Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Şeytana dair - 1

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Şeytana dair - 1

    Bismillahirrahmanirrahim

    Şeytanın varlığı da İslam dininin kesin inanç konularındandır. Hatta diğer dinlerde de böyledir. Çok sayıdaki rivayet ve birçok ayette bu mahlûkun şaşırtıcı özellikleri beyan edilmiştir. Şeytan hakkındaki çok boyutlu sözleri şöyle aktarabiliriz: İslam, görülüp hissedilemeyen çok sayıda varlık bulunduğunu ispatlamaktadır. Bu varlıklar, âlemin hemen her cihetinde görevlendirilmişlerdir. İyiliklere davet ederler, iyi davranışlara yönlendirirler, bereketler indirirler. Bu varlıklara “melek” denir. Netice itibariyle melek; iyiliklerin, iyi davranışların ve bereketlerin kaynağı olan görünmez bir varlıktır. Aynı şekilde, insana ve onun dışındakilere karşı görevlendirilmiş yine görünmez diğer bir mahlûkun varlığı da sabittir. Bu varlık kötülüklere davet eder, her tür günaha ve isyana yönlendirir. Bunlara “şeytan ve çocukları” adı verilmiştir. Dolayısıyla şeytan, kötülüklerin ve günahın kaynağı olan görünmez varlık olmaktadır.

    Şimdi şöyle söyleyebiliriz: Masiyeti gözönünde bulunduralım. Masiyet, “muhalefet”tir. Muhalefet, ancak onun yerine itaat ve muvafakatın tasavvur edildiği durumda tahakkuk edebilir. Bir komutan ve âmirin, buyruk yayınlayarak irade ettiği şey ile fiil arasındaki mutabakat vasıtasıyla gerçekleşmesi buna misal olarak verilebilir. Açıktır ki, lafzî buyruğun mevzusu yoktur ve yalnızca “emir”i memura ulaştırmaktan ibarettir. Bu nedenle aklî buyruk, lafzî buyruk gibidir. Buyruk, başkasından talep edilen bir fiili tahakkuk ettirmek için memuru sözkonusu fiilin tarafına doğru harekete geçirmek üzere itibar edilmiş göreceli bir iştir. İrade, tam muhabbet dışında mümkün olmadığından itaat eden fâilin yaptığı iş, emir verenin sevdiği şey olacaktır. Seviyor olması bakımından bu böyledir, yoksa bunun dışında bir durumda muvafakat olmayacaktır. Yani fiilin iradesinde fâilin ilmi, emir verenin sevmesi cihetiyle fiile taalluk etmiştir. Yani gerçekte, o muhabbetin fiile ve onun varlığına taallukunu müşahade ile birlikte emir verenin muhabbetine taalluk etmiştir. Bilgi bilinenle birleşik olduğundan, fiilin menşei, emir verenin fâil nezdindeki iradesi olacaktır. O halde bu fiil, fâilin iradesinin emir verenin iradesinde fâni olması vasıtasıyla tahakkuk etmiştir. Fiil fâilin eseri olduğundan ve varlığı, zâta nispetle bağımlı ve gayri müstakil bulunduğundan zât, fiil mertebesinde bir şekilde mevcut olacaktır. Bundan dolayı iradenin iradede fâni olması, bu mertebede bir şekilde zâtın zâtta fâni olmasını talep etmektedir. Bu fâni olma hali, fiillerin muhtelif olmasının etkisiyle çeşitlenmektedir. Neticede muhtelif fiillere ve çeşitli ibadetlere nispetle muhtelif fenâlar varlık bulacaktır.

    Bu bürhanın bir benzeri masiyet konusunda, masiyetin, emir verenin zâtı karşısında bir tür enaniyet (=bencillik) olmaksızın tahakkuk edemeyeceğini ispatlamaktadır. Bu enaniyet, fenânın hilafınadır. Yani âmirin zâtından gaflet ve memurun kendi zâtına odaklanması demektir. Burada sözü edilen şey, Allah’a itaat ve O’na masiyet olduğundan ve O olmaksızın bağımsız zât varolmadığından burada başka bir zâta yönelmek tasavvuru kabil bir şey değildir. Belki aksine, o zâta bağımlılıktan ve onunla ayakta durulduğundan gaflete düşülmesidir konu olan; o zâttan, tabii ki tahakkuk edemeyecek basit şekilde gaflet edilmesi değil.

    Şu halde anlaşılmıştır ki günah, bütün türleriyle, Allah’tan gaflete düşülmesi ve enaniyet iddiası dışında tahakkuk edemez. Günah olan işlerin kısımları hakkındaki bütün ihtilaflarla birlikte, bu iddialar da çok sayıda kısım bulabilir. Bu, bizim tabii mertebemizde tahakkuk eden bir şeydir. Risalenin başında açıkladığımız kanıt gereğince, misal mertebesinde kaçınılmaz olarak bir numune vardır. Onun küllî ve cüz’î, menşe olma ve doğma durumlarındaki nispeti, tabiat âleminde varolan bir şeyin nispetidir.

    Dolayısıyla onlar, belli bir üslupta bu masiyetlere önceliği bulunan, diri olan ve aynı zamanda da madde dünyasındaki kendi temsillerine nispetle bir tür mebde ve orijin olma özelliğine sahip varlıklardır. Günahların umumi kaynağı olan bu görünmez varlık, o umumi kaynak için var olan cüz’î kaynaklarla birlikte “şeytan ve çocukları” şeklinde isimlendirilen şeydir.

    Bu, şeytanın varlığını ispat için aklıma gelen kanıttır. Bu konuyla ilgili kitaplara bakmaya fırsatım olmadı. Benden önce bir başkasının şeytanın varlığını ispatlamak üzere bu bürhanı veya başka bir bürhanı delil gösterip göstermediğini bilmiyorum. Bu kanıta dayandığımızda onun ve çocuklarının varlığının özellikleri, hal ve tavırları, vesvese verme tarzları vs. gibi şeyler hakkında geçen bütün manalar açıklığa kavuşmuş olacaktır.

    Zikredilen kanıt, o melunun Âdem için neden secde etmediği noktasını da aydınlatmaktadır. Çünkü onun, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan insanın nurdan zâtına hürmeti yoktur. O melunun zâtının enaniyete dayanması nedeniyle rivayette şöyle denmiştir: “İblis, ‘ben’ diyen ilk kişidir. Bu sebeple lanete ve Allah’ın rahmetinden uzaklaştırılmaya müstehak olmuştur.” Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

    “Hatırla ki Allah meleklere şöyle buyurmuştu: ‘Çamurdan bir beşer yaratıyorum. Onu kâmil bir yaratılışla donattığımda ve ona kendi ruhumdan üflediğimde hepiniz ona secde edin.’ Bunun üzerine Allah’ın buyruğuyla bütün melekler istisnasız secde ettiler. Şeytan hariç. Gururlandı, kibre kapıldı ve kâfirlerden oldu.” (1)

    Buraya kadar anlatılanlardan çıkan sonuç odur ki, o melun, Âdem için secde etmediği gibi, onun çocuklarına secde etmekten de kaçındı. Bu iddianın delili A’raf suresinin 11. ayetidir:

    “Siz Âdemoğullarını yarattık ve sonra şu kâmil suretle donattık. Sonra melekleri Âdem’e secde ile görevlendirdik. Hepsi secde ettiler. Şeytan hariç.”

    O secde etmediği gibi, onun çocukları da secdeden kaçındılar. Nehcu’l-Belâğa’da Âdem’in yaratılışının vasfını açıklarken şöyle geçmektedir:

    Sonra Allah, meleklerden, onlardaki ilahi emaneti ve vasiyet ettiği ahdi Âdem karşısında secde ederek ve onun üstünlüğüne saygılı davranarak göstermelerini istedi. İşte bu sırada şöyle buyurdu: “Âdem’e secde edin. Hepsi secde etti. İblis hariç.” Ve kabilesi. Kibir ve gurur onları pençesine aldı. Şekavet ve bedbahtlık onlara galebe çaldı.(2)

    Bu mana, “Şeytan ve kabilesi sizi, sizin onları görmediğiniz yerden görürler.”(3) ayetinden de anlaşılmaktadır.

    Beyan edilen kanıttan anlaşılmaktadır ki, o melundan tam manasıyla kurtulmak, Hz. Hakk için ihlasla dolu olmaktan başka bir şekilde tahakkuk edemez. Sübhan olan Allah, İblis’in, kovulduğu ve mühlet verildiği sıradaki sözünü şöyle aktarmaktadır: “İzzet ve celaline yemin olsun ki, kullarının tamamını saptıracağım. İhlaslı kullarından has olanlar hariç.”(4) Onlar, Allah için halis olanlardır. Onlar açısından zât veya isim ya da sadece fiil cihetinden Allah’tan başka hedef yoktur. Bu, boyutlarından biri ile ihlaslı olmanın manasıdır. Bu sebepledir ki, bu halde, vesvesenin mevzusu, yani enaniyet ve Hz. Hakk’tan gaflet bertaraf olmaktadır. Bu, masum imamın (a) kelamıdır: “Benim şeytanım, benim elimle İslam’a girdi.”(5) Bir rivayette ise şöyle denmektedir: “Onu öldürdüm.” Yine bir diğer rivayette İmam Sâdık’tan (a) şöyle nakledilmiştir: “Şeytan bize itiraz edemez.” Ama peygamberler tarafında bir hatanın vuku bulması -ki bir önceliği terk etmekten ve velayete değil, irşada yönelik bir emre muhalefet etmekten ibarettir- Kur’an’ın izah ettiği bir şeydir ve mütevatir rivayetler ona delalet etmektedir. Allah, Âdem ve Havva hakkında şöyle buyurmaktadır: “Sonra şeytan onların ayaklarını kaydırdı.”(6) Diğer peygamberler hakkında da böyledir. Aynı şekilde hatadan tevbe konusunda Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Musa, kavminden yetmiş kişi seçti…”(7) Musa’ya eşlik eden genç, Yuşa, Kur’an’ın naklettiğine göre balık kıssasında şöyle demişti: “Şeytan onu aklımdan çıkardı.”(8) Eyüp şöyle dedi: “Şeytan bana çetin bir eziyet ve azap ulaştırdı.”(9)

    Zikredilen örneklerden anlaşılmaktadır ki, o melunun bu maddi dünyadaki tasarruflarının özü üç kısımdır.

    Birinci kısım: İnsana vesvesede bulunması ve kalpte meydana getirdiği hatırlatmalarla gerçekleşen tasarruflar. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Kuşkusuz şeytanlar dostlarına vesvese verirler.”(10) Yine şöyle buyurmaktadır: “O sinsi vesvesecinin şerrinden. O ki, insanların göğüslerine vesveseler fısıldar.”(11) Ayette geçen “hannâs”, rivayetlerde geçtiği gibi, insana karşı görevlendirilmiş şeytanın ismidir. Usûl-i Kâfî’nin bu konudaki rivayeti daha önce açıklanmıştı.

    Peygamberler ve masum evliyalar, şeytanın bu kısım tasarruflarından emniyettedirler. Bu nedenle eğer onlara o melundan bir vesvese vaki olursa bu vesvese onlar için zuhur eder ve somut biçimde ortaya çıkar. Bu mesele; Nuh, İbrahim, İsmail, Musa, İsa, Yahya ve Nebiyy-i Ekrem -hepsine selam olsun- kıssalarını ihtiva eden çok sayıda rivayette geçmektedir.

    İkinci kısım: İnsanda kalp dışındaki yollarla gerçekleşen sair tasarruflar. İnsanın organları üzerindeki tasarruflar gibi. Bunun örneği Hz. Eyüp’ün olayında ve onun çetin hastalığıyla ilgili olarak nakledilmiştir. Bu kısım tasarruflar, masum olmayan evliyalarda birinci kısmın mukaddimesidir. Masumlarda ise onlara eziyet veren bir durum olur.

    Üçüncü kısım: O melunun insanın haricindeki işlerde yaptığı tasarruflar. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Şeytan dedi ki: Rabbim! Sen beni nasıl saptırdıysan ben de yeryüzünde her şeyi Âdem’in çocuklarına süslü göstereceğim ve hepsini saptıracağım.”(12) Bu bâbtaki rivayetler sayısızdır.

    Furû-i Kâfî’de Allah’ın Rasûlü’nden (sav) şöyle nakledilmiştir:

    Sofra bezini evde tutmayın. Çünkü şeytanın ikametgâhıdır. Toprağı da kapının arkasına süpürmeyin. Çünkü şeytanın sığınağıdır.(13)

    Aynı kitapta İmam Sâdık’tan (a) şöyle nakledilmiştir:

    Her köprünün üzerinde bir şeytan vardır. Öyleyse oraya vardığında “Bismillah” de ki senden uzak olsun.(14)

    Pek çok rivayette o melunun; üzüm, asma ve hurmada tasarrufta bulunduğu geçmektedir. Yine çok sayıda rivayette o melunun, üzerlerine Allah’ın adının anılmadığı sperm, yiyecek, içeçek, elbise ve evde tasarrufu olduğu belirtilmektedir.

    Furû-i Kâfî’de Allah’ın Rasûlü’nden (sav) şöyle nakledilmiştir:

    Şeytanın evi, evlerinizdeki örümcek yuvasıdır.(15)

    Furû-i Kâfî’de İmam’dan (a) şöyle nakledilmiştir:

    Ayakta su içme. Durgun suya bevletme. Kabrin üzerine hacetini giderme. Evde yalnız kalma. Bir tek ayakkabıyla yol gitme. Çünkü bu durumlar, diğer durumlardan daha fazla ve hızlı olarak şeytanı kullara çeker.(16)

    Şeriatta bu kabil çok sayıda örnek zikredilmiştir. Bu kısım tasarruflar da birinci kısmın mukaddimesidir.


    Notlar:

    1) Sad 71-73
    2) Nehcu’l-Belâğa, Subhi Salih, hutbe 1, s. 42. Şu farkla ki, “ve kabilesi” ifadesi orada yoktur. “Onları pençesine aldı” ve “onlara galebe çaldı” ifadelerindeki zamirler, tekil suretindedir. Yoksa bu nüshaya göre bu makamda ona delil oluşturması eksik kalacaktı.
    3) A’raf 27
    4) Sad 82-83
    5) İlmu’l-Yakîn, c. 1, s. 282
    6) Bakara 36
    7) A’raf 155
    8) Kehf 63
    9) Sad 41
    10) En’am 121
    11) Nas 4-5
    12) Hicr 39
    13) Furû-i Kâfî, c. 6, s. 299 ve 531; Bihâru’l-Envâr, c. 60, s. 199-200
    14) Furû-i Kâfî, c. 4, s. 287
    15) Aynı kaynak, s. 532
    16) Aynı kaynak, s. 534




    Çevirmen: Kenan Çamurcu
YUKARI ÇIK
Çalışıyor...
X