Ynt: KIRK HADİS ŞERHİ..
4. Bölüm: Allah-u Teala’nın “Malumlar” Hakkındaki İlminin Niteliğinin Beyanı Hakkında
Bil ki önceden de işaret ettiğimiz gibi Allah-u Teala, zatî yalın il-miyle ve ezeli tek keşfiyle, mutlak boyutuyla bütün varlıklar ve kemal cihetiyle bütün vücudî kemaller malum ve keşfedilmiş haldedir. Bu keşif; tam birlik içinde detaylı ve yalın bir keşiftir. Ruhlar seması ve bedenler yurdundan bir tek zerre dahi, ezelî ve ebedî olarak Allah’ın ilminden hariç değildir. Bu ilim ve keşif ezeldedir ve mukaddes zatın aynısıdır. “Malumlar” (bilinenler) icattan sonra yokluk ve noksanlığa dönen oluşumlarla ilineksel olarak vücuda gelir ve ilineksel olarak ilme bağıntılı olur. Bu ilineksel bağıntı icattan sonradır. Hadis-i şerifte de buna işaret edilmiştir. “Eşyayı yarattıktan ve bir malum ortaya çıktıktan sonra da maluma ilmî vaki oldu.”
Elbette bu ifadenin feyz-i mukaddes tecellisi ile hasıl olan fiilî ilme işaret ediyor olması da muhtemeldir.
“Malumlar”dan maksat, feyz-i mukaddese ve nursal zuhurî tecellilere ait vücudî hüviyetler olan bizzat “malumlar” da olabilir.
O halde birinci ihtimale göre özetle cümle şöyledir: “Allah mukad-des feyzi ile tecelli edince ve vücud, ilineksel olarak zuhur edince, ilmi maluma vaki oldu. Yani feyiz ilineksel olarak feyizlenenin aynasında zuhur etti.”
İkinci ihtimale göre ise özetle cümle şöyledir: “Mukaddes feyzi ile tecelli edince ve varlıkların vücudu bizzat, yani haysiyet-i takyidiye olmaksızın zuhur edince, feyiz de feyizlenenin aynasında bizzat zuhur etti.
Her iki ifade esasınca da mukaddes feyizle tecelli, zamansal hadise-ler ve değişimlerin etkisinde değildir. Allah-u Teala’nın icat etmesi, zamansal hadiseler ve değişimden, hatta tecessüm ve sınırlandırmadan bile münezzehtir. Nitekim zatî ilim de her cihetten yalın ve tüm cihet-leri ihata eden bir ilimdir. Hakk’ın hakiki ayeti, zatî ilminin zuhuru ve aynası olan fiili ilim de, tam yalın ve mutlak vahittir, hiç bir sınırlılık, yenilenme ve karışım olmaksızın varlık dairesinin tümünü ihata etmiş bulunmaktadır. Neticede bizzat mukaddes kibriya zatına dayanmakta-dır ve aynı zamanda da salt bağlılığın aynısıdır. Bu açıdan da Allah-u Teala’nın kibriyası altındadır ve zü’l-Celal’in katında hazır olmanın bizzat kendisidir. Bu yolla Hakk’ın ilmi olduğunu söylemektedirler. Nitekim düşünen nefsin akıl aleminde aklî hakikatleri ve hayal levha-sında hayali örnekleri icad etmesi de nefsin fiili ilmidir ve onun zatında fanidir.
Filozoflarında dediği gibi “nefs’ul-emr” sayfasının Hakk’a olan oranı, ilmî suretlerin nefse olan oranı gibidir. Bu geniş ihata ve yalınlık sebebiyle, Allah-u Teala’nın, detayları, tümel bir ilimle bildiği söy-lenmiştir. Yani “malum”daki tikellik, kuşatıcılık ve sınırlılık, ilimde sınırlılığa sebep olmaz. O halde ilim; kuşatıcı, kadim, ezeli ve değişmez bir hakikattir. “Malum” ise sınırlı, sonradan olmuş ve değişkendir. Ama onların üslubunu bilmeyen kimseler, filozofların detaylar hakkındaki ilmi inkar ettiklerini sanmışlardır. Tikellik ve tümelliğin, mantık ve lügat bilginleri nezdindeki yaygın anlamda kullandıklarını sanmışlar ve bunların marifet ehlinin nezdinde başka anlamda olduğundan gaflet etmişlerdir. Bazı görüş ehli kimseler de onlara uymuşlardır. Hatta bu anlamı filozoflar, Vacib’ul Vücud’un (c.c) ilmî hususunda marifet ehlinden almışlardır.
4. Bölüm: Allah-u Teala’nın “Malumlar” Hakkındaki İlminin Niteliğinin Beyanı Hakkında
Bil ki önceden de işaret ettiğimiz gibi Allah-u Teala, zatî yalın il-miyle ve ezeli tek keşfiyle, mutlak boyutuyla bütün varlıklar ve kemal cihetiyle bütün vücudî kemaller malum ve keşfedilmiş haldedir. Bu keşif; tam birlik içinde detaylı ve yalın bir keşiftir. Ruhlar seması ve bedenler yurdundan bir tek zerre dahi, ezelî ve ebedî olarak Allah’ın ilminden hariç değildir. Bu ilim ve keşif ezeldedir ve mukaddes zatın aynısıdır. “Malumlar” (bilinenler) icattan sonra yokluk ve noksanlığa dönen oluşumlarla ilineksel olarak vücuda gelir ve ilineksel olarak ilme bağıntılı olur. Bu ilineksel bağıntı icattan sonradır. Hadis-i şerifte de buna işaret edilmiştir. “Eşyayı yarattıktan ve bir malum ortaya çıktıktan sonra da maluma ilmî vaki oldu.”
Elbette bu ifadenin feyz-i mukaddes tecellisi ile hasıl olan fiilî ilme işaret ediyor olması da muhtemeldir.
“Malumlar”dan maksat, feyz-i mukaddese ve nursal zuhurî tecellilere ait vücudî hüviyetler olan bizzat “malumlar” da olabilir.
O halde birinci ihtimale göre özetle cümle şöyledir: “Allah mukad-des feyzi ile tecelli edince ve vücud, ilineksel olarak zuhur edince, ilmi maluma vaki oldu. Yani feyiz ilineksel olarak feyizlenenin aynasında zuhur etti.”
İkinci ihtimale göre ise özetle cümle şöyledir: “Mukaddes feyzi ile tecelli edince ve varlıkların vücudu bizzat, yani haysiyet-i takyidiye olmaksızın zuhur edince, feyiz de feyizlenenin aynasında bizzat zuhur etti.
Her iki ifade esasınca da mukaddes feyizle tecelli, zamansal hadise-ler ve değişimlerin etkisinde değildir. Allah-u Teala’nın icat etmesi, zamansal hadiseler ve değişimden, hatta tecessüm ve sınırlandırmadan bile münezzehtir. Nitekim zatî ilim de her cihetten yalın ve tüm cihet-leri ihata eden bir ilimdir. Hakk’ın hakiki ayeti, zatî ilminin zuhuru ve aynası olan fiili ilim de, tam yalın ve mutlak vahittir, hiç bir sınırlılık, yenilenme ve karışım olmaksızın varlık dairesinin tümünü ihata etmiş bulunmaktadır. Neticede bizzat mukaddes kibriya zatına dayanmakta-dır ve aynı zamanda da salt bağlılığın aynısıdır. Bu açıdan da Allah-u Teala’nın kibriyası altındadır ve zü’l-Celal’in katında hazır olmanın bizzat kendisidir. Bu yolla Hakk’ın ilmi olduğunu söylemektedirler. Nitekim düşünen nefsin akıl aleminde aklî hakikatleri ve hayal levha-sında hayali örnekleri icad etmesi de nefsin fiili ilmidir ve onun zatında fanidir.
Filozoflarında dediği gibi “nefs’ul-emr” sayfasının Hakk’a olan oranı, ilmî suretlerin nefse olan oranı gibidir. Bu geniş ihata ve yalınlık sebebiyle, Allah-u Teala’nın, detayları, tümel bir ilimle bildiği söy-lenmiştir. Yani “malum”daki tikellik, kuşatıcılık ve sınırlılık, ilimde sınırlılığa sebep olmaz. O halde ilim; kuşatıcı, kadim, ezeli ve değişmez bir hakikattir. “Malum” ise sınırlı, sonradan olmuş ve değişkendir. Ama onların üslubunu bilmeyen kimseler, filozofların detaylar hakkındaki ilmi inkar ettiklerini sanmışlardır. Tikellik ve tümelliğin, mantık ve lügat bilginleri nezdindeki yaygın anlamda kullandıklarını sanmışlar ve bunların marifet ehlinin nezdinde başka anlamda olduğundan gaflet etmişlerdir. Bazı görüş ehli kimseler de onlara uymuşlardır. Hatta bu anlamı filozoflar, Vacib’ul Vücud’un (c.c) ilmî hususunda marifet ehlinden almışlardır.
Yorum