Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..
Bu hususta bir çok rivayet vardır. Buradan da anlaşıldığı gibi ver’a olmadan hiç bir ibadetin değeri yoktur. Ayrıca bilindiği gibi yapmakta olduğumuz ibadetlerin büyük sırrı da nefsin teslimiyet içine girmesi, riyazet çekmesi ve melekut aleminin mülk ve tabiata galebe çalmasıdır. Şiddetli bir ver’a ve kamil bir takva olmaksızın bu da asla hasıl olamaz. Allah’a isyana yeltenmiş olan nefislere, hiç bir şey etki etmez ve faydalı olmaz. O halde nefsin kemal sureti olan ibadetin, günah bulanıklığından kurtulmayan bir nefis üzerinde hiç bir tesiri ola-maz. Bu nefis manasız bir suret ve ruhsuz bir kalıb mesabesindedir.
Ravi şöyle diyor: “İmam Sadık (a.s) bir takım nasihatta bulundu, zühde davet etti ve daha sonra şöyle buyurdu: “Ver’a sahibi olun. Zira insan sadece ver’a sayesinde Allah indinde olanlara nail olabilir.”
O halde bu hadis-i şerif esasınca ver’a sahibi olmayan bir insan, Al-lah’ın kullarına vaat ettiği yüceliklerden mahrum kalır ve bu da en bü-yük mutsuzluk ve mahrumiyetlerden biridir.
Vesail’de yer alan bir hadis-i şerifte İmam Bakır şöyle buyurmuştur: “Velayetimize ancak amel ve ver’a ile erişilebilir.”
Başka bir hadis-i şerifte İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur “Yüz bin kişilik cemiyeti olan bir şehirde kendisinden daha takvalı birinin bulunduğu (takvası az) kimse, bizim Şiilerimizden (taraftarlarımızdan) değildir.” Kafi’de de bu anlamda bir çok hadis vardır.
Bilmek gerekir ki rivayetler esasınca ver’anın kemal ölçüsü, Allah’ın haramlarından sakınmaktır. İlahi haramlardan sakınan kimse halkın en ver’alı olanıdır. O halde şeytan bu işi gözünde büyütmemelidir. Seni ümitsiz kılmamalıdır. Zira o melun, insanı ümitsizliğe düşürerek ebedi mutsuzluğa düşürmeye adet etmiştir. Mesela bu hususta şöyle der: “Nasıl olur da yüzbin kişilik nüfusu olan bir yerde en takvalı sen olabilirsin.” Bu melunun hilelerinden ve nefs-i emmarenin ves-veselerindendir.
Buna cevap olarak demek gerekir ki, rivayetler esa-sınca da bir insan ilahî haramlardan sakındığı takdirde bu hadisin kap-samına girer ve insanların en takvalısı sayılır. İlahî haramlardan sa-kınmak çok zor bir şey değildir. İnsan az bir nefis riyazeti ve teşebbüs sayesinde tüm günahlardan el çekebilir. Elbette insan ilk önce mutluluk ve kurtuluş ehli olmayı, Ehl-i Beyt’in velayeti altına girmeyi ve Hakk Teala’nın yüceliklerine mazhar olmayı istemelidir. Bu ölçüde günahlardan sakınamıyorsa hiç bir şey olmaz. Kesinlikle bir yere kadar tahammül, riyazet ve ısrar gerekmektedir.
Bu hususta bir çok rivayet vardır. Buradan da anlaşıldığı gibi ver’a olmadan hiç bir ibadetin değeri yoktur. Ayrıca bilindiği gibi yapmakta olduğumuz ibadetlerin büyük sırrı da nefsin teslimiyet içine girmesi, riyazet çekmesi ve melekut aleminin mülk ve tabiata galebe çalmasıdır. Şiddetli bir ver’a ve kamil bir takva olmaksızın bu da asla hasıl olamaz. Allah’a isyana yeltenmiş olan nefislere, hiç bir şey etki etmez ve faydalı olmaz. O halde nefsin kemal sureti olan ibadetin, günah bulanıklığından kurtulmayan bir nefis üzerinde hiç bir tesiri ola-maz. Bu nefis manasız bir suret ve ruhsuz bir kalıb mesabesindedir.
Ravi şöyle diyor: “İmam Sadık (a.s) bir takım nasihatta bulundu, zühde davet etti ve daha sonra şöyle buyurdu: “Ver’a sahibi olun. Zira insan sadece ver’a sayesinde Allah indinde olanlara nail olabilir.”
O halde bu hadis-i şerif esasınca ver’a sahibi olmayan bir insan, Al-lah’ın kullarına vaat ettiği yüceliklerden mahrum kalır ve bu da en bü-yük mutsuzluk ve mahrumiyetlerden biridir.
Vesail’de yer alan bir hadis-i şerifte İmam Bakır şöyle buyurmuştur: “Velayetimize ancak amel ve ver’a ile erişilebilir.”
Başka bir hadis-i şerifte İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur “Yüz bin kişilik cemiyeti olan bir şehirde kendisinden daha takvalı birinin bulunduğu (takvası az) kimse, bizim Şiilerimizden (taraftarlarımızdan) değildir.” Kafi’de de bu anlamda bir çok hadis vardır.
Bilmek gerekir ki rivayetler esasınca ver’anın kemal ölçüsü, Allah’ın haramlarından sakınmaktır. İlahi haramlardan sakınan kimse halkın en ver’alı olanıdır. O halde şeytan bu işi gözünde büyütmemelidir. Seni ümitsiz kılmamalıdır. Zira o melun, insanı ümitsizliğe düşürerek ebedi mutsuzluğa düşürmeye adet etmiştir. Mesela bu hususta şöyle der: “Nasıl olur da yüzbin kişilik nüfusu olan bir yerde en takvalı sen olabilirsin.” Bu melunun hilelerinden ve nefs-i emmarenin ves-veselerindendir.
Buna cevap olarak demek gerekir ki, rivayetler esa-sınca da bir insan ilahî haramlardan sakındığı takdirde bu hadisin kap-samına girer ve insanların en takvalısı sayılır. İlahî haramlardan sa-kınmak çok zor bir şey değildir. İnsan az bir nefis riyazeti ve teşebbüs sayesinde tüm günahlardan el çekebilir. Elbette insan ilk önce mutluluk ve kurtuluş ehli olmayı, Ehl-i Beyt’in velayeti altına girmeyi ve Hakk Teala’nın yüceliklerine mazhar olmayı istemelidir. Bu ölçüde günahlardan sakınamıyorsa hiç bir şey olmaz. Kesinlikle bir yere kadar tahammül, riyazet ve ısrar gerekmektedir.
Yorum