Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Allame Tabatabai ( KENDİ KALEMİNDEN )

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Allame Tabatabai ( KENDİ KALEMİNDEN )


    HicriKameri 1364 yılında talebelik ve dini ilimler tahsil etmek amacıyla, mukaddes Kum şehrine müşerref oldum ve sonraları "Hüccetiye Medresesi" adıyla tanınan merhum Ayetullah Hüccet'in medresesinde bir odaya yerleşip derse başladım.


    Medresenin binası küçüktü. Merhum Ayetullah Hüccet, medresenin yanındaki birkaç dönüm yeri satın alarak medreseyi genişletmek ve İslami medreselerin mimarisine uygun birkaç oda ve sınıfı, ayrıca mescid, kütüphane, su ambarı bulunan, kısacası zaman şartlarına göre talebelerin her türlü ihtiyacını karşılayacak kapasitede olan büyük, bir medrese yaptırmak istiyordu. Değişik şehirlerden gelen mühendislerin önerdikleri planların hiçbirini beğenmiyordu. Sonunda, Tebriz'den gelen bir seyyidin çizdiği planı kabul ettiğini duyduk. Biz bu seyyidi görüp tanımak istiyorduk. Bu sırada ünlü felsefe alimi Ayetullah Hacı Mirza Aştiyani Kum kentine yeni gelmiş ve ders verme niyetindeydi. O samimi dostlarımızdan birine, Merhum Sebzevari'nin "Manzume" kitabından hususi felsefe dersi vereceğine dair söz vermişti. Felsefe okumaya olan aşırı isteğimden dolayı ben de bu derse katılmak istiyordum. Ancak bu hocamız, tam derse başlayacağımız günlerde ansızın Kum kentinde kalmaktan vazgeçip Tahran'a gitti... Bu arada, binanın planını çizen Tebriz'den gelen seyyidin adının Kazi olduğunu (Allame Tabatabai Kum'a geldiği ilk sıralarda Kazi lakabıyla ünlüydü. Çünkü Azerbaycan'da (Tebriz'de) meşhur olan Kazi seyyidleri soyundandı. Sonra kendisi Tabatabai lakabıyla anılmayı tercih etti.) , matematik ve felsefe hocası olduğunu ve felsefe dersi vermeye başladığını duyduk. Onunla görüşmeye olan şevkimiz daha da çoğaldı ve bir bahaneyle evine gidip kendisiyle görüşmek için fırsat arıyorduk... O zamanlar medreseye sık sık uğrayan dostlarımızdan biri, bir gün odamıza gelerek Seyyit Kazi'nin Meşhed ziyaretinden döndüğünü söyleydi ve onun ziyaretine gitmeyi önerdi. Evine gittiğimizde şaşırdık. Çünkü bu meşhur Seyyid'i her gün yolda gördüğümüz halde hiç ilgimizi çekmemişti ve biz onun bırakın ilim deryası, ilim ehli olduğuna bile sanmıyorduk. Başında siyah ketenden küçük bir sarık, düğmeleri açık cübbesi ve çorapsız haliyle sık sık Kum sokaklarında kendisine rastlardık. Evi çok sade ve gösterişsiz idi. Henüz yeni tanışmış ve sohbete yeni başlamıştık.


    Bu kısa tanışma sırasında bile bu adamın gerçekten bir ilim deryası olduğunu gördük. Bu görüşmenin sonunda, bu geniş ilimden yararlanmamız için ondan, tartışma ve eleştiriye açık hususi bir felsefe dersi vermesini istedik. O, lütfedip kabul etti. Oradan ayrılıp, kendileriyle birlikte felsefe dersi okuyacağımız diğer arkadaşlarımızın yanına gittik, onlar Seyyid Kazi'nin ilminin nasıl olduğunu bana sordular; ben Size cevap olarak, gözleri görmeyen Ebul A'la'nın, Seyyid Murtaza'yla görüşüp memleketine dönünce, Seyyid Murtaza'yı nasıl buldun? sorusuna cevap olarak okuduğu dörtlüğü hatırlatmam yeterli olur dedim.




    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

    #2
    Ynt: Allame Tabatabai ( KENDİ KALEMİNDEN )


    Ebul A'la'nın şiirinin tercümesi şöyledir:

    Ey onu soran kimse;
    Bil ki, yanına gittiğimde kusursuz buldum onu.
    Yanına gitsen eğer, tüm beşer fertlerinin bir insanda,
    Tüm zamanın bir saatta ve yeryüzünün bir evde toplandığını görürsün.


    Nihayet medresenin sınıflarından birinde felsefe dersini okumağa başladık. Dersin hususi olması kararlaştırılmışken talebeerin haberi oldu ve ilk gün 100'e yakın talebe derse katıldı. Derste yeteri kadar konuşma ve tartışma ortamı vardı ama, sınıfın kalabalık olması yüzünden derste, anlamadığımız her noktayı sormamız uygun değildi. Bu yüzden anlayamadığımız konuları kavrayabilmek için, dersten sonra onunla birlikte evine kadar gider ve bu esnada sorularımızı sorardık. Zaman geçtikçe onunla aramızdaki bağ kuvvetleniyordu. Sade, yüce ahlaklı ve gösterişsiz biri olduğu için de, bize yakın ve şefkatli bir dost gibi davranıyordu. İkindi vakitleri odamıza uğrar, medresedeki derslerden ayrı olarak her gün bir iki saat Kur'an ve ilahi öğretiler üzerine bizimle sohbette bulunurdu.

    Bir süre sonra felsefe dersinden başka, bir seri astronomi ve tefsir dersi de vermeye başladı. Azamet, yücelik ve ağırbaşlılık vücudunda kök salmış, kaynak bir pınar misali ilim ondan akıyordu. Sorulan sorulara sakin ve yavaş bir şekilde cevap verirdi. Sorularımız ve tartışmalarımız sabrı taşıracak hadde varsa bile, o, tahammül ederdi. Bir defa olsun ses tonunu dahi yükselttiğini görmedik. Arasıra evliya ve din büyükleri ve irfani mektepler hakkında konuşurdu. Özellikle Necef şehrindeki ahlak ve ilahi öğretiler ustadı Merhum Ayetullah Vehid Mirza Ali Kazi'den çok bahsederdi. Günlük medrese derslerinden başka, onunla sohbetlerimiz günde ikiüç saati bulurdu. Ona karşı ilgimiz o kadar arttı ki, onunla daha fazla görüşmek ve ilminden yararlanmak için, medreseyi terkederek onun evinin yakınında bir oda kiralayıp oraya taşındık. Her gün akşama bir iki saat kala, bazen de geceye kadar bizlere ahlaki ve irfani nasihatlerde bulunuyordu. Bahar mevsiminde ise evinin yakınında olan Kale bağında ben ve bir iki arkadaşa İslam filozoflarıyla arifler ve ahlak alimlerinin metodları hakkında beyanatta bulunurdu. Özellikle merhum Molla Hüseynkulu Hemadani ve onun seçkin talebeleri Seyyid Ahmed Kerbelai Tahrani, Hacı Mirza Cevad Meliki Tebrizi, Şeyh Muhammed Behari, Seyyid Muhammed Said Hebbubi, ayrıca Seyyid İbni Tavus, Bahrul Ulum ve kendi üstadı merhum Kazi'nin, bizlere yol gösteren özelliklerini anlatırdı. H.1371'de, tahsile devam etmek için Necef şehrine gidinceye kadar, medrese derslerinden başka düşündüğümüz ve önem verdiğimiz tek şey, ondan harika bir şekilde beyan ettiği felsefe, ahlak, irfan ve tefsir dallarında yararlanmaktı.


    Bu süre zarfında ondan, Kayseri'nin "Şerhu Fusus"u ve Molla Abdurrazzak Kaşani'nin "Şerhu Menazilis Sairin"ini bize ders vermesini istedik. O, sürekli söz veriyordu ama, onların yerine daima Kur'an ayetleri ve tefsirinden söz ediyordu. Sonunda adı geçen kitapların dersini vermeye fazla alaka duymadığını anladık. Fakat onların yerine Alleme Bahrul Ulum'un risalesinin tarzına uygun bir seri seyru süluk dersi verdi. Tatil günlerinde, sayıları 10 ila 15'i bulan hususi talebeleri için Seyyid Ahmed Kerbelai ve Şeyh Muhammed Hüseyin İsfehani Kompani'nin yazışmalarını içeren kitabın dersini veriyor ve daha sonra kendi görüşünü detaylı bir şekilde beyan ediyordu. Bu kitap, tevhidi zati hakkında yazılan 14 mektuptan oluşmakta ve bunlardan 7'sini Ayetullah Kerbelai, irfani tarzda ve diğer 7'sini de Ayetullah İsfehani, felsefi tarzda yazmıştır. Bu mektuplar birbirine cevap olarak ve birbirinin görüşüne karşı irfani ve felsefi deliller getirerek yazılmıştır.



    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

    Yorum


      #3
      Ynt: Allame Tabatabai ( KENDİ KALEMİNDEN )


      Allame Tabatabai de bu mektuplardan altısına not yazdı ama, hepsini tamamlamadı. Uzun yıllar boyuca gerçekleşen görüşmelerimizde, tamamlamasını istememize ve tamamlayacağına dair söz vermesine rağmen, uğraşının fazlalığı ve yaşının ilerlemesi nedeniyle yapamadı.

      Allame Tabatabai sadece felsefe, tefsir, usul ve füru'daki hadisleri anlamak gibi konularda dağil, tevhid, ilahi öğretiler ve kalbi ilhamlar yönünden de Allah'ın büyük bir ayet ve nişanesiydi.


      Onu sessiz, sakin gören her kes hiçbir şey bilmediğini zannederdi; ama o, öylesine ilahi nur ve gaybi müşahadelerin içine girmişti ki, artık aşağılara inmesine imkan yoktu. Ancak bununla birlikte, kesret aleminde zahiri korumayı, her alemin hakkını layıkıyla eda etmeyi, talebelerin eğitim ve öğretimiyle ilgilenmeyi, din, ilahi sünnetler ve İslam kanunlarının savunuculuğunu yapmayı da ihmal etmiyordu. Çeşitli ilimleri kendisinde toplamasından başka, ilim ve amele birlikte sahipti. Yani vücudunun tüm uzuvları Hakk'a teslim olmuş bir insandı.

      Şikeste ve nestalik hattını çok güzel yazardı. Son yıllarda yaşlılık ve elinin titremesinden dolayı yazılarında titreme olmasına rağmen bu dünemine ait el yazmaları bile onun bu konuda üstad olduğunu gösterir. Kendisi şöyle derdi: "Gençlik zamanımdan kalma bazı yazılarıma baktığımda bunlar benim yazım mı? diye sorarım."


      Gizli ilimlerden Reml ve Cefr'i çok iyi bilirdi; ama onlara amel ettiği görülmemiştir. Sayı ilmi ve ebced hesabının çeşitli yollarında fevkalade mahareti vardı. Cebir, mukabele ve geometride üstattı ve takvim hazırlayabilecek derecede astronomi bilirdi. Ben, matematiği devlet okullarında okuduğum için, ondan matematik dersi almaya gerek görmedim. Allame Tabatabai, matematiği Necef'de zamanın ünlü matematikçisi Seyyid Ebul Kasım Hansari'den ders almıştı. Kendisi şöyle derdi: "Bağdat ünüversitesi üstadlarından bazıları, çözemedikleri problemleri halletmek için Necef'e gelir, Seyyid Ebul Kasım Hansari'den yardım alırlardı."

      Allame Tabatabai arap edebiyatı, maanibeyan, bedi, fıkıh ve usul dallarında da üstad idi. on yıl süreyle, merhum Ayetullah Naini, merhum Ayetullah Kompani ve Ayetullah İsfehani gibi üstadlardan ders almıştı. Felsefe dalındaki tek üstadı ise, uzun yıllar Necef'te kardeşi merhum Ayetullah Hacı Seyyid Muhammed Hasan Tabatabaii İlahi ile birlikte kendisinden ders aldıkları Seyyid Hüseyin Badkubei idi. Allame, "Esfar", "Şifa" ve "Meşair" gibi kitapları onun yanında okumuştu. Merhum Badkubei, Allame ile özel olarak ilgilenmiş ve istidlal gücünün gelişmesi için onu matematik öğrenmeye teşvik etmiş. O, ilahi öğretiler, ahlak ve hadis ilmini eşsiz arif merhum Ayetül Hak Mirza Ali Kazi'nin yanında öğrenmişti. Seyru süluk, nefisle mücadele ve şer'i riyazetlerde, o büyük üstadın kontrolü altında yetişmişti. Merhum Mirza Ali Kazi, Allame Tabatabai'nin amca oğullarındandı. Necef'te kendisini talebeleri manevi yönden yetiştirmeye adamıştı. Allame, tek başına üstad lakabını sadece merhum Kazi için kullanırdı; yani yalnızca üstad deyip ardından herhangi bir isim zikretmediği zaman maksadı oydu. Toplantılarda, onun üstadlarından söz açılsaydı, ona duyduğu saygıdan dolayı, Merhum Kazi'nin ismini ağzına almaz ve onu diğer üstadlarıyla bir arada zikretmezdi. Öz geçmişi hakkında yazdığı ve "Makaleler Mecmuası" ile "İslami Araştırmalar" adlı kitaplarının mukaddimesinde yayınlanan kısa yazısında, üstadları arasında merhum Kazi adına rastlanmamaktadır. Sehle ve Kufe camiindeki gece ibadetlerine de değinmemiş ama çoğu zaman, özellikle de bahar ve yaz aylarında, gece sabaha kadar kitap okuduğunu yazmıştır. Makam ve şahsiyette zerre kadar gözü olmayan, gösterişten uzak böyle bir üstadın, yaptığı gece ibadetleri ve bu gibi özelliklerinden bahsetmesinin, ne kadar hafif ve değersiz olacağı, apaçık bir konudur. Allah yolunu katetmenin kesin şartlarından birinin, sır saklamak olduğuna inanan Allame'nin, kendisiyle Hakk arasında bir sır olan müstahab ibadetleri herkese bildirmesi doğru olmazdı. Ama gereken yerlerde, bu büyük üstadını anmaktan kaçınmazdı. Mesela merhum Kerbelai ve Kompani'nin yazışmalarına eleştiri olarak yazdığı dipnotun önsözünde şöyle yazıyor:



      Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
      Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

      Yorum


        #4
        Ynt: Allame Tabatabai ( KENDİ KALEMİNDEN )


        "Seyyid Ahmed Kerbelai, merhum Şeyh Molla Hüseyinkulu Hemedani'nin terbiyesi altında yetişmiş, herkesten öne geçmiş ve bilahere en seçkin talebeleri arasına girerek zahiri ve batıni ilimlerde yüce bir makam elde etmiştir. Merhum Hemedani'nin ölümünden sonra, Necef'e yerleşerek fıkıh dersi vermeye ve halkın eğitimi ve bilinçlendirilmesiyle yakından ilgilenmeye başladı. Büyük şahsiyetlerden birçoğu, o yüce insanın terbiyesi altında kemal derecesine ulaşmışlardır. Bu cümleden Seyyidi Ecel, Ayetül Hak, Nadirei dehr ve ilahi öğretiler, fıkıh, hadis ve ahlak üstadı merhum Mirza Ali Kazi Tabatabai Tebrizi'yi sayabiliriz."

        Evet, üstadımızın, kendi üstadına karşı büyük bir saygısı vardı ve kendiisni onun karşıısnda küçük görürdü. Bir gün kendisine esans ikram ettim, eline alıp bir süre düşündükten sonra şöyle dedi: "Üstadım merhum Kazi vefat edeli iki yıl oldu ve ben şimdiye kadar güzel koku sürmedim." Bundan sonra da ben üstada ne zaman bir güzel koku hediye etsem, alır cebine bırakırdı. Üstadının ölümünden 36 yıl geçmesine rağmen onun güzel koku sürdüğünü görmedim. Ömrünün, üstadının ömrüyle aynı olması da ilginçtir; her ikisi de 81 yıl yaşamıştır. Allame, HicriKameri 1321 yılında doğmuş, 1402 yılı Muharrem ayının 18'inde, pazar sabahı vefat etmiştir. Nitekim Resulullah (s.a.a) ile vasisi Emirül Mü'minin Ali'nin de (a.s) ömürleri aynı olmuş, her ikisi de 63 yıl yaşamıştır.


        Allame şöyle derdi: "Tahsil için Necef'teyken, akrabalık ve yakınlık bağı olduğundan dolayı, arasıra merhum Kazi'ye uğrardım. Bir gün, medresenin kapısında durmuştum. Merhum Kazi de oradan geçiyordu; bana yaklaşıp, elini omuzuma koyarak şöyle dedi: "Oğlum! Dünya istiyorsan, gece namazı kıl, ahiret istiyorsan yine gece namazı kıl." Bu söz beni o kadar etkiledi ki, o zamandan İran'a dönünceye kadar geçen 5 yıl içinde günlerimin çoğu merhum Kazi'nin yanında geçti. İran'a döndükten sonra da üstadın vafatına kadar ilişkilerimiz devam etti."

        Merhum Kazi, büyük müçtehidlerdendi ve talabelerine evinde ders verirdi. Cemaat namazını uzatır ve evinde kılardı. Akşam namazından sonra takibatı uzatır, ondan sonra yatsı namazı kılardı. Mübarek Ramazan ayında, talebeler onun imametinde akşam namazı kılmaya giderlerdi. Bazıları, ufuk kızıllığı baş üzerinden batıya doğru kaymadan namaza başlamadıkları için ondan biraz beklemesini isterlerdi, o da beklerdi; ama orucunu güneş batar batmaz iftar ederdi. Ramazan'ın ilk ve ikinci on gününde, geceleri dua ve ders programı olurdu. Talebeler, geceleyin onun huzurunda iki saat süren programa katılırlardı. Ama son on günde bu program tatil olur ve merhum Kazi, Ramazan ayının sonuna kadar ortalarda görünmezdi. Talebeler, Necef, Kerbela, Kufe ve Sehle camiinde onu ne kadar arasalar da izine rastlayamazlardı. Bu durum, ömrünün sonuna kadar devam etti.




        Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
        Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

        Yorum


          #5
          Ynt: Allame Tabatabai ( KENDİ KALEMİNDEN )


          Merhum Kazi arapçayı çok iyi bilirdi. 40 bin kelime ezbere bildiği söyleniyor. Bir araptan ayırt edilemeyecek derecede arapça şiir söylerdi. Bir gün bir tartışma esnasında merhum Ayetullah Şeyh Abdullah Mamagani, ona şöyle der: "Arap olmayan birisi, arapça bir şiir söylerse, o şiir fesahat ve beleğat açısından her ne kadar kusursuz olursa olsun, şiiri söyleyenin arap olmadığını anlayacak kadar arap dili ve edebiyatını iyi bilirim." Bunun üzerine merhum Kazi, şairi arap olan kasidelerden birini okumaya başlar ve kaside arasında kendinden birkaç beyt şiir okur ve "Bunlardan hangisi arap olmayana aittir?" diye sorar, Ayetullah Şeyh Abdullah Mamagani ayırt edemez...

          Merhum Kazi, Kur'an tefsirinde de eşsizdi. Üstadımız merhum Allame Tabatabai şöyle derdi: "Ayet ayet tefsir metodunu, merhum Kazi bize öğretti ve bu dalda onun metodunu takip ediyoruz. Masum imamlardan nakledilen rivayetlerin manalarını anlamada açık ve keskin bir zekâsı vardı ve biz fıkhül hadis denen, hadislerin manasını anlama yolunu ondan öğrendik. Nefsi temizleme, ahlak ve ilahi öğretilerde ve seyr u sülukde, zamanının eşsiz şahsiyetlerindendi. Yüce bir dağ gibi, ilahi sırlarla doluydu. Talebelerin yetişmesine büyük önem verir, gündüzleri evinde tertiplediği özel toplantılarda talebelere nasihatlarda bulunurdu. Çeşitli dönemlerde birçok alim onun terbiyesi altında hakikat yolunu bulup, kemal derecelerine erdiler. Bu cümleden hayatları boyunca birbirlerinin dert ortağı olan üstadımız Ayetullah Tabatabai ile kardeşi Seyyid Muhammed Hasan İlahi'yi ve yine her biri tevhid ve fazilet semasının parlak yıldızları olan Şeyh Muhammed Taki Amuli, Şeyh Ali Muhammed Burucerdi, Şeyh Ali Ekber Merendi, Seyyid Hasan Meskati, Seyyid Ahmed Keşmiri, Mirza İbrahim Sistani, Şeyh Ali Kasım ve vasisi Ayetullah Şeyh Abbas Hatıf Koçani'yi sayabiliriz. Merhum Kazi'nin kendisi irfanda, asrının müceddidi merhum Ayetullah Mirza Muhammed Hasan Şirazi'nin en seçkin talebelerinden biri olan babası Seyyid Hüseyin Kazi'nin talebesi idi. Şirazi ise, Ayetullah İmamkulu Nahçıvani'nin talebesi ve Nahçıvani de Seyyid Kureyş Kazvini'nin talebesiydi.


          Derler ki; merhum Seyyid Hüseyin Kazi, Samerra'da merhum Şirazi'den ayrılıp, doğum yeri olan Tebriz'e dönmeye karar verdiği zaman, merhum Şirazi bu bir cümlelik nasihatte bulundu: "Her gün bir saati kendine ayır."

          Merhum Kazi, Tebriz'de kendini o kadar ilahi işlere adıyordu ki, bir yıl sonra Tebriz tacirlerinden birkaç kişi Samerra'ya gidip, merhum Mirza'yla görüşme şerefine nail olunca o merhum, Seyyid Hüseyin Kazi'yi sorunca onlar şöyle cevap verir: "Sizin nasihat ettiğiniz bir saat, onun tüm vaktini doldurmuş ve gece gündüz ibadetle uğraşır durumda."


          Merhum Kazi Necef'e gelince, Ayetullah Seyyid Ahmed Kerbelai Tahrani'nin etki ve terbiyesi altına girdi. Ayrıca uzun yıllar, Seyyid Murtaza Keşmiri'yle sohbet arkadaşlığı oldu ama irfan konusunda, birbirinden farklı görüşlere sahiplerdi.

          Merhum Kerbelai'nin terbiye metodu, üstadı Molla Hüseyinkulu Hemedani gibi marifeti nefse (kendini tanımaya) dayalı idi. Bu yüzden, nefsi koruma ve kontrol altında tutmayı (murakabe), bu yoldki en önemli etkenlerden sayardı.

          Merhum Kazi talebelerine, şer'i ölçülere uygun olarak, amellerin batıni kurallarına, namazlarda huşuya ve tüm İşlerde ihlasa riayet ederek, özel ahlaki öğretilerde bulunur, ve onların kalplerini, gayb aleminin ilhamlarını kabullenmeye hazırlardı.

          Kendilerinin, Kufe ve Sehle camiinde bir odası vardı. Bazı geceleri, o hücrede yalnız başına kalırdı. Aynı şeyi talebelerine de tavsiye eder ve eğer namaz, Kur'an okuma veya zikir arasında halleri değişir, güzel bir yüz görür veya gayb aleminden bazı şeyleri müşahede ederlerse, ilgilenmemelerini ve amellerine devam etmelerini söylerdi.


          Allame Tabatabai şöyle derdi: "Bir gün Kufe camiinde zikirle meşguldüm. O sırada bir cennet hurisi, elinde bana getirdiği bir kadeh cennet şarabıyla sağ tarafımdan gelip, kendini bana gösterdi. Onunla ilgilenmek istediğim an, üstadımın söylediği sözü hatırlayıp vazgeçtim. Bu sefer kalkıp sol tarafıma geçti ve kadehi bana uzattı, ama ben ilgilenmeyip yüzümü çevirdim. Huri üzülüp inciyerek kayboldu ve ben şimdiye kadar ne zaman o sahneyi hatırlasam, o hurinin üzüntüsüne kahroluyorum.



          Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
          Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

          Yorum


            #6
            Ynt: Allame Tabatabai ( KENDİ KALEMİNDEN )


            Merhum Kazi, amelde fevkaladeydi. Neceflilerin, özellikle de ilim ehlinin, onun hakkında hatıraları vardır. Kalabalık bir aileyle, büyük bir fakirlik içinde yaşardı; tevekkül ve teslimi o kadar güçlüydü ki, ailesi onu zerre kadar yolundan saptıramadı.

            Şu anda Necef alimlerinden olan dostlarımızdan biri şöyle derdi: "Günün birinde bir şeyler satın almak için manava gittim. Bu arada merhum Kazi'nin, marul seçtiğini gördüm, ama o iyileri bırakıp, solmuş ve kabukları kalın olanları seçiyordu. Marulları manava verip tarttırdı ve abasının altına alarak ayrıldı. O zaman ben genç bir talebe idim ama o yaşlı idi. Kendimi tutamadım ve ona ulaşıp "Herkesin aksine neden bu solmuş marulları aldınz?" diye sorduğumda, şöyle cevap verdi: "Zavallı manav fakir bir adam. Ara sıra ona yardımda bulunuyorum, ama karşılıksız olarak değil; çünkü gururunu kırmak ve bedavaya alıştırmak istemiyorum. Benim için marulun taze veya solgun olması farketmez. Bunları kimsenin satın almayacağını ve öğlen vakti çöpe döküleceğini biliyordum.(1) Onun zarar görmemsi için solmuş marulları satın aldım."Evet merhum Kazi'nin ahlaki faziletleri çoktu. Ama bunları sayacak olursak, asıl konudan çıkmış oluruz.
            Allame Tabatabai, baba tarafından İmam Hasan'ın (a.s) soyundan ve İbrahim b. Dibac'ın evlatlarından, ana tarafından ise İmam Hüseyn'in(a.s) soyundandır. Bu yüzden Tebriz'in Şadabad ilçesinde yazdığı kitaplarda, yazarın adı, Seyyid Muhammed Hüseyin Hasanii Hüseynii Tabatabai olarak geçiyor.Allame Tabatabai'nin soy zinciri ise şöyledir:


            1Seyyid Muhammed Hüseyin. 2Seyyid Muhammed. 3 Seyyid Muhammed Hüseyin. 4 Seyyid Ali Asgar. 5Seyyid Muhammed Taki Kazi. 6 Mirza Muhammed Kazi 7Mirza Muhammed Ali Kazi. 8Mirza Sadreddin Muhammed. 9Mirza Yusuf Nakib elEşref. 10Mirza Sadreddin Muhammed. 11Mecdüddin. 12 Seyyid İsmail. 13Emir Ali Ekber. 14Emir Abdulvahhab. 15 Emir Abdulgaffar. 16Seyyid İmaduddin Emirül Hacc. 17Fahreddin Hasan. 18Kemaleddin Muhammed. 19Seyyid Hasan. 20Şehabeddin Ali. 21İmaduddin Ali. 22Seyyid Ahmed. 23Seyyid İmad. 24Ebul Hasan Ali. 25Ebul Hasan Muhammed 26Ebu Abdullah Ahmed. 27 Muhammed Asgar. 28 Ebu Abdullah Ahmed.29İbrahim Tabataba. 30İsmail Dibac.31İbrahim Gamr. 32Hasanül Müsenna.33 İmam Hasan (a.s). 34İmam Ali ibni Ebi Talib (a.s).

            İbrahim Gamr'ın annesi Fatıma ,İmam Hüseyn'in (a.s) kızı olduğu için İbrahim Gamr'ın torunu olan İbrahim Tabataba, soyundan gelen seyyidlerin hepsi, ana tarafından İmam Hüseyn'e (a.s) ulaşıyorlar.

            Merhum Kazi'nin ise üçüncü ceddine kadar soy zinciri şöyledir: 1Mirza Hüseyin Kazi. 2Mirza Ahmed Kazi. 3Mirza Rahim Kazi. 4Mirza Taki Kazi.Merhum Kazi'nin üçüncü ceddi olan bu Mirza Taki Kazi, Allame Tabatabai'nin üçüncü ceddi olan Seyyid Muhammed Taki Kazi ile aynı adamdır. Sonuç olarak Merhum Kazi'nin de soy zinciri bilinmiş oluyor.


            Merhum Kazi 21 yaşındayken, HicriKameri 1306 yılında Şeyh Müfid'in "elİrşad" kitabını tashih etti. Ve bu kitapta 17 Rebiülevvel 1308'de Muhammed ibni Hüseyin Tebrizi tarafından yazılıp basıldı. Kitabın sonuda o merhum, kendi soy zincirini, bizim saydığımız şekilde yazmıştır.
            Ben, Allame Tabatabai'den , merhum Kazi'nin tashihiyle basılan Şeyh Müfid'in "elİrşad" adlı katabının sonuda zikredilen onun soy zincirini sordum. Allame, tasdik ederek, merhum Mirza Seyyid Taki Tabatabaii Kazi'nin, kendisi ile merhum Kazi'nin üçüncü ceddi olduğunu söyledi. Allame'nin 14. ceddine kadarki soyu tamamen alim idi ve altıncı ceddi Mirza Muhammed Ali Kazi, Azerbaycan bölgesinin başkadısı (Kazil Kuzatı) idi. O bölgenin tümü, onun ilmi, fıkhi ve kazai nüfuzu altındaydı. Bu nedenle, "Kazi" (yargıç) lakabını almış ve bu lakap o zamandan beri, evlat ve torunlarına da verilmiştir. Allame Tabatabai. 5 yaşındayken annesini 9 yaşındayken de babasını kaybetmiştir. Kendinden küçük Seyyid Muhammed Hasan'dan başka kardeşi yoktu; yani ailenin iki çocuğu vardı.

            Babasının vasisi, Allame ile kardeşinin hayatlarının altüst olmaması için, onlara bir dadı buldu. İki kardeş ilk tahsillerini Tebrizi'de tamamladılar. Hattatlıkta her ikisi de büyük bir başarı gösteriyorlardı.




            Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
            Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

            Yorum


              #7
              Ynt: Allame Tabatabai ( KENDİ KALEMİNDEN )


              Allame şöyle derdi: "Kardeşimle sık sık Tebriz'in etrafındaki yemyeşil dağ ve tepelere gider, sabahtan akşama kadar hattatlıkla uğraşırdık. Sonraları birlikte Necef'e gittik. İlmi ve ameli merhalelerin tamamında, iki kardeş birlikte ve iki bedende bir can Tabatabaii İlahi, her yönden üstadımız Allame Tabatabai'ye benzerdi. Metod, yüce himmet, sabır, arifane hayat, tefekkür, idrak ve basiretle birlikte olan dünya ehlinden uzak durma, Allah'la irtibat, geniş çapta fikri yetenek, Ehl-i Beyt'e bağlılık, fedakârlık ve fakirlere yardım açısından Tebriz ve Azerbaycan bölgesinde herkesin dilindeydiler. Ve gerçekten, bu iki kardeş hakkında, Ebul Ala Muerri'nin, Seyyid Murtaza ve Seyyid Rezi gibi idik. Bollukta, sıkıntıda birbirimizin yanındaydık."

              Ayetullah Seyyid Muhammed Hasan hakkında babalarına hitaben ağıt olarak söylediği kasideyi söylemek ne kadar yerinde olur:

              Sen bizim aramızda iki parlak yıldız bıraktın.
              Sabah da akşam da parıldayan iki yıldız.
              Her iki kardeş güzel ahlak diyarının yolcuları.
              İffet ve yücelik semasında güneş gibiler.
              Din düşmanlarını helak etmede, ilahi hâkim gibi.
              Bağış ve ata etmede yağan yağmur.
              Ve güzellikte, karanlığın ortasında iki ay gibi.
              Öyle bir makama erdiler ki büyüklük ve yücelikte
              Necd ehlinin sözleri tüm fesahet ve belağatiyle
              Çirkin sözler söyleyen Diyaf ehlinin sözleri gibiydi.
              Birdiler şeref ve fazilette Rezi ve Murtaza.
              Taksim etmişlerdi iyilikleri aralarında.

              Birlikte tam on yıl Necef'te kaldılar. Fıkıh, usul, felsefe, irfan ve matematik derslerini birlikte okudular. Mali sıkıntı ve Tebriz'deki tarlalarının gelirleri ellerine ulaşamaması sebebiyle İran'a dönmek zorunda kaldılar. On yıl Tebriz'in Şadabad köyünde kalıp, bir müddet çiftçilikle uğraştılar. Durumları biraz iyiye gidince Allame, Kum İslami İlimler Havzası'nda talebe yetiştirmek için Kum'a gitti, ama kardeşi Tebriz'de kalarak tedrisle meşgul oldu.



              Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
              Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

              Yorum


                #8
                Ynt: Allame Tabatabai ( KENDİ KALEMİNDEN )


                Ayetullah Seyyid Muhammed Hasan İlahi, Tebriz havazasında İbni Sina'nın "Şifa" ve Molla Sedra'nın "Esfar" ve diğer kitaplarından felsefe dersi vermeğe başladı ve Hak yolu aşıklarından birçoğunu maksatlarına ulaştırdı. Üstadımız da onu çok över ve şöyle derdi: "Necef'te, İbni Sina'nın "Şifa"sının o güne kadar basılmamış olan mantık bölümünün bir yazma nüshası elimize geçti ve biz iki kardeş onu kendi yazımızla istinsah ettik. Kardeşim, ses ve ahengin ruhtaki etkisi, ninninin çocuğun uyumasındaki tesiri ve genel olarak musiki ilminin sırları ve ruhun seslerle olan manevi ilişkileri hakkında, günümüzde eşine az rastlanır bir kitab yazdı. Fakat kitabı bitirdikten sonra, zamane ehli ve zalim yöneticilerinin eline geçip haram yolda kullanılacağı korkusuyla kitabı yok etti."
                Ben, Allame Tabatabai'nin kardeşiyle görüşme şerefine nail olamadım. Gerçi bir yıl da Kum'da kaldı, ama o sırada ben Necef'te tahsille meşguldüm. Ben Kum'a döndüğümde, ise o, Tebriz'e dönmüş ve birkaç yıl sonra vefat etmişti. Cenazesini Kum'a getirip, Hz. Masume'nin türbesinin civarında, Ahençi köprüsünün batısındaki Ebu Hüseyin mezarlığına defnettiler. Onun vefatı, üstadımızda derin bir iz bıraktı ve kalp rahatsızlığının artmasına neden oldu. Rahatsızlığının artmasının diğer bir sebebi de eşinin kalp rahatsızlığından vefat etmesiydi. Çünkü bu yüce kadının sevgi ve muhabbeti onun etine kemiğine işlemiş ve ölümü, vefa ve sevgi üzerine kurulu bu hayatı dağıtmıştı.


                Bana yazdığı tesliyet cevbında, defalarca hamd u sena etmesine rağmen, onun ölümüyle huzur ve güven dolu hayatının sona erdiğini yazıyordu. Ehl-i Beyt soyundan ve Allame'nin amca kızlarından olan bu mü'mine kadın; Ayetullah Hacı Mirza Yusuf Tebrizi'nin oğlu olan Ayetullah Haci Mirza Mehdi Ağa'nın kızı idi. Allame şöyle derdi: "Eşim çok mü'mine bir kadın idi.

                Necef'teyken, Aşura günler için Kerbela'ya giderdik. Tebriz'e Kerbela'ya giderdik. Tebriz'e döndükten sonra, bir Aşura günü, oturmuş Aşura ziyareti okumakla meşguldü; sonrasını ailesi şöyle anlatıyor: "Aniden mahzun oldum ve, on yıl boyunca Aşura günleri Hz. Hüseyn'in (a.s) türbesinin kenarında idik ve bugün bu feyzden mahrumuz, diye düşünmeye başladım. Bu düşünceler kafamdan geçiyorken birden kendimi İmam Hüseyn'in (a.s) hareminde dua okurken buldum ve haremin özellikleri aynıydı; ama Aşura günü olduğu ve halk genellikle Aşura merasimini seyretmeye gittikleri için türbenin etrafı sakin ve sadece birkaç kişi ziyaretle meşguldü . Kendime geldiğimde, evimde olduğumu ve ziyaretin devamını okumakla meşgul olduğumu gördüm."


                Bu yüce kadın da, Kum'da merhum Ayetullah Hairi Yezdi mezarlığının ilave bölümünün sol kısmında, aile mezarlığından birine defnedildi. Üstadımız, perşembe günleri ikindi vakitlerinde, devamlı bu değerli hanımı, daha sonra kardeşini ve genel olarak tüm kabir ehlini ziyaret ederdi.sol kısmında, aile mezarlığından birine defnedildi. Üstadımız, perşembe günleri ikindi vakitlerinde, devamlı bu değerli hanımı, daha sonra kardeşini ve genel olarak tüm kabir ehlini ziyaret ederdi.


                ALLAH ONDAN RAZI OLSUN...



                Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                Yorum

                YUKARI ÇIK
                Çalışıyor...
                X