Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Uyanış Destanı...

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #31
    Ynt: Uyanış Destanı...


    İmam'ın -ks- Türkiye'den Irak'a Sürgünü

    H.Ş. 13 Mehr 1344 günü İmam Humeyni -ks- büyük oğlu Ayetullah Hacı Mustafa'yla birlikte ikinci sürgün beldesine, yani Irak'a götürüldü. İmam'ın -ks- niçin Türkiye'den Irak'a götürüldüğü sorusu uzunca cevapları gerektirse de bunları şu başlıklar altında toplayabilmek mümkündür: İran içinde ve dışındaki medrese ve diğer dini çevrelerin mükerrer baskısı, yurtdışında okuyan İranlı müslüman öğrencilerin, İmam'ın serbest bırakılması yolundaki yoğun çabalarıyla gösteri ve protesto eylemleri, Amerika'nın daha fazla güven ve desteğini kazanmak isteyen şahın İran'da kendisinin duruma hakim bulunduğunu ve memleketin güllük gülistanlık olduğunu göstermek istemesi, Türkiye devletinin güvenlik ve psikolojik sorunları, Türkiye'deki dinî çevrelerden gelen baskıların giderek artması ve bütün bunlardan daha önemlisi: O günlerde Necef medreselerine egemen olan sükut ce anti-Politik ortamla Bağdad rejiminin özel durumunun İmam'ı siyasi faliyette bulunmaktan alıkoyacağını zanneden şahın yanlış hesapları.


    İmam Humeyni'nin -ks- Bağdad'a indikten sonra ilk işi bu beldede bulunan Ehl-i Beyt imamlarına -s- ait türbe ve mekanları ziyaret etmek oldu; böylece Kâzımeyn, Sâmıra ve Kerbelâ şehirlerine bir haftalık bir ziyaretten sonra İmam, Necef'te kalacağı sürgün mahalline döndü. Gittiği bu şehirlerde ulema, din öğrencileri ve halk tarafından çok yakın bir ilgiyle karşılanması, İmam'ın 15 Hordad kıyamının mesajının İran sınırlarını çoktan aşıp dünya müslümanlarının kulağına vardığın ve İmam'ın bu diyarlardaki müslümanların gönlünde yer etmiş olduğunu göstermeye yetiyordu.


    Dönemin Irak cumhurbaşkanı Abdusselam Arif'in özel temsilcisiyle İmam Humeyni -ks- arasındaki kısa görüşme ve İmam'ın radyo televizyonlarla röportajda bulunma teklifini kesinlikle reddettiğini açıklaması; İmam'ın, başlattığı bu ilahi hareket ve kıyamı Bağdad rejimiyle Tahran rejimi arasında bir barış unsuruna indirgeyecek kadar basit ve uzlaşmacı bir lider olmadığını daha ilk günlerde Bağdad rejimine de ispatlamıştı. Bu yılmaz yöntem, İmam'ın Irak'ta sürgünde bulunduğu süre'ce hiç değişmedi. İmam'ı dünyanın tanınmış diğer inkılâbî ve siyasi çehrelerinden oldukça farklı ve üstün kılan bir diğer özelliği de buydu; birçok politikacının tam tersine o; en zor dönemler ve en çetin şartlarda dahi; nice kimseler için gayet normal karşılanan siyasi pazarlıklara asla girmemiş ve inandığı davanın kural ve prensiplerini asla pazarlık konusu etmemiştir. Oysa bugün herkes bunu bilmektedir ki İmam; Irak'la İran rejimleri arasında o günlerde vuku bulan sert sürtüşmelerden birinde Irak rejimine zerrece olsun yeşil ışık yakmış olsaydı Iraklılar, şaha karşı mücadelesini genişletebilmesi için İmam'ın istediği bütün imkanları seferber edecek ve onu sonuna kadar destekleyeceklerdi. Halbuki İmam -ks- böyle yapmamakla kalmadığı gibi; sözkonusu sürtüşme dönemlerinde her iki tarafla da mücadele etti ve hatta birkaç kez Irak rejimiyle karşı karşıya gelerek bu rejime karşı kıyama girişmenin eşiğine kadar geldi. İmam'ın -ks- nadide basireti ve fevkalade eğitimli kişiliği olmasaydı hiç şüphesiz İran'da daha önceki siyasi parti, hareket, kıyam ve grupların düştüğü hataya islam inkılabı da düşecek ve öncekiler gibi o da bağımlılık ve nihayet yenilginin acı akıbetinden kurtulamayacaktı.

    İmam Humeyni'nin Necef'te 13 yıl süren sürgün hayatı boyunca çektiği sıkıntılar ve gösterdiği tahammül, İran ve Türkiye'dekinden çok daha fazlaydı. Her ne kadar Necef'te; görünüşte bu ülkelerdeki kadar direkt baskı ve kısıtlamalar yoktuysa da burada karşılaştığı muhalefetler, aldığı dil yaraları ve haksız eleştiriler düşman cephesinden değil, dost cephesinde görünen dinadamı kılığına bürünüp âlim elbisesi giymiş "dünyaperest"lerden geldiğinden tahammülü çok zor ve müşküldü. Nitekim sabrı ve tahammülü dillere destan olan rahmetli İmam -ks- Necef'te geçirdiği bu yılları "mücadelesinin pek zor ve pek acı dönemlerinden biri" olarak yâdeder. Ne var ki bütün bu zorluklara rağmen İmam -ks- bilinçli olarak seçmiş olduğu yoldan bir adım gerilemedi, davasından asla vazgeçmedi. Necef'teki sözkonusu ortamda mücadeleden bahsedip insanları kıyama çağırmanın hiçbir sonuç vermeyeceğini çok iyi bilen İmam -ks- şimdi burada da herşeyi baştan alacak ve tıpkı 15 Hordad'dan yıllar önce Kum'da medresede başladığı yerden başlayacaktı; yani ortamı yavaş yavaş düzeltip değiştirecek ve vereceği mesajı algılama kabiliyetine sahip yeni bir nesil yetiştirecekti. Bu nedenle İmam -ks- garazkâr unsurların bütün engelleme çabalarına rağmen H.Ş. 1344 Aban'ında Necef'in Şeyh Ensârî Camii'nde yüksek fıkıh dersleri vermeye başladı ve Irak'tan Paris'e hicrette bulunmak zorunda kalıncaya kadar da bu dersleri kesintisiz olarak sürdürdü.

    Fıkıh ve usulde kullandığı kaynakların sağlamlığı ve islami bilim dallarının tamamına tam anlamıyla vakıf olması kısa sürede İmam'ın -ks- ders mahfilinin Necef'te de yankı bulmasını sağlamış ve kimi mürtecilerin aksi yöndeki bütün çabalarına rağmen İmam'ın ders mahfili Necef'in en tanınmış ve hem nitelik, hem nicelik açısından en ileri medreselerinden birine dönüşüvermişti. İranlı, Iraklı, pakistanlı, Afganistanlı, Hintli ve diğer Fars Körfezi ülkelerine mensup müslüman öğrenciler İmam'ın derslerine katılabilmek için adeta yarışıyorlardı. Bu arada İmam'ın İran'daki öğrencileri, İran'dan topluca Necef'e hicret etmek istemiş, ama İmam'ın İran medreselerinin boşaltılmaması gerektiği yolundaki tavsiye ve direktifleri üzerine bu isteklerinden vazgeçmek zorunda kalmışlardı. Ne var ki daha ilk günlerde, İmam'ın davasına aşık müminlerin önemli bir kısmı soluğu Necef'te almış ve göz açıp kapayıncaya kadar Necef'te "İmam'ın yoluna gönül vermiş bir inkılâbî mümin grub oluşmuştu. İşte bu müslümanlar İmam'ın mücadeleyle ilgili mesajlarını o hafakan dolu yıllarda bireylere ve kitlelere ulaştırma sorumluluğunu üsleneceklerdi.



    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

    Yorum


      #32
      Ynt: Uyanış Destanı...


      İmam Humeyni -ks- Necef'e adım atar atmaz mektup ve aracılar gönderme yoluyla İran'daki inkılâbi müslümanlarla irtibata geçip bu irtibatı sürekli korumuş ve onlardan, 15 Hordad kıyamının gaye ve amaçlarını gerçekleştirilmesi yolundaki çalışmaların aralıksız sürdürülmesini istemiştir. Bu mektupların çoğunda, pek yakın bir gelecekte İran'ın büyük bir siyasi ve sosyal patlamaya şahid olacağının vurgulanması ve İran ulemasına "gelecekte toplumun idare ve yönetimi vazifesini üstlenmeye hazırlanmaları"nın önemle tavsiye edilmiş olması son derece şaşırtıcıdır. Çünkü İmam'ın gelecek konusunda böyle düşündüğü ve bu düşüncesine de, açıkça beyan edecek kadar güven duyduğu o yıllarda hiçkimse böyle bir tahminde dahi bulunamıyordu; zira görünüşte ortam "hiçbir değişiklik olmayacak şekilde" ümit kırıcıydı ve şah rejimi de her zamankinden daha güçlü bir şekilde duruma hakim olmuş, bütün direnişleri kırmayı başarmıştı.
      İmam Humeyni'nin -ks- sürgün edilip rejime muhalif tüm müslümanların en acımasız yöntemlerle sindirilmesiyle birlikte İran'ın şahın polis devletinin en karanlık dönemleri başlamış oluyordu. Savak, şahın mutlak otorite silahıydı. İş öyle bir noktaya vardırıldı ki memleketin en ücra köşelerinden birine alınacak en alt düzeydeki bir devlet memurunun bile gizli emniyet teşkilatı Savak tarafından onayı şart koşulur oldu. Bu dönem yasama, yürütme ve yargı güçlerinin bütün işlevlerini fiilen Savak'ın üstlenmiş olduğu bir dönemdir.


      Bizzat şahın kendisiyle, saray ekranından birkaç kadınla erkek, bütün ülkenin kaderini elinde tutmadaydı. Pehlevi krallığı yıkıldıktan sonra İran'da yayınlanan belgelerde de görüleceği üzere ve şahla Pehlevi ailesinin ve saray erkanıyla ordu ve emniyet üst düzey yetkililerinin hatırat, mektup ve röportajlarından ve keza ABD'nin Tahran büyükelçiliğinde ele geçirilen gizli belgelerin de ortaya koyduğu gibi, şahla ona yakın saray ve ordu erkanı da aslında kendiliğinden hiçbir iradesi olmayan güdümlü birer piyondan başka şey değildi ve saray içindeki en küçük değişiklikten ülke çapındaki en önemli kararlara varıncaya kadar herşey Amerika'nın elinde bulunuyor, hatta bakanlarla ordu komutanlarının tayini ve meclise gönderilecek önemli yasa tasarılarının tanzimi bile genellikle Amerika'nın Tahran büyükelçiliğinde, kimi zaman da İngiliz sefaretinde yapılıyordu. Bahsimizin bu noktasında, bizzat şaha ait olan şu iki beyanın meseleye yeterince açıklık getireceği kanaatindeyiz; şah şöyle yazıyor: "...

      Amerika ve İngiliz büyükelçileri, yaptığımız her görüşmede "sizi destekleyeceğiz" diyorlardı. 1978 sonbaharıyla 1979 kışı boyunca bu ikisi beni İran'da çok açık ve serbest bir siyasî ortam yaratmaya teşvik etti. Kabul ettiğim Amerikalı politikacılar veya oradan gönderilen kimseler beni genellikle direnmeye teşvik ediyorlardı. Ama bu hususta ABD büyükelçisine danıştığımda kendisine böyle bir emir gelmediğini söyledi. Birkaç hafta önce CIA'nın Tahran'daki yeni temsilcisini huzuruma kabul ettiğimde söylediklerinin pek bayağı ve üstünkörü şeyler olması karşısında hayret ettim. Kısa bir an "serbest siyasi ortam"dan sözettik, bu sırada hafifçe tebessüm ettiğini farkettim. Kısacası yıllarca bizim vefakar müttefiğimiz olanlar, şimdi beni şaşırtacak başka şeyler koyuyorlardı ortaya..."(33).

      İlginç olanı, şahın bu kitapta, tahttan devrilmesinin sorumluluğunu bu yabancı ve şaşırtıcı faktörlere yüklemeye çalışması ve hava kuvvetleri komutanı general Rabii'nin, idamdan önce yargıçlara "General Haızer, şahı ölü bir fare gibi memleketten attı" dediğini açıkça belirtmesidir.(34).




      Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
      Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

      Yorum


        #33
        Ynt: Uyanış Destanı...


        Ne var ki şahın hatıratında geçen bu cümlelerin de kasıtlı olarak tarihi gerçekleri saptırmaya yönelik olduğu bugün bilinmektedir artık. Nitekim bugün bizzat Haızer'in kendi kitabında da geçtiği ve birço belgeyle de ispatlanmış olduğu üzere(35) general Haızer şah, devirmeye değil, bilakis, o buhranlı dönemlerde bir ihtilal yaparak şahın yıkılmak üzere olan saltanatını kurtarabilmek için gelmişti Tahran'a! Kaldı ki, şahın bu iddiası doğru kabul edilecek olsa bile bu durumda da kitabına verdiği adın dışında tarihe verebilecek hiçbir "cevab"ı kalmayacak ve onca debdebeyle kebkebe ve "Ey Kuroş! Sen rahat uyu, biz uyanığız!" gibi sloganlarla geçirdiği 37 yıllık saltanatı boyunca memleketin bağımsızlığını nasıl ecnebilere peşkeş çektiği ve basit bir Amerikalı generalin Tahran'da üç-beş günlük bir ikametle kendisini nasıl "ölü bir sıçan gibi" kuyruğundan tutup memleketten dışarı atabildiğini hiçbir mantıkla açılayamayacaktır!

        Onbeş Hordad kıyamını bastıran şah, İmam'ı da sürgüne gönderdikten sonra önünde hiçbir engel görmüyordu artık. memleket öylesine içler acısı bir hale düşmüştü ki saraya mensup kadınlar hakim, bakan ve milletvekili tayin edebiliyor, istedikleri yetkiliyi kolayca azledebiliyorlardı. Nitekim işlediği ahlaksızlıklar, skandallar yolsuzluklar ve uyuşturucu şebekelerinin İran patroniçesi olduğu haberleri Avrupa basınına bile defalarca yansımış olan Eşref Pehlevi (şahın kızkardeşi) "sarayın asıl patronu" lâkabıyla ün yapmıştı. "Haşmetmeap hazretlerine canım feda!" lafını ağzından düşürmeyerek 13 yıl boyunca başbakan ünvanıyla kukla hükumet kabinelerinin başına geçirilen ve Bahai bir aileden gelen Emir Abbas Hüveydâ'nın iktidardaki etkinliği, memleketin bağımsızlığını büsbütün yitirdiği ve halkın iradesinin yönetimde zerrece dahli bulunmadığı gerçeğini olanca acılığıyla gözler önüne sermeye yetiyordu.

        Bütün bunlara rağmen şah, kendi vehminde kurduğu "büyük uygarlık" hayaline doğru doludizgin koşmaktaydı. Ecnebi kültürünün yayılması, ahlaksızlık ve sorumsuzluğun geçer akçe haline getirilmesi, memleketin milli servetinin İran'daki yüzlerce Amerikalı ve Avrupalı şirketlerce yağmalanması, kısmen de olsa bağımsız bulunan tarım ve çiftçiliğin büsbütün felç edilmesi ve böylece, üretken olan köylü ve taşralı kesimin şehirlere göçüne yol açıp nüfusun bu kesiminin tüketici bir işsizler ordusuna dönüştürülmesi, zariri olmayan ve mantaja dayalı bağımlı bir sanayi kalkınması, İran ve Fars Körfesi topraklarında ve sularında Amerikalılara askerî, casusluk ve dinleme üsleri kurdurup bütün bunların masrafını mazlum İran milletinin kesesinden ödetilmesi gibi zulüm temellerine dayalı bir uygarlıktı şahın "büyük uygarlık" dediği...


        İran'ın ucuz petrol karşılığı Amerika'dan aldığı silahların parası astronomik rakamlara ulaşıyordu, sadece 1970-77 yılları arasında silaha ödenen meblağ 26,4 milyar doları aşmadaydı ve sırf 1980 yılı için şah Amerika'dan 12 milyar dolarlık silah siparişinde bulunmuştu!(36). Beyaz Saray'ın malum politikası gereğince, bütün bu silahlar Amerika'yla İsrail'in stratejik bir bölge olan Fars Körfezi'ndeki çıkarlarının bekçiliğini yapması için şaha verilmedeydi, nitekim bunları kullanma ve kullandırma yetkisi de, İran'da yerleştirilmiş bulunan 60 bin Amerikalı müsteşarın elindeydi.




        Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
        Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

        Yorum


          #34
          Ynt: Uyanış Destanı...


          Şah, iktidarının doruğunda olup hiçbir dış baskıya maruz kalmadığı ve dış ülkelerle hiçbir problemi olmadığı bu dönemde İran günlük 6 milyon veril petrol ürettiği ve ülkenen nüfusu 33 milyonu aşmadığı ve İsrail'le araplar arasındaki savaştan ürken Batılıların, petrol üreten müslüman araplar elele vererek kendilerine ambargo uygular korkusuyla aldıkları petrolün önemli bir kısmını depoladıkları için petrol fiyatının varil başına 30 doları aştığı şartlarda; olması gereken bütün refah potansiyelleri ve kalkınma imkanlarına rağmen İran'ın şehir anayollarının birçoğu halâ asfaltlanmamış ülkenin önemli bir bölümü yol, elektrik, su ve benzeri en ilkel sağlık ve sosyal hizmetlerden mahrum bırakılmıştı. Hatta şahın boy gösterisi yaptığı ve dünyanın dört bir yanından davet edilen cumhurbaşkanı ve başbakanların katıldığı efsanevî 2500. yıl kraliyet şenlikleri astronomik harcamalarla kutlanırken bizzat başkent Tahran'da "dünün üretken çiftçi ve tarimcıları, şimdininse işsiz âvareler sürüsü" olan onbinlerce insan Tahran havaalanı çevresiyle şehrin doğu, güney ve batı mahalleleri etrafındaki gecekondularda tam bir fakr-u zaruret içinde yaşamaktaydılar. Bu gecekondu mahalleleri Tahran'ın şehir yapısında çok belirgin bir çirkinlik yarattığından 2500. yıl kraliyet şenliklerine çağrılan yabancı davetlilerin "şehinşah hazretlerinin (!) büyük uygarlık" dediği herzesinin ürünü olan bu keyif kaçırıcı manzarayı görmemeleri için güzergahlar üzerine düşen gecekondu mahalleleri yüksek duvarlarla çevrilecek, böylece resim ve boyalarla süslenen bu duvarlar sayesinde şah hazretlerinin (!) uygarlık yalanı ört-bas edilmeye çalışılacaktı.

          Yine aynı günlerde başkent Tahran'ın güney ve batı mahallelerinin çoğunda içecek su sıkıntısı yaşanmakta, yaklaşık her birkaç yüz ev için basınçlı bir su musluğu bulunmaktaydı!! Ülke nüfusunun 7'den yukarı yaş seviyesinin % 52,9'u okur-yazarlık bilmiyordu!!. (37).

          H.Ş. 1357-1979-da şah İran'dan kaçarken Amerikan asıllı "Ak Devrim" icraatlarının üzerinden onbeş yılı aşkın bir zaman geçmekte ve bu süre boyunca petrol üretim ve satışı fevkalâde büyük rakamlara ulaştığı, diğer milli servetler bolca kullanıldığı ve yabancı ülkeler şahı tam anlamıyla desteklediği halde İran, henüz dış ülkelere bağımlılıktan kurtulâmadığı gibi ekonomi, tarım ve sanayi dallarında dış ülkelere olan bağımlılığı günden güne artmaktaydı da!!.. Buna paralel olarak ülke tam bir ekonomik anarşiye sürüklenmiş, halk yoksullaşmış ve adaletsizlik alabildiğine artmaya başlamıştı. Şah, İran'ı, siyasi açıdan batıya ve özellikle de Amerika'ya en bağımlı olan ülke haline getirmiş durumdaydı.


          İmam Humeyni -ks- sürgün hayatı boyunca yaşadığı bütün zorluklara rağmen bir an olsun mücadelesinden vazgeçmedi, konuşmaları ve mesajlarıyla çevresine ümit ışıkları saçmaya ve zaferin yakın olduğunu müjdelemeye devam etti. H.Ş. 1346 Ferverdin'inde İran medreselerine hitaben yazdığı bir mesajda şöyle diyecekti: "Siz değerli beyefendiler ve İran milletini, düzenin yenilgiye uğrayacağı konusunda temin ederim. Onlardan öncekiler islamın tokadını yediler... Bunlar da yiyecek!.. Dayanın, direnin. Zulüm karşısında teslimiyet göstermeyin. Bunlar gidicidir, ama siz kalırsınız. Şu suni ve ağzı artık körelmiş kılıçlar kınına girecektir elbet.(38).

          İmam Humeyni -ks- yine aynı gün, şah rejiminin Bahai başbakanı Emir Abbas Hüveyda'ya açık bir mektup yazarak rejimin işlediği cinayetleri teker teker sayıp döktükten sonra şahın islam ülkeleri karşısında -ve ABD'yle İsrail'in yanında- yer almasını sert bir dille eleştirip şu ikazda bulunuyordu: "... İslamın ve müslümanların düşmanı olan ve bir milyondan fazla müslümanı evinden barkından ederek perişan hale gelmelerine sebebiyet veren İsrail'le kardeşlik antlaşmasında bulunmayın, müslümanların duygularını incitmeyin! İsrail'le onun hain uşaklarının elini müslüman ülkelerin piyasasına bu kadar sokmayın, memleketin ekonomisini İsrail'le onun uşakları uğruna tehlikeye düşürmeyin! Kültürü heva ve heveslere feda etmeyin... Allah'ın gazabından korkun. Milletin gazabından korkun. Rabbim elbette tuzak kurmuştur..."(39).

          Ne var ki şah, İmam'ın -ks- bu uyarılarını ciddiye olmadı. İslam ülkeleri İsrail'le ciddi bir savaşın eşiğine geldiği halde şah halâ İsrail'i desteklemeye devam ediyordu; şahın tanıdığı özel kolaylıklar sayesinde İsrail malları İran piyasasını tıka basa doldurmuştu. İsrail'den ithal edilen çeşitli gıda maddeleri, meyve, yumurta, tavuk...vb. ürünler, İran'ın iç piyasasındaki üretim fiatının bile altında satılıyor, halkın İsrail malarına rağbet göstermesi için herşey yapılıyordu.



          Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
          Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

          Yorum


            #35
            Ynt: Uyanış Destanı...


            İmam Humeyni Araplarla İsrail arasında patlak veren 6 gün savaşları münasebetiyle yayınladığı bir bildiride (H.Ş. 17 Hordad 1346) islam ülkelerinin İsrail'le her nevi ticari ve siyasi ilişkide bulunmasının ve müslümanların İsrail malları tüketmesinin haram olduğuna dair tarihi fetvasını verecek ve bu cesur fetvayla islam ümmetinin vücuduna taptaze bir ümit ve kam pompalayacaktı (40).

            Bu fetva, şahla İsrail arasında süratle gelişmekte olan uğursuz ilişkiye ciddi bir darbe indirmişti. Medreselerdeki ulemayla din öğrencileri de ayrıca yayınladıkları bildiriler aracılığıyla şah rejimine baskıda bulundular. Bu baskılardan öfkeye kapılan rejim, usulsüz bir tepki daha gösterecek ve canice bir intikam hırsıyla İmam'ın Kum'daki evine ani bir baskın düzenleyip evdeki bütün kitap, yayın, yazı ve belgeleri toplayıp götürecek; bu arada Kum'daki diğer medreselere de aynı türden baskınlar yapılarak İmam'ın eserleri, resimleri ve bildirileri hınçla toplanacaktı. Bu saldırı ve baskınlar sırasında İmam'ın oğlu Hüccet'il islam Hacı Seyyid Ahmed, Hüccet'il islam Hacı Şeyh Hasan Sânei ve İmam'ın şer'i vekili olan merhum Ayetullah İslami Türbet'i de tutuklanmışlardı. Bu isimler ve İmam'ın diğer yakın adamlarının faaliyetleri neticesinde şahın Savak örgütü; İmam tarafından din öğrencilerine karşılıksız verilen harçlıkla -şehriye- müslümanların bir taklid mercii olarak İmam'a gönderdiği dini ve şer'i ödemeleri engelleme hususunda zerrece başarılı olamadı.


            Bu olaydan bir süre önce, hareketin niteliği üzerine gerekli talimatları ve İmam'ın mesajlarını alıp halka iletme ve İmam'ın Kum'daki evinden yapılacak faaliyetler hakkında bizzat İmam'dan direktif almak üzere Necef'e gidip babasıyla görüşen Hüccet'il İslam Hacı Seyyid Ahmed Humeyni, Irak'tan dönüşü sırasında (H.Ş. 1346'lı yılların başları) sınırda şahın emniyet görevlileri tarafından tutuklanıp bir süre Kızılkale Zindanı'na hapsedilmişti. İslam inkılabının zaferinden sonra ele geçirilen Savak belgelerinin de ortaya koyduğu üzere o dönemde Savak için en önemli strateji, İmam'la İran'daki mukallidleri arasındaki irtibatı kesmek ve İmam tarafından din öğrencilerine karşılıksız harçlık verilmesini engelleyebilmekti. Bu arada rejimin bütün baskılarına; tutuklama, sürgün ve sürekli tehditlerine rağmen İslami Türbeti, Hacı Şeyh Muhammed Sadık Tahranî (Kerbasçi) ve İmam'ın ağabeyi Ayetullah Pesendide gibi İmam'ın İran'daki şer'i vekillerinin çalışmaları kesintisiz sürmedeydi. Aynı şekilde, İmam'ın, 15 Hordad kıyamının merkezi olarak tanınmış bulunan Kum'daki evinde de, yine İmam'ın oğlu tarafından faaliyetler sürdürülmekteydi ki bu iki faaliyetin devam ediyor olması, rejimin sözkonusu menfur emellerini gerçekleştirmesine mani olmadaydı.
            İmam'ın -ks- isim ve faaliyetlerinin zihin ve anılarda canlı tutulması ve onun Kum'daki evinin halâ faal olmayı sürdürmesi Savak için dehşet verici bir olaydı; bu nedenledir ki İmam'ın Kum'daki evi tam dört yıl boyunca sabahın erken saatlerinden geceyarılarına kadar gizli emniyet ve polis güçleri tarafından hem açık, hem gizli şekilde gözetime tabi tutuldu ve mukallidlerle diğer müracaat eden efradın içeriye girmesi önlendi. Ama bütün bu tehdit, engelleme ve yıldırmalara rağmen İmam'ın -ks- yoluna baş koyan müslümanlar, geceyarısı memurlar gittikten sonra İmam'ın evine geliyor ve İmam'la halk arasında köprü vazifesi görüyorlardı. Yine bu dönemdedir ki (H.Ş. 1346 Hordad ayında) rejimin İmam'ı Necef'ten Hindistan'a sürme plânı, yurtiçi ve yurtdışındaki inkılâbî müslümanların yoğun ifşaat, itiraz ve çabaları sonucu suya düşürüldü.


            H.Ş. 1347 Tir ayının 26'sında Irak'ta Baas Partisi'nin iktidarı ele geçirmesiyle birlikte bu partinin her nevi islami harekete düşmanca bakması nedeniyle İmam'ın önündeki engeller ve problemler de artmış oldu, ima İmam -ks- herşeye rağmen çalışmalarını sürdürmeye devam ediyordu. İmam'ın Necef'te sürgünde bulunduğu yıllar arap -İsrail savaşlarına denk geldiği ve islam dünyası bu savaş nedeniyle o günlerde olumlu bir silkiniş yaşadığından rahmetli İmam -ks- bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirecek ve zihnindeki ideallere daha geniş bir çerçevede gündeme getirip; laiklik ve din düşmanlığının yayılmaya çalışıldığı öyle bir çağda dinî eğilimi gündemde canlı tutacak; islam ümmetinin birlik ve vahdete kavuşup tıpkı eskiden olduğu gibi, hakettiği onur ve izzet dolu bir gelecek kurması ve öz kimliğini bulması gerektiğini vurgulayacak ve böylece, başlattığı muazzam hareketi sadece İran dahilinde ve sırf şaha karşı verilen bir mücadele olarak sınırlamama yoluna gidecekti.

            İmam Humeyni H.Ş. 19 Mehr 1347'de -1968 sonbaharında- Filistin Kurtuluş Teşkilatı'nın temsilcisiyle yaptığı görüşmede islam dünyasının meseleleri ve Filistin halkının cihad hareketi konusundaki görüşlerini belirterek müslümanların şer'i vazifesi olan zekatın bir kısmının Filistin mücahidlerine ayrılmasının farz olduğu fetvasını verdi (41).



            Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
            Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

            Yorum


              #36
              Ynt: Uyanış Destanı...


              H.Ş. 1348'in başlarında (1969) Irak Baas rejimiyle şah arasında iki ülkenin karasuları sınırlı konusunda şiddetli bir anlaşmazlık başgösterdi. Bu anlaşmazlık üzerine Irak rejimi bu ülkede yaşayan İran asıllı müslümanların önemli bir bölümünü çok kötü şartlar altında Irak'tan sürdü. Bu buhranlı dönemlerde Irak Baas rejimi, İmam'ın -ks- şah rejimine karşı oluşundan kendi lehine bir pay çıkaracak şekilde faydalanabilmek için çok uğraştı, diğer taraftan şah da böyle bir fırsatı dört gözle kollamakta ve böylece İmam'ın kıyam hareketine "dışarıdan güdümlü" yaftası vurmaya çalışmaktaydı. İmam Humeyni -ks- fevkalade bir basiret örneği sergileyecek ve her iki rejimin de karşısına dikilmekten çekinmeyecekti. Nitekim İmam; büyük oğlu Ayetullah Hacı Seyyid Mustafa Humeyni'yi Irak devlet başkanına göndererek bu ülkede ikamet etmekte olan İranlı din öğrencileri ve diğer zevatın yurt dışı edilmesini sert bir dille kınadığını ve kendisinin Bağdad rejimiyle uzlaşmasının asla düşünülemeyeceğini resmi bir şekilde Irak cumhurbaşkanı Hasan'el Bekir'e bildirmiş, bu yiğitçe mesajı orada hazır bulunan diğer üst düzey yetkililer de şaşkınlıkla dinlemişlerdi.

              H.Ş. 1348 Mordad'ının 30. günü Mescid'ul Aksa'nın bir bölümü aşırı siyonist yahudiler tarafından kundaklandı. Müslüman kamuoyunun yoğun baskılarına maruz kalan şah, müslümanların giderek artan öfkesini biraz olsun dindirebilmek için hemen İsrail'in yardımına koşacak "Mescid'ul Aksa'nın yeniden onarımı için gerekli bütün masrafları bizzat kendisinin üstlenmeye hazır olduğu"nu duyuracaktı. Ne var ki İmam Humeyni -ks- şahla İsrail'in müşterek planı olan bu oyunun farkına varıyor ve şahın himesini hemen ifşa ederek onun mezkur önerisi karşısında şöyle diyordu: "Siyonist İsrail tarafından işgal edilen Filistin toprakları kurtarılmadığı sürece müslümanlar Mecid-i Aksa'yı onarmamalıdırlar! Bırakın siyonistlerin yaptığı bu caniliğin izleri canlılığını koruyarak devamlı müslümanların gözleri önünde dursun ki, böylece Filistin'in kurtulması yolunda bir şahlanışa vesile olabilsin!"(42).

              İmam Humeyni'nin 4 yıl boyunca yılmak bilmeyen faaliyet ve çalışma temposu, verdiği derslerin nitelikçe üstünlüğü ve bilinçlendirici olması gibi faktörler Necef Medresesi'nin atmosferini belli bir ölçüye kadar değiştirebilmişti. Bu nedenledir ki H.Ş. 1348'li yıllarda İran'ın yanısıra Irak, Lübnan ve diğer islam beldelerinde de sayısız inkılâbi müslümanlar İmam'a Lebbeyk demeye hazır haldeydi ve dünyanın birçok yerindeki inkılâbi müslümanları, İmam Humeyni'nin -ks- inkılabî hareketini kendilerine örnek almış durumdaydı. H.Ş. 1348 Behmen'ine rastlayan 1970 kışında İmam Humeyni "Velayet-i Fakih ve İslam Devleti" başlıklı bir dizi ders başlattı. Bu dersler hemen derlenip yazılı hale getirilerek "Velayet-i Fakih" ve "İslam Devleti" adlı bir kitaba dönüştürüldü ve İran, Irak, Lübnan ve -hacc mevsimlerinde- Hicaz'da yaygın bir halde mütalaa edilmeye başlandı. İmam'ın başlattığı kıyam hareketine yepyeni bir hız ve heyecan kazandıran nadide bir eserdi bu- nitekim bu eser 1979'lu yıllarda Türkiye'de de çevrilip basılmış, daha sonra tam ve eksiksiz baskısı müessesemiz tarafından 1995'te türkçeye çevrilmiştir. Bu mükemmel eserde kıyam ve hareketin ileriye yönelik bir panoraması tasvil edilmekte, hareketin amaç ve gayeleri anlatılmakta ve islam devletinin fıkhî, usulî ve aklî kaynak ve dayanakları teker teker belirlenerek bizzat islam inkılabı rehberinin diliyle islam devletine dair yöntem ve metodlar üzerine teorik tespitlerde bulunulmaktaydı.


              H.Ş. 1349 Ordibeheşt ayına rastlayan 1970 baharında Amerikan matbuatı, ABD'nin en büyük sermayedarlarından oluşan bir heyetin İran'a gittiğini yazıyordu, bu heyetin başını da uluşlararası kapitalleriyle tanınan Rock Fıller çekmedeydi. Bu heyetin İran'a geliş gayesi artan petrol fiatlarına paralel olarak İran'ın da petrolden elde ettiği astronomik gelirlerin tekrar Amerikalıların cebine akıtılma yollarını incelemek ve İran petrollerini Amerikalı dev şirketler arasında sessiz sedasız bölüştürebilmekti. Bu hadiseden aylar önce Savak, İmam'ın taraftarı olarak tanınan dinadamlarından çoğunun minbere çıkıp vaazde bulunmasını yasakladığı halde, İmam'ın -ks- islam devleti konusundaki çarpıcı görüşlerini mütalaa etmiş bulunan birçok dinadamı büyük bir şevk ve heyecanla İmam'ın safına katılmış ve bu hadisede hemen gerekli inkılâbî tavrı koyarak şahın yeni planlarını ifşa edip, Amerika'nın İran'daki nüfuz ve yayılmacılığının hızla artmasına göz yumulmasını sert bir dille eleştirmişlerdi. Bu hadiselerde en atak ve etkin davranan alim Ayetullah Seidî olmuştu, bu nedenle 1349 Ordibeheşt'inde Savak tarafından tutuklanarak meşhur Kızılkale zindanında on gün süren akılalmaz vahşice işkenceler altında şehadete kavuşmuştu. Bu yiğit alimin şehadeti üzerine özel bir bildiri yayınlayan İmam, onun samimi mücadelesini takdir ederek şöyle diyordu: "O esef verici halle hapishane köşelerinde can veren, merhum Saidi değil sadece (...) Amerika'nın tanınmış uzmanlarıyla dev sermaye sahipleri, "çağın en büyük dış yatırımı" adı altında mazlum milletimizi esarete düşürebilmek için İran'a akın etmiş durumdalar... Amerikalı sermaye sahipleri ve diğer sömürü odaklarıyla yapılacak her nevi anlaşma İran milletinin iradesine aykırı ve islam hükümlerine terstir!"(43).



              Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
              Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

              Yorum


                #37
                Ynt: Uyanış Destanı...


                15 Hordad Kıyamından İslam İnkılabının Zaferine Kadarki Süreçte Yeralan Siyasi Grup Ve Hizipler

                Onbeş Hordad kıyamından sonra ciddi ve faal bir şekilde mücadele sahnesinde yeralıp islam inkılabının zaferine değin de yılmadan varlığını sürdürerek inkılabın hedeflerine ulaşmasında öncülük eden başlıca siyasi hareketler, bizzat halkın bağrından kopan İmam Humeyni -ks- taraftarı ulema, dinadamları ve din öğrencileriydi. Belli bir parti ve hizip şeklinde çalışmayan bu harekette yeralan alimler, halkın çeşitli kesimlerinde faaliyet göstermekte, bütün köy, şehir ve kasabalarda, zaman ve şartlara göre İmam tarafından belirlenen yöntem ve metodlarla çalışmaktaydılar. Bu yolda hutbe ve vaazden mahrum edilme, konuşma yasaklısı olma, yurdun ücra köşelerine sürülme, tahammülü aşan işkencelerle dolu hapis hayatları ve şahın kanlı zindanlarında şehadet şerbetini içme; İmam'ın -ks- davasına gönül veren dinadamları ve dindar gençlerin yılmadan katettiği yol ve bilinçli olarak bulundukları tercihti. İman dolu yürekler taşıyan bu insanlar bütün bunlara göğüs germekte, ama zulme ve tâğuta zerrece boyun eğmemekte, inanç ve davasından zerrece taviz vermemekteydi.
                Diğer taraftan H.Ş. 1342-15 Hordad'ından sonra, İmam Humeyni'yi taklid mercii ve rehber olarak kabul etmiş bulunan Tahran ulema ve esnafının katıldığı dini heyetler biraraya gelerek "İslamcı İtilaf Heyetleri"nin yöntemiyle çalışmadaydı. Kapitülasyonları onaylama gibi bir kara lekeyle dosyasını kirletmiş bulunan başbakan Hasan Ali Mansur, işte bu grup tarafından inkılâbî bir şekilde idam edilmişti. Şah rejimi bu cemiyetin etkin isimlerinden bir kısmını tutukladıktan sonra hemen idam etmiş, önemli bir kısmını da uzun süreli mahkumiyetlerle hapse atmıştı. İmam Humeyni'nin -ks- bildiri ve mesajlarının basılıp dağıtılması ve çarşı-pazar esnafının rejim karşıtı gösteri ve eylemlerinin organize ve teşkilatlandırılmasında bu cemiyetin çok etkili bir rolü olmuş, yine şah rejiminin son demlerini yaşadığı aylarda bütün ülke çapında halkın toplu grev, yürüyüş ve protesto eylemlerini de bu cemiyetin üye ve sempatizanları koordine etmişti.
                Bir diğer örgüt te "İslam Milletleri Hizbi" (Hizb-i Milel-i İslami)ydi. 14 Hordad kıyamından sonra bilhassa dinadamlarıyla üniversiteliler ve diğer kesimlerden oluşturulan bu örgüt, şah rejimine karşı silahlı mücadele verme gayesiyle kuruldu ve süratle silahlanıp elemanlarına askerî eğitimler vermeye başladı. Ne var ki Savak'ın sıkı takibi sonucu bir süre sonra bu örgüt deşifre olacak ve örgütün bazı sorumlularıyla üye elemanları Tahran'ın kuzey bölgesindeki dağlara çekilecek, ancak askerî ve güvenlik güçlerinin bütün bölgeyi yoğun bir kuşatma altına almasıyla birlikte yakalanıp hüküm giyeceklerdi.


                H.Ş. 1342 öncesinde kurulan ve geçmişleri 15 Hordad öncelerine dayanan grup, teşkilat ve partiler arasında Tudeh Partisi, Milli Cephe ve İran Hürriyet Hareketi (Nehzet-i Azadi-ye İran)'nden sözedilebilir.

                Müslüman İran halkı nazarında ihanetle suçlanan komunist Tudeh Partisi 15 Hordad kıyamından yıllar önce şaha karşı mücadele sahnesinden bilfiil çekilmiş ve teşkilatlanmasını yurtdışına kaydırarak örgüt içi çekişmelerle uğraşır, olmuştu. Tudeh'in önde gelen bazı üye ve sorumluları tutuklandıkları zaman şah rejiminin safına geçmekte tereddüt etmeyecek, hatta bunların birçoğu, şah rejiminde kilit görevlere kadar yükseltileceklerdi!


                Tudeh Partisi'nin bütün programları ve izlediği politika, Moskoca radyosunun telkin ve direktiflerinden ibaretti. Şahın saltanatının son 25 yılında Kremlin'in izlediği yegane politika ise şah rejimiyle iyi ilişkileri bozmamak ve İran'daki ekonomik fırsatları elden kaçırmamak esasına dayalıydı. Tudeh Partisi'nin bu dönemdeki faaliyetleri siyasi bildiriler yayınlamak ve yurt dışından radyo yayınında bulunmaktan ibaretti ki bunlar da Moskoca'nın çıkarlarının sağlanması yolunda kullanılan birer baskı unsuru ve yaptırım faktörlerinden başka bir rol oynamıyordu.



                Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                Yorum


                  #38
                  Ynt: Uyanış Destanı...


                  Milli Cephe hareketine gelince; İran petrol sanayiinin millileştirilmesi sırasında kazandığı önemli konuma rağmen şahın 28 Mordad'da gerçekleştirdiği ihtilalden sonra inzivaya çekilmiş ve iç çekişmelerle bölünmelere şahid olmuştu. Bu cephenin dağınık tebliğat faaliyetleri genellikle yurt dışındaki öğrencilerle sınırlıydı. bu cephenin taraftarı olan dindar üniversiteli kesim, baştakilerin olumsuz tavrına rağmen İmam Humeyni'nin -ks- kıyamını desteklemedeydi.
                  Ayetullah Talagani gibi mücadeleci ve inkılâbi bir alimin desteğine sahip bulunan İran Hürriyet Hareketi, İmam Humeyni'nin -ks- 15 Hordad kıyamını desteklemedeydi. Hürriyet Hareketi de üniversitelerde üstlenmeyi yeğlemişti; ülkedeki müslüman üniversitelilerle, yurtdışındaki öğrenciler üzerinde odaklaşan bu hareket, mücadele çizgisinde odaklaşan bu hareket, mücadele çizgisinde kendisini organize edebilecek bir siyasi teşkilatlanmaya sahip değildi.
                  Halkın Mücahidleri Teşkilatı H.Ş. 1344-1346'lı yıllarda (1965-67) şah rejimine karşı silahlı mücadeleye girme amacıyla kuruldu. Ne var ki, kurucularının islam konusundaki görüş ve bilgilerin son derece sathi ve sığ olması nedeniyle bu teşkilat kısa sürede "karma ideoloji" tuzağına düşmekten kurtulamadı ve neticede kendisini "islamcı" bir örgüt olarak tanıtmasına rağmen özel toplantı ve eğitimlerinde verdiği ekonomi ve mücadele derslerinde üye ve sempatizanlarına marksizmi aşılar oldu.


                  İdeolojik sapmaları henüz açıkça ortaya çıkmadan önce İmam Humeyni -ks- bu örgütü onaylamadığını bildirmiş, örgütün temsilcisi İmam'ın -ks- destek ve onayını alabilmek için Necef'e gittiğinde İmam, içinde bulundukları fikrî ve ideolojik sapmayı kendilerine hatırlaarak kendisinin böyle bir örgütü desteklemesinin asla sözkonusu olamayacağını vurgulamıştı.

                  Halkın Fedaileri Gerilla Örgütü, küçük çaplı iki komunist grubun (44) H.Ş. 1350'de (1971) birleşmesiyle varlığını ilan etmiş ve silahlı mücadele amacıyla kurulduğunu duyurmuştu. Bu örgütü ortaya çıkaran iki neden olmuştur: 1- İran Komunist Partisi olan Tudeh'in içine düştüğü durum ve şah rejimiyle uzlaşarak işlediği ihanetler karşısında komunistlerin duyduğu aşağılık komplexi ve ideolojik iflas duygusu. 2-Bilhassa 15 Hordad kıyamıyla birlikte islam uleması ve dinadamlarının şah rejimine karşı en etkin ve en güçlü hareketi ortaya koyarak "müslümanların, rejime karşı mücadele sancağını bilfiil ve şüheda kanlarıyla en ön saflarda taşıması" gerçeği!


                  Her iki örgüt te kuruluşundan sonraki ilk birkaç yılını adam toplayıp sempatizan kazanmaya çalışmak ve buldukları adamlara eğitim verip onları yetiştirmekle geçirdi (45) ve bu dönemden sonra gerçekleştirdikleri birkaç küçük ve fevrî silahlı eylemle birlikte Savak tarafından çözülerek çökertilip örgüt sorumluları yakalandı. Örgütün idam edilen birkaç üst düzey sorumlusu dışında, yakaanan diğer sorumlu ve üyelerin tamamına yakın bir kısmı, itirafçı ve işbirlikçi olarak rejimin yanında yeralmak suretiyle idamdan kurtuldu. Her ne kadar savak, bu itirafçı komunistlere yaptırdığı fevkalade onur kırıcı televizyon röportajlarıyla, aslında rejime muhalif olan müslüman inkılâbi insanlara karşı olumsuz bir kamuoyu oluşturma plânları peşindeydiyse de; bizzat bu haysiyetsiz ve ürpertici programlar sayesindedir ki sözkonusu komunist ve laik örgütlerin gerçek yüzleri ortaya çıkmada, ahlâkî ve ideolojik sapmaları daha bir sırıtmada ve örgüt içi kanlı hesaplaşmalarının iğrenç yüzü olanca çarpıklığıyla gözler önüne serilerek halkın onları daha iyi tanımasına yaramadaydı. Bu itirafçı örgüt elemanlarının hapishanelerde bulunan üyelerinin önemli bir kısmı da, İmam Humeyni -ks- taraftarı olan inkılâpçı siyasi mahkumların içine sızarak Savak'a ispiyonculuk yapmıştır.

                  İslamcı İtilaf Heyetleri'yle İslam Melletleri Hizbi'ne ilaveten; İmam Humeyni'nin hareketine silahlı mücadeleyle destek veren başka müslüman örgütler de vardı ki daha sonra "İslam İnkılabı Mücahîdleri Teşkilatı" adı altında birleşen 7 müslüman grupla (46) inkılâbî dinadamı "Şehid Ali Enderzgu" grubu bu camianın en tanınmışlarındandır.

                  15 Hordad 1342 kıyamından sonra faaliyet gösteren gruplardan biri de "Hüccetiye Encümeni"ydi. Onbeş Hordad hadisesinden yıllar öncesine dayalı bir geçmişi olan bu grubun faaliyet eksenini "Bahailiğin İran'daki koluna karşı fikrî mücadele oluşturuyordu. Her ne kadar bu grubun faaliyetleri, Bahailere destek verdiği için şahın gayeleriyle zıt gibi bir görünüm taşıyorduysa da pratikte durum hiç de böyle değildi. Nitekim Hüccetiye Encümeni'nin yapısı ve sorumlularının durumu, bu encümene girmenin ilk şartının dinle siyaseti birbirine karıştırmamak gerektiğini telkin edici nitelikteydi ki bu da laiklikten başka birşey değildi. Bu durum ise, şah rejimi için gayet faydalı ve rejimin lehineydi; zira böylece dinî heyecanla dolup taşan birçok müslüman genç, İran'daki bütün bozulma, ahlaksızlık ve fesadların asıl kaynağı olan ve ecnebilere bağımlı bulunan satılmış şah rejimiyle mücadele edeceği yerde, bizzat bu rejimin doğurduğu sonuçlardan sadece biri olun bir faktöre karşı mücadeleyle meşgul olmakta, hatta bunu bile gereğince ve etkili bir şekilde yerine getirememekteydi. Şahın gizli emniyet teşkilatı Savak'ın bu encümenin üzerine gitmemesi ve onların gizli teşkilatlarına hiç engel olmaması, hatta çoğu zaman bu teşkilatın yayılmasına yardımcı bile olmasının nedeni de buydu işte (47).



                  Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                  Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                  Yorum


                    #39
                    Ynt: Uyanış Destanı...


                    İmam Humeyni'nin -ks- gerçekleri ifşa etmesiyle birlikte, bilhassa islam inkılabının zaferin eşiğine geldiği günlerde bu encümene üye olan müslümanların büyük bir çoğunluğu encümenden ayrılarak İmam Humeyni'nin -ks- hareketinin saflarına katıldılar.

                    Hüccetiye Encümeni'nin Bahailiğe karşı mücadele yöntemi, üyelerine Bahailiği çürütebilecek kültürel ve akidevi eğitimler vermesi ve üyelerini sırf lafzî tartışmalara hazırlamasıydı; halbuki çeyrek yüzyılı aşkın bir zamandır ister İran'da, ister dünyanın başka ülkelerinde olsun, Bahailik İsrail'e bağlı siyasi bir teşkilat olarak çalışmalarını yürütmekte ve bugün de olduğu gibi, Amerika'da ikamet eden siyonistler tarafından doğrudan doğruya idare ve himaye edilmekteydi; böylesine siyasi mahiyetli bir teşkilatla yapılacak gerçek bir mücadelenin de aynı yöntemle yapılmasının kaçınılmaz olduğu apaçık ortadadır.
                    H.Ş. 1348'li yıllar (1970) dan sonra üstad Mutahhari, Dr. Mufattih, Dr. Bâhüner, Mühendis Bazergan ve Dr. Ali Şeriati gibi isimlerin konuşma ve seminerleri Tahran'daki Kuba Camii, Hidayet Camii, Kanun-i Tevhid ve bilhassa Hüseyniye-i İrşad gibi mekanların dindar aydınlarla müslüman üniversitelilerin bilinçlenme merkezleri haline gelmesine yolaçmıştı. İmam Humeyni'yle -ks- Allame Tabatabai'den yıllarca ders almış olan üstad Mutahhari, İran'ın en tanınmış felsefeci ve fakihlerinden biri olarak, Tahran'a hicretinden sonra vaktinin önemli bir kısmını güncel ve sade bir dille islam akidesinin temellerini açıklamaya ve ilhâdî ekollerle çağdaş karma düşünce ve ideolojilerin tutarsızlık ve batıllığı konusunda müslüman genç nesli uyarıp bilinçlendirmeye ayırmış e bu yöntem giderek onun çalışma ve semiverlerinin ana ekseni haline gelmişti.


                    Kendi dallarında tanınmış birer müslüman mütefekkir olan Dr. Mufattih'le Dr. Bâhüner'in çalışmaları da aynı doğrultudaydı ve biri aydın bir üniversiteli, diğeri de aydın ve inkılabi bir dinadamı olarak halkı bilinçlendirme yolunda yoğun faaliyetler içindeydi.

                    Üstad Mutahhari'nin şehadetinden sonra İmam Humeyni -ks- onun istisnasız bütün eserlerini "faydalı" olarak tanımlayacak, kendisini islam davasına adamış olan bu ünlü mütefekkirin yılmak bilmeyen uzun ve yorucu çalışmalarının "takdire şâyan" olduğunu vurgulayacaktı.


                    Dr. Ali Şeriati'nin eser ve konuşmaları edebî açıdan taşıdıkları çarpıcılık ve cazibenin yanısıra; müslüman İran toplumunun dînî, târihi ve sosyal meselelerini eleştirel ve radikal bir bakış açısıyla değerlendirdiği için ilgiyle izlenmekteydi. O günkü şartlarda İran'ın genç nesli için bu tür konuşma ve bahisler önemli bir boşluğu doldurmadaydı.

                    Dr. Şeriati'yle Savak arasındaki yazışmalar ve bununla ilgili olarak 1990'lı yıllarda yayınlanan belge ve senetler (48) dikkatli ve insaflı bir şekilde incelendiğinde ortaya çıkacak sonuç şudur: Dr. Şeriati'nin eser ve konuşmalarının o günün İran'ında gençlerin komunizm ve benzeri sol ekollere eğilim duymasını engelleyici nitelikte olması ve onun İran'ın geleneksel bünyeli uleması ve bu tür bir ulemacılığa karşı sürekli ve çok sert ifadeler kullanmasının müslüman kesim arasında görüş ayrılıkları ve ihtilaflar yaratma yolunda faydalı olabileceğini düşünen Savaş, onun çalışma ve faaliyetlerine uzun bir süre engel olmamayı tercih etmiş; ancak aynı Savak teşkilatı 1352'de (1973-4) Hüseyniye-i İrşad'ı kapattırmak ve Dr. Şeriati'yi de tutuklamak zorunda kalmıştır.




                    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                    Yorum


                      #40
                      Ynt: Uyanış Destanı...


                      Diğer taraftan üstad Mutahhari'nin Hüseyniye-i İrşad'daki faaliyetlere artık katılmayıp bu mekandan niçin uzak durduğu hususu da, bugün ondan geriye kalan mektup ve belgelerde aydınlığa kavuşmuş durumdadır, sözkonusu mektup ve belgelerin net olarak ortaya koyduğu hakikat şudur: Üstad Mutahhari'ye göre kültürel ve sosyal bir inkılabın temelleri mutlaka vahy ve salt dînî düşünce temelleri üzerine kurulmalıdır. Bu nedenle de böyle bir temel üzerine kurulu bulunmayan ve dînî hükümlerindoğru olarak anlaşılabilmesi için gerekli olan uzmanlık ve inceleme yöntemlerinin görmezden gelindiği bir "dinî konular etrafında yürütülen inkılâbî fikirler, heyecanlı yorum ve çarpıcı yenilik"lerin etkisi ve bu tür eserlerin tesiri geçici olacak ve uzun vadede "karma ideolojiye geçiş" gibi bir tehlikeye yol açarak dinî konularla vahye dayalı olmayan fikir ve düşüncelerin aynı potalarda yoğrulup hiçbir şeye benzemeyen sentezler üremesine neden olacak ve neticede batı felsefe ve sosyolojilerine götüren gedikler açmış olacaktır islam toplumlarında.

                      İslam inkılabının zaferinden sonra aşırı gruplardan bir kısmı, Dr. Şeriati'yi savunma ve ondan yana çıkma bahanesiyle inkılab ve inkılab rehberinin karşısına dikildiler. Buna mukabil, eserleriyle ilgili görüş ve eleştiriler bir tarafa, eserlerini mütalaa ederek islam ve inkılabın yanında yeralan ve inkılaba hizmetler veren nice insanlar olduğu da inkar edilmez bir gerçektir. Bütün bu nedenlerledir ki Dr. Şeriati'nin kişiliği ve rolü konusunda çeşitli yargılarda bulunulmuş, muhtelif görüşler öne çıkmıştır. Bugün kimine göre Dr. Şeriati şah rejiminin kültürel emellerine hizmet eden bir işbirlikçiydi; kimine göreyse o, inkılâbî ve müslüman bir mütefekkir ve düşünürdü ve kendisinin geride bıraktığı son notlarla belgelerin de ortaya koyduğu üzere Dr. Şeriati, eser ve konuşmalarında doğru olmayan yorum ve fikirlerle sathi bazı noktalar bulunduğunu bizzat belirtmiş ve bunların gerekli çıkarma ve eklemelerle düzeltilmesi için bütün eser ve konuşmalarının mutlaka baştan sona gözden geçirilmesini önemle vurgulamıştır. İmam bu hususta da fevkalâde bir basiret örnegi sergileyerek makul bir tavır takınmış ve ömrünün son günlerine kadar da bu tavrını sürdürmüştür:


                      Rahmetli İmam -ks- o dönemlerde yaptığı konuşma ve yayınladığı mesajların pek çoğunda inkılâbî şia ulemasının tarih boyunca öncülüğünü savunmuş ve islam ulemasının büyüklerinden yana tavır koymuş ve ulema hakkında oluşturulan şüphe ve tereddütlere gereken cevapları vererek konunun aydınlığa kavuşmasını sağlamıştır. Bu cümleden olmak üzere yurtdışında tahsil etmekte olan İranlı öğrencilerin oluşturduğu islam encümenlerine yazdığı cevabi mektuplarda islamla ilgili hususlarda, uzmanca olmayan sathî ve yüzeysel yorumlarda bulunulmasından ciddiyetle sakınılmasını defalarca belirtmiş, bu hususta uyarılarda bulunmuş, aynı zamanda müslüman aydınlarla yazarların da çektikleri zahmetlere teşekkürde bulunarak onları da dinadamı kılıklı yobaz ve dogmatik kişilerin yaratabileceği tehlikelere karşı uyarmayı ihmal etmemiş; şunun veya bunun adına yaratılan ihtilaf ve anlaşmazlık getirici mevzulara girilmemesini ve gruplaşmalardan ciddiyetle sakınılmasını, aksi takdirde inkılabın maslahatlarına aykırı davranılmış olacağını vurgulamıştır.



                      Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                      Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                      Yorum


                        #41
                        Ynt: Uyanış Destanı...


                        İmam Humeyni -ks- ve Mücadelenin Sürekliliği

                        1350'li (1970-71) yılların 2. yarısında şah rejimiyle Irak Baas rejimi arasındaki anlaşmazlık iyice büyüdü, Irak'ta mukim bulunan İranlıların önemli bir kısmı yurtdışına sürülüp evinden barkından edildi. İmam Humeyni o günlerde Irak cumhurbaşkanına yazdığı bir telgrafta bu girişimi sert bir dille kınamaktaydı. Hatta bu gelişmeleri protesto amacısya İmam -ks- Irak'tan ayrılmaya karar vermiş, ne var ki o şartlar altında İmam'ın Irak'tan hicret etmesinin yolaçacağı sonuçları kestirebilen Irak yöneticileri onun Irak'tan ayrılmasına izin vermemişlerdi.

                        Diğer taraftan petrol fiatlarının ve satışının artmasıyla birlikte geliri artan şah, H.Ş. 1350'den sonra kendisini daha güçlü hissetmeye başlamıştı. buna paralel olarak da rejime muhalif olanlar acımasızca sindiriliyor, en küçük bir muhalefet en sert şekilde bastırılıyordu. Rejim cinnet geçirircesine bir tutkuyla silah satın almaya başlamış, Amerikan ürünleri İran piyasasını adetâ işgal etmiş, ard arda Amerikan üsleri açılmış, İsrail'le askeri ve ticârî ilişkilere azamî derecede hız verilmişti. İran şahlarının 2500 yıllık imparatorluğunun yıldönümü adına birçok ülkenin devlet başkanları İran'a davet edilmiş, astronomik rakamlara varan harcamalar İran milletinin kursağından kesilerek gerçekleştirilmişti. Şah rejimi, gücünü ve iktidarını ispatlayabilmek için bu büyük gösterişlere gerek duyuyordu.


                        İmam Humeyni -ks- ard arda yayınladığı mesajlarla bu israfları kınayacak ve ülkenin geride kalmasına neden olan sebepleri açılayarak İran'ın içinde bulunduğu acı tabloyu gözler önüne sermekten çekinmeyecekti.

                        Araplarla İsrail arasında 4. savaşta sahş İsrail'in güçlü hâmisi olarak ortada boy gösterirken İmam H.Ş. 1352 Aban'ında -1973 sonbaharında- yayınladığı bir bildiriyle İran halkından, siyonist İsrail'in saldırganlıkları karşısında kıyam etmesini istedi. İmam bu mesajında bütün müslüman milletlerin Filistinli savaşçılara maddi ve manevi yardımda bulunmasının farz olduğunu ve Filistin'in direnişine destek sağlayabilmek için kan, ilaç, silah, gıda ve benzeri yardımlar yapılması gerektiğini vurguluyordu(49). İmam Humeyni -ks- bir başka mesajında da şöyle demekteydi: "Şu fesad tümörünü kökünden söküp atmadıkça islam milletinin yüzü gülmeyecektir ve İran bu yüzkarası sülalenin (Pehlevi) pençesinde olduğu sürece hürriyetin yüzünü göremeyecektir!"(50)


                        H.Ş. 1353 İsfendi'nin sonlarında (1974 kışı) şah, saraya bağlı "Restahiz Partisi"ni kurdurarak demokratik bir görünüme bürünmeye çalıştıysa da diktatör yapısı bunu da yüzüne gözüne bulaştırmasına neden oldu; nitekim televizyonda yaptığı bir konuşmada bütün İran halkının bu tek partiye üye olması gerektiğini, üye olmak istemeyenlerin hemen pasaportlarını alıp ülkeyi terketmelerini emrediyordu!(51)

                        Bu konuşma üzerine İmam Humeyni -ks- derhal bir fetva yayınlayacak ve bu fetvada şöyle diyecekti: "İslama karşı olması ve müslüman İran milletinin maslahatlarına muhalefet göstermesi cihetiyle, bu partiye üye olmak bütün İran milleti için haram olup zulme yardım ve müslümanların bedbahtlığına sebebiyet sayılır ve bu partiye karşı olmak "kötülükten menetme (nehy-i an'il münker)" esasının en bâriz gereklerinden biridir."(52)


                        İmam Humeyni'yle -ks- diğer bazı islam ulemasının bu yöndeki fetvaları etkili olmuştu. Onca geniş propagandaya rağmen, şah rejimi birkaç yıl sonra Restahiz Partisi'ni resmen kapattığını açıklayarak yenilgiyi kabul etmiş olacaktı. İmam Humeyni -ks- sözkonusu mesajında "Gurbet ellerde bulunduğum şu sırada İran milletinin içler acısı halinden fevkalâde üzüntü duymaktayım" diyor ve şöyle ekliyordu:"... Bu hassas ve kritik ortamda keşke ben de onlarla birlikte olabilseydim de islam ve İran'ın kurtuluşu için verilen bu mukaddes mücadelede onlarla işbirliğinde bulunsaydım..."(53)


                        Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                        Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                        Yorum


                          #42
                          Ynt: Uyanış Destanı...


                          H.Ş. 1354'te 15 Hordad kıyamının yıldönümü sırasında Kum'daki Feyziye Medresesinin inkılâbî din öğrencileri yeni bir kıyama daha giriştiler. "Yaşasın Humeyni! Peplevi hanedanına ölüm!" peryatları iki gün boyunca Kum semalarında çınladı. Bundan önce gerilla örgütleri büsbütün çökertilmiş, ünlü siyasi ve dindar isimlerin tamamına yakın bir kısmı rejimin zindanlarına hapsedilmişti; bu nedenledir ki ortalığın süt liman olduğunu zannettikleri bir anda böylesine cesurca ve alenî bir başkaldırıya şahid olmak, şaha ve Savak'a çok ağır gelmişti. Emniyet görevlileri medreseyi kuşatmış; ani bir baskınla medreseye girip buldukları herkesi acımasızca dayak altında tutuklayarak götürmüşlerdi.

                          İmam Humeyni -ks- bu olay üzerine hemen bir bildiri yayınlamakta ve şu müjdeyi vermekteydi: "... Bütün zorluk ve felaketlere rağmen milletin uyanık olması ümit vericidir. Bizzat şahın da itiraf etmiş olduğu gibi İran'daki bütün üniversitelerle değerli âlimler, ortaokul ve lise öğrencilere ve halkın diğer kesimleri mevcut bütün baskı ve zorbalıklara rağmen muhalefete girişmiş bulunuyor ki, bu da sömürü zincirlerinden kurtuluş ve hürriyete kavuşmanın başlangıcını müjdelemektedir!.."(54)

                          İmam Humeyni -ks- H.Ş. 2 Mehr 1354'te -1975'te- Amerika ve Kanada'daki Müslüman Öğrenciler Encümeni yıllık kongresine gönderdiği yazılı mesajda şöyle diyordu: "Ömrümün şu son döneminde benim için ümit verici olan apaçık bir konu var; o da, genç neslin böylesine uyanık ve bilinçli olması ve giderek ilerlemekte olan aydınlar hareketidir, Allah'ın izniyle nihâi sonuca ulaşacak ve ecnebilerin ellerini keserek islam adaletinin yayılmasını sağlayacaktır(55)

                          Şah, din karşıtı laik politikalarından birini daha uygulama safhasına koyarak H.Ş. 1354'ünün İsfend'inde (1975 kışı) küstühça bir girişimle İran'da kullanılan ve hz. Resulullah'ın -sav- hicret başlangıcının esas alındığı hicri takvimi değiştirip tarih başlangıcı olarak Hakameneşi padişahlığının kuruluşunu esas alan İran kraliyet tarihini ülkenin resmi tarihi ilan etti. İmam Humeyni -ks- buna çok sert bir tepki gösterecek ve derhal bir fetva yayınlayarak hiçbir esas ve mana ifade etmeyen Hakameni tarihinin kullanılmasının "haram" olduğunu açıklayacaktı. Bu temelsiz tarih aygulamasını haram ilan eden fetva da tıpkı şahın Restahiz Partisi'ne üyeliği haram eden fetva gibi fevkalâde etkili olmuş ve her ikisi de şah rejimi için tam bir "fiyosko"yla sonuçlanarak rejimin islam karşısında geri adım atmasıyla neticelenmişti; nitekim rejim 1357'de (1978) bu kanunu kaldırarak şehinşahlık tarihinden, tekrar hicri takvime dönüldüğünü açıklamak zorunda kalacaktı.

                          1975'te dönemin Irak cumhurbaşkanı yardımcısı Saddam'la şah arasında Cezayir'de yapılan antlaşmayla iki rejim arasındaki husumet ve düşmanlık geçici olarak son bulmuş oldu. O yıllarda Fars Körfezi'nde tam bir huzur ve güvenliğe ihtiyacı olan Amerika, İran'la Irak arasındaki sürtüşmelerin bir an önce noktalanmasını istiyordu. Bu nedenledir ki Cezayir cumhurbaşkanıyla şahın yakın dostu Mısır cumhurbaşkanı Enver Sedat'ın aracılığıyla bu antlaşma gerçekleştirilmiş ve sürtüşmelere son verilmiştir.

                          Bağdad'la Tahran rejimleri arasındaki bu flört dönemi, İmam'ın mücadele sürecinde daha zor ve sıkıntılı bir kesit başlatmıştı. ne var ki bu zorlukların İmam'ı engellemesi mümkün değildi, o yılmadan mücadelesini sürdürüyor, davasında adım adım ilerliyordu.

                          İşte bu dönemlerde Irak'ta bulunan İran büyükelçisi üst düzey yetkililere gönderdiği gizli raporunda şöyle yazacaktı: "Ayetullah Humeyni Irak'ta sessiz sedasız durmuyor, rejim aleyhinde yoğun faaliyetler içinde... Gerekenin yapılması için lütfen talimatların bildirilmesi..."


                          Şah, bu rapora bizzat cevap yazacak ve öfkesini kusarak "kaçıncı kezdir söylüyorum bunu; kesin o sesi!" diyecekti (56) Şah bunu yazarken, Allah Teala'nın İmam Humeyni -ks- için bambaşka bir takdiri irade buyurmuş olduğunun farkında değildi: "Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar, oysa Allah kendi nurunu tamamlayıcıdır, kafirlere hoş gelmesi bile" (Sâf, 8-).



                          Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                          Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                          Yorum


                            #43
                            Ynt: Uyanış Destanı...



                            H.Ş. 1355'te (1976) Amerika'da Beyaz Saray demokratların eline geçti. ABD cumhurbaşkanlığı seçimlerinde şahın cumhuriyetçilere yaptığı geniş yardımlar hiçbir işe yaramamıştı. Jimmy Carter, insan hakları ve ABD'nin yurtdışına silah ihracatının sınırlandırılması gibi sloganlarla başbakanlığı ele geçirmeyi başarmıştı. Sözkonusu dönemde Amerikalıların bu sloganları ön plana çıkarmasının özel bir nedeni vardı; herşeyden önce o yıllarda Amerika'ya karşı giderek artan -bilhassa İran'da- antipatinin azaltılması, Amerika'nın yaşadığı ciddi ekonomik krizin örtbas edilmesi ve eski Sovyetler'le yapılacak nükleer başlıklı silahlarla ilgili görüşmelerde (Salt) ABD lehine ayrıcalıklar kazanılmaya çalışılması yakında Sovyetler'e baskı uygulanması gibi faktörler bu nedenlerin en başta geleniydi.


                            Binâenaleyh Amerikan Demokrat Partisi'nin politikacıları doğrultusunda Şah da İran'da "Açık ve Serbest Siyasi Atmosfer" politikasını uygulamaya başladı, bu paralelde birtakım dış değişiklikler yapıldı, bazı görevliler alınmış gibi yapılarak yerleri değiştirildi. Daha sonraları Amerika'nın Tahran'daki casusluk yuvası olan ABD büyükelçiliğinde ele geçirilen ve kitap halinde yayınlanan gizli belgelerin de ortaya koyduğu üzere ABD dışişleri bakanlığı ve CIA tarafından belirlenip Tahran büyükelçiliğine iblağ edilen "Amerika'nın İran politikası"nda zerrece değişiklik olmamış, ABD her zamanki gibi şaha her bakımdan destek vermeyi sürdürmüş, cumhuriyetçiler gibi demokratlar da şahı Amerika'nın Fars Körfesi'ndeki çıkarlarını savunan en güçlü piyon olarak kabul etmiş, nitekim bu nedenledir ki ABD'nin yabancı ülkelere silah ihracatına getirdiği kısıtlamalar İran'a uygulanmamıştı. Carter'le eşinin Tahran ziyareti ve ABD başkanının bu ziyaret sırasında yaptığı bir konuşmada Beyaz Saray'ın kayıtsız şartsız şahı desteklemeye devam edeceğini vurgulaması, şahın "Açık Siyasi Atmosfer" politikasının geçici bir senaryo olduğunu gösteriyordu.




                            Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                            Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                            Yorum


                              #44
                              Ynt: Uyanış Destanı...


                              İslam İnkılabının H.Ş. 1356 (1977)'de Doruğa Yükselmesi ve Halkın Toplu Kıyamı

                              Dünyada ve İran'da olup bitenleri büyük bir dikkatle izleyen İmam Humeyni -ks- bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeyi başaracaktı. Nitekim 1356 Mordad'ında (1977 yazında) yayınladığı bir bildiride şöyle diyordu: "Yurtiçi ve yurtdışında vuku bulan son gelişmeler ve şah rejiminin işlediği caniliklerin yurt dışındaki mahfil ve matbuatlara yansımış olmasına binâen; yurtiçi ve yurt dışındaki ilmi ve kültürel mahfillerle vatansever ricalleri, üniversiteliler ve islam encümenlerinin bulundukları yerlerde hiç vakit geçirmeden değerlendirmeleri gereken bir fırsat doğmuş bulunmaktadır: Herkes, hiç çekinmeden açıkça harekete geçmeli, kıyam etmelidir şimdi!"

                              Aynı mesajın bir başka yerinde şöyle diyordu İmam: "Yüz milyonlarca müslümanın haklarını görmezden gelip bir avuç serserinin onların başına musallat edilmesi ve müslümanların mukadderatının bu azgın serserilerin eline bırakılması ve İran'daki gayri meşru rejimle kukla İsrail devletine, müslümanların hak ve hürriyetlerini ellerinden almaları için meydan verilmesi ve ortaçağdan farksız uygulamalara gidilmesi; Amerika cumhurbaşkanlarının dosyalarına geçecek olan caniliklerdir!"(57).

                              İmam'ın büyük oğlu Ayetullah hacı Mustafa Humeyni'nin H.Ş. 1356 Abân'ının 1. günü (1977 sonbaharı) şehid edilmesi üzerine baştanbaşa bütün İran'da yas ve taziye merasimleri düzenmesi yeni bir dönüm noktası olmuş ve medrese çevreleriyle İran'ın dindar halkında yepyeni bir şahlanış yaratmıştı. İmam Humeyni aynı günlerde herkesi şaşırtan bir sabır ve azim örneği sergilemiş ve beklenmedik bir açıklamada bulunarak bunu "Allah Teala'nın gizli lütuflarından biri" şeklinde değerlendirmişti. Şah rejimi, Ittılâat gazetesinde İmam aleyhinde yayınlattığı hakaret dolu bir makaleyle misillemede bulunacak ve kendi aklınca intikam yoluna gidecekti.


                              Bu çirkin makaleye yapılan itirazlar Kum'da "19 Dey Kıyamı" adıyla meşhurdur. 1356 Dey'inin 19'unda (1977 kışı) gerçekleşen bu kıyamda birçok din talebesi rejimin memurları tarafından saldırıya uğrayarak kanlar içinde şehadete nail oldu.

                              Bu, Kum'da Kıyamın tekrar başlaması demekti, çok geçmeden kıyamın boyutları genişleyip yayıldı ve 15 Hordad 1342'den çok farklı şartlarda bütün İran'ı kuşatmış oldu. Tebriz, Yezd, Cehrum, Şiraz, İsfahan, Tahran ve Kum'da bu şehidlerin 3'ü, 7'si ve 40'ı için düzenlenen anma ve taziye merasimleri, sözkonusu şehirlerde de benzeri olayların yaşanması ve benzeri kıyamların ard arda tekrarlanmasıyla sonuçlandı. Bu süreç boyunca İmam'ın İran halkını şaha karşı direnip bu şanlı kıyamı sürdürmeye ve laik Pehlevi rejimini yıkıp yerine bir islam devleti kurmaya çağıran mesaj, bildiri ve kasetleri İran'daki inkılâbî taraftarlarca çok sayıda teksir edilip çoğaltılmada ve hızla bütün ülkeye yayılması sağlanmadaydı (58)

                              Şah, en acımasız yöntemlere başvurduğu ve göstericileri topluca katletme yoluna bile gittiği halde bu kıyamı bastıramadı ve rejimin bütün girişimleri "yangına körük" etkisi bıraktı. Şah rejiminin politik oyunlarıyla askerî yöntem ve girişimleri, müslüman halk üzerinde etkisini göstermeden önce İmam'ın gerçekleri ifşa eden bildiri ve mesajlarıyla akamete uğruyor ve İmam'ın mücadeleyle ilgili bütün direktifleri halk kitleleri tarafından hiç vakit geçirmeden şevk ve heyecanla yerine getiriliyordu.

                              Şah rejiminin, 13 yıllık sadık işbirlikçisi başbakan Hüveyda'yı görevinden alarak onun yerine Cemşid Âmuzegar adlı batı hayranı bir teknokratı getirmesi, giderek şiddetlenen krizin çözülmesine zerrece yardımcı olmadı.




                              Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                              Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                              Yorum


                                #45
                                Ynt: Uyanış Destanı...


                                İran'daki tanınmış sömürü odağı mosonluk akımının önde gelen "üstad"(!) larından olan Cafer Şerif İmamî adlı masonun "Milli Uzlaşma Hükumeti" adlı yeni bir kabineyle başbakanlığa getirilmesi de "artık uyanmış bulunan İran milleti"ni oyuna getiremedi. Nitekim İmâmi, çok ustaca bir planla işe koyulmuş ve şah rejimi tarafından desteklendiği artık birçoklarınca anlaşılmış bulunan Şeriatmedari'yi adetâ bu inkılab ve kıyamların etkin ismiymiş gibi göstererek Kum kentine gidip onunla müzakerelerde bulunmuş; ama bu inceden inceye hesaplanmış ihanet planlarının tamamı İmam tarafından bozulmuş ve onun rehberliğinden zerrece ayrılmayan müslüman İran halkı, rejimi çığ gibi yutmaya başlayan şanlı kıyamını sürdürmüştü.

                                Şerif İmami hükumeti Tahran'da unutulmaz bir gaddarlık örneği sergileyecek ve 17 Şehriver günü, bugünkü Şühedâ Meydanı (o günkü adıyla Jale Meydanı)'ında rejimi protesto eden müslümanların üzerine ateş emri vererek çok sayıda masum insanı şehid edecekti. Yine bu hükumet zamanında Tahran'la 11 diğer şehirde süresiz sıkıyönetim ilan edildi. Ancak, İmam'ın talimatları üzerine halk sıkıyönetimi çiğneyerek topluca sokaklara dökülüp gece gündüz protesto yürüyüşlerini sürdürdü. Giderek bütün halkı kapsamına alan bu muazzam gösteriler sırasında "Allah-u ekber!", "Şaha ölüm", "Yaşasın İmam Humeyni!" sloganlarıyla birlikte makinali tüfek sesleri de geceli gündüzlü bütün İran semalarını çınlatıyordu şimdi.

                                İmam Humeyni -ks- ta ilk baştan beri kıyamının esasını "bir toplum kendi nefsini -özünü- değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez!" ayetinde buyrulmuş olan temel ilke üzerine kurmuştu, bu nedenledir ki öncelikle kültürel bir inkılap oluşturulması gerektiğini ve ancak bundan sonradır ki halkın köklü ve toplu bir sosyal inkılapla herşeyi değiştirebileceğini savunuyordu. Parti yoluyla ve parlementer yöntemlerle bir yere varılamayacağına inanan İmam, İran'da o günkü şartlarda geniş halk kitlelerinin desteğine sahip bulunmayan silahlı mücadele yöntemlerinin de hiçbir işe yaramayacağı görüşündeydi. Ancak Amerika'nın bir askeri darbeye yeltenmesi halinde bütün halkın silahlı bir seferberliğe çağrılması ve silahlı cihadın ancak böyle bir durumda başvurulacak son çare olabileceği inancındaydı İmam.

                                İran İslam İnkılabı'nda camiler, mescitler ve dinî mahfiller, halkın toplanıp harekete geçirildiği genel merkezler durumundaydı. Halkın gösterilerde kullandığı sloganlar genellikle imam Humeyni'nin dîni öğretim ve talimatlarından alınmış anlam ve tabirlerdi. İslami hareketin yeniden şahlanmasıyla birlikte 1356-1357'li yıllar (1977-1978)da hızla gelişip çoğalmaya başlayan örgüt, grup ve hizipler alabildiğine sayıca fazla, çok renkli ve çeşitli ideoloji ve fraksiyonlara mensuptu ve taraftarları kimi zaman bir elin parmaklarını aşmayacak kadar az olan bu siyasi örgüt ve fraksiyonlar, İran milletinin topluca başlattığı bu kıyamda hiçbir etkinlik gösteremedikleri gibi, İmam Humeyni'nin rehberliğinde coşup akmaya başlayan bu selin akışına kapılmak zorunda da kalmışlardı. Aynı günlerde İmam'ın yolunda ilerleyen ve iyice teşkilatlanmış olan müslüman silahlı örgütler de faal durumdaydı ki bunların silahlı girişim ve eylemleri bağımsız değil, İmam'ın başlattığı kıyamı destekleme ve bu kıyamı müdafaa çerçevesinde vuku bulmadaydı.


                                İmam'ın -ks- şah rejimine karşı verdiği mücadelede çok etkili ve başarılı olan yöntemlerden biri de halkı geniş boykot ve grevlere çağırması ve bu grevlerin hızla yayılıp genişlemesini sağlamaya özen göstermesiydi. Bütün ülkeyi saran bu genel grev ve protesto eylemleri, şah rejiminin son aylarında rejimin kendi temellerine kadar yayılmış, bakanlıklarla askerî ve idârî merkezleri bile kuşatıvermişti. Bu grevler içinde rejime son darbeyi indireni petrol, banka ve devletin diğer hassas kuruluşlarında çalışanların grevi olmuştur.




                                Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                                Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X