Ynt: Uyanış Destanı...
İmam'ın -ks- Türkiye'den Irak'a Sürgünü
H.Ş. 13 Mehr 1344 günü İmam Humeyni -ks- büyük oğlu Ayetullah Hacı Mustafa'yla birlikte ikinci sürgün beldesine, yani Irak'a götürüldü. İmam'ın -ks- niçin Türkiye'den Irak'a götürüldüğü sorusu uzunca cevapları gerektirse de bunları şu başlıklar altında toplayabilmek mümkündür: İran içinde ve dışındaki medrese ve diğer dini çevrelerin mükerrer baskısı, yurtdışında okuyan İranlı müslüman öğrencilerin, İmam'ın serbest bırakılması yolundaki yoğun çabalarıyla gösteri ve protesto eylemleri, Amerika'nın daha fazla güven ve desteğini kazanmak isteyen şahın İran'da kendisinin duruma hakim bulunduğunu ve memleketin güllük gülistanlık olduğunu göstermek istemesi, Türkiye devletinin güvenlik ve psikolojik sorunları, Türkiye'deki dinî çevrelerden gelen baskıların giderek artması ve bütün bunlardan daha önemlisi: O günlerde Necef medreselerine egemen olan sükut ce anti-Politik ortamla Bağdad rejiminin özel durumunun İmam'ı siyasi faliyette bulunmaktan alıkoyacağını zanneden şahın yanlış hesapları.
İmam Humeyni'nin -ks- Bağdad'a indikten sonra ilk işi bu beldede bulunan Ehl-i Beyt imamlarına -s- ait türbe ve mekanları ziyaret etmek oldu; böylece Kâzımeyn, Sâmıra ve Kerbelâ şehirlerine bir haftalık bir ziyaretten sonra İmam, Necef'te kalacağı sürgün mahalline döndü. Gittiği bu şehirlerde ulema, din öğrencileri ve halk tarafından çok yakın bir ilgiyle karşılanması, İmam'ın 15 Hordad kıyamının mesajının İran sınırlarını çoktan aşıp dünya müslümanlarının kulağına vardığın ve İmam'ın bu diyarlardaki müslümanların gönlünde yer etmiş olduğunu göstermeye yetiyordu.
Dönemin Irak cumhurbaşkanı Abdusselam Arif'in özel temsilcisiyle İmam Humeyni -ks- arasındaki kısa görüşme ve İmam'ın radyo televizyonlarla röportajda bulunma teklifini kesinlikle reddettiğini açıklaması; İmam'ın, başlattığı bu ilahi hareket ve kıyamı Bağdad rejimiyle Tahran rejimi arasında bir barış unsuruna indirgeyecek kadar basit ve uzlaşmacı bir lider olmadığını daha ilk günlerde Bağdad rejimine de ispatlamıştı. Bu yılmaz yöntem, İmam'ın Irak'ta sürgünde bulunduğu süre'ce hiç değişmedi. İmam'ı dünyanın tanınmış diğer inkılâbî ve siyasi çehrelerinden oldukça farklı ve üstün kılan bir diğer özelliği de buydu; birçok politikacının tam tersine o; en zor dönemler ve en çetin şartlarda dahi; nice kimseler için gayet normal karşılanan siyasi pazarlıklara asla girmemiş ve inandığı davanın kural ve prensiplerini asla pazarlık konusu etmemiştir. Oysa bugün herkes bunu bilmektedir ki İmam; Irak'la İran rejimleri arasında o günlerde vuku bulan sert sürtüşmelerden birinde Irak rejimine zerrece olsun yeşil ışık yakmış olsaydı Iraklılar, şaha karşı mücadelesini genişletebilmesi için İmam'ın istediği bütün imkanları seferber edecek ve onu sonuna kadar destekleyeceklerdi. Halbuki İmam -ks- böyle yapmamakla kalmadığı gibi; sözkonusu sürtüşme dönemlerinde her iki tarafla da mücadele etti ve hatta birkaç kez Irak rejimiyle karşı karşıya gelerek bu rejime karşı kıyama girişmenin eşiğine kadar geldi. İmam'ın -ks- nadide basireti ve fevkalade eğitimli kişiliği olmasaydı hiç şüphesiz İran'da daha önceki siyasi parti, hareket, kıyam ve grupların düştüğü hataya islam inkılabı da düşecek ve öncekiler gibi o da bağımlılık ve nihayet yenilginin acı akıbetinden kurtulamayacaktı.
İmam Humeyni'nin Necef'te 13 yıl süren sürgün hayatı boyunca çektiği sıkıntılar ve gösterdiği tahammül, İran ve Türkiye'dekinden çok daha fazlaydı. Her ne kadar Necef'te; görünüşte bu ülkelerdeki kadar direkt baskı ve kısıtlamalar yoktuysa da burada karşılaştığı muhalefetler, aldığı dil yaraları ve haksız eleştiriler düşman cephesinden değil, dost cephesinde görünen dinadamı kılığına bürünüp âlim elbisesi giymiş "dünyaperest"lerden geldiğinden tahammülü çok zor ve müşküldü. Nitekim sabrı ve tahammülü dillere destan olan rahmetli İmam -ks- Necef'te geçirdiği bu yılları "mücadelesinin pek zor ve pek acı dönemlerinden biri" olarak yâdeder. Ne var ki bütün bu zorluklara rağmen İmam -ks- bilinçli olarak seçmiş olduğu yoldan bir adım gerilemedi, davasından asla vazgeçmedi. Necef'teki sözkonusu ortamda mücadeleden bahsedip insanları kıyama çağırmanın hiçbir sonuç vermeyeceğini çok iyi bilen İmam -ks- şimdi burada da herşeyi baştan alacak ve tıpkı 15 Hordad'dan yıllar önce Kum'da medresede başladığı yerden başlayacaktı; yani ortamı yavaş yavaş düzeltip değiştirecek ve vereceği mesajı algılama kabiliyetine sahip yeni bir nesil yetiştirecekti. Bu nedenle İmam -ks- garazkâr unsurların bütün engelleme çabalarına rağmen H.Ş. 1344 Aban'ında Necef'in Şeyh Ensârî Camii'nde yüksek fıkıh dersleri vermeye başladı ve Irak'tan Paris'e hicrette bulunmak zorunda kalıncaya kadar da bu dersleri kesintisiz olarak sürdürdü.
Fıkıh ve usulde kullandığı kaynakların sağlamlığı ve islami bilim dallarının tamamına tam anlamıyla vakıf olması kısa sürede İmam'ın -ks- ders mahfilinin Necef'te de yankı bulmasını sağlamış ve kimi mürtecilerin aksi yöndeki bütün çabalarına rağmen İmam'ın ders mahfili Necef'in en tanınmış ve hem nitelik, hem nicelik açısından en ileri medreselerinden birine dönüşüvermişti. İranlı, Iraklı, pakistanlı, Afganistanlı, Hintli ve diğer Fars Körfezi ülkelerine mensup müslüman öğrenciler İmam'ın derslerine katılabilmek için adeta yarışıyorlardı. Bu arada İmam'ın İran'daki öğrencileri, İran'dan topluca Necef'e hicret etmek istemiş, ama İmam'ın İran medreselerinin boşaltılmaması gerektiği yolundaki tavsiye ve direktifleri üzerine bu isteklerinden vazgeçmek zorunda kalmışlardı. Ne var ki daha ilk günlerde, İmam'ın davasına aşık müminlerin önemli bir kısmı soluğu Necef'te almış ve göz açıp kapayıncaya kadar Necef'te "İmam'ın yoluna gönül vermiş bir inkılâbî mümin grub oluşmuştu. İşte bu müslümanlar İmam'ın mücadeleyle ilgili mesajlarını o hafakan dolu yıllarda bireylere ve kitlelere ulaştırma sorumluluğunu üsleneceklerdi.
İmam'ın -ks- Türkiye'den Irak'a Sürgünü
H.Ş. 13 Mehr 1344 günü İmam Humeyni -ks- büyük oğlu Ayetullah Hacı Mustafa'yla birlikte ikinci sürgün beldesine, yani Irak'a götürüldü. İmam'ın -ks- niçin Türkiye'den Irak'a götürüldüğü sorusu uzunca cevapları gerektirse de bunları şu başlıklar altında toplayabilmek mümkündür: İran içinde ve dışındaki medrese ve diğer dini çevrelerin mükerrer baskısı, yurtdışında okuyan İranlı müslüman öğrencilerin, İmam'ın serbest bırakılması yolundaki yoğun çabalarıyla gösteri ve protesto eylemleri, Amerika'nın daha fazla güven ve desteğini kazanmak isteyen şahın İran'da kendisinin duruma hakim bulunduğunu ve memleketin güllük gülistanlık olduğunu göstermek istemesi, Türkiye devletinin güvenlik ve psikolojik sorunları, Türkiye'deki dinî çevrelerden gelen baskıların giderek artması ve bütün bunlardan daha önemlisi: O günlerde Necef medreselerine egemen olan sükut ce anti-Politik ortamla Bağdad rejiminin özel durumunun İmam'ı siyasi faliyette bulunmaktan alıkoyacağını zanneden şahın yanlış hesapları.
İmam Humeyni'nin -ks- Bağdad'a indikten sonra ilk işi bu beldede bulunan Ehl-i Beyt imamlarına -s- ait türbe ve mekanları ziyaret etmek oldu; böylece Kâzımeyn, Sâmıra ve Kerbelâ şehirlerine bir haftalık bir ziyaretten sonra İmam, Necef'te kalacağı sürgün mahalline döndü. Gittiği bu şehirlerde ulema, din öğrencileri ve halk tarafından çok yakın bir ilgiyle karşılanması, İmam'ın 15 Hordad kıyamının mesajının İran sınırlarını çoktan aşıp dünya müslümanlarının kulağına vardığın ve İmam'ın bu diyarlardaki müslümanların gönlünde yer etmiş olduğunu göstermeye yetiyordu.
Dönemin Irak cumhurbaşkanı Abdusselam Arif'in özel temsilcisiyle İmam Humeyni -ks- arasındaki kısa görüşme ve İmam'ın radyo televizyonlarla röportajda bulunma teklifini kesinlikle reddettiğini açıklaması; İmam'ın, başlattığı bu ilahi hareket ve kıyamı Bağdad rejimiyle Tahran rejimi arasında bir barış unsuruna indirgeyecek kadar basit ve uzlaşmacı bir lider olmadığını daha ilk günlerde Bağdad rejimine de ispatlamıştı. Bu yılmaz yöntem, İmam'ın Irak'ta sürgünde bulunduğu süre'ce hiç değişmedi. İmam'ı dünyanın tanınmış diğer inkılâbî ve siyasi çehrelerinden oldukça farklı ve üstün kılan bir diğer özelliği de buydu; birçok politikacının tam tersine o; en zor dönemler ve en çetin şartlarda dahi; nice kimseler için gayet normal karşılanan siyasi pazarlıklara asla girmemiş ve inandığı davanın kural ve prensiplerini asla pazarlık konusu etmemiştir. Oysa bugün herkes bunu bilmektedir ki İmam; Irak'la İran rejimleri arasında o günlerde vuku bulan sert sürtüşmelerden birinde Irak rejimine zerrece olsun yeşil ışık yakmış olsaydı Iraklılar, şaha karşı mücadelesini genişletebilmesi için İmam'ın istediği bütün imkanları seferber edecek ve onu sonuna kadar destekleyeceklerdi. Halbuki İmam -ks- böyle yapmamakla kalmadığı gibi; sözkonusu sürtüşme dönemlerinde her iki tarafla da mücadele etti ve hatta birkaç kez Irak rejimiyle karşı karşıya gelerek bu rejime karşı kıyama girişmenin eşiğine kadar geldi. İmam'ın -ks- nadide basireti ve fevkalade eğitimli kişiliği olmasaydı hiç şüphesiz İran'da daha önceki siyasi parti, hareket, kıyam ve grupların düştüğü hataya islam inkılabı da düşecek ve öncekiler gibi o da bağımlılık ve nihayet yenilginin acı akıbetinden kurtulamayacaktı.
İmam Humeyni'nin Necef'te 13 yıl süren sürgün hayatı boyunca çektiği sıkıntılar ve gösterdiği tahammül, İran ve Türkiye'dekinden çok daha fazlaydı. Her ne kadar Necef'te; görünüşte bu ülkelerdeki kadar direkt baskı ve kısıtlamalar yoktuysa da burada karşılaştığı muhalefetler, aldığı dil yaraları ve haksız eleştiriler düşman cephesinden değil, dost cephesinde görünen dinadamı kılığına bürünüp âlim elbisesi giymiş "dünyaperest"lerden geldiğinden tahammülü çok zor ve müşküldü. Nitekim sabrı ve tahammülü dillere destan olan rahmetli İmam -ks- Necef'te geçirdiği bu yılları "mücadelesinin pek zor ve pek acı dönemlerinden biri" olarak yâdeder. Ne var ki bütün bu zorluklara rağmen İmam -ks- bilinçli olarak seçmiş olduğu yoldan bir adım gerilemedi, davasından asla vazgeçmedi. Necef'teki sözkonusu ortamda mücadeleden bahsedip insanları kıyama çağırmanın hiçbir sonuç vermeyeceğini çok iyi bilen İmam -ks- şimdi burada da herşeyi baştan alacak ve tıpkı 15 Hordad'dan yıllar önce Kum'da medresede başladığı yerden başlayacaktı; yani ortamı yavaş yavaş düzeltip değiştirecek ve vereceği mesajı algılama kabiliyetine sahip yeni bir nesil yetiştirecekti. Bu nedenle İmam -ks- garazkâr unsurların bütün engelleme çabalarına rağmen H.Ş. 1344 Aban'ında Necef'in Şeyh Ensârî Camii'nde yüksek fıkıh dersleri vermeye başladı ve Irak'tan Paris'e hicrette bulunmak zorunda kalıncaya kadar da bu dersleri kesintisiz olarak sürdürdü.
Fıkıh ve usulde kullandığı kaynakların sağlamlığı ve islami bilim dallarının tamamına tam anlamıyla vakıf olması kısa sürede İmam'ın -ks- ders mahfilinin Necef'te de yankı bulmasını sağlamış ve kimi mürtecilerin aksi yöndeki bütün çabalarına rağmen İmam'ın ders mahfili Necef'in en tanınmış ve hem nitelik, hem nicelik açısından en ileri medreselerinden birine dönüşüvermişti. İranlı, Iraklı, pakistanlı, Afganistanlı, Hintli ve diğer Fars Körfezi ülkelerine mensup müslüman öğrenciler İmam'ın derslerine katılabilmek için adeta yarışıyorlardı. Bu arada İmam'ın İran'daki öğrencileri, İran'dan topluca Necef'e hicret etmek istemiş, ama İmam'ın İran medreselerinin boşaltılmaması gerektiği yolundaki tavsiye ve direktifleri üzerine bu isteklerinden vazgeçmek zorunda kalmışlardı. Ne var ki daha ilk günlerde, İmam'ın davasına aşık müminlerin önemli bir kısmı soluğu Necef'te almış ve göz açıp kapayıncaya kadar Necef'te "İmam'ın yoluna gönül vermiş bir inkılâbî mümin grub oluşmuştu. İşte bu müslümanlar İmam'ın mücadeleyle ilgili mesajlarını o hafakan dolu yıllarda bireylere ve kitlelere ulaştırma sorumluluğunu üsleneceklerdi.
Yorum