Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..
İkinci Makam
1. Bölüm: Şer’î Riyazet
Bil ki, bu makamda söz konusu olan riya ilk makamdaki gibi şid-detli değildir, ama bir meseleye teveccüh ettikten sonra bu makamdaki riyakar insanın işinin de küfre varabilmesi, netice itibariyle de o ilk makamdaki riyakarla aynı olması mümkündür. Önceki hadisin şerhinde de insan için melekut aleminde insanî olmayan birtakım suretlerin olduğunu açıkladık. O suretler insanın nefs melekutuna ve melekeleri-ne tabidir. Eğer sizler üstün ve insanî melekelere sahip olur ve de itidal yolundan çıkmadan o melekelerle haşr olursanız, o zaman bu melekeler suretinizin insanî bir suret olmasını sağlar. Melekelerin üstün ve faziletli olması ise nefs-i emmarenin hiç bir tasarrufta bulunmadığı ve (melekelerin) teşkilinde nefsin müdahale etmediği takdirdedir. Nitekim üstad ve şeyhimiz de (gölgesi başımızdan eksik olmasın) şöyle buyuruyordu: “Batıl riyazet ile şer’î ve sahih riyazetler arasındaki ölçü, nefs adımı ile hak adımıdır. Eğer sülûk eden kişi nefs adımıyla hareket ve riyazeti, nefsin kuvve, kudret ve saltanatının zuhuru için olursa riyazeti batıl olacak, sülûku da kötü bir akıbetle sonuçlanacaktır. Batıl iddialar genellikle bu tür şahıslardan ortaya çıkmaktadır. Ama sâlik, hak adımıyla sülûk eder ve Allah’ı ararsa, riyazeti hak ve şer’î olur ve de Allah-u Teala, “Bizim yolumuzda mücahede eden kimseleri şüphesiz ki kendi yollarımıza hidayet ederiz.” diye buyuran ayet-i şerifenin de açıkça belirttiği gibi böyle bir kimseye yardım eder ve elinden tutar. Dolayısıyla da o kişinin işi mutluluk ve iyilikle so-nuçlanır. Bencillikten kurtulur ve gösterişten uzaklaşır. Bilindiği üzere, kendi güzel ahlakı ile nefsinin üstün melekelerini halka gösteriş yapan bir kimsenin adımı, nefs adımıdır. O şahıs da bencil, egoist ve nefsine tapan bir kimsedir. Allah’ı isteme ile Allah’ı görmenin bencillikle bir arada olabileceğini düşünmek boş ve yersiz bir hayal, batıl ve imkansız olan bir şeydir. Sizin vücud memleketinizde nefs sevgisi, makam, celal, şöhret ve Allah’ın kullarına hükmetme arzusu hakim olduğu müddetçe melekelerinizin üstün ve ahlakınızın ilahî bir ahlak olduğu söylenemez. O zaman, memleketinizde çalışan şeytandır. Melekeler ve batınınız insan suretinde değildir. Berzah ve melekutî gözünüzü açtığınızda kendinizin insan olmadığınızı, örneğin şeytanlardan biri suretinde olduğunuzu göreceksiniz. Dolayısıyla ilahî marifetler ile sahih bir tevhidin, şeytanın yuvalandığı böyle bir kalpte yer etmesi muhaldir. Melekutunuz insanî olmadığı ve kalbiniz bu sürçme ve sapıklıklardan temizlenmediği müddetçe, Allah’ın evi haline gelemez.
Allah-u Teala bir hadis-i kutside şöyle buyuruyor: “Yer ve gök beni alamaz, ama mümin kulumun kalbi beni alır.”
Müminin kalbinin dışında hiç bir mevcut sevgili Allah’ın cemal aynası olamaz. Müminin kalbinde tasarrufta bulunan, nefs değil Hak’tır. O’nun vücudunda sevgili Allah hakimdir, söz sahibidir. Mü-minin kalbi başıboş ve kendi başına buyruk değildir. Boş ve faydasız işlerle uğraşmaz. “Müminin kalbi Rahman’ın iki parmağı arasındadır, onu istediği şekilde değiştirir.” Müminin kalp memleketinde Hakk’ın eli hakimdir. Kalbinin değiştirilmesi ve değişmesi Hak Teala’nın elindedir. Ey zavallı! Senin ise nefsine ibadet ettiğinden dolayı kalbinde şeytan ve cehalet hakimdir. Hakk’ın tasarrufunu kalbinden kesip dışarı attın. O halde ne imanın var ki, Hakk’ın ve mutlak salta-natın tecellisine mazhar olabilesin.
Öyleyse bil ki bu hal üzere olduğun ve bu riyakarlık ve gösteriş re-zaleti içinde bulunduğun müddetçe kendi hayalince Müslüman ve Al-lah’a iman etmiş bir kimse olduğunu zannetsen bile gerçekte Allah’a kafir olmuş sayılır ve münafıklar safına katılmış olursun.
İkinci Makam
1. Bölüm: Şer’î Riyazet
Bil ki, bu makamda söz konusu olan riya ilk makamdaki gibi şid-detli değildir, ama bir meseleye teveccüh ettikten sonra bu makamdaki riyakar insanın işinin de küfre varabilmesi, netice itibariyle de o ilk makamdaki riyakarla aynı olması mümkündür. Önceki hadisin şerhinde de insan için melekut aleminde insanî olmayan birtakım suretlerin olduğunu açıkladık. O suretler insanın nefs melekutuna ve melekeleri-ne tabidir. Eğer sizler üstün ve insanî melekelere sahip olur ve de itidal yolundan çıkmadan o melekelerle haşr olursanız, o zaman bu melekeler suretinizin insanî bir suret olmasını sağlar. Melekelerin üstün ve faziletli olması ise nefs-i emmarenin hiç bir tasarrufta bulunmadığı ve (melekelerin) teşkilinde nefsin müdahale etmediği takdirdedir. Nitekim üstad ve şeyhimiz de (gölgesi başımızdan eksik olmasın) şöyle buyuruyordu: “Batıl riyazet ile şer’î ve sahih riyazetler arasındaki ölçü, nefs adımı ile hak adımıdır. Eğer sülûk eden kişi nefs adımıyla hareket ve riyazeti, nefsin kuvve, kudret ve saltanatının zuhuru için olursa riyazeti batıl olacak, sülûku da kötü bir akıbetle sonuçlanacaktır. Batıl iddialar genellikle bu tür şahıslardan ortaya çıkmaktadır. Ama sâlik, hak adımıyla sülûk eder ve Allah’ı ararsa, riyazeti hak ve şer’î olur ve de Allah-u Teala, “Bizim yolumuzda mücahede eden kimseleri şüphesiz ki kendi yollarımıza hidayet ederiz.” diye buyuran ayet-i şerifenin de açıkça belirttiği gibi böyle bir kimseye yardım eder ve elinden tutar. Dolayısıyla da o kişinin işi mutluluk ve iyilikle so-nuçlanır. Bencillikten kurtulur ve gösterişten uzaklaşır. Bilindiği üzere, kendi güzel ahlakı ile nefsinin üstün melekelerini halka gösteriş yapan bir kimsenin adımı, nefs adımıdır. O şahıs da bencil, egoist ve nefsine tapan bir kimsedir. Allah’ı isteme ile Allah’ı görmenin bencillikle bir arada olabileceğini düşünmek boş ve yersiz bir hayal, batıl ve imkansız olan bir şeydir. Sizin vücud memleketinizde nefs sevgisi, makam, celal, şöhret ve Allah’ın kullarına hükmetme arzusu hakim olduğu müddetçe melekelerinizin üstün ve ahlakınızın ilahî bir ahlak olduğu söylenemez. O zaman, memleketinizde çalışan şeytandır. Melekeler ve batınınız insan suretinde değildir. Berzah ve melekutî gözünüzü açtığınızda kendinizin insan olmadığınızı, örneğin şeytanlardan biri suretinde olduğunuzu göreceksiniz. Dolayısıyla ilahî marifetler ile sahih bir tevhidin, şeytanın yuvalandığı böyle bir kalpte yer etmesi muhaldir. Melekutunuz insanî olmadığı ve kalbiniz bu sürçme ve sapıklıklardan temizlenmediği müddetçe, Allah’ın evi haline gelemez.
Allah-u Teala bir hadis-i kutside şöyle buyuruyor: “Yer ve gök beni alamaz, ama mümin kulumun kalbi beni alır.”
Müminin kalbinin dışında hiç bir mevcut sevgili Allah’ın cemal aynası olamaz. Müminin kalbinde tasarrufta bulunan, nefs değil Hak’tır. O’nun vücudunda sevgili Allah hakimdir, söz sahibidir. Mü-minin kalbi başıboş ve kendi başına buyruk değildir. Boş ve faydasız işlerle uğraşmaz. “Müminin kalbi Rahman’ın iki parmağı arasındadır, onu istediği şekilde değiştirir.” Müminin kalp memleketinde Hakk’ın eli hakimdir. Kalbinin değiştirilmesi ve değişmesi Hak Teala’nın elindedir. Ey zavallı! Senin ise nefsine ibadet ettiğinden dolayı kalbinde şeytan ve cehalet hakimdir. Hakk’ın tasarrufunu kalbinden kesip dışarı attın. O halde ne imanın var ki, Hakk’ın ve mutlak salta-natın tecellisine mazhar olabilesin.
Öyleyse bil ki bu hal üzere olduğun ve bu riyakarlık ve gösteriş re-zaleti içinde bulunduğun müddetçe kendi hayalince Müslüman ve Al-lah’a iman etmiş bir kimse olduğunu zannetsen bile gerçekte Allah’a kafir olmuş sayılır ve münafıklar safına katılmış olursun.
Yorum