Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

KIRK HADİS ŞERHİ..

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #31
    Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..


    İkinci Makam

    1. Bölüm: Şer’î Riyazet

    Bil ki, bu makamda söz konusu olan riya ilk makamdaki gibi şid-detli değildir, ama bir meseleye teveccüh ettikten sonra bu makamdaki riyakar insanın işinin de küfre varabilmesi, netice itibariyle de o ilk makamdaki riyakarla aynı olması mümkündür. Önceki hadisin şerhinde de insan için melekut aleminde insanî olmayan birtakım suretlerin olduğunu açıkladık. O suretler insanın nefs melekutuna ve melekeleri-ne tabidir. Eğer sizler üstün ve insanî melekelere sahip olur ve de itidal yolundan çıkmadan o melekelerle haşr olursanız, o zaman bu melekeler suretinizin insanî bir suret olmasını sağlar. Melekelerin üstün ve faziletli olması ise nefs-i emmarenin hiç bir tasarrufta bulunmadığı ve (melekelerin) teşkilinde nefsin müdahale etmediği takdirdedir. Nitekim üstad ve şeyhimiz de (gölgesi başımızdan eksik olmasın) şöyle buyuruyordu: “Batıl riyazet ile şer’î ve sahih riyazetler arasındaki ölçü, nefs adımı ile hak adımıdır. Eğer sülûk eden kişi nefs adımıyla hareket ve riyazeti, nefsin kuvve, kudret ve saltanatının zuhuru için olursa riyazeti batıl olacak, sülûku da kötü bir akıbetle sonuçlanacaktır. Batıl iddialar genellikle bu tür şahıslardan ortaya çıkmaktadır. Ama sâlik, hak adımıyla sülûk eder ve Allah’ı ararsa, riyazeti hak ve şer’î olur ve de Allah-u Teala, “Bizim yolumuzda mücahede eden kimseleri şüphesiz ki kendi yollarımıza hidayet ederiz.” diye buyuran ayet-i şerifenin de açıkça belirttiği gibi böyle bir kimseye yardım eder ve elinden tutar. Dolayısıyla da o kişinin işi mutluluk ve iyilikle so-nuçlanır. Bencillikten kurtulur ve gösterişten uzaklaşır. Bilindiği üzere, kendi güzel ahlakı ile nefsinin üstün melekelerini halka gösteriş yapan bir kimsenin adımı, nefs adımıdır. O şahıs da bencil, egoist ve nefsine tapan bir kimsedir. Allah’ı isteme ile Allah’ı görmenin bencillikle bir arada olabileceğini düşünmek boş ve yersiz bir hayal, batıl ve imkansız olan bir şeydir. Sizin vücud memleketinizde nefs sevgisi, makam, celal, şöhret ve Allah’ın kullarına hükmetme arzusu hakim olduğu müddetçe melekelerinizin üstün ve ahlakınızın ilahî bir ahlak olduğu söylenemez. O zaman, memleketinizde çalışan şeytandır. Melekeler ve batınınız insan suretinde değildir. Berzah ve melekutî gözünüzü açtığınızda kendinizin insan olmadığınızı, örneğin şeytanlardan biri suretinde olduğunuzu göreceksiniz. Dolayısıyla ilahî marifetler ile sahih bir tevhidin, şeytanın yuvalandığı böyle bir kalpte yer etmesi muhaldir. Melekutunuz insanî olmadığı ve kalbiniz bu sürçme ve sapıklıklardan temizlenmediği müddetçe, Allah’ın evi haline gelemez.

    Allah-u Teala bir hadis-i kutside şöyle buyuruyor: “Yer ve gök beni alamaz, ama mümin kulumun kalbi beni alır.”

    Müminin kalbinin dışında hiç bir mevcut sevgili Allah’ın cemal aynası olamaz. Müminin kalbinde tasarrufta bulunan, nefs değil Hak’tır. O’nun vücudunda sevgili Allah hakimdir, söz sahibidir. Mü-minin kalbi başıboş ve kendi başına buyruk değildir. Boş ve faydasız işlerle uğraşmaz. “Müminin kalbi Rahman’ın iki parmağı arasındadır, onu istediği şekilde değiştirir.” Müminin kalp memleketinde Hakk’ın eli hakimdir. Kalbinin değiştirilmesi ve değişmesi Hak Teala’nın elindedir. Ey zavallı! Senin ise nefsine ibadet ettiğinden dolayı kalbinde şeytan ve cehalet hakimdir. Hakk’ın tasarrufunu kalbinden kesip dışarı attın. O halde ne imanın var ki, Hakk’ın ve mutlak salta-natın tecellisine mazhar olabilesin.

    Öyleyse bil ki bu hal üzere olduğun ve bu riyakarlık ve gösteriş re-zaleti içinde bulunduğun müddetçe kendi hayalince Müslüman ve Al-lah’a iman etmiş bir kimse olduğunu zannetsen bile gerçekte Allah’a kafir olmuş sayılır ve münafıklar safına katılmış olursun.


    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

    Yorum


      #32
      Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..


      2. Bölüm: Uyarı!

      Ey aziz! Uyan gaflet uykusundan ayıl ve kendine gel! Bil ki Allah-u Teala seni yalnız kendisi için yaratmıştır. Nitekim hadis-i kutside şöyle buyurmaktadır: “Ey ademoğlu (insan), tüm kainatı senin için yarattım ve seni ise kendim için yarattım.”

      Allah-u Teala senin kalbini kendine menzil edinmiştir. Sen ve kalbin ilahî namuslardan biri sayılmaktasınız. Allah-u Teala ise kendi namusuna karşı çok gayretlidir. İlahî namusa karşı bu kadar da haya-sızlıkta bulunma, terbiyesizce el uzatma. Allah-u Teala’nın gayretinden kork ki seni rezil edecek olursa artık ne yapsan ıslah edemez, dü-zeltemezsin. Sen kendi melekutunda ve mükerrem melekler ile büyük peygamberlerin huzurunda ilahî değer ve namusu çiğnemektesin. Ev-liyanın, Hakk’a benzemekte vasıta edindiği üstün ve faziletli ahlakı, Hak Teala’dan gayrisine teslim ediyorsun, kalbini Hakk’ın düşmanına teslim ediyorsun ve melekut batınında Allah’a şirk koşuyorsun. Allah-u Teala’nın, senin melekut namusunu çiğnemesinden ve seni büyük peygamberler ile mukarreb melekler huzurunda rezil-rüsva etmesinden kork! Allah-u Teala’nın seni bu alemde de rezil etmesinden, telafi edilmeyecek bir bela ve rezalete düçar kılmasından ve ismet perdeni artık yamanmayacak bir şekilde yırtmasından korkmalı, çekinmelisin. Allah-u Teala settar olduğu gibi gayurdur da. Merhametlilerin en mer-hametlisi olduğu gibi cezalandıranların en şiddetlisi de kendisidir. Haddi aşmadığın müddetçe günahlarını setretmekte, örtmektedir. Ama Allah korusun bu büyük iş ve bu uygunsuz rezalet, önceki sayfalarda geçen hadis-i şerifte de işittiğin gibi, gayurluğun settarlığa üstün ve galip gelmesine sebep olabilir.

      Öyleyse biraz kendine gel! Allah’a dön ve O’na doğru yönel ki Al-lah-u Teala rahimdir ve birine rahmet edebilmek için adeta bahane aramakta, fırsat kollamaktadır. Eğer gufranına dönecek olursan, eski ayıplarını örter. Hiç kimsenin senin o günahlarından haberdar olmasına izin vermez ve seni fazilet sahibi kılar, kerim ahlakını sende tecelli ettirir. Seni kendi sıfatlarının aynası kılar. Bütün alemlerde kendi ira-desi nafiz ve geçerli olduğu gibi, senin iradeni de o alemde nafiz ve geçerli kılar. Nitekim hadis-i şerifte yer aldığı şekliyle, “Cennet ehli kendi yerlerine yerleştiklerinde Allah-u Teala tarafından şu içerikte bir mektup gelir: “Hayy ve Kayyum olan Allah’tan ölmeyen ve ebedi olan yaratığa. Ben vücuda gelmesini istediğim her şeye ol derim, o da oluverir. Bugün ise senin istediğin her şeyin vücuda gelmesini karar-laştırdım. Öyleyse emret, vücuda gelsin.” Sen bu kadar da bencil olma. Kendi iradeni hakka teslim et, Hak Teala da seni kendi iradesi-nin mazharı haline getirir ve seni kendi işlerinde tasarruf sahibi kılar. İcad memleketini ahirette senin kudretin altına verir. Bu iş, batıl bir imkansız olan tefviz de değildir. Bu mesele kendi yerinde açıklanmış-tır.

      Uyan ey aziz! Sen biliyorsun, istersen bunu kabul et, istersen de onu! Allah-u Teala bizlerden, tüm mahlukattan, bizim ve bütün mev-cudatın ihlasından müstağnidir. O’nun bu gibi şeylere en küçük bir ih-tiyacı yoktur.


      Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
      Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

      Yorum


        #33
        Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..


        Üçüncü Makam


        1. Bölüm: Nefsin Hilesi

        Bil ki bu makamlarda var olan riya, diğer makamlarda varolan riya ve gösterişten daha çok ve yaygındır. Zira biz halk, tür olarak o iki makamın ehli değiliz. Dolayısıyla şeytan da o iki yoldan bize yaklaş-mamaktadır. Ama halkın çoğu şekli ibadet ve menasik ehli olduğundan şeytan bu makamda daha çok tasarrufta bulunmaktadır. Nefsin bu makamdaki hile ve desiseleri de oldukça çoktur. Diğer bir deyişle, halkın geneli cismani ve ameli cennete sahip olduğundan ve iyiliklerle amel etmek ve kötülerden sakınmak sebebiyle uhrevi makamları haiz bulunduğundan, şeytan da bu yoldan yaklaşmakta, dal-budak salarak onların amellerinde riya ve gösteriş köklerini sulamakta, böylece iyi-liklerini kötülüğe çevirerek, onları ibadet ve farizeler yoluyla cehen-nemin en alt tabakalarına koymaktadır. İnsanın kendisiyle ahiretini abad kılmak istediği şeyleri, bizzat onlar tahrip sebebi kılmaktadır. İlliyin’de yer alması gereken şeylere öyle oyunlar oynamaktadır ki ne-ticede Allah’ın emriyle melekler tarafından Siccin de yer verilmesine sebep olmaktadır. Öyleyse sadece bu boyuta sahip olan ve amellerden başka hiç bir azık ve stoku bulunmayan kimseler, Allah korusun bunun da ellerinden çıkıp cehennemlik oluvermeleri, saadete açılan yollardan mahrum olmaları, cennet kapılarının yüzlerine kapanması ve cehennem kapılarının açılması ihtimali karşısında oldukça dikkatli ve uyanık olmalıdırlar.



        Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
        Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

        Yorum


          #34
          Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..


          2. Bölüm: Riya Konusuna Dikkat Hususunda

          Birçok defasında bizzat riyakar şahsın kendisi bile amellerine riya-nın sızdığından ve amellerinin gösteriş için olup hiç bir değer ifade etmediğinden habersiz olur. Zira şeytan ve nefsin hile ve desiseleri ol-dukça dakik ve zariftir. Diğer yandan insanlık yolu da o kadar ince ve karanlıktır ki insan kılı kırk yararcasına araştırmayınca kendisinin ne durumda olduğunu anlayamaz. İnsanın kendisi tüm işlerinin Allah için olduğunu sanır, halbuki hakikatte şeytan içindir. İnsanın bizzat kendi fıtratında nefs sevgisi bulunduğundan bencillik perdesi tüm ayıplarını ondan gizlemekte ve örtmektedir. Allah’ın izniyle bu konudaki kimi bilgileri bazı hadisleri şerh ederken aktarmaya çalışacağız. Allah-u Teala’dan bu hususta başarı diliyorum.

          Mesela, itaat ve ibadetlerin önemlilerinden olan dini ilimlerin tahsi-linde bile bazen insan riya ve gösterişe kaçmaktadır. Aynı zamanda nefs sevgisinin kalın perdesi sebebiyle insanın kendisi bunun farkına bile varmamaktadır. Mesela insan, alimlerin, büyüklerin ve fazıl kim-selerin huzurunda, önceden kimsenin çözemediği ve ilk defa o da sa-dece kendisinin derk ettiği önemli ve karışık bir meseleyi çözmek, halletmek ister. Bu meseleyi ne kadar güzel beyan eder ve meclis eh-linin dikkatini kendi üzerine çekerse o kadar sevinir, mutluluk duyar. Aynı zamanda kendisine karşı olan kimseleri de alt etmek ve onlara galebe çalmak ister. Naz ve eda ile akıl satmak duygusuna kapılır. Eğer büyüklerden biri de onu tasdik edecek olursa nur üstüne nur olur. Bu zavallı burada alim ve fazılların huzurunda bir makam edindiğini zanneder ama, bunların Allah’ının, yani tüm alemlerin Maliku’l Müluk’un nazarından düştüğünü ve bu amelin, Allah’ın emri üzere siccine atıldığını bilmez, bundan gaflet eder.

          Üstelik bu riya ile yapılan amel birkaç günahla da iç-içedir. Mesela iman kardeşini rüsva ve zelil etmek ve ona eziyet etmek gibi ... Halbuki mümin bir insana karşı küstahlık etmek ve onu rezil etmek tek başına insanın helak ve cehennemlik olmasına yetmektedir. Eğer nefsin sana yine tuzak kurar da, “Benim maksadım şer’î hükümlerin açıklığa kavuşması ve hakkın ortaya çıkmasıdır. Bu da itaatlerin en üstünüdür. Ben kendini gösterme ve fazilet izharı niyetinde değilim.” Derse sen buna inanma ve ona şöyle de: “Eğer bu şer’î hükmü sen değil de dostun veya başka birisi demiş olsaydı ve bu zor meseleyi o halletmiş olsaydı da sen bu mecliste yenik düşseydin, acaba senin için biraz olsun fark eder miydi?” Eğer fark etmiyorsa o zaman sen sadıksın demektir.

          Ama eğer yine nefsin başka bir hileye başvurur da sana “Hakkı izhar etmek fazilettir ve Hakk’ın yanında sevabı vardır ve bu fazilete ben nail olmak istiyorum, ahiret yurdunu ümran kılmak arzusundayım” derse sen de hemen ona de ki, “Farz edelim ki mağlubiyet ve Hakk’ın tasdiki olduğu zaman da Allah-u Teala sana bu faziletleri ihsan edecektir. Acaba yine de mağlup olmaya razı mısın?” Sonunda kendi iç dünyasına yönelir ve yine galebe ve istilaya meyilli olduğunu, ulema önünde ilim ve fazilet ehli biri olmakla meşhur olmayı istediğini, taat ve ibadetlerin en üstünü olan bu ilmî müzakereyi onların kalbinde bir makam edinmek için başlattığını görecek olursan, o zaman bil ki bu üstün ilmî müzakere hususunda riyakarsın. Bu amel, Kafi’de nakle-dilen hadis sebebiyle “siccin” dedir ve sizler Allah’a şirk koşan müşriklerisiniz. Bu amel, makam ve şeref sevgisinden kaynaklanmıştır ve rivayet esasınca de bir sürüye saldıran iki kurttan daha fazla zarar vermektedir imana.
          Öyleyse ıslah ve ilim ehli, ahiret kılavuzu ve nefsi hastalıkların ta-bibi olan sizler ilk önce kendinizi ıslah etmelisiniz. Nefsi mizacınızı salim kılmalısınız ki halleri malumunuz olan amelsiz alimler cümle-sinden olmayasınız.

          Yarabbi! Gönlümüzü şirk ve nifak bulanıklığından arı kıl. Kalbimizi bütün bu şeylerin kaynağı olan dünya sevgisi paslarından tertemiz eyle ve daima bizimle ol. Nefsani arzular, makam sevgisi ve şeref tut-kusunun esiri olan biz zavallıların bu tehlikeli seyahat, bu zikzaklı yo-kuş, dar ve karanlıklar dolu yolda yardımcısı ol, ellerimizden tut, şüp-hesiz ki sen kadir ve her şeye gücü yetensin.




          Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
          Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

          Yorum


            #35
            Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..


            İslam’ın büyük ibadetlerinden biri de cemaattir ve imametin daha büyük bir fazileti vardır. Dolayısıyla şeytan da bu büyük ibadete daha fazla sızmakta ve cemaat imamına daha çok düşmanlık etmektedir. Onu bu faziletten alıkoymak, mahrum kılmak istemektedir. Amellerini ihlastan uzaklaştırıp siccine koymaya çalışmakta ve onu Allah’a şirk koşan kimselerden kılmak için uğraşmaktadır.

            Bu yüzden çeşitli yollarla bazı imamların kalbine girmektedir. Me-sela kendini beğenmişlik-Allah izin verirse sonradan zikredilecektir- veya kalplerde makam edinmek, azametli ve büyük bir kimse olarak şan-şöhret kazanmak için ibadeti ile halka gösteriş yapmak ve iki yüz-lülükte bulunmaktan ibaret olan riyaya bulaştırmaktadır. Örneğin falan muhafazakar kimsenin cemaat namazında hazır bulunduğunu görünce, kalbini kazanabilmek için huşuyu arttırmakta ve çeşitli yollar ve bir çok hilelerle onu tuzağına düşürmeye çalışmaktadır. İmam cemaatte bulunmayan kimselere kendi makamını duyurmak için o mukaddesatçı kimsenin adını zikretmekte ve halka herhangi bir yolla filanın da kendi cemaat namazlarına katıldığını bildirmektedir. Kalbinde de o kimseye karşı kendi cemaat namazına katılan bir kimse olarak büyük bir sevgi beslemekte ve ömrü boyunca Allah-u Teala ve O’nun evliyasına göstermediği sevgi ve ihlası o şahsa izhar etmektedir. Özellikle de o mukaddesatçı, tüccar bir kimseyse! Eğer Allah etmesin eşraf ta-kımından biri yolunu kaybeder de cemaat saflarına katılacak olursa, o zaman durum daha büyük ve musibet daha da fazla olur.

            Aynı zamanda şeytan, cemaati az olan imamlardan da el çekme-mektedir. Onun da yanına giderek kendisine şöyle der: “Halka zahid bir kimse olduğunu, dünyadan el etek çektiğini, fakirler ve zayıflar mahallesinde küçük bir mescidde bulunduğunu bildir.” Bu şahıs da önceki şahıs gibi ya da ondan daha kötüdür. Zira onda haset rezilliğini yeşertmektedir. Dünyadan nasibi olmadığı gibi, şeytan ahiret serma-yesini de elinden almaktadır. Dünya ve ahirette hüsrana uğramaktadır.

            Bu şeytan, hiç bir cemaati olmayan ve vesilesizlik kederiyle yıp-ranmış olan ben ve sizlerden de el çekmemekte ve bizleri, Müslüman-ların cemaatini yaralamaya, kötülemeye, onlar için yalanlar uydurmaya, cemaatsizliğimizi uzlete çekilmek olarak göstermeye, kendimizi, dünyadan el etek çeken, makam ve nefis sevgisinden münezzeh bir kimse olarak göstermeye zorlamaktadır. Dolayısıyla bizler bu her iki taifeden de kötüyüz. Ne birinci grubun tam dünyasına, ne ikinci gru-bun eksik dünyasına ve ne de ahirette bir şeye sahibiz. Halbuki bizim de elimizde bir şeyler olsa o iki gruptan daha makamperest ve mal, şe-ref açısından daha düşkün oluruz.
            Şeytan sadece imamla da yetinmemekte, onu cehennemlik etmekle de şehvet ateşi sönmemekte ve dolayısıyla bu defa da imama uyan cemaatin safına girmektedir. Cemaatin ön safının fazileti daha çok, sağ taraf sol taraftan daha faziletli olduğu için de şeytan hedef olarak buraları seçmektedir. Zavallı mukaddesatçıyı evinden dışarı çekerek getirip ön safın sağ tarafına oturtmuş ve bu fazileti diğerlerine gösteriş yapması için ona vesvese etmektedir. O zavallı da bunun nereden kaynaklandığını bilmeden naz ve eda ile kendisi için fazilet izharında bulunmaktadır. Gizli şirk ortaya çıkararak, amelini siccine gönder-mektedir. Şeytan daha sonra diğer saflara geçmekte ve onları da kina-ye ve işaretle ön safı reddetmeye, zavallı mukaddesatçıya kötü söz ve sövgüler yağdırmaya ve kendilerinin bu durumdan münezzeh olduğu-nu belirtmeye teşvik etmektedir. Bazen görüldüğü gibi şeytan özellikle de ilim ve fazilet ehli birini tutarak getirip en arka saflarda oturt-maktadır. Zira bununla, “Ben bu makamla bu şahsın arkasında namaz kılması gereken bir şahıs değilim, ama dünyadan el etek çektiğimden ve nefsani arzulardan arındığımdan en son saflarda bile oturmaya ra-zıyım” demek istemektedir. Böyle şahısları hiç bir zaman ön saflarda göremezsiniz.

            Şeytan imam ve memunla da yetinmemekte bu defa da infiradi ve tek başına namaz kılanların sakalından tutmaktadır. Pazar ve evinden tutup getirdiği bu zavallı da büyük bir naz ve eda ile mescidin en dip köşesinde seccadesini sermekte, hiç bir imamı adil kabul etmeyerek halkın huzurunda uzun secde, rüku ve zikirlerle namaz kılmaktadır.

            Bu şahıs da kendi batınında diğerlerine şunu anlatmak istemektedir: “Ben o kadar mukaddesatçı ve ihtiyatla amel eden bir kimseyim ki, adil olmayan bir kimseye düçar olmamak için cemaati bile terk ediyo-rum.” Bu kişi, riyakar ve kendini beğenmiş bir şahıs olduğu gibi, şer’î meseleleri de bilmemektedir. Zira bu şahsın taklit mercii (müctehid) olan zatın, iktida etmenin sıhhati için zahirî takva dışında bir şeyi şart koşmuş olması belli değildir. Ama mesele bu değildir, kalplerde ma-kam edinmek için halka gösteriş yapmak içindir. Diğer işlerimiz de aynı şekilde şeytanın tasarrufu altındadır. O mel’un şeytan nerede bu-lanık ve karanlık bir kalp görse hemen orada menzil edinmekte, batınî ve zahirî amelleri yakmakta ve bizleri güzel ameller yoluyla cehen-nemlik etmektedir.



            Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
            Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

            Yorum


              #36
              Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..


              3. Bölüm: İhlasa Davet

              Öyleyse ey aziz! İşlerinde dikkatli ol, kendi nefsini tüm işlerde he-saba çek. Her olay ve meselede onu sorguya çek, neden hayırlı ve iyi işlerde hazır bulunduğunu sor. Gece namazı meselelerini niçin sorup öğrenmek veya dualarını öğretmek istediğini araştır. Allah için mi me-seleyi öğrenmek veya öğretmek istemektedir; yoksa kendisinin o şey-lerin ehli olduğunu bildirmek için mi? Ziyaret için yaptığın seferleri, hatta sayılarını dahi-neden halka anlatmak, bildirmek istemektedir? Niçin gizli olarak verdiği ve verdiğini hiç kimsenin de bilmesini iste-mediği sadakaları daha sonra mümkün olan her yolla söylemekte ve halka göstermektedir? Eğer bu Allah içinse, insanlara örnek olmak ve “Hayır kılavuzu, hayır ile amel eden kimse gibidir” hadisine şamil olmak için ise bunun izharı güzeldir. Bu saf derun ve tertemiz kalp se-bebiyle Allah’a şükretmelidir. Ama kendi nefsiyle münazarada onun oyununa gelmemiş olması için dikkat etmelidir. Riya karışmış ameli, mukaddes bir surette kendisine teslim etmemiş olmasına çok itina gös-termeli, titiz davranmalıdır. Eğer o şey Allah için değilse, hemen onu terk etmelidir. Zira bu şöhret düşkünlüğü ve riya ağacından kaynakla-nan bir şeydir. Mennan olan Allah onun amelini kabul etmez, tam ter-sine siccine atmalarını emreder.

              Dolayısıyla da oldukça dakik ve gizli hileleri olan nefsin hilelerinin şerrinden Allah’a sığınmalıyız. İcmalen de olsa amellerimizin halis olmadığını bilmekteyiz. Eğer Allah’ın halis kulu isek o zaman niçin şeytanın üzerimizde bu kadar tasarruf ve hakimiyeti var? Halbuki şey-tan Allah’ın halis kullarına karışmayacağına ve onların mukaddes hu-zuruna uzanmayacağına dair de Allah’a söz vermiştir.

              Büyük şeyhimizin de dediği gibi, şeytan, ilahî dergahın köpeğidir. Eğer birisi Allah’a yakın olur ve O’nu tanırsa köpek kendisine saldır-maz, havlamaz ve eziyet etmez. Ev köpeği sahibinin dostlarına sal-dırmaz. Şeytan da ev sahibinin dostu olmayan kimselerin eve girmele-rine müsaade etmez. Öyleyse şeytanın seninle olduğunu ve işlerine ka-rıştığını görecek olursan bil ki amelin ihlaslı ve Allah için değildir. Eğer sizler muhlis iseniz niçin hikmet pınarları kalbinizden dilinize akmıyor? Halbuki tam kırk yıldır Allah için ibadet ettiğini zannediyorsun. Hadis-i Şerif’te yer aldığı şekliyle, “Allah için tam kırk gün ihlasla amel eden kişinin hikmet pınarları kalbinden diline akar.” Bizim amellerimiz Allah için değildir. Bunu kendimiz de bilemiyoruz. Dermansız dert de işte buradadır.

              Kıyamet koptuğunda ve (ahirette) gözlerini açtığında kendilerinin büyük günahlar ehlinden, küfür ve şirk ehlinden daha kötü kimseler olduklarını ve amel defterlerinin simsiyah olduğunu görecek olan taat, ibadet, ilim, diyanet, cuma ve cemaat ehli kimselere eyvahlar olsun. Eyvahlar olsun namaz ve taatlarıyla cehenneme girecek olan kimselerin haline. Verdikleri sadaka, zekat ve kıldıkları namazların suretlerinin en çirkin suretlerden olduğu kimselerden olmamak için Allah’a sığınmak gerekir.
              Ey zavallı! Sen müşriksin. İsyankar ve günah ehli olan muvahhidleri Allah-u Teala kendi fazlıyla bağışlar. Ama Allah-u Teala bu dünyadan tevbe etmeden giden müşrik kimseyi asla affetmeyeceğini söylemiştir.


              Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
              Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

              Yorum


                #37
                Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..



                İşittiğin gibi bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “Riyakar müş-riktir.” Dini riyasetini, imametini, tedrisini, tahsilini, orucunu, nama-zını, bilahare herhangi bir salih amelini kalplerde yer edinmek için halka gösteriş yapan bir kimse müşriktir. Ehl-i İsmet’ten (a.s) nakledi-len hadisler ve ayet-i şerife mucibince Allah’ın gufran ve rahmetine şamil olmayacaktır. Keşke büyük günahlar ehli, açıkça günah işleyen ve haramlara bulaşan bir muvahhid olsaydın da Allah’a şirk koşma-saydın.
                Öyleyse ey aziz! Düşün ve kendine bir çare bul. Bil ki bu insanların yanında şöhret kazanmanın hiç bir değeri yoktur. Bir serçeyi bile do-yuramayacak kadar küçük olan halkın kalplerinin hiç bir değer ve ka-biliyeti yoktur. Bu zayıf mahluk kudret sahibi değildir. Kudret sadece mukaddes Rububiyyet makamında bulunmaktadır. Mutlak fail ve se-beplerin sebebi, o mukaddes zattır. Bütün mahlukat el ele verseler bile tek sivrisinek bile yaratamaz ve eğer sivrisinek onlardan bir şey kapa-cak olsa, onu da geri alamazlar. Kudret Hak Teala’nın elindedir. Bü-tün mevcudatta tek müessir Allah’tır. Her ne kadar büyük zahmet ve riyazetle de olsa kalbine akıl kalemiyle “Varlık aleminde Allah’tan gayri bir tesir sahibi yoktur” diye yaz. Tevhidin ilk derecesi olan tevhid-i ef’ali derecesini mümkün olan her vesileyle kalbine yerleştir. Kalbini bu mübarek kelimeye mümin ve müslim kıl ve kalbine la ilahe illallah mührünü vur. Kalbinin suretini tevhid kelimesinin sureti haline getir ve itminan derecesine ulaştır. Kalbine, insanların zarar ve fayda veremeyeceğini, zarar ve fayda verenin hakikatte Allah olduğunu bil-dir. Bu körlük ve amalığı kendinden uzaklaştır. Aksi takdirde, “Ya-rabbi! Niye beni kör olarak haşrettin?” ayet-i şerifesinin kapsa-mına girmenden ve sırların ortaya çıktığı günde kör olarak haşrolmandan korkulur. Hak Teala’nın iradesi bütün iradelerin üstün-dedir. Eğer bu mübarek kelimeye itmi’nan eder ve kalbini bu akideye teslim edecek olursan küfür, nifak, şirk ve riya köklerinin kalbinden sökülüp atılması ve işlerinin hayırla neticelenmesi ümid edilir. Bil ki bu hak inanç, amel ve şeriatle de mutabık ve uyum içindedir. Bunda cebr ve ikrah meselesi söz konusu değildir. Ama bu işin aslından habersiz ve bazı meseleleri duymamış kimseler bunun cebr ve zorlama olduğunu zannedebilirler. Oysa bunun cebr ile hiç bir ilgisi yoktur. Bu tevhiddir, cebr ise şirktir. Bu hidayettir, cebr ise delalet… Burası cebr ve kader meselesinin beyanı için münasip değildir. Ama ehli olan kimselerin yanında bu mesele oldukça açıktır. Bu meseleye ehil olmayanların konuya girmeye hakkı yoktur. Nitekim şeriat sahibi de bu meseleye öyle gelişi güzel girmeyi nehyetmiştir. Merhamet sahibi olan Allah’tan her zaman, özellikle de halvet köşelerinde yalvarıp yakararak tevazu, acziyet ve zillet içinde, tüm alemi terk edip her şeyi değersiz görmen için seni tevhid nuruna erdirmesini, kalbini tevhidin gaybi nurları ile münevver kılmasını, amelini halis kılmasını ve ihlas yoluna hidayet etmesini dile. Bir zaman gelir de hal sahibi olursan, ömrünü heva ve heves yolunda harcamış, kalbi günah kiri ve kalb hastalıklarıyla dolu olduğundan hiç bir nasihat, rivayet, ayet, kanıt ve delilin tesir etmediği bu zayıf, güçsüz ve hakikatten yoksun bu hakir kulu da unutma ki, belki hiç olmazsa sizin duanızla bir kurtuluşa ve saadete erer. Zira Allah-u Teala mümini kendi dergahından boş çevirmez ve onun duasını kabul eder.

                Kendinin de önceden bildiği ve yeni bir şey olmayan bu gibi mese-leleri hatırlattıktan sonra bir müddet kalbini, amellerini, davranışlarını, hareket ve duruşlarını gözaltına al, kalbinin gizliliklerini teftiş et, onu şiddetli bir şekilde hesaba çek. Dünya ehlinin kendi ortağını hesaba çektiği gibi sende onu muhasebe et. Riya ve gösteriş olduğu şüphesi bulunan amelleri her ne kadar iyi de olsa terk et. Hatta eğer vacipleri bile açıkta ihlas ile eda edemiyorsan (her ne kadar açıkta eda etmek müstehap ise de) gizlice eda et. Belki vacibin aslı hususunda riya ol-dukça az vuku bulur. Riya daha çok hususiyette, müstehaplarda ve fazladan yapılan ibadetlerde meydana gelir. Velhasıl tam bir ciddiyet ve şiddetli bir mücahedeyle kalbini şirk kirinden temizle, sakın Allah korusun bu halle bu dünyadan göçmeyesin. Aksi takdirde işin zordur. Senin için hiç bir şekilde kurtuluş ümit edilemez. Allah Tebarek ve Teala sana gazaplanır. Vesail adlı kitapta, Kurbu’l İsnad adlı kitaptan senedi Emiru’l Müminin’e ulaşan şöyle bir hadis nakledilmiştir:

                “Resulullah şöyle buyurdu: “Allah’ın sevdiği bir şeyi insanlar için yapan ve gizlide ise Allah’ın sevmediği bir şeyi izhar eden kimse Allah’ı kendisine gazaplandığı ve öfkelendiği bir halde mülakat eder.”

                Hadis-i Şerifte iki ihtimal vardır. Birinci ihtimal, iyi ve salih amel-lerini halka gösteren ve gizlide ise kötü ameller işleyen kimsedir. İkinci ihtimal ise, insanlara gösterdiği amellerini riya kasdıyla yapan kimsedir. Her iki surette de riya söz konusudur.

                Zira vacipleri ve tercih edilir amelleri riya olmaksızın eda etmek gazabı gerektirmez. Belki de ikinci ihtimal daha iyidir de denebilir. Zira açıkta kötü bir amel işlemenin şiddeti daha çoktur. Velhasıl Allah korusun da Maliku’l Müluk ve Erham’ur-Rahimin, bir insana gazap etmiş olmasın. “Halim olan Allah’ın gazabından Allah’a sığınırım.”



                Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                Yorum


                  #38
                  Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..


                  4. Bölüm: Hadis-İ Ulvinin Beyanı Hakkında

                  Biz bu makama Kafi adlı değerli kitapta yer alan muttakilerin mevlası Emiru’l Müminin’den nakledilen bir rivayetle son veriyoruz. Şeyh Saduk (r.a) bu hadisin bir benzerini Hz. İmam Sadık’tan (a.s) nakletmiştir ve aynı zamanda Resul-i Ekrem’in (s.a.a) Emiru’l Mü’minin’e yaptığı vasiyetlerinden biridir.

                  Şeyh Saduk kendi senediyle Ebi Abdillah’tan (a.s) naklen
                  Müminlerin Emiri’nin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Riyakar kimsenin üç alameti vardır: İnsanlar kendisini gördüğü sürece neş’et ve sevinç içinde olur. Tek başına kalınca uyuşuk davranır ve tüm işlerinde övülmeyi, takdir edilmeyi sever.”

                  Bu pis kötülük bazen o kadar gizlidir ki, bizzat insanın kendisi bile bundan habersizdir. Bastında riya ehli olduğu halde amelinin halis ol-duğunu zanneder. Bu yüzden de insanın kendi batınından haberdar olması ve tedavisine bir çare araması için riya konusunda bazı alametler zikredilmiştir.

                  İnsan genellikle tek başına olduğunda taat ve ibadete meyilli olma-dığını müşahede etmektedir. Bin bir zahmet veya alışkanlık sebebiyle ibadet edecek olursa da bunu hal ile ve tam bir gönül rahatlığı içinde eda etmemektedir. Tam tersine amelin elini ayağını kırmakta ve temiz olarak teslim etmemektedir. Ama mescid ve cemaatlerde hazır bulunur ve umumun huzurunda bir ibadetle meşgul olacak olursa onu tam bir neşat, kalb huzuru, sevinç ve içtenlikle eda eder, rüku ve sücutlarını uzatmaya, müstehablarını güzel bir şekilde yerine getirmeye, cüzlerini ve şartlarını doğru bir şekilde eda etmeye meyleder.

                  Eğer insan biraz dikkatli olur da nefsine bunun illet ve sebebini so-racak olursa, hemen mukaddes bir yol üzerine tuzak kurar ve insanı kör ve basiretsiz kılarak mesela şöyle der: “Mescid ve camide ibadetin sevabı daha çok veya cemaat şöyle böyle olduğundan neşat içindesin.” Eğer cami ve cemaatin dışında bir yer ise o zaman da şöyle der: “Baş-kalarına örnek olmak ve onlara dini sevdirebilmek için halkın önünde ibadetlerini güzel bir surette eda etmek müstehabdır.”

                  Böylece insanı mümkün olan her vesileyle kandırmakta, aldatmak-tadır. Halbuki bu neşat ve sevinç, çaresiz ve zavallı insanın düçar ol-duğu o kalbi hastalıklardan kaynaklanmıştır. Ama o kendisini salim ve afiyette bildiğinden tedavi olmayı aklından bile geçirmemektedir. Kendisini salim bilen bir hastanın iyileşmesi ümid edilemez. Zavallı, kendi batını ve kalbi içinde amellerini insanlara göstermek istemektedir de bundan haberi yoktur. Belki günah ve günahı ibadet suretinde göstermekte ve gösteriş yapmayı dini yayma kalıbında sunmaktadır. Müstehab ibadetleri gizlice kılmak müstehab olduğu halde, niçin nefis daima alenen ve açıkta eda etmek istemektedir? Cemaat içinde Allah korkusundan tam bir neşat ve sevinç içinde ağlamaktadır. Ama gizlice ve halvet köşelerinde her ne kadar zorlanıyorsa da bir türlü gözleri ya-şarmamaktadır. Allah korkusuna ne oldu ki sadece cemaatlerde ortaya çıkıyor? Kadir gecelerinde binlerce insan içerisinde ah-vah etmekte, ağlayıp sızlamakta, yüz rekat namaz kılmakta, Cevşenü’s-Sağir, Cevşen’ül-Kebir ve bir kaç cüz Kur’an-ı-Kerim okumaktadır da en ufak bir yorgunluk ve bitkinlik duymamaktadır. Ama halvette on rekat namaz kılacak olursa beli ağrımakta ve hali müsait olmamaktadır. Eğer insanın amelleri sadece Allah rızası, rahmet kazanma vesilesi, veya cennet şevki ve cehennem korkusundan ise niçin insan yaptığı her işinde insanların kendisini övmesini istemektedir? Kulağı halkın dilinde ve gönlü onların yanında olup ne zaman kendisini öveceklerini beklemektedir: “Beyefendi ne kadar da dindar, namazlarını vaktinde kılan ve müstahablarına özen gösteren bir kimsedir” demelerini veya “Beyefendi ne kadar da dürüst ve doğru bir kimse! İşlerinde şöyle ve-ya böyledir.” Diye kendisini övmelerini arzulamaktadır. Eğer maksad Allah’ın rızası ise o zaman bu aşırı sevgi de neyin nesi? Dikkatli ol ki bu sevgi pis riya ağacından kaynaklanmaktadır. Elinden geldiğince ıs-lah etmeye çalış ve eğer mümkün olursa kendini bu gibi muhabbetler-den halis kılmaya çalış.


                  Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                  Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                  Yorum


                    #39
                    Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..


                    Bu makamda bir meseleyi daha hatırlatmak gerekiyor ve o da şudur: İster iyi melekeler ve isterse de kötü melekeler olsun, bu nefsani sıfatlardan her birinin birçok dereceleri vardır. Bazen iyi melekelerin bazı dereceleriyle nitelenmiş olmak ve kötü melekelerin de bazı (en küçük) derecelerinden münezzeh olmak Allah’ın velilerinin veya ilahî ariflerinin özelliklerinden sayılır. Sahip oldukları makam esasınca bi-rinci grup (evliya) için bir eksiklik olan o sıfatlar kendileri (halk) için bir eksiklik değildir. Belki bir bakıma kemaldir de veya bir grup için iyi olanlar, diğer bir grup için kötü olabilir.

                    Bunlardan biri de şu anda bahsetmekte olduğumuz riyadır. Riyanın tüm mertebelerinden halis olmak, evliyanın özelliklerindendir ve diğer insanlar bunda şerik ve ortak değildirler. Mesela halkın genelinin ri-yadan sadece bir makam ile nitelenmiş olmaları, sahip oldukları makam esasınca bir eksiklik ve noksanlık değildir. Onların iman ve ihlaslarına bir zararı olmaz. Mesela halkın geneli, fıtratları gereği iyiliklerinin ve hayırlarının başkaları tarafından bilinmesini ister. Hayırları açığa çıksın niyetiyle yapmasalar da nefisleri fıtraten bu sevgiyi beslemektedir. Bu, amelin batıl olmasını veya küfür, şirk ve nifakı gerektirmez. Ama bu mesele evliya için bir eksikliktir, veli veya ilahî ariflerin nazarında şirk ve nifaktır. Şirkin tüm makamlarından münezzeh ve beri olmak evliyanın makamlarından ilkidir. Onlar için başka makamlarda vardır ki, burada zikretmek münasip değildir. Hatta İmamlar (a.s) “Bizim ibadetlerimiz hürlerin ibadetidir. Yani sadece Allah sevgisi içindir, cennet ihtirası veya cehennem korkusu sebebiyle değildir.” diye buyurmuşlardır. Bu onların sıradan makamları ve velayetin ilk derecesidir. Onlar için ibadetlerinde benim ve sizlerin idrakine sığmayan, aklımızın almadığı nice ibadet ve haller vardır.

                    Duyduğun bu beyan neticesinde Emir’el-Mü’minin vasıtasıyla Resulullah’dan (s.a.a) naklettiğimiz mezkur hadis ile Zurare’nin Ebi Cafer’den naklettiği hadisin arasını birleştirmek de mümkündür. O hadiste yer aldığına göre Zurare şöyle diyor: “Hz. İmam Bakır’a, “Adamın biri hayırlı bir iş yapıyor ve o yaptığı hayırlı işi herhangi bir insan görünce de çok seviniyor” diye arz edince İmam söyle buyurdu: “Bu hayrı insanlar için yapmadığı takdirde hiç bir sakıncası yoktur. Zira herkes halk içinde kendisi için bir hayrın zahir olmasını sever.”

                    İki hadisten birinde övülme ve takdir edilme sevgisinin riyanın alameti olduğu, diğerinde ise hayırların ortaya çıkmasına sevinmenin hiç bir sakıncası olmadığı yer almaktadır. İşte bu, şahısların mertebe farklılıkları sebebiyledir. İki hadisin arasını birleştirmeden doğan başka bir hikmet daha vardır ki ondan burada sarf-ı nazar ediyoruz.

                    Bil ki, insanların kalbini kazanmak ve kendi iyilik ve hasletlerini insanlara duyurmaktan ibaret olan sum’a da habis riya ağacındandır. İşte bu yüzden biz de riya ve sum’ayı bir bölümde zikrettik ve her bi-rini ayrı ayrı zikretmekten sakındık.


                    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                    Yorum


                      #40
                      Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..


                      Üçüncü Hadis: Ucb

                      بالسَّند المتَّصل ﺇلي محمد بن يعقوب، عن عليّ بن ابراهيم، عن أبيه، عن عليّ بن أسباط، عن أحمد بن عمر الحلال، عن عليّ بن سويد، عن أبي الحسن- عليه السّلام- قال: سألتُهُ عن العُجْبِ الَّذي يُفْسِدُ العَمَلَ، فقالَ: العُجْبُ درجاتٌ مِنْها أن يُزَيَّنَ لِلْعَبْدِ سُوءُ عُمُلِه فَيَراهُ حَسَناً فَيُعْجِبُهُ وَيَحْسَبُ أنَّهُ يُحْسِنُ صُنعاً وَ مِنْها أن يُؤمِنَ العَبْدُ بِرَبّه فَيَمُنَّ عَلَي اللهِ تَعالي وَلِلّهِ عَلَيهِ فيهِ المَنُّ

                      Ali b. Suveyd şöyle diyor: “Hz. Musa b. Cafer’e (a.s) ameli ifsad eden ucb (kendini beğenmek) hasletini sorunca, şöyle buyurdu: “Ucb’un bir çok derecesi vardır. Bu derecelerden biri şudur: İnsana kendi kötü ameli süslü ve güzel gözükür, o da ucba kapılarak güzel amel ettiğini sanır. Bu derecelerden biri de şudur: Kul rabbine iman eder ve bununla Allah’a minnet etmeye kalkışır. Halbuki bu imanı se-bebiyle Allah’ın kul üzerinde minneti vardır.”




                      Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                      Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                      Yorum


                        #41
                        Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..


                        Şerh

                        Ucb, ulemanın da (r.a) buyurduğu gibi salih amelleri büyük ve çok saymak, bu yüzden oldukça sevinçli ve mutlu olmak, nazlanmak, ken-disini hata ve kusur haddinden münezzeh ve uzak kabullenmektedir. Ama bu sevinç ve şadlık, Allah-u Teala için tevazu ve alçak gönüllü-lük, bu tevfik sebebiyle Hakk’ın mukaddes zatına şükretmek ve bu nimet ve tevfikin daha da bir artmasını istemek için olursa kesinlikle ucb değildir ve İslam’da övülmüş, methedilmiştir.

                        Büyük muhaddis Meclisi (r.a), büyük alim Şeyh Bahauddin Amuli’den şöyle naklediyor: “Oruç ve teheccüd namazı gibi bir takım salih amelleri yerine getiren kimse kalbinde bir sevinç ve mutluluk hisseder. Öyleyse eğer bu sevinç ve şadlık Allah’ın kendisine ihsanda bulunduğunun ve nimet inayet ettiğinin -ki bu ihsan ve nimet salih ameldir- ifadesi ve dolayısıyla da bu nimetin azalacağı veya kendisin-den geri alınacağı korkusuyla Allah’tan bu nimetinin daha da bir ar-tırmasını talep etmekle birlikte olursa bu sevinç ve şadlık ucb değildir. Ama bu sevinç ve şadlık bu amelin kendisinden sadır olduğu, bu sıfata sadece kendisinin sahib bulunduğu ve hata haddinden münezzeh ve uzak gördüğü içinse, neticede bu salih amelleri sebebiyle Allah’a minnet etmeye kalkışıyorsa bu ucbdur.”

                        Ama bu fakirin inancına göre ucbun, zikredildiği şeklindeki tefsiri doğrudur. Ama bu amelleri kalbi ve kalıbı (zahirî) ameller diye genel-leştirmek gerekir. Aynı zamanda bu ameller, güzel ve çirkin amelleri de içine almaktadır. Zira ucb, cevahiri (dış organlardan sadır olan) amellere girip onları fasid ve batıl kıldığı gibi, cevanihi (kalbi) amellere de sızmakta ve onları da aynı şekilde fasid ve batıl kılmaktadır. Aynı şekilde iyi haslet sahibi de kendi hasletlerinden ucba kapılmaktadır. Nitekim bu hadis-i şerif de her iki amel çeşidini tasrih etmiş ve özel-likle zikretmiştir. Zira insanların çoğu bundan habersizdir. Bundan sonra Allah’ın izniyle her ikisinden de bahsedilecektir.

                        Yine bilinmelidir ki, ucb olmadığı ve övülmüş sıfatlardan sayıldığı söylenen sevinç de kişiden kişiye değişen nisbi bir şeydir. Nitekim il-hak edilmiş fasılların birinde bu beyan edilecektir.


                        Bil ki ucb için, hadis-i şerifte de yer aldığı gibi, bazı dereceler var-dır.

                        Birinci derece: İman ve hak marifetler hususunda var olan ucbdur. Bunun mukabilinde ise küfür, şirk ve batıl inançlar hususunda var olan ucb yer alır.

                        İkinci derece: Üstün melekeler ile övülmüş sıfatlar ucbudur. Bunun mukabilinde de ahlakî kötülükler ve melekeler çirkinliği ucbu yer al-maktadır.

                        Üçüncü derece: Salih ameller ve güzel fiiller ucbudur. Bunun mu-kabilinde de çirkin ameller ve uygunsuz fiiller ucbu yer alır.

                        Bunların dışında da bazı dereceler vardır ki, bu makamda zikredil-meye değmez. Biz de inşaallah fasılların zımnında bu derecelere, bu derecelerin kaynağına ve bu dereceler için ilaç olabilecek şeylere kısaca bir işaret etmeye çalışacağız.




                        Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                        Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                        Yorum


                          #42
                          Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..


                          1. Bölüm: Ucbun Mertebeleri

                          Daha önceden zikredilen derecelerde ucb için birçok mertebeler vardır. Bu mertebelerden bazısı oldukça açık ve bellidir ki, insan çok az bir teveccüh ve iltifat neticesinde hemen anlayıp derk edilebilir. Ama bu mertebelerden bazısı o kadar dakik ve zariftir ki, insan tam bir teftiş ve sahih bir dikkatle üzerine eğilmediği müddetçe derk edemez. Aynı şekilde bu mertebelerden bazısı diğer bazısından daha şiddetli, zor ve helak edicidir.

                          Hepsinden büyük ve helak edici olan birinci mertebe öyle bir haldir ki, insanda ucbun şiddeti vasıtasıyla ortaya çıkmaktadır. Burada insan, kendi kalbinde velinimetine ve Malik’ul-Müluk’a karşı imanı veya di-ğer hasletleri sebebiyle minnet etme duygusunda kapılır. İmanı sebe-biyle Hak memleketinde bir genişlik veya Allah’ın dininde bir canlılık vücuda geldiğini veya şeriatı yayma, hidayet, irşad, emri bi’l ma’ruf ve nehy ani’l münker, hadd icrası, mihrab ve minberi sebebiyle Allah’ın dinine bir dirlik bağışladığını veya Müslümanların cemaatine katılması ve Hz. Hüseyin için matem ve yas tutmasıyla diyanette bir dinçlik hasıl olduğunu sanarak, hemen bu sebeple Allah’a, mazlumların efendisi Hz. Hüseyin’e ve Resul-i Ekrem (s.a.a) ’e karşı minnet etme duygusuna kapılıyor. Bunu her ne kadar izhar etmese de kalbinde minnet etmeye kalkışıyor. Dini işlerde Allah’ın kullarına minnet etmeye kalkışmak da bu türdendir. Mesela insan, vacip ve müstehab sadakalar veya fakir ve zayıfların elinden tutma hususunda onlara minnet etmeye kalkışır. Bazen bu minnet etme duygusu bizzat insanın kendisinden bile saklı ve gizli kalmaktadır. (İnsanların Allah’a minnet edemeyeceği, tam tersine Hakk Teala’nın mukaddes zatının onların üzerinde minneti olduğu bahsi, ikinci hadisin şerhinde açıklanmıştır. )

                          Bir diğer mertebesi de insanın, kalbinde varolan ucb sebebiyle Al-lah-u Teala’ya karşı nazlanması, işvelenmesidir. Bu, minnet etmekten başka bir şeydir. Gerçi bazıları bu ikisi arasında hiç bir farkın bulun-madığına kail olmuşlardır. Bu makamın sahibi, kendisini Allah-u Tea-la’nın mahbubu saymakta, sülûkta Allah’a yakınlaştırılmış ve ilk kim-selerden olduğunu düşünmektedir, Hakk’ın velilerinin adı zikredilince veya mahbublar ve muhiblerden ya da cezbe kapılmış sâlikten bahse-dilince kendisini onlardan saymaktadır. Aynı şekilde riya olarak kendi nefsini küçültmesi ve onun aksini izharda bulunması da mümkündür. Veya kendisi için ispatlamak için o makamı öyle bir şekilde kendisin-den selbetmektedir ki, neticesi ispatı gerektirmektedir. Eğer Allah-u Teala kendisini bir belaya düçar edecek olursa hemen “Bela, yakınlık ve dostluk yüzündendir” davulunu çalmaya başlar. Sıradan insanlara oranla irşad iddiasında bulunan arif, tasavvuf ehli, sülûk ve riyazet er-babı kimseler bu tehlikeye daha çok yakındırlar.

                          Ucbun diğer bir derecesi de insanın iman veya melekeler ve amelleri sebebiyle Allah’ı kendine borçlu zannetmesi ve kendisini sevaba müstahak kabullenmesidir. Aynı şekilde Allah’ın, kendisini bu alemde aziz, ahirette de makamlar sahibi etmesi gerektiğini düşünmesi ve kendisini pak ve saf bir mü’min olarak bilmesidir. Böyle bir insan gaybe inanan mü’minlerin bahsi edilince başını onların arasına sokar ve kalbinde şöyle düşünür: “Eğer Allah-u Teala bana adaletiyle bile muamele ederek olursa ben sevab ve ecre müstahak biriyim.” Hatta bazıları kabahat ve küstahlıkta daha da bir ileri giderek bu batıl kelamı açıkça dilleriyle de izhar ederler. Eğer kendisine herhangi bir bela ve rahatsızlık gelecek olursa, o zaman da kalbinde Allah’a itirazda bulu-nur. Mü’mini belaya düçar eden, münafığa ise rızık veren adil Allah’ın işleri karşısında şaşkınlığa düşer. Batınında Allah-u Teala’ya ve O’nun takdirine karşı gazaplanır, öfkelenir durur. Ama zahirde riyazet ve teslimiyet izharında bulunur, kendi velinimetine gazabını, mahlukata ise kaza ve kadere riyazetini takdim eder. Allah-u Teala’nın bu dünyada müminleri bela ve zorluklara düçar kıldığını duyunca kendi kalbine, kendine adeta başsağlığı dilemektedir. Ama münafıklardan da düçar olanların çok olduğunu ve her düçar olanın mü’min olmadığını bilememekte, idrak edememektedir.

                          Ucbun diğer bir mertebesi de insanın kendisini başkalarından üstün ve seçkin kabullenmesidir. Böyle bir insan da mümin olmayanlara iman, mü’minlere imanın kemali, güzel sıfatlarla nitelenmeyenlere bu sıfatlara sahip olma, vacipler yerine getirmeyen ve haramlara mürtekip olanlara vaciplerle amel ve haramları terk etme, sıradan insanlara ise müstehabları yerine getirme, Cum’a ve cemaati kaçırmama, mekruhları terk etme ve diğer menasikleri eda etme hususunda üstünlük taslamakta, kendisini üstün ve kamil kabullenmekte, dolayısıyla da kendisi için bir imtiyaz ve ayrıcalığa kail olmaktadır. Kendisine ve amellerine itimad etmekte, diğer mahlukları is değersiz ve eksik say-maktadır. Tüm insanlara tahkir ve aşağılayıcı bir gözle bakmakta ve Allah’ın kullarını kalp veya diliyle ayıplamakta, kınamaktadır. Herkesi herhangi bir vesileyle Hakk’ın rahmet dergahından dışarı çıkarıp uzaklaştırarak rahmeti sadece kendisine ve kendisi gibi olanlara has kılmaya çalışmaktadır. Bu makamın sahibi öyle bir yere varır ki, artık başkalarından zahir olan tüm salih ameller hususunda dahi onlarla münakaşada bulunur ve kalbinde herhangi bir şekilde onu karalamaya, kendi amellerini ise münakaşa ve karalamadan uzak ve münezzeh bilmeye başlar. İnsanların güzel amellerini değersiz sayar. Ama aynı amel eğer kendisinden zahir olursa onu büyük görür. Başkalarının ayıp ve eksikliklerini çok dakik bir şekilde derk eder. Ama kendi ayıp-larından gaflet eder. Bunların hepsi de ucbun alametlerindendir. Gerçi bizzat insanın kendisi de ondan gaflet etmektedir. Ucb için diğer bazı derecele de vardır ki, bazılarını zikretmedik, diğer bazılarından ise mecburen sarf-ı nazar ettik.


                          Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                          Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                          Yorum


                            #43
                            Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..


                            2. Bölüm: Bazen Fesad Ehli Kimselerin De Fesatları Hakkında Ucba Kapıldıklarının Beyanı

                            Ehl-i küfür ve nifak, müşrikler, mülhitler, kötü ahlak ve rezil meleke sahipleri, günah ve isyan ehli kimselerin işleri bazen o noktaya varır ki, kendi küfür ve zındıklarıyla veya kötü ahlak ve helak edici amelleri sebebiyle de ucba kapılır, mutluluk izharında bulunurlar. Kendilerini bu sebepler taklidden uzak, özgür bir ruha sahip ve hayali şeylere inanmayan kimseler olarak lanse ederler. Şehamet ve mertlik ehli olduklarını sanırlar ve Allah’a imanı kuruntu, şeriatın emirleri doğrultusunda hareket etmeyi ise küçüklük bilirler. Güzel ahlak ve üs-tün melekelerin, nefsin zayıflığından ve zavallılığından olduğunu söy-lerler. Güzel ameller, menasik ve ibadetlerin, idrakin zayıflığı ve duyu organlarının eksikliğinden olduğuna inanırlar. Dolayısıyla da kendile-rini, kuruntulara inanmayan özgür bir ruha sahip olmak ve şeriatlere itina göstermemek sebebiyle medh ve senaya müstahak kimseler olarak kabullenirler. Kötü ve uygunsuz hasletler kalplerinde kökleşmiş ve ünsiyet edinmiş, göz ve kulaklarını doldurmuş, gözlerinde süs ve ziy-net olarak tecelli etmiş olduğundan, bunların tümünün kemal (perfection) olduğunu zannederler. Nitekim, “Ucbun derecelerinden biri de, kula kötü amellerin süslü gözükmesi ve bu sebeple o amelinin iyi olduğunu zannetmesidir.” Diye buyuran hadis-i şerif de işbu ma-naya işaret etmektedir. Bu hadis de şu ayete işaret etmektedir: “İşle-diği kötü amel kendisine bezenen ve onu iyi gören kimse…”

                            Nitekim, “O amelinin iyi olduğunu zannetmesi” ifadesi de Allah-u Teala’nın şu sözüne işaret etmektedir: “Size, amelce en çok kayıpta bulunanları haber verelim mi?” De. Dünya hayatında, çalışmaları boşa gitmiştir, oysa onlar güzel iş yaptıklarını sanıyorlardı. Bunlar, Rable-rinin ayetlerini ve O’na kavuşmayı küfredenleredir. Bu yüzden işleri boşa gitmiştir. Kıyamet günü biz onlara değer vermeyeceğiz.”

                            Halkı cahil ve habersiz, ama kendisini alim ve haberdar zanneden bu kesim, insanların en zavallısı ve kulların en bahtsızıdır. Nefs tabipleri böyle kimseler için ilaç bulabilmiş değiller. Davet ve nasihat bu şahıslara etki etmemektedir. Belki bazen ters etki bile yaratmaktadır. Bunlar kanıt ve delile kulak vermezler. Göz ve kulaklarını enbiyanın hidayeti, filozofların burhanı ve alimlerin nasihati karşısında kapa-makta, işitmek dahi istememekteler. İnsanı günahtan küfre, küfürden de küfrüyle ucba düşmeye sürükleyen nefsin hile ve şerrinden Allah’a sığınmak gerekir. Nefs ve şeytan, bazı günahları küçümsemek sebe-biyle insanı o büyük günah ve günaha düçar kılmaktadır. Kalpte kök-leştikten ve insanın küçümsemesinden sonra, nispeten biraz daha bü-yük olan bir başka günaha düçar kılmaktadır insanı. Bir kaç kez tek-rardan sonra o günah da insanın gözünden düşer, küçümsenir ve daha sonra da daha büyük günahlara düçar olur.

                            Böylece insan adım adım yukarılara çıkmaktadır. Gitgide büyük günahlar da artık insanın gözünde küçülmektedir. Nitekim sonunda ar-tık tüm günahlar gözünden düşmekte ve küçülmektedir. İlahî kanun ve şeriat, Peygamber ve hatta Allah dahi gözünde küçülmekte ve sonunda insanı küfür ve zındıklığa, oradan da küfür ve zındıklığı ile ucba ka-pılmaya sürükler. Belki ileride bu konuda bazı hatırlatmalarda bulunu-ruz.




                            Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                            Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                            Yorum


                              #44
                              Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..


                              3. Bölüm: Şeytanın Hilelerinin Ölçü Üzere Olduğu Beyanı Hakkında

                              Günahları sebebiyle ucba kapılan kimse mertebe mertebe ileri gidip küfür ve zındıklığa vardığı gibi, itaat ve taatte ucba kapılan kimseler de ucbun eksik derecesinden ucbun en üstün mertebesine dek terakki etmektedirler. Nefs ve şeytanın kalpteki hile ve düzeni, ölçü ve mizan esası üzeredir. Nefs, takva ve Allah korkusu melekesine sahip olan sizlere hiç bir zaman cinayet ve zinayı teklif etmez. Hakeza, şerafet ve nefsani temizlik hasletine sahip kimselere de hırsızlık ve yol kesicilik işini teklif etmez.

                              İşin başında sizlere bu amel ve imanınız sebebiyle Allah’a minnet etmeye kalkışmanızı söylemez. Kendinizin mahbublar, muhibler ve ilahî dergahın mukarrebleri zümresinden olduğunuzu ilan etmenizi de teklif etmez. İlk önce en küçük dereceden işe başlamakta ve kalbinize nüfuz edebilmenin yollarına başvurmaktadır. Sizler; müstahaplar zi-kirler ve virdler hususunda oldukça duyarlı ve hassas olmaya zorla-makta ve bunun zımnında günah ehli birisinin amelini de halinize mü-nasip bir şekilde tecelli ettirmektedir. Sizlere şer’î ve aklî hükümler gereğince bu şahıstan üstün ve daha iyi olduğunuzu telkin etmektedir. Amellerinizin sizin necat vesileniz olduğunu, elhamdulillah pak ve pakize bulunduğunuzu ve günahlardan uzak ve beri olduğunuzu telkin edip durur.

                              Bundan da iki netice almaktadır. Biri Allah’ın kullarına karşı kö-tümserlik ve diğeri de kendini beğenmişlik ki her ikisi de insan için helak edici ve fesatların kaynağı durumundadır. Nefs ve şeytana şöyle deyin: Bu günaha düçar olan şahsın belki de öyle bir meleke veya ameli vardır ki, Allah-u Teala bu sebeple onu kendi rahmetine mazhar kılar, hulk ve meleke (aptitude) nuru o şahsı hidayete erdirir de so-nunda akıbeti hayırlı olur. Belki bu şahsı Allah-u Teala günaha düçar kılmıştır ki günahtan daha kötü olan ucba düçar olmasın. Nitekim Ka-fi’de yer alan şu hadis-i şerif de bunu işaret etmektedir: “İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala mü’min için günahı ucbdan daha hayırlı bilmiştir. Aksi takdirde hiç bir mü’mini günaha düçar kılmazdı.” Ama ben, belki de bu kötümserliğim sebebiyle akıbeti kö-tü kimselerden olurum.”

                              Büyük şeyh ve kamil arifimiz Şahabadi (ruhum ona feda olsun) şöyle buyuruyorlardı: Kalbinizde kafiri kınamaya da kalkışmayınız. Olabilir ki, fıtrat nuru ona hidayet eder de siz kötümserliğiniz sebebiyle akıbeti kötü kimselerden olursunuz.”

                              İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, kalben kınamaktan başka bir şeydir. Nitekim şöyle buyuruyorlardı: “Bu alemden küfür üzere göçtüğü malum olmayan kafire lanet etmeyiniz. Belki göçerken hidayet bulmuştur. O zaman da onların ruhaniyeti sizlerin ilerlemenize mani olur.” Velhasıl nefs ve şeytan sizleri ucbun ilk mertebesine gir-meye zorlamaktadır. Daha sonra da yavaş yavaş bu mertebeden başka bir mertebeye, o dereceden de bambaşka bir dereceye çıkarır. Sonunda insanı öyle bir dereceye ulaştırır ki, amel ve imanı sebebiyle kendi ve-linimetine ve Maliku’l Müluk’a minnet etmeye kalkar ve böylece de (ucbun) en son mertebesine ulaşmış olur.



                              Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                              Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                              Yorum


                                #45
                                Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..


                                4. Bölüm: Ucbun Fesatları

                                Bil ki ucb, zatı gereği insan için helak edici, yokluk getiricidir. İn-sanın amel ve imanını yokluk rüzgarına savurmakta ve fasid kılmak-tadır. Nitekim ravi de şu hadis-i şerifte, ameli fasid eden ucbu sormuş-tur. İmam (a.s), bir derecesinin iman hususunda ucba kapılmak oldu-ğunu belirtmiştir. Geçen hadis-i şerifte de okuduğun gibi ucb Allah katında günahtan daha şiddetlidir. Allah-u Teala da işte bu yüzden ba-zen mü’mini günaha düçar kılmaktadır. Böylece onun ucbdan emanda olmasını istemektedir. Resul-i Ekrem (s.a.a) de ucbu insanı helak edici şeylerden saymıştır. Emali-i Saduk’un Emiru’l Mü’minin’e vardırdığı bir senette, Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ucba düçar olan kimse helak olur.”

                                Bu ucb ve sevincin berzah ve ölüm sonrasındaki suret ve tecessümü o kadar korkunçtur ki, diğer hiç bir korkunç şeye benzememektedir. Galiba Resul-i Ekrem (s.a.a) ’in Emiru’l Mü’minin’e ettiği vasiyetinde yer alan ifadesi de buna işaret etmektedir: “Hiç bir yalnızlık ucbdan daha korkunç değildir.”

                                Musa b. İmran (a.s) şeytana şöyle sordu: “Bana, ademoğlu işlediği takdirde kendisine musallat ve hakim olduğun günahın ne olduğunu söyle.” Şeytan şöyle cevap verdi: “Kendi nefsi sebebiyle ucba kapıl-dığı, amellerini büyük, günahlarını ise küçük saydığı zaman.”

                                Allah-u Teala Davud’a (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Davud! Gü-nahkarlara müjde ver ve sıddıkları korkut!” Davud (a.s) arz etti: “Nasıl olur da onlara müjde vereyim, bunları ise korkutayım?” Allah-u Teala şöyle buyurdu: “Günahkarlara müjde ver ki, ben tevbeleri kabul ediyorum ve günahkarları bağışlarım. Sıddıkları da korkut ki, amelle-rinden ucba kapılmasınlar. Zira ki ben kullarımdan her kimi (adale-timle) hesaba çekecek olursam mutlaka helak olur.” Sıddıkları ve onlardan daha büyükleri bile helak eden hesap hususunda münakaşa-dan Allah’a sığınırım.

                                Şeyh Saduk’un Hisal’inde Hz. İmam Sadık (a.s) vasıtasıyla nakle-dilen bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Şeytan şöyle diyor: Eğer üç şeyde ademoğluna galib gelecek olursam, artık her ne yaparsa yapsın korkmam. Zira ki artık ondan hiç bir şeyi kabul edilmez! Amellerini büyük ve çok saydığı, günahlarını unuttuğu ve ucba düçar olduğu za-man.”

                                Ucb, duyduğun fesatların yanı sıra, birçok büyük günah ve helak edici meyveleri de bulunan çok pis bir ağaçtır. Kalpte şöyle bir yer edip kökleşince insanı küfür, şirk ve daha yukarılara sürüklemektedir.

                                Ucbun bir fesadı günahları küçümsemektir. Bu yüzden de ucba düçar olan bir insan kendini ıslah etmeyi aklından bile geçirmez, ken-dini daima pak ve pakize kabullenir ve asla kendini günahların pisli-ğinden kurtarmayı düşünmez. Kendini beğenmişliğin kalın hicabı ve ucb perdesi, onu kendi kötülüğünü görmekten alıkoyar. Bu da insanı bütün kemallerden alıkoyan ve eksik birtakım şeylere düçar kılan bü-yük bir musibettir. İnsanı ebedi helake düçar kılan ve nefs tabiplerini ilaç bulmaktan aciz bırakan feci bir felakettir.

                                Ucb, ayrıca insanı kendi nefs ve amellerine itimad etmeye sevk eder. Bu da zavallı ve cahil insanın kendisini Hakk Teala’dan müstağni ve niyazsız görmesine ve Hakk Teala’nın fazlına teveccüh etmemesine sebep olur. Kuş kadar küçük beyniyle Allah-u Teala’nın kendisine ecir ve sevap vermesi gerektiğini düşünür. Kendisine adalet üzere bile muamele edildiği takdirde sevaba müstahak olduğunu zanneder. Az ileride biraz da bu konu ele alınacaktır inşaallah.

                                Ucbun diğer bir fesadı da insanın Allah’ın kullarına hakaret gözüyle bakması, onların amellerini değersiz saymasıdır. Onların amelleri kendi amellerinden ne kadar iyi de olsa beğenmemekte, küçük saymaktadır. Bu da insanın helak yollarından biri olup yolunun dikeni konumundadır.


                                Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                                Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X