanların ve yakınlarının üzerindeki korku dolu atmosferi çok iyi hatırlıyorum. Emniyet güçlerinin onları camilerde, medreselerde, sokaklarda, özel ve genel yerlerde takip ettiklerini unutamıyorum. Hiç unutamadığım bir olay da şuydu: “1975 yıllarında değerli alimlerden biri Necef’teki Cevahiri camisinin yakınlarında tesadüfen beni görünce yanıma geldi, beni kenara çekti. Sağa sola bakıp kendisini takip eden birisinin olmadığından emin olunca bana şöyle dedi: “Sen ateşle oynuyorsun. Hayatının tehlikede olduğundan haberin var mı? Sen istihbarat birimleri tarafından takip ediliyorsun, Şehit Sadr’ın evine fazla gitme.”
                  Ben bu adamı iyi tanıyordum. O tümüyle ihlas üzere bana nasihat ediyordu. Ama o olayın sadece maddi boyutlarını görüyordu. Ben de devletin tavrından, gazabından ve öfkesinden haberdardım. Netice olarak bu tavırlarımın benim lehime olmadığını çok iyi biliyordum. Her an tutuklanabilir ve öldürülebilirdim. Ama şer’i mesuliyetler yüzünden bu ilişkimi sürdürmek zorundaydım. Sonu ne olursa olsun ve ne pahasına tamamlanırsa tamamlansın, bu ilişkisi sürdürmeliydim. Özellikle de Şehit Sadr’ın davranışları İmam Ali’nin (a.s) ahlaki değerlerini, ihlasını, Allah yolunda fenaya erişini, zorluklarda zühdünü ve İslam’a teslimiyetini mücessem kılıyordu. Bunu görünce kendi kendime şöyle diyordum: “Geri dönüş özellikle de bu zor şartlarda hıyanettir.”
                  Bu düşünce sebebiyle gönlüm rahat ediyor, duygularım diniyordu. Şehit Sadr’ın bu zorluklara karşı Peygamber gibi direndiğini görünce, hislerim ve duygularım daha da huzur buluyor, güvene eriyordu. Artık hiç bir şeyden korkmuyor, endişe duymuyordum. Sonunda da Şehit Sadr kıvanç dolu bir akıbete uğradı ve büyük bir hoşnutluk içinde şehadeti seçti. Elbette o zor şartlarda devletin en büyük düşman olarak gördüğü biriyle ilişki kurmak maddi ölçülere göre mantıklı bir tutum değildi. Zira insan bu sebeple görebileceği en küçük cezanın zindanlar ve tutuklanmalar olduğunu çok iyi biliyordu. Elbette diğer cezalardan kurtulsa bile bu cezalardan kurtulamazdı. O halde dünyevi değerler esasınca Şehit Sadr’a duyulan ilgi ve alakanın yorumlanması mümkün değildir.
                  Kesin Tavırlardan Örnekler

                  Şehit Sadr’da bu duyguların yanı sıra görmezlikten gelme ve alttan alma huyuyla bağdaşmayan kesin tavır ve tutumlarını görmekteyiz. Zira bu işler genelde İslam ve merciiyet ile ilgili işlerdi. Burada şehit Sadr’ın başka bir çehresini göze çarpmakta ve bu çehre önceden sözünü ettiğimiz çehreden farklı bir çehredir. Bu çehre Şehit Sadr’ın başka bir gerçeğini olduğunu söylemektedir. Öyle ki onu tanımayan kimse Şehit Sadr’ın hiç bir duygu ve hisssi tanımadığını sanır.
                  Geçen hususlarda ilgili konularda kendim ile ilgili örnekler verdim. Bu örnekler Şehit Sadr’ın ahlakının dini hedeflere dayandığını, şahsi maksat ve hedefler taşımadığını açıkça ortaya koymuştur.
                  Şehit Sadr’ın Ahlakından Özel Anekdotlar

                  Burada Şehit Sadr’ın ahlakı ve ruh yapısı hakkında bazı örnekler aktarmak istiyorum. Elbette bilinmesi gerekir ki bu örnekler gerçekten de Şehit Sadr’ın yüce ve değerli ruhunu tümüyle gösterebilmekten uzaktır.

                  1-Talebelerin biri Şehit Sadr ile özel görüşmek istiyordu. Bu talebe eşini ameliyat etmek için ondan maddi yardım istedi. Zira eşi çok kötü bir durumdaydı.
                  Şehit Sadr’ın da o şartlarda durumu hiç de iyi değildi. Ama buna rağmen ona yüz dinar verdi ve sözde az verdiği için de kendisinden özür diledi. O şahıs Allah’a hamd ve şükürde bulunarak parayı aldı. Elbette bu miktar para o zamanlar hiç de az değildi.
                  Bu şahıs Necef’teki toplantıların birinde Şehit Sadr’ın yüceliğini, cömertliğini ve bağışlayıcı olduğunu dile getirdi. Şehit Sadr ile arasında geçen olayı anlattı. Orada bulunanlardan biri de hiç bir ihtiyacı olmadığı halde aynı şekilde Şehit Sadr’dan para almak istedi. Şehit Sadr’ın huzuruna vararak ihtiyacını söyledi ve para istedi. Şehit Sadr yanında para olmadığı için kendisinden özür diledi ve ona elinde para geçtiğinde kendisine vereceğine dair söz verdi. Bu şahıs Şehit Sadr’ın özür dilemesinin gerçekçi olmadığını sandı ve kendisini bu yardımdan mahrum kıldığı için özür dilediğini sandı. Bu yüzden Şehit Sadr’a kötü sözler etmeye başladı ve şöyle dedi. “Sen şer’i hakları (humus, zekat vb.) eşine ve kızına altın almak için harcıyorsun, villalar dikiyorsun ve araba satın alıyorsun. İki gün önce birisi senin yanına gelip para istedi ve sen ona para verdin. Ama bugün ben istiyorum ve bir şey vermiyorsun.” Şehit Sadr sustu, onun sözlerini dinledi ve mümkün olan her yolla onu sakinleştirmeye çalıştı. Ama ne yaptıysa bunun bir faydası olmadı.
                  Onun bu küstahlığını ve çirkin işini görünce ona unutamayacağı bir ders vermek istedim. Büyük bir kızgınlık içindeydim. Şehit Sadr da yüzümdeki kızgınlık ifadesini görüyordu. Bu yüzden o şahıs gitmek isteyince kendisiyle kütüphaneye kadar gitmek istedim. Ama Şehit Sadr bana oturmamı emretti. Şehit Sadr oldukça sakindi. O şahsın evin kapısını kapatıp gittiğini görünce de bana, “ne yapmak istiyordun?” diye sordu. Ben, kendisine yapmak istediğimi anlatınca da şöyle buyurdu: “Önemli bir şey değil, biz bundan daha büyüğünü ve daha zorunu işittik. Ahlak ve sabrını sorumluluğun ölçüsünde yüceltmen gerekir. Ben ondan duyduğum bu sövgülere ve hakaretlere rağmen asla rahatsız olmadım, çünkü o bizim durumumuzdan haberdar olsaydı, bu yaptıklarını yapmazdı, çok geçmeden bu şahıs pişman olacak ve pişmanlığını telafi etmeye kalkışacaktır.”
                  Sonunda aziz ve celil olan Allah’ın isteğiyle o gün gelip çattı, o şahıs gelerek özür diledi, Şehit Sadr’ın elini ve ayağını öptü. Bu durumda Şehit Sadr bana yaptığı nasihatini hatırlatarak şöyle buyurdu: “İnsanlara karşı işte böyle davranmak zorundayız.”

                  2-Necef havzasındaki meşhur insanlardan biri istihbarat teşkilatının başkanına şöyle demişti: “Şehit Sadr hakkında ne bekliyorsunuz, onun da Irak’ta ikinci Humeyni mi olmasını istiyorsunu? Neden onu ortadan kaldırmıyorsunuz?”
                  Şehit Sadr bunu duyunca şöyle buyurdu: “Allah falan kimseyi bağışlasın, ey falan şahıs! Eğer bugün beni öldürürlerse yarın sizleri de öldüreceklerdir.” Bundan fazla hiç bir şey dile getirmedi.

                  3-Şehit Sadr, beni ve değerli kardeşlerden birini, Irak İslami hareketin geleceği ile ilgili önemli bir işten haberdar kıldı. Bu haberin önemi mevcut ağır güvenlik şartlarından kaynaklanıyordu. Bir müddet sonra o haberin bir bölümü Nu’maniye şehrinde orada bulunan dostlar arasında (ki onlardan biri de “ed-De’vet’ul İslamiyye” hareketinin önderlik şurasının üyelerinden biri olan Merhum Şeyh Hacı Naim Nu’mani idi) yayıldı. Şehit Sadr bundan haberdar oldu ve büyük bir rahatsızlık içine girdi. Bu haberin o sınırlı çerçeveden dışarıya nasıl sızdığını düşünerek öfkelendi.
                  İlginç olanı da şudur ki mevcut şartların tümü benim aleyhime idi ve bütün deliller beni gösteriyordu. Çünkü Merhum Hacı Naim bu olaydan haberdar olduğundan bir gün sonra tesadüfen benimle görüştü ve bu haber Nu’maniye şehrinde Hacı Naim tarafından yayıldı. Dolayısıyla da mantık açısından da hakkında kötü zanda bulunulması gereken biri bendim. Şehit Sadr beni özel bir toplantıya davet etti ve bana şöyle dedi: “Evladım! Ben sana tam güveniyorum ve sen de hata edebilirsin, eğer böyle bir şey olmuşsa bu senin makamını benim yanımda değiştirmez. Sana haber verdiğim o özel konu Nu’maniye şehrinde herkesin diline düşmüş. Sen bu haberi herhangi bir kimseye söyledin mi?” Ben önemle vurgulayarak bu olayı hiç kimseye söylemediğimi ve bundan dolayı emin olmasını istedim. Elbette bu haberi yayan kimseyi de bulmak gerekiyordu. Şehit Sadr kardeşlerden birini Nu’maniye şehrine göndererek olayı araştırmasını istedi. Sonunda olayı Hacı Naim’in yaydığını anladı ve o da maalesef bu olayın önemini ve gizli kalması gerektiğini bilmediğinden bu işe kalkışmıştı.Merhum Hacı Naim olayı benim yaydığım hakkında şüphe edildiğini görünce ertesi gün Necef’e geldi ve bu haberi falan şahsın kendisine söylediğini ifade etti. Dolayısıyla Hacı Naim olayı başka birinden duymuştu ve benim bununla hiç bir ilgim yoktu. Şehit Sadr da benim ruh haletimi ve rahatsızlığımı anlamıştı. Özellikle ondan sonra bu olayı araştırması için Nu’maniye şehrine birini gönderdiğini anladım. Zira Şehit Sadr’ın güvenini kaybetmek benim için hiç de kolay bir şey değildi. Hacı Naim ile Şehit Sadr önceden görüşmüşlerdi. Hacı Naim Necef’e geldiğinde benim evimde kalıyordu. Öğlen namazını kıldıktan hemen sonra Şehit Sadr aniden kapımızı çaldı. Tebessüm ediyordu, yüzünde babalık ruhu ve kokusu hissediliyordu. Bana şöyle buyurdu: “Ben ikinizle yemek yemeye geldim. Çünkü Hacı Naim’in de burada yemek yiyeceğini biliyorum.” Sonra bana şöyle buyurdu: “Sen benim oğlum Cafer gibisin. Benden sakın rahatsız olma.” Gerçekten de bu ahlak ve bu büyük ruh ne kadar da yüce idi! Gerçekten de Şehit Sadr büyük ve yüce bir ahlak üzereydi.”

                  4-Hz. Ayetullah Seyyid Kazım Hairi, üstadın yüce ruhu hakkındaki hatıralarının birinde şöyle yazıyor: “Şehit Sadr’ın öğrencilerinden biri onun dersinden ve fikri çizgisinden ayrıldı, ardından Şehit Sadr’a sövmeye, insanlar arasında arkasından gıybetini etmeye başladı. Şehit Sadr onun sözlerinin çoğunu duyuyordu. Bir gün yanında oturduğum sırada o talebe hakkında söz edildi. Şehit Sadr şöyle buyurdu: “Ben henüz bu şahsın adaletine inanıyorum. Onun ortaya koyduğu şeyler, inancından kaynaklanan bir yanlışlıktır. Onun dindeki lakaytlığının delili değildir.[4]Hakeza Ayetullah Seyyid Kazım Hairi şöyle yazmıştır: “Zalim Irak rejimi Necef ilmi havzalarında okuyan İranlı öğrencilerin bu ülkeyi terk etmeleri için altı gün tayin etmişti. Bu dini ilimler tahsil eden öğrencilerden birinin Şehit Sadr ile vedalaştığını gördüm. Şehit Sadr burada yaslı birisi gibi ağlıyordu. Oysa o şahsın kendi düşmanlarından biri olduğunu da çok iyi biliyordu.[5]
                  Şehit Sadr’dan Diğer Ahlaki Örnekleri

                  Burada gözaltına alınış döneminde ortaya çıkan bir olaya işaret etmek istiyorum.

                  Şehit Sadr’ın hizmetkarı, Hacı Abbas vasıtasıyla bizlere bir mektup ulaştı. Bu mektup bir grup yazarın Şehit Sadr’ın başına gelenler hakkındaki rahatsızlığını ve duygularını yansıtıyordu. Bu mektup amiyane kelimelerle yazılmıştı. Bu mektubu imzalayan şahıslar, Şehit Sadr’ın evini muhasara eden emniyet güçlerini gafil avlayacaklarına dair söz veriyorlardı. Onlar belli bir gün ve saat tayin etmişler ve o mektupta Şehit Sadr için bir miktar para göndermişlerdi ve paranın azlığından dolayı özür dilemişlerdi. Ben mektubu okudum ve içeriğini Şehit Sadr’a da bildirdim. Ben bu gruplardan bazısının dindar olarak tanınmadıklarını ve dolayısıyla bunun devlet tarafından düzenlenmiş bir komplo olabileceğini hatırlattım. Çünkü devlet şahıslar ile ilişkimizi ve ev dışındaki merkezlerle irtibatımızı öğrenmek isteyebilirdi. Bunun üzerine Şehit Sadr şöyle buyurdu: “Biz mektupta belirtilen zamanı bekleyeceğiz ve buradan durum açığa çıkacaktır.” Biz olayları beklemeye başladık ve belirtilen zamana kadar sabrettik. Bu esnada yüzleri örtülü bir grup genç emniyet güçlerine saldırdı, bıçaklarla onlara karşı saldırıya geçti. Ardından sokağın iki tarafından onları çembere aldılar, Şehit Sadr küçük bir delikten onlara bakıyordu. Bu olaydan sonra hükümet emniyet tedbirlerini arttırdı, adamlarını silah, el bombası ve telsiz ile donattı. Bu olayların bir daha tekrarlanmaması için insanların sokağa giriş çıkışını yasakladılar.
                  Merhum Şehit Sadr bu olay hakkında şöyle yazıyor: “Eğer bizim bu gözaltına alınış durumumuzun kalkması ve işlerin normal hale dönüşü sağlanırsa ben şer’i paralardan büyük bir miktarını bu grubun yetişmesi için harcayacağım. Bunlar bizim cihat hususunda ihtiyaç duyduğumuz büyük bir cesarete sahiptirler. Bunlar bizi yalnız bırakan veya bazı iftiralarda bulunan kimselerden daha değerlidirler. Zira biz bu gözaltına alınış şartlarında sıkıntı ve azap içindeyiz.”
                  Ben burada sıkıntı verici bu boyutlara, bazılarının bu dönemdeki tutumlarına ve Şehit Sadr’ın bunlardan çektiği korkunç acılara (ki Baas partisi ile aynı tutum içinde idiler) işaret etmek istemiyorum. Sadece bir örnek zikredeceğim ve değerli okuyucular buradan bu sıkıntının büyüklüğünü ve Şehit Sadr’ın tahammül ettiği mazlumiyeti kolayca düşünebilirler.
                  Bu zor şartlarda Şehit Sadr büyük sıkıntılar ve problemler içinde kıvranıyordu. Şehit Sadr büyük bir imanla bunlara tahammül ediyordu. Bu şahıslardan biri Şehit Sadr’a şöyle bir mektup yazdı: “Biz tutuklamanın Baas partililerin senin için hazırladığı bir oyun olduğunu, senin bu olayda bir kahraman olarak oynadığını ve ümmet arasında senin için büyük bir yer hazırlamalarındaki amaçlarının ne olduğunu biliyoruz. Biz senin Amerika’nın uşağı olduğunu ve bu oyunun hiç bir faydasının olmayacağını biliyoruz.”

                  Bu esnada Şehit Sadr elleriyle sakalından tuttu. Hüzün içinde ağlamaya başlayarak şöyle buyurdu: “Bu sakallarım İslam için beyazlamıştır. Ben içinde bulunduğum bu şartlara rağmen Amerika uşağı olmakla suçlanacak biri miyim?”

                  Hiç bir zaman unutamadığım tutumlarından biri de bir kazada tüm ailesini kaybeden gencin hikayesi idi. Bu genç büyük bir rahatsızlık içindeydi. Başına gelen bu musibetten dolayı neredeyse kalbi duracaktı, sürekli olarak ağlıyordu. En katı kalpli insan bile onun ağlamalarına dayanamazdı. Onun gören herkes ağlamaktan başka bir şey yapamıyor. Bu gencin arkadaşı, “gecenin bu saatinde bu arkadaş Ayetullah Sadr ile görüşebilir mi?” diye sordu. Ben Şehit Sadr’ın bu yaslı gence yardımda bulunmasını uygun gördüm ve hiç kimsenin bu büyük musibete uğramış gence yardım edemeyeceğini sandım. Dolayısıyla görüşmeden sonra da Şehit Sadr’ın yanından ayrılacağını zannediyordum. Merhum Şehit Sadr geldi ve bu yaslı genç onun yanına oturdu. Şehit Sadr duygu dolu sözleriyle ve yumuşak ifadeleriyle yavaş yavaş gencin dertlerini azalttı, musibetini kendisine kolaylaştırdı. Şehit Sadr bu gencin kalbini elde ettikten sonra, kendisine ölümün gerçeğini açıklamaya çalıştı. Şehit Sadr ölümün daha iyi ve güzel bir hayat için bir başlangıç olduğunu ifade ederek kendisine bazı ayetleri ve rivayetleri okudu ve şöyle buyurdu: “Eğer babanı kaybettiysen, ben senin babanım, eğer kardeşlerini kaybettiysen, bu oğlum Cafer (yanında oturan oğluna işaret ederek) hatta bunların tümü senin kardeşlerindir.”

                  Bu genç Şehit Sadr’ın sözlerini dinledi, büyük bir duygu yüklü sözler kalbinde yer etti. Yavaş yavaş yüzünde bir tebessüm belirdi ve büyük bir rahatlık hissetmeye başladı. Şehit Sadr, akşam yemeğini getirmelerini söyledi ve zannedersem o da bizimle birlikte yemek yedi. Böylece genç büyük bir huzur içinde ayrılıp gitti. Adeta hiç bir musibet görmemiş gibi oradan ayrıldı. Ben bu olayı zikretmekle Şehit Sadr’ın şahsiyetinin boyutlarından bir parçasını aşikar kılmak istedim.

                  Şehit Sadr'a göre bu bağ tüm Müslümanları kapsamına alıyordu. Bu hususta onun yazdığı aşağıdaki mektubun da araştırmacılar için bir senet olmasını diliyorum. Bu mektup Şehit Sadr’ın nazarında İslami çaba kabile ve mezhep sınırlarını aştığını, İslam’ın yüce nurlu ufuklarına eriştiğini göstermektedir. Mezhebi boyut bir çok hususlarda bir mezhebin mensupları arasında güçlü bir bağ oluşturmaktaysa da İslami boyut taraftarlar arasındaki ilişkileri güçlendirmede daha büyük bir merkez rolünü üstlenmektedir. Çünkü bu insanların tümü, İslami ümmetini teşkil etmektedir.

                  Bu bakış açısıyla Şehit Sadr’ın, “tehlikeye düştükleri taktirde Sünni Müslümanları savunmanın farzı olup olmadığı” hakkında soru soran birine de cevap verdiğini görmekteyiz. Soru şöyle sorulmuştu: “Acaba kendilerine bir kafir saldırdığında veya bir tehlike altında olduklarında Sünni Müslümanları savunmak farz mıdır? Birisi onları savunur ve bu yolda öldürülürse şehit sayılır mı?” Şehit Sadr buna şöyle cevap vermektedir: “Savunmak, şahsın zarar göreceğinden güvende olduğu durumda farzdır. Zarar ihtimali varsa, ama öldürülmekten güvendeyse, savunmak caizdir, hatta farzdır. Ama onları savunmak öldürülmeye sebep oluyorsa ve genel olarak öldürülme ihtimali söz konusuysa insanı ölümle karşı karşıya koyan bu aşamada başkasına saldırı şahsi bir halet içindeyse bundan sakınmak daha ihtiyatlıdır.”

                  Bu bakış açısı Şehit Sadr’ın İslam ümmeti hakkında Sünni ve Şii bütün İslam ümmetinin evlatlarına önem vermesi, Şii ve Sünni, hatta dindar olmayan bütün fertlere önem vermenin zarureti hakkındaki görüşlerine dayanmaktadır.

                  Bu konunun sonunda Şehid Sadr'ın güzel duygu ve hislerine bir örnek olarak onun Afganistanlı vefalı ve ihlaslı hizmetkarı Muhammed Ali Muhakkık’a karşı taşıdığı hislerini yansıtan mektubundan bazı bölümleri aktarmayı uygun görüyorum. Bu şahıs zalimlerin emriyle Şehit Sadr’ın evinde ve Şehit Sadr’ın ilk tutuklandığı esnada işkence görmüştü. Bu mektupta Şehit Sadr’ın İslam ümmetinin evlatlarına aynı gözle baktığını ve ümmet fertleri arasında takva dışında hiç bir fark gözetmediğini ortaya koymaktadır. Bu mektup tek başına rehber olan bir şahsın taşıması gereken İslami nişaneleri ortaya koymaktadır. Şehit Sadr bu konu hakkında şöyle yazmıştır: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Vefalı, temiz, imanlı ve tezkiye olmuş dostum Muhammed Ali, Allah uyuklama bilmeyen gözleriyle (kudretiyle) seni korusun. Allah’ın rahmeti, selamı ve bereketi senin üzerine olsun. Değerli mektubun elime ulaştı. Ben büyük bir üzüntü içinde sizler hakkında bilgi almak istiyordum. Bu yüzden mektubuna çok sevindim. Sizin ve aile bireylerinizin sağ salim olmanıza çok sevindim ve Allah’a hamd ettim. Allah da biliyor ya senin hatıraların sürekli hatırımdadır. Evin dışı, içindeki her şeyle birlikte bana senin yüceliğini ve emanettarlığını hatırlatmaktadır. Sen bu ailenin iyi ve ihlaslı bir evladısın.
                  Allah Muhammed ve Al-i Muhammed’in yüzü suyu hürmetine, seni en iyi yere geri döndürsün. Her halde ve her zamanda yapabileceğim her türlü yardımda bulunmaya hazırım. Bana ihtiyacın olduğu her zaman oğlumuz Ebu Ahmed’e (Allah-u Teala onu korusun) gelebilirsin.

                  Dostlar ve aile fertleri seni en iyi şekilde hatırlamaktadırlar. Onlar senin yolculuğun hususunda korku ve endişe içindeydiler. Oğlumuz Muhammed Cafer, mektubun senden geldiğini duyunca yüz üstü onun üstüne atladı ve onu öpmeye başladı. Kalbi senin sevgin ve vefanla doludur ve hep seni çağırmaktadır. Bize haberler göndermeni ümit ediyoruz. Biz senden, sıhhatinden ve yerleşmenden dolayı huzur duymaktayız. Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi senin değerli babanın, diğer kardeşlerinin ve sana bağlı olan herkesin üzerine olsun. Özellikle de büyük kardeşin Sıket’ül-İslam Şeyh Hasan Ali Muhakkık’ın (Allah onu korusun ve gözetsin) üzerine olsun. Gerçekte siz vefalı insanın yaptığı teşekkürlerin bir gerekçesi de yoktur. Çünkü biz, bizlere farz olan şeyleri yaptık. Allah bizleri sizlere hizmet için başarılı kılsın. Size olan nimetlerini ve bereketlerini akıtsın. Allah kendine yakışır bir ölçüde size bağışta bulunsun. Şüphesiz Allah Rahman ve Rahimdir. Muhammed Bakır Sadr”

                  --------------------------------------------------------------------------------

                  [1]Mücadele suresi, 22. ayet

                  [2]Al-i İmran suresi, 159. ayet

                  [3]Fedakarlık örneklerinden biri de Şehit Sadr’ın vekillerinden biri olan Merhum Şehit Hüccet’ül-İslam Şeyh Abdul Emir Muhsin Saidi'dir de o tutuk evinde benimle birlikteydi. İstihbarat elemanları onu sürekli işkence için götürüyorlardı. Bir müddet sonra, çeşitli işkencelerden geçirerek onu geri getiriyorlardı. Hiç birimiz neden ona tek işkence ettiklerini bilemiyorduk. O şaka olarak bana şöyle diyordu: “Bütün bu işkencelerin sorumlusu sensin” Onun bu sözlerden neyi kastettiğini bilemiyordum. Serbest bırakılmadan birgün önce beni de soruşturma için odalarına götürdüler. Orada istihbarat elemanının beni onunla karıştırdığını anladım. O benim yerine işkence görmüştü. O bunu bildiği halde gerçeği söylememişti. Hatta bana bile bildirmemişti. Zira benim istihbarat elemanlarına gerçeği söyleyeceğimden korkuyordu. Soruşturma ve işkenceden döndükten sonra ağlayarak bana şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki olay ortaya çıkmasın diye işkence edilmeyi tercih ediyordum. Ama şimdi seni tanıdılar ve ben Allah’tan bağışlanma diliyorum.”

                  [4]Mebahis’ul-Usul, c.1, s. 46

                  [5]a.g.e., c. 1, s. 49
                  Tevekkülle elde edilen sırlar; bir tek yakîn haddini bilenlere mahsustur.

                  Hakikî Şialarımız da yakîn sınırını koruyanlardır, ki onlardan «Allah'ın varlığı sayesinde hiçbir şeyden korkmamaları»nı bekleriz!


                  İmam Cafer-i Sadık (a.s)

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: Sadr ailesi hakkinda bilgi

                    Şehid-i Kamiş Seyyid Sadr'ın Vekillerine ve Halka Karşı Tutumu


                    Şehit Sadr’ın şahsiyetindeki seçkin ve aşikar özelliklerden biri de genel olarak halka karşı takındığı davranış metodu ve biçimiydi. Bu metot, insanları idare etmek, onlarla dost olmak, dertlerini paylaşmak, durumlarını anlamak, sorunlarını halletmek, işbirliği yapmak, İslami ve insani duygularla onlarla birlikte olmak, onların olumsuz yönlerini ve sorunlarını geniş bir yürek ve ruhla kabul etme gibi sayısız güzel örneklerle doludur.
                    Şehit Sadr ile görüşenlerin çoğu hatta genel toplantılarında hazır bulunanlar, gerek halkın geneli, gerekse de özel şahsiyetler, Şehit Sadr’ın bu özelliklerini ve nişanelerini açıkça müşahede ediyorlardı.
                    Şehit Sadr odaya giren herkese saygı olarak ayağa kalkıyor, herkese ihtiram gösteriyor ve herkesle görüşmekten dolayı sevinç duyuyordu. Halkı yürekten ve kalpten seviyordu. İnsanı sevmesi için sadece kendisiyle görüşmek veya onunla bir defa oturmak yeterli idi. Bu taktirde yüreğinin onu sevgisiyle dolduğunu kolayca hissedebilirdi. Şüphesiz bir rehberde kamil bir şekilde olması gereken en önemli sermaye bu yüce ahlaki ruh, bu sefa, temizlik ve ihlasdır. Nitekim Kur’an Peygambere şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın rahmetinden dolayı, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi.”[1]
                    Şehidimiz Sadr işte böyle bir şahsiyetti, müminlere karşı rahmet doluydu ve yumuşaktı. İnsanlara karşı sevgi dolu bir kalple davranıyordu. Ben çok uzun bir süre Şehit Sadr ile birlikte yaşadım bu süre boyunca hep onun sabrı, affı ve bağışı karşısında şaşırıp kaldım. Şehit Sadr karşılaştığı her hadisede büyük bir sabır ve metanetle hareket ediyordu. Dağların bile yorulduğu, tahammül edemediği bir sabırla ve Peygamberden miras aldığı yüce bir ruhla kendisine kötülük eden kimseleri bağışlıyordu.
                    Şehit Sadr’ın Diğer Milletlerin Sorunlarını Önemsemesi
                    Şahsi inanç ve cereyanlardan öte daha geniş bir ufukta Şehit Sadr’ın Irak, Pakistan, İran, Hindistan ve her yerdeki müslümanlara karşı tek bir ruhla davrandığını ve onların dertleriyle dertlendiğini görürüz.
                    O dönemde Lübnan’da büyük bir buhran ortaya çıkmış, fakirler, ve mustaz’af insanlar bir çok kayıplar vermişlerdi. Şehit Sadr sadece yardımlaşma, sevgi dolu ve şeffaf sözler ederek onlarla dertleşmekle kalmadı -gerçi bu da güzel ve iyiydi- elindeki bütün maddi gücüyle de Lübnan halkının yanında yer aldı. Bazen onlara yardım olarak para gönderiyor, bazen de şer’i paraların onlar için kullanılmasına izin veriyordu. Hatta bu konuda kendisine müracaat edilmesini ve izin alınmasını bile gerekli görmüyordu. Elbette Şehit Sadr’ın bu yardımı maddi açıdan pek de önemli değildi çünkü:

                    a- Gönderdiği para Lübnan halkının ihtiyaçlarına cevap verebilecek ölçüde değildi.

                    b- İhtiyaç ve buhran o kadar şiddetliydi ki fazla bir para bile pek önem arz etmiyordu. Aynı zamanda Şehit Sadr kendisine sürekli para gelen mercilerden biri de değildi. Dolayısıyla büyük bir faaliyet içinde olamazdı. Denilebilir ki bazen öğrencilerin aylık parasını bile çok zor temin ediyordu. Hatta bazen talebelerin aylık maaşlarını ödemek için borç alıyordu. Ama bütün bunlara rağmen onun yaptığı fedakarlıklar kendi adına kaydedilecek derecede önemli idi. Örneğin zannedersem Seyyid Muhammed Alevi için gönderdiği mektupların birinde Lübnan fakirleri hakkındaki tutumu hususunda şöyle diyordu:
                    “Öte yandan Lübnan Alevilerinden bir bölümü, göçmenlerin sorunları ve problemleri hakkında, yani evlerini kaybeden Cebel-i Amil halkı için Necef’ten yardım beklemektedirler. Bu konuda bize mektup da yazmışlardır. Biz de Allah’a tevekkül ettik ve onlara bir miktar yiyecek yardımında bulunduk. Mümin ve perişan aileler arasında o yardımların dağıtılmasını istedik. Biz onlara yedi bin dinar göndermeyi kararlaştırdık. Bu yardımı Seyyid Ebi Sadri, Şeyh Muhammed Taki el-Fakih, Seyyid Haşim Maruf, Al-i Fazlullah ve Ali Şemsuddin gibi büyük Şii alimleri vasıtasıyla bölüştürdük ve bunun çok güzel etkileri olmuştur.”
                    Değerli Alevi Rubab Hanım da Şehit Sadr için bir mektup yazarak şer’i paraların, eğitim, kültür ve Lübnan fakirleri için yeni iş sahalarının açılması yolunda harcanmasını sorunca Şehit Sadr ona şöyle cevap verdi:
                    “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Dua ve selamdan sonra... Allah sizleri teyit etsin. Biz sizin dini çalışmalarınızla ve bu müesseselerdeki ihlas üzere gösterdiğiniz faaliyetlerinizle övünüyoruz. İmam’ın (a.s) zekattaki payı ile sulstaki payının bu işlerde harcanmasına izin veriyoruz. Bu konuda harcanan şeyler, inşallah-u teala bizim elimize ulaşmış gibidir. Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Muhammed Bakır Sadr”
                    Hüccet’ül İslam ve’l Müslimin Seyyid Abullah Garifi de fıtra zekatının Lübnan’daki zarar gören ailelere harcanması durumunu sorunca Şehit Sadr ona şöyle cevap vermiştir: “Lübnan’daki savaşın kurbanları olan mümin ailelere fıtra zekatının harcanması caizdir. Ben sizler tarafından sorduğunuz fetvaların cevabını postayla gönderdim.”
                    Pakistan’dan Hüccet’ül-İslam ve’l Müslimin Said Muhtar Hüseyin Nakavi de şer’i hakların 1966 yılında Pakistan’daki köylerde ve ziraat alanlarındaki sel sebebiyle büyük zarar gören müslümanlara harcanmasını sorunca ona şöyle cevap vermiştir: “Halkın zaruri ihtiyaçlarının giderilmesi için İmam’ın (ruhumuz ona feda olsun) payından istifade edebilirsiniz. Onlara farz ve müstahap sadakalarla yardımda bulunmak sakıncasızdır. Allah’tan onlardan sıkıntılarını gidermesini dilerim. Allah her şeye kadirdir.
                    20 Ramazan, Hicri 1396; Muhammed Bakır Sadr”
                    Biz burada o büyük insanı yüceltmek gayreti içinde değiliz. Onun Allah yolunda şehadeti taleb etmesi kendisi için yeterlidir ve onun hiç bir ululanmaya ve yüceltilmeye ihtiyacı yoktur. Ben burada sadece Şehit Sadr’ın ümmete tam bir inanç içinde olduğunu vurgulamak istiyorum. Elbette bu ümmetin fertlerinden her birine teveccüh etmek merciler hakkında büyük gayret göstermeleri gereken çok önemli büyük farzlardan biridir.
                    Şehit Sadr’ın Vekilleri Karşı Tutumu

                    Vekiller her merci için çok önemli bir temeldir. Zira onların dini veya toplumsal faaliyetlerde çok büyük bir etkisi vardır. Burada Şehit Sadr’ın vekillerine karşı tutumunu, onlarla olan ilişkisini ve bakış açısını aktarmak istiyorum. Bu konu hakkında bildiklerimiz ve mevcut elyazması senetleriyle elde ettiğimiz kadarıyla Şehit Sadr, vekillerine karşı ve onlarla ilişki hususunda özel ve eşsiz bir davranış örneği sergiliyordu. Şehit Sadr’ın, vekillerine karşı geliştirdiği bu özel tutumu belki de vekillerin önemini derk etmesinden, dini tebliği sahasındaki büyük rolünden ve toplumsal ve siyasi şartlardan anladıkları şeyler ile ilgiliydi. Bu anlayış bir çok hususlarda mercinin bakış açısını ve düşüncesini ortaya koymaktadır. Bilindiği üzere vekil, merci olan şahsın temsilcisi sayılmaktadır. Görevi mercinin ilmihaldeki içtihatlarını anlatmak, şer’i hükümleri bildirmektir, şer’i hakları (zekat, humus ve benzeri) almak ve benzeri faaliyetlerde bulunmaktır. Örneğin, Ramazan ve Şevval ayının hilalinin görüldüğünü ispatlamak, şeri evlilik, boşanma akdini okumak ve benzeri toplumsal faaliyetlerde bulunmak gibi.
                    Bu söylediklerimiz herhangi bir merciyi eleştirmek amacı taşımamaktadır. Zira hükümleri öğretmek, şer’i hakları almak ve benzeri şeyler vekilin görevlerinden ve işlerinden biridir. Tek fark merci ve vekil arasındaki ilişki ve bakış açısındadır. Yani o sadece bir vekil midir, yoksa başka bir takım önemli görevleri de var mıdır? Dolayısıyla vekil bütün bu söylediklerimizden çok önemli başka bir takım görevleri de üstlenmiş olabilir.
                    Şehit Sadr’ın bu konudaki görüşünü şu birkaç madde halinde özetlemek mümkündür:

                    a-Şehit Sadr kendileriyle vekilleri arasında çok şiddetli bir samimiyyet bağı kurmuştu. Bu yüzden mümkün olduğu kadar ilmi havzalarda yaygın olan tabirlerin yanı sıra onun vekillerine yazdığı mektuplarında “azizim, gözümün nuru ve evladım” gibi tabirler de göze çarpmaktadır. Elbette bu yeni bir metot değildir. Çünkü İmamlar da bu metodu kendi ashabı hakkında kullanmıştır. Nitekim İmam Ali (a.s), Muhammed b. Ebi Bekr hakkında şöyle buyurmuştur: “Evladım Muhammed, Ebu Bekir’in sülbündendir” Bu büyük muhtevaya teveccühen bu vekaletlerin tümüne ve içinde yer alan benzeri tabirlere dikkat etmek gerekir. Zira bu vekaletler adeta merci ve vekilleri arasında duygusal ve örnek bir ilişki türüdür.

                    b-Şehit Sadr’ın imzaladığı vekalet kağıtlarının tümünde vekillere verdiği toplumsal ve dini önderlik rolü hakkındaki şiddetli istek ve iştiyakı göze çarpmaktadır. Vekalet sadece bir takım amellerden, sınırlı ve sıradan faaliyetlerden ibaret değildir.
                    Örneğin Şehid Sadr'in Hüccet’ül İslam ve’l Müslim Seyyid Abdulkerim Kazvini (Allah onu korusun) hakkında yazdığı vekalet yazısını incelediğimizde bunun bilinen türden bir vekalet olmadığı aslında bunun mercinin gerçek vekilinin ve dini alimlerin gerçek rolünün ne olması gerektiğini ortaya koyduğu görülür. Dolayısıyla Şehit Sadr’a göre vekil kendisi sayesinde dine hizmet faaliyetlerinin yürütüldüğü kimsedir. Vekil bir önderdir, irşad ve kılavuzluk görevini üstlenmiştir. Şehit Sadr’ın bu vekalet metni şöyledir:
                    “Rahman ve Tahim olan Allah’ın adıyla. Salat-u selam Peygamberlerin ve nebilerin sonuncusu olan Muhammed’e ve tertemiz tahir Ehl-i Beyt’ine olsun.
                    Azizimiz Sıket’ül İslam Allame Seyyid Abdulkerim Kazvini (Allah onu sürekli uyuklama bilmeyen gözleriyle korusun) Necef-i Eşref ilmiye havzalarındaki talebelerin büyüklerindendir. O kendisinde gördüğümüz nefis tezkiyesi, fazilet, takva, ihlas ve bilinç sebebiyle temiz dine hizmet, hükümlerini tebliğ etmek, helal ve haramlarını insanlara bildirmek hususundaki arzularımızı gerçekleştiren bir kimsedir. Onun müminlerden bir grubun arasında oluşu, kendileri için de büyük bir fırsattır. Böylece dini talebeler de ona uymak, ondan faydalanmak ve kılavuzluğundan istifade etmek için etrafına toplanırlar. Allah-u Teala’dan onu korumasını, adımlarını sağlam kılmasını, işlerini makbul buyurmasını, onun eliyle tertemiz dine büyük hizmetler yapılmasını dilerim. Şüphesiz başarı Allah’tandır. Muhammed Bakır Sadr”
                    Bu ve benzeri tabirler, sadece gerçeklere dayanan bir tür saygı ve ululamaktan ibaret değildir. Şehit Sadr burada vekilin toplumdaki önderliğe benzer konumunu ve görevinin sadece şer’i hakları, vb. şeyleri almakla sınırlı olmadığını göstermeye çalışmaktadır. O sadece belli bir takım görevlerle sınırlı değildir. Bu sorumluluk bilinenden çok daha büyük bir sorumluluktur.
                    Şehit Sadr (kuddise sırruhu) Hüccet’ül-İslam ve’l Müslimin Abdullah Garifi Bey’e -Allah onu korusun-, yazdığı bir mektubunda şöyle buyurmaktadır: “Sizin taşımakta olduğunuz dini sorumluluklara olan büyük inayet ve önemsemeniz sebebiyle vekaleti yeniden yazdım ve bu mektupla size gönderiyorum.”
                    O halde vekalet herkesin değil, sadece bu görevi hakkınca ifa eden önemine vakıf olan kişilerin yapabileceği dini bir sorumluluktur.
                    Bu beyan türü, vekilin rolünü açığa çıkarmakta ve ümmeti vekilin azametinden ve görevinin öneminden haberdar kılmaktadır. O halde vekile bakış açımız, sadece bazı işler ve görevlerle sınırlı kalmamalıdır. Ona bakış açımız çok geniş ve dini mercinin gördüğü şekilde olmalıdır.

                    c- Dikkat edilmesi gereken işlerden biri de Şehit Sadr’ın vekilleri ile olan işbirliğindeki takip ettiği metottur. Diyebilirim ki Şehit Sadr, bazı hususlarda acı da olsa vekillerine kendisi hakkında açık eleştiride bulunma hakkını tanıyan ilk kimseydi. Elbette bu eleştiriler İslam’ın maslahatına olan eleştiriler olmalıydı. Biz mercilerin vekillerini kınadığını çok gördük. Bu çok doğal bir şeydir. Zira merci vekillerinin yaptığı işlerin ve davranışlarının da sorumlusudur. Ama bunun tam tersi çok az görülmektedir. Bundan da önemlisi, Şehit Sadr’daki eleştirileri kabul etme haletidir. Eleştirilerin doğru olup olmadığı, hatta genel ahlakla uyuşup uyuşmadığı konusu ise ayrı bir şeydir. Vekilleri tarafından gelen eleştiriler hatalı olduğunda Şehid Sadr bu konuda onalrı mazur görür ve bunun vekillerin içinde bulunduğu olumsuz haletler, ya taşıdıkları şüphe, ya da gerçeği doğru şekilde algılamamalarından kaynaklandığına inanıyordu. Şehit Sadr bu tür hataları asla dini sapma olarak görmüyordu. Kendisine dost olmayı, doğruluk ve sapıklığın ölçüsü olarak kabul etmiyordu. Bazen öğrencileri, kendisini sövecek ve itham edecek düzeyde aşırı giderek eleştirilerde bulunuyorlardı. Ama Şehit Sadr bu sapmaları dinden sapmalar olarak saymıyordu. Bu sapmaların bir şüpheden kaynaklandığını kabul ediyordu. Ayrıca Şehit Sadr kendisinin, değerli bir ahlak üzere olması gerektiğini ve neticede hiç bir tepki yaratmayacak konumunda bulunması icab ettiğini çok iyi biliyordu. Tüm dost ve düşmanları bu konuda Şehit Sadr’ın lehine tanıklıkta bulunmaktadır. Bu güzel ahlaki halet de Şehit Sadr’ın vekillerini ve temsilcilerini risaletin davetçileri ve ümmetin önderleri olarak kabul ettiği esasına dayanıyordu. Bu işin, açık bir terbiye atmosferi icat etme ve merci ile vekilleri arasında karşılıklı etkileşim ortamını hazırlama çerçevesinde yapılan önemli işlerden biri olduğuna inanıyorum.
                    Elbette ben bu boyutun çok yüce olduğuna inanıyorum. Çünkü şehit Sadr ile yaşayan ve onun hayatının özelliklerini tanıyan bir kimse için konuyu bu kadarıyla ele almak yetersizdir ve gerçekleri tümüyle ifade etmemektedir.
                    Şehit Sadr’ın Dostlarına ve Yakınlarına Yazdığı Mektuplardan Örnekler

                    Eğer Şehit Sadr’ın öğrencileriyle ve öğrencilerinin kendisiyle olan ilişkileri, ve benzeri konuları ele almak, yani Şehit Sadr’ın kendi düzeyindeki alim ve şahsiyetlere karşı sergilediği tutumunu incelemek istersek o mantık ve ruh haletini burada da görmüş oluruz. Örneğin İran’ın büyük alimlerinden ve filozoflarından olan Merhum Şeyh Muhammed Taki Caferi’ye yazdığı bir mektubunda şöyle diyor:

                    “Ben sizlerin “İktisaduna” (İslam ekonomik strüktürü) kitabına gösterdiğiniz teveccühten dolayı teşekkür ederim. Fazıl Abdulali kardeş, sizden tekvini bir izin aldığı halde tercüme hakkındaki üstünlüğünüze teveccühen yine de benim iznimi beklemiştir. Abdulali’nin şunu bilmesi gerekir ki sizin izniniz benim de iznimdir, sizin iradeniz benim de irademdir, sizin kabulleniş ve rızayetiniz benim de kabullenmem ve rızayetimdir. Sizin rızayetinizden sonra -canım size feda olsun ey kardeşim- tercümeden el çekmesi ma’kul değildir o kitabın tercümesini basabilir.” Görüldüğü gibi Şehit Sadr Merhum Şeyh Muhammed Taki Caferi’ye Peygamber’den almış olduğu ahlak üzere konuşmakta ve ona şöyle demektedir: “Abdulali sizden tekvini bir izin aldığı halde yine benim iznimi beklemiştir” ve ona “ey kardeşim canım sana feda olsun” diye hitap etmiştir. Şehit Sadr bu yüce ruh ve ahlak ile Seyyid Hüseyin Safiyuddin için de bir mektup yazmıştır. Bu mektup da Şehit Sadr’ın yüce ahlakını, huyunu ve tabiatını ortaya koymaktadır. Şehit Sadr bu mektupta şöyle diyor: “Ben bu mektubu yazarken sen adeta karşımda duruyorsun. Hatıraların kalbimde canlanıyor, kalbimle birlikte senin için tepiniyor, damar ve kanımda akıp gidiyor. Adeta senin hatıralarını ezberlemiş gibiyim. Ey aziz kardeşim! Bunlar senin hatıralarının ve geride bıraktıklarının ruhumdaki bir parçasıdır. Geride bıraktığın bu şeyler ne de büyüktür! Sen ruhumda muhabbetinle çarpan ve ayrılığında alevlenen kardeşçe duygular dolu bir hatıra bıraktın. Senin yüce insanlardan olduğuna, dünyanın kendilerini kalplerinden gafil kılamadığı kimselerden sayıldığına, dünyevi zorlukların kendilerini duygusal ve sadık bir hayattan alıkoymadığı insanlardan biri olduğuna halisane bir şekilde inanıyorum. Canım duygularına ruhuna ve kalbine feda olsun. Benim için açtığın bu kalp, karşımda açtığın dünyevi hazinelerin en güzelidir. Zira iki elini karşımda açan bu safi kalpte güvenlik ve huzur buldum. Bu kalpte büyük bir saadet ve hoşnutluk içinde ikamet ettim. Ben bu kalpte manevi öğretiler, duygular, sevgi ve vefa dışında bir şey görmedim. Bunlar dünyadan ve dünyadaki bütün hazinelerden daha yüce ve değerlidir. Ben bu ve benzeri birçok gerçeklerden hangisini izah edeyim! Oysa bunların tümü kalbimin sevgilisi ve canımın arkadaşıdır. Bu tablolar ruhumun derinliklerine nüfuz etmiştir. Sadece bu hatıra ve tablolardan biri tüm hatıra ve tablolardan çok üstündür. Bu tabloyu asla hayalimden silmedim. Bu tablo beni sarsan ve elektrik gibi çarpan bir tablodur. Bu tablo benim için seninle övünme ve senin sevginle dolan bir tablodur. Ey Eba İmad! Bu tablonun hangisi olduğunu biliyor musun? Bu tablo vedalaşırken arabanın beni sizin ellerinizden uzaklaştırdığı, bizimle, Lübnan topraklarında hepimizin içinde yaşadığı cennetin arasını ayırdığı zaman ortaya çıkan tabloydu. O senin tablondur. O tablo senin benimle vedalaştığın zamanki tablodur. Bu tablo yüzün ve organlarınla doğru sevgi ve duygularının nişanelerini ortaya koymaktadır.

                    Bu tablo benimle vedalaşırken gözlerinden dökülen yaşların tablosudur. Canım gözyaşlarına feda olsun. Gerçi bindiğim araba o göz yaşlarımı silmeme izin vermedi, ama kalbim göğsümden dışarı çıktı ve neredeyse sana doğru uçacaktı. Gözyaşlarını öpecek, o tatlı gözyaşlarına kanacak veya acısından alevlenecekti...

                    Ey Eba İmad! Asla unutamıyorum. Yolculuklarda onu hatırladığım her zaman göz yaşlarımı tutamadım... Irak’ta kardeşlerim ve arkadaşlarımla konuşunca, benim için her şeyden daha değerli olan o insanlarla görüşünce onlara şöyle diyorum: “Eba İmad bir kaç haftalık sevgi ve vefa sayesinde sizin yıllar boyunca ulaşamayacağını yerlere ulaştı.” Şehit Sadr aynı şekilde Hüccet’ül-İslam ve’l-Müslimin Şeyh İbrahim Mişkini için de bir mektup yazmıştır. Çok kısa olduğu halde, duygularını, dertlerini ve gelecekle ilgili endişelerini ortaya koymaktadır. Şehit Sadr bu mektubun bir bölümünde şöyle yazmaktadır: “Dün değerli mektubunu aldım, defalarca okudum, satırlar arasında sizin yüce ruhunuzu ve tabiatınızı okudum. Necef ve tertemiz imamların mukaddes mekanlarını ziyaret hususundaki ilginiz beni sarstı. Bu arzu ve temayül değerli arkadaşlarınızın ve dostlarınızın kalbinde de vardır. Siz beden olarak bizden ayrı olsanız da kalplerinizde ve hatıralarımızda her zaman hazırsınız. Allah’tan mevlamız, muvahhitlerin efendisi, Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin civarında bizleri bir araya getirmesini dilerim.”
                    Bunlar çok sınırlı örnekler olmasına rağmen Şehit Sadr’ın yüce şahsiyetini ortaya koymaktadır. Değerli arkadaşlar! Bu konuda daha geniş bir anlayış ve daha büyük tablolardan yardım almak için ilgili kitaplarda yazılan diğer örneklere müracaat etmek gerekir.
                    Düşmanlara Karşı Merhametlilik

                    Şehit Sadr çok ilginçtir, kendi düşmanlarına karşı dahi merhamet ve duygu doluydu. Gözaltına alınış döneminde emniyet güçleri Şehit Sadr’ı muhasara etmiş, tıpkı kurtlar gibi onu parçalamayı bekliyordu. Ama Şehit Sadr onlara da acıyordu. Bir gün ben gözaltında bulunduğu dönemde evindeki kütüphanede uyurken Şehit Sadr’ın şu sözleriyle uyandım: “La havle vela kuvvete illa billah’il aliyyil azim” (Yüce ve azim olan Allah’tan başka hiç bir güç ve kudret yoktur) Ben bir olay olduğunu sandım ve “bir şey mi oldu?” diye sordum. O şöyle buyurdu: “Hayır, ben kapı camının kırık aralığından şunlara (emniyet güçlerine) bakıyordum. Hepsinin susuz olduğunu ve bu sıcak yaz gününde yüzlerinden ter döküldüğünü gördüm.”

                    Ben ona şöyle dedim: “Ey efendim! Senin evini muhasara edenler, mümin dostlarını yakalayanlar, çocuklarını korkutanlar ve çocuklarını emsallerinin sahip olduğu en sade nimetlerden bile mahrum bırakanlar işte bunlardır.” Şehit Sadr (kuddise sırrıhu) şöyle buyurdu: “Ey oğulcağızım! Dediklerin doğrudur, ama biz onlara da merhamet üzere davranmak zorundayız. Zira bunlar doğru dürüst bir İslami çevrede yaşamadıkları için sapmışlardır. Onlar dini terbiye için gerekli şartların olmadığı ortamda büyümüşlerdir. Bu gibi insanlardan bir çoğu, sonunda Allah’ın rahmet ve hidayetine ermiştir ve gerçek müminlerden olmuştur.”

                    Daha sonra Şehit Sadr zemin kata indi ve hizmetçisi Hacı Abbas’ı uyandırarak o emniyet güçlerine su götürmelerini emretti. Allah da şahittir ki Şehit Sadr’ın bu gruba bile merhamet ettiğini görünce kendimi tutamadım ve Kerbela yolunda Hür b. Yezid Riyahi ile ordusuna su veren Ceddi İmam Hüseyin’i (a.s) hatırladım. Aynı zamanda Aşura günü gözleriyle binlerce düşman ordusunu seyrettiği halde oturup ağlayan İmam Hüseyin’i (a.s) hatırladım. İmam Hüseyin’e, “neden ağlıyorsun, Ey Resulillah'ın evladı?” diye sorduklarında İmam Hüseyin şöyle cevap vermişti: “Ben bu grubun benim sebebimle, (bana zulmettikleri için) cehenneme gitmelerine ağlıyorum” Ey Şehit Sadr! Ey Eba Ca’fer! Bu gün sen ne kadar da temiz ecdadın İmam Hüseyin’e (a.s) benziyorsun. Sen bu davranışlarınla temiz ecdadının hatırasını canlandırdın. Biz senin şahsında tecessüm eden o davranışı bir kez daha yaşamış gibi olduk. Selam olsun sana! Selam olsun dirine ve ölüne!

                    Kısacası, Hz. Peygamber (s.a.a)'in "Ben ve Ali bu ümmetin babalarıyız" sözünden de anlaşıldığı üzere İster merciiyet ve ister diğer hususlarda dini faaliyetler çerçevesinde anlaşma ve uyumluluk arz etme işi bir aile muhabettinin öğeler arasında oluşmasını gerektirmektedir. Her ne kadar çocukları çeşitli bölgelerde olsa da, biri Irak’ta, biri İran’da, biri Pakistan’da, biri Lübnan’da, diğeri de dünyadaki diğer ülkelerde olsa da bir aile organizesini gerekli kılmaktadır. Elbette önemli olan bir ailenin temellerinin doğru bir süreçte atılmış olmasıdır. Bu bağ sağlam temeller üzerine kurulmalıdır. En önemli temel ise duygu ve aklın birbiriyle karışımıdır. Zira bu karışım, babalık ve evlatlık duygularının kesin garantisidir ve bu duygular, Şehit Sadr’ın da işaret ettiği gibi amaçsız değildir, aynı zamanda sadece sınırlı toplumsal ilişkileri sağlamlaştırmak ve güçlendirmek de değildir, muhabbet ve sevgi dolu bir ailenin icadı için hedefsiz ve faydasız bir çaba da söz konusu değildir. Konu mercii ile öğrencisi ve ümmeti arasındaki ilişki olayıdır. Hakeza öğrencilerin babaları karşısında ve ümmetin önder karşısındaki konumu olayıdır.

                    --------------------------------------------------------------------------------

                    [1]Al-i İmran suresi, 159. ayet
                    Tevekkülle elde edilen sırlar; bir tek yakîn haddini bilenlere mahsustur.

                    Hakikî Şialarımız da yakîn sınırını koruyanlardır, ki onlardan «Allah'ın varlığı sayesinde hiçbir şeyden korkmamaları»nı bekleriz!


                    İmam Cafer-i Sadık (a.s)

                    Yorum


                      #11
                      Ynt: Sadr ailesi hakkinda bilgi

                      Şehid-i Kamiş Seyyid Sadr'ın Üstatlarına Karşı Tutumu


                      İncelenmesi gereken konulardan biri de Şehit Sadr’ın üstatlarına karşı takındığı ahlaktır. Çünkü bu konu da bir anlamda Şehit Sadr’ın şahsi davranış ve manevi boyutlarını açığa çıkarmaktadır.

                      Elbette şunu bildirmemiz gerekir ki Şehit Sadr’ın üstatlarına karşı davranışları ve sergilediği ahlakı hususunda fazla bir bilgiye sahip değiliz. Elbette daha önce bu konuda kısaca bilgiler aktardıysak da buna ek olarak Şehit Sadr’ın kelimenin tam anlamıyla öğrencisi olduğu en önemli üstadına karşı tutumunu da ortaya koyabiliriz. Bu üstat Ayetullah’il-Uzma Merhum Hui’nin (kuddise sırruhu) ta kendisidir. Merhum Ayetullah Hui onun gerçek üstadı sayılıyordu. Şehit Sadr (kuddise sırruhu) uzun bir müddet onu fıkıh ve usul derslerine katılmıştır. Şehit Sadr’ın Ayetullah Hui ile olan ilişkisini açıkladıktan sonra mukayesede bulunarak onun diğer üstatlarına karşı davranışlarını da açık bir şekilde ortaya koyabiliriz.

                      Emanete riayet etmiş olmak için tarihten örnekler verelim: “Muhtevası çok güzel olan mektuplara ve Şehit Sadr’ın, değerli üstadı Ayetullah’il Uzma Hui (kuddise sırrıhu) hakkında yazdığı yazılara ilave olarak bir ara bu öğrenci ve üstadı arasında fazla belli olmayan bir ihtilaf ortaya çıktı ve bu ihtilaf, ikisi arasında ilişkilerde bir soğumaya ve gevşemeye sebep oldu. Bana göre bu ihtilaf iki şeyden kaynaklanıyordu.

                      1-Şehit Sadr’ın Irak halkının durumu, siyasi toplumsal ve diğer sorunlarla ilgilenmesinin niteliği

                      2-Bazıları Ayetullah’il-Uzma Hui’den sonraki merciiyet hususunda özel bir tutum içinde idiler. Dolayısıyla Şehit Sadr’ın varlığı onları rahatsız ediyordu. Üstat ile öğrencisi arasında ihtilaf çıkararak böylece Şehit Sadr’ı üstattan sonraki merciiyetin ilk nişanesi sayılan “ihtiyatlarda irca etme makamı”ndan düşürmek istiyorlardı. Ama önemli olan ve emaneti koruyup tarihe kaydetmek için söylenmesi gereken şey bu ihtilafın bazen birbirinden tümüyle ayrılmaya kadar varmasıydı. Ama hiç birisi karşısındakini bozacak, bırakın şeriatı, edebi dahi aşacak bir takım davranışlar içine girmedi. Bu da her iki tarafın temizlik ve iman yüceliğini ortaya koymaktadır. Burada Şehit Sadr’ın üstadıyla olan güzel ilişkilerini sizlere göstermek istiyorum. Örneğin bu ikisi arasındaki ilişkinin gevşediği ve soğuduğu söylentileri ortaya çıkınca birisi yazılı olarak bu durumu bizzat kendisine sormuştu ve Şehit Sadr’dan bu konuda kendisine cevap vermesini istiyordu. Soru ve cevabın metni şöyleydi: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Eskiden beri sizinle en yüce merci olan Ayetullah’il Uzma Hui arasındaki ilişkiniz bizce de bilinmektedir. Ama bir takım söylentiler bizlerde şüphe uyandırmıştır ve bu konuyu sizden sormanız gerekmiştir. Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.”

                      Şehit Sadr’ın yazdığı cevap ise şudur: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Bizlere lütfettiğiniz bu soru için bir taraftan size teşekkür ediyorum; zira bu vesileyle içimdeki gerçeği sizlere aktarma imkanını buldum. Bir yandan da bu soru beni çok rahatsız etti. Zira bu soru hayatımdaki ilişkilerin en temizi ve en şerafetlisi olan bu ilişkinin de şek ve şüpheye maruz kaldığına işaret etmektedir ve bu ilişki benim efendim, üstadım, dayanağım Üstad Hui ile olan ilişkimdir. Gözüm bu üstadın ilmi havzasında ilim nuruyla aydınlandı, marifetin tadını onun eliyle tattım. İmandan sonra Allah’ın insana verdiği en yüce nimet ilimdir. Eğer bu nimetten bir miktarını elde ettiysem, bu o değerli üstadın fazlı ve keremiyledir. Ben onun vücudunun bereketlerinden bir parçayım. Onun yüce feyzinden bir parça ve onun manevi evlatlarından biriyim. Eğer bu gerçekleri görmezlikten gelecek veya bu görmezlikten gelmeyi bana isnat edecek biri varsa ya bunu babanın kalbini evladından ayırmak, ya da bu babanın makamını etkilemek amacıyla çocuğun konumundan istifade etmek için yapmaktadır. Ben de bu fırsatı ganimet bilerek, büyük bir içtenlikle sana şöyle diyorum: “Benim Ayetullah Hui (dame zilluhu) ile olan irtibatım, bir çocuğun babası, öğrencinin üstadı ve taklit eden birinin mercisi ile olan irtibatı gibidir ve ebedi olarak da bu böyle olacaktır. Ben defalarca halk, talebeler ve yetkililer karşısında bunu açıkça söyledim ve bu gerçeği itiraf etmeyen kimseden asla razı olmadığımı bildirdim. Bu hakikati itiraf etmeyen, bana ve ona bu esas üzere davranmayan kimseden ben asla razı değilim. Eğer birisi adımı yüceltmek istiyorsa, beni rahatsız eden şeylerden birinin de bu yücelmenin baba ile evlat, öğrenci ile üstat arasındaki ilişki sınırlarını aşması ve bundan sınırları aşmanın da benim davranışlarım ve metodumla uyuşmadığından gaflet edilmesidir. Alimler fetva verip şahsi ve dini amellerinde ilmihale ihtiyacı olan kimselere fetvalarını içeren bir risale yazmak ile yüce merciiyet makamının ve onu korumanın gerektirdiği bağlılığın arasını ayırmak istiyorlar. Biz de bu ikisini birbirinden ayırt etmek gerektiğine inanıyoruz. Dolayısıyla bu ikisini karıştırmamak gerekir. Daha yüce bir merciiyet makamına zarar vermek caiz değildir. Bu topluluğu dağıtmak, müminler için merciiyet hakkında ortaya çıkan birlikteliği ortadan kaldırmak ve söz birliklerini dağıtmak için yapılan hiç bir davranış caiz değildir. Ben Allah’a yöneliyorum ve ondan bizi üstadın varlığından faydalandırmasını, gölgesinde istifade ettirmesini ve farz olan evlatlık görevini yerine getirmede bizlere yardımcı olmasını dilerim. Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. H. K. 8 Cemadilula, 1396/M. 1976”

                      Şehit Sadr ameli ortamda da aynı tavır ve tutum içindeydi. Ayetullah’il Uzma Hui’ye saygı göstermeyi kendisine farz biliyor ve onu iyilik dışında bir şeyle anmıyordu. Kendisini görmek, halini sormak, sağlığından haberdar olmak için göz altında tutulmadan bir kaç gün öncesine kadar arada bir bizzat üstadın huzuruna varıyordu.

                      Merciiyet düzeyinde de Şehit Sadr, Irak halkının kendisine olan ihtiyacının daha çok olduğunu çok iyi der ediyordu. Şehit Sadr halkın ihtiyaçlarını, isteklerini ve içinde yaşadıkları siyasi şartları daha iyi biliyordu. Buna rağmen Ayetullah’il-Uzma Hui’ye (kuddise sırruhu) saygı hususunda da kusur etmiyordu. Edep ve saygı hususunda elinden geleni gösteriyordu. Bu sadece Irak içinde değil, Şiilerin olduğu her yerde aynı halet içindeydi. Şehit Sadr öğrencilerine defalarca kendisini merci olarak tanıtmamalarını tavsiye ediyordu ve sadece gelecek günler için ve Ayetullah’il Uzma Hui’den sonrası için kendisini merci olarak tanıtmalarına izin veriyordu. Yani merciiyetini Ayetullah’il Uzma Hui’den sonrasına bırakmıştı, hayatta olduğu müddetçe böyle bir ilanda bulunulmasına razı değildi. Merhum Ayetullah’il-Uzma Huyi’nin merciiyetini birinci derecede merciiyet olarak kabul ediyordu. Şehit Sadr, Hüccet’ül İslam ve’l-Müslimin Seyyid Muhammed Garevi için yazdığı mektubunda da bu gerçeği dile getirmişti.

                      Elbette Kur’an ve sünnette üstadın yaşadığı zamanda öğrencinin mercilik makamına oturmasının haram olduğu hakkında herhangi bir delil mevcut değildi. Öğrenci bu güce ve liyakate sahip olduğu taktirde her hangi bir engel söz konusu olamazdı. Ama buna rağmen Şehit Sadr üstadına karşı büyük bir vefadarlık örneği sergiledi, üstadına saygıda kusur etmedi ve onun merciiyet makamına riayet etti. Bu mektuplar da bu konudaki sözümüzü doğrulamaktadır. Zira bu mektuplar yayınlanmak için yazılmamıştır. Şehit Sadr bu mektuplarıyla kendi yüce ruhunu, değerli ahlakını ve doğru tutumunu göstermek istemiyordu. Şehit Sadr sadece kabul ettiği ve inandığı şeyi önemle vurgulamak istiyordu. Şehit Sadr üstadı hakkında üstadının büyüklüğüne tanıklık ederek bütün bu tutumların üstünde bir şahsiyet olduğunu ortaya koymuştur ve bunlar İmam Hekim’in (kuddise sırruhu) vefatından sonra olmuştur. Şehit Sadr’ın bu tanıklığı kendisi için bir çok zararlar ve sıkıntılar meydana getirmiştir. Ben Şehit Sadr’ın dindarlık şartları hakkında konuşmak istemiyorum. Zira Şehit Sadr zamanındaki ilmi havzalar ve merciiyet konusundaki mektupları söz ederken zaten buna değineceğiz. Ama burada sadece önceden sözü edilen davranışlarda sadakat, gerçek vefakarlık ve İslam ümmetine hizmette kendini feda etme cihetini önemle vurgulamak istiyorum. Şehit Sadr’ın bu boyutu hakkında bu kadarıyla yetiniyoruz.
                      Şehit Sadr’ın (kuddise sırruhu) Öğrencilerine ve Dostlarına Karşı Ahlakı

                      Dikkat edilmesi gereken açık nüktelerden biri de Şehit Sadr’ın öğrencilerine ve dostlarına karşı takındığı tutumdu. Şehit Sadr’da keskin, dini ruhtan beslenmiş ve çok büyük bir hedefe sahip bir duygu görebilirsin. Bazı öğrencilerine gönderdiği mektupları okuyunca da onun Peygamber’den aldığı ahlakı ve alevi esintileri açıkça hissedebilir, bu duyguların güzel kokusunun gönül ve akıllara üstün geldiğini müşahade edebilirsin. Bu duygu, sadık ve temiz kalbinde barındırdığı gerçek hislerle insanın aklını şaşkına çevirmektedir.
                      Şehit Sadr’ın Öğrencilerine Yazdığı Mektuplarındaki Genel Özellikler

                      Önceden de ifade ettiğim gibi Şehit Sadr’ın mektupları da bizim bu söylediklerimizi isbat etmeye yeterlidir. Ben her zaman bu mektupların Şehit Sadr’ın öğrenci ve dostlarına karşı takındığı tutumu açıklayan maksadımızı izah ettiğine inanıyorum ve bu, okuyucunun da kabul edebileceği çok önemli bir husustur. Ama bizim maksadımız, Şehit Sadr’ın hayatını belgelemek olduğundan dolayı birkaç nükte zikrederek, bazı boyutlarıyla ilgili ek bilgiler vermektir. Çünkü bu nükteler Şehit Sadr’ın şahsiyetini daha detaylı bir şekilde anlamamızı sağlayacaktır.

                      a-Dikkat edilmesi gereken nüktelerden biri, Şehit Sadr’ın öğrencilerine karşı takındığı tutum ve davranış, halk nezdinde üstat ve öğrenci arasında bilinen ilişkiler türünden bir ilişki olmamasıydı. Merci olan kimseler bilindiği gibi yazdıkları mektup ve yazılarında belli bir takım tabirler kullanırlar. Genelliklede sizler, Hüccet’ül-İslam, Siket’ul-İslam, değerli alim ve benzeri bilinen resmi şekiller dışında bir şey göremezsiniz. Elbette bu ayıp değildir. Ben bu durumu kınamak ve eleştirmek istemiyorum. Çünkü yüzlerce yıldır ilmi havzalarda ve merciler arasında bu bir adet haline gelmiştir. Ama Şehit Sadr, hatta bu tür şeylerde dahi tam bir değişiklik yapılması gerektiğine inanıyordu. Şehit Sadr konuşma ve tavır hususunda çok çekici bir metot geliştirmişti. Bilinen tabirlerdeki ilmi nişaneleri koruyarak kelime ve tabirlerinden duygu dolu ve babaca bir ruh esmektedir. Dolayısıyla öğrencilerinin övündüğü tek şey onun fıkıh ve usul mektebinde okumaları değildir. Onlar Şehit Sadr’ın ahlaki ve manevi tutumu sayesinde, kalplerinde kökleşen sevgi ile de övünmektedirler. Ben Şehit Sadr’ı bu sıfata sahip olduğu için eleştiren kimseleri de gördüm. Onlara göre bu metot, gereksiz bir aşırılıktı. Zira onlara göre bu durum, üstadın öğrencisi karşısındaki azamet ve heybetini azaltmaktaydı. Ben bu tür şahısları, bu görüşleri sebebiyle kınamak istemiyorum. Zira her görüş kendi yerinde saygındır. Ama şuna inanmaktayım ki Şehit Sadr kabul ettiği ve görevi bildiği ilkeler esasınca amel eden biriydi. Elbette onun bakış açısının daha doğru olduğunu düşünüyorum. Zira davranış biçimimiz gerçekçi, duygusal, mantıklı ve dinimizin büyük hedeflerine hizmet edici bir konumda olmalıdır.

                      b-Apaçık delillerden de hissettiğimiz üzere, Şehit Sadr öğrencileriyle kurduğu ilişkilerde sürekli onların dersi ve dini ile ilgili faaliyet ve çabalarını yakından takip ediyordu. Elbette mektuplarında duygusal olmayan bir şeyler de vardı. Şehit Sadr büyük bir dikkat göstererek, dini faaliyetlerin gelişim sürecini ele almaktaydı. Bazı mektuplarda ise toplumsal ve siyasi zorluklarla iç içe bulunan kimseleri teşvik ettiği ve cesaretlendirdiği açıkça görülmektedir.

                      c-Gördüğünüz gibi Şehit Sadr bu mektuplarda açıkça öğrencilerinin mali ve şahsi işlerini ele almıştır. Birine aylık maaş tayin etmekte, başka birine ise durumunu ve maddi gücünü göz önünde bulundurarak belli bir yardımda bulunmaktadır. Ben bu tür babaca bir hal hatır sorma adetinin, görebildiğim kadar başkalarında çok az olduğuna inanmaktayım. Herkesin de bildiği gibi talebeler Necef’ten gidince ya da baskı nedeniyle gitmek zorunda bırakılınca vatanlarında belli bir ölçüde maddi imkanları olduğu sebebiyle, mercilerle olan maddi ilişkileri kopmaktadır. Ama Şehit Sadr, kendi tabiriyle günlük geçimi için dahi borç aldığı halde öğrencilerinin maddi durumunu sürekli yakından tabir ediyordu ve bu da alışılmadık bir şeydi. Her mercinin öğrencileri, vekilleri olarak onun adına şer’i hakları toplamakta, dini tebliğ faaliyetlerini güçlendirmek ve merciiyetin gereklerini temin etmek için tümüyle mercinin hizmetine takdim etmektedirler. Şehit Sadr bu bildik metodun tam aksine hareket etmekteydi.

                      d-Şehit Sadr’ın yazılarında gördüğümüz başka bir husus da bir hedef sahibi oluşuydu. O öğrencilerinin kendisinin devam ettiricileri olduğunu görüyordu. Elbette bunu şahsi bir mesele olarak görmüyordu. Öğrencileri onun cihat, ilim, ruh ve ahlak hususundaki düşüncelerini takip ediyor ve izinden yürüyorlardı. Bu da Şehit Sadr’ın öğrencilerin kalbinde yer etmesi için çaba gösterdiği en önemli nüktelerden biriydi. Bildiğim kadarıyla Şehit Sadr ölümüyle ortadan kalkacak olan bir fikir, metot ve yenilik sergileyerek şahsına münsahır bir örnek olma peşinde değildi. O daha çok sahip olduğu her şeyin ölümünden sonra da fikri ve ameli öğrencileri tarafından devam ettirilmesini istiyordu. Öğrenciler bu metodun devam edeceği hususunda kalbinde canlandırdığı bir ümit konumundaydı. Aynı zamanda Şehit Sadr’ın özel mektebinin devamını sağlıyor ve ölümünün bunda her hangi bir kesikliğe uğramamasına neden olmayacağını ispat ediyordu. Elbette bu da öğrencilerinin cihat ve devrim ile ilgili fikirlerinin ölümünden sonra da devam edeceği hususundaki inançlarına bağlıydı. Yani kendi tabiriyle onları terbiye etmek için ruh, gönül ve aklının özünü öğrencilerine takdim ediyordu.

                      Şehit Sadr’ın Merhum Abdulgani Erdebili için yazdığı mektup da bu konuda yeterli bir açıklama mahiyetindedir. Zira bu mektup merhamet ve duygu dolu bir mektup olmak ile birlikte onun öğrencilerin geleceği hakkındaki ümitlerini de ortaya koymaktadır. Öğrencileri Şehit Sadr’ın tarihi konumundadır. Hatta kelimenin tam anlamıyla öğrencileri birer Şehit Sadr ve etrafına dağılan vücudunun birer parçaları konumundaydı.

                      Elbette bilinmesi gerekir ki bu mektup Erdebili’nin mektubuna cevap olarak kaleme alınmamıştır. Abdulgani Erdebili benim için ve Seyyid Mehri’nin kardeşi için bir mektup yazmıştı. Şehit Sadr (kuddise sırruhu) Erdebili’nin el yazmasını görünce bu vefalı öğrencinin sadıkane duyguları karşısında galeyana geldi. Allah ona rahmet etsin. İşte Şehit Sadr bunun üzerine Abdulgani Erdebili’ye bir mektup yazdı. Şehit Sadr bu mektubunda şöyle yazmıştır: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Ey azizim! Oğulcağızım! Sen ruh, kalp, cesaret ve yücelikte çok gani ve zenginsin. Canım sana feda olsun. Canım, imanından kaynaklanan evlatlığına feda olsun. Çocuklarından ve dostlarından ayrılan yaslı bir baba Allah’ın gözleri önündedir. Bu birkaç satırlık yazıyı, Nu’mani ve Mihri’ye göndermiş olduğun mektubu gördükten sonra yazıyorum. Sen yazılarını görmenin ve sevgi ve vefa dolu eşsiz iman ve muhabbetini mücessem kılan nefsine yaklaşmanın babanın kalbine neler yaptığını bilemezsin. Yazdığın o birkaç satırı defalarca okudum. Adeta bu tekrar tekrar okumakla miktarını arttırmak istedim. Böylece Allah’a teveccüh ettim ve O’ndan, seni ve diğer evlatlarımı, inayet gözüyle korumasını istedim.

                      Ey Eba Muhammed! Emin ol ki sen benden ayrılmadın. Çünkü sen benimlesin, arzu ve dertlerimle birliktesin. Sen benim geçmiş hatıram, bugünkü hüznüm ve gelecek manzaramsın. Sen yanımda olan her şeyle birlikte kenarımdasın. Çünkü vücudumda ve etrafımda olan her şey bana seni anlatıyor ve seni gösteriyor. Adeta vefa ve sefaya, o değerli mertliğe, o eşsiz cesarete ve en derin iman duygularından kaynaklanan evlatlığa işaret ediyor.

                      Ey Eba Muhammed! Dün akşam yeniden evlatlarımdan ve bu evin meşalelerinden bir meşale olan ve size doğru gelen Ebu Muhammed b. Ali’yi uğurladım. Kardeşleri ve sizler arasında işlerini düzene sokacak ve garipliğini giderecek şeyler görmesini ümit ediyorum. Bütün vücudum şu anda sizin yanınızdadır. Tarihimin büyük bir bölümü sizlersiniz. Ey geçmişte ve gelecekte yolculuğa çıkan evlatlarım! Bu tarih sizin elinize bir emanettir ve sizler bu emaneti koruma hususunda layık kişilersiniz.”

                      Elbette burada Şehit Sadr’ın tüm öğrencilerinin konumunu ve özelliklerini sayabilme imkanına sahip değiliz. Şehit Sadr’ın onlara olan bakış açısını ve onlar hakkındaki inancını detaylı bir şekilde incelemek tümüyle ayrı bir çalışmayı gerektirir. Elbette bir taraftan Şehit Sadr’a olan vefa borcumuzu ödemek için elde olan deliller esasınca Şehit Sadr’ın sahip olduğu duyguların ve şahsiyetinin sağlam temeller üzere kurulu olduğunu söyleyebiliriz. Şehit Sadr’ın bu duyguları ve şahsiyeti daha çok İslami ve akidevi değerlere dayalıydı.

                      Merhum Seyyid Abdulgani Erdebili, hayatım boyunca tanıdığım en iyi dostlarımdan biriydi. Şüphesiz o iman, takva, Allah yolunda hizmet, kalp sefası, batın temizliği, ruh temizliği açısından çok seçkin bir makamdaydı. Onu görenler, hemen cezb oluyor ve şahsiyeti karşısında şaşkınlığa düşüyordu. Merhum Seyyid Abdulgani Erdebili’nin hayatında cesaretini gösteren çok ilginç sahneler olmuştur. Nitekim Şehit Sadr O’nun hakkında şöyle demiştir: “Vefa, sefa, değerli bir yiğitlik ve eşsiz bir cesarete sahipti.” Şehit Sadr’ın bu cümleden maksadı, Merhum Seyyid Abdulgani’nin 1972 yılında Şehit Sadr’ın tutuklandığı gün sergilediği tavırdır. O da Şehit Sadr ile uzun süre hapishanede kalmış ve emniyet güçlerinin bütün engellemelerine rağmen, canı tehlikede olduğu halde büyük bir direniş sergilemiştir. Hiç kimse o korkunç ve tehlikeli şartlarda böylesine bir cesaret sergileyemezdi. Şehit Sadr da böylesine sıfatlara sahip kimseleri görmezlikten gelemezdi. Şehit Sadr bu tür sahneleri zamanla unutan biri de değildi. Böylece bu ihlaslı öğrenci üstadın kalbinde ve ruhunda hep canlı kalmış, her ne kadar mekan açısından uzak olsa da ve ölüm kendilerini ayırsa da hatırası hep canlı kalmıştır.

                      Şehit Sadr, Hüccet’ül-İslam ve’l-Müslimin Hacı Şeyh İbrahim Meşkini’ye yazdığı mektubunda da Abdulgani Erdebili’nin değerini beyan etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Değerli mektubunuzda gördüğüm manevi esintiler üzerimde çok derin etkiler yarattı. Özellikle de değerli ve güzel ahlak sahibi Seyyid Abdulgani Erdebili hakkında yazdıklarınız beni çok etkiledi. Onun yokluğu belimi kırdı, ölümü kalbimi parçaladı. Allah da biliyor ya, o takva, liyakat ve cesaret örneği biriydi. Yaklaşık yirmi yıl boyunca, babasıyla birlikte bulunan bir evlat gibi benimle birlikte bulundu, yanımdan hiç ayrılmadı. Onda hiç bir şer’i hata görmedim. Kendi şahsi için bir defa olsun öfkelendiğine şahit olmadım. Ama Allah için defalarca öfkelenmiştir. Ben onu Allah’a ısmarlıyorum.”

                      Bir tanıklık ve şahadet konumunda olan bu sözler sayesinde değerli okuyucu, şer’i ölçüler üzere olan temel değerlendirme metodunu tanımış oldu. Zira Şehit Sadr, öğrencilerinde hiç bir hata görmemişti. Bu müminin hatta bir defa olsun, kendi şahsı için öfkelendiğini görmemişti. Ama defalarca Allah yolunda ve Allah için öfkelenmiş biriydi.

                      O derin ilişki ve alakanın sırrı işte budur. Zira bu sevme Allah için ve Allah yolundadır, sadece duygulara dayalı değildir. Vefalı kalışı sebebiyledir ki Şehit Sadr “Durus fi’l İlm’il-Usul” kitabının yazma sevabını Merhum Seyyid Abdulgani Erdebili’nin İran’da trafik kazasında öldüğü haberini alınca kendisine ithaf etmiştir. Şehit Sadr bu kitabının birinci cildinin önsözünde şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım, ey Rabbim! Sen benim zorluklarımı, ihtiyaçlarımı ve fakirliğimi biliyorsun, ey ümidim, ey arzularımın nihayeti! Sana yakınlaşma amacıyla bu küçük eseri ve üç ciltlik “Halakat” kitabını senin dinini öğrenme yolunda hareket edenlere yardımcı olsun diye sana takdim ediyorum. Eğer rahmetin ve kabulün –sen rahmeti her şeyi kapsayansın- bu kitabı da kapsarsa, ben de sana tevessül ederim. Ey okunanların en iyisi ve ümit bağlanılanların en yücesi! Bu işin sevabını bir hediye olarak benden taraf güzel davranışlı ve aciz oğlum Seyyid Gani Erdebili’ye ulaştır. Halakat kitabını yazdığım bir anda, onun öldüğünü haber aldım. Allah onun temiz ruhuna rahmet etsin. Beni yazmaya teşvik etmiş ve bu kitabı en kısa zamanda hazırlamama büyük katkısı olmuştu. Allah ve hakka hizmet yolunda büyük ruhu ve temiz gençliği hiç bir bitkinlik ve yorgunluk tanımıyordu. O benim için bir güç kaynağıydı. Oysa ben güçten düşmüş bir yaşlı gibiyim. “Halakat” adlı kitabı iki ayda hazırlama hususunda beni azimlendirdi. Sürekli olarak beni bu işe teşvik ediyordu. İlmiye havzalarında bu kitabın ilk defa dersini vermek istiyordu. Bu ilmi havzaların ders ile bütün ahlaki ve manevi boyutlarda örnek bir ilmi havza olması için bir çok projeler geliştirmişti.

                      Ama ey Allah’ım! Onu aniden kendine çağırdın, o da büyük bir rağbetle buna olumlu cevap verdi. Allah’a yemin olsun ki yanımda öğrencilik yaptığı yirmi yıl boyunca onu sürekli olarak sana kavuşma ve sana itaat etme aşkı içinde gördüm. Hiç bir şek ve şüphe taşımıyordu, hiç bir şeyi görmezlikten gelmiyor, gecikme ve tembellik içine düşmüyordu. Allah’a yemin olsun ki bütün bu müddet boyunca bir defa olsun kendisi için kızdığını görmedim. Ama senin için çok kızardı. Senin için kendisini unuturdu. Ey rabbim! Sen onun bana yaptığı iyilikleri telafi et. O bana ve babasına karşı ihlas dolu iyi bir çocuktu. İtaat ve fedakarlık hususunda hiç bir şüphe taşımıyordu. Şu anda onun yasına oturdum. O benim için bir izzet kaynağıydı. Onda yücelik, vefa ve fedakarlık hasletleri yer etmişti. Takva fazilet ve iman hasletleri kemale ermişti. O bizim için bir övünç kaynağı idi. Ben ölümümden sonra da yaşamam, onun gibi iyi kalplerde yer etmem, onun gibi temiz bir hayata sahip birinin hayatında hayat sürmem hususundaki tüm arzum onun ölümüyle yok oldu. Ey Allah’ım, şimdi sana tevessül ediyorum. Rahatlıkta ve zorlukta sana hamd ettikten sonra, senden büyük lütfünle onu karşılamanı, onu layık, doğru kullarınla haşretmeni istiyorum. Şüphesiz onlar en iyi arkadaştırlar. Allah’ım, beni öldükten sonra onunla görüşmekten mahrum kılma. Hayatımda onu görmekten mahrum kaldığım gibi, ahirette de beni kendisinden mahrum düşürme. Rahmetinin civarında onunla birlikte olma arzumu uzatma. Son sözümüz hamdın alemlerin rabbi Allah’a mahsus olduğudur.[1]

                      --------------------------------------------------------------------------------

                      [1]Kitab-u Durus fi İlm’il-Usul, Halakat-u Evvel, İhda (İthaf) başlığı altında
                      Tevekkülle elde edilen sırlar; bir tek yakîn haddini bilenlere mahsustur.

                      Hakikî Şialarımız da yakîn sınırını koruyanlardır, ki onlardan «Allah'ın varlığı sayesinde hiçbir şeyden korkmamaları»nı bekleriz!


                      İmam Cafer-i Sadık (a.s)

                      Yorum


                        #12
                        Ynt: Sadr ailesi hakkinda bilgi

                        Shaheed Al Iraq, Muhammad Baqir Al Sadr 1/4 [Arabic]
                        Tevekkülle elde edilen sırlar; bir tek yakîn haddini bilenlere mahsustur.

                        Hakikî Şialarımız da yakîn sınırını koruyanlardır, ki onlardan «Allah'ın varlığı sayesinde hiçbir şeyden korkmamaları»nı bekleriz!


                        İmam Cafer-i Sadık (a.s)

                        Yorum


                          #13
                          Ynt: Sadr ailesi hakkinda bilgi

                          Shaheed Al Iraq, Muhammad Baqir Al Sadr 2/4 [Arabic]
                          Tevekkülle elde edilen sırlar; bir tek yakîn haddini bilenlere mahsustur.

                          Hakikî Şialarımız da yakîn sınırını koruyanlardır, ki onlardan «Allah'ın varlığı sayesinde hiçbir şeyden korkmamaları»nı bekleriz!


                          İmam Cafer-i Sadık (a.s)

                          Yorum


                            #14
                            Ynt: Sadr ailesi hakkinda bilgi

                            Shaheed Al Iraq, Muhammad Baqir Al Sadr 3/4 [Arabic]
                            Tevekkülle elde edilen sırlar; bir tek yakîn haddini bilenlere mahsustur.

                            Hakikî Şialarımız da yakîn sınırını koruyanlardır, ki onlardan «Allah'ın varlığı sayesinde hiçbir şeyden korkmamaları»nı bekleriz!


                            İmam Cafer-i Sadık (a.s)

                            Yorum


                              #15
                              Ynt: Sadr ailesi hakkinda bilgi

                              Shaheed Al Iraq, Muhammad Baqir Al Sadr 4/4 [Arabic]
                              Tevekkülle elde edilen sırlar; bir tek yakîn haddini bilenlere mahsustur.

                              Hakikî Şialarımız da yakîn sınırını koruyanlardır, ki onlardan «Allah'ın varlığı sayesinde hiçbir şeyden korkmamaları»nı bekleriz!


                              İmam Cafer-i Sadık (a.s)

                              Yorum

                              YUKARI ÇIK
                              Çalışıyor...
                              X