Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

KIRK HADİS ŞERHİ..

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..

    Şeytanın Hilelerinden Birinin Beyanında

    Bu makamda hatırlatılması gereken önemli hususlardan -ki kalem elimde olmadan sözü buraya getirdi- biri de, yol kesen şeytanın hilele-rinden biri sayılan ve insanı manevi makamlara ve kemallere ulaşmak-tan alıkoyan en kötü engellerden birinin, manevi veya gaybi makamları inkar etmesidir. Bu inkar; bütün delalet ve cehaletlerinin sermayesi, donukluk ve durgunluğun nedenidir.

    İnsandaki kemalatlara ulaşmanın burakı olan şevk ruhunu öldürür ve ruhanî/kemalî miracın refrefi olan aşk ateşini söndürür ve nihayeten insanı talepten alıkoyar. Bunun tam tersine, eğer insan manevi makamlara ve irfanî derecelere halis bir şe-kilde inanırsa, nefsani istek küllerinin altında sönmeye yüz tutmuş olan fıtri aşk ateşine yardımcı olur ve kalbinin derinliklerindeki iştiyak nurunu alevlendirir. Böylece insan yavaş yavaş talep etmeye başlar, müşahedeye koyulur, sonunda Allah’ın hidayetine mazhar olur ve Al-lah-u Teala insanın elinden tutar. Hamd Allah’a mahsustur.


    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

    Yorum


      Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..

      14. Bölüm: Misvakın Faziletinin Beyanı Hakkında

      Bil ki Resulullah’ın bu hadis-i şerifte tavsiye ettiği misvak kullan-mak, mutlak şer’i müstahap adaplardan birisidir. Belirli zamanlarda; örneğin abdest alırken, namaz kılarken, Kur’an kıraat ederken, seher vaktinde ve uykudan kalkarken misvak kullanmak önemle vurgulanmış bir ameldir. hadis-i şeriflerde misvak edilmesi önemle tavsiye edilmiş ve bir çok etkileri ve faydaları zikredilmiştir. Biz bu hadislerden bazısını teberrüken aktarmak istiyoruz.

      Ebi Abdullah şöyle buyurmuştur: “Misvakta on iki haslet vardır: Resulullah’ın sünnetindendir, ağzı temizleyicidir, göz nurunu artırır, Allah’ı razı eder, balgamı yok eder, hafızayı güçlendirir, dişleri be-yazlatır, iyilikleri artırır, dişin arkasındaki apseleri giderir, diş mine-lerini güçlendirir, iştahı artırır ve melekleri mutlu eder.”

      Diğer bir hadiste de bu manaya yakın ifadeler mevcuttur. Bu ha-dis-i şerifte yer alan apseler ise, dişler arasında ortaya çıkan küçük irinlerdir. Bu irinlerden beyaz ve pis kokulu bir sıvı üremekte, lokmalar çiğnenirken bu irinler patlamakta, sıvıları ağızdaki lokmaya karışmakta ve sindirim bozukluğu gibi bir çok hastalıklara neden olmaktadır. Günümüzdeki doktorlar buna “diş apsesi” (dental abscess) demekte ve çok önem vermektedirler. Hatta bunu tedavi etmek için bazen dişi çekmek zorunda kalmaktadırlar. O halde insan gaybi ve batınî bo-yutlarının en büyüğü sayılan Allah’ın rızasının yanı sıra, kendi sıhhat ve selameti için de olsa misvak kullanmalı, nebilerin bu sürekli sünnetiyle amel etmelidir.

      Bir hadiste Resulullah şöyle buyurmuştur: “Cebrail bana misvak kullanmayı o kadar tavsiyede bulundu ki ben dişlerimden korkar hale geldim.” Hakeza şöyle buyurmuştur: “Eğer ümmetime ağır gelme-seydi abdest alırken ve namaz kılarken dişlerini misvaklamayı farz kı-lardım.”

      “Resulullah abdest suyunu ve misvakını mübarek başının yanına koyuyor ve suyun üstünü bir şeyle örtüyordu. Uykudan uyanınca dişle-rini misvaklıyor, abdest alıyor, dört rekat namaz kılıyor ve ardından yeniden uyuyordu. Sonra yine uyanıyor, dişlerini misvaklıyor, abdest alıyor ve namaz kılıyordu.” İmam Sadık (a.s) bu hadisi zikrettikten sonra söyle buyurmuştur: “Sizler de Resulullah’a (s.a.a) uyun.”

      Rivayetlerde de yer aldığına göre “iki rekat misvakla kılınan namaz, misvaksız kılınan yetmiş rekat namazdan daha hayırlıdır.” Hatta müstehap olduğu üzere insan abdestten önce misvak etmeği unutursa sonra yerine getirmelidir ve daha sonra üç kere mezmeze etmelidir. Bu husustaki hadisler oldukça çoktur. İsteyen hadis kitaplarına müracaat etmelidir.

      Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
      Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

      Yorum


        Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..

        15. Bölüm: Resulullah’ın Vasiyetinde Yer Alan Ahlakî Güzellik ve Çirkinliklerin Temellerinin Beyanı Hakkında

        Gerçi biz bu kitapta bir çok münasebetle, nefsin ahlakî boyutlarını detaylı bir şekilde açıklamaya ve güzel ahlakla ahlaklanmanın ve kötü ahlaktan kaçınmanın yollarını uygun ve mümkün olduğu kadar izah etmeye çalıştık. Ama burada kapsamlı bir şekilde bazı açıklamalarda bulunmak istiyoruz.

        Bil ki “hulk” (mizaç/temperament) insanın nefsinde olan bir halettir ve insanı düşünce ve fikir olmaksızın amele davet etmektedir. Örneğin cömertlik hulkuna sahip olan insan, bu hulku kendisini infaka zorlar. Bu hususta o insan hiç bir önhazırlığa girişmez ve hiç bir tercih fikrinde bulunmaz. Görmek ve duymak gibi adeta doğal fiillerinden biri halinde olur. Hakeza iffet hulkuna sahip olan nefis de, adeta tabii fiillerden biriymiş gibi nefsini hıfz etmeye çalışır.

        Nefis bir takım riyazet, tefekkür ve tekrar vasıtasıyla bu makama erişmedikçe, hulk sahibi olamaz ve nefsin kemali elde edilemez. Eğer hulk, kemallerden biriyse yok olmasından, böylece kötü adet ve ahlakın üstün gelmesinden korkulur. Ama eğer tabii filler haline gelir, kuvve ve araçlar boyun eğer Hakk’ın saltanat ve kahrı zahir olursa, artık zevali çok zor olur ve or-tadan kalktığı çok az görülmüştür.

        Ahlak alimlerinin dediği esasınca nefsin bu haleti ve hulku, insanda bazen tabii hale gelmekte ve fıtratın aslı ve mizaç ile ilgili bulunmak-tadır. Bu hem hayır ve mutluluk ve hem de şer ve mutsuzluk cihetinde böyledir. Nitekim meşhur olduğu üzere bazıları çocukluk çağlarından itibaren hayra, bazıları da şerre meyillidir.

        Bazıları en küçük bir şeyden gazaplanır ve diğer bazıları dehşete kapılır, bazıları da ağlayıp sızlanır ve diğer bazıları ise bunların tam tersi durumda bulunur.

        Bazen de bu nefsani ahlak; adetler, muaşeret, tefekkür ve düşünce neticesinde elde edilir. Bazen ilk önce tefekkür ve düşünce ile hasıl olur ve meleke (aptitude) haline gelir. Elbette bu makamda bir takım farklı görüşler de vardır ki biz, konumuz uzayacağından ve bizi ama-cımızdan uzaklaştıracağından dolayı bu konuya girmekten sakınıyoruz. Sadece bizlere faydalı olan ve bu makamla ilgili bir takım açık-lamalarda bulunacağız.

        Bilmek gerekir ki bir hulkun (mizaç/temperament) fıtrî veya tabiî (congenital and natural) olduğunu söylüyorsak, onun zatî ve değişmez olduğunu kastetmiyoruz. Aksine bütün melekeler ve nefsani hulklar, nefisler bu hareket ve değişim aleminde olduğu, zaman ve yenilenme tasarrufu altında bulunduğu, kuvve ve heyula (metter) halinde kal-dığı müddetçe değişebilir. İnsan bütün ahlakını, karşıtlarına dönüştü-rebilir. Nitekim delil ve tecrübenin yanı sıra, peygamberlerin davetleri ile hak şeriatların bizleri güzel ahlaka davet etmesi ve kötü ahlaktan alıkoyması da buna kanıt teşkil etmektedir.

        Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
        Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

        Yorum


          Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..

          Bilmek gerekir ki ahlak alimleri nefsin tüm faziletlerini dört türde toplamışlardır. Bu dört tür; hikmet, iffet, cesaret ve adalettir. Hikmeti, mümeyyiz (ayırtman) ve natık (düşünen) nefsin faziletlerinden; cesa-reti, gazaplanan nefsin faziletlerinden; iffeti, şehevi nefsin faziletle-rinden ve adaleti ise bu üç faziletin itidalinden saymışlardır. Diğer fa-ziletleri ise bu dört fazilete döndürmüşlerdir. Bunun detayları konu-muz dışında olduğundan ve bizlere fazla faydalı görülmediğinden ge-çiyoruz.

          Sadece şunu bilmemiz gerekir ki bisetin hedefi ve Resulullah’ın davetinin neticesi güzel ahlakı tamamlamaktır. Nitekim Resulullah şöyle buyuruyor: “Şüphesiz ki ben, ahlakî yücelikleri ta-mamlamak için gönderildim.” Hadis-i şeriflerde kısaca veya detaylı olarak güzel ahlaka, marifetlerden sonra en büyük önemi vermişlerdir. Biz daha sonra bunlardan bazılarını zikredeceğiz inşaallah.

          Elbette bunun önemini ifade edebilmek, bizim hakkıyla beyan ede-bilme gücümüzün çok daha üstündedir. Belli olduğu kadarıyla güzel ahlak, ahiretteki ebedi hayatın sermayesidir ve güzel ahlak vasıtasıyla insana verilen cennet, sıfatlar cennetidir. Sıfatlar cenneti, cismani ve ameller cennetiyle mukayese dahi edilemez. O cennette bütün cismanî nimetler ve lezzetlerin en büyüğü ve en güzeli mevcuttur. Nitekim kötü ameller sebebiyle insanı saran karanlıklar ve dehşetler de, elim olan azapların en üstünüdür.
          İnsan bu alemde olduğu müddetçe kendisini zulmetlerden kurtara-bilir ve o nurlara ulaşabilir. Evet bunu başarabilir; ama bizlerdeki bu soğukluk, gevşeklik, ihmalkarlık ve ağırlıkla değil. Görüldüğü gibi çocukluktan beri elde ettiğimiz kötü ahlak ve kötü muaşeretler netice-sinde takındığımız uygunsuz tavırları ömrümüzün sonuna kadar sür-dürmek bir yana, gün geçtikçe de artırmakta ve güçlendirmekteyiz. Adeta başka bir alemin varlığına ve ebedi bir hayatın olacağına iman etmemiş gibiyiz.

          “Bugünden sonra bir yarın olursa eyvah!” Adeta en-biya ve evliyanın davetinin bizimle bir ilgilisi yok gibi. Elbette bu ahlak ve amellerle nereye gideceğimiz ve hangi suretle haşr olacağımız da bellidir. Bir an kendimize geldiğimizde her şeyi kaybettiğimizi görecek ve büyük bir pişmanlık içerisine gireceğiz. O zaman da kendimizden başka hiç kimseyi kınayamayız. Peygamberler bize saadet yolunu gösterdiler. Alimler ve filozoflar da onların sözlerini bize tefsir ettiler ve batınî hastalıkların tedavi yollarını gösterdiler. Her dille tercüme ettiler ve her beyanla bizlere ifade hepimize beyan ettiler. Her dile tercümeye koyuldular ve her beyanla aşılamaya çalıştırlar. Ama bir türlü işitmedik; kalp, kulak ve gözlerimizi kapadık.

          O halde kendi kendimizi kınamalıyız. Nitekim Resulullah da şerhiyle meşgul oldu-ğumuz hadiste bunu buyurmuştur. Rivayetlerde, güzel ahlakla ahlaklanmak ve kötü ahlaktan sakınmak meselesi, ifade edilemeyecek kadar çok tavsiyede bulunulmuştur. Bizler ise onların kitaplarına mü-racaat etmekten bile gaflet etmekteyiz.

          Ey aziz! Hadis ve rivayetlerle haşir neşir olan biriysen, hadis kitap-larına, özellikle Kafi’ye müracaat et. Eğer alimlerin ilmî açıklamaları ve terimleri ile yakından ilgiliysen, Teharet’ül A’rak kitabı ile merhum Feyz’in, Meclisi’nin ve Nerakiler’in kitaplarına müracaat et. Eğer kendini bütün bunlardan istifade etmekten müstağni görüyor veya güzel ahlakla ahlaklanıp kötü ahlaklardan sakınmayı gerekli gör-müyorsan, ilk önce hastalıkların anası olan cehaletini tedavi et.

          Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
          Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

          Yorum


            Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..

            Biz bu makamı da bazı hadis-i şerifleri teberrüken naklederek sona erdiriyoruz.

            Ebi Abdillah (a.s) şöyle buyuruyor: “Şüphesiz Allah, Resulü’nü ah-laki yüceliklere has/özgü kılmıştır. O halde nefislerinizi imtihan ediniz. Eğer sizde de ahlaki yücelikler var ise, Allah’a hamd ediniz ve onu artırmaya çalışınız.” Ebi Abdillah (a.s) daha sonra ahlaki yüceliklerden on tanesini şöyle beyan etmiştir: “Yakin, kanaat, sabır, şükür, hilim, güzel ahlak, cömertlik, gayret, cesaret ve mürüvvet.”

            Bu hadsi birden çok yolla nakledilmiştir. Sadece Meana’il Ahbar adlı kitapta, “hilim” yerine, “rıza” kelimesi yer almıştır. Vafi de, Ka-fi’den bu hadisi az bir farklılıkla nakletmiştir.

            İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Güzel ahlakla ahlaklanınız; zira Allah-u Teala güzel ahlakı sever. Kötü sakının; zira Allah-u Teala kötü fiillerden nefret eder.” İmam Sadık (a.s) daha sonra şöyle bu-yurmuştur: “Güzel ahlaka sarılın. Zira güzel ahlak, sahibini oruç tutan ve ibadet edenlerin derecesine ulaştırır.”

            Ebi Cafer (a.s) şöyle buyurmuştur: “İman açısından müminlerin en kamili, ahlak açısından ahlakı en güzel olandır”

            Ali b. Hüseyin’den (a.s) naklen Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuş-tur: “Kıyamet gününde ameller kefesine güzel ahlaktan daha üstün bir şey bırakılmaz.”

            Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimi cennete sokan en fazla şey Allah korkusundan dolayı sakınmak ve ahlak güzelliğidir.”

            İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Güzel ahlak diyarları abad kılar ve ömürleri uzatır.”

            Hakeza İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala güzel ahlakın sahibine, gece gündüz Allah yolunda yapılan cihadın sevabını verir.”

            Bu hususta rivayetler oldukça çoktur. Güzel ahlak imanın kemaline, mizanın ağırlığına ve cennete girmeye sebep olur. Kötü ahlak ise bunun aksine imanı bozar, insanı ilahî azaba düçar kılar. Nitekim hadis-i şeriflerde de buna işaret edilmiştir.

            Nitekim Ebi Abdillah (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki kötü ahlak, sirkenin balı bozduğu gibi imanı bozar.”

            Ebi Abdillah (a.s) başka bir rivayette ise şöyle buyurmuştur: “Kötü ahlak sirkenin balı bozduğu gibi amelleri bozar.”

            Resulullah (s.a.a) ise şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala kötü ahlak sahibi olan birinin tövbesinin kabul etmekten imtina eder.”

            Kendisine bunun sebebi sorulduğunda ise şöyle buyurmuştur: “Zira kötü ahlak sahibi bir günahtan tövbe etse de, daha kötü bir günaha düçar olur.”

            Bir hadiste ise şöyle buyurulmuştur: “Ahlakı kötü olan insan kendi-sini azaba düçar kılmıştır.” Bilindiği gibi kötü ahlak, insanı sürekli azaba maruz kılar ve ahiret aleminde de bir çok zulmetlere, baskılara ve zorluklara sebep olur. Nitekim önceki bazı hadislerin şerhinde bunu beyan ettik. Başta da sonda da hamd Allah’a mahsustur.

            Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
            Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

            Yorum


              Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..

              Otuzuncu Hadis: Kalbin Çeşitleri

              بالسَّنَدِ المُتَّصِلِ إِلی ثِقَةِ الاِسلامِ، مُحَمَّدِبنِ يَعقُوبَ الکُلَينی، رِضوان الله عَلَيه، عَن عِدَّةِ مِن أَصحابِنا، عَن أَحمَدَبنِ مُحَمَّدِبنِ خالِدٍ عَن أَبِيهِ عَن هارُونَ بنِ الجَهمِ، عَنِ المُفَضَّل، عَن سَعدٍ، عَن أَبی جَعفَر، عَلَيه السَّلام، قالَ: إِنَّ القُلُوبَ أَربَعَة: قَلبٌ فيهِ نِفاقٌ وَ ايمانٌ، وَ قَلبٌ مَنکُوسٌ، وَ قَلبٌ مَطبُوعٌ؛ وَ قَلبٌ أَزهَرُ أَجرَدُ. فَقُلتُ: ما الاَزهَر؟ قالَ: فيهِ کَهَيئَةِ السَّراج. فَأَمَّا المَطبوعُ فَقَلبُ المُنافق؛ و أَمَّا الاَزهَر فَقَلبُ المُؤمِنِ: إِن اَعطاهُ شَکَر، وَ اِنِ ابتَلاهُ صَبَر. وَ أَمَّا المَنکُوسُ فَقَلبُ المُشرِکِ؛ ثُمَّ قَرَأَ هذِهِ الايَةِ: أَفَمَن يَمشی مُکِبًّا عَلی وَجهِهِ أَهدی أَمَّن يَمشی سَوِياً عَلی صِراطَ المُستَقيم. فَأَمَّا القَلبُ الَّذی فيهِ ايمانٌ وَ نِفاقٌ، فَهُم قَومٌ کانوا بالطّائِفِ. فَإِن أَدرَکَ أَحَدَهُم، أَجَلُهُ عَلی نِفاقِهِ هَلَکَ، وَ إِن أَدرَکَهُ عَلی ايمانِهِ نَجا.

              İmam Bakır şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz dört çeşit kalp vardır. Bir kalpte iman ve ikiyüzlülük vardır. Bir kalp tersyüz haldedir. Bir kalp mühürlü ve zulmanidir. Bir kalp de ezher (nurani) ve saftır.” Ravi, “Ezher ne demektir?” diye sorunca, İmam şöyle buyurdu: “O kalpte kandile benzer bir görünüm vardır. Ama mühürlü olan kalp münafığın kalbidir. Nurani olan kalp ise müminin kalbidir. Eğer Allah ona ihsanda bulunursa şükreder ve eğer bir belaya düçar kılarsa sabreder. Ama tersyüz olan kalp müşrikin kalbidir.” İmam daha sonra şu ayeti okudu: “Yüzükoyun sürünen mi, yoksa doğru yolda düpedüz yürüyen mi daha doğru yoldadır?” Ama içinde iman ve nifak olan kalp, Taif’te yaşamış olan bir kavmin kalbidir. Onlardan birinin eceli nifak üzere gelip çatarmışsa helak olmuştur, eceli iman üzere gelip çatmışsa kurtulmuştur.”


              Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
              Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

              Yorum


                Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..

                Şerh

                “el-Menkus” kelimesi “tersyüz edilmiş” anlamındadır. “Nekestu’ş-Şey Enkusuhu neksen” cümlesi “Onu alaşağı ettim” anlamındadır. Sihah’ta şöyle yer almıştır: “Veled’ul-Menkus” ana rahminden önce ayakları dışarı çıkan bebek demektir. İmam Bakır’ın şahit olarak gös-terdiği, “mukibben ala vechihi” cümlesi de buna yakın bir anlam ifade etmektedir. Zira “ikbab” kelimesi üst üste yığılmak anlamındadır. Bu da şirk ehlinin kalplerinin tersyüz ve doğru yoldan sapmış kalpler ol-duğundan kinayedir.

                “el-Metbu” kelimesi ise “mühürlü” anlamındadır. “et-Teb” olarak okunursa mühür anlamındadır. Ama “et-Tebe” olarak okunursa, pislik ve şakacı anlamındadır. Bu da hak sözün ve ilahi hakikatlerin ve bu kalplere girmediğinden kinayedir. Yoksa Allah-u Teala özel lütuflarını onlardan esirgediği anlamında değildir. Gerçi o anlam da doğrudur. Ama bu zikredilen daha uygundur.

                “Ezher” kelimesi ise Nihaye’de yer aldığına göre, “parlak” anla-mındadır. Sihah’ta yer aldığına göre ise “nur saçan”
                anlamındadır. Ni-tekim “Nur saçan ay” denmektedir. İbn-i Sikkit şöyle demiştir: “Ezheran, güneş ve ay demektir.”

                “Reculun ezher” ise “parlak ve beyaz yüzlü insan” demektir. Bu yüzden nurani beyaz yüzlü erkeğe “ezher”, beyaz yüzlü nurani kadına da “Zehra” denmektedir.

                “el-Ecred” ise “bedeninde kıl olmayan kimse” demektir. Sihah’ta yer aldığına göre ise, “el-Curdu” içinde bitki yetişmeyen feza anla-mındadır. Bu da dünyaya bağlanmamaktan veya temiz olmaktan kina-yedir.

                Bu hadisle ilgili bir takım açıklamaları, bir önsöz ve birkaç bölüm halinde açıklamaya çalışacağız.


                Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                Yorum


                  Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..

                  Önsöz: Kalbi Islah Etmeye Teşvik Hakkında

                  Bil ki şeriat, filozoflar ve ariflerin dilinde kalp hakkında kullanılan çeşitli terimler vardır ki bunların hakikatini, terim farklılıklarını ve kalb aşamalarını beyan etmek bizi konumuz olmadığından geçiyoruz. Bunları bilmenin bizlere pek de bir faydası da yoktur. En iyisi hadis-i şerifteki gibi kısaca bir açıklama yapıp geçmektir. Bizler için lazım ve gerekli olan şeyleri açıklamakla yeterlidir.

                  Bilmek gerekir ki kalbin salah ve fesadı, insanın mutluluk ve mut-suzluk sermayesi olduğundan, kalbi ıslah etmek için çalışmak, kalbin hakikatini araştırmaktan ve yaygın terimler üretmekten daha önemli ve gereklidir. Hatta bir çok defasında insan bu terimlere aşırı dikkat ettiğinden ve kelimeleri anlamaya çalıştığından, bütünüyle kalbinden gafil olmakta ve ıslah etmekten geri kalmaktadır. İnsan bazen kalbin hakikati ile arif ve filozofların kullandıkları terimlerin anlamlarını açıklamak hususunda büyük bir üstad olduğu halde, kalbi, Allah koru-sun, tersyüz veya mühürlü bir kalp haline gelmiş bile olabilir.

                  Bu, tıpkı zararlı ve faydalı ilaçları ve yan etkilerini detaylı bir şekilde bildiği halde zararlılarından sakınmayan ve faydalılarını kullanmayan bir kimseye benzer. Şüphesiz böyle bir insan, ilaçlar hususundaki büyük ilmine rağmen helak olur ve bu ilim onun kurtuluşuna sebeb teşkil et-mez.

                  Biz önceden ilimlerin, hatta bir tür ameli boyuta sahip olan marifet-ler ile ilgili ilimlerin bile, mutlak şekilde amelî/pratik olduğunu zik-retmiştik. Şimdi de diyoruz ki kalbin sıhhat, hastalık, salah ve fesat hallerinin niteliği ile ilgili ilim de salt amelin bir girişi; kalbi temizleme ve düzeltme yoludur ve de bunu anlamak insanî kemallerden biri sayılmaktadır. O halde insanın ruhanî saadete ve gaybî yüce derecelere nail olabilmesi için, temel bakış ve hedefi, kalbini ıslah ve kemale erdirmek olmalıdır. Eğer ilimler ve hakikatler ehli ise, afâk ve enfüste (iç ve dış alemde) gerçekleştirdiği seyrin gölgesinde, en büyük hedefi, nefsani haletlerini elde etmek olmalıdır. Eğer bu haletler helak edici durumdaysa, onu ıslaha yönelmeli; kurtarıcı konumda ise, onu kemale erdirmeye çalışmalıdır.


                  Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                  Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                  Yorum


                    Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..

                    1. Bölüm: Kalpleri Kısımlandırmanın Nelerle İlgili Olduğunun Beyanı Hakkında

                    Bil ki bu hadis-i şerifte kalp için yapılan kısımlandırma, genel ve özet bir sınıflandırmadır. Kalplerden her birinin bir takım mertebe ve dereceleri vardır. Hem şirk ve nifak, hem de iman ve kemal yönünde kalpler için bir takım mertebeler vardır. Zahiren bu sınıflandırma, kesb ve manevi hareketten sonradır; fıtratın aslı ve nefislerin mayası esasınca değil. Dolayısıyla fıtratla ilgili rivayetler, insanların tevhit fıt-ratı üzere yaratıldığını ve dolayısıyla da şirk ve nifakın arezi/ilineksel olduğunu beyan bilgilerle de çelişmemektedir. Gerçi fıtrat aslı esasınca da bir tür açıklamayla bu da sahihtir ve aradaki çelişki de giderilebilir. Hatta imkansız olan cebr inancıyla da sonuçlanmamaktadır. Ama kanıt ve itibara en yakın olanı, birinci ihtimaldir.

                    Biz daha önceden de, insanın şecere-i heyulaî ve cevherî/tözsel, zahiri ve arezi/ilineksel değişimlerin kaynağı dünyada olduğu müd-detçe noksanlık, mutsuzluk, şirk ve nifak mertebelerinin hepsinden kurtulabileceğini, ruhanî mutluluk ve kemal mertebelerine ulaşabile-ceğini söylemiştik. Bu mana, “Mutsuz annesinin karnında mutsuz-dur” diye ifade eden meşhur hadisle de çelişmemektedir. Bu hadis, mutluluk ve mutsuzluğun zatî olduğu ve dolayısıyla herhangi bir mü-dahalenin olamayacağı anlamını ifade etmemektedir. Aksine bu hadis kanıtla da örtüşmektedir. Mutsuzluğun, noksanlık ve yoklukla; mutlu-luğun ise varlık ve kemal ile ilgili olduğu kendi yerinde açıkça ispat edilmiştir. Varlık adlı güzel ağaçta olan her şey, nedenler ve sonuçlar sıralamasıyla -ki bu, Şeyh Tusi’nin metodudur veya zahir ve mazhar ile vahdet ve kesret sıralamasıyla ki, bu da, Molla Sadra’nın metodudur- Allah-u Teala’nın mukaddes zatındandır; noksanlık ve yokluk ile ilgili olan şeyler ise, pis mahiyet ağacındandır. Mahiyet ise “neden”in “mec’ul”u değildir; çünkü mahiyet, ca’l ötesi bir aşama ifadesidir.

                    Denilebilir ki mutsuzluğun anne karnında ortaya çıktığını beyan eden hadisteki “anne karnı”ndan maksat, mutlak tabiat alemdir. Bu ta-biat alemi, tabiat çocuklarının terbiye rahimi ve mutlak annesi mesa-besindedir. Elbette “anne karnı” ifadesinden maksat örfî anlamı da olabilir. Zira mutluluk, kemallerden ve aktüellerden (fiiliyattan) oldu-ğundan dolayı heyulaî (aktüellik aşamasına varamamış) nefisler için potansiyel aşama dışında hasıl olmaz. Ama hadisin zahirine göre mutlu insan, anne karnında bilfiil (aktüel olarak) mutludur. O halde bu zahire aykırı davranmak zorundayız. Zira bütün bu zikrettiğimiz bilgiler kanıt ve delillerle de örtüşmektedir. Dolayısıyla hadis-i şerifi bu kanıt ve bilgilerle ispatlanmış bilgilere uyarlamak zorundayız. Özetle bu hususta derine inmek ve delillerini beyan etmek görevimiz değildir. Ama bazen kalem isyan ederek maksadın dışına çıkmaktadır.


                    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                    Yorum


                      Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..

                      2. Bölüm: Kalpleri Dörde Ayırmanın Sebebinin Beyanı Hak-kında

                      Bazıları (İmam Bakır’ın -a.s-) kalbi dörde ayırmasının sebebi husu-sunda şöyle demişlerdir: “Kalp ya iman sahibidir; ya değildir. İman sahibi olan kalp, ya Peygamber’in getirdiği bütün şeylere iman etmiştir, veya sadece bazılarına. Birincisi müminin kalbidir, ikincisi ise iman ve nifakın bulunduğu bir kalptir. İman ve nifakın bulunduğu kalp, ya zahirde iman izharında bulunmaktadır veya bulunmamaktadır. Birincisi münafığın kalbi, ikincisi ise müşrikin kalbidir.”

                      Bu açıklama hadis-i şerife de uygun düşmemektedir. Zira kalb kimi zaman, Peygamber’in (s.a.a) getirdiği tüm şeylere iman ettiği halde, bazen nifak içine girmektedir.

                      Ama eğer illa de bir şey demek gerekirse, şöyle demek daha iyidir: “Kalp, Peygamber’in (s.a.a) getirdiği bütün şeylere ya iman etmiştir veya etmemiştir. İman etmemiş kalp, ya iman izharında bulunmaktadır veya bulunmamaktadır. Birinci ihtimal üzere, ya içinde iman yer et-miştir ya da bazen iman etmektedir ve bazen de imandan çıkmaktadır ve bu haletinde bile iman izharında bulunmaktadır.

                      Hadisin devamından da anlaşıldığı üzere, sürekli bir şekilde iman-dan küfür ve nifak içine dönen kimsenin tevbesi de kabul olmaktadır.

                      Kafi’de yer alan başka bir hadiste ise Hz. İmam Bakır (a.s) kalbi üçe ayırarak şöyle buyurmuştur: “Tersyüz olan kalp ki onda hiç bir hayır yoktur ve bu kafirin kalbidir. Siyah noktanın bulunduğu kalp ki biri galip gelinceye kadar hayırla şerrin savaştığı kalptir. Meftuh ve açık olan kalp ki onda da apaydın ışıklar vardır ve kıyamete kadar nuru asla sönmez. Bu ise müminin kalbidir.”

                      Bu da, mezkur hadisle çelişmemektedir. Zira bu hadisteki birinci kısım (kafirin kalbi), o hadisteki iki kısımdan, yani müşrik ve münafı-ğın kalbinden daha geneldir. Zira bu üç taifenin kalbi, tersyüz olmuş kalptir. Bu da, tersyüz olmanın, müşrik ve kafirlerin kalbinin zahirî sı-fatlarından ve mühürlü olmanın da münafığın kalbinin zahirî sıfatla-rından olmasıyla çelişmemektedir. Bu sebeple o hadis-i şerifte her biri, onlardan birine has/özgün kılınmıştır.


                      Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                      Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                      Yorum


                        Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..

                        3. Bölüm: Kalplerin Durumlarının Beyanı Hakkında

                        Biz mukayese sayesinde diğer kalplerin durumu da açıklığa kavuş-sun diye önce müminin kalbini eke alacağız Bilmek gerekir ki, hak marifetler ve yüce ilimlerde açıklığa kavuştuğu üzere vücudun hakika-ti, nur hakikatinin aslıdır. Bu iki husus (vücudun hakikati ve vücudun aslının nur oluşu), farklı kesret boyutlarına bakmaksızın yalın ve tek bir hakikati beyan etmektedir. Hakeza açıklığa kavuştuğu üzere kemal ve tamam cinsinden olan her şey, vücudun kendisiyle ilgilidir.

                        Bu, çok değerli ilimlerden biridir ve bu ilme eren herkesin yüzüne, marifet ka-pıları açılır. Gaybî bir elin uzanıp ezelî bir başarının nasip olması dı-şında, bizim zayıf nefislerimiz, O zatın hakikatlerini gerçek anlamıyla derkten aciz ve mahrum bir haldedir. Hakeza açıklığa kavuştuğu üzere Allah’a iman da ilim ve mutlak kemaller türündendir. Kemallerden olduğu için de vücudun aslıdır. Yani zuhur ve nur hakikatinin aslıdır. İman ve iman ile ilgili şeyler dışında kalanlar ise, insanî nefis kemalleri türünden hariçtir. Dolayısıyla yokluklar ve mahiyetler zulmetine dahildir.


                        Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                        Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                        Yorum


                          Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..

                          Müminin Kalbinin Nuranî Olduğunun Beyanı Hakkında

                          O halde bilindiği üzere, müminin kalbi nuranidir. Kafi’de yer alan bir hadiste İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Bazı insanların kamil bir fesahate sahip olduğundan bir “lam” veya “vav”da dahi hata etmediğini, ama kalplerinin, karanlık bir geceden daha karanlık olduğunu görürsün. Bazı kimseler ise kalpleri bir lambadan daha ay-dınlık olduğu halde, dilleriyle kalplerinde olanları ifade edemezler.”

                          Miminin kalbi de doğru yol üzeredir ve manevi seyri düz insanlık yolundadır. Zira ilk önce Allah-u Teala’nın cemal ve celal eliyle kırk gün yoğurduğu ilahî fıtrat aslından dışarı çıkmamıştır. Mutlak kemale ve tam cemale teveccüh noktası olan tevhid fıtratı üzere yürümektedir. Bu manevi ve ruhani hareket, yoğrulmuş fıtrat mertebesinden, mutlak kemalin nihayetine kadar hiç bir eğrilik olmaksızın gerçekleşmektedir. Bu yol, ruhanî bir doğrultu ve batınî düz bir caddedir. Fakat diğer kalpler; fıtratın dışında kalmakta ve doğru yoldan sapmış bulunmakta-dır. Nakledildiği üzere Resulullah (s.a.a) yere düz bir çizgi çiziyor ve etrafına da bir takım eğri büğrü hatlar çizerek şöyle buyuruyordu: “Bu ortadaki düz çizgi, benim yolumdur.”

                          Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                          Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                          Yorum


                            Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..

                            Müminin Doğru Yolda Olduğunun Beyanı Hakkında

                            İkinci olarak mümin insan, kamil insana uyar. Kamil insan bütün isim ve sıfatların mazharı olduğundan ve Allah-u Teala’nın kuşatıcı ismiyle terbiye edildiğinden, onda isimlerden hiç birinin diğerine üs-tünlüğü ve tasarrufu söz konusu değildir. Kamil insan da alemin rabbi gibi kuşatıcıdır. Mazhariyetinde hiç bir ismin diğer bir isme üstünlüğü yoktur. Vasatiyyet (ortada olma) ve berzahiyyet-i kübra makamına sahiptir. Seyr-ü sülûku, kapsamlı ismin orta ve düz yolu üzeredir. Diğer varlıklardan her birisinde, kuşatıcı olsun veya olmasın isimlerinden birinin egemenliği söz konusudur ve o egemen ismin mazharı ko-numundadır.

                            O isimden başlamakta ve o isme dönmektedirler. Bunun karşısındaki isim ise batında olup, onda herhangi bir tasarrufa sahip değildir. Sadece isimlerin cem ahadiyeti yoluyla bir tasarrufu vardır ki beyanı bu makamla uygun olmadığından geçiyorum.

                            O halde Hak Teala “ism-i cam’i” ve “rabb’ul insan” makamında sı-rat-ı müstakim üzeredir. Nitekim şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Rab-bim sırat-ı müstakim üzeredir.” Yani hiç bir sıfatın bir sıfata üstünlüğü veya bir isim olmadan diğer ismin zuhuru söz konusu olmak-sızın vasatiyyet ve camiiyyet (aracılık ve kapsamlılık) makamıdır bu. Dolayısıyla Allah’ın terbiye ettiği varlık da, hiç bir makamı diğer makamından, hiçbir boyutu diğer boyutundan üstün olmaksızın sırat-ı müstakim üzeredir. Nitekim suudî (yükseliş ile hasıl olan) gerçek mi-raçta ve kurb (yakınlık) makamına ulaşmanın nihayetinde, Zat-ı Mukaddes’e ubudiyet izharında bulunduktan, her kuldan her türlü ubudiyet ve ibadeti Zat-ı Mukaddes’e döndürdükten ve bütün kabz-u bast makamlarında “İyyake na’budu ve iyyake nastain” diyerek sadece Allah’tan yardım diledikten sonra, “ihdin’as sırat’el müstakim” diye arz eder. Bu sırat, kamil insanın rabbinin sıratıdır. Rabbi, zahiriyet ve rububiyet; kendisi ise mazhariyet ve merbubiyet (mahzar ve terbiye edilmiş olma) veçhiyle doğru yol üzeredir. Diğer varlıklar ve ilallah sâliklerinin hiç birisi sırat-ı müstakim üzere değildir. Hepsinde lütuf veya cemale ya da kahir ve celale bir eğilim vardır.

                            Müminler de kamil insana tabi olduğundan seyr-ü sülûkunda onu takip eder, onun hidayet nuru ve hidayet meşalesiyle seyrini sona erdirir, kamil insanın mukaddes zatına teslim olur, kendiliğinden bir adım olsun yürümez, ilallaha olan manevi sülûkun niteliğinde akıllarına müdahale hakkı tanımazlar. Dolayısıyla onların yolu da müstakimdir. İnsan-ı kamil ile haşrolur ve insan-ı kamilin vuslat bereketiyle vuslata ererler. Elbette bunun şartı da saf kalplerini şeytanın ve kendi varlık ve benliklerinin tasarrufundan korumaları ve bu seyr-u sülûkta bütünüyle insan-ı kamil ve hatemiyyet makamına teslimiyet içinde olmalarıdır.

                            Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                            Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                            Yorum


                              Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..

                              Şeytanın Bazı Hilelerinin Beyanı Hakkında

                              Habis şeytanî tasarruflardan birisi de insanın kalp yüzünü doğru yoldan çevirmesi ve herhangi bir şuh (güzel) veya şeyhe yöneltmesidir. İnsanların kalbine vesvese eden şeytanın büyük şaheserlerinden biri de aldatıcı tasarruflar ve güzel açıklamalarla bazen bir takım şeyhleri, güzel yüzlülerin kulaklarına küpe yapmasıdır. Bu büyük günahın, hatta bundan da öte bu irfanî şirkin özrünü, “Kalp eğer sadece birine yönelirse, ilgisini daha çabuk kesebilir” şeklinde açıklar. Şeytan bazen de güzel gözlü ahmakları, halkı aldatan şeytan sıfatlı bir şeyhin, hatta yol kesen şeytanın yüzüne yönlendirir.

                              Bu açık şirkin özrü olarak da “Bu şeyh insan-ı kamildir. İnsan, insan-ı kamil vasıtasıyla, sadece şeyhin ahadî aynasına zuhur eden mutlak gayp makamına erebilir” der. Böylece ömrünün sonuna kadar o (şeyh), sevgili güzel yüzlü mü-ridinin yadıyla ve bu (mürit) ise kendi şeyhinin tersyüz edilmiş yüzüyle cin ve şeytanlar alemine mülhak olur. Böylece ne onun hayvani ilgisi ortadan kalkar ve ne de bunun, körü körüne bu yoldan maksadına ulaşması mümkündür.

                              Müminin seyri dosdoğru, kalbi düz, teveccühü Allah’a ve yolu do-lambaçsız olduğundan, o alemde de yolu doğru ve aydınlık, boyu dik; sureti, sireti, batını, zahirî şekli, ve heyeti de insanî bir şekil üzeredir. Bu mukayese sayesinde müşrikin kalbini de anlamak mümkündür. Zira müşrikin kalbi ilahî fıtrattan dışarı çıkmış, merkezî kemal noktasından sapmış, cemal ve nur yığınından ayrı düşmüş; mutlak hadi ve kamil velinin yolundan kenara çekilmiş, kendi varlık ve benliğine, dünya ve süslerine yönelmiş olduğundan dolayı diğer alemde de insanın doğru suret ve siretiyle haşr olmaz.


                              Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                              Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                              Yorum


                                Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..

                                Belki baş aşağı edilmiş bir hayvan su-retiyle haşrolur. Zira o alemde suret ve siretler kalplere tabidir. Zahir, batının gölgesi ve kabuk, için gölgesidir. O alemin maddeleri, bu alemde olduğu gibi Batınî ve melekutî şekilleri kabulden sakınma-maktadır ve bu, kendi yerinde kanıtlarla da ispat edilmiştir. O halde hak ve hakkaniyetten yüz çevirmiş, insanlık fıtratından uzaklaşmış ve dünyaya yönelmiş olan kalplerin gölgesi de, kendileri gibi istikametten ayrılmış, ters yüz olmuş ve esfel’es safilin olan dünyaya ve tabiata gömülmüş haldedir. O alemde bazıları belki de yüzüstü gider ve ayak-ları havada olur. Bazıları karınları üzere, bazıları ayakları ve elleri üzere hayvanlar gibi yürür. Nitekim bu dünyada da onlar böyle yürürler. “Yüzükoyun sürünen mi, yoksa doğru yolda düpedüz yürüyen mi daha doğru yoldadır?”

                                Bu mecaz alemindeki mecazın; hakikat, zuhur ve ruhaniyetin ortaya çıktığı o alemde, hakikate dönüşmesi de mümkündür. Nitekim “İhdin’as Sırat’el müstakim” ayetinin tefsirinde yer alan bazı hadis-lerde, Hz. Ali ve diğer masum imamların sırat-ı müstakim olduğu be-yan edilmiştir.

                                Kafi’de yer aldığına göre, Eb’il Hasan’il Mazi (a.s) şöyle buyur-muştur: “Allah-u Teala bu ayet-i şerifede bir örnek vermiştir ve bu da Emir’el Müminin’in velayetten yüz çeviren kimselerin örneğidir. Onlar adeta yüzleri üstünde yol yürümekte ve hidayete ulaşamamaktadırlar. Hz. Ali’ye itaat eden kimseleri ise, doğru yola yönlendirmiştir. Sırat-ı müstakim ise Emir’el Müminin Ali’dir (a.s).”

                                Başka bir hadiste de yer aldığı üzere “sırat-ı müstakim”, Hz. Ali (a.s) ve diğer imamlardır.

                                Kafi’de yer alan bir hadis-i şerife göre de Fuzeyl şöyle demiştir: İmam Bakır ile Mescid’ul-Haram’a girdik. İmam (a.s) bana dayanmıştı. Daha sonra İmam (a.s), halka doğru baktı ve o esnada biz, Ben-i Şeybe kapısında bulunuyorduk. İmam (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: “Ey Fuzeyl! Cahiliye döneminde böyle tavaf ediyorlardı. Hiç bir hakkı tanımıyor ve hiç bir dine inanmıyorlardı. Ey Fuzeyl onlara bak. Ters çevrilmiş yüzlerle yere kapandılar. Bu tersyüz ve dejenere olmuş o kimselere Allah lanet etsin.” Daha sonra da “Yüzükoyun sürünen mi…” ayeti okuyarak sırat-ı müstakimin, Hz. Ali ve vasileri olduğunu buyurmuştur.

                                Biz daha önce kamil insanın manevi hareket ve seyrinin sırat-ı müstakim üzere olduğunu söylemiştik. Kamil insanın bizzat kendisinin sırat-ı müstakim olduğu hususu ise, şu anda amacımızın dışında bulunmaktadır.

                                Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                                Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X