Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Uyanış Destanı...

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #61
    Ynt: Uyanış Destanı...


    Kaldı ki Saddam; ateşkesi imzalasa bile işgal ettiği toprakları terketmeyeceğini, hatta şimdilik işgal edemediği bazı İran şehirlerini de gelecekte işgal edip Irak topraklarına katacağını açıkça söylüyordu! Nitekim daha sonraları Küveyt'e de saldırdığında aynı iddialarını tekrarlayacak ve bütün dünyanın gözleri önünde "Küveytin Irak'ın 19. eyaleti olduğu"nu ilan edecekti!! Saddam'ın islami İran nizamını yıkacak güce sahip olmadığı iyice anlaşıldıktan sonra İran'ı barışa zorlayan ülkelerin hiçbiri barıştan yana değildi aslında; çünkü bu şartlar altında hiçbir ülke ve hiçbir milletin böylesine bir zillete boyun eğip düşmana teslim olmayacağını herkes gibi onlar da çok iyi biliyordu; ama islâmi İran'ı "işte barışa yanaşmıyor, savaşı durdurmak istemiyor" diyerek dünya kamuoyuna savaş taraftarı gibi gösterip bu barış çağrısını İran aleyhine bir silah gibi kullanabilmek için barıştan dem vurmaktaydı onlar. Dahası, bölgedeki halkı müslüman, ama kendisi göbeğinden emperyalizme bağımlı sözde islam ülkeleri (!) Saddam'ın bu aleni saldırı ve tecavüzü karşısında islami İran'dan yana tavır koymadıkları için kendi müslüman halkları tarafından yoğun baskı ve tepkiler gördüklerindendir ki barış çağrılarda bulunmakta, böylece İran'ın kendisini kahramanca müdafaasından yana olan halklarına karşı "barışçı" bir görünüm vermekteydiler kendilerine.

    Savaşı bizzat başlatan asıl müsebbibler olan Amerika'yla Avrupa ve arap ülkelerinin hiçbirinin bu barış çağrılarında samimi olmadığı hekesçe bilinen bir gerçekti artık. Bunun en bariz delili, savaşın daha ikinci yılında İran'ın zaferler kazanmaya başladığı ilk ataklardan sonra Saddam'ın savaşı sürdürmekten aciz kalması ve bölgedeki arap ülkelerinin astronomik rakamlara varan mâli yardımlarıyle, Avrupa ülkelerinin en ileri teknolojilerin ürünü olan modern silahların kendisine derhal ulaşmaması halinde İran güçleri karşısında bir ay bile dayanamayacağının herkesçe anlaşılmış ve açıkça itiraf edilmiş olmasıdır. Ancak İran karşı atağa geçtikten sonra barışçı kesilen bu ülkeler, bu iddialarında samimi olsalardı, saldırıya uğrayan islami İran'a karşı petrol, ekonomik, siyasi ve askeri ambargo uygulayacakları yerde Saddam'a yaptıkları yardım ve verdikleri desteği keserlerdi. İran'ın yegâne suçu, ansızın topraklarına saldırarak işgal eden ve daha ilk günlerde binlerce sivil insanın kanına girip yüzbinlerce mazlum insanı evinden barkından eden saldırgan düşmana karşı kendisini savunmak ve dünya emperyalizminin emirlerine boyun eğmemekti. Saddam'dan yana tavır koyan arap ülkelerinin, daha sonra Saddam'ın Küveyti işgali üzerine gerçeği itiraf edip ona verdikleri destek yüzünden islami İran'dan resmen özür dilemeleri son derece ibret vericidir elbet; ne var ki bu itiraf, Saddam'la batılı ülkelerin yanında yer alıp savaşın uzamasına neden oldukları için onların "savaşın uzun sürmesinin asıl sorumluları olduğu" gerçeğini hiçbir zaman ört bas edemeyecek ve bu hakikati gizlemeye yetmeyecektir asla.

    İmam Humeyni -ks- barış görüşmeleri teklifini getiren heyetlere bu hakikatleri hatırlatıyor ve saldırganı geri püskürtüp işgal ettiği topraklardan söküp atmadıkça ve sebebiyet verdiği savaş için gerekli tazminatı ona ödetmedikçe müslüman İran halkının ve kendisinin bu kurtuluş ve savunma savaşında geri adım atmayacağını vurguluyordu. Ne var ki batı medyasının kopardığı gürültülü yaygara İmam'ın ve müslüman İran halkının mazlum sesini bastırıyor ve dünyanın gerçekleri duyup öğrenmesini engelliyordu. Nitekim batı medyası gerçekleri öylesine çarpıtarak saptırdıki, aslında saldırıya uğrayan taraf olan İran, savaş yanlısı, saldırgan Saddam ise "barış yanlısı" görünümü kazanıverdi dünya kamuoyu nazarında! Ama bu zulüm ve baskılan da İmam'ı ve İran milletini hak davasını savunmaktan alıkoyamadı. İhanetleri iyice gün ışığına çıkan Beni Sadr'ın görevinden azledilip yürütmenin tamamen İmam'a bağlı elemanların eline geçisinden sonra islam orduları Saddam'ın işgal ettiği toprakları hızla geri almaya başladılar.


    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

    Yorum


      #62
      Ynt: Uyanış Destanı...


      İmam'ın bütün halkı gönüllü seferberliğe davet eden ve yirmi milyonluk bir ordu kurulmasını öneren çağrısı inkılâbi gençleri coşturmuş ve savaş cepheleri, gönüllü olarak eğitim görüp siperleri dolduran şehadet aşığı gençlerle dolmuş, İran baştanbaşa "şehadet gönüllülerinin diyarı" kesilivermişti. İslam savaşçılarının ard arda elde ettiği zaferler, Baasçı Saddam ordularının savaş cephelerinde korkunç bir hezimetle yenilgiye uğrayacaklarının ilk işaretleriydi (fotoğraf s:146) Amerika'yla Avrupalı müttefikleri yavaş yavaş maskelerini atıp gerçek yüzlerini göstermeye başladılar ve barış zamanında bile temin edilmesi ve satın alınması son derece zor olan ve ancak yıllarca süren üst düzey görüşmeler, taviz vermeler, çeşitli taahhütlerde bulunmalarla temini muhtemel olabilen son derece stratejik ve teknolojinin son ürünleri olan silahları derhal Saddam'ın eline tutuşturdular, Fransız, Exo-3 süper füzeleriyle süper Etandard savaş jetleri ve Rusların orta menzilli Scat füzeleriyle Miğ-29 ve diğer gelişmiş silahları da Saddam'ın emrine âmade edilmekte gecikmedi. Hatta kimseye verilmeyen "füze menzilini artırma ve füze imali teknolojisi"yle bu iş için gerekli bütün teçhizat ve hammaddelerin yanısıra kimyasal ve biyolojik silah üretimi için de gerekli bütün hammaddelerin yanısıra kimyasal ve biyolojik silah üretimi için de gerekli bütün hammadde ve teknolojik malzemeler de Amerika ve Avrupa devlet ve şirketleri tarafından İran İslam Cumhuriyeti'ni haritadan silebilmesi için Saddam'a bedava verildi.

      Bu şartlar altında diğer taraftan Suudi Arabistan'la Küveyt, Birleşik Arap Emirlikleri ve Fars Körfezi ülkeleri Amerika tarafından, Saddam'ın savaş masraflarını bizzat karşılamak zorunda bırakıldılar ve böylece islami İran'a vurulacak her darbenin masrafı bu sözde islam ülkelerine ödetilmiş oldu. Nitekim Irak Küveyt'e saldırdığı zaman sözkonusu arap ülkeleri bu sırrı açığa çıkarmış ve gerçeği ifşa etmişlerdi; bugün Irak'ın bu ülkelere olan 80 milyar dolarlık borcu, onların 8 yıl süren savaş boyunca Saddam'a verdikleri meblağların toplamıdır aslında. Bu arada Mısır da Saddam'a uçak ve pilot vererek yardım etmiş, hatta bununla da yetinmeyip Irak'a binlerce asker de göndermiştir, buna benzer yardımları Ürdün'ün de yaptığı bilinmektedir.
      İslâmi İran'ın sivil yerleşim merkezleri şehirler, kasabalar, köyler hastahane ve okullar, ekonakim merkezler vb. mekanlar Irak'a verilen gelişmiş füzeler yerle bir ediliyordu şimdi; insan hakları havarisi kesilen uluslararası kuruluş ve teşkilatlar Saddam'ın bu caniliklerini sessizce seyrediyor, ona verdikleri kitle imha silahlarının etkilerini bilfiil izliyorlardı. Bu vahşi bombardımanlar yüzlerce masum çocukla kadının hayatını kaybetmesine neden olmuştu.


      İmam Humeyni -ks- mazlum İran milletinin mukaddes müdafaasına komuta ederken islami İran son derece çetin şartlar altındaydı; ülke böylesine ağır bir saldırıya uğramakla kalmamış, Amerika'yla Avrupa ülkeleri İran'a silah amsargosu da koymuşlardı ve o çetin günlerde İran, bir uçak yedek parçasını temin edebilmek için aylarca uğraşmak ve yüklüce paralar harcamak zorunda kalmaktaydı. Bir yandan çoğu ülkeler Irak'ın bu işgal ve saldırısı karşısında susmayı tercih edip İran'a da baskı uygulamaktan geri kalmıyor, diğer yandan bunların birçoğu da Saddam'a açıkça destek vermekten çekinmiyordu. İster doğu, ister batı blokunda olsun, dünyanın güçlü teknoloji, ve askeri sanayie sahip ülkelerinin de tamamına yakın bir kısmı Saddam'ı himaye etmekteydi. İran bu korkunç güç birikimi karşısında yapayalnız ve tek başına direnmekteydi; Allah'tan başka yâri ve yardımcısı yoktu; müslüman milleti ayakta tutan güç bu imanla birlikte kendisini tam anlamıyla Allah'a adamış yiğit bir âlim rehberin öncülüğü ve ilâhi gücün gaybî yardımlarının sık sık tezahürüydü, bu da inan bir halk için yeterliydi zaten. İşte bu mazlum cephenin savaşçıları bütün dünyanın şaşkın bakışları altında onca güç ve kuvvete sahip düşman ve müttefiklerini adım adım geri sürerek Saddam'ı kendi sınırlarına itmeyi başardı ve 20. yy'da "şu veya bu bloka veya güçlü ülkelerden birine sırtını vermeyen her 3. dünya ülkesinin mevcut dünya düzeninde birkaç günden fazla tutunamayacağı" yolundaki telkinlerin ne kadar kof olduğunu ve gerçekten Allah'a inanan bir topluluğun sayıca az da olsa; sayıca çok olan nice güçlere pekalâ gâlip gelebileceğini bütün dünyaya göstermiş oldu. İmam Humeyni'nin -ks- hayatının tam 8 yılı bu amansız savaşta islâmi İran'ı koruma ve müdafaayla geçti.


      Son derece önemli ve stratejik bir liman kenti olan Hurremşehr'in savaşın 3. yılında, yani H.Ş. 3 Hordad 1361 de -1982'li yıllar- ünlü Beytulmukaddes Harekâtı'yla işgalci Saddam ordularından kurtarılması üzerine İmam Humeyni savaşın artık durdurulabileceğini söylemiş; bu durumu değerlendirmekle görevlendirilen üst düzey askerî ve siyasî yetkililer ülkenin siyasi ve askeri şartlarının yanısıra cephelerdeki durumunda son bir değerlendirmesini yaptıktan sonra İmam'a, sınırlarda ve bölgede geçici değil, kalıcı bir barış ve güvenliğin sağlanabilmesi için gerekli ortamın hazırlanması amacıyla bu müdafaa savaşına devam etmenin zaruriyetini bildirmişlerdi. Çünkü bu sırada islâmi İran'ın topraklarının bir kısmı halâ Saddam güçlerinin işgalindeydi ve Saddam, Hurremşehir'de aldığı inanılmaz yenilgiye rağmen gerçeği kabullenmeye bir türlü yanaşmıyor ve işgal niyetinden vazgeçmiyordu; dünya süper güçlerinin tam desteğine güvendiği için de bu saldırganlıklardan hiçbir zaman vazgeçmeyeceği ve şimdi geri çekilmek zorunda kalsa bile kendisini toparlar toparlamaz tekrar İran'a saldırıp aynı cânilikleri yeniden sergileyeceği apaçık ortadaydı ve mevcut söylem ve durumlar bu hakikati vurgulamakta, Saddam'ın "barış kabul etmez bir diktatör" olduğunu göstermekteydi. Bu şartlar altında bir barış çağrısına evet dese bile bu barışın kalıcı olacağına ve Saddam'ın sözünü tutacağına dair hiçbir garanti de yoktu ortada; binaenaleyh İran'ın tek taraflı olarak savaşı durdurması demek, Saddam'ın elinden kurtarılan onca geniş sınırlar ve onca sivil yerleşim bölgelerini savunmasız bırakmak ve neticede Saddam'ın yeni saldırılarına açık kapı bırakmak demekti.



      Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
      Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

      Yorum


        #63
        Ynt: Uyanış Destanı...


        Bu inkar edilemez gerçeklere ilaveten uluslararası kuruluşların aleni bir şekilde Irak'tan yana tavır koyup islami İran'a karşı açıkça hasmâne davranmaları, İran'ın önerdiği haklı ve insafa dayalı barış tekliflerini geri çevirmeleri, en gelişmiş silahlarla destekledikleri Saddam'a en azından silan vermekten vazgeçmeye bile yanaşmamaları gibi nedenler karşısında islâmi İran'ın rehber ve milleti için bu müdafaa savaşını yiğitçe sürdürmekten başka çare kalmıyordu.

        Süper güçlerin hızla artan silah ve para yardımları; islâmi İran'ın şehadet gönüllüleri karşısında Saddam'ın adım adım gerilemesini durduramadı. Hak-batıl cephesi boydan boya hakk ordularının zaferlerine şahiddi artık. İslami İran'ı bu müdafaadan caydırabilmek amacıyla Saddam'ın sivil yerleşim bölgelerini füze ve bomba yağmuruna tutması da beklenen sonucu vermeyince Büyük Şeytan Amerika doğrudan doğruya müdahelede bulunmayı denedi, ama dünyayı korkutan ve gerçekte içi koflaşmış bulunan bu dev, bu kez de islâmi İran'ın karşısına tek başına dikilmeyi göze alamayarak Fransa, İngiliz ve Rusya'yı da yanına alıp onların da gelişmiş uçak gemileri ve savaş filolarıyla birlikte gelip Fars Körfezi'ne dayandı. Amerika için tek yol, bu savaşı uluslararası bir mesele haline getirmek ve diğer ülkeleri de doğrudan doğruya bu işe bulaştırmaktı. Nitekim çok geçmeden Amerikalılar, tarihe "Petrol tankerleri savaşı" adıyla geçecek bir savaş başlatarak İran'ın petrolünü diğer ülkelere taşıyan tankerleri engellemeye, İran'a mal getiren veya İran'dan mal götüren gemileri durdurup aramaya ve böylece gerekli ana tüketim ve sanayi hammaddelerinin İran'a ulaşmasını önlemeye başladılar. Amerika, bütün dünyanın gözleri önünde bu zorbalığı işlerken "demokrasi dünyası ve öncüleri"(!) üç maymun rolünü oynamakta ve "görmeyen, duymayan ve konuşmayan" bir demokratikliğin çarpıklığını sergilemekteydiler. Bu macera sırasında İran'ın birçok petrol ve ticaret gemisi füze ve hava bombardımanlarıyla saldırıya uğradı; İran'ın Fars Körfezi sahillerindeki petrol kuyuları bombalanarak alevler içinde yanmaya terkedildi. Bu arada Amerika'nın son girişimi, insanlık tarihine silinmez bir leke olarak geçecek korkunç bir katliamdı: 3 Temmuz 1988'e rastlayan H.Ş. 12 Tir 1367'de, Amerika'nın Fars Körfezi'ni kuşatmaya alan uçak gemilerinden biri olan Wıncens'ten fırlatılan bir füze, İran İslam Cumhuriyeti'ne ait 655 sefer sayılı Aır-Bus yolcu taşıma uçağını, çocuk ve kadınların da bulunduğu mavi sularında kana boyadı.


        Bu inanılmaz cinayet te yine demokrasinin azılı savunucusu ABD'nin eliyle ve medenî ülkelerin (!) gözleri önünde vuku buluyor, ama hiçbirinin sesi dahi çıkmıyordu. Çünkü düşürülen uçak; Batı dünyasının bütün sloganlarının yalan olduğunu farketmiş ve sadece Allah'ın ipine sarılarak insanı değerlerle yaşayabileceğini anlamış bulunan ve bu nedenle de islama gönül vermiş olan bir ülkenin uçağıydı ve bu nedenle de "tek dişi kalmış batı canavarı"nı rahatsız etmedeydi... Aynı vak'anın benzerleri Bosna'da da vuku bulmakta ve Bosna müslümanları da aynı suçla satır satır doğranmaktaydı... Efendisinden geri kalmayan Saddam da bu sırada bir başka cinayet işliyor ve tarihte benzeri bulunmayan bu vahşilikle Hitler'i aratacak bir tablo sergiliyordu: Kendi ülkesinin halkı olan Halepçe mazlumlarını kimyasal bombardımanla tarihten siliyor ve çoğunu kadınlar, çocuklar ve yaşlıların teşkil ettiği 5 binden fazla masum insanı inanılmaz bir barbarlıkla topluca öldürüyordu.

        Ve bütün bu cinayetler ard arda vuku bulurken "medenî dünya"(!) ve "demokrasi havarileri (!) susmayı tercih ediyordu!...

        Birleşmiş Milletler Teşkilatı'yla Güvenlik Konseyi şu yeryüzünde yaşayanlar arasında değildi adetâ...

        Batılı ülkelerin Fars Körfezi'ne ard arda düzenledikleri haçlı seferleri ve şu 8 yıllık tahmili savaşın son aylarında başlattıkları çılgın ve barbarca saldırıların yegane nedeni islam ordularının artık zaferi kazanmaya başlaması ve topraklarını işgal eden Eflakçı Saddam ordularını kendi sınırlarına geri çekilmek zorunda bırakarak fitneyi kökünden kazımaya doğru gitmesiydi.


        İşte bu durum, ABD ve tüm Batı dünyasını dehşete düşürmeye yetmişti bile!... Saddam'ın İran İslam Cumhuriyeti karşısında yenilmesi demek, birçok süper gücün islam inkılabı karşısında yenilgisinin davut zurnalarla duyurulması demekti tüm dünyaya... Şimdi durum tam tersine dönmüş ve Amerika'yla Güvenlik Konseyi'nin bütün çabası, islâmi İran'ın bu hızlı ilerleyişini durdurmak ve Saddam'ın devrilmesini engelleyebilmeye yönelikti. Bu nedenledir ki Güvenlik Konseyi'nin 598 no'lu bildirisi çabucak onaylanıp resmen duyuruldu. Bu bildiri; islami İran'ın ötedenberi savaşı durdurma konusunda öne sürdüğü şartları içermedeydi; ama ulaslararası kuruluşlar, Saddam'ın mutlaka başarılı olacağı umuduyla bu şartları kabul etmeye yanaşmamışlardı bu tarihe değin... Ve şimdi, Saddam'ı kurtarabilmek için alelacele bütün bu şartlar kabul edilivermişti bir çırpıda! 598 no'lu bildirinin onaylanması ve bu kanlı savaşı çıkaran canilerin son aylarda başvurdukları akıl almaz barbarlıkları; İmam'ın meseleyi incelemek ve yeni bir durum değerlendirmesi yapmak üzere askerî, ekonomik ve siyasi uzmanlardan müteşekkil dindar bir heyeti resmen görevlendirmesine neden oldu. Bu heyetin çalışmaları neticesinde verdikleri rapor; islâmi İran'ın zorla sürüklendiği 8 yıllık savunma savaşında ateşkes teklifini kabul edip 598 no'lu bildiride belirlenen şartlar çerçevesinde barışa evet demesi ve davasının haklılığını ispatlayabilmesi için gerekli şartların hazır ve elverişli olduğu şeklindeydi.


        Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
        Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

        Yorum


          #64
          Ynt: Uyanış Destanı...


          İmam Humeyni'nin -ks- 29.4.1367'ye musadıf 29 Temuz 1988'de "598 no'lu bildirinin kabulü münasebetiyle" yayınladığı tarihi mesajı onun liderlik ve yönetim konusunda fevkalâde bir yetenek ve güce sahip olduğunu gösteren en önemli belgelerden biridir. Sekiz yıllık tahmili savaşın maddi ve manevi bilançosu, bu hadisenin boyutları, islam inkılabı ve nizamının gelecekte çeşitli sahalarda nasıl bir politika izleyeceği, süper güçlerle müstekbirlere karşı izlediği inkılâbi tutumunu nasıl sürdüreceği ve inkılabın ülkü ve ideallerinden zerrece taviz verilmeyeceği gibi prensipler bu mesajda işlenen temel konulardı. Rahmetli İmam'ın -ks- 598 nolu bildiriyi kabul olayını "zehir kadehini yudumlamak" şeklinde tabir ve tavsif etmesi, bu kısa kitapçığa sığmayacak kadar derin, zarif ve açıklaması pek zor noktaları ihtiva etmektedir. Bu tarihi mesajına bazı bölümlerinde şöyle diyordu İmam:"... Bildirinin yayınlanması ve kabulü konusuna gelince: Herkes için, bilhassa benim için gerçekten son derece acı ve hazmi pek zor bir hadiseydi bu... Birkaç gün öncesine kadar ben; baştan beri sürdürdüğümüz şekliyle müdafaa savaşının idamesi ve malum tavrımızın devamından yanaydım ve nizamın, ülkenin ve inkılabın maslahatı için bu uygulamayı uygun görmekteydim. Ancak, Allah'ın izniyle, gelecekte aşikar olacağından kışkı duymadığım ve şimdilik açıklamak istemediğim birtakım faktör, hadise ve etkenler neticesinde ve ülkenin sadakat, samimiyet ve dürüstlüklerine güvendiğim üst düzey siyasi ve askeri uzmanlarının tamamının olumlu görüş belirtmelerine binaen 598 nolu bildiri ve ateşkesin kabulünü onayladım ve halihazırda bunu nizam ve inkılab için maslahat ve uygun görüyorum ve Rabbim bilir ki hepimizin -canının ve malının ve- hepimizin izzet ve onurunun islam ve müslümanların izzet ve onuru -maslahatı- yolunda feda edilmesi gerektiği aslına inanmıyor olsaydım buna asla rıza göstermezdim ve ölüm ve şehadet elbette ki daha tatlıdır bana. Ama, ne çare ki hepimiz Hak Tealâ'nın rızasına boyun eğmekle mükellefiz, yiğit ve kahraman İran milletinin de daima bugörüşte olduğu ve olacağından kuşkum yok!"...(86)


          Saddam'ın barış iddialarının dünya kamuoyunu aldatmaya yönelik bir oyun ve oyalama olduğunu defalarca vurgulamış olan İmam'ın bu görüşünde de ne kadar isabetli olduğu çok geçmeden ortaya çıktı ve 598 no'lu bildiri İran tarafından kabul edildikten sonra da Saddam İran'a saldırarak geçmişte yaptığı çılgınlıkları tekrarlamaya yeltendi ve İran'ın güney bölgesindeki bazı noktaları işgal edebilmek için ordularını harekete geçirdi. Ne car ki İmam Humeyni'nin coşturucu bir mesajıyla göz açıp kapayıncaya kadar yüzbinlerce gönüllü müslüman cephelere koşarak Eflakçı Baas ordularını bir kez daha ağır bir yenilgiye uğratıp kendi sınırlarına kadar geri çekilmeye zorladılar. Saddam için barışı imzalamaktan ve yinildiğini kabullenmekten başka çare kalmamıştı artık. İmam Humeyni'nin daha savaşın ilk günlerinde vaadettiği hakikat şimdi bütün dünyanın gözleri önünde gerçekleşiyor ve müslüman İran milleti, bu savaşı kendisine tahmil edip zorla yükleyen dünün mağruru, bugününse mağlubu olan Baasçı düşmanına barışı zorla kabul ettiriyordu!... Saddam, efendisi Amerika ve dünya siyonizminin bir işaretiyle harekete geçerek islâmi İran'ın toprak bütünlüğünü bozmaya, ülkeyi parçalamaya ve güya islam inkılabını ortadan kaldırmaya gelmişti, ama şimdi canını kurtarabilmek ve mazlum Irak halkının kanını sömüren Eflakçı iktidarını birkaç gün daha sürdürebilmek için inkılabçı İran milletinin öne sürdüğü şartları kabullenmekten başka çaresi kalmamıştı!

          İnkılâbi İran milletinin 8 yıllık mukaddes müdafaa mücadelesi boyunca sergilediği ve dost-düşman, herkesi hayret ve takdir duygularına farkeden bir diğer önemli hadise de bütün zorluklara rağmen ve savaş gibi bir sorunla yüz yüze bulunulduğu halde inkılâbi İran milletinin, şahın miras bıraktığı bozukluk ve eksiklikleri giderip ülkeyi yeniden onararak bayındır hale getirme yolunda azim, neşe süratle çalışması ve yol yapımından köprü ve baraj yapımına, büyük elektirik ve petrol projelerini uygulama safhasına geçirmeye, enerji santralleri kurma ve zıraati geliştirmeye, üniversitelerle ilmî araştırma ve inceleme merkezleri oluşturmaya varıncaya kadar ülkenin milli kalkınması için gerekli her sahada dev adımlar atmış olmasıdır. İran milletinin bu büyük başarısı elbette ki herşeyden önce Hak Tealâ'nın yardım ve lütufları ve İmam Humeyni'nin eşsiz ve bilgece idare yeteneğiyle gerçekleşmiş, o dönemin cumhurbaşkanı Ayetullah Hamenei, başbakanı Mühendis Mir Hüseyin Musevi ve meclis başkanı Ekber Haşimi Refsancani, Yargı gücü başkanı Ayetullah Musevi Erdebili gibi üstün idare yeteneğine sahib yılmaz yardımcıları ve diğer güç organlarıyla, İmam Humeyni'nin en güvendiği müşaviri ve danışmanı olan değerli oğlu Hüccet'il islam Hacı seyyid Ahmed Humeyni'nin yorulmak bilmek çalışmalarının ürünü olmuştur.
          Böylece, islami İran'a zorla dayatılan tahmilî savaş son buluyordu artık. Savaşı başlatanlar, emellerinin hiçbirine ulaşamamışlardı. İran islam Cumhuriyeti bu oyunlarla yıkılmadığı gibi, halkın daha da kenetlenmesi neticesinde içeriden düşmana bilgi sızdıran hainleri tespit edip bu ihanetleri engellemiş ve milli gücünü artırmıştır. Diğer taraftan yine bu 8 yıllık amansız direnişiyle uluslararası platformlarda gücünü gösterip yenilmezliğini ispatlamış ve batılıların 8 yıl süren bütün propaganda çalışmalarına rağmen haklılık ve mazlumiyetini ispatlamayı becermiş, mesejını da tüm dünyaya ulaştırabilmiştir.


          Bütün bunlar için islâmi İran'ın çok ağır bir bedel ödemiş olduğu da unutulmamalıdır: "Ey iman edenler, eğer siz Allah'a yardım eder -O'nun emirlerini uygulamak ve uygulatmak için çaba gösterir-seniz, O da size yardım eder ve sizin -azminizi güçlendirip, ayaklarınızı sağlamlaştırır" (Muhammed, 7)


          Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
          Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

          Yorum


            #65
            Ynt: Uyanış Destanı...


            Saddam ve onu kışkırtıp İran'a saldırtan batı ülkeleriyle sözde islam ülkesi olduğunu iddia eden laik ve güdümlü devletlerin işlediği en büyük cinayet, her iki ülkenin de insâni ve ekonomik gücünün zâyolmasına yol açmaları ve şahın devrilmesinden sonra, gerçekleşmesi için fevkalade müsait bir zeminin oluştuğu "islam ümmetinin vahdet ve birliği" gibi son derece önemli bir hadisenin uzun yıllar ertelenmesine neden olup islam ümmetinin hızla sıklaşmaya ve yekvücut olmaya başlayan saflarında ayrılık ve tefrika yaratmaları; İran'da gerçekleşen 22 Behmen -Şubat 79- zaferinin ardından islam aleminin hemen elele verip birleşmesi, müslümanların meselelerinin hemen halli yolunda gerekli adımlar atılması ve mukaddes Kudüs'ün siyonist yahudi işgalcilerin elinden kurtarılması yolunda İmam'ın uzattığı kardeşlik elini sevgiyle sıkacakları yerde küfür ve şirk dünyasının Ebucehil ve Ebu Leheb'leriyle elele verip onların safında Allah'ın dininin karşısına dikilmeyi tercih etmiş olmalarıdır...

            Tabi, bu hain tercih onlara da çok pahalıya mal olacak ve çok geçmeden ABD ve batı ülkelerinin tasmalı uşakları haline gelerek İsrail gibi bir ülkeyle uzlaşıp müslümanların tam kalbine yerleştirilen bu kanser tümörünün varlığını resmen tanıyacak, kendi ülkelerini kafirlere peşkeş çekerek şirk ve küfür devletlerinin askerlerini kendi ülkelerinde ağırlayıp eğlendirecek, Amerika'nın islam ülkelerinin kalbine kadar sızıp iyice yerleşmesi için ülkelerini, topraklarını ve bütün imkanlarını, ve bu cümleden olmak üzere vahy beldesini Amerikalıların yuvalandığı beldeler haline getireceklerdi. Saddam'ın tam bir çılgınlıkla Küveyt'e saldırıp bu ülkenin bütün varlığını ateşe vermesi ve hem Küveyt'in, hem Irak halkının geleceğini mahvedip islam düşmanlarının sürekli olarak bölgede bulunmasını sağlayacak bir taşeronluk rolünü oynaması, işlediği zulüm ve caniliğin ilahi adalet terazisindeki akıbetiydi: "... Allah'ın azabı da onlara hiç hesab etmedikleri bir yönden geldi, yüreklerine korku salıverdi, öyle ki, evlerini kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle tahrib ediyorlardı. Artık ey basiret sahipleri, ibret alın!" (Haşr, 2)

            Nisbî bir barış sağlandıktan sonra İmam Humeyni -ks- hş 11.7.1367'de açıkladığı 9 maddelik bir kararla İslam Cumhuriyeti görevlilerinin ülkenin yapım ve onarımında izlemeleri gereken çizgi ve politikanın ana hatlarını belirledi. Bu mesaj dikkatle incelendiğinde İmam'ın -ks- basiretinin yanısıra, insâni değerlere verdiği önem de kolaylıkla anlaşılacaktır. Bu arada İran İslam Cumhuriyeti'nin 10 yıllık bir pratikten sonra edindiği tecrübe neticesinde İmam Humeyni H.Ş.4.2.1368'de İslam Cumhuriyeti nizamının esas ve organik teşkilat yapısını mükemmelleştirmek amacıyla dönemin cumhurbaşkanı Ayetullah Hamenei'ye resmi bir yazı yazarak burada belirtilen 8 ana mihver çevresinde gerekli ıslahatların yapılarak anayasanın yeniden düzenlemesi için bir grup uzman ve bilirkişiyi görevlendirdiğini açıkladı. Bu maddelerin en önemlileri rehberlik şartlarıyla ilgili maddelerin yeniden düzenlenmesi, yürütme ve yargı gücüyle radyo televizyon kurumunda perakendeliklerin giderilip görev sahalarının belli bir merkezde belirlenmesi, islâmi nizamın maslahatını teşhis şûrâsının vazifelerinin tesbitinden ibaretti (88) Anayasanın yeniden düzenlenen maddeleri H.Ş.12 Azer 1368'de -İmam'ın rıhletinden sonra- halkoylamasına sunuldu ve İran milletinin büyük çoğunluğunun onayıyla resmiyet kazanmış oldu.


            Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
            Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

            Yorum


              #66
              Ynt: Uyanış Destanı...


              İMAM HUMEYNÎ -KS- MARXIST BLOKUN ÇÖKÜŞÜNÜ SEZİYOR

              İmam'ın Gorbaçof'a Mesajı

              Sovyetler Birliği Komunist Partisinin son başkanı ve yönetim heyeti reisi Gorbaçof, komunist blokun kaderini değiştirecek bazı reformlar başlatmıştı. Batı dünyası ve dünyanın ünlü siyasileri Sovyetlerdeki bu gelişmeleri tedirginlik ve şüpheyle izliyor, gerçeği göremiyorlardı; glasnost ve prosterika adlarıyla ün yapacak olan bu değişmelerin yetmiş yıllık komunist imparatorluğu yerle bir edip tarihin mezarlığına gömeceğine kimse inanmıyordu o günlerde... Tahminler; ekonomik sıkıntılar yaşayan Sovyetler Birliği'nin, bu sıkıntıları azaltabilmek amacıyla kendi uyduları durumundaki diğer doğu bloku ülkeleriyle var olan bazı direkt ilişkileri görmezden geleceği ve Sovyetlerin etkinliğinin azaldığı ve uydu ülkelerin kısmen bağımsız olabilecekleri yeni bir komunist düzen oluşturulmaya çalışıldığı yönündeydi. Ne var ki İmam Humeyni -ks- maddeci bir dünya görüşü taşıyan diğer politika uzmanlarının yabancısı olduğu muazzam bir ilerigörüşlülük ve basiretle bu değişimlerin henüz plân safhasında olduğu günlerde H.Ş. 11.10.1367 tarihinde Gorbaçof'a yazdığı mektupta "Bundan sonra komunizmi dünyanın siyasi tarih müzelerinde aramak gerekir artık!" diyordu (89) İmam Humeyni -ks- bu mektubunda Sovyetlerdeki son gelişmeleri tam bir isabetle yorumlamakta ve bu gelişmeler için "Komunizmin kemiklerinin çatırdayışı" tabirini kullanmaktaydı. Şaşırtıcı olan bir diğer nokta da; İmam'ın o günkü dünya siyasi platformunu çok iyi bildiğini gösteren bazı net uyarılar ve belge nitelikli tespitlerdir bu mektupta... İmam Humeyni -ks- bu tarihi mektubunda Rusların, görünüşte yemyeşil ve pek cazip gibi duran kapitalist Batı'nın alımlı bahçesine doğru yuvarlandıklarını açıklıyor ve Amerika'nın oyununa düşeceklerini söyleyerek Rusları uyarıyordu. Felsefe ve irfanın derin konularına değinerek komunistlerin dinsizlik politikasında aldıkları ağır yenilgiyi hatırlatan İmam, batının maddeci dünya görüşüne bel bağlayacağı yerde Allah'a ve dine yönelmesini tavsiye ediyordu Gorbaçof'a. (solda fotoğraf s:157) Bu tarihi uyarı ve insancıl tavsiyede şöyle diyordu İmam:" Ülkenizin asıl meselesi mülkiyet, ekonomi ve hürriyet değildir; sizin sorununuz Allah'a samimiyetle inanmıyor olmanızdır; batıyı da çıkmaza sürükleyen ve mahva götürecek olan problemdir bu!"(90)


              Ne var ki Rus liderler, İmam'ın bu insancıl nasihat, tavsiye ve fevkalâde isabetli görüşlerini ciddiye almadılar; Amerika ve Avrupalı şirketler bugünkü Rusya'yı ekonomik emelleri için bir oyuncak gibi kullandılar. Bugün bu blok ülkelerinin tamamında yeni ve değişik bir sömürü yöntemi uygulama safhasına konulmuş durumdadır. Bu ülkelerin halkları uyanıp kendilerine gelmedikçe bu gidişatın hızla uçuruna yuvarlanmaktan başka şey olmadığı apaçık ortadadır.

              O dönemin Sovyetler dışişleri bakanı Şvardnadze, Gorbaçof'un cevâbî mektubunu İmam'a -ks- getirdiğinde karşılaştığı manzara onu şaşkına çevirmişti: Gerçekleştirdiği inkılapla Amerika'nın beynelmilel gücünü sarsan ve dünyanın 2. nükleer ülkesinin devlet başkanına nasihat ve uyarı mektubu yazan İmam Humeyni, Tahran'ın Cemâran mahallesindeki kerpiçten yapılma ve çamur sıvalı son derece gösterişsiz evinin 12 m karelilik odasında zerrece gösteriş ve teşrifata gerek duymaksızın inanılmaz bir sadelik içinde yaşıyor, bunca sadeliğine rağmen dağları imrendiren bir heybet taşıyordu. Bu sade odada bir Kur'an, bir seccade, bir tesbih ve küçük bir el radyosuyla birkaç gazeteyle dergiden başka birşey yoktu! Şvardnadze'nin asıl şaşkınlığı, yanındaki üst düzey Rus yetkilinin oturması için odada ikinci bir sandalyenin bulunmadığını farkettiği zaman başlamıştı. Bu durumda kendisi, hayatında ilk kez de olsa, yere oturmak zorundaydı şimdi! İmam'a gönüllü olarak hizmet eden yaşlı mümin adam, bu sade odada ikram edilen yegane şey olan bir bardak çayla, tabağın kenarına konulan iki küp şekeri eline tutuşturduğu zaman, doğu bloku merkezi yönetiminin dışişleri bakanı irkilerek kendisine gelmeye çalışacak ve bütün bunların ya hayal, veya kasıtlı plânlanmış şeyler olduğunu sanacaktı belki de... Ama gördükleri bir gerçekti... Sürgün yıllarından ve bu dönemden vefat lahzasına kadar bir tek defa olsun İmam Humeyni -ks- bu sade ve gösterişsiz yaşamını değiştirmemiş, ne kadar önemli olursa olsun, görüştüğü hiçkimse karşısında bu narmal ve sade hayatıyla davranışını değiştirmeye gerek duymamış, bir kez olsun mevki ve makam protokollerine kapılmamıştı.


              Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
              Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

              Yorum


                #67
                Ynt: Uyanış Destanı...


                İmam Humeyni, İslâmi Değerler Ve İslam Peygamberinin Onurunu Müdafaa Uğruna Tekrar Batının Karşısına Dikiliyor

                İran- Irak savaşı sona erince Batılı siyasi liderler inkılâbî islama karşı yeni bir saldırı başlattılar. İslâmî İran'ın kendisini savunduğu bu uzun savaş boyunca ve aynı şekilde Lübnan Hizbullahıyla Filistin'in islami hareketi, Afganistan'ın islâmi cihadı ve H.Ş. 14.7.1360'da Enver Sedat'ın Mısırlı inkılâbî müslümanlar tarafından öldürülmesi gibi birçok hadisede Batılılar, giderek gelişip güçlenmekte olan islâmi hareketi askerî yöntemler ve silah zoruyla durduramayacaklarını anlamışlardı. Şimdi yeni bir cephe açılması gerekiyordu bi islami uyanış hareketi karşısında: Psikolojik, kültürel ve ideolojik saptırma hareketi!

                Batılılar daha önce sünni-şii ihtilafı da yaratıp müslümanları birbirine düşürmeyi denemiş, ama İmam Humeyni'nin dirayet ve basireti sayesinde bu iğrenç oyunları bozulmuştu. Bu durumda tek çare kalıyordu, o da bu yeni inkılâbî islamî hareketin temel dinamiklerini oluşturup gaye ve yöntem birliğine yardımcı olan ve bütün müslümanların şevk ve aşkla islama sarılmasını sağlayan ana değerler ve mukaddes inançlara saldırmak ve bu inançları leçkalaştırıp lekelemeye çalışmak!..


                Selman Rüstü adlı satılmış bir yazara yazdırılan müptezel "Şeytan Ayetleri" kitabı astronomik tirajlarla basılıp bütün dillere çevrilmeye başlanıyor, Batı ülkelerinin bu müptezel ve ahlaksız girişini açıkça desteklemesi sözkonusu yeni kültürel haçlı saldırısının startını vermiş oluyordu. Bu iğrenç kitapta yüce islam peygamberine -sav- yapılan çirkin iftiralar karşısında islam toplumları gereken tepkiyi göstermeyip susmuş olsalardı en ön saflardaki ilk siper düşmanın eline geçmiş olacak ve bundan cüret alan düşman, islamın diğer mukaddesatlarına da kolayca dil ve el uzatarak siperleri teker teker ele geçirecekti. İslam ümmetinin dini düşüncesinin temelleri ve vahdet kimliğinin aslı bu mukaddesatlar üzerine kurulmuş durumdadır. Bu mukaddesatları laçkalaştırıp zihinlerde şüpheye yer bırakacak girişim ve fikirleri normalmiş gibi göstermek islam ümmetini içeriden dinamitlemek ve asıl kimliğinden koparıp uzaklaştırmak demekti. Kimliğinden soyutlanan ve kendi özüne yabancılaşıp yozlaşan bir neslin batı menşeli bozuk ideolojilerin propaganda ve fesat bombardımanları karşısında direnebilmesiyse elbetteki mümkün olmayacaktı.

                İmam Humeyni -ks- bütün bu delil ve gerekçelere binaen H.Ş. 25. 11.1367 (1989 kışı)'de birkaç satırlık bir fetva yayınlayarak Selman Rüşdü'nün mürted -dinden çıkmış- olduğunu ve idam edilmesi gerektiğini açıklayarak bu küfür ve şirk dolu kitabın muhtevasından haberdar olduğu halde onu yayınlayan veya satan yayınevleri için de aynı hükmün geçirli olduğunu duyurup bütün dünyayı etkileyen bir inkılabı daha gerçekleştirmiş oldu (91). Bu tarihi fetva bütün müslümanları Batı'ya karşı aynı safta biraraya getirmiş ve mezhep, dil ve ülke farklılıklarını bir kenara bırakarak bütün müslüman milletler İmam'ın bu fetvası etrafında kenetlenip "Şeytanın uşağı Rüşdü'ye ölüm!" diye haykırmaya başlamıştı. Bu hadisenin beraberinde getirdiği şeyler, bütün müslümanların bir ümmet olarak tecelli etmesini sağlamış ve aralarındaki çeşitli ihtilaflar ve farklılıklara rağmen doğru bir şekilde yönlendirilip güvenilir bir imamın liderliğinde harekete geçirilmeleri halinde islâmî değerlerin güçlü savunucuları kesileceklerini ve dünyanın geleceği üzerinde belirleyici bir rol oynayabileceklerini de göstermiş oluyordu. Ayrıca, İmam'ın yayınladığı bu fetva, islâmi İran'ın 598 no'lu bildiriyi kabul etmekle islami ve inkılâbî ülkü ve gayelerinden vazgeçmiş olduğu yolundaki batı menşeli zehirli propagandaları da etkisiz hale getirmişti.





                Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                Yorum


                  #68
                  Ynt: Uyanış Destanı...


                  İmam Humeyni'nin -ks- Son Yılları Ve Acı Hadiseler

                  İmam Humeyni'nin yakınlarının aktardığı hatıraları, bu takva ve İmam timsali insanın Rabbinin huzur ve likâsına kavuşacağı anların yaklaşmakta olduğunu sezdiği yolundadır. İmam'ı yakından tanıyanlar onun ötedenberi çok boyutlu güçlü bir karaktere sahip olduğunu, bilirler; bu boyutlarından biri olan irfânî kişiliğinin yanısıra, ömrünün son anlarına yaklaştığı dönemlerdeki mesajlarına, konuşmalarına ve siyası tavırlarına bakıldığında bunların daha öncekilerden çok farklı olduğu kolaylıkla görülür.

                  Bahsimizin ileriki bölümlerinde bunlardan örnekler aktarmaya çalışacağız.

                  Bu arada İmam'ın -ks- son yıllarında, onu pek etkileyip üzen bazı olaylar vuku buldu. Bunların en başta geleni Beytullah'il Haram'ı ziyarete giden mazlum hacıların H.Ş. 1366'da -1988- savaşın ve kan dökmenin haram olduğu hac mevsiminde ve yine karıncayı bile incitmenin haram olduğu o kutsal mekanlarda şehid edilmeleriydi. Kur'an'daki yüzlerce ayetin emrine, hz. Resulullah'ın -sav- sarih sünnetine, Ehl-i Beyt imamları ve nice sahabeden ulaşan sayısız rivayetlere binaen İmamda islamda dinle siyasetin ayrılamayacağını ve yüce islam dininin siyasi anlamda eksik olduğunu zannetmenin şirkten başka şey olmayacağını, dinle siyasetin ayrı şeyler olduğu şeklindeki lâik fikirlerin aslında son yüzyıllarda sömürücü ülkeler tarafından insan topluluklarına aşılanmaya başladığının farkındaydı. Nitekim bu siyonist menşeli laiklik düşüncesinin islam alemi ve diğer dinlerin mensupları üzerindeki yıkıcı etkileri günbegün aşikar olmakta, toplumu dini inançlarından nasıl uzaklaştırdığı herkesçe görülmekteydi. İmam Humeyni -ks- yüce islam dininin insanoğlunun ferdî, içtimâî ve siyasi bütün boyutlarını tanzim edici bir hidayet dini olduğuna inanıyor ve esasen dinle siyasetin birbirinden ayrılması düşünülemeyeceğinden ve bu ikisi yekdiğerinden ayrılmaz bir bütün olduğundan, sadece ahlak ve ibadet dini olarak takdim edilip "kulla Allah arasındaki ilişkilerden ibaret"miş gibi gösterilen bir islam, İmam Humeyni'nin nazarında tahrif edilmiş olup "Amerikancılaştırılmış bir islam"dır. Böyle bir din, insanların sosyal, siyasi ve ferdî hayatına giremeyeceğinden onların kendi kaderlerini kendilerinin kurmasını da sağlayamayacak, bilakis, fertlerin ve milletlerin, kaderlerini kuzu kuzu ecnebilerle onların yerli uşaklarına teslim etmelerine göz yumacaktır. Bilhassa son iki yüzyılda din düşmanlarının ana sloganlarının "dinle siyaset ayrıdır" nakaratı olduğunu sezen İmam, başlattığı inkılâbi uyanış hareketini "dinle siyasetin ayrılmaz bir bütün olduğu" prensibi üzerine kurmuş ve bu isabetli tavrıyla islam ümmetinin inkılâbî ruhunun şahlanışa geçmesini sağlamıştır.


                  İmam Humeyni -ks- islam inkılabının zaferinden sonra İran'da, çağdaş beşeri düzenlerden çok farklı temellere dayalı islamî bir devlet düzeni oluşturdu ve bu nizamın temel prensiplerinin belirlendiği bir anayasa resmen kabul edildi. İmam bununla da yetinmeyerek yüce islam dininin sosyal ülküleri ve islam hükümlerinin siyasi ruhunu ihya için de büyük adımlar attı. Niceden beridir unutulmuş olan Cuma namazı ve Cuma hutbelerinin baştanbaşa tüm ülkede yeniden uygulamaya konulup pratik hayata geçirilmesi, dinî bayram namazlarının kalabalık kitlelerin katıldığı cemaatle kılınması ve bunun gereğince siyasi-ibâdî bir kalıpta gerçekleşmesine özen gösterilmesi, islam dünyasının iç ve dış meselelerinin Cuma ve bayram namazları hutbelerinde gündeme getirilip çözüm yollarının önerilmesi, dînî yas, taziye ve mersiye merasimlerinin nitelik ve nicelik olarak gerekli etkiyi sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmesi... gibi girişimler İmam'ın -ks- bu konuda attığı adımlara verilebilecek örneklerden birkaçıdır.
                  İmam'ın -ks- islami düşünce ve ibadetlerin ihyası ve yeniden eski canlılığına kavuşması yolunda attığı en önemli adımlardan biri de "İbrâhimî Hacc İbadeti"ni ihya etmesidir.

                  Birçok islam ülkesinde olduğu gibi İran'da da islam inkılabının zaferinden öncesine kadar, baştakilerin ecnebilere bağımlılığı ve bilhassa Suudlu yöneticilerin tam bağımlı bir politika izlemeleri nedeniyle yıllık hac törenleri gereken islâmî ruh ve muhtevadan tamamen boşaltılmış ve salt şekilden ibaret birtakım uygulamalar haline getirilmişti.



                  Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                  Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                  Yorum


                    #69
                    Ynt: Uyanış Destanı...


                    Müslümanlar dünyada benzeri olmayan bu "yıllık muazzam kongre"nin ruh ve felsefesinden bîhaber olarak gidiyorlardı hacca. Kur'an-ı Kerim'de açıkça buyurulmuş olan bir nassla "Hacc, insanların kıyam etmeleri gereken yer ve müminlerin müşriklerden uzak ve berî olduklarının en sarih ve en güçlü beyanı ve bu tür gösterilerin en yoğun şekilde gerçekleşmesi gereken mahall" iken (92) hac merasimlerde müşriklerden teberri ve şirkten uzak durulduğuna dair hiçbir alenî ilan görülmemekte, islam dünyasının şu veya bu meselesinin halli yolunda herhangi bir adım atılmamaktaydı. Oysa ki aynı günlerde islam dünyası en zor dönemlerini yaşamakta ve dört bir yandan dünya sömürü güçleriyle siyonist İsrail'in saldırılarına maruz bulunmaktaydı. İslam inkılabının zaferinden sonra İmam Humeyni yayınladığı hac merasimi mesajlarıyla müslümanların hac törenleri sırasında kendi siyasi meselelerini gündeme getirip görüşmeleri, saflarını müşriklerle kafirlerden ayırıp onlardan uzak ve ayrı olduklarını haykırıp teberrîde bulunmaları ve bunun haccın vazgeçilmez dînî şartlarından biri olduğunu unutmamaları, bu hususta bütün müslümanlara belli görev ve sorumluluklar düştüğü ve her müslümanın bu hususta yükümlü bulunduğu aslının sürekli hatırda tutulması gerektiğini vurguluyor ve bu azmi ve dikkatiyle islama canlılık kazandırıyordu. Böylece hac merasimleri giderek özüne kavuşmayan ve muazzam hac kongresi gerçek kimliğine kavuşmaya başlamıştı. Her yıl hac mevsiminde Rabbinin evini ziyarete koşan İranlı hacılar onbinler halinde yürüyüşler tertipliyor ve islam düşmanlarına, müşrikler ve kafirlere karşı olduklarını ve sadece Allah'a "Lebbeyk!" dediklerini haykırıyor, diğer ülkelerden gelen inkılâbi müslümanlar da coşkuyla bu sele katılarak küfür ve şirk dünyasını dehşete düşüren muazzam kalabalıklar oluşturup hep bir ağızdan Amerika, Sovyetler ve İsrail gibi küfür ve şirk aleminin bugünkü çetebaşlarının yüreklerine korku salan sloganlar atıyor; bütün müslümanları vahdet içinde elele verip birlik olmaya davet ediyor ve hac günlerinde dünya müslümanlarının çeşitli meselelerinin görüşülüp tartışıldığı ve gerekli çözüm yollarının konuşulduğu müşavere toplantıları düzenliyordu.
                    Bütün bu girişimler ve çalışmaların fevkalade etkili olmaya başladığını gören Amerika ve İsrail, islâmi İran'ın bu inkılâbi girişim ve çalışmalarının derhal engellenmesi için Suudi Arabistanlı yetkililere baskılarda bulunmaya ve bu baskıları günbegün artırmaya başladı.


                    Hacc mevsimi... Hk. 1407 Ziyhicce'sinin 6'sına rastlayan Cuma günü 150 bini aşkın hacı müşriklerle kafirlerden teberrîde bulunmak ve saflarını onlardan ayırmış olduklarını haykırmak üzere yapılacak büyük yürüyüş ve gösteriye katılmak üzere Mekke caddelerinde hareket etmekteyken (foto s: 164 ve 165) daha önceden aldıkları direktiflerle teçhizatlanmış bulunan Suudi Arabistan'ın gizli memurlarıyla polis ve askerleri; Amerika ve İsrail'e geçit vermeyecekleri yerde, bu kalabalıkların toplandığı geniş sahanın bütün çıkışlarını barikatlarla kapatarak tıpkı İsraillilerin yaptığı gibi ansızın müslümanların üzerine ateş açmaya başladılar. Bu hengamede her çeşit silahı kullanan Suudlular birkaç müslüman kadınla yaşlı hacıları pala, bıçak, zincir, sopa, jop vb silahlarla öldürüp inanılmaz bir vahşet örneği sergilediler. Karıncayı bile incitmenin haram olduğu bu mukaddes beldede hem de... Bu inanılmaz katliamda İranlı, Lübnanlı, Filistinli, Pakistanlı, Iraklı ve diğer ülkelerden hacca gelen 400'e yakın müslüman şehid oldu, 5000'den fazla müslüman yaralandı ve çok sayıda müslüman da hiçbir suç işlemediği halde tutuklandı. Şehid ve yaralıların çoğunluğunu, olay mahallesinden kaçabilecek gücü olmayan yaşlılarla kadınlar ve çocuklar teşkil ediyordu.

                    Bu müslümanların yegane suçu, Rablerinin çağrısına lebbeyk diye koşmak ve tekbirler getirerek çağın müşrik ve kafirlerini kınayıp teberride bulunmuş olmalarıydı: Kan dökülmesinin haram olduğu aylardan birinde, Beytullah'il Haram mıntıkasında ve Cuma günü... Bu barbarca küstahlık karşısında hiçbir girişimde bulunamamak ve islam ümmetinin maslahatı ve o günlerde islam dünyasının içinde bulunduğu şartlar nedeniyle bu inanılmaz zulme gereken cevabı verememek İmam'ı fevkalade üzmüş, bu üzüntü ve hışmı ömrünün son günlerine kadar konuşma ve mesajlarında kendisini belli etmiştir.

                    Daha önce de belirttiğimiz nedenler ve şartlar gereğince bu vak'adan bir yıl sonra İran İslam Cumhuriyeti'yle Irak, 598 no'lu bildiriyi kabul etmiş, böylece İran'a zorla yüklenen tahmilî savaş son bulmuştu. Müslüman İran halkının bu 8 yıllık mukaddes müdafaa boyunca gösterdiği fedakarlık ve islam savaşçılarının sergilediği kahramanlıklar ve düşmanın bu savaşı çıkarma nedeni olan gaye ve emellerinden hiçbirini gerçekleştirme başarısını gösterememiş olması ve işgal ettiği topraklardan çıkarılarak tamamen eşitsiz bir savaşla kendi sınırlarına kadar geri püskürtülmesi ve islam ordusunun zafer kazanarak bu savaşa son vermesi sevindirici bir hadiseydi; ama bu savaşın bitiminden önce vuku bulan facilar ve bu cümleden olmak üzere mazlum Halepçe halkının Irak tarafından kimyasal bombalarla katledilip binlerce masum kadınla çocuğun kendi hükumeti tarafından barbarca öldürülmesi ve yine Baasçı güçlerin İran'ın nice sivil yerleşim merkezlerini bombalaması sonucu binlerce masum insanın hayatını yitirmesi, Saddam'ın yardımına koşması amacıyla bölgedeki sözde müslüman ülkelerin uzlaşması iktidarlarının Amerika'yla Avrupa'ya yeşil ışık yakarak Fars Körfezi'nin ABD ve Avrupa savaş filolarıyla dolmasına neden olması ve nihayet İran yolcu taşıma uçağının Amerikan savaş gemisi tarafından düşürülerek Fars körfezi'nin masum insanların kanına boyanması gibi dayanılmaz hadiseler, gayret ve izzet sahibi her müslümanın kalbini cenderede sıkacak kadar büyük acılardı; bütün varlığını islam ümmetinin salahına adamış ve müslümanların tekrar geçmişteki onur ve izzetlerine kavuşabilmesi için hayatını ortaya koymuş bulunan İmam Humeyni gibi bir evliyanın bu hadiseler karşısında acı duymaması elbette ki mümkün değildi.


                    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                    Yorum


                      #70
                      Ynt: Uyanış Destanı...


                      Müslüman milletlerin islama duydukları sevgiye rağmen, başlarındaki uzlaşmacı iktidarların islamın yeminli düşmanı olan ülkelerle işbirliği yapıp saldırgandan yana tavır koyduklarını görmek İmam'ı fevkalade üzüyordu. Üstelik o, bütün bu ihanetlerin getireceği acı akibeti önceden görmekteydi; nitekim islam nizamının karşısına dikilip saldırgan Baasçılara destek vermenin hiçbir olumlu sonuç getirmeyeceği gibi, yakın bir gelecekte bu küllenen ateşin bizzat kendilerini yakacağı yolunda sözkonusu ülkeleri defalarca uyarmıştı. İmam'ın bu şaşırtıcı basireti ve isabetli tahminlerinin en bariz örneklerinden biri, henüz Saddam Küveyt'e saldırmadan 8 yıl önce çarpar. Aynı yıl Sahife-i Nur külliyatında (c:16 s:150) basılan bu konuşma metninde İmam Humeyni -ks- Saddam'ı himaye eden arap ülkelerine hitaben şöyle diyordu: "Bölgedeki devletler dikkat etsinler şuna: Amerika veya bir başka blok için kendilerini uçuruma atmaları isteniyor onlardan... "Sizler süper güçlerin oyuncağı haline getirilmişsiniz" diye defalarca uyarmışızdır kendilerini...

                      Şunu biliniz ki Saddam, kurtulur da yeniden gücünü elde edecek olursa gelip size teşekkür edecek ve sizin gibilere kadirşinaslıkta bulunacak biri değildir asla. O, kendisini dev aynasında görmekte ve cinnet geçirmektedir şimdi; kendisine yardımcı olan sizlere saldıracak, sizinle de savaşacaktır o!.." Aynı konuşmadan bir yıl önce de İmam Humeyni -ks- bu görüşünü dile getirmiş ve H.Ş.11.9.1360 tarihli bir konuşmasında şu uyarıda bulunmuştu: "Bölge hükumetlerinin tamamına nasihatte bulunuyorum: Saddam'ı desteklemekten vazgeçin ve Allah Tebarek ve Tealâ'nın sizlere gazab edeceği o günden korkun!" Bu ihtar ve nasihat karşısında bugün hayretlere kapılmamak elde değildir; zira Allah'ın bu has evliyasının vefatından çok kısa bir süre sonra bu olay vuku bulacak ve saldırgan Saddam'ı barışçı, saldırıya uğrayan İran'ı ise savaş yanlısı olmakla suçlayan bölge ülkeleri bizzat Saddam'ın saldırısına maruz kalacaklardı!.. Arada sadece şu fark vardı: İslami İran'ın tam tersine, bu ülkeler Saddam'ın elinden Saddam'ın efendilerine sığınmış ve bu savaşları çıkarıp Saddam'ı kışkırtan şeytanlardan medet ummuşlardı yine!

                      Siyonist İsrail'in Filistin'i işgal ettikten sonra Güney Lübnan'a da saldırmaya başlaması ve sözde islam ülkelerinin İsrail'e karşı hiçbir tepki göstermemesi ve bundan cüret alan siyonist İsrail'in Filistinli inkılâbi gençleri acımasızca işkenceler altında öldürmesi ve daha da kötüsü, arapların Kudüs'ü kurtaracakları yerde işgalci İsrail'le uzlaşmaya başlaması "Cemaran Evliyası"nın iman dolu kalbini cendereye alan acılardı... O, siyonist İsrail tarafından işgal edilen islam topraklarının kurtarılması için daha ilk günlerde İsrail'le onun asıl hâmisi Amerika'ya karşı itiraz edip haykırmış ve bu yüzden ülkesinden uzaklaştırılarak tam 14 yıl sürgüne gönderilmiş, islam inkılabının zaferinden sonra da bütün maddi ve manevi imkanlarını bu gaye için seferber etmekten geri durmamıştı. Ve şimdi; bütün islam dünyasında olduğu gibi Filistinli gençlerde de başlayan islami uyanış hareketlerinin mevcut şartları hızla değiştirerek dengeyi ABD ve İsrail aleyhine bozmaya başladığı bir sırada islam ülkelerinin başındakilerle Filistin teşkilatlarının yöneticileri İsrail'le uzlaşıp kendilerini ona teslim edecek olan "Barış Süreci"ne giriyor ve İsrail'e teslim olmak için gerekli anlaşmaları imzalamaya hazırlanıyorlardı! (foto-solda s:168) İmam'ın ömrünün son yıllarında vuku bulan bu olaylar onu derinden etkilemekte ve gece namazlarındaki dua ve yakarışlarının çoğu, bu sorumsuzlukları Rabbine şikayet edip ahvalin ve bu ahvale sebebiyet verenlerin ıslahı için duayla geçmekteydi.

                      İran dahilinde de benzeri hadiseler vuku bulmadaydı ki bunların en başta geleni H.Ş.8.1.1368'de rehber vekilinin görevinden uzaklaştırılmasıyla sonuçlanan şartlar ve gelişmelerdi. İran İslam Cumhuriyeti anayasasına bizzat İmam Humeyni'nin önerisiyle getirilip onaylanan çok önemli maddelerden biri de, islam nizamını idare salahiyetini belirleme ve bu salahiyete haiz rehberi tayin amacıyla bir "Uzmanlar Meclisi" kurulmasıdır. Bu uzmanlar, gerekli şartlara haiz seçkin fakihlerle müçtehidlerden müteşekkil olup bizzat halk tarafından seçilmektedirler ki böylece halk, islam nizamının kaderini belirleyecek en önemli mesele olan rehberliğin tespit ve tayinine doğrudan doğruya müdahele etmekte ve bu makamı belirleyecek ve gerekli denetimi yapacak uzmanları bizzat seçmektedir.


                      Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                      Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                      Yorum


                        #71
                        Ynt: Uyanış Destanı...



                        İlk Uzmanlar Meclisi H.Ş. Tir-1362'de yaptığı bir oturumda Ayetullah Muntazari'yi rehber vekili olarak seçti. Muntazari, İmam'ın seçkin öğrencilerindendi ve 15 Hordad kıyamıyla ondan sonraki gelişmelerde fiilen mücadeleye katılmış ve bu nedenle de Ayetullah Talagani ve diğer inkılâbî alimler gibi o da uzun süre şah rejiminin hapislerinde yatmıştı.

                        İmam'ın ona yazdığı son mektup, onun istifasının kabulü ve rehber vekilliğinden uzaklaştırılmasıyla sonuçlanacak gelişmelerin habercisiydi; İmam -ks- bu mektubunda, Muntazari beyin islam nizamının gelecekteki rehberi olarak seçilmesine kendisinin daha ilk baştan beri karşı olduğunu ve onu, bu ağır, tehlikeli ve çetin sorumluluğun yükünü kaldırabilecek güç ve tahammüle sahip biri olarak görmediğini belirtiyordu (93).

                        İmam, bu mektubunda Uzmanlar Meclisi'nin onu seçtiği sırada kendisinin meseleye müdahele etmemesinin nedenini açıklıyor ve "Uzmanlar Meclisi'nin yetkilerine müdahelede bulunmak istemediği"ni hatırlatıyordu. Evet, İmam'ı yakından tanıyanlar, onun ahdine ve islam nizamının kanunlarına bağlılık konusunda ne kadar ciddi ve samimi olduğunu bilirler. İslam nizamı mesulleri ve müslüman İran halkının kendisini can-u gönülden sevmesine ve görüşüne öncelik verileceğini bilmesine rağmen İmam -ks- bunca önemli bir konuda bile kanunu çiğnememiş ve meclisi etkileme yoluna gitmemişti.
                        Aynı mektupta İmam Humeyni -ks- kendisinin ona ilgi duyduğunu ve bu nedenle de geçmişteki hatalarını tekrarlamamasını ve evini dürüst olmayan kimselerle islam nizamına muhalif unsurların uğrak yeri haline getirmemesini salık verdiğini vurguluyor, böylece halkın, medrese çevresinin ve nizamın onun fıkhî görüşlerinden faydalanabilmesinin mümkün olabileceğini hatırlatıyordu.


                        Bu arada şu noktayı bilhassa hatırlatmakta fayda vadır: İmam Humeyni -ks- Uzmanlar Meclisi'nin Ayetullah Muntazari'yi rehber vekili olarak seçmesi üzerine bu görüşe katılmadığını açıklamamakla kalmamış, onun zaaflarını gidermesi ve hatalarını düzeltmesi için de müşfik bir baba gibi elinden gelen hiçbir yardımı esirgemeyip gelecekte islam nizamının rehberliği gibi ağır bir vazifeyi üstlenebilmesi için onu hazırlamaya da başlamış; hatta bu gayeyle birçok önemli ve stratejik işi de onun insiyatifine bırakmıştı. Ne var ki "böylesine ağır bir vazifeyi kaldırabilecek güç ve takatten yoksun olduğu" gerçeği daha ilk günlerde kendisini göstermeye başlamıştı. Büro olarak da kullandığı evi, dürüst ve sağlam olmayan insanların uğrak yeri haline geliyordu; karanlık emeller taşıyan bazı odaklar kolaylıkla oraya sızmayı başarmışlardı. Nitekim televizyonda yayınlanan itiraflarında geçmişlerinin ne kadar karanlık olduğu ve ne gibi çirkin emeller taşıdıkları herkesçe görülmüştü. Bu çirkin emelleri taşıyanlar, Ayetullah Muntazari'nin sözkonusu zaafını kullanarak İmam'ın müşfik öğütlerine kulak verilmesini engellediler ve eski gidişatlarında da hiçbir değişikliğe gerek duymadılar. İmam Humeyni -ks- yazılı mesajlar ve ikili görüşmelerde ve unsurlarla irtibatın kesilmesi gerektiğini ve nizamın samimi yetkilileriyle meşverette bulunulmasının faydalı olacağını defalarca hatırlatmış, müşfikçe uyarılarını sürekli tekrarlamıştı.


                        İslami İran tarihinin bu olayına dair kritik noktaları kavrayıp bu olayın İmam'ı ne kadar üzmüş olduğunu anlayabilmek ve İmam'ın islam nizamının maslahatı için özel ve duygusal ilişkilerini nasıl kolayca bir kenara bırakabildiğini görebilmek için onun H.Ş. 21 Ferverdin 1368'de İslamî Şûrâ Meclisi'ne yazmış olduğu resmi mektubun şu cümlelerine dikkat etmek yeterli olacaktır: "Muntazari Bey meselesini gereğince bilmediğinizi ve hadisenin aslından haberiniz olmadığını duydum. Şu kadarını bilmeniz yeter: Meselenin bugünkü boyutlara ulaşmaması için şu ihtiyar babanız iki yıldır bildiri ve mesajlarla elinden geleni yaptı ama ne yazık ki başarılı olamadı"...(94) "... Diğer taraftan, şer'i vazifesi gereği, islam nizamının muhafazası için gerekli kararın alınması gerekiyordu, binaenaleyh onun elinden içim kan ağlayarak hayatımın mahsulünü islam ve nizamın maslahatı için berkenar ettim!"(95)


                        Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                        Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                        Yorum


                          #72
                          Ynt: Uyanış Destanı...


                          Böylece islam nizamının geleceğiyle ilgili son derece tedirginlik verip kaygı uyandıran meselelerden biri daha, rahmetli İmam'ın güçlü insiyatifiyle halledilmiş oluyordu ki, ondan başkasının uhdesinden gelemeyeceği kadar zor ve çetrefilli bir problemdi bu. İmam Humeyni -ks- bu prensibini daha önce de defalarca tekrarlamış ve şöyle demişti:"İnkılab, hiçbir gruba borçlu değildir", "Defalarca açıkladım bunu, ben kimseyle "herşeye rağmen" denilebilecek bir dostluk ahdinde bulunmuş değilim" "Benim dotluğum, muhatabımın yolunun doğruluğuyla orantılıdır." Yine İmam -ks- dînî ilmiye medreselerine gönderdiği meşhur mesajında şöyle diyordu: "Allah da bilir ki kendi şahsım için zerrece özel bir hak ve ayrıcalık veya dokunulmazlık istemiyorum ben... Eğer bir hata işlersem ben de hesap vermeye hazırım..."(96)

                          Daha önce de belirttiğimiz gibi İmam'ın -ks- ömrünün son dönemlerindeki konuşma ve mesajlarıyla, daha önceki konuşma ve mesajları pek farklıdır; onun son dönemlerindeki bütün konuşma ve mesajları kendisinden sonraki zaman dilimlerine de önem verdiğini ve zamanın o dönemleri için de sorumluluk hissettiğini göstermektedir. İmam'ın -ks- daha önceki konuşma ve mesajları genellikle islami İran milleti ve yöneticilerine yol gösterme ve İran'ın iç meseleleriyle islam dünyasının problemleri çevresinde şekillenirken son dönemlerdeki mesaj ve konuşmalarında daha ziyade geçmişle şimdiki zamanın birlikte bir değerlendirmesini yapıp bunun ışığında geleceğin panoramasını çizmekte ve gelecekteki sorumluluklar karşısında bütün müslümanların vazifelerinin ne olduğu ve nasıl davranılması gerektiğini hatırlatmaktadır. Başka bir deyişle Allah'ın bu has evliyası, ebedî dosta kavuşma vaktinin gelip çattığını hissetmekteydi. Bu nedenle de onun islâmî hareketinin temellerini oluşturan değer, ülkü ve gayeleri son bir kez daha önemle hatırlatıyor, İran İslam Cumhuriyeti nizamıyla cihanşumül islam inkılabının birincilleriyle vazgeçilmez prensip, gaye ve ilkelerini tekrar vurgulamayı gerekli görüyordu.

                          İmam Humeyni -ks- bu değerlendirmelerinde İran'ın iç yapısı ve dünya sathındaki son yapılanma şekillenmeleri ele almakta, çağdaş dünyaya egemen güçlerin durum, yapı ve geleceklerini incelemekte, gelecek nesillere fevkalâde yardımcı olarak ne yapılması gerektiğini öğretmekte ve artık kendisinin aralarında bulunmayacağı yarınlarda her kesim ve sınıfa düşen vazifelerin ne olduğunu açıklamaktadır.


                          İmam Humeyni -ks- vefatından yıllar önce, H.Ş. 26 Behmen 1361'de (1983'te) yazmış olduğu tafsilatlı siyasi-ilahi vasiyetnamesini bu gayeyle hazırlamıştır işte. Bugüne değin çeşitli dillere çevrilip basılmış bulunan bu muazzam vasiyetname (97) İmam'ın ölümsüz mesajını, onun inanç, ülkü ve ideallerini ihtiva etmekte ve onun çizgisine inananlara tavsiye ve öğütlerini iletmektedir. Böylesine geniş ve teferruatlı olup bütün meseleler karşısında duyarlı, islam dünyası ve her kesime ait müslümanların tamamına hitab edip herkes için gerekli tavsiye ve öğütleri kapsayan bir vasiyetname islam alemi fakihleri ve müçtehidlerinin tarihinde gerçekten eşsiz ve benzersizdir. İmam'ın mesuliyet bilinci ve sorumluluk sahasının şaşırtıcı ufuklarını göstermesi açısından bu vaziyetname bir belgeseldir de aynı zamanda. (foto: s:172)

                          İmam Humeyni'nin -ks- son mesaj ve öğütleri bu vasiyetnamede belirttiği değerler ve değindiği siyasi, ahlaki ve sosyal prensiplerdir aslında. Bu son mesajların başlıca önemli boyutlarından biri de, İmam'ın müslümanların dikkatini islam konusunda iki zıt algı ve değerlendirmeye çekmiş olmasıdır. İmam, ister islam ister diğer ilahi dinler olsun; bütün dinlerin ilk dönemlerden günümüze kadar daima iki farklı ve zıt çehreyle insanlara takdim edilmiş olduğu inancındaydı ki sayısız tarihi belgeler, onun bu tespitinde ne kadar haklı olduğunu gösteriyordu: Bir yanda dinadamı kılığına bürünmüş sahtekarların takdim ve tavsiye ettiği ve egemen zalim güçlerle sömürü zihniyetli iktidarların tahrif edip saptırdığı bir din ve islam; diğer yanda da bu sahte islamın karşısında yeralan ve tarih boyunca mücahitlerin kanıyla ayakta durup gerçek evliya ve alimlerin yorulmak bilmez samimi çalışmalarıyla her nevi sapma, tahrif ve hurafeden uzak tutularak korunan gerçek din ve gerçek islam vardır. İslam toplumunu harekete geçirme konusunda İmam'ın -ks- gösterdiği başarının bir sırrı da bu zıtlaşmaya sürekli değinmesi ve bu iki zıt ekolün özellik ve neticelerini doğru ölçülerle değerlendirebilmiş olmasıdır.


                          Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                          Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                          Yorum


                            #73
                            Ynt: Uyanış Destanı...


                            İmam Humeyni -ks- bu tarihi hakikatin gereğince bilinip anlaşılmamasının islam ülkelerine sömürünün sızmasına yol açtığını ve müslümanların kendi kimlikleriyle parlak kültür, geçmiş ve medeniyetlerinden uzak düşmesine neden olduğu inancındadır; bu da müslümanların bugünkü üzücü konuma düşmesiyle sonuçlanmış ve geçmişte sloganı "İslam yükselecek ve galip olacaktır, hiçbirşey ona üst gelemez, hiçbirşey islamdan daha üstün olamaz" olan (98) ve "Allah Teala, kafirlerin müminlere üst gelmesi için hiçbir yol yordam göstermiş değildir" (99) buyruğunu şiar edinmiş insanların torunları bugün kendi ülkelerinin toprak bütünlüğünün korunmasını bile kafirlerle müşriklerden umacak ve kendi düşmanından merhamet dilenecek hale düşmüştür.

                            İmam Humeyni bu çağda islama getirilen iki yorum ve iki zıt değerlendirmeyi "Amerikancı islam" ve "Muhammedî öz islam" şeklinde isimlendirmektedir. Kur'an ve hz. Resulullah'ın -sav- sosyal ve siyasi sorumluluklara dair buyruklarının görmezden gelindiği ve iyiliği emredip kötülüğü engelleme, cihad, islamî adalet, sosyal ve ekonomik ilkeleri belirleyen hükümlerin kulak ardı edilip müslümanların kendi kaderlerini belirlemelerine izin verilmediği ve "dinle siyaset birbirinden ayrıdır" yalanıyla dini salt birtakım ahlâki ve manevi şeylerden ibaret gibi gösterip bunları da gerçek anlam, felsefe ve özlerinden soyutlayarak takdim etmek şeklinde anlaşıldığı bir islam, ancak islam düşmanlarının işine yarayan özü ve ruhu dumura uğratılmış bulunan ve onların ekmeğine yağ süren "Amerikancı islam"dır ki Amerika'yla kuklalarının yozlaştırarak takdim ettiği islamdır bu.

                            Rahmetli İmam'ın -ks- bu düşünceleri, islam ülkelerinin bugünkü halini gösteren birçok tarihi ve sosyal gerçekler ve acı belgelerle ispatlanmış hakikatlerdi. İmam'a göre çağdaş sömürü düzeni bütün başarısını, geçmişteki sömürü çalışmalarına borçluydu. Geçmişte islam ülkelerine gönderdikleri hırıstiyan ve yahudi musyonerler vasıtasıyla islamı değiştiremeyen veya müslümanları dinlerinden çıkarmaya muvaffak olamayan sömürü odakları bu tecrübeyi tekrarlamayarak; islamı özünden ve ruhundan soyutlama yöntemini tercih ettiler ve yüce islamı, ruhsuz ve aktivitesiz bir dine dönüştürmüş oldular. Böylece islamı kendi içinden kurt gibi kemirerek koflaştıran bu ihanet girişimlerinin acı neticesi bugün açıkça gözler önündedir: Bugün islam ülkelerinin çoğunun kanun ve hukuk düzenlemeleri, yargı ve adalet sistemleri batının materyalist ve laik ilkelerinden iktibas edilmiş olup vahy ve bi'set esaslarına dayalı bulunmayan prensiplerden kaynaklanmaktadır. Amerikancı islam, batının herze ve laubali kültürünün olanca ahlaksızlıklarıyla islam toplumlarına sızmasına izin vermekte, müslüman neslin özünü ve kimliği için ciddi tehdidler oluşturmaktadır. Yine bu Amerikan islamıdır ki göbeğinden ecnebilere bağlı bulunan hükumetlerin işbaşına gelmesini sağlamakta ve bazen islam, bazen laiklik, bazen de demokrasi ve hümanizm gibi isimler altında müslüman halkın karşısına dikilmekte, ezanı yasaklamakta, okulları kapatmakta, başörtüsüne müdahele etmekte, müslümanların dinî inanç ve mukaddesatlarına saldırma cür'eti göstermekte, hatta bunlarla da yetinmeyerek islamın yeminli düşmanları olan Amerika ve İsrail'le de her çeşit anlaşma yapıp müslüman halk adına her çeşit ihanet ve satılmışlığa imza atabilmektedirler.

                            İmam Humeyni -ks- son mesajlarında bu noktaya çok sarih bir şekilde değinmekte ve insanoğlunun mevcut çıkmazlardan kurtulabilmesinin tek yolunun din çağına dönmek ve dine gönülden inanmak olduğunu vurgulayarak müslüman ülkelerin hal-i hazırdaki esef verici durumlarından kurtulabilmelerinin yegane yolunun kendi öz benliklerini bulup Muhammedî öz islam etrafında kenetlenmek ve şirk dünyasından kimliğini bulmak olduğunu hatırlatmaktaydı.



                            Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                            Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                            Yorum


                              #74
                              Ynt: Uyanış Destanı...


                              İmam Humeyni'nin -ks- İnanç, İdeal Ve Hedefleri Nelerdi?

                              İmam Humeyni'nin -ks- siyasi hayatını incelediğimiz bu özet eserin sonlarına yaklaşırken, tarihe şerefle imzasını atmış bulunan bu nadide mümin ve hak evliyaullahın inanç ideal ve hedeflerine de kısaca gözatmakta fayda vardır (100) Böylesine nadide bir kişiliğin inanç ve ideallerini etraflıca inceleyebilmek için en azından onun pratik hayatı ve bütün konuşmalarıyla yazılı ve basılı eserlerini mütalaa etmek gerekiyorsa da biz bu özet eserde İmam'ın bu boyutlarına da kısaca değinmeye çalışacağız.

                              İmam Humeyni -ks- hayatını Yüce Rabbinin rızasına adamış bir mümindi; onun yaşam, inanç ve düşüncesine şekil veren etkenler Kur'an ve Resulullah'ın -sav- sünnetiyle, bu sünneti en mükemmel ve bozulmamış öz haliyle yaşatabilen Eh-i Beyt-i Resulullah'ın -sav- yolu-yordamıydı. İmam Humeyni -ks- hangi ırk, mezhep ve düşünceye sahip olursa olsun, Allah ve Resulü'ne inanıp Ka'be'yi kıble olarak bilen bütün müslümanların samimiyetle elele verip birlik ve vahdet içinde olmaları gerektiği inancındaydı; bütün müslümanlar elele verip kenetlenmeli ve islam düşmanı sömürü güçlerinin karşısına dikilmeliydi. İmam'ın konuşma, yazı ve mesajlarının önemli bir bölümü, dünya müslümanlarını vahdet, birlik ve beraberliğe çağıran mazmunlar oluşturur.

                              İmam Humeyni -ks- müslümanlar arasında ihtilaf yaratıp saflarının gevşemesine neden ve sömürücülerin ekmeğine yağ sürecek olan hiçbir girişimi câiz bulmuyordu. Kendisine has muazzam fetvaları, hz. Resulullah'ın -sav- doğum günü münasebetiyle vahdet haftası ilanında bulunup ard arda mesajlar yayınlayarak şîasıyla, sünnisiyle tüm müslümanları birleşmeye çağırması ve sünni - şii birliğinin pratik imkanlarını bilfiil öğretmesi, bütün hayatı boyunca sünni-şii ayrılığını körükleyen girişimlerin karşısına dikilmesi onu tüm dünya müslümanlarının sevgilisi haline getirmişti.

                              Eşi ve ortağı bulunmayan biricik Yaratıcı'ya -cc- inanmak, hz. Muhammed'in -sav- son peygamber olduğuna ve Kur'an-ı Mecid'in insanlığa ebediyen yol gösterebilecek hidayet kitabı ve kanunlar bütünü olarak indiğine iman etmek ve islam dininin namaz, oruç, hacc, zekat ve cihad gibi vazgeçilmez hükümlerine iman ve amelde bulunmak, islam düşmanları karşısında bütün müslümanların birleşip kenetlenmesini sağlamaya yetecek eksenler ve müştereklerdi.


                              İmam Humeyni'nin -ks- ıslahçı kıyam ve mesajları sadece İran'a veya diğer islam ülkelerine yönelik değildi. O, bütün insanların yaradılış ve fıtratının tevhid, şeref, hayra ve hakikate yönelme ve adalet arama gibi insânî prensiplerle yoğrulmuş olduğunu bildiğinden, kitlelerin bilinçlendirilmesi ve bireylerin kendi kötü nefislerinin şeytanıyla dış çevrenin şeytanîliklerine karşı durabilmeyi becermesi halinde bütün insanların Allah'a inanma ve gerçek ilahi adaletin gölgesinde yaşama yolunu tercih edeceklerine inanmadaydı. Bu nedenle de İmam Humeyni -ks- yayınladığı mesajların çoğunda, esaret halinde bulunan 3. dünya ülkeleriyle dünya mustaz'aflarını müstekbirler ve sultacı egemenlere karşı başkaldırıp kıyama davet eder. Nitekim İran'da islam inkılabının zafer kazandığı ilk günlerden itibaren İmam bu görüşünü yüksek sesle açıklamakta ve "dünya mustazaflar partisi"nin bir an önce kurulması gerektiğini vurgulayarak bu görüşü can-u gönülden savunmaktaydı. Nitekim "dünya kurtuluş ve bağımsızlık hareketleri"nin ilk uluslararası oturumu, İmam'ın -ks- insiyatifiyle ve onun zamanında islami İran'da gerçekleşecekti.

                              İmam Humeyni -ks- islam inkılabının Amerika, batı ve eski Sovyetler'in başındaki sultacı ve zorba iktidarlarla bu müstekbir egemenlere düşman olduğunu ama bu ülkelerdeki zulüm sistemlerinin pençesinde kıvranan millet ve halklarla hiçbir alıp-veremediğinin bulunmadığını, çünkü bizzat o milletlerin de başlarındaki mezkur sultacı yönetimlerin kurbanları olduklarını vurguluyordu daima. İmam Humeyni'nin -ks- birinci slogani "Zalimle savaşmak ve mazluma yardımcı olmak"tı: "Biz, ne kimseye zulmeder, ne de kimsenin zulmüne boyun eğeriz!"(101).


                              Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                              Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                              Yorum


                                #75
                                Ynt: Uyanış Destanı...


                                İmam Humeyni'nin inanç, akide ve ideallerinin neler olduğu ve onun hangi temel kaynaklardan beslendiğini çok net olarak ortaya koyan en bariz belge, kendisine "inancı"nı soran Londra -Tımes muhabirine verdiği şu cevaptır:

                                "Benim ve bütün müslümanların inancı; Kur'an-ı Kerim'de belirtilmiş bulunan ve Allah'ın hak Resulü'yle -sav- yine onun belirtmiş olduğu hak imamlardan bize ulaşan buyruk ve prensiplerdir ki bütün bu buyruk ve prensiplerin temeli olup bizim inancımızın da ana kaynağını teşkil eden eksen "tevhid" esasıdır. (foto-inan s:176) Bu itikad gereğince biz inanırız ki tüm kainat ve varlık aleminin ve bu cümleden olmak üzere de insanoğlunun yaratıcısı ancak ve ancak Allah Tealâ hazretleridir; O'nun mukaddes zâtı herşeyi bilir ve herşeyden haberdardır, herşeye muktedirdir ve herşeyin sahibi ve mâlikidir. Bu temel esas ilke bize şunu öğretmektedir: İnsanoğlu sadece Hak Teala'nın mukaddes zâtı karşısında eğilmeli; kendisine itaat etmenin Allah'a itaat etmekle eşanlamlı olduğu kimseler dışında hiçkimseye itaat etmemeli, eğilmemelidir. Yine bu esas gereğince hiçkimse, başkalarını kendisine eğilmeye ve ona itaatte bulunmaya zorlama hakkına sahib değildir. Bu akidevi inancımız, bize, insan hak ve hürriyeti inancını öğretmektedir: Hiç kimse bir insanı, bir toplumu veya bir milleti hürriyetten mahrum edemez, onun için kanun-kural koyamaz, son derece kısıtlı ve yetersiz olan kendi beşerî aklıyla ve kendi emel ve isteklerine binâen birey ve toplumların davranış ve ilişkilerine müdahele edemez, bu cihette kanun, kural ve prensip tayin edemez. Bu vazgeçilmez esasın bize öğrettiği hakikat şudur: İnsanoğlunun ilerleyebilmesini temin edebilecek "tek kanun koyucu" Allah Tealâ'dır, kanun koyma yetkisi sadece Allah'ındır; nitekim tüm yaradılış düzenini var ettiği gibi bu düzenle ilgili tüm kanun, kural ve kaideleri belirlemiş olan da O'nun bizzat Kendisi'dir. Birey ve toplumun saadet, kalkınma ve kemali, Allah'ın belirlediği kural ve kaidelere itaatle mümkündür ancak; bu kural, kaide ve hükümler yine O'nun upeygamberleri -s- tarafından insanlara bildirilip öğretilmiş, iblağ edilmiştir. İnsanoğlunun izmihlal ve düşüşünün yegane nedeni hürriyetini kaybetmesi, diğer insanlar karşısında teslim olması ve "kula kulluk etmesi"dir. Bu nedenledir ki insan bu tür esaret zincirlerini kırıp parçalamalı ve kendisini esarete davet edenler karşısında ayaklanıp kıyam etmeli, kendisini ve içinde yaşadığı toplumu esaretten kurtarmalıdır, böylece herkes sadece Allah'a kulluk edecek ve sadece O'nun karşısında teslimiyet gösterecektir. Biz müslümanların sosyal ilke ve kurallarımızın ilkinin, sömürü ve zorbalığa karşı koymak olması bundandır; yine tevhîdî inanç ve akîdemizden hareketle, bütün insanların Allah Tealâ indinde bir ve eşit olduğuna inanırız: O, herkesin yaratıcısıdır ve herkes O'nun kulu, O'nun yarattığı bir varlıktır. İnsanların bir ve eşit olduğu aslına binaen yegane üstünlük ve ayrıcalık ölçüsünün "takva, dürüstlük, günah ve hatadan uzak durma" olduğuna inanırız. Bu nedenle de toplumda fertlerin bir ve eşit olduğu esasını bozan ve hiçbir hakikat ve insânî değere dayalı bulunmayan boş ve kof ayrıcalıklara yolaçan herşeye karşı mücadele etmek gerekir..."(102)


                                Bir başka yerde de şöyle diyordu: "İslamda ölçü ve kıstas şahsîlikler değil, Allah'ın rızasıdır. Biz şahıslar ve şahsiyetleri hak ölçüsüyle ölçeriz; hakkı şahıs ve şahsiyetlerle değil!"(103) İmam Humeyni -ks- insanların yaradılışının "mutlak kemale aşk besleme"yle yoğrulduğunu, "mutlak kemal"in ise Hak Teala'dan başka şey olmadığını, bütün güç ve kemallerin O'ndan kaynaklandığını savunmaktaydı; nitekim kendisini izleyenlere daima şu nasihatte bulunurdu: "Bütün kâinat, Allah Tealâ'nın huzurudur; sakın O'nun huzurunda günah işlemeyin!"(104) ve: "Allah'tan başka kimseden korkmayın; Allah'tan başka kimseye ümit beslemeyin!"(105).



                                Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                                Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X