Bismillahirrahmanirrahim
Meleklerin varlığı, İslam’ın kesin inançlarındandır. Bunun, başka dinlerde de aşağı yukarı böyle olduğu söylenebilir. Pek çok rivayette meleklerin tür ve fert sayısının Allah’ın diğer mahlukâtından fazla olduğu belirtilmektedir. Her ne kadar onların muhtelif türlerinin tafsilatı buradaki mevzumuzun dışındaysa da şu kadarını söyleyebiliriz ki genel olarak üç grupturlar:
Birinci grup: Sevdalı melekler. Bunlar, Allah’ın azametine hayran ve ona garkolmuş meleklerdir. Ne döner kendilerine bakarlar, ne de başka bir şeye. Besâiru’l-Derecât’ta İmam Sâdık’ın (a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Kerrubiler (yakınlaştırılmış melekler), Allah’ın arşın arkasına yerleştirdiği, ilk yaratılıştan beri bizi takip eden gruptur. Eğer onlardan bir tekinin bile nuru yeryüzündeki insanlara taksim edilse hepsine kafi gelir.
Sonra İmam (a) şöyle buyurdu: Musa, talebini Allah’a arzettiği sırada Allah onlardan birine emir verdi. O da bunun üzerine dağa tecelli edince dağ paramparça oldu. (1)
“Rabbi dağa tecelli edince…” (2) ayetine ve bunun hakkında nakledilmiş olan rivayetlere dikkat ettikten sonra, bu meleklerin Allah’ta -subhanehu- fâni olduklarını, O’ndan başkasını gözlerinin görmediğini ve onlar için Allah’tan başka bir şeyin bulunmadığını tasdik edeceksiniz.
Rivayetteki “Allah’ın arşın arkasına yerleştirdiği…” cümlesi işte bu manaya işaret etmektedir. Çünkü arş; idare, kaza ve kader âlemidir. Bütün tafsilat ve hükümler döner onda son bulur. Bundan dolayı onun arkasında bu işlerden hiçbir iz olmayacaktır.
Yine bir rivayette şöyle geçmektedir:
Âlîn (yüksek rütbeliler), Allah’tan başkasına ilgi duymayan melekler grubudur. Âdem’e secdeyle emrolunmamışlardı. Allah’ın âlemi ve Âdem’i yarattığının farkında değillerdir.
İkinci grup: İbadet eden melekler. Nehcu’l-Belâğa’da şöyle geçmektedir:
Sonra yüksek semaların arasını ayırdı ve orayı muhtelif meleklerle doldurdu. Onlardan bir grubu sürekli olarak secde halindedir. Rükû etmezler. Yahut rükû ederler de kıyam etmezler. Ya da hiç dağılmayan saflar halindedirler. Veyahut daima tesbih eder ve hiç yorulmazlar. Hiçbir zaman uyku gözlerini örtmez. Akılları unutkanlık ve gaflete düçar olmaz. Bedenleri çözülmez. Gaflet ve unutkanlık onlara ârız olmaz. (3)
Bu muhteva pek çok rivayette geçmektedir.
Üçüncü grup: Âlemin idaresi ve işleriyle görevli memur meleklerdir. Mesela arş ve kürsinin taşıyıcıları; gökleri, güneşi, ayı, yıldızları, gece ve gündüzü, havayı, bulutları, yağmurları, şimşek ve yıldırımı, gökgürültüsünü, kayan yıldızları, rüzgarları, yeri, elementleri, denizleri, dağları, dereleri, bitkileri, hayvanları, insanları, amelleri, zamanları, mekanları, hayatı, rızkı, ölümü, berzahı, haşrı, cenneti, ateşi ve başka işleri idare eden melekler bu kabildendir. O kadar ki, bazı rivayetlere göre, onlar âlemin en küçük işlerinde bile aracılık ederler. Bunların bir bölümü Levha ve Kalem bahsinde zikredilmişti.
Bu grup, çeşitli tabakalar halindedir. Onların sorumluluğuna verilmiş her işte, emir veren ve emir alan, reis ve tabi olan düzeni mevcuttur. Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail bu grup içinde yeralır.
Bilmek gerekir ki, meleklerin bütün grupları, Kur’an’ın ve mütevatir rivayetlerin açıkladığına göre masumdurlar. Sadece Harut ve Marut kıssasıyla ilgili rivayetlerin bir kısmında bunun hilafı beyan edilmiştir. Nitekim başka rivayetler de onu reddetmiştir.
Aynı zamanda Ehl-i Sünnet kanalıyla gelen Dâil’in sarayı kıssası hakkındaki bir rivayet ve Petros kıssasını anlatan başka bir rivayet bu mananın hilafını beyan etmiştir. Bu rivayetler, haber-i vâhid olmalarına ilaveten, şüpheden de hâli değildir.
Melekler maddi değildir
Burada maksadımız, bütün bu grupların gayri maddi varlıklar olduğu noktasını beyan etmektir. Onlardan bazıları misal, diğer bazıları da tam soyut olmaktadırlar. Risalenin başında açıklanan bürhan, maddi dünyamızın mevcudâtından her birinin, madde âlemi genişliğinde, misalden bir mertebesi ve akıldan bir mertebesi olduğunu ispatlamaktadır. Bu, gözönünde bulundurduğumuz neticedir ve bunun için ayet ve rivayetlerde delil bulunabilir.
Meleklerin soyut olduğuna dair Kitap ve Sünnet’ten deliller
Meleklerin soyut olduğuna delalet eden naslar arasında aşağıdaki ayetler gösterilebilir:
“De ki: Her kim Cebrail'e düşman ise [Allah’a düşman demektir]; çünkü Allah’ın emriyle Kur’an’ı senin kalbine o indirdi.” (4)
“Kur’an’ı, halkı [Allah’ın azabına karşı] uyarman için Cebrail nazil etti ve onu kalbine indirdi.” (5)
“Kalp, gördüğünü yalanlamadı. Siz kâfirler, Rasûl’ün müşahede ettiğini inkâr mı ediyorsunuz?” (6)
Açıktır ki “kalp”ten maksat, midenin sol tarafındaki etten organ değildir. Aksine anlayan ve düşünen bir şeydir. Yani ruhtur. Bundan dolayı Kur’an’ın kalbe inişi, ancak indirmenin soyut surette olması halinde sahihtir. Tıpkı mananın varlığı gibi.
Bu naslar arasında aşağıdaki ayetler ve onların benzerleri sayılabilir:
“Dediler ki: Ona neden bir melek inmiyor? Eğer bir melek gönderseydik iş bitirilmiş olur ve onlara bir an bile mühlet verilmezdi. Bir meleği risalet göreviyle gönderseydik onu insan suretine büründürür ve onlara halkın giydiği elbiselerden giydirirdik.” (7)
Zira ayetin zahiri şudur ki, bir meleğin melek kıyafetinde ve melekûtî varlığıyla indirilmesi işin tamamlanmasını, geriye mühlet kalmamasını ve insanların ölümden sonraki dünyaya geçmesini gerektirecekti. Böylece meleklerin hem sınıfından, hem de cinsinden olacaklardı. O dünya maddeden soyuttur ve Meleklerin varlığı da ondandır. Öyleyse onlar soyut varlıklardır.
[Rivayetler arasında da bu bağlamda muhtelif gruplar mevcuttur. Burada onların bir kısmına işaret edeceğiz.]
a) Ruhlar hakkındaki rivayetler
Besâiru’l-Derecât’ta Halebî’den, İmam Sâdık’ın (a), “Sana ruhu soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimden bir emirdir.” (8) ayeti hakkında şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Allah Tebarek ve Teala, bir tektir ve muhtaç değildir. Samed, içinde boşluk olmayan şeydir. Ruh, O’nun yarattıkları içinden bir tanesi, gözü, kuvveti ve desteği bulunan bir mahluktur. Allah onu, peygamberlerin ve mü’minlerin kalbine yerleştirir. (9)
Yine aynı kitapta Hasan b. İbrahim’den şöyle nakledilmiştir: İmam Sâdık’a (a) imamın ilmini sordum. Hazret, cevabında şöyle buyurdu:
Peygamberlerde ve vasilerde beş ruh vardır: Beden ruhu, Ruhu’l-Kudüs, kuvvet ruhu, şehvet ruhu, iman ruhu. Mü’minlerde dört ruh vardır: Beden ruhu, kuvvet ruhu, şehvet ruhu, iman ruhu. Onlarda sadece Ruhu’l-Kudüs yoktur. Kâfirlerde üç ruh vardır: Beden ruhu, kuvvet ruhu, şehvet ruhu.
Sonra şöyle buyurdu: İman ruhu, insan büyük bir günah işlemediği sürece onunla birliktedir. Ne zaman ki büyük bir günah işlerse ondan ayrılır. Kime de Ruhu’l-Kudüs inerse o asla büyük günah işlemez. (10)
Usûl-i Kâfî’de Ebi Basîr’den, İmam Sâdık’ın (a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Kalbin iki kulağı vardır. Kul günaha niyet ettiğinde iman ruhu ona der ki: “Yapma!” Şeytan ona der ki: “Yap!” Ne zaman (günah işlemekle meşgul olsa, mesela) zinakâr bir kadına yönelse iman ruhu ondan ayrılır. (11)
Yine Usûl-i Kâfî’de Hammad’dan, İmam Sâdık’ın (a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Her kalbin iki kulağı vardır. Bu ikisinden birine bir melek kılavuzluk eder. Diğerine ise bir şeytan fitne aşılar. Bu emir verir, öteki engeller. Şeytan günahlara emreder, melek ise buna mani olur. Bu, Allah’ın -azze ve celle- şu kavlidir: “Sağ ve sol tarafta (onu gözetlemek üzere) oturmuşlardır. Ağzından hangi söz çıksa onu gözetlemek ve onu zaptetmek üzere gelirler.” (12)
“Bu, Allah’ın -azze ve celle- şu kavlidir…” cümlesinden çıkan sonuç şudur ki, Allah Teala’nın iki meleğin sağ ve solda oturmasından maksadı, insanın kalbi ve canının sağında ve solunda oturuyor olmalarıdır. Bu da onun saadet ve şekavet tarafı olmaktadır. İki kulağı bulunması, iyiliğe daveti de, kötülüğe çağrıyı da işitiyor olması bakımındandır.
İmam’ın (a) Ebi Basîr rivayetindeki “iman ruhu ondan ayrılır” cümlesi ve rivayetlerde çokça geçen benzerleri, bu ruhların bir şekilde nefisle birleştiğini, neticede de nefse cihet bahşettiğini göstermektedir.
Son iki rivayetteki ilaveden, iman ruhunun bir meleğin yoldaşı olduğu sonucu çıkmaktadır. Usûl-i Kâfî’de ve Ayyâşî tefsirinde İmam Sâdık’tan (a) nakledilmiş aşağıdaki rivayet bu manaya delalet etmektedir:
Kalbinin derinliğinde iki kulağı bulunmayan mü’min yoktur: Biri, gizlice vesvese üfleyen kulak ve diğeri de meleğin üflediği kulaktır. Allah mü’mini melek vesilesiyle destekler. Bu, Allah’ın şu kavlinde söylediği şeydir: “Onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir.” (13)
Pek çok rivayette şöyle geçen “Ruhu’l-Kudüs melektir ve mü’mini desteklemektedir.” ifadesi mezkur meseleye bir başka delildir.
Hulasa, iyilik veya kötülük ilham edildiğinde, kalplerimizde, nefsimizin sözü olan zihinsel hatıralardan başka bir şey yoktur. Nefsin sözü, ya meleğe ya da şeytana aittir. Ortada bir tek söz olduğuna göre onu söyleyen de bir tektir. Halbuki eğer bize konuşan melek maddi bir şeyse o zaman iki şeyin birleşmesi ve tek şey olması gerekir ki bu, olabilecek bir şey değildir.
Bundan dolayı o melek, misal varlıktır. Bu durumda, muhal ve olamayacak bir şey olan birleşme türü gerekmeyecektir. Çünkü biri diğerinin dikeyindedir, ona paraleldir. (Buraya dikkat edilmelidir.) Bu açıklamayı, fitneye kışkırtan şeytanın misal olduğunu ispat için de zikretmek mümkündür.
b) Nekir, münker vs. hakkındaki rivayetler
Çok sayıda rivayette, ölümden sonra berzahta insan ruhu konusunda görevlendirilmiş meleklerin varlığından bahsedilmektedir. Mesela nekir, münker, Beşir, mübeşşir, cennet ve ateş melekleri, ruhu yukarı çıkaran melekler vb. Berzah, misal âleminden olduğu için bu melekler de misal âlemine ait olmaktadır.
c) Meleklerin şaşırtıcı yaratılışlarıyla ilgili rivayetler
Nehcu’l-Belâğa’da melekler hakkında şöyle geçmektedir:
Bazı meleklerin ayakları, yerin daha aşağı tabakalarında sabittir. Boyunları göğün yukarısına geçmiştir. Varlığının azaları dünyanın katmanlarından taşmıştır. Omuzları, Allah’ın arşının temellerini korumak için hazırdır. (14)
Kummî tefsirinde Câbir’den, İmam Bâkır’ın (a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Rasûl-i Ekrem oturmuştu. Cebrail de kendisinin huzurundaydı. Cebrail aniden gökyüzüne baktı. Rengi kaçtı. Hatta zaferan gibi sarardı. Sonra Allah’ın Rasûlü’ne sığındı. Rasûl-i Ekrem Cebrail’in baktığı yere baktı. O an, doğu ve batıyı dolduran bir şey yere indi ve ona yaklaştı… Cebrail dedi ki: “Bu İsrafil’dir; Allah’ın perdedârı.” (15)
Tevhid’de, İmam Sâdık’ın (a) “Orada Rabbinin en büyük ayetlerinden bazıları müşahade etti.” (16) ayeti sorulduğunda şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Cebrail’i gördü. Bitki üzerindeki çiğ damlaları gibi bacaklarında inciler vardı. Arası gökle yeri dolduracak kadar olan yüz kanadı vardı. (17)
Sayısız rivayet, meleklerin inişinden ve gidiş gelişinden sözetmektedir. Hesabı bilinmeyen sayıda melek havada, yerde ve mukaddes mekânlarda sâkindir. Yağmur damlalarıyla aşağı inerler. Her şahısla ve her amelle birliktedirler. Kadir gecesi, sayısını Allah’tan başka kimsenin bilmediği binlerce melek vardır.
Bu rivayetlerin üslubu şöyle söylememize manidir: Dünyamızın değişim ve dönüşümü, gidiş gelişler onlar üzerinde tesir bırakır. Halbuki onlar ayaklarımızın altında çiğnenip ezilmezler. Yeri göğü doldurmuş olmalarına rağmen cisimlerin hareketi onların bedeninde gedik meydana getiremez. Öte yandan, aklın apaçık yargısı, maddi ve cismani işlerin birbirine rahatsızlık verdiğine hükmeder. Onlar görülmezler. Onlara dokunulamaz. Hissedilemezler. Maddenin sair hükümleri onlar için geçerli değildir. Dolayısıyla melekler maddi cisimler değildirler. Belki maddi şeylerin onlarla belli bir nispeti vardır.
Bazen denir ki, “Sübhan olan Allah, maddi işleri onlardan geri çevirebilir. Öyle ki onları hissetmesinler ve aralarında karşılıklı rahatsızlık meydana gelmesin. Melekleri görme ve onlarla irtibat kurma gücünü bazı insanlarda varedebilir. Böylelikle sadece onlar melekleri görebilir ve onlarla konuşabilir.” Bu söz, her ne kadar zâhiren dinine bağlı Müslümanların sözü gibi görünse de hakikatte dinin temelini viran etmektedir. Çünkü hissetme konusunda böyle büyük bir hata reva görülürse peygamber, kitap, din ve mucizeyi ispat için elimizde hiçbir yol kalmayacak ve sofistlere katılmış olacağız. Peygamberliğin melekler hakkındaki sözüne ulaşabilmek için tevhid sabit olmayacaktır. Ayrıca bunlara ilaveten, akıl açıkça bu fikri reddetmektedir.
Kendi yerinde ispatladığımız duyuların hatası meselesi, aslında, onu takibeden hükümde yaptığımız bir hatadır; his nezdinde oluşmuş hissedilende değil. Mesela yıldızları görme esnasında his nezdinde oluşan beyaz noktanın hacmi, açıkça o denli küçüktür. Hata, üç boyutlu hükümlerin yıldızlar için ispatladığı hacmin miktarına rağmen hariçteki yıldızın hacminin bu kadar olduğunu varsayan hükmümüzdedir sadece.
d) Meleklerin zâtları itibariyle masum olduklarına dair rivayetler
Bu hakikat Kur’an-ı Kerim’de de beyan edilmiştir:
“Aksine onlar, Allah’ın çok değerli kullarıdır. Konuşmada asla O’nun önüne geçmezler. Bütün işleri O’nun emriyledir.” (18)
“Eğer kâfirler (Allah’a ibadet konusunda) büyüklük taslarlarsa Rabbinin yanındaki melekler gece gündüz hiç yorulmaksızın ve usanmadan O'nu tesbih etmektedirler.” (19)
Onların fiilleri bilinçli biçimde ortaya çıktığından ve açıktır ki onlarda, kuvvet ve imkân taşıyan bir madde bulunduğundan bu fiillerin onlardan zuhuru tercihe bağlı olarak gerçekleşecek, bunun varlık ve yokluğa nispeti de bir ve aynı olacaktır. Yoksa varlık binalarının itaat üzerine inşa edildiği manasına gelmez bu. Aynı şekilde, itaat ve ibadetleri vesilesiyle daha fazla mükâfat almaya hak kazanmaktadırlar. Bununla birlikte melekler daima görevli olacaklardır; dünyadan önce, dünyada ve ahirette, aynı zamanda da cennet ve cehennemde görevlidirler.
e) Meleklerin yiyip içmesi ve uyuması ile ilgili rivayetler
Bir rivayette belirtildiğine göre, meleklerin yemesi “Subhanallah” zikri, içmesi ise “Lailaheillallah” zikridir. Yani harici varlıklarının kıvamı, “tevhid” ve “tenzih”le olmaktadır. “Gökgürültüsü ve melekler, Allah’ın kahrından korkarak Allah’ın hamdı ile O’nu tenzih ederler.” (20) ayeti hariç, “hamd” ve “teşbih” konusunda herhangi bir nassa rastlamadık. Ayette “Allah’a hamd ederler” ifadesi geçmemektedir. Bu, marifet ehli nezdinde önemli bir noktadır.
İlelu’l-Şerâyi’de şöyle nakledilmiştir:
İmam Sadık’a (a) soruldu: “Acaba melekler yer mi, içer mi, cinsel ilişkiye girer mi?” İmam şöyle buyurdu: “Hayır. Onlar arşın esintisiyle yaşarlar.” Tekrar soruldu: “Hangi sebeple uyurlar?” Buyurdu ki: “Çünkü onların Allah’tan farkı vardır. Sarhoşluk ve uykunun tutmadığı yegâne varlık Allah’tır.” (21)
Çok sayıda rivayette meleklerin uykusundan bahsedilmiştir. Bunlardan biri, Ekmelu’d-din’de Davud b. Fırkad’dan İmam Sâdık’ın (a) şöyle buyurduğunu nakleden hadistir:
Diri bütün mevcudât uyur. Sadece Allah Teala bunun dışındadır. Melekler de uyur. Ravi dedi ki: “Allah Teala, [meleklerin] gece gündüz hiç yorulup usanmadan O’nu tesbih etmekle meşgul olduklarını söylüyor.” (22) İmam buyurdu ki: “Onların nefesleri tesbihtir.” (23)
Öte yandan, bu bahsin başında geçtiği gibi, Mü’minlerin Emiri (a) şöyle buyurmaktadır: “Hiçbir zaman uyku gözlerini örtmez.” Dolayısıyla meleklerin uykusundan murat, bu rivayetlerin sahih olması durumunda, şu rivayetin benzeri bir şeydir: “İnsanlar uykudadır. Öldüklerinde uyanırlar.” (24) Kâfî’de Sâlim’in İmam Sâdık’tan (a) naklettiği rivayette şöyle denmektedir: “… daha sonra canı alınarak cennete yerleştirilir. Meskenini gördüğünde ona denir ki: ‘Mutluluk içinde uyu.’ Cennetten gelen meltem esintisi devamlı olarak onun bedenini okşar. O da, diriltilene kadar bu esintinin lezzeti ve hoş kokusundan yararlanır.” (25)
Hakikatte, ahiret cennetinin berzaha, berzahın da dünyaya nispeti uyanıklığın uykuya nispeti gibidir. Aynı şekilde meleklerin uykusu, gözlerin uykusu ve akılların gafleti gibi değildir. Aksine, tıpkı uyanıklıkla mukayese edildiğinde uykunun durumu gibi, sübhan olan Allah’ın durumuyla mukayese edildiğinde bir haldir. Çünkü bir şeyden yoksun olan bir kimse, ona nispetle uykuda olmaktadır. Hâsılı, meleklerin hayatı arşın meltemi iledir. O da “Subhanallah” ve “Lailaheillallah”tır. Gördük ki arş, tevhid ve tenzihi müşahadedir. O halde meleklerin varlığının kıvamı, bununla mümkün olabilecektir. Bundan dolayı onların karşısında maddenin hicabı yoktur.
Âmudî, Durer ve Gurer kitabında, Menâkıb’tan nakille şöyle demiştir:
Mü’minlerin Emiri’ne (a) üst âlem hakkında soruldu. Hazret şöyle buyurdu: “Maddeden soyulmuş, kuvvet ve kabiliyetlerden boşaltılmış suretlerdir. Allah Teala onlar için tecelli etti. Sonra parıldadılar. Onların üzerinde durdu ve aydınlandılar. Kendi numunesini onların üzerine yerleştirdi. Sonra fiillerini onlardan zuhur ettirdi.” (26)
Allame Seyyid Muhammed Hüseyin Tabâtabâî'nin Tevhid Risaleleri kitabından
Çev: Kenan Çamurcu
NOTLAR
1 Bihâru’l-Envâr, c. 56, s. 184, hadis 26
2 A’raf 143
3 Nehcu’l-Belâğa, Subhi Salih, hutbe 1, s. 41
4 Bakara 97
5 Şuara 193-194
6 Necm 11-12
7 En’am 8-9
8 İsra 85
Ehad ve Samed’dir.
9 Besâiru’l-Derecât, cüz 9, bâb 18, s. 463
10 Besâiru’l-Derecât, cüz 9, bâb 14, s. 447, hadis 3
11 Usûl-i Kâfî, c. 2, bâb 109, s. 268, hadis 2
Kaf 17-18
12 Usûl-i Kâfî, c. 2, bâb 109, s. 266, hadis 1
Mücadele 22
13 Usûl-i Kâfî, c. 2, bâb 109, s. 267, hadis 3
14 Nehcu’l-Belâğa, Subhi Salih, hutbe 1, s. 41
15 Bihâru’l-Envâr, c. 56, s. 250, hadis 8
16 Necm 18
17 Tevhid, bâb 8, s. 116, hadis 18
18 Enbiya 26-27
19 Fussilet 38
20 Ra’d 13. Metinde şöyle denmiştir: “Melekler hamd ile tesbih ederler, şeklindeki Allah Teala’nın kavlinde geçenin aksine.” Bu ifade tercümede düzeltilmiştir.
21 Bihâru’l-Envâr, c. 56, s. 193
22 Enbiya 20
23 Bihâru’l-Envâr, c. 56, s. 185
24 “Me’tuhu kelime”, Câhız, sayı 2
25 Furû-i Kâfî, c. 3, kitabu’l-cenâiz, s. 241-242
26 Durer ve Gurer, c. 4, s. 218, numara 5885