Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Uyanış Destanı...

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #16
    Ynt: Uyanış Destanı...


    Ayetullah Brucerdi'nin rıhletiyle birlikte islam dünyasının "En büyük taklid mercii müçtehidlik makamı"nın boşalması şahla Amerika'yı harekete geçirmiş ve niceden beridir icrası için uygun bir fırsatın kollandığı ABD güdümlü birtakım reformların uygulama safhasına konulma girişimleri süratle başlatılmıştı.
    Bu girişimleri en başta geleni, "en büyük alim ve mercii"lik makamını İran dışına taşıma çabaları"oldu.


    Ne var ki şah rejimi bu hesaplarında ne kadar yanıldığını anlamaktan fazla gecikmeyecekti.

    Aday ve seçmenlerin müslüman ve erkek olma ve Kur'an-ı Kerim'e yemin etme" şartının değiştirilmesi amacıyla H.Ş. 16 Mehr 1341'de Emir Esedullah Âlem kabinesine sunulan Eyalet ve Vilayet Encümenleri kanun tasarısı kabul edilmişti.


    Bu tasarıda kadınlara da aday ve seçmen hakkının tanınması, aslında çok çirkin birtakım hedefleri kamufle etmek için düşünülmüş bir oyundu.
    Yukarıda bahsi geçen ilk iki şartın kaldırılıp değiştirilmesi, gerçekte İran'da Bahailerin iktidar koltuklarına taşınmasını öngören bir projeden ibaretti. Nitekim daha önceki bahislerimizde de belirttiği üzere Amerikalılar Musaddık'ı devirmeden önce şaha bazı şeyleri kayıtsız şartsız kabul ettirmişlerdi ki bunların en başta gelini "siyonist İsrail rejimiyle iyi ilişkiler kurmak ve şartlar ne olursa olsun her zaman, İsrail'den yana tavır koymak"tı!


    ABD'nin şaha verdiği güçlü desteğin ilk şartıydı bu!..

    Nitekim İran'da yaşama, yürütme ve yargı güçlerinin başına, sömürü Bahai unsurların sızdırılması bu birincil şartın süratle yerine getirilmiş olduğunu gösteriyordu.

    Sözkonusu yasa tasarısının onaylandığı haberini yayınlanır yayınlanmaz İmam Humeyni -ks- Kum'daki ulemanın en önde gelenleriyle acil bir müşaverede bulunduktan sonra onların da katılımıyla oldukça geniş çaplı bir itiraz ve protesto eylemi başlattı.

    Bu çirkin oyunda şah rejiminin güttüğü hedefleri halka açıklayıp ifşa etme ve ulemayla dinî ilmiye medreselerinin ağır sorumluluk ve rolünü gündeme getirme hususunda İmam'ın -ks- o günkü şartlar altında ne kadar etkili bir rol oynadığı herkesçe bilinmektedir bugün. Tanınmış ulemanın şaha ve başbakan Esedullah Allem'e çektikleri açık protesto telgrafları ve açık mektuplar, müslüman için heyecanlandırıp harekete geçirmiş ve hemen ulemanın safında yer almalarını sağlamıştı.


    Bu arada İmam Humeyni'nin -ks- şaha ve Esedullah Alem'e çektiği açık telgraflar çok sert ve tehditâmizdi. Bu telgraflardan birinde İmam -ks- şöyle diyordu: "Allah Teala'ya itaat etmeniz ve anayasaya saygılı olmanız için söze bir kez daha nasihatte bulunuyorum; Kur'an'a ve müslüman milletin güvenip dayandığı islam ulemasının hükümlerine ve anayasada belirtilen maddelere aykırı davranmaya yeltenmemenizi öğütlerim!... Gereksiz yere ve bile bile memleketi tehlikeye düşürmeyin; aksi takdirde islam uleması sizin hakkınızda görüş bildirip gerekli fetvayı sadır etmekten çekinmeyecektir!"(11).


    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

    Yorum


      #17
      Ynt: Uyanış Destanı...


      Şah rejimi ilkin tehdit ve telkin propagandalarıyla işi halledeceğini sanarak ulema aleyhine kamuoyu oluşturmaya başladı ve bu arada başbakan Alem'i öne sürerek ona "hükumet, başlattığı reform projelerini uygulamaktan vazgeçirilemez!" dedirtti. ne var ki bu tutum halkın hıncını körükleyerek protesto ve kıyamın daha da yayılmasıyla sonuçlandı. Tahran, Kum ve diğer bazı şehirlerde halk çarşı-pazarı tamamen tatil etmiş, kepenkler indirilmiş ve ulemanın emrine amâde olarak camilerde toplanmıştı. Bu toplu direniş ve protesto eylemlerinden 1,5 ay sonra laik rejim geri adım atmak zorunda kaldı ve şahla başbakanı Alem'in imzasını taşıyan ve özenle çok saygılı bir üslubun kullanıldığ cevâbi mektuplar ulemaya gönderilerek gönülleri alınmaya çalışıldı. İmam Humeyni'nin -ks- bu kıyamdaki rolü ve etkinliğini bilen ve onun düşmana asla taviz vermeyen bir karaktere sahip olduğunu anlayan rejim, birçok alime gönderdiği halde, kasten, İmam'a -ks- böyle bir mektup göndermemeyi tercih etmişti. Medrese çevresindeki bazı alimler, bu tutum karşısında saflık gösterip hemen yumuşayarak hükumetin özrünün kabul edilmesi, kıyam ve protesto eylemlerine artık son verilmesi yolunda görüş bildirdiyse de İmam Humeyni -ks- tutumunu zerrece değiştirmeyerek muhalefetini sürdürmeye devam etti ve hükumetin bu mektuplarda samimi olduğunu bilfiil göstermesi ve bunun için de, onaylanan Eyalet ve Vilayet Encümenleri yeni kanun maddesinin iptal edildiğini resmen açıklaması girektiğini vurguladı. Kum esnafının soruları üzerine resmi bir bildiri yayınlayan İmam bu bildiride şah rejiminin mezkur yasa tasarısıyla neleri amaçladığını açıklayacak ve bu yeni yasal düzenlemelerle Bahai elemanlar ve İsrail casuslarının devlet kademelerine yerleştirilmek istendiğini ifşâ edecekti. İmam -ks- bu bildiride şöyle eklemedeydi: "Müslüman millet, bu tehlikeler tamamen giderilmedikçe sükut etmeyecek, sessiz kalmayacaktır; sessiz kalanlar Kâdir Allah Tealâ'nın huzurunda mesul ve bu alemde zevale mahkumdurlar!" Yine aynı bildiride İmam, hükumetin sözkonusu yasa tasarısını onaylaması konusunda senatoyla şûrâ meclisini de ciddi bir şekilde uyarmakta ve şöyle demekteydi: "Müslüman millet ve islam uleması dipdiri ve dimdik ayaktadır henüz; islamın temeline ve müslümanların ırzlarına uzanacak her hain eli derhal kesecektir!"(12).

      Bu yılmaz ve korkusuz direniş karşısında şah rejimi nihayet gerilmek zorunda kalacak ve H.Ş. 7 Azer 1341'de, hükumetin onaylamış olduğu tasarının iptal edildiği yolundaki resmi yazı Kum ve Tahran ulemasına resmen iblağ edilecekti. Ancak, bu ince hesapların farkına varan İmam -ks- fevkalâde ileri bir basiret örneği daha sergileyerek Kum ulemasıyla yaptığı bir toplantıda muhalefetin sürdürülmesi ve rejimin bu resmi kararının kapalı kapılar ardında bildirilmesiyle yetinilmemesi gerektiğini, alınan resmi kararın gazete, radyo ve televizyonlardan da açıkça halka ilan edilmesinin şart olduğunu, aksi takdirde kıyam ve protestolardan vazgeçilemeyeceğini bildirdi. Bu basiretli, kararlı ve cesur girişimin hemen ardından, ertesi gün, mezkur Eyalet ve Velayet Encümenleri yasasının iptal edildiği haberi resmi gazeteyle diğer kitle iletişim araçlarında yayınlandı. Petrolün millileştirilmesi hareketinden bu yana müslüman halkın laik şah rejimine karşı kazandığı ilk kesin ve büyük zaferdi bu; halk, geniş şenlikler tertiplemiş ve bu büyük zaferi coşkuyla kutlamıştı.

      İmam Humeyni -ks- halkın bu şenlikleri tertiplediği günlerde yaptığı bir konuşmasında şöyle diyordu: "...Maddi yenilgi önemli değildir; önemli olan ruhî yenilgidir. Allah ile irtibatı bulunan kimseye ise yenilgi yoktur. Yenilgi, bütün arzuları dünyadan ibaret kimseler için sözkonusudur... Allah yenilgiye uğramaz asla; üzülmeyin, mahzun olmayın... Bu olayların vuku bulduğu şu iki ay zarfında benim 2 saatten fazla uyumadığım geceler oldu... Yurt dışından bir şeytanın memleketimize musallat olmaya kalkıştığını görürsek yine aynı şeyi yaparız; hükumet de öyle... Nasihat, farzlardandır, şahtan tutun da şu beylere varıncaya kadar, memleketin son ferdine kadar, ulemanın herkese nasihatte bulunup öğüt vermesi gerekir."(13).



      Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
      Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

      Yorum


        #18
        Ynt: Uyanış Destanı...


        Böylece Eyalet ve Vilayet Encümenleri macerası müslüman İran halkı için çok değerli bir tecrübe ve çok büyük bir zafer olmuştu. Bu tecrübe ve zaferin en önemli boyutu, müslüman İran halkının, islam ümmetinin rehberlik ve liderliğini üstlenme liyakatine her bakımdan sahip bulunan ve böylesine ağır bir mesuliyet için gerekli bütün şartları haiz bir karakter taşıyan İmam'ın nadide liderlik ve kişiliğine vakıf olması ve herkesin onu tanıma fırsatı bulmasıydı.
        Encümenler macerasında şahın aldığı hezimete rağmen Amerika, önceden belirlemiş olduğu reform ve değişiklikleri gerçekleştirebilmek için baskıda bulunmayı sürdürdü. Böylelikle şah, H.Ş. 1341 Dey ayında yayınladığı bir bildiriyle 6 maddelik roform önergesini gündeme getirerek bu maddelerin halkoylamasına sunulmasını teklif etti. bu teklifin hemen ardından milliyetçi hizip ve gruplar "reforma ecet, diktatörlüğe hayır!" sloganıyla şaha yeşil ışık yakmış oldular. Onlarla laik cephede birleşen komunistler de şahın reformlarının; feodal sistemden teknoloji ve kapitalizme geçiş sürecini hızlandırarak diyalektik materyalizme yardımcı olacağı şeklindeki sloganlara sarılan Moskova radyosuna tamamen uyumlu ve paralel bir tavır takınarak şahın önerdiği reform Ak Devrim ilkelerini "İlerici ilkeler" olarak tanımladıklarını açıkladılar. Nitekim aynı komunistler, daha sonra bizzat halkın bağrında yükselen 15 Hordad kıyamını "gerici, irticâi ve feodal bir hareket" şeklinde tanımlayacaklardı!(14)


        Bu ihanet girişimleri karşısında İmam Humeyni -ks- Kum'daki müçtehid ve yüksek ulemayı bir kez daha toplantıya çağırarak meseleye hemen bir çözüm yolu bulunması gerektiğini hatırlatıp tekrar kıyam edilmesi teklifinde bulundu. Ulemanın liderliğini, suya sabuna dokunmadan halkın dini ihtiyaçlarının giderilmesi ve rahat ve refah içinde sürdürülebilecek bir sorumluluk şeklinde telakki edenler meseleye islam ümmetine karşı sorumluluk ve ümmetin dertlerini paylaşma açısından bakmadıkları için bu kıyam teklifini hiç de sıcak karşılamadılar. Şah rejiminin Ak devrim ve reform gibi oyunlarla neyi amaçladığını çok iyi bilen İmam, bunun günün birinde ulemayı rejimle karşı, karşıya getirmesinin kaçınılmaz olduğunun farkındaydı; ne var ki bu gerçek bazılarınca görülmediği veya görmezden gelindiğinden, söz konusu toplantıda şahla görüşme yapılıp bu girişimlerle neyi amaçladığının bizzat kendisinden sorulmasına karar verildi. Bu müzakereler için, taraflar arasında belirlenen temsilciler vasıtasıyla mesajlar gidip geldi ve nihayet şah, Ayetullah Kemalvend'le yaptığı görüşmede Ak Devrim ve diğer reformları mutlaka uygulayacağını, hatta bunun için kan döküp camileri bile yıkabileceğini söyleyerek küstahça tehditte bulundu(15).

        Kum ulemasıyla yapılan ikinci toplantıda rahmetli İmam -ks- şahın gerçekleştirmeyi düşündüğü referandum ve halkoylamasının resmen protesto edilmesi teklifinde bulundu ama bu sefer de toplantıda bulunan muhafazakarlar, bunun "mızrağa karşı yumruk sallamak" olacağını bahane ederek reddettiler! Ancak, İmam, bundan başka çözüm yolu kalmadığında ısrarlıydı, neticede islâmî hareketin izzetine yakışır bir kararla bu teklif onaylandı ve İmam'ın ısrarlı direnişi karşısında ulema, şahın halkoylamasının resmen protesto edilmesi konusunda fikir birliğine varmış oldu, böylece bu oylamaya katılmanın haram olduğu halka açıkça duyurulacaktı. H.Ş. 2 Behmen 1341'de (Şubat-1962) İmam'ın -ks- fevkalade çarpıcı bildirisi yayınlandı (16) ve bu bildirinin hemen ardından Tahran kapalıçarşısında kepenkler indirildi; polis gördüğü her kalabalığa saldırarak yürüyüş ve protesto eylemlerini engellemeye çalıştı. Rejim tarafından halka zorla yüklenmeye çalışılan oylamanın hemen eşiğinde halkın protesto eylemleri doruğa ulaştı, paniğe kapılan şah, durumu biraz yumuşatabilmek imacıyla 4 Behmen'de Kum'a gitmek zorunda kalmıştı. Şahın Kum'a geleceğini öğrenen İmam, ulemanın şahı karşılaması yolundaki çirkin teklife şiddetle karşı çıktı ve şahın Kum'a geldiği gün evlerden ve medreselerden dışarıya adım atmanın haram olacağını açıkladı.

        İmama'ın bu fetvası gereken etkiyi göstermiş ve sadece Kum ulemasıyla halk değil, o sırada en önemli resmi görev telakki edilen hz. Masume selamullah aleyha'nın mübarek makberinin mütevelliğini üstlenmiş olan görevliler bile şahı karşılamaya gelmemiş, bu yüzden de derhal görevden azledilmişlerdi. Şah, Tahran'dan kendisiyle Kum'a gelen bir avuç yaltakçıyla bu şehirdeki sivil emniyet mensuplarından müteşekkil memurlara yaptığı bir konuşmada öfkesini gizlemeyecek ve Kum halkıyla islam ulemasına karşı çok çirkin ve yakışıksız ifadeler kullanacaktı. İki gün sonra, hiçbir meşruluk taşımayan referanduma gidildi ve bomboş sokaklarda şahın görevli memurlarından başka halktan hiçkimsenin katılmadığı bir "halk oylaması"(!) yapıldı! Bu komik rezaleti gizleyebilmek için rejime bağlı güdümlü medya, Amerika ve Avrupa ülkelerinin üst makamlarından gelen tebrik ve kutlama mesajlarını büyük puntolarla aktararak kuru gürültü koparmaya başladı. Ne var ki İmam Humeyni -ks- korkusuzca minbere çıkıp gerçeği ifşa etmekte ve hakikatleri haykırmaktan çekinmemekteydi. O günlerde "9 imzalı bildiri" adıyla meşhur olan sert ve çarpıcı bildirisi bütün İran'da elden ele dolaşmakta ve ilgiyle okunmaktaydı (17) Şahın mevcut anayasaya aykırı girişimlerinin teker teker sıralandığı bu bildiride onun tayin ettiği kimselerden oluşan kukla hükumetin de aynı çizgide hareket ettiği vurgulanmakta ve Ak Devrim reformlarının ülkede tarımı felce uğratacağı, memleketin bağımsızlığını yokedeceği, fesad, fuhuş ve ahlaksızlığın kol gezeceğinin altı çizilmekteydi ki İmam'ın bu görüşlerinde ne kadar isabetli olduğu zamanla anlaşılacak ve müslüman İran milleti ABD ve İsrail güdümlü bu sözde reformların acısını olanca şiddetiyle tadacaktı.




        Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
        Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

        Yorum


          #19
          Ynt: Uyanış Destanı...


          İmam Humeyni'nin önerisiyle müslüman İran halkı 1342(1963) geleneksel Nevruz bayramını protesto ederek kutlamadı. Rahmetli İmam -ks- konuyla ilgili yayınladığı bildirisinde şahın "Ak Devrim"lerini "Kara Devrim" olarak tanımlamakta ve şahın tamamen ABD'yle İsrail'in güdümüne girmiş olduğunu ifşa etmekteydi. İmam bu çarpıcı bildiride şöyle diyordu: "...Bence tek çözüm yolu; bu zorba hükumetin islam hükümlerini çiğnediği ve anayasaya aykırı davrandığı gerekçesiyle derhal kenara çekilmesi ve onun yerine İslam ahkamına gönülden bağlı olup İran milletinin derdini kendisine dert edinecek yeni bir hükumetin işbaşına geçmesidir. Ya Rabbi! Şahid ol, ben üzerime düşen vazifeyi yaptım ve iblağ ettim! Sağ kalırsam, bundan sonraki vazifemi de yerine getireceğim Allah'ın izniyle!"(18).

          En küçük bir eleştiriye bile rejimin tahammül gösteremediği ve en ufak bir itiraza bile sürgün, hapis ve işkencelerle karşılık verildiği şah döneminin korkunç işkence odaları ve zindanlarını görüp bizzat yaşayan insanlar, o şartlar altında İmam'ın haykırdığı bu sözlerin ne demek olduğunu bilir ancak...
          Diğer taraftan şah, öngörülen ABD reformlarının uygulanması için İran toplumunun elverişli şartlar içinde bulunduğu hususunda Waşhington'a garanti vermiş ve, bu reformları Beyaz Saray'ı çağrıştıran "Ak Devrim" şeklinde adlandırmıştı. Buna rağmen ulemanın bu inkılaplara ciddiyetle karşı çıkmasını bir türlü içine sindiremiyordu. Bu nedenledir ki ulema aleyhine büyük bir kampanya başlattı ve güdümlü medya aracılığıyla başta İmam Humeyni gelmek üzere bütün ulemayı karalayıp milletin gözünden düşürmeye çalıştı. Şah, milletin kıyamını önlemeye, halka gözdağı verip sindirmeye karar vermişti.


          İmam sadık hazretlerinin -s- şehadet yıldönümünde alçakça bir plânı daha uygulama safhasına koyan şah, inanılmaz bir gözü dönmüşlükle sivil elbiseler giyen silahlı memurlarını, İmam'ın -ks- ders verdiği Feyziye Medresesi'ne göndererek burada toplanan dinadamlarıyla öğrencilerin üzerine saldırttı ve bu anlaşmalı vahşiyâne saldırının hemen ardından silahlı polis kuvvetleri medreseyi basarak önlerine çıkan herkesi kurşun yağmuruna tuttular. Aynı gün ve saatlerde Tebriz'deki Talebiye Medresesi de aynı şekilde vahşi bir saldırıya uğradı ve sivil kıyafetli devlet memurları bu cani girişimin bir benzerini de Tebriz'de gerçekleştirmiş oldular. Bu caniliklerin ardından, İmam Humeyni'nin evi, Tahran ve diğer şehirlerden akın akın kendisini ziyarete gelen inkılâbi müslümanlarla dolup taşmaya başladı; bu görüşmelerde insanlar laik şah rejimine duydukları nefreti dile getirmede ve yüce islam dininin hükümlerinin icrası için canlarını vermeye âmâde olduklarını haykırmadaydı. Rejimin kiralık cellatlarının işlediği cinayet mekanlarını gezip gören halkın kini daha da artmadaydı şimdi.

          İmam Humeyni -ks- kendisini ziyarete gelen müslümanlara yaptığı konuşmalarda hiç çekinmeden bizzat şahı suçluyor ve bütün bu cinayetlerden sorumlu tuttuğu şahın Amerika ve İsrail'in dostu ve müttefiki olduğunu vurgulayarak açıkça herkesi şaha karşı kıyam edip başkaldırmaya çağırıyordu.


          Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
          Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

          Yorum


            #20
            Ynt: Uyanış Destanı...


            1963 baharına rastlayan H.Ş. 1342 Ferverdin'inin 12. günü yaptığı inkılâbî konuşmada, şah rejiminin işlediği son cinayetler karşısında halâ sessizliğini bozmayan Kum, Necef ve diğer şehirlerin alimlerini sert bir dille eleştiren İmam "bugün susmanın anlamı, zorba rejimle aynı safta durmaktır!" diye haykırıyordu(19)

            İmam Humeyni -ks- bu çarpıcı konuşmasının ardından, ertesi gün "şahı sevmek çapulculuktur!" başlıklı korkusuz bir bildiri yayınlayacaktı. İmam'ın en sert ve çarpıcı siyasi bildirilerinden biri olan bu metinde şah rejimi korkusuzca yargılanıp hesaba çekilmekte, bildirinin sonunda da bu şartlar altında takiyyenin haram olduğu, akibeti ne olursa olsun hakkı ve hakikatleri haykırmanın her müslümana farz olduğu duyurulmaktaydı. İmam, çarpıcı bu bildiride şahla onun kiralık uşaklarına hitaben şöyle haykırıyordu: "... Ben kalbimi memurlarınızın süngülerine hazırlamış durumdayım şimdi! Bilin ki bu kalp, sizin zorbalıklarınız karşısında eğilip despotluklarınızı kabullenmeye hazır olmayacak asla!"(20)


            İmam Humeyni -ks- bilinçli olarak seçmiş, tercih etmişti bu yolu. Yığınlarca siyasi mücadele tecrübeleri vardı geride bıraktığı yolun... Acı-tatlı nice tecrübeleri geride bırakan İmam, şimdi önündeki yolun korkunç tehlikeler ve tahammülü aşan eziyetlerle dolu olduğunun da farkındaydı. Ama o ne geçmişten emir almadaydı, ne gelecekten; onun için önemli olan tek şey "şu anda üzerine düşen dînî vazifesinin ne olduğu ve bu vazifeyi en iyi şekilde yerine getirmesi gerektiği"ydi! Ne pahasına olursa olsun hemde...

            İmam Humeyni'nin mantığındaki "zafer ve yenilgi", çağdaş profesyönel politikacılar için geçerli olan zafer ve yinilgiden çok farklı bir anlam taşımadaydı. Önce şu veya bu nedenle mücadeleye atılan ve daha sonra bu mücadele keşmekeşi içinde kendisini tanıyıp üstlendiği rolün farkına varan ve neticede sözkonusu mücadele sürecinde kişiliği şekillenen çoğu tanınmış liderler, politikacılar ve siyasilerin tersine; İmam, 1963'e musadıf H.Ş. 1342'de islam inkılabının rehberi olarak sahneye çıktığında, bu tarihten yıllar önce kişiliğini bulup geliştirmiş ve nicelerinin aklından bile geçirmediği nefsî eğitim, ahlakî olgunlaşma, büyük cihad, manevî fazilet ve erdemlerle donanma, hakiki ilim ve maarife ulaşma gibi özbenlik eğitimlerinin bütün merhalelerini en mükemmel şekli ve başarıyla geride bırakarak "Allah rızasından başka hiçbir şey gözetmeyen" bir kişilik sahibi olmuştu.

            O, insanın kendisini eğitip yetiştirmesi ve kendi nefsiyle cihad etmesinin, dış dünyaya karşı verilecek mücadeleden daha önce geldiğine inanan biriydi. Hatta "Tevhid bilimi de dahil, çeşitli bilimleri öğrenip tahsil etmek, kişinin nefsini arıtıp kendisini ahlaki açıdan da eğitip yetiştirmesiyle birlikte ve içiçe olmazsa bir örtü ve hicabdan öteye geçmez ve öyle bir bilgi ve tahsilin insanı hakikate götürebilmesi mümkün değildir" diyordu o... İmam'ın 13 Ferverdin 1342 (1963 baharı) tarihli meşhur bildirisindeki korkusuz sözler ve diğer birçok eserinde bugün de göze çarpan "inancından taviz vermeyen tavrının göstergesi durumundaki çarpıcı ifadeler" rakibini siyaset sahnesinden dışlayabilmek için takınılmış siyasi jestler değildi asla. Bilakis, bütün bir varlık alemini "Allah'ın huzuru" olarak gören ve kendisini sürekli O'nun huzurunda bilen kararlı bir kişiliğin ifade ettiği birer gerçekti bunlar.



            Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
            Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

            Yorum


              #21
              Ynt: Uyanış Destanı...


              Ne şaha, ne Saddam'a, ne Carter'e, ne Reagan'a ve ne de hayatı boyunca karşısına dikildiği diğer zorbalara karşı özel bir kini ve şahsi bir düşmanlığı olmadı onun asla. İmam Humeyni'nin yegane düşüncesi insanlık ailesinin ıslahıydı; şeytanın ashabının sultasından insanoğlunun kurtarılması, onun ilahi ve rahmânî olan kendi fıtratı ve yaradılışına dönmesinin sağlanmasıydı. Onun mücadele nedeni ve mücadeleye bakış açısı buydu işte. İnsanları davet ettiği şeye herkesten önce kendi uyar, tavsiye ettiği inanç ve davranışlara önce kendisi inanmış ve amel etmiş olurdu. İmam Humeyni'nin -ks- gözalıcı başarılarının sırrını; onun kendi nefsine karşı sürekli ve yılmaz bir mücahede içinde olması ve hakikatin şuhûdî marifetine ulaşma amel ve azmi taşımasında aramak gerekir. İmam Humeyni'nin ruhi, manevî ve ilmî kişiliğinin tekamül sürecini mütalaa etmeden onun siyasi mücadelelerinin amaç ve saikini kavrayabilmek mümkün değildir.

              Şüphesiz birçok inkılâbî ve mücadeleci seçkin şahsiyetler gelip geçmiştir şu yerküre yuvarlağından; ne var ki İmam'ın eylemini onlardan daha mümtaz ve farklı kılıp onun inkılabını diğer inkılaplardan ayırarak onun hareket ve kıyamını enbiyanın öncülüğünü yürütmüş olduğu harekete bağlaşan şey; 20. yüzyıl geride bırakılırken bütün dünyanın gözleri önünde bir islam inkılabını gerçekleştiren bu nadide şahsiyetin; kendisini yakından tanıyan herkesin de ifade ettiği üzere, farzlarla vacipler bir yana dursun; şer'an mükellef olduğu ilk çağdan, kıyamını başlattığı günlere ve kıyam günlerinden, dâr-ı fâniyi terkedip dâr-ı bekâda dosta doğru göçtüğü son güne kadar bir gece bile teheccüd namazıyla gece dualarını terketmemiş olmasıdır. Nitekim Paris'in Nofel Lâ Şato köyündeki son ikamet günlerinde, kendisiyle Fransa'daki son röportajı gerçekleştirebilmek için dünyanın dört bir yanından gelen yüzlerce gazete, dergi, radyo ve tv muhabirleriyle yaptığı röportaja henüz başlamışken, namaz vaktinin girmesi üzerine röportajı yarıda bırakıp giden insandır o...

              Onun konuşma ve mesajlarının, luhatabını fevkalâde derinden etkilemesi ve kimi zaman uğruna can verecek bir raddeye getirmesinin sırrını yine onun fikir ve düşüncelerinin katıksızlığında, kararlılık ve azminde ve insanlara karşı katıksız bir dürüstlük ve samimiyet beslemesinde aramak gerekir.

              İmam Humeyni'nin hareket ve kıyamında dost-düşman, herkesçe itiraf edilen birtakım özellikler vardır: Mücadelesinde belli prensipleri olması, bunları sarih bir şekilde açıklayıp söylemesi, tavrının daima net olması, prensip ve çizgisinden asla taviz vermemesi, kaypaklık göstermemesi ve gayelerin gerçekleşmesi için yılmadan, bıkıp usanmadan kararlılıkla çalışıp gerekeni yapması bu özelliklerin en başta gelenidir. İmam Humeyni'nin şaha ve Amerika'ya karşı verdiği mücadele sürecinde takındığı siyasi tavır, yaptığı tüm konuşma, eylem ve yayınladığı tüm yazı, mesaj, bildiri ve eserleri incelenir ve bütün bunlar, diğer ulema, siyasi grup ve hiziplerin tavır ve tutum süreçleriyle kıyaslanacak olursa İmam'ın damasına ne kadar bağlı ve kararlı olduğu, hareketini sürdürme azminin nerelere kadar varabildiği kolaylıkla görülecektir. Mevcut belge ve tarihi dökmanların da açıkça ortaya koyduğu üzere İmam'ın kıyamını başlattığı H.Ş. 1340-1342'li yıllarda dînî ve siyasî birçok şahıs ve gruplar sahnede boy göstermiş, hatta bunlardan kimi, bazen en sert tavırları bile koymaktan çekinmemiş, ama şah rejiminin ilk saldırısı karşısında ne yazık ki hemen geri adım atmış, hatta bunlardan kimi; islam inkılabı kıyamının yeniden doruğa ulaştığı H.Ş. 1357'ye (1979) kadar süren uzun bir inziva sürecine girip kendi köşesine çekilmiş; kimi de İmam'ın çizgisinden süratle uzaklaşarak Amerika'nın İran'daki müdaheleci ve sömürücü politikalarına karşı çıkıp şah rejimi ve saltanat düzeninin temeline karşı mücadele vereceği yerde ecnebilerin ülke içindeki tasallut ve egemenliğine yardım eden birer faktör olarak anayoldan arayollara sapıp "serbest seçim!" ve "şahlık anayasası uygulanmalıdır!" şeklindeki sloganlardan medet ummuşlardı!..

              İran'ın o günkü şartlarında bu tür sloganlar vermenin, halkı asıl mücadele çizgisinden saptırarak heyecan sellerini ilgisiz yataklara taşımaktan başka işe yaramadığını, İran çağdaş tarihine vakıf herkes bilir; nitekim şahın gizli emniyeti Savak'ın bu tür akımlara destek vermesinin nedeni de budur! Bu uzun ve zorlu süreçte, kıyamın başından beri çizgi ve gayesinden sapmayarak yolunu sürdüren ve inzivaya çekilme, uzlaşma veya başka tavırlara girme yolunda pekalâ bahane teşkil edebilecek nice çetin dönemeçlerden geçtiği halde bir lâhza olsun sapmadan ve duraklamadan aynı azim ve kararlılıkla hedefe doğru ilerlemeye devam eden tek kişi İmam ve tek grup da ona bağlı müminler olmuştur; bu nadide grubun ilk hedefiyle son hedefi aynı olmuş, bu hedef uğruna hiçbir fedakarlık ve serdengeçtilikten kaçınmamıştır. Güncel şartların sosyal ve siyasi gereklerini aşan bir hakikat ve gayeye inanmaksızın böyle bir azim, irade, yılmazlık ve kararlıklık sergileyebilmek elbette ki mümkün değildir.




              Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
              Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

              Yorum


                #22
                Ynt: Uyanış Destanı...


                1963'e musadıf H.Ş. 1342 yılına geleneksel Nevruz sbayramı kutlamalarının protesto edilmesiyle girilmiş ve Feyziye Medresesi mazlumlarının kanlarıyla bu yılın regi şehadet rengine boyanmıştı. Şah, Amerika'nın istedeği reform ve değişikliklerin gerçekleştirilmesi yolundaki ısrarlarını sürdürürken, İmam Humeyni halkın bilincini artırmaya çalışmakta ve Amerika'nın müdaheleleriyle şahın ihanet ve caniliklerinden toplumu haberdar edip kıyama girişmesini sağlamaktaydı.

                H.Ş. 1342 Ferverdin ayının 14'ünde (1963 baharı) Ayetullah'il uzmâ Hekîm hazretleri Necef'ten İran ulemasına çektiği telgraflarda İran'daki bütün müçtehid ve alimlerden, topluca ülkeyi terkedip Necef'e hicret etmeleri teklifinde bulundu. Bu teklif, islam ulemasının can güvenliğini sağlamalı ve medreselerin varlığını koruyabilmek için yapılıyordu. Necef ve Kerbelâ ulemasıyla Ayetullah Hekim'in; İran ulemasının kıyamından yana tavır koyarak onları açıkça desteklemesi şahı çileden çıkarmaya yetmişti. İran ulemasını yıldırmak ve Ayetullah Hekim'in telgraflarına cevap verilmesini engellemek isteyen şah çok sayıda asker ve güvenlik görevlisini derhal Kum'a gönderecek, diğer taraftan Kum'daki müçtehidlere tehditkar mesajını iletmek üzere bir heyet görevlendirecekti. Ne var ki İmam Humeyni -ks- bu heyetle görüşmeyi reddetmiş ve heyet görevlilerini kabul etmemişti. İmam, bu olaydan kısa bir süre sonra H.Ş. 12-2.1342 tarihli bir konuşmasında bütün perdeleri korkusuzca aralayacak ve açıkça şahı kastederken "herif" tabirini kullanıp şöyle diyecekti: "Herif tutmuş polis teşkilatının reisini gönderiyor, bu habis devletin emniyet reisini gönderiyor beyefendilerin evlerine!.. Ben kendilerini kabul etmedim tabi; ama keşke kabul etseydim o gün, kabul edip de ağızlarına yapıştırıverseydim keşke!.. Beyefendilerin evlerine gönderiyor bunları... !"Falan konuda gıkınızı çıkarırsanız..." diye... "Şehinşah hazretleri buyurdular ki, gıkınızı çıkarırsanız evinizi başınıza yıkar, canınızı alır, namuslarınızı da kirletiriz!" diye!..


                İmam Humeyni -ks- şahın tehditlerine zerrece aldırmayarak Ayetullah'il uzmâ Hekim'in telgrafına gönderdiği cevapta mevcut şartlar altında ulemanın topluca hicret edip Kum medresesinin boş bırakılmasını uygun görmediğini vurgulayacak ve şöyle diyecekti: "..Biz Allah'ın üzerimize farz kıldığı vazifeyi yerine getirecek ve şu iki hasene -iyilik-den birine nail olacağız inşaallah: Ya hainlerin Kur'an-ı Kerim'e ve islama uzanan ellerini kıracağız ya da şanı yüce Rabbimiz Hakk'ın civar-ı rahmetine kavuşacağız! Şüphesiz, ölüm bizim için saadet, zalimlerle birlikte yaşamaksa ancak zillettir!"(21)


                Feyziye faciasının 40. günü münasebetiyle İmam Humeyni H.Ş. 12.2.1342'de yayınladığı mesajında islam ülkeleriyle arap devletlerinin başındaki yöneticilerin gâsıp ve işgalci siyonist İsrail'e karşı verdikleri savaşta İran milletiyle ulemasının da onlarla birlikte ve omuz omuza olduğunu vurgulayacak ve şah rejimiyle İsrail arasında imzalanan antlaşmaları geçersiz bulunduğunu hatırlatarak bu antlaşmaları kınayacaktı.(22). Böylece İmam Humeyni -ks- kıyamının daha ilk başlarında, İran'daki bu islami hareketin, tüm islam ümmetinin maslahatından ayrı düşünülemeyeceğini ve kendisinin başlattığı bu kıyamın bütün bir islam dünyasında köklü ıslahat ve düzelmeleri amaçladığını, bu nedenle de İran coğrafyasıyla sınırlandırılamayacağını bildirmiş oluyordu. Nitekim ulemaya hitaben yazdığı bir mektupta şöyle demekteydi: "İsrail tehlikesi islam ve İran için çok yakındır... İsrail'le antlaşma metni, islam ülkelerinin gözleri önünde imzalandı veya imzalanmak üzere... Bir kenara çekilip susacak olursak herşeyimizi kaybederiz. İslamın bizim üzerimizde hakkı var... İslam peygamberinin -her müslümanın üzerinde hakkı var... O gönüller sultanının çektiği bütün zahmetlerin boşa götürülme tehlikesiyle karşı karşıya bulunulduğu şu sırada islam alimleriyle bu yüce dine bağlı olanlar, bu mukaddes dine karşı vazifelerini yerine getirmelidirler. Ben, bozuk düzeni yerine oturtuncaya kadar mücadeleden vazgeçmemeye kararlıyım!"(23).



                Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                Yorum


                  #23
                  Ynt: Uyanış Destanı...


                  15 Hordad Kıyamı

                  Hicri şemsi tarihin Hordad ayına (1342) rastlayan hicri kameri Muharrem ayı gelip çatmıştı. İmam Humeyni, müslüman halkı zorba rejime karşı bilinçlendirip ayaklandırmak için bu fırsattan azami ölçüde faydalandı. Aşura günü ellerinde İmam Humeyni'nin fotoğraflarını taşıyan yüzbin kişilik bir kalabalık Tahran'da yürüyüş yapacak ve şahın ikamet mahalli olan Mermer Saray'ın önünde toplanıp Tahran'da ilk kez şaha hitaben "Diktatöre ölüm!" diye bağıracaktı. Bunu izleyen günlerde aynı gösteriler devam edecek ve büyük kalabalıklar bu kez de üniversitede, Tahran kapalıçarşısında ve İngiliz büyükelçiliği binasının önünde İmam Humeyni'nin başlattığı kıyamı desteklediklerini göstereceklerdi.

                  İmam Humeyni H.Ş. 13 Hordad 1342'ye rastlayan hk. 1383 Aşura'sının ilkindi sonrası Feyziye Medresesi'nde yaptığı tarihi konuşmasıyla meşhur "15 Hordad Kıyamı"nın lokomatifini harekete geçirecek ve bu muazzam kıyamın başlangıç imzasını atmış olacaktı. İmam'ın bu tarihi konuşmasında Pehlevi rejiminin iç yüzünü ortaya koyan ifşaatlar ağır basıyordu; Pehlevi saltanatının ülkeye getirdiği felaketler ve şahın siyonist İsrail'le gizli ilişkilerinin vurgulandığı bu çarpıcı ve fevkalâde cesur konuşmada İmam Humeyni şaha hitaben şöyle haykıracaktı: "... Sana nasihatte bulunuyorum efendi! Sayın şah efendi!... Ey şah efendi... Bu işlerden el çekmeni öğütlerim sana!.. Oyuna geliyorsun!.. Günün birinde gitmen istenirse buna herkesin şükretmesini istemem!.. Eğer dikte ettiriyor ve yazıp senin eline tutuşturarak "oku" diyorlarsa, üzerinde düşün biraz... Nasihatimi dinle... Şahla İsrail arasında ne ilişki var ki emniyet teşkilatı "İsrail'ikonuşmayın!" diyor?!.. Şah, İsrailli mi ki ?!"(24).


                  İmam'ın bu konuşması; nasıl bir iktidar delisi olduğu herkesçe bilinen ve Firavunca kibiri dillere destan olan şahın ruhuna ve beynine balyoz gibi inmiş ve hemen o gün, bu kıyamın derhal bastırılması emrini vermişti. İşe İmam'ın -ks- yakın adamlarından başlandı ve 14 Hordad akşamı birçok inkılâbî müslüman tutuklanarak geceyarısı 03 sularında (H.Ş. 1342 Hordad'ının sabah vakitlerinde) da merkezden gönderilen yüzlerce komandoyla İmam'ın evi kuşatmaya alındı ve gece -teheccüd- namazı kılmakla meşgul olan İmam -ks- seccade üzerinde tutuklanarak olağanüstü güvenlik tedbirleri içinde telaşla Tahran'a götürülüp Orduevi'nde nezarette tutulduktan sonra aynı gün gurup vaktine doğru Tahran Kasr Zindanı'na nakledildi.


                  İmam'ın -ks- tutuklandığı haberi, inanılmaz bir süratle Kum ve havalisine yayılmış ve kadınlı erkekli kalabalık gruplar çevre köylerle Kum'un uzak mahallelerinden yola çıkıp biricik rehberlerinin evine doğru yürümeye başlamıştı. "Ya Humeyni ya ölüm!" sloganıyla İmam'ın evine doğru akın eden kalabalıkların bu çarpıcı feryadı Kum'un dört bir yanından duyuluyordu. Kalabalıkların ciddi ve kararlı öfkesi karşısında polis kuvvetleri kaçıp gizlenmekten başka çare bulamamış, ancak çok sayıda ağır teçhizat ve yeni takviye birliklerinin desteğiyle tekrar barikatlar oluşturabilmişlerdi. Bunun da yetmeyeceği anlaşılacak ve çok geçmeden Kum'un havalisindeki kışlalarla garnizon ve tümenlerden gelen askeri birlikler şehrin dört bir yanını kuşatacaktı.

                  Kalabalık kitleler tekbir sesleri arasında Masume Hatun hazretlerinin -ra- türbesinden çıkarken yüzlerce makinalı tüfekten boşanan kurşunlarla ortalık bir anda kan gölüne dönüştü. Bu katliama rağmen müslüman halk dağılmamakta ısrar ediyordu; bu kıyasıya çatışma birkaç saat sürdü. Dehşete kapılan güvenlik güçleri tekrar yardım isteyince, Tahrandan havalanan savaş jestleri halkı yıldırabilmek amacıyla ses duvarını aşarak Kum kenti üzerinde alçaktan uçuşlara başladılar.


                  Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                  Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                  Yorum


                    #24
                    Ynt: Uyanış Destanı...


                    Korkunç bir katliam olmuş, kara, hava ve polis kuvvetlerinin halka ölüm kusturduğu silahlarıyla kıyam bastırılmıştı. Askeri kamyonlar dört bir yanı dolduran şehidlerin cesedleriyle yaralıları ölü-diri demeden süratle toplamış ve belirsiz yerlere götürmüşlerdi. O gün gurup vaktine doğru Kum kenti, kanlara bulanmış sokaklarıyla henüz savaştan çıkmış mazlum bir lale bahçesini andırıyordu.

                    15 Hordad sabahı, islam inkılabı rehberinin tutuklandığı haberi Tahran, Meşhed, Şiraz ve diğer şehirlere de yayıldı ve Kum'da yaşanan facianın bir benzeri de bu şehirlerde yaşandı. Veramin ve diğer çevre köylerle mahallelerin halkı haberi duyar duymaz Tahran'a akın etmeye başlamıştı. Şehrin girişlerinde barikat kuran tanklar, panzerler ve diğer zırhlılarla donanmış askeri birlikler öfkeli kalabalıkların şehir merkezine girebilmesini engelleyebilmek amacıyla Veramin kavşağında halkın üzerine ateş açarak ortalığı kan gölüne çevirdiler. Diğer taraftan Tahran kapalıçarşısıyla şehir merkezinde toplanan esnaf ve diğer ahali "Ya Humeyni ya ölüm!" sloganlarıyla şahın Mermer Saray'ına doğru yürümeye başlamıştı. Tahran'ın fakir mahallelerinden müteşekkil güney bölgesi halkı da yoğun kalabalıklar halinde aynı sloganlarla şehrin merkezine doğru ilerlemedeydi ki bunların başını, güneş Tahran'ın yiğit delikanlılarından Tayyib Hacı Rızai'yle Hacı İsmail Rızâi ve arkadaşları çekmedeydi. Bu iki yiğit insan bir süre sonra tutuklanacak H.Ş. 11 Aban 1342'de idam edilecek, yakın adamlarıyla taraftarları ise benderabbas şehrine sürülecekti.


                    Şahın her zaman en yakın adamı olarak gençlik yıllarından itibaren Pehlevi rejimine hizmet veren general Hüseyin Ferdost yazdığı hâtıratında bu kıyamın bastırılması için Amerikalı emniyet görevlileriyle siyasi uzmanların en tanınmış elemanlarından nasıl yardım alındığını ve bizzat şah başta gelmek üzere ordu kurmaylarıyla Savak ve saray memurlarının nasıl korku ve dehşete kapılarak eteklerinin tutuştuğunu ve şahla generallerinin, halkın kıyamını bastırabilmek için topçu ve tankçı birliklere nasıl çılgınca ateş emri verdiklerini detaylarıyla anlatır. O sırada saraydaki durumun vehametini anlatması açısından general Ferdost'un şu sözleri bir hayli ilginçtir:"...Şahın Özel Muhafız Alayı komutanı general Üveysi'ye "Açısından hizmetçisine varıncaya kadar, alayda eli silah tutabilecek ne kadar adam varsa, hepsini silahlandır, başka kurtuluş yolu yok!" dedim..."(24).


                    Böylece şahın polis ve askeri güçleri, ellerindeki bütün imkanları seferber edip kadın-çocuk demeden, herkesi kurşun ve top mermileri yağmuruna tutarak bu büyük kıyamı güç belâ bastırabilmiştir.

                    Şahın başbakanı esedullah Alem hatıratında o günü anlatırken, şaha hitaben şöyle yazar:"...Eğer biz gerileyecek olsaydık bu kargaşa ve başkaldırılar İran'ın dört bir yanına yayılacak ve rejimimiz rezil bir şekilde yıkılıp gidecekti. Hatta o sırada size "Ben makamımdan alaşağı edilsem bile siz bunu rejim için kullanabilir ve beni bütün bu olayların sorumlusu olarak gösterip idam ederek kendinizi kurtarabilirsiniz!" demiştim."(25).


                    Onbeş Hordad günü Tahran ve Kum'da sıkıyönetim ilan edilmesine rağmen ertesi gün ve onu izleyen diğer günlerde de geniş çaplı gösteriler devam etmiş ve bütün gösteriler çatışmalarla sonuçlanıp kanlı bir şekilde bastırılmıştı.

                    H.Ş. 1342'nin onbeş Hordad'ı (5 Haziran 1963) İran halkının islam inkılabının başlangıcıdır. İmam Humeyni 19 gün Kasr zindanında tutuklu kaldıktan sonra İşretâbâd askeri garnizon hapishanesine aktarıldı.





                    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                    Yorum


                      #25
                      Ynt: Uyanış Destanı...


                      15 Hordad kıyamından iki gün sonra şah, bu kıyamı bir "başıbozukluk, anarşi ve vahşice girişim" olarak niteleyecek ve "kara yobazlarla kızıl yobazların elbirliği" şeklindeki tanımlamalarla meseleyi yurtdışından kaynaklanıyormuş gibi göstermeye çalışarak dönemin Mısır cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır'a maletme yoluna gidecekti.

                      Şahın bu iddialarının ne kadar asılsız ve kof olduğunu bilmeyen yoktu artık İran'da.

                      Nitekim şahın bu iddialarının tam tersine, onbeş Hordad kıyamında solcularla komunistler bir kez olsun halkın saflarına katılmamış, hatta Tudeh Partisi'yle, İran'daki diğer komunist ve solcu örgütlerle gruplar o günlerde Moskoca radyosunun ağzıyla diğer komunist yayınların papağanlığını yaparak 15 Hordad kıyamını onların ağzıyla tarif etmişti. Nitekim Sovyet komunist Parsiti 15 Hordad kıyamı için "şahın ilerici (!) reform hareketlerine karşı gerçekleştirilen kör ve gerici bir hareket" tabirini kullanacaktı(26).

                      Şahın bu kıyamı Mısır'a atfedip kökü dışardaymışçasına gösterme çabaları da, savak teşkilatının bütün hile ve komplolarına rağmen sonuç vermedi ve şah bu çirkin yalana kimseyi inandıramadı. On beş Hordad kıyamı bu tür lekeler yapıştırılamayacak kadar bariz ve net, bu tür komplolarla saptırılamayacak kadar güçlü ve etkindi.


                      15 Hordad 1342'de kıyamın rehberi olan imam'ın tutuklanması ve halkın kanlı bir şekilde dağıtılmasıyla kıyam zahiren bastırılmış ve halk sindirilmiş gibi görünüyordu.

                      İmam Humeyni sorgulamalarında kimseye cevap vermiyor, ve görülmemiş bir yiğitlik ve cesaret örneği sergileyerek İran'daki yönetici kadroyla yargı makamlarını resmiyete tanımadığını, meşru olarak görmediğini söylüyordu.

                      İmam Humeyni -ks- İşretabad kışlası hapishanesindeki tek kişilik hücresinde de vaktini azami şekilde değerlendirmeye özen göstermekte, bu hücrede çağdaş tarih kitaplarıyla, İran'da Meşrutiyet tarihi üzerine basılı eserleri mütalaa etmekteydi ki bu arada Cevahir La'il-i Nehru'nun bir eserini de mütalaa fırsatı bulabilmişti.


                      İmam Humeyni tutuklandıktan sonra İran ulema ve halkı tarafından bütün ülke çapında çeşitli protesto eylemlerine girişildi, göstericiler, İmam'ın derhal serbest bırakılmasını istiyorlardı. Bu arada ülkenin tanınmış alimlerinden bir grup, böyle bir protesto amacıyla Tahran'a hicret etti. İnkılabın rehberine suikast yapılabileceği endişesi müslüman halkı galeyana getirmekteydi. Tahran'a hicret eden protestocu muhacir alimlerin bir kısmı Savak'ın saldırısına uğrayarak tutuklanıp bir süre hapse atıldı. Onbeş Hordad hadisesini Amerika'ya verilen sözler ve rejimin prestiji açısından çok olumsuz bir gelişme olarak değerlendiren şah, iplerin henüz kendi kontrolönde olduğuna dair efendilerini ikna edip yatıştırabilmek için bu kıyamı önemsiz ve küçük bir vak'a gibi gösterebilme telaşındaydı. Ne var ki İmam'ın tutuklanmasına karşı çıkan halkın öfkesi her geçen artmada, şah yeni bir fırtına korkusunu iliklerine kadar hissetmedeydi. Bu nedenledir ki rejim H.Ş. 11 Mordad 1342'de İmam'ı askeri hapishaneden çıkararak Davudiye mahallesinde tamamen emniyet güçlerinin kontrol ve gözetimi altında bulunan bir evde gözaltında tutmak zorunda kaldı.



                      Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                      Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                      Yorum


                        #26
                        Ynt: Uyanış Destanı...


                        İmam'ın -ks- Davudiye mahallesine aktarıldığını duan Tahran ahalisi bu mahalleye doğru akın etmeye başlamıştı. Birkaç saat geçmesine rağmen giderek artan izdiham ve heyecan karşısında telaşa kapılan rejim, halk, zorla dağıtarak evi güvenlik güçleri tarafından alenen ablukaya almak zorunda kaldı. 11 Mordad akşamı şah rejiminin gazete ve dergileri, yüksek ulema taklid mercii müçtehidlerle devlet yetkililerinin prensip anlaşmasına vardığı yolunda yalan bir haber yayınladılar. Çok sıkı bir denetim ve gözaltında bulunan İmam'ın bu haberi öğrenmesi ve dolaysıyle de tekzipte bulunması mümkün değildi. Ama diğer ulema bu vazifeyi yerine getirecek ve yayınladıkları bildirilerle bu çirkin haberi derhal tekzib edeceklerdi. Bu bildiriler arasında en sert, en etkili ve en ifşa edici olanı Ayetullah'il uzmâ Maraşî Necefî -ra- ninkiydi. Bu hadise üzerine İmam Humeyni çok sıkı güvenlik önlemleri altında Davudiye'den alınarak Kaytariye'deki bir eve aktarılacak ve serbest bırakılıp Kum'daki evine döneceği H.Ş. 18. Ferverdin 1343'e kadar da burada tutuklu olarak alıkonulacaktı.

                        Onbeş Hordad kıyamının çok kanlı bir şekilde bastırılması ve kıyam liderinin tutuklanmasıyla birlikte halka gereken gözdağının verildiği ve İmam'ın taraftarlarının artık iyice sindirilmiş olduğu kanaatine varan rejim H.Ş. 1343 yılına girilirken yeni bir projeyi uygulamaya koymakta ve geçen yıl yaşanan olayların adetâ unutulup gittiği şeklinde bir atmosfer yaratmaya çalışmaktaydı. Binaenaleyh H.Ş. 1343 Ferverdin'inin 18. gününün akşamı İmam Humeyni serbest bırakılarak hiçbir ön bildirimde bulunmaksızın Kum'daki evine bırakıldı. Haber inanılmaz bir süratle Kum'da yayılmış ve bütün bir şehir bayram havasına bürünmüştü. Feyziye Medresesi'nden başlayan kutlama ve şenlikler 3 gün sürdü. İmam serbest bırakılışının 3. günü yaptığı inkılâb 18. gününün akşamı İmam Humeyni serbest bırakılarak hiçbir ön bildirimde bulunmaksızın Kum'daki evine bırakıldı. Haber inanılmaz bir süratle Kum'da yayılmış ve bütün bir şehir bayram havasına bürünmüştü. Feyziye Medresesi'nden başlayan kutlama ve şenlikler 3 gün sürdü. İmam serbest bırakılışının 3. günü yaptığı inkılâbî bir konuşmayla rejimin zihinlerde yaratmaya çalıştığı yanlış intibaları bir kalemde silip atacak ve Pehlevi rejiminin bütün oyunlarını alt üst ederek şöyle diyecekti: "Bugün kutlanmada bulunmanın anlamı yoktur. Bu millet yaşadığı sürece 15 Hordad faciasının kederini taşımaya devam edecektir!"


                        İslam inkılabının rehberi, bu çarpıcı konuşmasında 15 Hordad kıyamının boyut ve niteliklerini sıralamakta ve kendisinin rejimle uzlaştığına dair gazetelerde yayınlanan yalan ve iftiraları ifşa ederek şöyle haykırmaktaydı:"...Başmakalede ulemayla uzlaşmaya varıldığı ve şahla halkın Ak Devrimler'ini ulemanın kabul ettiğini yazmışlar... Hangi Ak Devrim? Hangi halk?!... Humeyni'yi darağacına çekseler de uzlaşmayacak onlarla! Süngü zoruyla reform yapılamaz!"(27).

                        Ulema ve taklid merci müçtehidler arasında ihtilaflar yaratmak suretiyle inkılabi ve mücadeleci elemanları medreselerden uzaklaştırmak; İmam Humeyni'yi serbest bıraktıktan sonra şahın Savak teşkilatının izlediği ana stratejilerden biri olmuştu. Bu komplonun farkına varan İmam -ks- H.Ş. 26 Ferverdin 1343'te Kum'un Mescid'i A'zam'ında yaptığı tarihi konuşmasında "... Biri bana karşı terbiyesizlikte bulunup hakaret edecek olursa, bana tokat atacak olursa, benim evladımı tokatlayacak olursa Yüce Allah'a yemin ederim ki birilerinin kalkıp da ona karşı müdafaa etmesine razı değil gönlüm, ben razı değilim buna... Bazılarının cahillikten veya kasıtlı olarak şu topluluğun arasına ayrılık ve bozgunculuk sokmaya çalıştığını biliyorum. Şurada oturan şu bendeniz bütün taklid merciilerinin elini öperim; buradaki bütün taklid merciilerinin, Necef'teki, diğer beldelerdeki, Meşhed ve Tahran'daki, nerede bulunursa bulunsun, dünyadaki bütün islam alimlerinin elini öperim... Gayemiz böyle şeyleri aşacak kadar büyüktür bizim... Bütün müslüman milletlere kardeşçelik elimi uzatıyorum ben; dünyanın doğusundan batısına bütün müslümanlara elimi kardeşçe uzatıyorum"...(28).




                        Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                        Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                        Yorum


                          #27
                          Ynt: Uyanış Destanı...


                          İmam Humeyni -ks- bu konuşmasında da şahla İsrail arasındaki gizli anlaşma ve ilişkileri ifşa etmekte ve şöyle haykırmaktaydı:"...Ey ahali! Ey bütün dünya! Biliniz ki bizim halkımız, İsrail'le antlaşma yapılmasına karşıdır! Bize; islam düşmanıyla antlaşmada bulunmamamızı söyleyen milletimiz değil, ulemamız değil, bizzat dinimizdir, dinimiz böyle emretmektedir bize!"

                          İmam bu konuşmasında şahtan bahsederken "herif" tabirini kullanacak ve şöyle diyecekti:"...Yanılıyorsunuz; Humeyni bile sizinle uzlaşsa, müslüman halk uzlaşmayacaktır sizinle! Yanılıyorsunuz; biz siperimizi değişmedik, yine aynı siperdeyiz. İslama karşı olduğu halde onayınızdan geçmiş bulunan bütün antlaşma ve kararnamelere karşıyız. Bütün zorbalıklara karşıyız... Aziz milletimiz, İsrail'den ve ona uşaklık edenlerden şiddetle nefret etmektedir; İsrail'le uzlaşan devlet ve hükumetlerden nefret etmektedir!"


                          15 Hordad kıyamının ilk yıldönümü, miladi tarihle 1964'e rastlayan H.Ş. 1343'te İmam Humeyni'yle diğer taklid mercii Müçtehidlerin müştereken yayınladığı bir bildiriyle anıldı; yine her medrese ayrıca yayınladığı bildirilerle bu anma törenlerine katılmış oldu ve 15 Hordad günü tüm ülkede "genel yas günü" ilan edildi(29). H.Ş. 1343'ün Tir ayında büyük mücahid Ayetullah Talagani'yle, İran Hürriyet Hareketi (Nehzet-i Azadi-ye İran) liderlerinden mühendis Mehdi bazergan Bey 15 Hordad kıyamını desteklemiş oldukları gerekçesiyle tutuklanarak şah rejiminin askeri mahkemelerinde yargılandıktan sonra uzun yıllar sürecek bir hapis hayatına mahkum edildiler. İmam Humeyni -ks- bu sırada bir bildiri yayınlayarak" -onları mahkum etmek için- haklarında karar verenler kendilerini çetin bir geleceğin beklediğini bilmelidirler!" cümlesiyle yetkilileri tehditkâr bir dille uyardı(30). Aynı şekilde İmam -ks- hareketin adım adım hedefe ulaşmasını sağlamak amacıyla İran'ın dört bir yanındaki alimlerin -kendi bölgelerinde- düzenli bir şekilde her hafta biraraya gelip toplantı yaparak halkın kıyamını yönlendirip idare etmesini önerdi.




                          Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                          Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                          Yorum


                            #28
                            Ynt: Uyanış Destanı...


                            Kapitülasyonların Yeniden Gündeme Getirilmesi Karşısında İmam'ın -ks- Tekrar Kıyam Etmesi ve Türkiye'ye Sürgün

                            Olaylar bu cihette cereyan ederken, kanlı katliamlar, baskılar, tutuklama ve zindanlarla halkı yıldırdığını ve asıl maniaları ortadan kaldırabildiğini zanneden şah, her zamanki mağrur haliyle ve gerçekte Amerika'nın sürekli baskıları karşısında, Beyaz Saray'dan kendisine dikte ettirilen reformları uygulama safhasına koymakta ısrarlıydı. Orduyla rejimin üst düzey yetkilileri, ekonomi ve diğer yapılanmalar sahasında gerçekleşmesi düşünülen bu reformlar neye mal olursa olsun Amerika'nın çok yönlü nüfuz ve baskılarıyla ve yine bizzat Amerikalı yetkililerin denetim ve kontrolü altında yaptırılacaktı. Bu nedenle Amerikalıların İran'da tam dokunulmazlık ve tam yetkilerle donanmasını engelleyen hukuki ve kanuni yapının yeniden düzenlenmesi ve onların güvenliklerinin garanti altına alınması bu işin en önemli şartıydı. Binaenaleyh İran'da bulunan bütün Amerikalıların tam bir diplomatik dokunulmazlık taşımalarını sağlama yönünde çalışmalar iredilikle başlatıldı ki buna "kapitülasyon sistemi" adı verilmişti. Kukla senatoyla şûrâ meclislerinin bu kapitulasyon yasa tasarısını onaylaması, İran'ın zaten bir pamuk ipliğine asılı bulunan bağımsızlığının artık tamamen ortadan kaldırılması anlamına geliyordu.


                            Rejime karşı çıkan inkılabi insanların sesinin acımasız yöntemlerle bastırılması, hapis, işkence, sürgün ve şahın halkın ensesine tam bir polis rejimi oturtmuş olması kimsede eleştiri ve itiraz cüreti bırakmamıştı. Bu büyük ihanete de yine İmam Humeyni'den başka başkaldıran olmadı; kendisini bekleyen bütün tehlikeleri bile bile tağutun ihanetini ifşa eden İmam -ks- inanılması güç bir fedakarlık ve yiğitlik örneği daha sergileyecek ve herşeyini yitirme pahasına da olsa dinini ve ülkesinin bağımsızlığını savunabilmek için kez daha kıyam edecekti. H.Ş. Aban ayının 4. günü şahın doğum günüydü; bu gün her yıl astronomik harcamalarla kutlanır, göstermelik kalabalıklarla, halkın şahı güya nekadar çok sevdiği (!) telkin edilmeye çalışılırdı. İmam Humeyni -ks- şahın ihanetlerini ifşa edip kıyamını başlatmak için bu tarihi seçmişti. İmam, çeşitli bölgelerdeki ulemaya mektuplar ve haberciler göndererek açıkça kıyama girişeceğini bildirdi. Durumu öğrenen şah, İmam'ı tehdit etmek ve o gün sözkonusu mevzulardan konuşma yapmaktan kendisini vazgeçirebilmek amacıyla özel temsilcisini Kum'a gönderdi. İmam -ks- şahın temsilcisini kabul etmeyecek, bu nedenle de şahın özel mesajı, İmam'ın büyük oğlu Ayetullah Hacı Seyyid Mustafa'ya -ra- iblağ edilecekti.

                            İmam Humeyni -ks- tehditlere aldırmayarak önceden açıklamış olduğu gün minbere çıktı ve kendisini dinlemek üzere toplanan çok sayıda ulemayla diğer şehirlerden gelenlere ve Kum ahalisine karşı fevkalade çarpıcı bir hitabede bulundu; İmam'ın en kalıcı konuşmalarından biri olarak tarihe geçecek olan bu muazzam ve cesur hitabe, Amerikalı yöneticilerin İran'ın içişlerine karışmasını yargılayan ve bir islam ülkesi olan İran'da şahın işlediği ihanetleri işfa eden korkusuz bir mahkeme olmuştu. İmam, herkesi şaşkına uğratan soğukkanlı bir kararlılık ve pervasızlıkla konuşmasına şöyle başlıyordu: "İzzet ve onurumuz çiğnendi... İran'ın azamet ve büyüklüğü yok edildi. İran ordusunun izzet ve onuru ayaklar altına alındı. Meclise bir kanun götürdüler, o kanunla biz Viyana antlaşmasına katılmış oluyoruz... Bu kanun gereğince İran'daki Amerikalı askerî müsteşarlara aileleriyle, teknik memurlarıyla, idari memurlarıyla, müstahdem ve hizmetçileriyle birlikte dokunulmazlık getirilmiş oluyor; İran'da hangi cinayeti işlerlerse işlesinler, bunlara kimse dokunamayacak!! Beyler, bu tehlikedir, uyarıyorum ben! Ey İran ordusu, bu tehlikedir, uyarıyorum ben!...

                            Ey İran'ın siyasileri bu tehlikedir, uyarıyorum ben!... Bu durumda haykırmayan vallahi günah işlemiş olur! Var gücüyle haykırmayan vallahi büyük günah işlemiş olur! Ey islam büyükleri, ey baştakiler, islamın feryadına yetişin! Ey Necef uleması, islamın feryadına yetişin! Ey Kum uleması, yetişin islamın feryadına!..."




                            Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                            Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                            Yorum


                              #29
                              Ynt: Uyanış Destanı...


                              Rahmetli İmam -ks- yine bu konuşmasında şu meşhur sözleri haykırıyordu: "Amerika İngiltere'den beter, İngiltere Amerikadan!... Sovyetler ikisinden de beter; biri diğerinden kötü kısacası!... her biri diğerinden daha aşağılık! Ama bugün bizim işimiz bu habislerle, yani Amerikalılarla!.. Amerika cumhurbaşkanı şunu bilsin ki kendisi, bizim halkımızın nazarında dünyanın en aşağılık insanıdır! Başımıza gelenlerin tamamı şu Amerika'dan gelmektedir, başımıza ne geliyorsa hep şu İsrail'den gelmektedir! İsrail de Amerika'dandır zaten!

                              İmam Humeyni -ks- bu çarpıcı konuşmayı yaptığı gün -H.Ş. 4 Aban 1343- yayınladığı inkılâbi bir bildiride şöyle diyordu: "Dünya şunu bilsin ki İran ve diğer müslüman milletler ne çekiyorsa hep ecnebilerin elinden çekmektedir. Amerika'dan çekmektedir. Müslüman milletler, başka Amerika gelmek üzere, ecnebilerden nefret etmektedir! İsrail ve yandaşlarını destekleyen, Amerika'dır. Müslüman arapları evinden barkından, yerinden yurdundan edip avare hale getirmesi için İsrail'e güç veren, Amerika'dır."(32).

                              Kapitulasyonla ilgili yasa tasarısının kabul edildiğini İmam'ın ifşa etmesi, İran'ı H.Ş. 1343 Aban'ında yeni bir kıyam ve başkaldırının eşiğine getirdi. Ne var ki rejim bir yıl önce 15 Hordad'da bu olayı yaşamış olmanın verdiği tecrübeyle bu kez çok çabuk harekete geçip tedbir almıştı. Diğer taraftan, İmam'ın kıyamını destekleyen tanınmış dinî ve siyasi çehrelerin çoğu bu yıl şalın zindanlarında veya sürgündeydiler. Bazı büyük ulema ve taklid mercii müçtehidler de 15 Hordad kıyamının başlarında harekete katılmış olmalarına rağmen zamanla tedricen -şu veya bu sebeple- maslahatçı bir tavır takınmayı yeğleyerek mücadele sahnesinden çekilmiş ve islam inkılabı kesin zafere ulaşıncaya (1357/1979) kadar da bu münzevî tavırlarını sürdürmüşlerdi. Diğer taraftan, inkılaptan sonra ele geçen belgelein de açıkça ortuya koyduğu üzere o günlerde (H.Ş. 1343 Aban'ında) Şeriatmedari gibi bazı dinadamları, belli halk kesimleri üzerindeki etki ve nüfuzlarını olumsuz yönde kullanarak taraftarlarının İmam'ın kıyam çağrısına uymamasını ve İmam'ın çağrıları karşısında sessiz kalmalarını sağlamaya çalışıyorlardı. Şah rejimi için büyük tehlike İmam Humeyni'ydi; zira rejim elinden gelen her yola her komploya başvurmuş, ama İmam Humeyni'yi bir türlü yıldıramamış, onu susturamamıştı. İmam Humeyni -ks- şimdi bütün İran müslümanları tarafından tanınan ve en çok sevilen rehber ve birçok müslümanın da taklid mercii olan ileri bir müçtehiddi.

                              İmam'ı İran dahilinde tutuklayıp hapsetmenin, problemleri kat kat artırdığını daha önceden tecrübeyle tatmış olan şah rejimi, İmam'a bir suikast tertipleyip onu terör etmenin de, kontrolü imkansız bir genel ayaklanmaya yol açabileceği kanaatine varmıştı. Bu durumda şah rejimi için tek yol kalıyordu: İmam'ı İran dışına sürmek!


                              Böylece H.Ş. 13 Aban 1343 günü geceyarısından sonra, Tahran'dan gönderilen özel komandolar bir kez daha İmam'ın Kum'daki evini kuşattılar. Bu gizli kuşatmada ilginç bir takdir-i ilahi vuku bulacak ve tıpkı bir yıl önce olduğu gibi, ansızın içeriye giren memurlar İmam'ı gece -teheccüd- ibadetiyle meşgul olduğu bir sırada tutuklayacaklardı. İmam hemen tutuklanacak ve hiç vakit geçirilmeden tam bir gizlilik içinde Tahran Mehrabad havaalanına götürülecek önceden hazırlanmış askeri bir jetle özel askerî ve diğer güvenlik görevlilerinin sıkı kontrolü altında Ankara'ya götürülecekti.

                              Ertesi günün akşam gazeteleri, Savak'tan aldıkları emirle "İmam'ın, ülkenin güvenliğine karşı eyleme girişme suçu"yla (!) sürgün edildiği haberini yayınlamışlardı. O günlerde İran'da estirilen hafakan ortamına rağmen bütün ülkede protesto ve itirazlar başladı; Tahran kapalıçarşı esnafı yürüyüş düzenleyerek olayı protesto etti, dînî ilmiye medreselerinde uzun bir süre ders yapılmadı, beynelmilel kuruluşlarla teşkilatlar ve taklid mercilerine binlerce imzalı mektuplar ve protesto yazıları gönderildi.



                              Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                              Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                              Yorum


                                #30
                                Ynt: Uyanış Destanı...


                                İmam'ın sürgüne gönderildiği gün Ayetullah Mustafa Humeyni de tutuklanarak hapsedildi ve H.Ş. 13 Dey 1343'te o da Türkiye'ye, babasının yanına sürüldü. İmam'ın -ks- Türkiye'deki sürgün dönemi çok zor şartlar ve kırıcı baskılarla geçti; Türkiye'de İmam'ın -ks- âlim elbisesi giymesine bile izin verilmemiş, islam dünyasının yüzakı olan bu nadide alimin hz. Resulullah'ın -sav- sünnetine uygun elbiseleri zorla üzerinden çıkarılmıştı. Ne var ki bu psikolojik ve fizikî baskıların hiçbiri İmam'ı uzlaşmaya zorlayamadı.

                                Ankara'da İmam'ın -ks- ilk ikamet ettirildiği yer Ankara Bulvar Palas Oteli'ydi, İmam -ks- bu otelin 4. katında 514 numaralı odaya yerleştirildi. Ertesi gün, olayın gizliliğini koruyabilmek ve İmam'ın -ks- ikamet mahalliyle ilgili bütün izleri silebilmek için İmam'ı buradan alarak Atatürk caddesindeki bir mahalle götürdüler. Birkaç gün sonra (21 Aban 1343) güvenlik tedbirlerini iyice pekiştirebilmek ve muhtemel her nevi irtibatın önünü kesebilmek amacıyla İmam'ı buradan da alarak Ankara'nın 46 km. batısındaki Bursa'ya götürdüler. Bu süre zarfında İmam'ın -ks- herhangi bir siyasi girişimde bulunma imkanı tamamen sıfırlanmış ve İran'dan gönderilen özel memurlarla Türkiyeli memurlar tarafından geceli gündüzlü kontrol ve gözetime tabi tutulmuştur.

                                İmam'ın Türkiye sürgünü 11 ay sürdü ve şah rejimi bu süre zarfında İran'daki mukavemetin geri kalan kısmını şiddet kullanarak bastırıp iyice sindirdi ve İmam'ın İran'da bulunmayışından faydalanarak Amerika'nın istediği reformları süratle uygulama safhasına geçirdi. Bu arada rejim, ulemaya halkın yoğun baskıları sonucu, ulema tarafından seçilen bazi temsilcilerin, İmam'ın sağlık ve güvenlik durumundan yakından haberdar olmaları için onları İmam'ın yanına göndermek zorunda kalmış ve birkaç kez yakın mülakata izin verilmişti. Bu arada İmam -ks- yakınlarına ve medrese ulemasına yazdığı bazı mektuplarda dua ve temenni kalıplarında işare ve imâ yoluyla, direnmeye devam ettiğini, hareketin sürdürülmesi gerektiğini anlatabilmeyi başarmış ve kendisine bazı dua kitaplarıyla fıkhî eserler gönderilmesini istemişti.

                                Türkiye'deki sürgün ayları, İmam'a -ks- değerli eseri "Tahrir'ul Vesile"yi kaleme alma fırsatı kazandırdı. İmam Humeyni'nin fıkhî fetvalarını içeren bu eser cihad, savunma, emr-i bil maruf nehy-i an'il münker (iyiliği emredip kötülükten menetmek) ve günün meseleleri gibi genellikle unutulmaya yüztutan konularda islam fıkhının hükümlerini açıklayan ilk çağdaş kitap olma özelliğini taşıyordu. Bu arada, daha önce de değindiğimiz gibi; İmam'ın fıkıh ve usulle ilgili içtihâd ve görüşleri, Ayetullah Brucerdi'nin rıhletinden yıllar önce bizzat İmam tarafından çeşitli eserlerinde kaleme alınmış bulunuyordu ki, İmam'ın eserleriyle ilgili bahsimizde bunlara genişçe yer vermey çalışacağız inşaallah.



                                Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                                Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X