Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Şeytana dair - 2

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Şeytana dair - 2

    Şeytan, soyut ve gayri maddidir

    O bürhandan, aynı şekilde şeytanların gayri maddi oldukları sonucu da çıkmaktadır. Meleklerin soyut oldukları konusunda zikredilen izah, son izah istisna olmak üzere, şeytanlar için de geçerlidir. Bu mevzuyla alakalı olarak zikredilebilecek ayetlerin bir bölümü aşağıda verilmiştir:

    “Şeytan insana çokça vaatte bulunur; onu arzulandırır ve ümitvar kılar. Fakat şeytanın vaadi ve müjdesi, gurur ve aldanmadan başka bir şey değildir.”(17)

    “Hiç şüphe yok şeytanlar dostlarına vahyederler.”(18)

    “Şeytanın vesveselerine uymayın. Hiç kuşku yok şeytan sizin için apaçık bir düşmandır.”(19)

    “Kullarını doğru yoldan saptıracağım. Sonra önlerinden ve arkalarından, sağlarından ve sollarından onlara sokulacağım.”(20)

    “Hiç şüphe yok, şeytan ve kabilesi, sizi sizin onları göremediğiniz yerden görürler.”(21)

    “Şeytan, küfrü onlara süslü göstermiş ve onları aldatan uzun emeller ve arzular vermiştir.”(22)

    “İnsana ‘Allah’ı inkâr et!’ diyen şeytan gibi. İnsan O’na itaate kâfir olduktan sonra ise ona dedi ki: Ben senden uzağım!”(23)

    Şeytan hakkında da, melekler bahsinde zikrettiğimize benzer rivayetler vardır. Sözü uzatmaktan çekindiğimiz için onlara yer vermekten kaçınıyoruz. Fakat şeytanla ilgili rivayetler, meleklerle ilgili olanlardan daha vâzıhtır. Çünkü onun cismani temsil suretinde beyan edilen tasarruflarının çoğu, meleklere dair rivayetlerden farklı olarak, bu rivayetlerde tefsir edilmiştir. Bu bahisteki bazı örneklere aşağıda işaret edilmiştir:

    Mehâsin’de İmam Rıza’dan (a), babalarından ve Ali’den (a) şöyle nakledilmiştir:

    Gözüne sürme uykudur. “Sufûf”u (=bir tür ilaç) öfkedir. Çiğnemesi yalandır.(24)

    Usûl-i Kâfî’de İmam Bâkır’dan (a) şöyle rivayet edilmiştir:

    Öfke, insanoğlunun kalbini tutuşturan şeytandan bir kıvılcımdır.(25)

    Rasûl-i Ekrem’den şöyle rivayet edilmiştir:

    Hiç şüphe yok, şeytan, insanda kan gibi dolaşır. Öyleyse onun geçiş yollarını açlıkla daraltın.”(26)

    Şöyle rivayet edilmiştir: Musa (a) o melunu başında bir külahla gördü. Ona sordu: “Bu külah ne için?” Şeytan dedi ki: “Onunla insanların kalbini avlıyorum.”(27)

    Mecâlis kitabında Şeyh Tûsî’nin (rha) oğlu, İmam Rıza’dan (a) ve babalarından (a) şöyle rivayet etmiştir:
    İblis, Âdem’in (a) zamanından Allah’ın Mesih’i (a) gönderdiği döneme kadar peygamberlerin yanına gelir ve onlarla konuşurdu. Onlara soru sorardı. İçlerinden hiçbiri Yahya b. Zekeriya (a) kadar onunla yakınlaşmadı. Bir defasında Yahya ona şöyle dedi: “Ey İblis! Senden bir şey istiyorum.” O da dedi ki: “Senin makamın, icabet edemeyeceğimden daha yüksek. Ne istiyorsan söyle. İrade buyurduğun şeyde sana muhalefet etmeyeceğim.

    Yahya şöyle dedi: “Ey İblis! İnsanları avladığın tuzakları bana anlatmanı istiyorum.” Şöyle cevap verdi: “Hay hay, memnuniyetle!” Ertesi güne kadar ondan süre istedi. Sabah olduğunda Yahya (a) onu evinde beklemeye başladı ve kapıyı da kapattı. Sonra hiç fark etmediği bir sırada İblis, Yahya’nın evine pencereden giriverdi ve karşısına oturdu. Yüzü maymun yüzü, gövdesi ise domuzunki gibiydi. Gözlerinin arasındaki boşluk dikeydi. Dişlerinin arası ve boğazı da dikeydi. Çene ve sakalı bulunmayan kemik suretindeydi. Dört eli vardı. İki eli göğsünde, iki eli de omuzlarındaydı. Ayakları kanatlarıydı. Parmakları sırtındaydı. Üzerinde, muhtelif renklerde kumaşların asılı olduğu bir kemerle ortası bağlanmış bir aba vardı. Elinde büyük bir zil vardı. Başına zırhlı bir başlık geçirmişti. Bu demir başlık, üçkâğıtçıların külahına benziyordu.

    Yahya, dikkatle ona baktıktan sonra şöyle dedi: “Bu kemer nedir?” Cevap verdi: “Mecusilerin dininden. Onun temelini ben attım ve onlara güzel gösterdim.” Yahya ona sordu: “Bu renkli kumaşlar nedir?” Cevap verdi: “Bunların hepsi kadın rengi. Kadınlar hep çeşitli renklerin peşinden gider ki kendisi için uygun rengi bulsun ve onunla insanları kandırsın.” Yahya dedi ki: “Elinde tuttuğun o zil nedir?” Cevap verdi: “Bu zilde bütün lezzetler toplanmıştır. Tamburdan uda ve harpa, davuldan ney ve zurnaya kadar. Şarap başına oturdukları ama tat almadıklarında zili aralarında çalarım. Onun sesini işittikleri an mutlulukları artar, kimisi kalkar dans eder. Bazıları parmaklarını şaklatır, kimisi de giysilerini gevşetir.”

    Yahya sordu: “En çok neyi seversin?” Cevap verdi: “Kadınları. Onlar benim tuzaklarımdır. Salih kulların nefret ve lanetleri benim üzerimde toplandığında kadınlara gider, onlarla mutlu olurum.” Yahya dedi ki: “Başında taşıdığın bu başlık nedir?” Şöyle dedi: “Onunla kendimi mü’minlerin nefretinden koruyorum.”
    Yahya dedi ki: “Acaba beni hiç ele geçirebildin mi?” Şöyle cevap verdi: “Hayır. Ama sende bir haslet var ki beni çok mutlu ediyor.” Yahya sordu: “Hangisi?” Şöyle dedi: “Sen çok yiyen birisin. İftar yaptığında doyana kadar yiyorsun. Bu da seni namazın bir kısmından ve gece namaza kalkmaktan alıkoyuyor.” Yahya (a) dedi ki: “Allah’a ahdediyorum ki, artık hayatta olduğum sürece doyana kadar yemeyi bırakacağım.” İblis dedi ki: “Ben de Allah’a ahdediyorum ki, hayatta olduğum sürece doğruları nasihat etmeyeceğim.” Sonra çıktı gitti ve bir daha da onun yanına dönmedi.(28)

    Bazı kimseler demişlerdir ki: Bir günah işlediğimizde, kendimizde fiilin tasavvurundan ve organların kaslar aracılığıyla onu tasdik etmesi, kararlılık ve irade göstermesinden başka bir şey bulmuyoruz. Orada artık şeytan adında başka bir tesirin etkisi sözkonusu değildir. Dolayısıyla maddi güçlerden başka, onun şehvete ve öfkeye eğiliminden gayri, zihinsel kuruntular dışında bir şey mevcut değildir. Öyleyse beşerin yoluna çıkması cihetiyle şeytan, bunlardan kinayedir ve vesvese, zihinsel kuruntular ve olgulardan kinaye olmaktadır. Bu görüş, melekler ve ilham konusunda da tekrarlanmaktadır.

    Beyan edile izahlara bakıldığında yukarıdaki söz geçersiz olacaktır. Çünkü şeytan ve melek, tabiî insana dikey ve paralel olarak varlık âleminde yeralmaktadır, yatay değil. Neticede o sözden geriye geçerli bir izah kalmamaktadır.

    Bir kimse de bunlara cevaben şöyle demiştir: “Şeytan ve meleğin işi, hatırlatma ve ikazdır. Bu durumda sözkonusu sorun ortadan kalkmaktadır.” Galiba o melunun tasarruflarının türlerini beyan eden yüzlerce, hatta binlerce rivayetten sarf-ı nazar etmekte veya bunların hepsini mecaz, istiare ve diğer edebi sanatlar olmaya hamletmektedir. Fakat din önderleri hakkında böyle bir şey iddia etmek yerinde değildir.
    Beyan edilen bürhana göre, görevli meleklerin varlık tarzı açıkça ortaya konmuştur. Aynı zamanda anlaşılmıştır ki, insanın zâtı, adeta meleklerin ve şeytanların tasarruflarının toplamı gibidir; bağımsız ve ayrı bir zâtı yoktur.

    Yine, o bürhan, kendi yerinde izah edilen ilkeler gözönünde bulundurulduğunda İblis ve ordusunun, her ne kadar misalin maddeye önceliği sebebiyle bu âlem üzerinde önceliğe sahip olsa da bir şekilde madde ile tecelli edip sonraya kaldığını beyan etmektedir. Zira muhtelif türleriyle günahın tahakkuku, bir tür maddi tecelliye ihtiyaç duyar.

    Buradan, Âdem için secde hitabının melun İblis’i de kapsayıp kapsamadığı anlaşılabilir. Zira o, hitaba muhatap olan meleklerden değildi. Ve o gökteydi. Çünkü o sırada henüz yer tecelli etmemişti. Pâk ve nurani gökten başka bir şey yoktu. Yer, günahın vuku bulmasından sonra oluştu. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Allah şeytana dedi ki: Git! Âdem’in evlatlarından kim sana tabi olursa seninle birlikte mükemmel ödülünüz olan cehenneme gidecektir.”(29) Yine şöyle buyurmaktadır: “Dedik ki: İnin cennetten! Bir kısmınız, diğer kısmınıza düşmansınız artık. Ölüm gününe kadar orada yerleşecek ve asayiş içinde olacaksınız.”(30) Öyleyse Âdem’in yeri, doğal yeryüzü; İblis’in yeri ise yedinci yeryüzüdür. Ama aynı zamanda yer, bir tek yerdir. Zira bâtınlar ile zâhirler arasındaki fark, hakiki ihtilafı gerektirmemektedir. Nitekim Allah Teala’nın şu sözü buna delalet etmektedir: “Kâfirler, gökler ve yerin bitişik olduğunu ve bizim onları birbirinden ayırdığımızı ve canlı her şeyi sudan yarattığımızı görmediler mi?”(31)

    Nihayet buradan, Kâfî, Kummî tefsiri, Ayyâşî tefsiri gibi kitaplarda masum imamlardan (a) nakledilen çok sayıda rivayette nakledilenlerin manası da aydınlığa kavuşmuş olmaktadır. Bu rivayetlerde şöyle geçmektedir: “Şeytan meleklerle birlikteydi, ama onlardan biri değildi. Fakat melekler, onun kendilerinden biri olduğunu sanıyorlardı.”(32) Bunun sebebi, henüz onun isyanı ve muhalefeti zuhur etmemişti.
    Ayrıca buradan, onun çocuklarının doğmasının ne anlama geldiği de anlaşılmaktadır. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Yoksa şeytanı ve çocuklarını dost mu edindiniz? Halbuki onlar sizin düşmanınızdır.”(33)
    Ayyâşî tefsirinde Câbir’den, Allah’ın Rasûlü’nün şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

    İblis dedi ki: “Rabbim! Âdem’i benden daha değerli yaptın ve üstün kıldın. Eğer bana bir imtiyaz vermezsen ona güç yetiremem.” Allah Teala cevap verdi: “Onun her çocuğuna karşı senin iki çocuğun olacak…”(34)

    Bu tabir, çokluğu belirtmek içindir. Ayyâşî tefsirinde İmam Sâdık’tan (a) nakledilen rivayet buna şahittir: “Muhammed’i (sav) hak ile gönderene yemin olsun ki, mü’minin etrafındaki şeytanlar ve iblisler, etin etrafındaki arılardan fazladır.”(35) Kâfî’de İmam Sâdık’tan (a) şöyle nakledilmiştir: “Şeytanın ‘temrih’ adında bir yaveri vardır. Geceleyin doğuyu batı yapar.”(36) Bu hadisin ilginç bir muhtevası vardır.
    Bilmek gerekir ki, buna benzer manalar melekler hakkında da gelmiştir. Gerçi onlarda “çocukları” ve “doğum” tabirleri geçmemektedir. Kâfî’de İmam Bâkır’dan (a) şöyle nakledilmiştir: “Cennette bir nehir vardır. Cebrail her sabah oraya girer. Sonra çıkar ve şöyle bir silkelenir. Bunun üzerine Allah Teala, onun her damlasından bir melek yaratır.”(37) Bu muhteva Şiî ve Sünnî kanaldan Miraç hadisinde rivayet edilmiştir. İbadetlerle ilgili rivayetlerde de çoktur.

    Bil ki, şeytan ve melek arasındaki bu eşitlik, meleğin nurdan, şeytanın ise ateşten yaratılmasının manasının ne olduğunu aydınlatmaktadır. Şeytan, Kur’an’da geçtiği gibi, şöyle demiştir: “Beni ateşten yarattın.”(38) Kâfî’de Dâvud Rıkkî, İmam Sâdık’ın (a) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Allah Teala melekleri nurdan yarattı.”(39)

    Bahsi tamamlarken

    Şeytanlarla ilgili meselelerden biri, onların “şihab” aracılığıyla sürülmesi olayıdır. Allah şöyle buyurmaktadır: “Göklerde yüksek saraylar yaptık. Bakan gözler için o sarayları güzellikler ve zinetlerle bezedik. Onu, reddedilmiş şeytanın el sürmesine karşı koruduk. Lâkin hangi şeytan kulak hırsızlığı için göğe yaklaşsa parlak bir şihab onu takip eder.”(40)

    Mecâlis’te İmam Sâdık’tan (a) şöyle nakledilmektedir: “İblis yedi göğü katediyordu. İsa dünyaya geldiğinde üç semadan menedildi. Artık sadece dört göğü geçebiliyordu. Allah’ın Rasûlü (sav) dünyaya geldiğinde yedi göğün tamamından da menedildi ve yıldızlar şeytanların üzerine fırlatılmaya başlandı.”(41) Bu hadisin muhtevası, Şiiler ve Sünniler arasında meşhurdur.

    İlelu’l-Şerâyi’de Eba Basîr’den şöyle nakledilmiştir: “Eyüp’ün dünyada müptela olduğu sıkıntı ve güçlük, Allah’ın ona verdiği ve onun da şükrünü yerine getirdiği nimet sebebiyle idi. O zamanlar İblis arşa yaklaşmaktan menedilmemişti. Sonra Eyüp’ün (a) ameli, nimete şükrünü yerine getirmesi vasıtasıyla yukarı çıktığında melun İblis onu kıskandı…”(42)

    Bu rivayetten de anlaşılıyor ki o melunun göklere yükselmesi yalnızca meleklerden haberleri işitmek için değildi. Bu bahiste çeşitli izahlar beyan edilmiştir. Onlardan biri, Sadrulmüteellihîn’in Mefâtih kitabında serdettiği izahtır.

    Bu bahiste geçen dayanaklara dikkat ettiğimizde çıkan sonuç şudur ki, yedi gök ve yedi yer önceki peygamberler zamanında tam manasıyla bağımsız değildi. Yine, onların dinleri, göklerden indirilmiş amellerin hepsini kapsamıyordu. Ancak geçmiş ümmetlerin kabiliyetlerine uygun olarak yedinci göğün üstünden indirilen şeyler vardı; mesela tevhid, velayet, nübüvvet ve bunun altındaki başka şeyler gibi. Mesih (a) dünyaya geldiğinde melun İblis üç semadan (yedinci, altıncı ve beşinci gökler) menedildi ve üç yeryüzü bağımsızlaştı. Onun dini Musa’nın şeriatını tamamlayarak amellerin daha fazlasını kapsamına aldı. Muhammed (ona ve Ehl-i Beyt’ine selam olsun) doğduğunda, o mukaddes varlığın bereketiyle, melun İblis yedi göğün tamamından menedildi. Bu sebeple yedi yeryüzü bağımsızlık kazandı. Şeytanların üzerine şihablar atılmaya başlandı ve kehanet sona erdi. Onun pâk dini, yedi semadan inen bütün amelleri kapsamına aldı. (Buraya dikkat ediniz.)

    Bilmek gerekir ki, buraya kadarki usüle göre, insanlar arasında da şeytanlar vardır. Bunlar, cin şeytanlarına katılmışlardır. Bu, şeytanda fâni olmak demektir. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “İnsan ve cin şeytanları.”(43) Yine şöyle buyurmaktadır: “O sinsi vesvesecinin şerrinden. O ki, insanların göğüslerine vesveseler fısıldar. Gerek cinlerden, gerek insanlardan.”(44)

    Râvendî, Kasasu’l-Enbiyâ’da Abdulazim Hasenî’nin İmam Asgerî’den (a), melun şeytanın Nuh’un (a) karşısına çıkması hakkındaki hadis üzerine şöyle buyurduğunu rivayet eder:

    Bunun üzerine Nuh (a) dedi ki: “Konuş!” Melun İblis şöyle dedi: “Âdemoğlunu ne zaman cimri veya hırslı ya da haset eden yahut zalim veyahut da aceleci bulursak onu top gibi göreceğiz [ve onunla oynayacağız]. Eğer bu hasletler bizim için biraraya gelirse onu inatçı şeytan şeklinde isimlendireceğiz.”(45)
    Bu nokta konunun sonuydu. Bu sahada, fırsat oldukça ve gücümüz yettiğince dikkatimizi çeken şeyleri beyan etmeye çalıştık.

    Allah yardımcımızdır ve dönüş O’nadır.

    Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun. Salat ve selam Muhammed’e ve onun tertemiz Ehl-i Beyt’inedir.

    Çev. Kenan Çamurcu

    NOTLAR


    17) Nisa 120
    18) En’am 121
    19) Bakara 168
    20) A’raf 16-17
    21) A’raf 27
    22) Muhammed 25
    23) Haşr 16
    24) Bihâru’l-Envâr, c. 60, s. 217
    25) Usûl-i Kâfî, c. 2, bâb 121, s. 304, hadis 12
    26) Bu rivayetin tam metni Bihâru’l-Envâr’da c. 60, s. 268’de nakledilmiştir.
    27) Bihâru’l-Envâr, c. 60, s. 251
    28) Bihâru’l-Envâr, c. 60, s. 224-225
    29) İsra 63
    30) Bakara 36
    31) Enbiya 30
    32) Bihâru’l-Envâr, c. 60, s. 217-218
    33) Kehf 50
    34) Bihâru’l-Envâr, c. 60, s. 220
    35) Aynı kaynak, s. 257
    36) Ravza-i Kâfî, s. 232
    37) Aynı kaynak, s. 272
    38) A’raf 12
    39) Bu rivayet Kâfî’de değildir. Ayrıca râvisi de Dâvud Rıkkî değildir. Merhum Meclisî bu rivayeti Bihâru’l-Envâr’da (c. 62, s. 191) İhtisâs kitabından nakletmiştir.
    Alev topu
    40) Hicr 16-17
    41) Bihâru’l-Envâr, c. 15, s. 257
    42) İlelu’l-Şerâyi, c. 1, bâb 65, s. 75
    43) En’am 112
    44) Nas 4-6

YUKARI ÇIK
Çalışıyor...