Ayetullah Hamenei, 1359-1360 (1980-1981) yılları arasında, cumhurbaşkanı seçilmeden ve Ebuzer Camii patlamasından önce çok sık cepheye giderdi. O dönemde çekilmiş fotoğraflar da hâlâ halkın elinde dolaşımda. Bu gidiş gelişler, olayları bizzat gözlemlemesi, İmam Humeyni’yi bilgilendirmesi, askerî meselelere vukufu ile ilgili hatıralarınızdan söz eder misiniz? Nitekim daha sonraları bizzat cepheye katılmasının bereketleri görüldü; savaş coğrafyasını bir komutanın bakış açısıyla en ince ayrıntısına kadar gözlemlemiş olması, bugün ülkenin savunma stratejisini belirlemede etkisini hâlâ açık bir biçimde gözler önüne sermektedir.
Ayetullah Hamanei’nin bizzat cephede bulunması Devrim Muhafızlarına ve besicilere umut oluyor, onlara moral veriyordu; sanki İmam Humeyni cephedeymiş hissi uyandırıyordu. Ayrıca önemli, kader belirleyici dönüm noktalarında Ayetullah Hamanei’nin belirleyici bir rolü vardı. Iraklılar bir keresinde Susengerd’i kuşatmışlardı ve oraya bir de komutan tayin etmişlerdi. Sonra Susengerd özgürlüğüne kavuştu. İkinci defa Susengerd kuşatıldığında Ayetullah Hamanei’nin önlemiyle, çok sayıda Devrim Muhafızı ve besicinin, Düzensiz Savaş Merkezi güçleri ve ordudan bir tümenle birlikte operasyon düzenlemesi kararlaştırılmıştı; ama Beni Sadr izin vermiyordu. Ayetullah Hamanei, İmam Humeyni ve Seyyid Ahmed ile temas kurdu. İmam, ordunun operasyona katılmasını emretti. Ayetullah Hamanei ısrarcı davranmasaydı ve 92. Tümen komutanına (Albay Kasımi) yazı yazmasaydı ve 92. Tümen operasyona katılmasaydı Susengerd kuşatması kırılamazdı.
Dolayısıyla Ayetullah Hamanei’nin önlemleri ve emirleri iki ayrı kuşatmada, Abadan Hisarı ve Susengerd kuşatması, kader belirleyici olmuştur. Varlığı, kararları, yerinde müdahalesi ve kararlılığı savaşın kaderini değiştirdi. Devrim Muhafızları, besiciler, askerler Ayetullah Hamanei’yi dinliyorlardı ama Beni Sadr izin vermiyordu, çünkü başkomutandı ve yürütme gücüne sahipti.
1980 Ağustosundan 1981 Haziranına kadar…
Tam da savaşın başında. Yüksek Savunma Konseyi’nde bir tür karamsarlık hâkimdi. Mühimmatımızın, silahımızın olmadığı söyleniyordu. Ayetullah Hamanei, “Şah onca silah satın aldı, gidin depoları arayın!” diyordu. O günler karamsarlık günleriydi ama Ayetullah Hamanei, Yüksek Savunma Konseyi üyelerine moral aşılıyordu. Siyasi meselelerde de böyleydi.
O dönemde Ayetullah Hamanei’nin kendine has bir tarzı vardı. Beni Sadr’ınkinden çok farklı bir bakış tarzına sahip olmasına rağmen cumhurbaşkanı ile mücahidlerin arasını bulmaya çalışıyordu. Bu konuda ne dersiniz?
Beni Sadr mağrur bir insandı. Hiçbir şeye riayet etmezdi. Ama Ayetullah Hamanei, sabrı ve güçlü mantığıyla ona tahammül gösterirdi. Sanırım savaşın ikinci, üçüncü aylarında Kuveyt Irak’a bir milyar dolar yardım yapmıştı. Yüksek Savunma Konseyi’nde Kuveyt’e karşı da tavır alınması tartışılıyordu. Ayetullah Hamanei savaşın genişletilmemesi gerektiğini, Irak’ın Kuveyt’te gözü olduğunu, bir gün Kuveyt’e saldıracağını söylemişti.
O zaman mı?
Evet, 1359/1980 yılında. Ayetullah Hamanei’nin Irak-Kuveyt ve Fars Körfezi bölgesi meselelerine yönelik derin siyasi-askerî anlayışına bakınız! Yüksek Savunma Konseyi’nde, 1980’de böyle bir öngörüde bulundu. Konsey toplantılarının tutanakları hâlâ mevcut.
Bölgenin siyasi meselelerini ne Beni Sadr ne de başkaları böyle derin kavrayışla değerlendirebilirdi. Ama Ayetullah Hamanei, siyasi, toplumsal ve askerî meselelerde kapsamlı bir bakış açısına sahipti ve cephelerde cesurca varlık gösterdi. Ben Hürremşehir’de bulunmadım ama orada bulunan arkadaşlarım, Ayetullah Hamanei’ye öncü birliğe katılmaması için ısrar ettiklerini ama kendisinin elinde kalaşnikofla her an mermilerin ve patlamaların tehdit ettiği öncü birliğe katıldığını ve asla korkmadığını anlatırlar.
Geçtiğimiz yıl düşman düşünce odası, doğrudan Ayetullah Hamanei’nin şahsını hedef almıştı. Açık mektup yazmak, BBC destekli “Hat ve Nişan-ı Rehber” belgeselinin hazırlanması vb. Beni Sadr bu belgeselde sadece kendisinin cepheye gittiğini, Ayetullah Hamanei’nin gitmediğini, mevcut fotoğrafların cephe gerisinde çekildiğini iddia ediyor. Ayetullah Hamanei’nin o zamandan kalma çok sayıda fotoğrafı ve görüntüsü var. Savaşta faal rol almış bir komutan olarak sizin bu konuda yapacağınız açıklamalar çok önemli…
Ayetullah Hamanei’nin Hürremşehir, Susengerd cephelerinde ve başka cephelerde, ezcümle Ahvaz yakınlarındaki Dub Hardan cephesinde bulunduğu herkes tarafından bilinen, söz götürmez bir gerçektir. Yalnızca kendileri cephelerde varlık göstermediler, cumhurbaşkanı olduktan sonra da iki büyük oğlu Seyyid Mustafa ve Seyyid Mücteba cephelerde ön safta çarpıştılar. Bedr Operasyonu’nda büyük oğlu Seyyid Mustafa’yı Dicle’nin kıyısında gördüm ve “Siz burada şehid olursanız Cumhurbaşkanı’nın oğlunu şehid ettik, derler” dedim. Mihran’da, Kerbela-1 Operasyonu’na öbür oğlu Seyyid Mücteba da katıldı. Ben kendilerini bizzat gördüm. Ayetullah Hamanei’nin güney ve batı cephelerinde ön saflarda savaştığını ve oğullarının savaşa katıldıklarını ben kendi gözlerimle gördüm, bunda kuşku olamaz.
Devrim Muhafızları ile Ordu arasındaki uyum savaşın başında Ayetullah Hamanei sayesinde sağlanmıştı. Devrim Muhafızı komutanlarını kendi oğulları gibi seviyordu. Ordu komutanları da Ayetullah Hamanei ile duygusal bir bağ kurmuşlardı. Ordu ile ordudan daha farklı bir kimliğe sahip olan Devrim Muhafızları Ordusu arasında uyum sağlamak zor bir işti ve bunda en fazla Ayetullah Hamanei’nin payı vardı.
Beni Sadr’ın düşürülmesinden ve Şehid Recai’nin şehadetinden sonra Ayetullah Hamanei cumhurbaşkanı oldu. İmam Humeyni’nin etkisi, Ayetullah Hamanei’nin müdahalesi ve tabii Seyyad Şirazi gibi komutanların işbaşına gelmesinin de etkisiyle Devrim Muhafızları ile Ordu komutanlarını birbirlerine yakınlaştırmak mümkün oldu. Ayetullah Hamanei’nin rehberlik görevine başlamasından sonra silahlı kuvvetler bünyesinde büyük bir değişim oldu. İmam Humeyni’nin mübarek hayatının son zamanlarında Ordu ile Devrim Muhafızları’nı birleştirmek isteyen siyasi bir akım ortaya çıkmıştı. Bu akımın başını Haşimi Rafsancani çekiyordu. Tarım Cihadı Kurumu ile Tarım Bakanlığı’nın ve Bekçi, Jandarma ve Polis kuvvetlerinin birleştirilmesinin ardından komite, Devrim Muhafızları ile Orduyu da birleştirmek istiyordu. Bu çok büyük bir tehlikeydi, hepimiz şiddetle karşı çıkıyorduk. Tabii Devrim Muhafızı komutanlarından muvafakat edenler vardı, ama ben karşı çıkanlardandım ve bunun hem Devrim Muhafızları’na hem Ordu’ya hem de İnkılâp’a zarar vereceğine inanıyordum. Ayetullah Hamanei rehber olur olmaz yürütmeyi durdurdu. “Devrim Muhafızları ve Ordu, İnkılâp’ın iki ayrı gücüdür ve öyle de kalmalıdır” dedi. Bu, hem Devrim Muhafızları hem de Ordu için stratejik bir karardı. İkinci adım, görev alanlarının ayrışmasıydı; yani Devrim Muhafızları Ordusu’na bağlı kara, hava ve deniz kuvvetleri ile Ordu’ya bağlı kara, hava ve deniz kuvvetlerinin görev alanlarının belirlenmesi kararı. Ayetullah Hamanei Genelkurmaylığı bu işle görevlendirdi. Silahlı kuvvetlerin görev alanlarının ayrıştırılması, Ayetullah Hamanei’nin aldığı önemli kararlardan biridir.
20 yıllık tecrübenin ardından bu birleştirmelerin nahoş neticelerinin ülkemiz için nasıl bir tehlikeye dönüştükleri daha iyi anlaşılıyor.
Bugün artık Cihad-ı Sazendegi’den (Yapım Onarım Cihadı) eser yok. Cihadiler İnkılâp’a ve Mukaddes Savunma’ya çok hizmet ettiler. Cepheye beş yüz binden fazla asker gönderdiler, üç-dört binden fazla şehid verdiler. Ama şimdi sahip oldukları bütün insan gücü dağıldı gitti. Yurt genelindeki gücüne rağmen kurumu ortadan kaldırdılar. Tarım Bakanlığımız Tarım Cihadı’nın yerini doldurabildi mi? Onun gibi çalışabilecek bir düşünce yapısına sahip mi acaba?
İmam Humeyni’nin Yüksek Savunma Konseyi’nde iki temsilcisi vardı. Musaddık’ı anma bahanesiyle çıkarılan 14 İsfend 1359 (5 Mart 1981) fitnesinden sonra yetkililerine, hatta cumhurbaşkanına ve kuvvet komutanlarına konuşma yasağı koydu ve sadece iki kişinin, Ayetullah Hamanei ve Dr. Çamran’ın konuşma yapma hakkına sahip olduklarını söyledi. Bu iki büyük şahsiyetin Yüksek Savunma Konseyi’ndeki rollerinden ve işlevlerinden söz eder misiniz?
Şehid Dr. Çamran (r.a) hayatının büyük bölümünü yurtdışında geçirdi. Amerika’da okudu, bir süre Mısır’da ve Lübnan’da kaldı. İran içindeki gelişmeleri ve siyasi grupları çok iyi bilmiyordu. İnkılâp Rehberi ise gerek Meşhed’de gerek başka yerlerde halkın ve mücadelenin içinde yer aldı. Hatta İranşehr’e sürgün edildiğinde Beluçler ve Sünni müminlerle irtibat kurdu. Yıllarca Horasan’da 77. Tümen’in zindanında kaldı ve orada askerî hiyerarşiyi ve nizamı yakından tanıma fırsatı buldu. Ayetullah Hamanei, İnkılâp’tan önce köylüsünden şehirlisine halkla iç içe oldu ve aydın, öğrenci ve okumuş kesimle irtibat kurdu. Dr. Çamran ise hem Mısır’da hem de Lübnan’da gerilla savaşlarına katılmıştı. İran’a döndükten sonra bu tecrübesinden Kürdistan ve Pave’de faydalandı. Pave olayından sonra ben Dr. Çamran’la birlikte birkaç askerî operasyona katıldım; Komala’ya (Kürdistan Devrimci Komitesi) ve Kürdistan Demokrasi Partisi’ne karşı operasyon düzenledik. Ben bu operasyonlarda neredeyse Dr. Çamran’ın bir askeri konumundaydım. Biz, on, on iki Devrim Muhafızı ile birkaç ordu komutanı, mesela Seyyad Şirazi, Dr. Çamran’la işbirliği yapıyorduk. Bu anlattığım olay 1358/1979’da oldu. Şehid Çamran’ın operasyon karargâhı Serdeşt’teydi. Köylülerden para karşılığı bölge hakkında, köylerdeki inkılâp karşıtı örgütlenmeler hakkında bilgi topluyor, sonra da şafak vakti helikopterle gidip bölgeyi kuşatıyor, tutukluyor veya öldürüyordu. Bu operasyonlardan birinde yüksek bir tepeye indiğimizde henüz inkılâp karşıtlarının kahvaltı sofrası ortadaydı, sofranın yanında 60 mm’lik bir havan topu duruyordu. Operasyonlarda önce helikopterle havadan inkılâp karşıtlarına ateş açardık, onlar kaçınca da tepeye iner, etraflarını kuşattıktan sonra köyün içine girer, temizlik yapardık.
Ben Dr. Çamran’ın yanındaydım. Helikopterden indiğimizde bizi kurşun yağmuruna tuttular. Doğal olarak ben yere yattım ama Dr. Çamran yatmadı. “Doktor bey! Yere yatın!” dedim. “Endişelenme! Vurulmamız takdir edilmişse vuruluruz. Bunlara yüz vermek olmaz!” dedi. İkindiüstü helikopterle döndük. Serdeşt’e ulaştığımızda yedi, sekiz devrim muhafızı ile Şehid Seyyad Şirazi’nin orada unutulduğunu fark ettik. Akşam olmuştu. Şehid Çamran çok rahatsız oldu, gece yarısına kadar volta attı. Ben dinlenmeye çekilmiştim. Gece saat ikide Şehid Seyyad ve muhafızlar harita ve pusulanın yardımıyla bölgeye döndüler. Neredeyse gecenin karanlığında, inkılâp karşıtlarının arasından geçerek 30 km yol almışlardı ve Rabat denilen köye ulaşmışlardı. Orada kontrol noktasındaki askerlerimiz onlara ateş açmış. Şehid Seyyad telsizden onlara “Ben Seyyad’ım!” demiş.
1358 sonlarıydı (1980 başı) ve bizim henüz kalaşnikofumuz yoktu; sadece J3 ve APC7 vardı. Yeri gelmişken size bir başka hatıramı anlatayım. Serdeşt Karargâhı’nda ben ve Şehid Seyyad, iki kişiyle cemaat kurar, namazı öyle kılardık. Bir o öne geçer imam olurdu, bir ben. Sabah namazlarında iki kişi olurduk ama öğle namazında sayımız artardı. Bir keresinde bir subay geldi ve bize cemaate katılıp katılamayacağını sordu. Şehid Seyyad “Katılabilirsin” deyince subay “Ama ben namaz kılmayı bilmiyorum” dedi. Seyyad sabırla ve okunaklı bir el yazısıyla namazın nasıl kılındığını bütün ayrıntılarıyla yazdı. Sonra “Biz namazı yüksek sesle kılarız, sen de öğrenirsin” dedi. Bu üç kişilik cemaat namazı dört kişiye çıktı ve böyle böyle sayımız arttı. Şehid Seyyad böyle bir ruh haline sahipti.
Dr. Çamran Düzensiz Savaşlar Merkezi’ni Ayetullah Hamanei’nin himayesinde kurdu. Halk arasından seçtiklerini aldı ve donattı. Gerilla savaşında çok tecrübeli ve bilgiliydi; cesaret açısından da benzersizdi. Operasyonlara bizzat katılır, silah kullanırdı. Morali daima yüksekti ve cesurca savaşırdı. Her türden insanı da çekmeyi başardı. Yüksek Savunma Konseyi’nde de faaldi.
Ayetullah Hamanei askerî meselelere vakıftı. Yüksek Savunma Konseyi’nde yeterli silah ve mühimmata sahip olmadığımızı söyleyen komutanlara Ayetullah Hamanei depoları araştırmalarını salık verirdi. Orduya dair önemli meseleler hakkında bilgisi vardı. Ordu kurumunu ve yapısını çok iyi biliyordu. Bir süre de İmam Humeyni’nin Genelkurmaylık’taki temsilcisiydi. Şu an vazifesini hatırlamıyorum ama etkin bir rolü vardı. Albay Selimi’nin, Yüzbaşı Şehbazi’nin ve sonradan kara kuvvetleri komutanı olan Teğmen Necefi’nin Genelkurmaylık’ta Ayetullah Hamanei ile birlikte çalıştıklarını hatırlıyorum.
Ayetullah Hamanei askerî meselelerle hem ilgiliydi, hem de vakıftı; ayrıca yurtdışındaki siyasi meselelerle ilgili görüş sahibiydi de. Siyasi analizleri vardı. Devrim Muhafızları Ordusu’nu da çok iyi biliyordu. Bir dönem, İmam Humeyni tarafından Devrim Muhafızları Ordusu’na idare amiri olarak tayin edildi; idare amirliği, temsilcilikten daha üst bir makamdır.
Ayetullah Hamanei, Pasdaran Caddesi’ndeki Devrim Muhafızları Ordusu Komutanlığı’nda göreve başladı. O zaman Ebu Şerif operasyon sorumlusu, Cevad Mansuri komutan, Beşareti istihbarat müsteşarıydı. Ayetullah Hamanei’nin göreve başlamasından sonra istihbarat müsteşarı Muhsin Rızayi oldu. Yusuf Furuten de enformasyon müdürü oldu.
Yüsek Savunma Konseyi’nde de Ayetullah Hamanei Muhafızlar Ordusu’nu teçhiz etmek için çok çalıştı; Beni Sadr bize teçhizat vermiyordu. Ayetullah Hamanei kararlılıkla çalışıyordu. Ordu’daki nüfuzu Dr. Çamran’ınkinden daha fazlaydı, ordu mensupları Ayetullah Hamanei’nin sözünü dinlerdi. Ordu komutanları üzerinde, hem Şehid Fellahi hem de Merhum Zahirnejad üzerinde etkiliydi. Azerice konuştuğunda Zahirnejad çok sevinirdi. Allah rahmet etsin, kara kuvvetleri komutanıydı, kendine özgü bir tarzı vardı. Çok güzel Kur’ân okurdu ama sinekkaydı tıraş olurdu. İmam Humeyni’den izin aldığını söylerdi! İyi bir insandı. Bazen Muhafız Ordu’suyla ve Şehid Fellahi’yle arası açılırdı. Ayetullah Hamanei farklı mizaçlara sahip bütün bu insanları dirayetle yönetirdi.
Beni Sadr ile İmam Humeyni çizgisindeki kuvvetler arasındaki tartışma ateşlendiğinde, doğal olarak Münafıklar (Halkın Mücahidleri) ve milliyetçi akımlar başta olmak üzere zamanla kenara itilen ve mevcut durumdan memnuniyetsizlik duyan bütün gruplar Beni Sadr’ı destekledi. Öyle ki işi terör saldırılarına kadar vardırdılar ve sonunda 6 Tir 1360’da (27 Haziran 1981) Ayetullah Hamanei’ye suikast düzenlediler. Ayetullah Hamanei’nin hastanede kaldığı zamandan cumhurbaşkanı seçildiği zamana kadarki sürece ait hatıralarınızdan söz eder misiniz?
Ne yazık ki bu süreçle ilgili pek bir şey hatırlamıyorum. Ayetullah Hamanei’ye suikast düzenlendiği haberini aldığımızda biz cephedeydik. Bütün devrim muhafızları, besiciler ve askerler Ayetullah Hamanei’yi seviyorduk, haber hepimiz için üzücüydü. Ayetullah Hamanei milletvekiliydi, Meclis’te sağlam delillerle Beni Sadr’ın salahiyetsizliğini tartıştı. Mesela Beni Sadr’a şöyle sormuştu: “7 ay savaşı başladığında siz genelkurmay başkanıydınız. Niçin orduyu donatıp savaşa hazırlamadınız?” Tutanakları okuyunuz. İnsaflılıkta benzersizdi. İnsaflıca ve delille konuştu.
Hem de Beni Sadr’ın ipin ucunu kaçırdığı bir zamanda. Gazetesinde -İnkılâb-ı İslami- ağzına geleni yazıyordu ve taraftarlarına akıllarına eseni yapmalarını öğütlüyordu. Buna rağmen Ayetullah Hamanei bu şekilde davrandı.
Çok doğru. İnsaflıca ve delille konuştular ve konuşmayı dinleyen insanlar Beni Sadr’ın gitmesi gerektiğine ikna oldular. On bir milyon oy almıştı. Ayetullah Hamanei’nin konuşmasından sonra halk sokaklarda “Musaddık’ı rehber edindiysen oyumuzu geri ver!” diye slogan attılar.
İslam İnkılâbı tarihini doğru analiz etmede kilit noktalardan biri 1388/2009 fitnesinden önce göz ardı edilen başbakanlık meselesidir. Ayetullah Hamanei cumhurbaşkanı seçildikten sonra Dr. Velayeti’nin başbakan olması istedi ancak oy alamadı. İslam Cumhuriyeti Partisi ve Meclis koalisyon kurmuş, Mühendis Musevi’yi başbakan seçmişti. Ayetullah Hamanei birinci dönem cumhurbaşkanlığı süresince başbakana tahammül gösterdi. İkinci dönem için aday olmak istemediği de çok belliydi. Fakat İmam Humeyni yeniden cumhurbaşkanı olmasına hükmetti. Sonra Muhsin Rızayi İmam’a bir mektup yazdı ve başbakan değişikliğinin askerleri olumsuz etkileyeceğini söyledi. İmam da bu yönde tavır aldı. Acaba cephe Mir Hüseyin Musevi’nin değiştirilmesi konusunda gerçekten bu kadar hassas mıydı?
Ben o zamanlar daha çok cephedeydim ve siyasi gelişmeleri cephe gerisinden takip ediyordum. Siyasi düşünceye sahip Muhsin Rızayi ile Tahran’da bulunan Şemhani gelişmelerin içinde yer aldılar. Ben karargâhlarda Muhsin Rızayi’ye vekâlet ediyor, operasyonları planlıyordum; siyasi gelişmelerden, bilhassa Rehberlik ve Cumhurbaşkanlığı ofisleri arasında yaşanan gelişmelerden çok fazla haberim yoktu. Biz Ayetullah Hamanei’ye cepheyle ilgili raporlar sunuyorduk; yönetime ilişkin siyasi gelişmelere çok girmiyorduk. Bütün fikrim zikrim en az kayıpla zafer kazanmaktı. En fazla tümen komutanlıklarıyla ve Topçu Komutanlığı’yla, hava kuvvetlerinden de Şehid Babayi veya Seyyad Şirazi ile irtibat halindeydim.
Fakat cepheler elinizin altındaydı…
Evet, bu bakımdan kesin bir dille cephelerde Mir Hüseyin Musevi’den söz edilmediğini söyleyebilirim. Cephelerde İmam Humeyni’den sonra kimileri Rehber’in vekilinin resmini, kimileri ise Ayetullah Hamanei’nin fotoğrafını havaya kaldırıyorlardı.
Şunu da söyleyeyim: O dönemde Tahran Devrim Muhafızları Ordusu’nda ve Veli-i Asr (a.f) Garnizonu’nda, Devrim Muhafızları Komutanı Rızayi’yi alaşağı etmek isteyenlerin olduğunu hatırlıyorum. Hatta Meclis’e gidip Haşimi Rafsancani’yle görüştüler. Muhsin Rızayi’nin bazı siyasi tavırları kendisininkiyle uyuşmasa da Ayetullah Hamanei, İmam Humeyni ile görüşüp savaş zamanında komutan değişikliğinin doğru bir karar olmayacağını söyledi.
Çok önemli bir husus bu…
Hem de Muhafızlar Ordusu ile Muhsin Rızayi arasında Genelkurmaylık’ta sorun yaşanırken. Muhsin Rızayi ile bir zaman Seyyidü’ş-Şüheda (a.s) Tümeni’nin bulunduğu Gilangarb’a gitmiştik. Askerler Rızayi’ye olmayacak şeyler söylediler. Ben utandım, sert çıkmak istedim ama Rızayi izin vermedi, sabır gösterip tahammül etti. Muhsin Rızayi’nin değişmesi için baskı yapıyorlardı. O zaman cumhurbaşkanı olan Ayetullah Hamanei, İmam’la görüştü ve savaş zamanında böyle bir kararın maslahata aykırı olacağını delilleriyle ortaya koydu. Bu, son derece sabır, tahammül ve ihlâs isteyen bir iştir. Siyasi açıdan Muhsin Rızayi ile anlaşamasa da böyle bir karara varmış olması dikkate değer bir husustur.
1362-68/1983-89 yılları arasında Ayetullah Hamanei’nin savaştaki rolü neydi?
1362/1983 kışından savaşın sonuna dek Haşimi Rafsancani savaş komutanıydı. Kimi zaman operasyonlar konusunda veya orduyla ilişkiler noktasında Haşimi Rafsancani ile ihtilaf yaşıyorduk. Savaş komutanı sıfatıyla Rafsancani Meclis’te toplantı düzenliyor, Devrim Muhafızları’ndan ve Ordu’dan yetkileri yanına alıp operasyon planlarını Ayetullah Hamanei’ye açıklıyordu. Ordu komutanlarından biri bir plan ileri sürmüştü. Buna göre biz helikopterle Ervend Rud’a (Şattü’l-Arap) ötesine geçip oraya asker indirecek ve köprüyü kapatıp havaya uçuracak sonra da Basra’ya geçecektik. Şelemce’den Hürremşehir’e kadarki alanda askerî deyimle “heliborne” yapacaktık. Biz karşı çıktık. Biz helikopterle oraya asker indirirken Iraklılar yerlerinde oturmayacaklardı pek tabii. Gerçekçi bir operasyon planı değildi asla. O toplantıda Haşimi Rafsancani bana “Sen planını sun!” dedi. “Bu, uygulanabilir bir plan değil. Bu askerleri göz göre göre ölüme sürüklemek olur!” dedim. Haşimi Rafsancini bizimle baş edemediği için Cumhurbaşkanı’nın huzurunda toplantı düzenliyordu. Hem ordu komutanları oradaydı, hem Muhsin Rızayi, hem de Devrim Muhafızları komutanları. Rafsancani toplantıyı yönetiyordu. Ben karşı çıkınca Haşimi Rafsancani biraz kızgınlıkla Ayetullah Hamanei’ye “Bakın işte Devrim Muhafızlarının komutanlarının ruh halini görüyor musunuz!” demişti. Ayetullah Hamanei çok ilginç bir söz söyledi: “Ervend’in öte yanı yemyeşildir ama giriş kapısı yok! Bu plan uygulanabilir değil.” Kısacası plan uygulanmadı.
Bir başka husus da şudur: Ayetullah Hamanei, konuşmalarıyla ve tavırlarıyla halkı seferber etmek istiyordu. Mesela 1365/1986’da altmış beş bin insan geldi cepheye. O dönemde İmam Humeyni’nin Ayetullah Hamanei’yi cepheye gitmekten şeran alıkoyduğunu öğrendik. Belki de şehid olmasından çekiniyordu.
Tabii bu söylediğiniz 1367/1989’da oldu. Düşman saldırılarının sıklaştığı 1989’da Ayetullah Hamanei bir bildiri yayınlamış ve cepheye gideceğini duyurmuştu. Cuma İmamları’nı ve tüm sevenlerini de çağırmıştı.
Savaşın son yıllarında oldu bu. Ayetullah Hamanei vasiyetnamesini yazıp bildiri yayınlamıştı. Savaşın bitmesine iki üç ay kalmıştı. Kuşkusuz cephede bulunması çok etkiliydi. Tümen tümen dolaşmış, teftiş etmişti. Necef Tümeni’nde Şehid Ahmed Kazımi bütün tankları dizmişti. Ayetullah Hamanei bütün tankların önünden geçti. Kamer-i Beni Haşim (a.s) ve Seyyidü’ş-Şüheda (a.s) tümenlerini de… Biz anlaşmayı kabul etmiştik, Iraklılar yeniden saldırıya geçti. Güneybatıdaki ve Halepçe’deki birliklerimizi çağırdık ve kısa sürede Iraklıları yeniden sınır dışına sürdük. Iraklılar Hürremşehir’i tekrar ele geçirmek için gelmişlerdi. Böylelikle müzakere masasında koz sahibi olmak istiyorlardı. Iraklıları uluslararası sınırlara kadar geri püskürttük. Orada Ayetullah Hamanei, Seyyid Ahmed’le telefonla görüştü ve “İlerlemeye devam etsinler mi?” diye sordu. İmam Humeyni, “Biz anlaşmaya bağlı kalacağız. Sınırın ötesine geçmeyin” buyurdu. Bu çok önemli bir husustur.
Ayetullah Hamanei’nin dinlenme odası Huzistan’daki Kerbela Karargâhı’ndaydı. Önceden oraya Gelef denirdi. Güney operasyonundan sorumlu olduğumda adı Şehadet Bekleyenler Karargâhı olarak değişti. Sonradan da Kerbela Karargâhı oldu, hâlâ bu isimle bilinir. Ayetullah Hamanei’nin orada istirahata çekildiği bir odası vardı. Bir öğle yemeğinde -mercimekli pilav vardı- rapor vermek için odasına gittim. Yanında Albay Selimi vardı. “Cumhurbaşkanlığı göreviniz sona eriyor. Sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?” diye sordum. O sırada kaşığı ağzına yaklaştırıyordu; durdu ve “Aga Rahim! Gelecekten bir beklentim yok. İmam, Sistan ve Beluçistan’daki bir jandarma karakoluna din görevlisi olmamı isterse gider olurum; çünkü ben İmam’ın askeriyim” dedi. Sesinde en ufak bir tereddüt belirtisi yoktu. Bu olay cumhurbaşkanlığı süresinin dolmasına çok az kala, 1367/1988 yılında oldu.
Bir keresinde de cepheden dönmüştüm, ikindi vakti Ayetullah Hamanei ile evinde görüşüp operasyonlar hakkında bilgi verdim. Akşam ve yatsı namazını cemaatle kıldık. Sonra bana “Akşam yemeğine kalacak mısınız?” diye sordu. “Âlimlerin sofrasında bereket vardır, izin verirseniz kalırım” dedim. “Yemeğinizi dışarıdan mı söyleyelim, yoksa evde olanı mı yersiniz?” diye sordu. “Evde olanı yerim” dedim. Cumhurbaşkanı’nın akşam yemeği sade bir omletti. Ayetullah Hamanei’nin evine serdiği halı benim evime serdiğim halıdan çok daha eskiydi, tel tel olmuştu. Cumhurbaşkanı’nın hem akşam yemeği hem de halısı, halkınkilerden çok daha sadeydi. Allah şahit abartmıyorum! Gerçekten Ayetullah Hamanei böylesine sade yaşıyor.
Bir keresinde de oğlum Seyyid Hamza ile ofisine gittik. Oğlum üçüncü sınıfta okuyordu. Ayetullah Hamanei oğlumla çok ilgilendi, sonra Cumhurbaşkanlığı masasının çekmecesinden bir tükenmez kalem çıkarıp oğluma verdi. Kalemin başında İmam Humeyni’nin resmi vardı.
Ayetullah Hamanei biz çocuklarımızdan uzakta cephede olduğumuzdan onlarla çok ilgilenir, hepsine sevgiyle yaklaşırdı. Halen de böyledir. Bazen süt çocuklarını getirirler, Ayetullah Hamanei kulaklarına ezan okur. Çok ince ruhludur, kalbi halkına karşı muhabbetle dolu.
Biraz da Ayetullah Hamanei’nin askerî malumatı ve bilgisinden söz eder misiniz?
Ayetullah Hamanei askeri konularda yalnızca taklid mercilerinden ve mollardan değil, bütün dünya liderlerinden daha bilgilidir, benzersizdir.
Sizce insanı hayrette bırakan bu olağanüstü yeteneğin kaynağı ne olabilir?
Yüce Allah, milletimize, hatta Müslüman milletlere Ayetullah Hamanei’nin varlığıyla büyük bir lütufta bulunmuştur. Veli-yi Emr-i Müslimin olarak Ayetullah Hamaney, hem askerî meselelere hem de siyasi, ekonomik, toplumsal meselelere vakıf birçok yönlü bir rehberdir. Kendisiyle görüşen ülkenin aydın insanlarıyla Ayetullah Hamanei’nin nasıl sohbet ettiğine bakın! Sanatçılarla konuşmasına… Sanatçılara hitaben söyledikleri sözler inceliklerle doludur. Siyasetçilerle, yabancı liderlerle konuşmaları da… Geçtiğimiz yıl üç tane İslami Uyanış konferansına ev sahipliği yaptık. Ayetullah Hamanei’nin bu konferanslardaki konuşmalarını okuyun ve bugün teorik düzeyde ABD ve Siyonistler karşısında Müslüman milletlerin nasıl bir rehbere sahip olduğunu görün! Bakınız Ayetullah Hamanei siyaseti ve ilkeleri nasıl açıklıyor. Mısır halkına ve Müslüman milletlere, küfür ve nifak cephesi karşısında, Hizbullah’ı ve Hamas’ı ortadan kaldırması için İsrail’e yeşil ışık yakan ikiyüzlü Arap hükümetleri karşısında nasıl rehberlik ettiğine bakın!
Ben, Ayetullah Hamanei’nin çok yönlü, yönetici, adil, ârif ve fakih bir rehber olduğuna inanıyorum. 192 ülkenin siyasi liderleri arasında, bence, Ayetullah Hamanei başkomutanlık şanına yakışan en bilinçli liderdir; silahlı kuvvetleri ister denizde, ister karada, ister havada çok iyi tanır. Muhtelif düzeylerde askeri stratejileri ve taktikleri çok iyi bilir. Farklı alanlarda görüş sahibi olabilecek ve yalnızca İran halkına değil, bütün Müslüman halklara, hatta insanlığa bu denli muhabbet besleyebilecek başka bir rehber yoktur.
Ayetullah Hamanei’nin atom bombası ve kimyasal silahlar konusundaki fetvası çok açıktır. Bunların haram olduğunu beyan etmiştir. İmam Humeyni’den sonra İmam Mehdi’nin (a.f) inayetiyle Hobregan Meclisi böyle birini İran halkına rehber seçtiği için Allah’a hamd etmemiz gerekir. Bu, Allah’ın lütfundan ve İmam Mehdi’nin inayetinden başka bir şey değildir.
İmam Humeyni on yıl rehberlik etti. Ayetullah Hamanei yirmi küsur yıldır bu sorumluluğu omuzlarında taşıyor. Bu süre zarfında ülkemizin hangi tehlikelerle karşı karşıya kaldığına bakın. 1990’da Kuveyt Savaşı… Iraklılar sabahın beşinde 12 tümenle Kuveyt’e saldırdı ve öğlen on iki olmadan bütün Kuveyt’i işgal etti. Yani Kuveyt hükümeti ve ordusu yedi saatte tarumar oldu.
Ama İran milleti sekiz yıl direndi…
Sonra da Irak’ı Kuveyt’ten çıkarmak için Büyük Şeytan’ın yakasına yapıştı. Amerika, Kuveyt’te bir üs kurdu ve oraya asker yığıp 1991’de Irak’ı Kuveyt’ten çıkardı.
Bu 23 yılda kaç devlet kuruldu, kaç tanesi gitti ve ülkemizin başına neler geldi. Ülkemizin yönetimi, hem silahlı kuvvetler başkomutanı olan hem de üç erke nezaret eden İnkılâp Rehberi’nin uhdesindedir. Ayetullah Hamanei, hem ülkenin yönetiminde hem de uluslararası arenada dirayetli bir politika izledi. Biz ülke içinde birçok siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunla karşılaştık; bölgesel birçok sorunla da karşı karşıya kaldık. Şimdi bu sorunlara ve Ayetullah Hamanei’nin rehberlik yöntemine ilişkin birkaç hususa işaret edeceğim. Dış politika açısından; Irak 1990’da Kuveyt’e saldırdı ve yedi saatten az bir zamanda bu ülkenin tamamını işgal etti. 1991’de Amerika ve müttefiki ülkeler, birkaç ülkenin daha desteğini alarak Irak’ı Kuveyt’ten çıkardılar ve daha da ileri gidip Irak’ın içine kadar girdiler.
Ayetullah Hamanei, hem Irak’ın Kuveyt saldırısını hem de Amerika’nın Irak’a saldırısını mahkûm etti. Irak halkı başkaldırdı. Amerikalılar Irak’ı kontrol altında tutamayacaklarını görünce, Irak intifadasında Basra, El Emare gibi Irak şehirleri halkın çabaları sonucunda özgürlüklerine kavuşmuşlardı, Amerika operasyonlarını durdurdu ve Saddam baskı uygulayarak bütün bu şehirleri geri aldı. Bu tehlikeli dönemde Ayetullah Hamanei’nin dâhiyane rehberliği sayesinde İran yeni bir savaşın içine sürüklenmekten korundu. O dönemde Yüksek Milli Güvenlik Konseyi kuruluyordu ama sonuçta Ayetullah Hamanei tavır alınması kararı aldı.
Bölgedeki, çevremizdeki diğer iki savaş, Amerika’nın 2001’deki Afganistan işgali ve 2003’teki Irak saldırısıydı. Amerika, Afganistan ve Irak’tan sonra İran’a saldırma planları kuruyordu. Bunu altını çizerek söylüyorum: Amerika, Afganistan ve Irak’tan sonra İran’a saldırmak niyetindeydi. Neye dayanarak söylüyorum bunu? Bush hatıralarını yayınladı. Farsçaya tercüme edilip edilmediğini bilmiyorum. Bush, kitabında, Irak’tan sonra İran’a girmeyi düşündüklerini, ancak Amerika’da muhalefetle karşılaştığını yazıyor. Amerika, en çok iki yıl içerisinde Afganistan ve Irak meselesini sonuçlandırmayı ve stratejik hedeflerine ulaşmayı planlıyordu. Ama on yıldır Afganistan’da batağa saplandı, sekiz yıldan fazladır da Irak’ta kaldı ve ağır kayıplar verdi. Irak’ta beş bin kayıp verdiklerini kendileri söylüyorlar. Bunun yanında yüksek meblağlar harcadılar. Ama sonuçta yalnızca Müslümanların değil bütün dünya halklarının, hatta Amerikalıların nefretini kazandılar. Dünyanın dört bir yanında Bush ve savaş yanlıları büyük mitinglerde protesto edildi. Amerika, kitle imha silahları ürettiği gerekçesiyle Irak’a saldırdı. Bush önleyici savaş adını verdiği stratejisini açıklarken şöyle dedi: “Biz bize saldırılmasını beklemeyeceğiz, bize saldırılacağını hissettiğimiz anda saldıracağız.” Elbette bu strateji hezimete uğradı. Condoleezza Rice’ın vaat ettiği Büyük Ortadoğu’yu bugün artık hiçbir Amerikalı telaffuz etmiyor. Hem önleyici savaş doktrini hem de Büyük Ortadoğu Projesi hezimete uğradı. Allah’ın lütfuyla bugün artık İslamî Ortadoğu teşekkül ediyor. İslamî uyanış, İslamî Ortadoğu’nun vücut bulduğunun göstergesidir.
Afganistan ve Irak olaylarında, o dönemde, İslam İnkılâbı Rehberi Ayetullah Hamanei tam manasıyla âlimane, hakimane ve güçlü bir tavır sergiledi. Amerika, bu şeytani kudret, büyük bir askerî ve siyasî güçtür ve zarar verebilir; nitekim Irak halkının başına bela oldu. Üç milyon Iraklı yerinden yurdundan oldu, bir milyona yakın Iraklı öldü veya yaralandı. Amerika, Irak’ın bütün alt yapısını çökertti. Ayetullah Hamanei’nin rehberliği sayesinde İran, Afganistan ve Irak savaşlarına dâhil olmadı ve herhangi bir zarar da görmedi. Bu şaşılacak bir durumdur. Yüksek bir yönetim kabiliyetini gerektirir. Ayetullah Hamanei’nin yöneticiliğinin ve siyasî tavrının eşi benzeri olmadığını, siyasetçilerimizi idaresinde, Hizbullah’ın 33 gün savaşında ve Gazze’nin 22 gün savaşında da gördük. Bence Siyonistler en azından Litani Nehri’ne kadar ilerlemişlerdi. Nehrin arkasında kalacak ve Hizbullah’ı yenilgiye uğratacaklardı. 33 gün savaşında, İslam Cumhuriyeti’nin tutumu, Ayetullah Hamanei’nin tavrı ve de Hizbullah’ın fedakârlığı ve şehadet aşkı, Kudüs işgalcisi rejimin kirli tarihi boyunca ilk kez yenilgiyi tatmasına sebep oldu. Hem de resmen asker olmayan, sivil giyimli bir topluluk karşısında yenilgiye uğradı! Bu topluluk, Allah’ın adına, İmam Hüseyin’in (a.s) adına, İslam İnkılâbı’nın etkisi ve İran’ın himayesiyle 33 gün zarfında yenilginin tadını Siyonistlere tattırdı ve bütün Müslümanlara, başta Mısır olmak üzere bütün Arap halklarına umut oldu.
Aynı şekilde 22 günlük Gazze savaşında, Mısır’ın ve Suudi Arabistan’ın sessiz kalarak, Siyonistlere, İran tarafından himaye edildiği gerekçesiyle Hamas’ın Gazze’deki bütün güçlerini ortadan kaldırmasını söyledikleri bir zamanda Ayetullah Hamanei iki kez bildiri yayınladı. Bu sessizlikleriyle onlar Sünni Gazze halkının öldürülmesini desteklemiş oldular. Gazze halkı Şiî değildi, ama yalnızca İran ve İslam İnkılâbı Rehberi 22 gün boyunca Gazze halkını, Hamas’ı ve İslamî Cihad’ı destekledi.
Yüce Allah, hekim, cesur ve müdebbir Rehber’i yalnızca İslamî İran’a değil, bütün dünya Müslümanlarına inayet buyurmuştur. İslam Konferansı Teşkilatı üyesi elli yedi ülkenin ve yüz doksan iki bağımsız dünya ülkesinin liderlerinin özelliklerini inceler, ülkelerini nasıl yönettiklerine, bölgesel ve küresel nüfuz alanlarının ne kadar olduğuna, dünya halklarının yüzde kaçını etkileyebildiklerine bakarsak, İmam Humeyni’den sonra, aziz Rehberimizin sahip olduğu özelliklere hiçbir dünya liderinin sahip olmadığını görürüz. Bu Allah’ın lütfundan başka bir şey değildir.
Yeri gelmişken şunu da ifade etmek isterim: Halkımız, Ayetullah Hamanei’yi aşkla sevmektedir. Rehberimizin sevgisi halkın gönlünde kök salmıştır, derindir. Halkımız 9. dönem Meclis seçimlerinde Rehber aşkıyla sandıklara gitti. Halkın %64’ünün seçimlere katılacağını kimse tahmin etmiyordu. Elbette düşman saldırıları da halkımızın bir araya gelmesine sebep oldu ve neticede Rehberlik ve Velayet sancağı altında görkemli bir seçim düzenlendi.
Düşman tehditleri ve İslam Cumhuriyeti’nin tehditlere karşı tavrı konusunda, daha somut ifade edersek, İsrail’in olası saldırısı karşısında İran’ın geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Askerî analizler açısından, Amerika’nın veya İsrail’in İran’a karşı yakın gelecekte tam manasıyla askerî bir savaş başlatma olasılığı çok zayıf. Tabii silahlı kuvvetlerimizin daima hazır olda olması, güçlenmeleri, saldırı ve savunma taktiklerini geliştirmeleri gerekiyor, çünkü gelecek hakkında kesin bir bilgiye sahip değiliz, her an beklenmedik bir olayla karşılaşabileceğimizi hesaba katmalıyız.
Şu kadarını söyleyeyim; ne Siyonist rejimin ne de Amerika’nın iç siyaseti, aynı şekilde bu iki ülkenin ekonomik ve askerî durumu, bölgede yeni bir savaş başlatacak konumda değil. Tabii başlatabilirler de ama kontrol altında tutamazlar, İran kontrolü ele alır. Amerika, önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerine yatırım yapıyor, Obama yeniden seçilmek istiyor. Dolayısıyla yeni bir savaş başlatmayı istemez, böyle bir şeyi Amerikan halkı ve Kongre desteklemez. Hatta Amerikan ordusu İran’la savaşa girmeyeceğini ilan etti.
Siyonist rejime gelince; Netanyahu’nun kabinesi kırılgan bir kabine. Netanyahu, hâlihazırda dışişleri bakanı ve tutucu bir Yahudi olan Liberman’in genel başkanlığını yaptığı İsrael Beytenu (Evimiz İsrail) Partisi ile koalisyon kurdu. İran’a karşı askerî bir harekâta girişirlerse, koalisyon hükümetinde çatlaklar meydana gelebilir. Siyonist rejim, İran’a savaş açtığında, bir iki hafta içinde orada yaşayan savunmasız Yahudilerin en az bir milyonu İsrail’den kaçar. Dolayısıyla ben yakın gelecekte büyük bir savaş olacağını sanmıyorum; çünkü Siyonistler çok savunmasız. Önceden karşısında Hizbullah ve Hamas vardı, ama şimdi yetmiş beş milyonluk Mısır da eklendi ve doğalgaz hattını da kesti. Mısır halkı, İran halkı gibi, antisiyonisttir ve İsrail açısından büyük bir tehlike sayılmaktadır. Mısır halkının devrimi henüz neticeye ulaşmadı, doğrudur ama Siyonistler Hizbullah’ı ve Hamas’ı varlıklarını idame ettirme açısından tehlike olarak görüyorlar. Dolayısıyla ahmaklık edip İran’a karşı büyük bir savaşa kalkışmaları pek olası değil.
Öte yandan, hem Ordu hem de Devrim Muhafızları her türlü tehlikeye karşı püskürtme planlarına sahiptir ve kendilerini her türlü tehlikeyle karşılaşmaya hazırlamaktadır. Halkımız da cesur bir halktır ve Siyonistlerden nefret etmektedir. Müslüman olan herkes bu sahte, hunhar, bebek katili rejime karşıdır. Biz, bu yıl büyük bir tehlikeyle karşılaşmayacağımızı öngörüyoruz. Ancak altını çizerek söylüyorum, silahlı kuvvetlerimiz vazifelerinin gerektirdiği gibi her türlü askerî tehlikeye karşı hazıroldadır. “Gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın” (Enfâl/60) ayeti kerimesi ve “Dünya rahatlığını istersen git güç topla / Çünkü tabiat düzeninde zayıf ayaklar altında kalır” beyti daima hatırımızdadır. Silahlı kuvvetler daima güçlü, hazır ve yüksek istihbarat bilgilerine sahip olmalı, kapasitesinin ve kabiliyetinin farkında olmalıdır. Bizim vazifemiz budur.
Siyonistler veya Amerika bir delilik yapar da İran’ın stratejik merkezlerine karşı harekete geçerse ne olur?
Her türlü askerî operasyona ve tehdide akıllıca yöntemlerle karşı durur, bize verdikleri zararın aynısını onlara veririz. Ama akıllıca davranırız. Yani bize verdikleri zarar ölçüsünde onlara darbe vururuz.
Ayetullah Hamanei bu sözü Meşhed’de söylemişti…
Kastettiğim tam da budur. Biz Amerikan topraklarına ulaşamayız. Fakat Amerika’nın bölgede üsleri var. Amerika’nın yirmiden fazla üssü, yüz binden fazla askerî gücü var bölgede ve bunların hepsi İran tehlikesi altındadır. Amerika da bunu çok iyi biliyor. Şu anda Fars Körfezi’nde ve Umman Denizi’nde altmıştan fazla Amerikan savaş gemisi var; bu gemilerin tamamı savunmasız. Siyasetçiler ve askerî yetkililer bunu çok iyi biliyorlar. Bütün üsleri İran füzelerinin menzilinde. Her halükarda Amerika’nın bölgedeki askerî güçlerinin tamamı çok savunmasız.
Peki ya İsrail? İsrail doğrudan menzilimizde…
Evet, Hizbullah 60 mm. havan topuyla İsrail’i vurabilir. Şu anda elinde binlerce füze var. İsrail bize bir zarar vermek isterse büyük bir ihtimalle Hizbullah İsrail’e karşı operasyon düzenler. Seyyid Hasan Nasrallah’ın İslam İnkılâbı Rehberi Ayetullah Hamanei’nin askeri olduğunu hepimiz biliyoruz. İran’a gelince; bizim bu konuda herhangi bir sınırımız yok, uzun menzilli füzelerimizle kolaylıkla karşı atağa geçebiliriz. Siyonist rejimin füzelerimizin menzilinde olmayan hiçbir bölgesi yok!
Elbette dikkat etmemiz gereken bir husus var: Düşman İran’ı huzursuz ve istikrarsız, savaşa sürüklenmek üzere olan bir ülke olarak göstermek istiyor. Oysa İran güçlü ve istikrarlı bir ülkedir. Biz güvenli bir toplumuz…
Onunla Allah’ın düşmanını ve sizin düşmanınızı korkutursunuz… (Enfâl/60)
Biz hazırız. Onlar İran’da siyasî ve ekonomik buhran olmasını, anarşi çıkmasını istiyorlar. Böylece de yabancı yatırımcıların İran’a girmesine engel olmayı hedefliyorlar. İran’ın yaptırımlar sonucunda yok olduğunu söylüyorlar. Ama biz Allah’ın lütfuyla hem ülkemizi yönetmeye hem de yabancı tehditlere karşı koymaya kadiriz. Dolayısıyla bu meselelerin çok fazla gündeme gelmesini istemiyoruz. Aslında İran’ın askerî saldırının hedefinde olduğu söylentisini onlar yayıyorlar. Ha bugün ha yarın deyip duruyorlar. Oysa Amerika’nın da Siyonistlerin de İran’a saldırmayı akıllarından bile geçirmediklerini biliyoruz. Çünkü İran’ın her türlü operasyona güçlü cevap vereceğini biliyorlar. Kuşkusuz ülke içindeki siyasî istikrar, ekonomik sorunların çözümü ve halkın düzeni desteklemesi onları engelleyen en önemli faktördür.
Suriye ve Amerika ve İsrail’in Suriye planı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bence Amerika ve İsrail, bazı Avrupa ülkeleri ve başta Katar ve Arabistan olmak üzere kimi Fars Körfezi ülkeleri hedeflerine ulaşmak için, yani Esed’i zayıflatıp hükümeti almak veya Esed’i devirmek için Türkiye’ye temsilcilik verdiler. Asıl amaçları direniş gücünü kırmak ve Siyonist rejimin bekasını garantilemek. Katar’ın, Suudi Arabistan’ın ve Türkiye’nin Suriye’de yaptıkları Amerika’nın ve İsrail’in çıkarınadır ve direniş hattını, yani Suriye, Hizbullah ve İran’ı zayıflatmaya matuftur. Onlar bir iki ayda Esed hükümetinin devrileceğini düşünüyorlardı, ama İran’ın, Rusya’nın ve Çin’in himayesiyle Esed hükümeti hâlâ işbaşında. Bu, onların planlarının suya düştüğünün göstergesidir. Ben, Suudi Arabistan’ın Irak seçimlerinde ve Lübnan’da olduğu gibi Suriye’de de yenilgiye uğrayacağını düşünüyorum. Tabii bu, Suriye yönetiminin izleyeceği politikayla ve halkın tavrıyla da bağlantılı. İran, Esed hükümetini devirmek için ülke dışından Suriye’ye güç gönderilmesi müdahalesini mahkûm etmiştir ve direnişin ön safında yer alan Suriye’nin mevcut yasal hükümetine destek vermeye devam edecektir. Türkiye’nin Suriye politikasının, Amerika ve İsrail’in hedefleri doğrultusunda izlenen bir politika olduğuna inanıyoruz. Türkiye onları temsilen bu oyunu oynamaktadır.
Türkiye’nin bu olayda oyuna geldiği söylenebilir mi?
Tabii Türkiye’nin de bu işte çıkarı var. Hem siyasi hem de ekonomik çıkarı. Aynı zamanda İran’ın stratejik rakibi. Fakat 500 yıldan beri İran-Türkiye sınırı güvenli bir sınır. Türkiye milleti Müslüman bir millettir. İran-Türkiye ilişkilerinde bir problem yoktur. Ümit ederim Amerika ve Siyonistler bu ilişkilere bir zarar vermezler. Elbette Türkiye’nin Suriye’nin iç işlerine karışması Türkiye halkının hükümete bakışını olumsuz yönde etkileyecektir.
medyaşafak
Ayetullah Hamanei’nin bizzat cephede bulunması Devrim Muhafızlarına ve besicilere umut oluyor, onlara moral veriyordu; sanki İmam Humeyni cephedeymiş hissi uyandırıyordu. Ayrıca önemli, kader belirleyici dönüm noktalarında Ayetullah Hamanei’nin belirleyici bir rolü vardı. Iraklılar bir keresinde Susengerd’i kuşatmışlardı ve oraya bir de komutan tayin etmişlerdi. Sonra Susengerd özgürlüğüne kavuştu. İkinci defa Susengerd kuşatıldığında Ayetullah Hamanei’nin önlemiyle, çok sayıda Devrim Muhafızı ve besicinin, Düzensiz Savaş Merkezi güçleri ve ordudan bir tümenle birlikte operasyon düzenlemesi kararlaştırılmıştı; ama Beni Sadr izin vermiyordu. Ayetullah Hamanei, İmam Humeyni ve Seyyid Ahmed ile temas kurdu. İmam, ordunun operasyona katılmasını emretti. Ayetullah Hamanei ısrarcı davranmasaydı ve 92. Tümen komutanına (Albay Kasımi) yazı yazmasaydı ve 92. Tümen operasyona katılmasaydı Susengerd kuşatması kırılamazdı.
Dolayısıyla Ayetullah Hamanei’nin önlemleri ve emirleri iki ayrı kuşatmada, Abadan Hisarı ve Susengerd kuşatması, kader belirleyici olmuştur. Varlığı, kararları, yerinde müdahalesi ve kararlılığı savaşın kaderini değiştirdi. Devrim Muhafızları, besiciler, askerler Ayetullah Hamanei’yi dinliyorlardı ama Beni Sadr izin vermiyordu, çünkü başkomutandı ve yürütme gücüne sahipti.
1980 Ağustosundan 1981 Haziranına kadar…
Tam da savaşın başında. Yüksek Savunma Konseyi’nde bir tür karamsarlık hâkimdi. Mühimmatımızın, silahımızın olmadığı söyleniyordu. Ayetullah Hamanei, “Şah onca silah satın aldı, gidin depoları arayın!” diyordu. O günler karamsarlık günleriydi ama Ayetullah Hamanei, Yüksek Savunma Konseyi üyelerine moral aşılıyordu. Siyasi meselelerde de böyleydi.
O dönemde Ayetullah Hamanei’nin kendine has bir tarzı vardı. Beni Sadr’ınkinden çok farklı bir bakış tarzına sahip olmasına rağmen cumhurbaşkanı ile mücahidlerin arasını bulmaya çalışıyordu. Bu konuda ne dersiniz?
Beni Sadr mağrur bir insandı. Hiçbir şeye riayet etmezdi. Ama Ayetullah Hamanei, sabrı ve güçlü mantığıyla ona tahammül gösterirdi. Sanırım savaşın ikinci, üçüncü aylarında Kuveyt Irak’a bir milyar dolar yardım yapmıştı. Yüksek Savunma Konseyi’nde Kuveyt’e karşı da tavır alınması tartışılıyordu. Ayetullah Hamanei savaşın genişletilmemesi gerektiğini, Irak’ın Kuveyt’te gözü olduğunu, bir gün Kuveyt’e saldıracağını söylemişti.
O zaman mı?
Evet, 1359/1980 yılında. Ayetullah Hamanei’nin Irak-Kuveyt ve Fars Körfezi bölgesi meselelerine yönelik derin siyasi-askerî anlayışına bakınız! Yüksek Savunma Konseyi’nde, 1980’de böyle bir öngörüde bulundu. Konsey toplantılarının tutanakları hâlâ mevcut.
Bölgenin siyasi meselelerini ne Beni Sadr ne de başkaları böyle derin kavrayışla değerlendirebilirdi. Ama Ayetullah Hamanei, siyasi, toplumsal ve askerî meselelerde kapsamlı bir bakış açısına sahipti ve cephelerde cesurca varlık gösterdi. Ben Hürremşehir’de bulunmadım ama orada bulunan arkadaşlarım, Ayetullah Hamanei’ye öncü birliğe katılmaması için ısrar ettiklerini ama kendisinin elinde kalaşnikofla her an mermilerin ve patlamaların tehdit ettiği öncü birliğe katıldığını ve asla korkmadığını anlatırlar.
Geçtiğimiz yıl düşman düşünce odası, doğrudan Ayetullah Hamanei’nin şahsını hedef almıştı. Açık mektup yazmak, BBC destekli “Hat ve Nişan-ı Rehber” belgeselinin hazırlanması vb. Beni Sadr bu belgeselde sadece kendisinin cepheye gittiğini, Ayetullah Hamanei’nin gitmediğini, mevcut fotoğrafların cephe gerisinde çekildiğini iddia ediyor. Ayetullah Hamanei’nin o zamandan kalma çok sayıda fotoğrafı ve görüntüsü var. Savaşta faal rol almış bir komutan olarak sizin bu konuda yapacağınız açıklamalar çok önemli…
Ayetullah Hamanei’nin Hürremşehir, Susengerd cephelerinde ve başka cephelerde, ezcümle Ahvaz yakınlarındaki Dub Hardan cephesinde bulunduğu herkes tarafından bilinen, söz götürmez bir gerçektir. Yalnızca kendileri cephelerde varlık göstermediler, cumhurbaşkanı olduktan sonra da iki büyük oğlu Seyyid Mustafa ve Seyyid Mücteba cephelerde ön safta çarpıştılar. Bedr Operasyonu’nda büyük oğlu Seyyid Mustafa’yı Dicle’nin kıyısında gördüm ve “Siz burada şehid olursanız Cumhurbaşkanı’nın oğlunu şehid ettik, derler” dedim. Mihran’da, Kerbela-1 Operasyonu’na öbür oğlu Seyyid Mücteba da katıldı. Ben kendilerini bizzat gördüm. Ayetullah Hamanei’nin güney ve batı cephelerinde ön saflarda savaştığını ve oğullarının savaşa katıldıklarını ben kendi gözlerimle gördüm, bunda kuşku olamaz.
Devrim Muhafızları ile Ordu arasındaki uyum savaşın başında Ayetullah Hamanei sayesinde sağlanmıştı. Devrim Muhafızı komutanlarını kendi oğulları gibi seviyordu. Ordu komutanları da Ayetullah Hamanei ile duygusal bir bağ kurmuşlardı. Ordu ile ordudan daha farklı bir kimliğe sahip olan Devrim Muhafızları Ordusu arasında uyum sağlamak zor bir işti ve bunda en fazla Ayetullah Hamanei’nin payı vardı.
Beni Sadr’ın düşürülmesinden ve Şehid Recai’nin şehadetinden sonra Ayetullah Hamanei cumhurbaşkanı oldu. İmam Humeyni’nin etkisi, Ayetullah Hamanei’nin müdahalesi ve tabii Seyyad Şirazi gibi komutanların işbaşına gelmesinin de etkisiyle Devrim Muhafızları ile Ordu komutanlarını birbirlerine yakınlaştırmak mümkün oldu. Ayetullah Hamanei’nin rehberlik görevine başlamasından sonra silahlı kuvvetler bünyesinde büyük bir değişim oldu. İmam Humeyni’nin mübarek hayatının son zamanlarında Ordu ile Devrim Muhafızları’nı birleştirmek isteyen siyasi bir akım ortaya çıkmıştı. Bu akımın başını Haşimi Rafsancani çekiyordu. Tarım Cihadı Kurumu ile Tarım Bakanlığı’nın ve Bekçi, Jandarma ve Polis kuvvetlerinin birleştirilmesinin ardından komite, Devrim Muhafızları ile Orduyu da birleştirmek istiyordu. Bu çok büyük bir tehlikeydi, hepimiz şiddetle karşı çıkıyorduk. Tabii Devrim Muhafızı komutanlarından muvafakat edenler vardı, ama ben karşı çıkanlardandım ve bunun hem Devrim Muhafızları’na hem Ordu’ya hem de İnkılâp’a zarar vereceğine inanıyordum. Ayetullah Hamanei rehber olur olmaz yürütmeyi durdurdu. “Devrim Muhafızları ve Ordu, İnkılâp’ın iki ayrı gücüdür ve öyle de kalmalıdır” dedi. Bu, hem Devrim Muhafızları hem de Ordu için stratejik bir karardı. İkinci adım, görev alanlarının ayrışmasıydı; yani Devrim Muhafızları Ordusu’na bağlı kara, hava ve deniz kuvvetleri ile Ordu’ya bağlı kara, hava ve deniz kuvvetlerinin görev alanlarının belirlenmesi kararı. Ayetullah Hamanei Genelkurmaylığı bu işle görevlendirdi. Silahlı kuvvetlerin görev alanlarının ayrıştırılması, Ayetullah Hamanei’nin aldığı önemli kararlardan biridir.
20 yıllık tecrübenin ardından bu birleştirmelerin nahoş neticelerinin ülkemiz için nasıl bir tehlikeye dönüştükleri daha iyi anlaşılıyor.
Bugün artık Cihad-ı Sazendegi’den (Yapım Onarım Cihadı) eser yok. Cihadiler İnkılâp’a ve Mukaddes Savunma’ya çok hizmet ettiler. Cepheye beş yüz binden fazla asker gönderdiler, üç-dört binden fazla şehid verdiler. Ama şimdi sahip oldukları bütün insan gücü dağıldı gitti. Yurt genelindeki gücüne rağmen kurumu ortadan kaldırdılar. Tarım Bakanlığımız Tarım Cihadı’nın yerini doldurabildi mi? Onun gibi çalışabilecek bir düşünce yapısına sahip mi acaba?
İmam Humeyni’nin Yüksek Savunma Konseyi’nde iki temsilcisi vardı. Musaddık’ı anma bahanesiyle çıkarılan 14 İsfend 1359 (5 Mart 1981) fitnesinden sonra yetkililerine, hatta cumhurbaşkanına ve kuvvet komutanlarına konuşma yasağı koydu ve sadece iki kişinin, Ayetullah Hamanei ve Dr. Çamran’ın konuşma yapma hakkına sahip olduklarını söyledi. Bu iki büyük şahsiyetin Yüksek Savunma Konseyi’ndeki rollerinden ve işlevlerinden söz eder misiniz?
Şehid Dr. Çamran (r.a) hayatının büyük bölümünü yurtdışında geçirdi. Amerika’da okudu, bir süre Mısır’da ve Lübnan’da kaldı. İran içindeki gelişmeleri ve siyasi grupları çok iyi bilmiyordu. İnkılâp Rehberi ise gerek Meşhed’de gerek başka yerlerde halkın ve mücadelenin içinde yer aldı. Hatta İranşehr’e sürgün edildiğinde Beluçler ve Sünni müminlerle irtibat kurdu. Yıllarca Horasan’da 77. Tümen’in zindanında kaldı ve orada askerî hiyerarşiyi ve nizamı yakından tanıma fırsatı buldu. Ayetullah Hamanei, İnkılâp’tan önce köylüsünden şehirlisine halkla iç içe oldu ve aydın, öğrenci ve okumuş kesimle irtibat kurdu. Dr. Çamran ise hem Mısır’da hem de Lübnan’da gerilla savaşlarına katılmıştı. İran’a döndükten sonra bu tecrübesinden Kürdistan ve Pave’de faydalandı. Pave olayından sonra ben Dr. Çamran’la birlikte birkaç askerî operasyona katıldım; Komala’ya (Kürdistan Devrimci Komitesi) ve Kürdistan Demokrasi Partisi’ne karşı operasyon düzenledik. Ben bu operasyonlarda neredeyse Dr. Çamran’ın bir askeri konumundaydım. Biz, on, on iki Devrim Muhafızı ile birkaç ordu komutanı, mesela Seyyad Şirazi, Dr. Çamran’la işbirliği yapıyorduk. Bu anlattığım olay 1358/1979’da oldu. Şehid Çamran’ın operasyon karargâhı Serdeşt’teydi. Köylülerden para karşılığı bölge hakkında, köylerdeki inkılâp karşıtı örgütlenmeler hakkında bilgi topluyor, sonra da şafak vakti helikopterle gidip bölgeyi kuşatıyor, tutukluyor veya öldürüyordu. Bu operasyonlardan birinde yüksek bir tepeye indiğimizde henüz inkılâp karşıtlarının kahvaltı sofrası ortadaydı, sofranın yanında 60 mm’lik bir havan topu duruyordu. Operasyonlarda önce helikopterle havadan inkılâp karşıtlarına ateş açardık, onlar kaçınca da tepeye iner, etraflarını kuşattıktan sonra köyün içine girer, temizlik yapardık.
Ben Dr. Çamran’ın yanındaydım. Helikopterden indiğimizde bizi kurşun yağmuruna tuttular. Doğal olarak ben yere yattım ama Dr. Çamran yatmadı. “Doktor bey! Yere yatın!” dedim. “Endişelenme! Vurulmamız takdir edilmişse vuruluruz. Bunlara yüz vermek olmaz!” dedi. İkindiüstü helikopterle döndük. Serdeşt’e ulaştığımızda yedi, sekiz devrim muhafızı ile Şehid Seyyad Şirazi’nin orada unutulduğunu fark ettik. Akşam olmuştu. Şehid Çamran çok rahatsız oldu, gece yarısına kadar volta attı. Ben dinlenmeye çekilmiştim. Gece saat ikide Şehid Seyyad ve muhafızlar harita ve pusulanın yardımıyla bölgeye döndüler. Neredeyse gecenin karanlığında, inkılâp karşıtlarının arasından geçerek 30 km yol almışlardı ve Rabat denilen köye ulaşmışlardı. Orada kontrol noktasındaki askerlerimiz onlara ateş açmış. Şehid Seyyad telsizden onlara “Ben Seyyad’ım!” demiş.
1358 sonlarıydı (1980 başı) ve bizim henüz kalaşnikofumuz yoktu; sadece J3 ve APC7 vardı. Yeri gelmişken size bir başka hatıramı anlatayım. Serdeşt Karargâhı’nda ben ve Şehid Seyyad, iki kişiyle cemaat kurar, namazı öyle kılardık. Bir o öne geçer imam olurdu, bir ben. Sabah namazlarında iki kişi olurduk ama öğle namazında sayımız artardı. Bir keresinde bir subay geldi ve bize cemaate katılıp katılamayacağını sordu. Şehid Seyyad “Katılabilirsin” deyince subay “Ama ben namaz kılmayı bilmiyorum” dedi. Seyyad sabırla ve okunaklı bir el yazısıyla namazın nasıl kılındığını bütün ayrıntılarıyla yazdı. Sonra “Biz namazı yüksek sesle kılarız, sen de öğrenirsin” dedi. Bu üç kişilik cemaat namazı dört kişiye çıktı ve böyle böyle sayımız arttı. Şehid Seyyad böyle bir ruh haline sahipti.
Dr. Çamran Düzensiz Savaşlar Merkezi’ni Ayetullah Hamanei’nin himayesinde kurdu. Halk arasından seçtiklerini aldı ve donattı. Gerilla savaşında çok tecrübeli ve bilgiliydi; cesaret açısından da benzersizdi. Operasyonlara bizzat katılır, silah kullanırdı. Morali daima yüksekti ve cesurca savaşırdı. Her türden insanı da çekmeyi başardı. Yüksek Savunma Konseyi’nde de faaldi.
Ayetullah Hamanei askerî meselelere vakıftı. Yüksek Savunma Konseyi’nde yeterli silah ve mühimmata sahip olmadığımızı söyleyen komutanlara Ayetullah Hamanei depoları araştırmalarını salık verirdi. Orduya dair önemli meseleler hakkında bilgisi vardı. Ordu kurumunu ve yapısını çok iyi biliyordu. Bir süre de İmam Humeyni’nin Genelkurmaylık’taki temsilcisiydi. Şu an vazifesini hatırlamıyorum ama etkin bir rolü vardı. Albay Selimi’nin, Yüzbaşı Şehbazi’nin ve sonradan kara kuvvetleri komutanı olan Teğmen Necefi’nin Genelkurmaylık’ta Ayetullah Hamanei ile birlikte çalıştıklarını hatırlıyorum.
Ayetullah Hamanei askerî meselelerle hem ilgiliydi, hem de vakıftı; ayrıca yurtdışındaki siyasi meselelerle ilgili görüş sahibiydi de. Siyasi analizleri vardı. Devrim Muhafızları Ordusu’nu da çok iyi biliyordu. Bir dönem, İmam Humeyni tarafından Devrim Muhafızları Ordusu’na idare amiri olarak tayin edildi; idare amirliği, temsilcilikten daha üst bir makamdır.
Ayetullah Hamanei, Pasdaran Caddesi’ndeki Devrim Muhafızları Ordusu Komutanlığı’nda göreve başladı. O zaman Ebu Şerif operasyon sorumlusu, Cevad Mansuri komutan, Beşareti istihbarat müsteşarıydı. Ayetullah Hamanei’nin göreve başlamasından sonra istihbarat müsteşarı Muhsin Rızayi oldu. Yusuf Furuten de enformasyon müdürü oldu.
Yüsek Savunma Konseyi’nde de Ayetullah Hamanei Muhafızlar Ordusu’nu teçhiz etmek için çok çalıştı; Beni Sadr bize teçhizat vermiyordu. Ayetullah Hamanei kararlılıkla çalışıyordu. Ordu’daki nüfuzu Dr. Çamran’ınkinden daha fazlaydı, ordu mensupları Ayetullah Hamanei’nin sözünü dinlerdi. Ordu komutanları üzerinde, hem Şehid Fellahi hem de Merhum Zahirnejad üzerinde etkiliydi. Azerice konuştuğunda Zahirnejad çok sevinirdi. Allah rahmet etsin, kara kuvvetleri komutanıydı, kendine özgü bir tarzı vardı. Çok güzel Kur’ân okurdu ama sinekkaydı tıraş olurdu. İmam Humeyni’den izin aldığını söylerdi! İyi bir insandı. Bazen Muhafız Ordu’suyla ve Şehid Fellahi’yle arası açılırdı. Ayetullah Hamanei farklı mizaçlara sahip bütün bu insanları dirayetle yönetirdi.
Beni Sadr ile İmam Humeyni çizgisindeki kuvvetler arasındaki tartışma ateşlendiğinde, doğal olarak Münafıklar (Halkın Mücahidleri) ve milliyetçi akımlar başta olmak üzere zamanla kenara itilen ve mevcut durumdan memnuniyetsizlik duyan bütün gruplar Beni Sadr’ı destekledi. Öyle ki işi terör saldırılarına kadar vardırdılar ve sonunda 6 Tir 1360’da (27 Haziran 1981) Ayetullah Hamanei’ye suikast düzenlediler. Ayetullah Hamanei’nin hastanede kaldığı zamandan cumhurbaşkanı seçildiği zamana kadarki sürece ait hatıralarınızdan söz eder misiniz?
Ne yazık ki bu süreçle ilgili pek bir şey hatırlamıyorum. Ayetullah Hamanei’ye suikast düzenlendiği haberini aldığımızda biz cephedeydik. Bütün devrim muhafızları, besiciler ve askerler Ayetullah Hamanei’yi seviyorduk, haber hepimiz için üzücüydü. Ayetullah Hamanei milletvekiliydi, Meclis’te sağlam delillerle Beni Sadr’ın salahiyetsizliğini tartıştı. Mesela Beni Sadr’a şöyle sormuştu: “7 ay savaşı başladığında siz genelkurmay başkanıydınız. Niçin orduyu donatıp savaşa hazırlamadınız?” Tutanakları okuyunuz. İnsaflılıkta benzersizdi. İnsaflıca ve delille konuştu.
Hem de Beni Sadr’ın ipin ucunu kaçırdığı bir zamanda. Gazetesinde -İnkılâb-ı İslami- ağzına geleni yazıyordu ve taraftarlarına akıllarına eseni yapmalarını öğütlüyordu. Buna rağmen Ayetullah Hamanei bu şekilde davrandı.
Çok doğru. İnsaflıca ve delille konuştular ve konuşmayı dinleyen insanlar Beni Sadr’ın gitmesi gerektiğine ikna oldular. On bir milyon oy almıştı. Ayetullah Hamanei’nin konuşmasından sonra halk sokaklarda “Musaddık’ı rehber edindiysen oyumuzu geri ver!” diye slogan attılar.
İslam İnkılâbı tarihini doğru analiz etmede kilit noktalardan biri 1388/2009 fitnesinden önce göz ardı edilen başbakanlık meselesidir. Ayetullah Hamanei cumhurbaşkanı seçildikten sonra Dr. Velayeti’nin başbakan olması istedi ancak oy alamadı. İslam Cumhuriyeti Partisi ve Meclis koalisyon kurmuş, Mühendis Musevi’yi başbakan seçmişti. Ayetullah Hamanei birinci dönem cumhurbaşkanlığı süresince başbakana tahammül gösterdi. İkinci dönem için aday olmak istemediği de çok belliydi. Fakat İmam Humeyni yeniden cumhurbaşkanı olmasına hükmetti. Sonra Muhsin Rızayi İmam’a bir mektup yazdı ve başbakan değişikliğinin askerleri olumsuz etkileyeceğini söyledi. İmam da bu yönde tavır aldı. Acaba cephe Mir Hüseyin Musevi’nin değiştirilmesi konusunda gerçekten bu kadar hassas mıydı?
Ben o zamanlar daha çok cephedeydim ve siyasi gelişmeleri cephe gerisinden takip ediyordum. Siyasi düşünceye sahip Muhsin Rızayi ile Tahran’da bulunan Şemhani gelişmelerin içinde yer aldılar. Ben karargâhlarda Muhsin Rızayi’ye vekâlet ediyor, operasyonları planlıyordum; siyasi gelişmelerden, bilhassa Rehberlik ve Cumhurbaşkanlığı ofisleri arasında yaşanan gelişmelerden çok fazla haberim yoktu. Biz Ayetullah Hamanei’ye cepheyle ilgili raporlar sunuyorduk; yönetime ilişkin siyasi gelişmelere çok girmiyorduk. Bütün fikrim zikrim en az kayıpla zafer kazanmaktı. En fazla tümen komutanlıklarıyla ve Topçu Komutanlığı’yla, hava kuvvetlerinden de Şehid Babayi veya Seyyad Şirazi ile irtibat halindeydim.
Fakat cepheler elinizin altındaydı…
Evet, bu bakımdan kesin bir dille cephelerde Mir Hüseyin Musevi’den söz edilmediğini söyleyebilirim. Cephelerde İmam Humeyni’den sonra kimileri Rehber’in vekilinin resmini, kimileri ise Ayetullah Hamanei’nin fotoğrafını havaya kaldırıyorlardı.
Şunu da söyleyeyim: O dönemde Tahran Devrim Muhafızları Ordusu’nda ve Veli-i Asr (a.f) Garnizonu’nda, Devrim Muhafızları Komutanı Rızayi’yi alaşağı etmek isteyenlerin olduğunu hatırlıyorum. Hatta Meclis’e gidip Haşimi Rafsancani’yle görüştüler. Muhsin Rızayi’nin bazı siyasi tavırları kendisininkiyle uyuşmasa da Ayetullah Hamanei, İmam Humeyni ile görüşüp savaş zamanında komutan değişikliğinin doğru bir karar olmayacağını söyledi.
Çok önemli bir husus bu…
Hem de Muhafızlar Ordusu ile Muhsin Rızayi arasında Genelkurmaylık’ta sorun yaşanırken. Muhsin Rızayi ile bir zaman Seyyidü’ş-Şüheda (a.s) Tümeni’nin bulunduğu Gilangarb’a gitmiştik. Askerler Rızayi’ye olmayacak şeyler söylediler. Ben utandım, sert çıkmak istedim ama Rızayi izin vermedi, sabır gösterip tahammül etti. Muhsin Rızayi’nin değişmesi için baskı yapıyorlardı. O zaman cumhurbaşkanı olan Ayetullah Hamanei, İmam’la görüştü ve savaş zamanında böyle bir kararın maslahata aykırı olacağını delilleriyle ortaya koydu. Bu, son derece sabır, tahammül ve ihlâs isteyen bir iştir. Siyasi açıdan Muhsin Rızayi ile anlaşamasa da böyle bir karara varmış olması dikkate değer bir husustur.
1362-68/1983-89 yılları arasında Ayetullah Hamanei’nin savaştaki rolü neydi?
1362/1983 kışından savaşın sonuna dek Haşimi Rafsancani savaş komutanıydı. Kimi zaman operasyonlar konusunda veya orduyla ilişkiler noktasında Haşimi Rafsancani ile ihtilaf yaşıyorduk. Savaş komutanı sıfatıyla Rafsancani Meclis’te toplantı düzenliyor, Devrim Muhafızları’ndan ve Ordu’dan yetkileri yanına alıp operasyon planlarını Ayetullah Hamanei’ye açıklıyordu. Ordu komutanlarından biri bir plan ileri sürmüştü. Buna göre biz helikopterle Ervend Rud’a (Şattü’l-Arap) ötesine geçip oraya asker indirecek ve köprüyü kapatıp havaya uçuracak sonra da Basra’ya geçecektik. Şelemce’den Hürremşehir’e kadarki alanda askerî deyimle “heliborne” yapacaktık. Biz karşı çıktık. Biz helikopterle oraya asker indirirken Iraklılar yerlerinde oturmayacaklardı pek tabii. Gerçekçi bir operasyon planı değildi asla. O toplantıda Haşimi Rafsancani bana “Sen planını sun!” dedi. “Bu, uygulanabilir bir plan değil. Bu askerleri göz göre göre ölüme sürüklemek olur!” dedim. Haşimi Rafsancini bizimle baş edemediği için Cumhurbaşkanı’nın huzurunda toplantı düzenliyordu. Hem ordu komutanları oradaydı, hem Muhsin Rızayi, hem de Devrim Muhafızları komutanları. Rafsancani toplantıyı yönetiyordu. Ben karşı çıkınca Haşimi Rafsancani biraz kızgınlıkla Ayetullah Hamanei’ye “Bakın işte Devrim Muhafızlarının komutanlarının ruh halini görüyor musunuz!” demişti. Ayetullah Hamanei çok ilginç bir söz söyledi: “Ervend’in öte yanı yemyeşildir ama giriş kapısı yok! Bu plan uygulanabilir değil.” Kısacası plan uygulanmadı.
Bir başka husus da şudur: Ayetullah Hamanei, konuşmalarıyla ve tavırlarıyla halkı seferber etmek istiyordu. Mesela 1365/1986’da altmış beş bin insan geldi cepheye. O dönemde İmam Humeyni’nin Ayetullah Hamanei’yi cepheye gitmekten şeran alıkoyduğunu öğrendik. Belki de şehid olmasından çekiniyordu.
Tabii bu söylediğiniz 1367/1989’da oldu. Düşman saldırılarının sıklaştığı 1989’da Ayetullah Hamanei bir bildiri yayınlamış ve cepheye gideceğini duyurmuştu. Cuma İmamları’nı ve tüm sevenlerini de çağırmıştı.
Savaşın son yıllarında oldu bu. Ayetullah Hamanei vasiyetnamesini yazıp bildiri yayınlamıştı. Savaşın bitmesine iki üç ay kalmıştı. Kuşkusuz cephede bulunması çok etkiliydi. Tümen tümen dolaşmış, teftiş etmişti. Necef Tümeni’nde Şehid Ahmed Kazımi bütün tankları dizmişti. Ayetullah Hamanei bütün tankların önünden geçti. Kamer-i Beni Haşim (a.s) ve Seyyidü’ş-Şüheda (a.s) tümenlerini de… Biz anlaşmayı kabul etmiştik, Iraklılar yeniden saldırıya geçti. Güneybatıdaki ve Halepçe’deki birliklerimizi çağırdık ve kısa sürede Iraklıları yeniden sınır dışına sürdük. Iraklılar Hürremşehir’i tekrar ele geçirmek için gelmişlerdi. Böylelikle müzakere masasında koz sahibi olmak istiyorlardı. Iraklıları uluslararası sınırlara kadar geri püskürttük. Orada Ayetullah Hamanei, Seyyid Ahmed’le telefonla görüştü ve “İlerlemeye devam etsinler mi?” diye sordu. İmam Humeyni, “Biz anlaşmaya bağlı kalacağız. Sınırın ötesine geçmeyin” buyurdu. Bu çok önemli bir husustur.
Ayetullah Hamanei’nin dinlenme odası Huzistan’daki Kerbela Karargâhı’ndaydı. Önceden oraya Gelef denirdi. Güney operasyonundan sorumlu olduğumda adı Şehadet Bekleyenler Karargâhı olarak değişti. Sonradan da Kerbela Karargâhı oldu, hâlâ bu isimle bilinir. Ayetullah Hamanei’nin orada istirahata çekildiği bir odası vardı. Bir öğle yemeğinde -mercimekli pilav vardı- rapor vermek için odasına gittim. Yanında Albay Selimi vardı. “Cumhurbaşkanlığı göreviniz sona eriyor. Sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?” diye sordum. O sırada kaşığı ağzına yaklaştırıyordu; durdu ve “Aga Rahim! Gelecekten bir beklentim yok. İmam, Sistan ve Beluçistan’daki bir jandarma karakoluna din görevlisi olmamı isterse gider olurum; çünkü ben İmam’ın askeriyim” dedi. Sesinde en ufak bir tereddüt belirtisi yoktu. Bu olay cumhurbaşkanlığı süresinin dolmasına çok az kala, 1367/1988 yılında oldu.
Bir keresinde de cepheden dönmüştüm, ikindi vakti Ayetullah Hamanei ile evinde görüşüp operasyonlar hakkında bilgi verdim. Akşam ve yatsı namazını cemaatle kıldık. Sonra bana “Akşam yemeğine kalacak mısınız?” diye sordu. “Âlimlerin sofrasında bereket vardır, izin verirseniz kalırım” dedim. “Yemeğinizi dışarıdan mı söyleyelim, yoksa evde olanı mı yersiniz?” diye sordu. “Evde olanı yerim” dedim. Cumhurbaşkanı’nın akşam yemeği sade bir omletti. Ayetullah Hamanei’nin evine serdiği halı benim evime serdiğim halıdan çok daha eskiydi, tel tel olmuştu. Cumhurbaşkanı’nın hem akşam yemeği hem de halısı, halkınkilerden çok daha sadeydi. Allah şahit abartmıyorum! Gerçekten Ayetullah Hamanei böylesine sade yaşıyor.
Bir keresinde de oğlum Seyyid Hamza ile ofisine gittik. Oğlum üçüncü sınıfta okuyordu. Ayetullah Hamanei oğlumla çok ilgilendi, sonra Cumhurbaşkanlığı masasının çekmecesinden bir tükenmez kalem çıkarıp oğluma verdi. Kalemin başında İmam Humeyni’nin resmi vardı.
Ayetullah Hamanei biz çocuklarımızdan uzakta cephede olduğumuzdan onlarla çok ilgilenir, hepsine sevgiyle yaklaşırdı. Halen de böyledir. Bazen süt çocuklarını getirirler, Ayetullah Hamanei kulaklarına ezan okur. Çok ince ruhludur, kalbi halkına karşı muhabbetle dolu.
Biraz da Ayetullah Hamanei’nin askerî malumatı ve bilgisinden söz eder misiniz?
Ayetullah Hamanei askeri konularda yalnızca taklid mercilerinden ve mollardan değil, bütün dünya liderlerinden daha bilgilidir, benzersizdir.
Sizce insanı hayrette bırakan bu olağanüstü yeteneğin kaynağı ne olabilir?
Yüce Allah, milletimize, hatta Müslüman milletlere Ayetullah Hamanei’nin varlığıyla büyük bir lütufta bulunmuştur. Veli-yi Emr-i Müslimin olarak Ayetullah Hamaney, hem askerî meselelere hem de siyasi, ekonomik, toplumsal meselelere vakıf birçok yönlü bir rehberdir. Kendisiyle görüşen ülkenin aydın insanlarıyla Ayetullah Hamanei’nin nasıl sohbet ettiğine bakın! Sanatçılarla konuşmasına… Sanatçılara hitaben söyledikleri sözler inceliklerle doludur. Siyasetçilerle, yabancı liderlerle konuşmaları da… Geçtiğimiz yıl üç tane İslami Uyanış konferansına ev sahipliği yaptık. Ayetullah Hamanei’nin bu konferanslardaki konuşmalarını okuyun ve bugün teorik düzeyde ABD ve Siyonistler karşısında Müslüman milletlerin nasıl bir rehbere sahip olduğunu görün! Bakınız Ayetullah Hamanei siyaseti ve ilkeleri nasıl açıklıyor. Mısır halkına ve Müslüman milletlere, küfür ve nifak cephesi karşısında, Hizbullah’ı ve Hamas’ı ortadan kaldırması için İsrail’e yeşil ışık yakan ikiyüzlü Arap hükümetleri karşısında nasıl rehberlik ettiğine bakın!
Ben, Ayetullah Hamanei’nin çok yönlü, yönetici, adil, ârif ve fakih bir rehber olduğuna inanıyorum. 192 ülkenin siyasi liderleri arasında, bence, Ayetullah Hamanei başkomutanlık şanına yakışan en bilinçli liderdir; silahlı kuvvetleri ister denizde, ister karada, ister havada çok iyi tanır. Muhtelif düzeylerde askeri stratejileri ve taktikleri çok iyi bilir. Farklı alanlarda görüş sahibi olabilecek ve yalnızca İran halkına değil, bütün Müslüman halklara, hatta insanlığa bu denli muhabbet besleyebilecek başka bir rehber yoktur.
Ayetullah Hamanei’nin atom bombası ve kimyasal silahlar konusundaki fetvası çok açıktır. Bunların haram olduğunu beyan etmiştir. İmam Humeyni’den sonra İmam Mehdi’nin (a.f) inayetiyle Hobregan Meclisi böyle birini İran halkına rehber seçtiği için Allah’a hamd etmemiz gerekir. Bu, Allah’ın lütfundan ve İmam Mehdi’nin inayetinden başka bir şey değildir.
İmam Humeyni on yıl rehberlik etti. Ayetullah Hamanei yirmi küsur yıldır bu sorumluluğu omuzlarında taşıyor. Bu süre zarfında ülkemizin hangi tehlikelerle karşı karşıya kaldığına bakın. 1990’da Kuveyt Savaşı… Iraklılar sabahın beşinde 12 tümenle Kuveyt’e saldırdı ve öğlen on iki olmadan bütün Kuveyt’i işgal etti. Yani Kuveyt hükümeti ve ordusu yedi saatte tarumar oldu.
Ama İran milleti sekiz yıl direndi…
Sonra da Irak’ı Kuveyt’ten çıkarmak için Büyük Şeytan’ın yakasına yapıştı. Amerika, Kuveyt’te bir üs kurdu ve oraya asker yığıp 1991’de Irak’ı Kuveyt’ten çıkardı.
Bu 23 yılda kaç devlet kuruldu, kaç tanesi gitti ve ülkemizin başına neler geldi. Ülkemizin yönetimi, hem silahlı kuvvetler başkomutanı olan hem de üç erke nezaret eden İnkılâp Rehberi’nin uhdesindedir. Ayetullah Hamanei, hem ülkenin yönetiminde hem de uluslararası arenada dirayetli bir politika izledi. Biz ülke içinde birçok siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunla karşılaştık; bölgesel birçok sorunla da karşı karşıya kaldık. Şimdi bu sorunlara ve Ayetullah Hamanei’nin rehberlik yöntemine ilişkin birkaç hususa işaret edeceğim. Dış politika açısından; Irak 1990’da Kuveyt’e saldırdı ve yedi saatten az bir zamanda bu ülkenin tamamını işgal etti. 1991’de Amerika ve müttefiki ülkeler, birkaç ülkenin daha desteğini alarak Irak’ı Kuveyt’ten çıkardılar ve daha da ileri gidip Irak’ın içine kadar girdiler.
Ayetullah Hamanei, hem Irak’ın Kuveyt saldırısını hem de Amerika’nın Irak’a saldırısını mahkûm etti. Irak halkı başkaldırdı. Amerikalılar Irak’ı kontrol altında tutamayacaklarını görünce, Irak intifadasında Basra, El Emare gibi Irak şehirleri halkın çabaları sonucunda özgürlüklerine kavuşmuşlardı, Amerika operasyonlarını durdurdu ve Saddam baskı uygulayarak bütün bu şehirleri geri aldı. Bu tehlikeli dönemde Ayetullah Hamanei’nin dâhiyane rehberliği sayesinde İran yeni bir savaşın içine sürüklenmekten korundu. O dönemde Yüksek Milli Güvenlik Konseyi kuruluyordu ama sonuçta Ayetullah Hamanei tavır alınması kararı aldı.
Bölgedeki, çevremizdeki diğer iki savaş, Amerika’nın 2001’deki Afganistan işgali ve 2003’teki Irak saldırısıydı. Amerika, Afganistan ve Irak’tan sonra İran’a saldırma planları kuruyordu. Bunu altını çizerek söylüyorum: Amerika, Afganistan ve Irak’tan sonra İran’a saldırmak niyetindeydi. Neye dayanarak söylüyorum bunu? Bush hatıralarını yayınladı. Farsçaya tercüme edilip edilmediğini bilmiyorum. Bush, kitabında, Irak’tan sonra İran’a girmeyi düşündüklerini, ancak Amerika’da muhalefetle karşılaştığını yazıyor. Amerika, en çok iki yıl içerisinde Afganistan ve Irak meselesini sonuçlandırmayı ve stratejik hedeflerine ulaşmayı planlıyordu. Ama on yıldır Afganistan’da batağa saplandı, sekiz yıldan fazladır da Irak’ta kaldı ve ağır kayıplar verdi. Irak’ta beş bin kayıp verdiklerini kendileri söylüyorlar. Bunun yanında yüksek meblağlar harcadılar. Ama sonuçta yalnızca Müslümanların değil bütün dünya halklarının, hatta Amerikalıların nefretini kazandılar. Dünyanın dört bir yanında Bush ve savaş yanlıları büyük mitinglerde protesto edildi. Amerika, kitle imha silahları ürettiği gerekçesiyle Irak’a saldırdı. Bush önleyici savaş adını verdiği stratejisini açıklarken şöyle dedi: “Biz bize saldırılmasını beklemeyeceğiz, bize saldırılacağını hissettiğimiz anda saldıracağız.” Elbette bu strateji hezimete uğradı. Condoleezza Rice’ın vaat ettiği Büyük Ortadoğu’yu bugün artık hiçbir Amerikalı telaffuz etmiyor. Hem önleyici savaş doktrini hem de Büyük Ortadoğu Projesi hezimete uğradı. Allah’ın lütfuyla bugün artık İslamî Ortadoğu teşekkül ediyor. İslamî uyanış, İslamî Ortadoğu’nun vücut bulduğunun göstergesidir.
Afganistan ve Irak olaylarında, o dönemde, İslam İnkılâbı Rehberi Ayetullah Hamanei tam manasıyla âlimane, hakimane ve güçlü bir tavır sergiledi. Amerika, bu şeytani kudret, büyük bir askerî ve siyasî güçtür ve zarar verebilir; nitekim Irak halkının başına bela oldu. Üç milyon Iraklı yerinden yurdundan oldu, bir milyona yakın Iraklı öldü veya yaralandı. Amerika, Irak’ın bütün alt yapısını çökertti. Ayetullah Hamanei’nin rehberliği sayesinde İran, Afganistan ve Irak savaşlarına dâhil olmadı ve herhangi bir zarar da görmedi. Bu şaşılacak bir durumdur. Yüksek bir yönetim kabiliyetini gerektirir. Ayetullah Hamanei’nin yöneticiliğinin ve siyasî tavrının eşi benzeri olmadığını, siyasetçilerimizi idaresinde, Hizbullah’ın 33 gün savaşında ve Gazze’nin 22 gün savaşında da gördük. Bence Siyonistler en azından Litani Nehri’ne kadar ilerlemişlerdi. Nehrin arkasında kalacak ve Hizbullah’ı yenilgiye uğratacaklardı. 33 gün savaşında, İslam Cumhuriyeti’nin tutumu, Ayetullah Hamanei’nin tavrı ve de Hizbullah’ın fedakârlığı ve şehadet aşkı, Kudüs işgalcisi rejimin kirli tarihi boyunca ilk kez yenilgiyi tatmasına sebep oldu. Hem de resmen asker olmayan, sivil giyimli bir topluluk karşısında yenilgiye uğradı! Bu topluluk, Allah’ın adına, İmam Hüseyin’in (a.s) adına, İslam İnkılâbı’nın etkisi ve İran’ın himayesiyle 33 gün zarfında yenilginin tadını Siyonistlere tattırdı ve bütün Müslümanlara, başta Mısır olmak üzere bütün Arap halklarına umut oldu.
Aynı şekilde 22 günlük Gazze savaşında, Mısır’ın ve Suudi Arabistan’ın sessiz kalarak, Siyonistlere, İran tarafından himaye edildiği gerekçesiyle Hamas’ın Gazze’deki bütün güçlerini ortadan kaldırmasını söyledikleri bir zamanda Ayetullah Hamanei iki kez bildiri yayınladı. Bu sessizlikleriyle onlar Sünni Gazze halkının öldürülmesini desteklemiş oldular. Gazze halkı Şiî değildi, ama yalnızca İran ve İslam İnkılâbı Rehberi 22 gün boyunca Gazze halkını, Hamas’ı ve İslamî Cihad’ı destekledi.
Yüce Allah, hekim, cesur ve müdebbir Rehber’i yalnızca İslamî İran’a değil, bütün dünya Müslümanlarına inayet buyurmuştur. İslam Konferansı Teşkilatı üyesi elli yedi ülkenin ve yüz doksan iki bağımsız dünya ülkesinin liderlerinin özelliklerini inceler, ülkelerini nasıl yönettiklerine, bölgesel ve küresel nüfuz alanlarının ne kadar olduğuna, dünya halklarının yüzde kaçını etkileyebildiklerine bakarsak, İmam Humeyni’den sonra, aziz Rehberimizin sahip olduğu özelliklere hiçbir dünya liderinin sahip olmadığını görürüz. Bu Allah’ın lütfundan başka bir şey değildir.
Yeri gelmişken şunu da ifade etmek isterim: Halkımız, Ayetullah Hamanei’yi aşkla sevmektedir. Rehberimizin sevgisi halkın gönlünde kök salmıştır, derindir. Halkımız 9. dönem Meclis seçimlerinde Rehber aşkıyla sandıklara gitti. Halkın %64’ünün seçimlere katılacağını kimse tahmin etmiyordu. Elbette düşman saldırıları da halkımızın bir araya gelmesine sebep oldu ve neticede Rehberlik ve Velayet sancağı altında görkemli bir seçim düzenlendi.
Düşman tehditleri ve İslam Cumhuriyeti’nin tehditlere karşı tavrı konusunda, daha somut ifade edersek, İsrail’in olası saldırısı karşısında İran’ın geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Askerî analizler açısından, Amerika’nın veya İsrail’in İran’a karşı yakın gelecekte tam manasıyla askerî bir savaş başlatma olasılığı çok zayıf. Tabii silahlı kuvvetlerimizin daima hazır olda olması, güçlenmeleri, saldırı ve savunma taktiklerini geliştirmeleri gerekiyor, çünkü gelecek hakkında kesin bir bilgiye sahip değiliz, her an beklenmedik bir olayla karşılaşabileceğimizi hesaba katmalıyız.
Şu kadarını söyleyeyim; ne Siyonist rejimin ne de Amerika’nın iç siyaseti, aynı şekilde bu iki ülkenin ekonomik ve askerî durumu, bölgede yeni bir savaş başlatacak konumda değil. Tabii başlatabilirler de ama kontrol altında tutamazlar, İran kontrolü ele alır. Amerika, önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerine yatırım yapıyor, Obama yeniden seçilmek istiyor. Dolayısıyla yeni bir savaş başlatmayı istemez, böyle bir şeyi Amerikan halkı ve Kongre desteklemez. Hatta Amerikan ordusu İran’la savaşa girmeyeceğini ilan etti.
Siyonist rejime gelince; Netanyahu’nun kabinesi kırılgan bir kabine. Netanyahu, hâlihazırda dışişleri bakanı ve tutucu bir Yahudi olan Liberman’in genel başkanlığını yaptığı İsrael Beytenu (Evimiz İsrail) Partisi ile koalisyon kurdu. İran’a karşı askerî bir harekâta girişirlerse, koalisyon hükümetinde çatlaklar meydana gelebilir. Siyonist rejim, İran’a savaş açtığında, bir iki hafta içinde orada yaşayan savunmasız Yahudilerin en az bir milyonu İsrail’den kaçar. Dolayısıyla ben yakın gelecekte büyük bir savaş olacağını sanmıyorum; çünkü Siyonistler çok savunmasız. Önceden karşısında Hizbullah ve Hamas vardı, ama şimdi yetmiş beş milyonluk Mısır da eklendi ve doğalgaz hattını da kesti. Mısır halkı, İran halkı gibi, antisiyonisttir ve İsrail açısından büyük bir tehlike sayılmaktadır. Mısır halkının devrimi henüz neticeye ulaşmadı, doğrudur ama Siyonistler Hizbullah’ı ve Hamas’ı varlıklarını idame ettirme açısından tehlike olarak görüyorlar. Dolayısıyla ahmaklık edip İran’a karşı büyük bir savaşa kalkışmaları pek olası değil.
Öte yandan, hem Ordu hem de Devrim Muhafızları her türlü tehlikeye karşı püskürtme planlarına sahiptir ve kendilerini her türlü tehlikeyle karşılaşmaya hazırlamaktadır. Halkımız da cesur bir halktır ve Siyonistlerden nefret etmektedir. Müslüman olan herkes bu sahte, hunhar, bebek katili rejime karşıdır. Biz, bu yıl büyük bir tehlikeyle karşılaşmayacağımızı öngörüyoruz. Ancak altını çizerek söylüyorum, silahlı kuvvetlerimiz vazifelerinin gerektirdiği gibi her türlü askerî tehlikeye karşı hazıroldadır. “Gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın” (Enfâl/60) ayeti kerimesi ve “Dünya rahatlığını istersen git güç topla / Çünkü tabiat düzeninde zayıf ayaklar altında kalır” beyti daima hatırımızdadır. Silahlı kuvvetler daima güçlü, hazır ve yüksek istihbarat bilgilerine sahip olmalı, kapasitesinin ve kabiliyetinin farkında olmalıdır. Bizim vazifemiz budur.
Siyonistler veya Amerika bir delilik yapar da İran’ın stratejik merkezlerine karşı harekete geçerse ne olur?
Her türlü askerî operasyona ve tehdide akıllıca yöntemlerle karşı durur, bize verdikleri zararın aynısını onlara veririz. Ama akıllıca davranırız. Yani bize verdikleri zarar ölçüsünde onlara darbe vururuz.
Ayetullah Hamanei bu sözü Meşhed’de söylemişti…
Kastettiğim tam da budur. Biz Amerikan topraklarına ulaşamayız. Fakat Amerika’nın bölgede üsleri var. Amerika’nın yirmiden fazla üssü, yüz binden fazla askerî gücü var bölgede ve bunların hepsi İran tehlikesi altındadır. Amerika da bunu çok iyi biliyor. Şu anda Fars Körfezi’nde ve Umman Denizi’nde altmıştan fazla Amerikan savaş gemisi var; bu gemilerin tamamı savunmasız. Siyasetçiler ve askerî yetkililer bunu çok iyi biliyorlar. Bütün üsleri İran füzelerinin menzilinde. Her halükarda Amerika’nın bölgedeki askerî güçlerinin tamamı çok savunmasız.
Peki ya İsrail? İsrail doğrudan menzilimizde…
Evet, Hizbullah 60 mm. havan topuyla İsrail’i vurabilir. Şu anda elinde binlerce füze var. İsrail bize bir zarar vermek isterse büyük bir ihtimalle Hizbullah İsrail’e karşı operasyon düzenler. Seyyid Hasan Nasrallah’ın İslam İnkılâbı Rehberi Ayetullah Hamanei’nin askeri olduğunu hepimiz biliyoruz. İran’a gelince; bizim bu konuda herhangi bir sınırımız yok, uzun menzilli füzelerimizle kolaylıkla karşı atağa geçebiliriz. Siyonist rejimin füzelerimizin menzilinde olmayan hiçbir bölgesi yok!
Elbette dikkat etmemiz gereken bir husus var: Düşman İran’ı huzursuz ve istikrarsız, savaşa sürüklenmek üzere olan bir ülke olarak göstermek istiyor. Oysa İran güçlü ve istikrarlı bir ülkedir. Biz güvenli bir toplumuz…
Onunla Allah’ın düşmanını ve sizin düşmanınızı korkutursunuz… (Enfâl/60)
Biz hazırız. Onlar İran’da siyasî ve ekonomik buhran olmasını, anarşi çıkmasını istiyorlar. Böylece de yabancı yatırımcıların İran’a girmesine engel olmayı hedefliyorlar. İran’ın yaptırımlar sonucunda yok olduğunu söylüyorlar. Ama biz Allah’ın lütfuyla hem ülkemizi yönetmeye hem de yabancı tehditlere karşı koymaya kadiriz. Dolayısıyla bu meselelerin çok fazla gündeme gelmesini istemiyoruz. Aslında İran’ın askerî saldırının hedefinde olduğu söylentisini onlar yayıyorlar. Ha bugün ha yarın deyip duruyorlar. Oysa Amerika’nın da Siyonistlerin de İran’a saldırmayı akıllarından bile geçirmediklerini biliyoruz. Çünkü İran’ın her türlü operasyona güçlü cevap vereceğini biliyorlar. Kuşkusuz ülke içindeki siyasî istikrar, ekonomik sorunların çözümü ve halkın düzeni desteklemesi onları engelleyen en önemli faktördür.
Suriye ve Amerika ve İsrail’in Suriye planı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bence Amerika ve İsrail, bazı Avrupa ülkeleri ve başta Katar ve Arabistan olmak üzere kimi Fars Körfezi ülkeleri hedeflerine ulaşmak için, yani Esed’i zayıflatıp hükümeti almak veya Esed’i devirmek için Türkiye’ye temsilcilik verdiler. Asıl amaçları direniş gücünü kırmak ve Siyonist rejimin bekasını garantilemek. Katar’ın, Suudi Arabistan’ın ve Türkiye’nin Suriye’de yaptıkları Amerika’nın ve İsrail’in çıkarınadır ve direniş hattını, yani Suriye, Hizbullah ve İran’ı zayıflatmaya matuftur. Onlar bir iki ayda Esed hükümetinin devrileceğini düşünüyorlardı, ama İran’ın, Rusya’nın ve Çin’in himayesiyle Esed hükümeti hâlâ işbaşında. Bu, onların planlarının suya düştüğünün göstergesidir. Ben, Suudi Arabistan’ın Irak seçimlerinde ve Lübnan’da olduğu gibi Suriye’de de yenilgiye uğrayacağını düşünüyorum. Tabii bu, Suriye yönetiminin izleyeceği politikayla ve halkın tavrıyla da bağlantılı. İran, Esed hükümetini devirmek için ülke dışından Suriye’ye güç gönderilmesi müdahalesini mahkûm etmiştir ve direnişin ön safında yer alan Suriye’nin mevcut yasal hükümetine destek vermeye devam edecektir. Türkiye’nin Suriye politikasının, Amerika ve İsrail’in hedefleri doğrultusunda izlenen bir politika olduğuna inanıyoruz. Türkiye onları temsilen bu oyunu oynamaktadır.
Türkiye’nin bu olayda oyuna geldiği söylenebilir mi?
Tabii Türkiye’nin de bu işte çıkarı var. Hem siyasi hem de ekonomik çıkarı. Aynı zamanda İran’ın stratejik rakibi. Fakat 500 yıldan beri İran-Türkiye sınırı güvenli bir sınır. Türkiye milleti Müslüman bir millettir. İran-Türkiye ilişkilerinde bir problem yoktur. Ümit ederim Amerika ve Siyonistler bu ilişkilere bir zarar vermezler. Elbette Türkiye’nin Suriye’nin iç işlerine karışması Türkiye halkının hükümete bakışını olumsuz yönde etkileyecektir.
medyaşafak