KIRK HADİS ŞERHİ..
2. Bölüm: Peygamberler, Seçkinler ve Mü’minlerin İmtihanının Şiddetine Dair
Bil ki, bundan önce de insanın ortaya koyduğu her davranışın ve hatta beden mülkünde gerçekleşen ve nefsin idrakine ait olan her şeyin nefsin üzerinde bir etkisinin olduğu belirtilmişti. Bunlar ister iyi ameller olsunlar, ister kötü ameller, değişmez. Rivayetler dilinde bu durum “beyaz nokta” ve “siyah nokta” olarak ifade edilmektedir.
Mesela insanın yediklerinden içtiklerinden veya eşinden elde ettiği her lezzet nefis üzerinde etki bırakır, ruhun derinliklerinde o şeye karşı ilgi ve muhabbet doğar ve nefsin ona olan ilgisi artar. Bunlara ne kadar rağbet edilirse nefsin bu aleme duyduğu ilgi ve sevgi de o oranda şiddetlenir. Nefs dünyaya bağlanır ve dünyaya güveni artar. Dünya sevgisi üzere yetişir ve dünyaya adet edinir. Aldığı zevk artıkça bu sevgisi daha da kökleşir. Hayat şartları ne oranda rahatlaşıp kolayla-şırsa, dünyaya ilgi duyma ağacı o oranda gelişip serpilir ve nefs ne oranda dünyaya yönelirse, Hak’tan ve ahiret aleminden de o oranda gafilleşir. Ne zaman ki nefsin bütün esasları dünyevileşir, o zaman bü-tün eğilimleri maddi ve dünyevi bir hal alır. Hak Teala’dan O’nun ke-rem diyarından yüz çevirir. Böylece “Yere yapışıp kaldı ve hevesine tabi oldu” diye ifade edilen bir hale gelir.
O halde lezzet ve iştah denizine dalmak, muhakkak dünyayı sev-meyi doğurur. Dünyayı sevmek, ondan başkasına nefret etmeyi bera-berinde getirir ve mülk alemine yönelmek, melekut aleminden gafil olmaya neden olur. Nitekim bunun tersine, eğer insan herhangi bir şeyden kötülük görürse, nefste o şeye karşı nefret doğar. Onun nefis-teki sureti ne oranda güçlü ve belirgin olursa, batınî nefret de o oranda güçlü olur. Nitekim bir kişi herhangi bir şehirden geçerken bir hastalığa yakalansa, iç ve dış sıkıntılarla yüz yüze gelse, derhal oradan nefret duyar ve ayrılmak ister. Hastalık ve sıkıntı ne oranda fazla olursa, kaçma arzusu ve nefret de o oranda fazla olur. Daha iyi bir şehir bili-yorsa hemen oraya göç eder. Yok eğer oraya gidemiyorsa hasretini çeker ve gönlünü oraya hicret ettirir.
O halde eğer insanın bu dünyadan elde ettiği şey sadece bela, sıkın-tı ve rahatsızlıklar olursa ve dünya, üstüne fitne ve sıkıntı dalgalarını salıp durursa, hemen dünyadan nefret duymaya başlar, ona olan ilgisi azalır ve dünyaya güvenmeme durumu ortaya çıkar. Eğer başka bir aleme itikadı varsa ve elem ve sıkıntıdan arınmış bir diyarın varlığından haberdarsa, derhal o diyara sefer eder. Eğer cismani sefere gücü yetmiyorsa, ruhani yönden sefer eder ve gönlünü oraya gönderir.
Çok açıktır ki bütün ruhsal, ahlakî ve ameli fesatlar dünyayı sev-mekten ve Hak Teala ve ahiretten gafil olmaktan kaynaklanmaktadır. Dünya sevgisi her günahın anasıdır. Buna karşılık bütün nefsani, ah-lakî ve ameli ıslahat da Hakk’a ve O’nun kerem diyarına yönelmek, dünyaya ilgi duymayıp onun süslerinden yüz çevirmek ve onlara gü-venmemekten kaynaklanmaktadır.
Demek ki bu ön bilgilerden de anlaşıldığı gibi Allah-u Teala’nın kime lütuf ve inayeti daha fazla ise ve merhameti kimin haline daha şamil ise onu o oranda da bu dünyadan ve içindeki süslerden uzaklaş-tırır. Bela ve fitne dalgalarını daha çok üstüne salar ki ruhu bu dünya-dan ve süsünden uzaklaşsın, imanı oranında hicret alemine yönelsin ve gönlünün yüzü o tarafa yönelik olsun. Belalara tahammül etmek için bu bir tek husus, yeter de artar bile.
Hadis-i şeriflerde de bu manaya işaret edilmektedir:
“Hz. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki Allah-u Teala kişinin seferden dönünce hediye getirerek ailesinin gönlünü aldığı gibi bela ile gönlünü alır ve onu tıpkı hekimin hastayı perhiz ettirmesi gibi dünyadan perhiz ettirir”
Aynı anlamda bir hadis daha vardır. Ama Hakk’ın bazı kullarına muhabbet göstermesi ve Zat-ı Akdes’in bunlara büyük yardımlarda bulunmasının (Allah muhafaza) anlamsız ve yersiz bir şey olduğu sa-nılmasın. Aksine, mü’min bir Allah kulunun Rabbine doğru attığı her adımla birlikte Hakk’ın yardımı o kula yönelir ve Hak Teala ona daha da bir yakınlaşır. İmanın dereceleri ve başarının sebeplerini hazırlamak ile karanlık bir yolda elinde bir lamba ile yürüyen insana benzer. Bu lamba, attığı her adımda önünü aydınlatır ve bir sonraki adımı atmasına zemin hazırlar. İnsan da ahiret yönünde attığı her adımla yolunun aydınlanmasını sağlar ve Hakk’ın ona olan inayeti artar, kendisine yakınlaşmanın yolunu kolaylaştırır ve kendisinden uzaklaşmayı güç-leştirir. Hak Teala’nın enbiya ve evliyaya olan ezeli yardımı, onların teklif çağında itaat edeceklerine dair Allah’ın var olan ezeli ilminden ötürüdür. Nitekim eğer iki çocuğunuz varsa ve daha bebekliklerinden itibaren bunlardan birinin sizi razı ve memnun etmek için elinden geleni yapacağını, öbürünün ise sizi daima üzeceğini biliyorsanız, şüphesiz ilkini daha bebekliğinden itibaren daha çok sevecek ve ona daha çok ilgi göstereceksiniz.
2. Bölüm: Peygamberler, Seçkinler ve Mü’minlerin İmtihanının Şiddetine Dair
Bil ki, bundan önce de insanın ortaya koyduğu her davranışın ve hatta beden mülkünde gerçekleşen ve nefsin idrakine ait olan her şeyin nefsin üzerinde bir etkisinin olduğu belirtilmişti. Bunlar ister iyi ameller olsunlar, ister kötü ameller, değişmez. Rivayetler dilinde bu durum “beyaz nokta” ve “siyah nokta” olarak ifade edilmektedir.
Mesela insanın yediklerinden içtiklerinden veya eşinden elde ettiği her lezzet nefis üzerinde etki bırakır, ruhun derinliklerinde o şeye karşı ilgi ve muhabbet doğar ve nefsin ona olan ilgisi artar. Bunlara ne kadar rağbet edilirse nefsin bu aleme duyduğu ilgi ve sevgi de o oranda şiddetlenir. Nefs dünyaya bağlanır ve dünyaya güveni artar. Dünya sevgisi üzere yetişir ve dünyaya adet edinir. Aldığı zevk artıkça bu sevgisi daha da kökleşir. Hayat şartları ne oranda rahatlaşıp kolayla-şırsa, dünyaya ilgi duyma ağacı o oranda gelişip serpilir ve nefs ne oranda dünyaya yönelirse, Hak’tan ve ahiret aleminden de o oranda gafilleşir. Ne zaman ki nefsin bütün esasları dünyevileşir, o zaman bü-tün eğilimleri maddi ve dünyevi bir hal alır. Hak Teala’dan O’nun ke-rem diyarından yüz çevirir. Böylece “Yere yapışıp kaldı ve hevesine tabi oldu” diye ifade edilen bir hale gelir.
O halde lezzet ve iştah denizine dalmak, muhakkak dünyayı sev-meyi doğurur. Dünyayı sevmek, ondan başkasına nefret etmeyi bera-berinde getirir ve mülk alemine yönelmek, melekut aleminden gafil olmaya neden olur. Nitekim bunun tersine, eğer insan herhangi bir şeyden kötülük görürse, nefste o şeye karşı nefret doğar. Onun nefis-teki sureti ne oranda güçlü ve belirgin olursa, batınî nefret de o oranda güçlü olur. Nitekim bir kişi herhangi bir şehirden geçerken bir hastalığa yakalansa, iç ve dış sıkıntılarla yüz yüze gelse, derhal oradan nefret duyar ve ayrılmak ister. Hastalık ve sıkıntı ne oranda fazla olursa, kaçma arzusu ve nefret de o oranda fazla olur. Daha iyi bir şehir bili-yorsa hemen oraya göç eder. Yok eğer oraya gidemiyorsa hasretini çeker ve gönlünü oraya hicret ettirir.
O halde eğer insanın bu dünyadan elde ettiği şey sadece bela, sıkın-tı ve rahatsızlıklar olursa ve dünya, üstüne fitne ve sıkıntı dalgalarını salıp durursa, hemen dünyadan nefret duymaya başlar, ona olan ilgisi azalır ve dünyaya güvenmeme durumu ortaya çıkar. Eğer başka bir aleme itikadı varsa ve elem ve sıkıntıdan arınmış bir diyarın varlığından haberdarsa, derhal o diyara sefer eder. Eğer cismani sefere gücü yetmiyorsa, ruhani yönden sefer eder ve gönlünü oraya gönderir.
Çok açıktır ki bütün ruhsal, ahlakî ve ameli fesatlar dünyayı sev-mekten ve Hak Teala ve ahiretten gafil olmaktan kaynaklanmaktadır. Dünya sevgisi her günahın anasıdır. Buna karşılık bütün nefsani, ah-lakî ve ameli ıslahat da Hakk’a ve O’nun kerem diyarına yönelmek, dünyaya ilgi duymayıp onun süslerinden yüz çevirmek ve onlara gü-venmemekten kaynaklanmaktadır.
Demek ki bu ön bilgilerden de anlaşıldığı gibi Allah-u Teala’nın kime lütuf ve inayeti daha fazla ise ve merhameti kimin haline daha şamil ise onu o oranda da bu dünyadan ve içindeki süslerden uzaklaş-tırır. Bela ve fitne dalgalarını daha çok üstüne salar ki ruhu bu dünya-dan ve süsünden uzaklaşsın, imanı oranında hicret alemine yönelsin ve gönlünün yüzü o tarafa yönelik olsun. Belalara tahammül etmek için bu bir tek husus, yeter de artar bile.
Hadis-i şeriflerde de bu manaya işaret edilmektedir:
“Hz. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki Allah-u Teala kişinin seferden dönünce hediye getirerek ailesinin gönlünü aldığı gibi bela ile gönlünü alır ve onu tıpkı hekimin hastayı perhiz ettirmesi gibi dünyadan perhiz ettirir”
Aynı anlamda bir hadis daha vardır. Ama Hakk’ın bazı kullarına muhabbet göstermesi ve Zat-ı Akdes’in bunlara büyük yardımlarda bulunmasının (Allah muhafaza) anlamsız ve yersiz bir şey olduğu sa-nılmasın. Aksine, mü’min bir Allah kulunun Rabbine doğru attığı her adımla birlikte Hakk’ın yardımı o kula yönelir ve Hak Teala ona daha da bir yakınlaşır. İmanın dereceleri ve başarının sebeplerini hazırlamak ile karanlık bir yolda elinde bir lamba ile yürüyen insana benzer. Bu lamba, attığı her adımda önünü aydınlatır ve bir sonraki adımı atmasına zemin hazırlar. İnsan da ahiret yönünde attığı her adımla yolunun aydınlanmasını sağlar ve Hakk’ın ona olan inayeti artar, kendisine yakınlaşmanın yolunu kolaylaştırır ve kendisinden uzaklaşmayı güç-leştirir. Hak Teala’nın enbiya ve evliyaya olan ezeli yardımı, onların teklif çağında itaat edeceklerine dair Allah’ın var olan ezeli ilminden ötürüdür. Nitekim eğer iki çocuğunuz varsa ve daha bebekliklerinden itibaren bunlardan birinin sizi razı ve memnun etmek için elinden geleni yapacağını, öbürünün ise sizi daima üzeceğini biliyorsanız, şüphesiz ilkini daha bebekliğinden itibaren daha çok sevecek ve ona daha çok ilgi göstereceksiniz.
Yorum