Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

İmam Humeyni"nin İnanç, İdeal Ve Hedefleri Nelerdi?

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    İmam Humeyni"nin İnanç, İdeal Ve Hedefleri Nelerdi?

    İmam Humeyni"nin İnanç, İdeal Ve Hedefleri Nelerdi?

    Benim ve bütün müslümanların inancı; Kur"an-ı Kerim"de belirtilmiş bulunan ve Allah"ın hak Resulü"yle -sav- yine onun belirtmiş olduğu hak imamlardan bize ulaşan buyruk ve prensiplerdir ki bütün bu buyruk ve prensiplerin temeli olup bizim inancımızın da ana kaynağını teşkil eden eksen tevhid esasıdır. Bu itikad gereğince biz inanırız ki tüm kainat ve varlık aleminin ve bu cümleden olmak üzere de insanoğlunun yaratıcısı ancak ve ancak Allah Tealâ hazretleridir; O"nun mukaddes zâtı herşeyi bilir ve herşeyden haberdardır, herşeye muktedirdir ve herşeyin sahibi ve mâlikidir. Bu temel esas ilke bize şunu öğretmektedir.Kul sadece Hak Teala"nın mukaddes zâtı karşısında eğilmeli; kendisine itaat etmenin Allah"a itaat etmekle eşanlamlı olduğu kimseler dışında hiçkimseye itaat etmemeli, eğilmemelidir. Yine bu esas gereğince hiçkimse, başkalarını kendisine eğilmeye ve ona itaatte bulunmaya zorlama hakkına sahib değildir. Bu akidevi inancımız, bize, insan hak ve hürriyeti inancını öğretmektedir. kimse bir insanı, bir toplumu veya bir milleti hürriyetten mahrum edemez, onun için kanun-kural koyamaz, son derece kısıtlı ve yetersiz olan kendi beşerî aklıyla ve kendi emel ve isteklerine binâen birey ve toplumların davranış ve ilişkilerine müdahele edemez, bu cihette kanun, kural ve prensip tayin edemez. Bu vazgeçilmez esasın bize öğrettiği hakikat şudur ilerleyebilmesini temin edebilecek tek kanun koyucu Allah Tealâ"dır, kanun koyma yetkisi sadece Allah"ındır; nitekim tüm yaradılış düzenini var ettiği gibi bu düzenle ilgili tüm kanun, kural ve kaideleri belirlemiş olan da O"nun bizzat Kendisi"dir. Birey ve toplumun saadet, kalkınma ve kemali, Allah"ın belirlediği kural ve kaidelere itaatle mümkündür ancak; bu kural, kaide ve hükümler yine O"nun peygamberleri tarafından insanlara bildirilip öğretilmiş, iblağ edilmiştir. İnsanoğlunun izmihlal ve düşüşünün yegane nedeni hürriyetini kaybetmesi, diğer insanlar karşısında teslim olması ve kula kulluk etmesidir. Bu nedenledir ki insan bu tür esaret zincirlerini kırıp parçalamalı ve kendisini esarete davet edenler karşısında ayaklanıp kıyam etmeli, kendisini ve içinde yaşadığı toplumu esaretten kurtarmalıdır, böylece herkes sadece Allah"a kulluk edecek ve sadece O"nun karşısında teslimiyet gösterecektir. Biz müslümanların sosyal ilke ve kurallarımızın ilkinin, sömürü ve zorbalığa karşı koymak olması bundandır; yine tevhîdî inanç ve akîdemizden hareketle, bütün insanların Allah Tealâ indinde bir ve eşit olduğuna inanırızNULL, herkesin yaratıcısıdır ve herkes O"nun kulu, O"nun yarattığı bir varlıktır. İnsanların bir ve eşit olduğu aslına binaen yegane üstünlük ve ayrıcalık ölçüsünün takva, dürüstlük, günah ve hatadan uzak durma olduğuna inanırız. Bu nedenle de toplumda fertlerin bir ve eşit olduğu esasını bozan ve hiçbir hakikat ve insânî değere dayalı bulunmayan boş ve kof ayrıcalıklara yolaçan herşeye karşı mücadele etmek gerekir.



    İslamda ölçü ve kıstas şahsîlikler değil, Allah"ın rızasıdır. Biz şahıslar ve şahsiyetleri hak ölçüsüyle ölçeriz; hakkı şahıs ve şahsiyetlerle değil! İmam Humeyni insanların yaradılışının mutlak kemale aşk beslemeyle yoğrulduğunu, mutlak kemalin ise Hak Teala"dan başka şey olmadığını, bütün güç ve kemallerin O"ndan kaynaklandığını savunmaktaydı; nitekim kendisini izleyenlere daima şu nasihatte bulunurdu.Bütün kâinat, Allah Tealâ"nın huzurudur; sakın O"nun huzurunda günah işlemeyin! ve llah"tan başka kimseden korkmayın; Allah"tan başka kimseye ümit beslemeyin!.

    İmam Humeyni peygamberlerin insanları Allah"ı tanıma ve O"na yönelmeye sevketmek, insanoğlundaki mükemmeli arayış ve kemale yöneliş potansiyelini fiiliyata geçirmek, zulüm ve kötülükleri reddedip toplumu ıslah etmek, hak ve adaleti hakim kılmak amacıyla gönderilmiş olduklarına inanmakta ve şöyle demekteydi.eygamberlerin gönderiliş nedeni insanların ahlakını, insanların öz benliğini, insanların ruhunu, insanların cismini, velhasıl bütün bunları zulmetlerden kurtarmaktır; zulmeti tamamen ortadan kaldırıp onun yerine nuru ikame etmektir. İmam Humeyni"nin sıkça tekrarladığı bir inançtı bu ak Tealâ"dan başka nur yoktur, O"ndan gayrısı hep zulmettir.



    İmam Humeyni islamın Allah"ın indirdiği son din ve insanların hidayeti için en mükemmel ve en kapsamlı okul olduğuna inanır ve İslam, medeniyetin en zirve noktasıdır derdi. İslam hukuku ileri, mükemmel ve kapsamlı bir hukuktur İslamda bir tek kanun vardır, o da, Allah"ın kanunudur İslamın siyaset ve ibadet dini olduğunu vurgular ve İslam, yeryüzünde büyük medeniyetin temelini atan dindirder ve kendisini izleyenlere daima şu öğütte bulunurdu.''Mukaddes Kur"an ve kurtarıcı din olan yüce islamı, insan düşüncesinin ürünü olan yanlış ve saptırıcı okullarla karıştırmayasınız sakın''!!



    İmam Humeyni başlattığı hareket ve kıyamın nedenini açıklarken bütün gayemiz islamdır bizim demekte ve İran"da gerçekleşen islam inkılabını, yüce islam dinini yozlaştırıp bozmak isteyen zorba zalimlerin pençesinden bu dini kurtarabilmek amacıyla İmam Hüseyin"in gerçekleştirdiği şanlı Âşurâ Kıyamı"nın bir şua ve yansıması şeklinde tanımlamaktadır.





    İslam belli bir millete mahsus olarak gelmiş değildir, islamın türkü, farsı, arabı, acemi yoktur; islam herkesindir; islam nizamında milliyet, ırk, renk, kavim, kabile ve dilin değeri yoktur. Herkes birdir herkes kardeştir; sadece ve sadece takva üstünlüğü vardır; iyi ahlâk ve salih amelle üstün olunabilir.



    İmam Humeyni Allah yolunda şehid olmayı en büyük saadet, ebedi izzet, evliyaların iftiharı ve zaferin anahtarı olarak bildirdi; şehadet, tutkusu kulun Rabbine olan aşkının tecellisinden başka şey değildi onca. Bu nedenledir ki şehadetin değer ve niteliği konusunda Şehadetin değerini tabiatın sayfalarında arayan ve onun tanımını şairlerin hamâsi şiirlerinde arayıp onu keşfedebilmek için hayal sanatıyla akıl kitabından medet umanlar ne kadar da yanılmaktalar aslında! Bu muammayı aşktan başka şeyle çözebilmek mümkün değildir asla! demektedir. Yine bu mantıkla şöyle demektedir.Siz mümin kardeşlerime şunu arzediyorum.''Sovyetlerin câni eliye yok edilip al kanlara boyanmış olarak Rabbimizin huzuruna çıkmamız; doğunun kızıl ordusunun bayrağıyla batının kara bayrağının gölgesinde müreffeh ve lüks bir hayat yaşamamızdan elbette ki daha yeğdir!.''



    İmam Humeyni"nin irfanı Kur"an ayetleriyle hadis-i şeriflere ve bu bağlamda din büyüklerinden ulaşan prensiplere dayalı olup yüce islam dininin mutahhar şeriatinin sınır ve prensipleri çerçevesinde seyreden ve bu çerçeveyi asla aşmayan bir irfandı Allah"ın dinini birtakım zikir ve dualarla sınırlayan ve bireyi her çeşit siyasi ve sosyal sorumluluklardan uzak tutarak bir köşede inzivaya çekilmeye teşvik eden menfi tasavvufa şiddetle karşıydı o. İmam Humeyni insanın kendisini tanımasının, Allah"ı tanımanın temeli olduğu inancındaydı; insanlar nefis ve benliklerini ahlaki rezalet ve kötülüklerden temizleyip insânî erdem ve faziletler kazanmalıydılar, zira Hakk"ı tanıyabilmenin kaçınılmaz şartıdır bu. Gerçek marifete ulaşabilme ve yüce manevi mertebeler elde edebilmenin ise Allah"ın peygamberleriyle hüccet ve evliyalarının öğrettiği ve gösterdiği yoldan -şeriatten- başka ikinci bir yolu mevcut değildir. Bu nedenledir ki İmam Humeyni -ks- nurlu şeriat ve yüce islam dininin emirlerinin sınırlarını aşan riyazet ve yöntemleri câiz bulmuyor; olduğundan daha dindar görünmeye çalışmak, mukaddesmeâplığa kalkışmak ve irfân riyakarlığı sergilemek gibi davranışlardan tiksiniyordu.



    İmam Humeyni"ye göre nefs-i emmareyle mücadele demek olan tarikatte yolalma ve cihad-ı ekber"in tehlikelerle dolu yolunda ve asfar-ı erbaayı katetme amacıyla profesyönel sahtekarlarla yalancılardan değil; keramet ve keşfin gerçek ashıbı ve hakiki mürşidinden meded ummak ve kurtuluş gemisi olan velayet-i uzmaya sarılmak gerekir; bundan başka bir yolla ulaşacak ve ulaşılacak olan herşey sapmadır ve bâtıldır. İmam Humeyni"nin -ks- fevkalâde arınmış olan dupduru nefsi ve kişiliğiyle sahib olduğu ruhi büyüklük, onun bu maneviyat seyr-u sülukundaki yolu kadar başarıyla katetmiş olduğunu göstermekte, bu da onun inandığı yöntemin doğruluğunu ispatlamaktadır. İmam Humeyni bu yolda öylesine ileri bir manevi makam ve şuhûdî idrake ulaşmış ve Rabbinde öylesine eriyip fâni olmuştu ki, Hallacların ene"l hak! iddiası karşısında bile rahatsızlık duymaktaydı. Ama onun bu rahatsızlığının nedeni, irfandan bîhaber safdillerin Hollac"ı teksir etmiş olması nedeniyle değildi asla; bilakis; Hellevler, öerlğk meydanında Hak"tan gayrısını da gördükleri ve dolaylı bir benden bahsettikleri için eleştiriye tâbi tutulmadaydılar İmam Humeyni"nin irfanında. Zira İmam Humeyni"nin irfanında nur olan, sadece ve sadece Hak Tealâ hazretleridir ve O"ndan başka herşey zulmettir; zulmet ise nurun yok olduğu şeydir; yok olan birşey ise zaten var değildir ki varlık da olabilsin. Binaenaleyh varlık hep Hakk"ın cilvesi, O"nun tecellisidir ve O"ndan başka hiçbir şey yoktur aslında!



    İmam Humeyni felsefe, irfan tefsir,ahlâk ve islami kelama mükemmel şekilde vakıf olmasının yanısıra fıkıh ve usulde de nadide ve pek ileri bir müçtehiddi. Otuz yılı aşkın bir süre boyunca yüksek fıkıh ve usul dersleri hocalığı yapmıştır. İmam"ın bizzat kaleme aldığı birçok fıkıh ve usul kitaplarının yanısıra, bu dalda verdiği derslerden öğrencilerinin derlemiş olduğu birçok kitabı da basılıdır şimdi İmamın fıkıh ve usul konusundaki çok meşhur özelliklerinden biri de onun bu iki ilim dalına özel bir önem veriyor olmasıydı. Bir fıkıh hükmü üzerinde çalışır ve ahkâm istinbatıyla uğraşırken felsefe, kelam ve irfânî bakış açılarını bu işten tamamen uzak tutmaya bilhassa özen gösterirdi.İmam Humeyni fıkıh ve usul sahasında inceleme ve çalışmalarda bulunmanın, içtihadın süreğenliliği için gerekli görmedeydi; zaman ve mekan unsurunun içtihadda son derece etkili ve belirleyici bir rol oynadığını ve bu iki unsurun gözardı edilmesinin; günlük olaylar vuku bulan yeni hadiseleri idrak ve gerekli hall yolunu bulma hususlarında yetersizliğe neden olacağına inanıyordu. Ancak, bunu yaparken; fıkıhta inceleme ve yeni araştırmalara girmenin, geleneksel fıkıh ve içtihad yöntemini gevşek hale getirmek olmadığını ve olmaması gerektiğini vurgulamayı da ihmal etmiyordu. Bu nedenledir ki dînî eğitim ve incelemeler yapan medreselere yaptığı tavsiyelerde; mevcut hükümleri kavrama ve gerekli yeni hükümleri keşfetme konusunda geçmişteki değerli ulemanın doğru yöntem ve üsluplarının korunması demek olan geleneksel fıkha uyulmasını önemle salık vermekte, buna uyulmaması halinde büyük bid"at ve tehlikeli sonuçlara ortam hazırlanmış olacağını sürekli hatırlatıyordu. Rahmetli İmam Humeyni dînî ilmiye medreselerinde ıslah ve değişimler olsun derken, bu çerçevelerde yapılacak bir ıslah ve tahavvülden sözetmekteydi, bizzat kendisi bu hususta ilk adımı atanlardan biri olarak ünlüdür bugün. O, inkılabi fetvalar vermek suretiyle müçtehidlerin bakış açılarını değiştirip bu bakışın ufuklarını toplumun hayatî ve temel meselelerine uzanabilecek kadar yaymaları ve fıkhın unutulmaya terkedilmiş boyutlarının yeniden canlanabilmesi için gerekli diriliş ortamını hazırlamış; zaman ve mekanın içtihad üzerindeki etki ve müdahelesinin kaçınılmaz olduğunu bilfiil ispatlamıştı. İmam Humeyni şöyle diyordu.Gerçek bir müçtehid nazarında devlet ve hükumet, fıkhın tamamının, insanoğlunun hayatının bütün boyutlarındaki felsefesinin pratiği ve hayata geçirilişi demektir. Devlet ve hükumet; hayatın sosyal, siyasi, askerî, kültürel vb. tüm sorunlarına karşı fıkhın pratik çözüm boyutunun göstergesidir. Fıkıh, insanın beşikten mezara kadar idare edilmesinin gerçek ve mükemmel teoriğidir.

    İşte bu bakış açısının ışığında İmam Humeyni Gaybet döneminde velayet-i fakîh esasına dayalı bir islam devleti kurulması teorisini gündeme getirip geliştirdi ve bunun gerçekleşmesi için yıllarca mücahedede bulunup çok çetin mücadeleler verdi. Yetki sınırları konusundaki farklı görüşler bir tarafa bırakılacak olursa, velayet-i fakih teorisinin ötedenberi şia fakihlerinin icmayla ittifak ettikleri bir konu olduğu bilinmektedir; ne kar ki, geçmişte ortam ve şartların müsait olmaması nedeniyle bu konunun boyutları etraflıca gündeme getirilip konuşulmamış ve bu teorinin pratiğe geçirilmesi için gerekli ortamın hazırlanması yoluna gidilmemişti. Bu nedenledir ki İmam Humeyni asırlar sonra, gerekli şartlar ve özelliklere sahip bulunan bir müçtehid alim önderliğinde idare olunan bir islam devleti kurabilmeyi başaran ilk islam alimidir. Gerekli olan bu şart ve özelliklerin başlıcası şunlardıNULL tehzib ve arıtmış olma ve kendi benliğine tam hakim bulunma, toplumu idare edebilecek yönetim sanatının inceliklerine vakıf olma, cesur ve âdil olma ve Allah"ın hükümlerini çok iyi bilip bu hususta uzman bir müçtehid olma. İmam Humeyni"ye -ks- göre İslam devleti, toplumun, Allah"ın kanunlarıyla yönetilmesi ve egemenliğin kayıtsız şartsız Allah"a ait olmasıdır.

    İmam Humeyni"ye göre bir islam devleti ülkü, amaç ve icraat niteliği açısından olduğu kadar teşkilatlanma, organize ve prensipler açısından da çağdaş diğer siyasi sistemlerden çok farklıdır. Bu teoride çoğunluk ancak hak ekseninde meşruluk kazanır; tabii bir sonucu olarak da velayet-i fakihin velayetini uygulama safhasına koyması ancak gerekli şartların hazır olmasıyla mümkündür ki bu şartlardan biri de halkın genelinin kabul ve talebidir ki bu da doğrudan seçim veya halkın seçtiği uzmanların vereceği kararda kendisini gösterecek bir neticedir.



    Görüldüğü gibi islam devleti ve rehberlik makamıyla halk arasındaki bağ, tabii olarak derin ve itikada dayalı bir bağdır, nitekim bu nedenledir ki rahmetli İmam Humeyni çağının halka en yakın sistemini oluşturabilmeyi başarmış ve böyle bir sistemi idare etmiştir. Dünyadaki mevcut siyasi sistemlerin tam tersine, bu sistemde halk, rehberi belirleyip seçimleri tamamladıktan sonra sahneden çekilmez ve ne hali varsa görsünler diyerek kendi haline bırakılmaz; bilakis, islam toplumunun yönetim ve idaresiyle, islam devlet ve milletinin kader ve geleceğini belirlemede halkın doğrudan ve süreğen katılımının sağlanması şer"i bir vazife olarak garanti altına alınmıştır. İmam Humeyni"ye göre islam devletinin temeli, salih yönetim makamıyla halk arasında oluşan karşılıklı güven ve sevgi üzerine kuruludur, bu nedenle de İmam Eğer der, Bir fakih sadece bir kez olsun, diktatörlük etmeye kalkışacak olursa velayet -islam devletinin yönetici olma- özelliğini yitirmiş olur. Semavi dinler ve yüce islam dininde liderlik ve lider olma; kendiliğinden değer sayılabilecek ve Allah göstermesin, insanda gurur ve kibirlenme duygusu yaratacak birşey değildirEvet, İmam Humeyni"nin yönetim ve yöneticilik olayına bakış açısı buydu, bu bakış açısı nedeniyledir ki Bana hizmet ehli denilmesini, rehber ve lider denilmesine tercih ederim diyor ve şöyle ekliyordu.Rehber ve liderlik değil, hizmet ehli olmaktır esas olan. İslam hizmette bulunmakla mükellef ve sorumlu kılmıştır bizi!, Ben İran milletinin bir kardeşiyim ve kendimi bu milletin hizmetkârı ve askeri olarak görüyorum! , İslamda sadece bir şey hükmeder, o da islamın hükmü ve kanunu! Hz. Peygamber-i Ekrem -sav- zamanında da kanun egemendi, hz. Peygamber-i Ekrem efendimiz -sav- kanunun uygulayıcısıydı. İmam Humeyni kendisini buyruk sahibi ve halkın üzerinde bir güç ve hak sahibi olarak gören yöneticiler için şöyle demektedir.Hükumetler, şu millete hizmet vermekle görevli bulunan azınlıklardır; bunlar hükumetin halka tasallut değil, hizmet etmesi gerektiğini bilmiyor, anlamıyorlar!, Halkın kendiği seçtiği hükumeti denetlemesi, onunla birlikte çalışması ve bilinçli bir tavır sergilemesi, toplumun asayiş ve güvenliğinin en büyük garantisidir. Devlet, hükumet milli ve sosyal güvenlik gibi konularda, bu teoriyle; en demokratik sistemlerde bile devlet ve hükumeti salt iktidar ve güç olarak gören ve iktidara götürecek bir araç ve gereç olarak tanımlayan ve bu nedenle de sosyal güvenlik ve asayişin temel unsurunun salt ezici güç olduğunu savunan teori arasındaki fark apaçık ortadadır. İmam Humeyni -ks- Millî üssü bulunmayan bir büyük güç, varlığını devam ettiremez diyordu. Görünüşte pek güçlüymüş gibi duran komunist düzenin birdenbire gürültüyle çökmesi; buna karşılık dünyanın en güçlü ülkelerinin bütün engelleme ve düşmanlıklarıyla, yine onların sergilediği 8 yıllık amansız tahmîli savaşa rağmen İran İslam Cumhuriyeti"nin yıkılmadan ayakta durabildiği gibi, üstelik, günbegün daha da güçlenip ileri adımlar atması rahmetli İmam"ın bu görüş ve tespitinde ne kadar haklı olduğunu ispatlayan en bâriz belgesidir.



    İmam Humeyni -ks- islam inkılabının zaferinden sonra mükemmel bir buluşla ramazan"ın son Cuma"sını Dünya Kudüs Günü olarak ilan ettiğini açıkladı ve dünya müslümanlarından Kudüs islam düşmanlarının pençesinde olduğu sürece her yıl Kudüs Gününde yürüyüş ve gösteriler düzenleyip gerekli diğer yol ve yöntemlerle Filistin müslümanlarının mücadelesini desteklediklerini göstermelerini istedi.

    İmam Humeyni -ks- Kudüs"ün kurtuluşunun tek yolunun Allah"a iman edip sadece O"na güvenmek olduğu ve İsrail tam anlamıyla ortadan kaldırılıncaya kadar silahlı cihad ve şehadet yöntemine başvurulması gerektiği inancındaydı.

    Komunizm hakkında İmam şöyle diyordu.Daha ilk ortaya çıktığından beri komunizmin öncü savunucuları dünyanın en diktatör, en iktidar hırslısı ve en tekelci devletleri olagelmişlerdir!

    Batı dünyasının kalkınmaları hakkında da şöyle diyordu. İmamBiz batı dünyasının ilerleme ve kalkınmalarını kabul ediyoruz, ama bizzat kendilerinin gına gelmiş oldukları fesadlarını, asla! , Batının eğitim sistemi insanı kendi insaniyetinden soyutlamıştır, Biz medeniyete karşı değiliz, bizim karşı olduğumuz şey ithal malı olan medeniyettir, Biz, insanlık ve şeref temeline dayalı bir medeniyet istiyoruz.

    İmam Humeyni kültürün temel etki ve rolünü defalarca vurgulamakta ve şöyle demekteydiNULLquot;Kültür, bir milletin tüm saadet ve bedbahtlıklarının kaynağıdır. Milletleri yetiştiren şey doğru kültürdür (146), Mide, ekmek ve su ölçü değildir; insanlık onur ve şerefidir önemli olan!, İnsanoğlu makinalı tüfekle top ve tankın gölgesinde hayatını sürdürmek istediği sürece insan olamaz, insânî gayelere ulaşamaz , Siz, beyan ve kalem vasıtasıyla makinalı tüfekleri sahnedışı bırakmaya ve meydanı kalemlere, bilimlere ve ilimlere bırakmaya çalışın. İmam Humeyni sömürü ve sömürgeciliğin hizmetindeki sanatın karşı olduğu gibi, sanat için sanatı da her nevi değerden yoksun bilmekte ve islama göre sanatı şöyle tanımlamaktaydı.İslam irfanında sanat; adalet, şeref ve insafı net bir şekilde tanımlamak ve parayla iktidarın gazabına uğrayan açların perişanlığını tasvir edebilmektir.



    İmam Humeyni eğitim ve öğretim sahasında da hem pratik hem teorik olarak örnek bir üstaddı. Pehlevi hanedanıyla onun batı hayranı yardakçılarının ihanetleri neticesinde bütün kültür ve değerleri ayaklar altına alınmış ve tam bir sorumsuzluk ve bahane"ciliğe itilmiş bir toplum; İmam Humeyni"nin eğitim ve terbiye yöntemleri sayesinde büyük bir dînî hareketin öncülüğünü yapan bir topluma dönüşüvermişti. Hş. 1342 15 Hordad"ıyla ilgili kıyam hadiselirinde baskı ve hafakanın kol gezdiği o üzücü siyasi ve sosyal ortamda dostlarının Hangi ümit ve hangi güçle bir adalet devleti kurmak istiyorsunuz? şeklindeki sorusu karşısında İmam"ın -ks- orada bulunan bir beşiği gösterdiği anlatılır. Nitekim bu konuşmaya şahid olanlar 15 yıl sonra islam inkılabının kıyam sahnelerinde boy gösteren asıl etkin kesimin genç yaştaki İranlı müslüman lise ve ortaokul öğrencileri olduğunu göreceklerdi hayretle.

    İmam Humeyni nefsin temizlenmesi ve nefsâni ve şeytânî istek ve arzulardan uzak olması için sürekli kontrol altında tutulmasını gerçek kemale erişmenin vazgeçilmez şartı olarak görüyordu. O, eğitim ve yetiştirmenin çocukluk yaşlarından itibaren başlaması, hatta çocuk henüz ana rahmindeyken annesinin özel bir itina göstermesi gerektiğine inanmaktaydı. Bu nedenledir ki Hiçbir meslek, annelik mesleği kadar onurlu ve şerefli değildir. diyor ve şöyle ekliyordu.Çocuğun ilk okulu, ana kucağıdır. İmam, öğretmenler ve toplumun eğitim ve öğretimiyle uğraşan tüm kesimlere Dikkat ediniz, diyordu ilk, orta ve lise yılları, üniversiteden çok daha önemlidir, çünkü çocukların aklî rüşdleri o dönemlerde oluşup şekillenmektedir. Öğretmene bambaşka bir emanet devredilmiştir; insan emanet edilmiştir ona! , Bütün mutluluklar ve bütün kötülüklerin saiki okullarda başlar, bu işin anahtarı öğretmenlerin elindedir. İmam Humeyni öğretmenliği peygamberlerin mesleği olarak görmekte ve öğretmenlerin en önemli vazifesinin -resmi eğitim ve öğretimin yanısıra- toplumu Allaha doğru yöneltip yönlendirmek olduğunu Allaha doğru yöneltip yönlendirmek olduğuna inanmaktaydı.



    İnsanı tüm varlık aleminin özü ve usaresi olarak gören İmam İnsan öylesine tuhaf ve ilginç bir yaratıktır ki derdi, Ondan ilahî ve melekûtî bir varlık oluşturulabileceği gibi; cehennemî ve şeytânî bir varlık ta oluşturabilir!, İnsanın doğru eğitilmesi halinde tüm dünya ıslah olur. İmam Humeyni -ks- eğitim, terbiye ve yetişmenin, öğretim ve öğrenimden çok daha önemli olduğu inancındaydı; olanca değer ve kıymetine rağmen, nefsî eğitim ve ahlâki terbiyeyle birlikte olmaması halinde bilgi, kolayca şeytânî emellere alet edilen bir vasıta haline gelebilirdiNULLquot;İlim fasıd ve kötü bir kalbe girecek olursa; ahlakî açıdan bozulmuş bir beyne girecek olursa, vereceği zarar cahillikten daha fazla olur.

    İmam Humeyni"nin -ks- islami hareketinin İran"a kazandırdığı fevkalâde ileri neticelerden biri de kadınların çeşitli sosyal sahalarda faaliyet göstermesi olmuştur. İran tarihinin hiçbir diliminde müslüman kadınlar bunca yüksek bir siyasi ve sosyal bilinç seviyesine ulaşmamış, ülkesinin kaderine bunca katkıda bulunmamıştır. Müslüman İran halkının şaha karşı başkaldırıp kıyam ettiği günlerde kadınlar bütün sahnelerde erkeklerle omuz omuza, hatta kimi zaman onlardan önde olmuşlardır. Irak"ın İran"a zorla tahmil ettiği 8 yıllık savaş boyunca İranlı müslüman kadınların cephe gerisi hizmetleriyle islamı ve inkılabı korumaları için kardeşleri ve eşlerini hararetle teşvik etmeleri ve hatta ön saflara yardım hizmetlerine faal bir şekilde katılmaları yaşadığımız çağın savaş tarihinde eşine rastlanmamış bir hamasi ve olaydır. Müslüman İran kadını bugün de erkeğiyle omuz omuza kültür, eğitim, öğretim, üniversiteler, sosyal hizmetler, sağlık ve tedavî hizmetleri, devlet ve kamu kuruluşları gibi çeşitli sahalarda hizmet vermekte, ciddi bir katılım örneği sergilemektedir. Halbuki islam inkılabının zaferinden önce şah rejiminin tüm ülkeyi bir fesad ve ahlaksızlık yuvasına çevirip sosyal ortamı tamamen kirletip bozmuş olması nedeniyle müslüman kadınların önemli bir çoğunluğu ortamın kirliliğinden uzak durabilmek amacıyla evlerine sığınmak zorunda kalmış ve o zulüm düzeninin sözkonusu olumsuzlukları nedeniyle birhassa köylerle kasabalarda birçok kız öğrenci tahsillerini yarıda bırakmış veya tahsil nimetinden büsbütün mahrum olmuşlardı. Büyük şehirlerde okuyabilme ve sosyal faaliyetlerde bulunma imkanına kavuşan genç kızlarla kadınlar ise sorumsuzluk ve laubaliliğin iyice yozlaştırmış olduğu ortamlarda ırz ve namuslarını güçlükle koruyabilmekteydiler; hatta bu eşitsiz mücadele sırasında iffet ve hicabını korumak isteyen birçok kadın, yüksek öğretim veya mesleğini bırakmak zorunda bile kalıyordu.



    İran"da kadın kesiminde meydana gelen bu muazzam değişim ve gelişmelerin herşeyden ziyade rahmetli İmam"ın kadının kişilik, kimlik ve konumuna bakış açısının ürünü oluşu ve onun, kadın haklarının gerçek savunuculuğuna yapmasından kaynaklandığı bilinmelidir. Rahmetli İmam İslam nizamında kadın, erkeğin sahip olduğu hakların aynasına sahiptir diyor ve bu hakları şöyle sıralıyorduNULLquot;Tahsil hakkı, iş ve çalışma hakkı, mülkiyet hakkı, oy alma ve oy verme hakkı, İnsan hakları açısından kadınla erkek arasında fark yoktur, her ikisi de insandır çünkü. Kadı da tıpkı erkek gibi kendi alınyazısına müdahele hakkına sahiptir, İslamın karşı olduğu ve haram bildiği şey, fesad ve ahlaksızlıktır; ister kadın tarafından işlenmiş olsun, ister erkek tarafından, farketmez., Biz, kadının endi yüce insânî makamında bulunmasını istiyoruz, oyuncağa dönüşmesini değil. İslam, kadının erkeğin elinde bir meta ve oyuncağa dönüşmemesini istemektedir; islam, kadının kişiliğini korumak ve onu ciddi ve becerikli bir insan olarak yetiştirmek istemektedir, Tıpkı erkek gibi kadın da, kendi alınyazısını ve kendi faaliyet ve çalışma sahalarını kendi seçme hürriyetine sahiptir. Gençlerin, genç kızlarla genç oğlanların kötü yollara düşmesine neden olan batı stili özgürlükler hem islam hem mantık açısından geçersizdirler.

    İmam Humeyni"nin ekonomik tavsiye ve ekonomik tavırları adaletin icrası temeline dayalı ve toplumun mahrum ve mustaz"af kesimine öncelik tanınması prensibi üzerine kuruluydu , o, mahrum ve mustaz"aflara hizmeti en üstün ibadet bilir ve onları kendisinin ve toplumun velinimeti olarak tanımlardı. İmam Humeyni"nin islam nizamı yetkililerine en çok tavsiyede bulunduğu şey yoksullarla düşkünlere ilgi göstermek ve lüks yaşama huyundan kesinlikle kaçınmaktı. O; devletle devlet yetkililerinin milletin hizmetkârı olduğu inancındaydı ve hizmetkârın ise, halkın avâm kesiminin sahip olduğundan daha fazla bir imkana sahip olma gibi bir talepte bulunmaya hakkı yoktu.Şu gecekondularda yaşayan ve şehid verenlerin saçının ber teli; dünyanın tüm sarayları ve o saraylarda yaşayanlardan daha şerefli ve daha yeğdir!, Sonuna kadar bizimle birlikte olacak olanlar; fakirlik, yoksulluk ve mustaz"aflığı bilfiil tatmış ve yaşamış bulunanlardır, Hükumetimizin saray -lükse- ilgi duyduğu gün, hükumet ve milletimizin fatihasını okumamız gereken -işinin bittiği- gündür.





    İmam"ın en belirgin özelliklerinden biri, sözlerinin son derece samimi olması, sözüyle amelinin bir olmasıydı; o birşey söylediğinde herkesten önce kendisi amel ederdi. Onun geçimi ve özel hayatı, kanaatkarlık ve sade yaşam konusunda söylediklerinin en büyük deliliydi. Üstelik taklid merciiliği ve inkılab rehberliği öncesinde değil; sonrasında da yaşamı aynıydı onun; rehber ve liderin halkın en orta halli kesimi gibi, hatta daha aşağı bir maddî geçim seviyesinde yaşaması gerektiğine inanır ve kendisi de öyle yaşardı. O, hayatı boyunca son derece sâde ve zâhidâne bir yaşam sürdürdü. İmam"ın -ks- bu özelliği konusunda belgesel olan birçok kitap ve hatıra yayınlanmışsa da, onun ciltlere sığmayacak olun bu sade ve zühd dolu boyutu halâ birçoklarınca bilinmemekte ve İmam"ın bu boyutuna pek az insan âşina bulunmaktadır.

    İmam"ın -ks- sade yaşamı ve beytulmalı kullanma konusunda gösterdiği fevkalâde kanaatkar sorumluluk konusunda şu noktayı belirtmek yeterli olacaktırNULL"ın teyid ve direktifiyle anayasasının 142. maddesi gereğince Yüksek Divan; rehber ve diğer üst düzey yetkililerin göreve gelmeden önce ve görev sonrası mal varlıklarını incelemekle mükellef kılınmıştır; böylece hak ve hukuka aykırı bir mal artırılması önlenmiş olmaktadır. İmam Humeyni -ks- naçiz mal varlığının resmi listesini Yüksek Divan"a gönderip resmen mal beyanında bulunan ilk yetkili olmuştur İran"da (hş. 24 Dey, 1359) İmam"ın -ks- vefatından sonra, bütün günlük gazetelerde de yayınlandığı üzere oğlu, babasının mal varlığının resmen incelenmesi için Yüksek Yargı Kurumu"na resmi bir yazıyla başvuruda bulundu.

    Bu incelemenin neticesi hş. 11 Tir 1368"de Yüksek Divan başkanı tarafından resmi bir yazıyla açıklandı.Bu resmi açıklamada, İmam"ın mülküne hiçbirşey eklenmediği gibi, Humeyn"de babasından miras kalan bir arsayı da o köydeki yoksullara hediye ettiği ve mülk listesinden çıkarılması gerektiği belirtiliyordu.

    İmam"dan miras kalan yegâne gayri menkul, Kum"daki eski evidir. Bu ev ise hş. 1343(1963-64)"te İmam yurt dışına sürgün edildikten sonra aslında islami hareketin hizmetindeki bir merkeze dönüşmüş ve İmam"ın taraftarı olan dinadamlarıyla halk kesiminden müracaat edenlerin toplantı mekanı olmuştu ki, bu durumunu bilfiil sürdürmüş olup halihazırda da şahsa münhasır bir durumu yoktur. Hş. 1359"da tanzim edilip İmam"ın rıhletinden sonra yapılan kanunî incelemeyle ilan olunan resmi mal tezkeresinde artma değil, azalma olmuştur. Resmi bildiride şöyle deniliyorduNULLquot;.Birkaç kitaptan başka kendi şahsına ait malı-mülkü olmadığı anlaşılmıştır. Çok sade bir yaşam için gerekli birkaç eşya ise eşine ait bulunmaktadır. Kullanılan iki eski halı da özel mülk olmayıp, ihtiyaç sahibi seyyidlere verilmesi gerekmektedir. Kendisine ait nakit parası yoktur, eğer birşey varsa müslüman halkın, harcanması için kendi taklid mercilerine bırakmış oldukları şer"î vücuhattır ki yine şer"î ihtiyaçlar için harcanmak üzere verilmiş olduğundan bu yolda harcanması gerekir ve bu nedenle de mirasçılara düşmez. Evet, 90 yıla yakın ömrü boyunca insanların sevgi selinde yaşayan bir evliyadan geriye kalan şahsına ait mal ve mülk bir gözlük, bir tırnak makası, tarak, tesbih, Kur"an ve seccadeyle sarık ve abasından oluşan elbisesi ve dinî mevzuata dair birkaç kitaptan ibaretti! Elli milyonu aşkın nüfusa sahip bir petrol ülkesinde inkılap yapmış bir rehber ve liderin değil sadece; aynı zamanda dünyanın dört bir yanında da milyonlarca insanın gönlüne taht kurmuş olan ve milyonlarca mücahidin yüreğinde yatan birinin bütün dünyalığı bunlardan ibaretti işte! İslam ve inkılabı korumak için müslümanları genel seferberliğe davet ettiğinde birkaç saat içinde milyonlarca şehadet gönüllüsünün listeye isim yazdırmak için uzun kuyruklar oluşturduğu İmamdı o. Kalp hastahanesinde acil servise alındığı haberi duyulur duyulmaz, yarattığı hastahanenin önünde kalplerini vermeye gelen müminlerin imamıydı o. Bunca tutku ve sevginin yegane kaynağı elbette ki onun ilmiyle amel eden samimi ve dürüst kişiliği, zühdü, takvâsı ve sadeliğiydi şüphesiz.

    İmam Humeyni günlük yaşamında son derece düzenli, muntazam ve disiplinliydi. Gündüz ve gecesinin belli bir zamanını mutlaka ibadet, Hakk"ın zikri, Kur"an okuma, dua ve mütalaaya ayırırdı. Dinlenme anlarında yürümek ve yürürken Rabbinin zikriyle meşgul olup tefekkür etmek onun günlük programından biriydi. Doksan yaşına yaklaştığı halde dünyanın siyasi liderleri arasında günlük mesaisi en yoğun istisnalardan biriydi o. İslam ümmetinin şanını yüceltmek ve müslümanların meselelerini halletme azim ve neşesi, en zor anlarda bile kaybolmadı onda. İmam her gün mütalaada bulunur, ülkenin günlük önemli haber ve yorumlarını mutlaka matbuattan izler, haber bültenlerini inceler, radyo ve televizyonun haberlerini dinler, bununla da yetinmeyerek islam ve inkılab düşmanlarının propaganda gidişatlarından haberdar olup gerikli karşı koyma yolları üzerinde düşünebilmek için yabancı ülkelerin farsça radyo yayınlarını da her gün birkaç kez dinlemeyi de ihmal etmezdi. Günlük yoğun programı ve islam nizamı yetkilileriyle yapılan müteaddit toplantılar; islam inkılabı ve islami hareketin asıl sermayesi olan halkın çeşitli kesimleriyle irtibat ve yakın ilişkisini sürdürmesine engel olmazdı hiçbir zaman. Nur Dergahında adlı kitabın iki cildinde İmam"ın kendisini ziyarete gelen halk kesimlerine yaptığı 3700"ü aşkın görüşme ve konuşmanın özellikleriyle ilgili bilgiler kayıtlıdır ki bunlar onun islam inkılabının zaferinden sonraki görüşme ve konuşmalarıdır sadece. Sırf bu rakam bile, onun yaşadığı dönem"in halkı ve ümmetiyle ne kadar derin ve içiçe bir ilişki içinde bulunduğunu anlatmaya yeter sanırız. O, halkın kaderiyle ilgili hiçbir kararı, samimi bir şekilde halka götürmeden almazdı; çünkü ona göre halk gerçekleri bilmesi gereken en mahrem kesimdi.





    Kararlı, azimli ve sevgi dolu bir çehresi vardı İmam"ın. Bakışları fevalâde çekici ve maneviyat doluydu. Onu ziyarete gelen kalabalıklar bile gayriihtiyârî bir şekilde bu maneviyatın etkisine kapılıverir, orada bulunanların çoğu, tarifi imkansız bir şevk duygusuyla ağlamaya başlardı. Allah Teala"ya el açıp dua eden ve duayı andıran sloganlarında Ya Rabbim! Benim ömrümü al, İmam"ın ömrünü bir lahzâ olsun, uzat! diye yakaran müslüman İran halkına hak vermemek elde değildir. Maneviyattan bihaber dünyanın bunu anlayabilmesi mümkün değildir, ama İmam"ın yanında yetişenler, o gerçek Allah kulunun günlük hayatında bir lahzanın bile ne demek olduğunu bilirler. Hayatını bütünüyle Rabbine ve O"nun rızası için O"nun kullarına hizmete adamıştı çünkü.

    İstikbar dünyası ve siyonist güdümlü batı medyası İmam Humeyni konusunda hakikatleri gizleyip gerçeği saptırmak ve olmadık karalama ve iftiralarla onu yanlış tanıtmakla insanlık tarihine inanılmaz bir zulümde bulunmuştur. İmam ve islam inkılabının gerçek çehresinin bilinip tanınmaması için bu mihraklar yıllardır yoğun propagandalar yapmakta, astonomik paralar harcamakta, senaryolar düzmektedirler. İmam vefat ettiği halde bu zehirli propagandalar yıllardır bir lahza olsun durmamış, hatta giderek artmıştır. Bugün dünyanın dört bir yanında siyonist güdümlü medyanın farsça ve diğer dillerde yayın yapan binlerce radyo ve telivizyon şebekeleri İmam Humeyni ve İran islam inkılabı aleyhinde gece gündüz aralıksız propaganda yayınları yapmaktadır. Amerika, Avrupa ve batı çizgisindeki nice laik ülkelerde şah yanlılarından solcular ve Halkın Münafıkları"na varıncaya kadar İmam ve islam inkılabına düşman olan bütün grup ve örgütlere geniş imkanlar sağlanmış olup islâmî İran, İmam Humeyni ve şiilik aleyhine iftiralarda bulunabilmek gayesiyle günlük gazete ve haftalık dergilerde sürekli makale ve sözde araştırmalar yayınlanmakta, CIA ve Mosad"ın ve bunlarla koordineli çalışan teşkilatların bütçesinden ödenen paralarla gazeteler çıkarılıp kitaplar basılmaktadır. İmam Humeyni"nin başlattığı bu muazzam islâmî hareketin gerçeklerini örtbas veya tersyüz edebilmek için girişilen bunca propaganda ve harcanan bunca astronomik paralara rağmen hakikat güneşi elbet parlayacak ve Allah, nurunu tamamlayacaktır; kâfirler istemese de! Birkaç asırdan bu yana bütün varlığını diğer milletleri sömürüp sessizce yağmalamak ve zihinleri bulandırıp kamuoyunu kimi zaman oyalayıp kimi zaman aldatmak gibi gayriinsâni prensipler üzerine kuran ve varlığını bu tür iğrençliklere borçlu olan batı dünyası kendisini tehdit eden tehlikeyi teşhis hususunda yanılmadı. İmam Humeyni"nin uyandırıcı ve bilinçlendirici mesajlarını duyup da onun yoluna ve meramına hayran olmayacak kim vardır hür vicdanlı şeref sahibi insanlar arasında? Hangi vicdan ve şeref sahibi insan, İmam"ın kişilik ve mesajlarıyla aşina olduktan sonra dünyayı pençesinde inleten bu zulüm düzenine başkaldırmaz ki ?!

    Sahi, bugün güdümlü iktidarlar tarafından yönetilen islam ülkeleri ve arap beldelerinin büyük bir çoğunluğunda İmam Humeyni"nin -ks- vasiyetnamesi, konuşmaları ve mesajlarının yayınlanması ve mütalaası neden suç sayılmakta ve yasaklanmaktadır? Bunca ülkede başkanlar en üst düzey yetkililerin İmam Humeyni"nin hareket ve fikirlerinin yayılmasını önlemek amacıyla elele vermesi ve bunca imkanı seferber etmesi niye? Bütün bunların yegane sebebi, onun; asırlardır insanlığın hasretle beklediği ve yokluğundan acı duyduğu insânî değer ve hakikatleri dile getirmesi ve bunları can-u gönülden savunuyor olması değil midir? İmam Humeyni"nin pâk yaşamıyla âşina bulunan ve onun mesajını duyup muazzam kişiliğini tanıyabilenler onun tutuşturmuş olduğu bu meşalenin, sözkonusu kin ve düşmanlıklar fırtınasıyla söndürülemeyeceğini bu saptırma ve yozlaştırma zulmetleriyle yokedilemeyeceğini bilirler.Allah nurunu tamamlayacaktır; kâfirlerle müşrikler istemeseler de! (Saf, 8)




    "İmam"ın hattı” belli bir mezhebe mensup olanların değil,
    "Muhammedi İslam kimliğ"ini kuşanan bütün Müslümanların hattıdır."

    #2
    Ynt: İmam Humeyni"nin İnanç, İdeal Ve Hedefleri Nelerdi?

    Allah razi olsun BEYZA kardesim...

    Tanimaktan korkanlar hâlâ mevcut ve korkulari aslinda Hz.'ten degil aksine kendilerini bulmaktan korkuyorlar...

    Bu yasam tarzi örnek teskil etmiyormu?

    El insaf,diyorum...

    SAYGILARIMLA...

    Yorum


      #3
      İmam Humeyni"nin İnanç, İdeal Ve Hedefleri Nelerdi?

      ###Dünyayı sömüren emperyalistler bizim dinimizin karşısına dikilmeye yeltenirlerse biz onların bütün dünyalarının karşısına dikiliriz!

      -Peygamberlerin bütün gayesi bir kelimeye dönüştür: Marifetullah.

      -Emin olunuz ki amelleriniz Allah rızasından kaynaklanmaz ve İslami vahdetten çıkarsanız bütün itibarınızı yitirir, perişan olursunuz.

      -Allah’a güvendikten sonra, O’nun size vermiş olduğu kendi gücünüze inanıp güvenin.

      -Buna her zaman dikkat edin; yaptığınız herşey Allah’ın huzurunda vuku bulmaktadır; herşey! Gözkapaklarının açılıp kapanması Allah’ın huzurundadır, konuşan diller Allah’ın huzurundadır, iş yapan eller Allah’ın huzurundadır ve yarın yaptıklarınızın hesabını vermek durumundayız.

      -İslam, “insan yetiştirici” okuldur.

      -İran milletinin İslam gibi ileri bir okulu olduğuna göre ilerlemek ve yükselmek için batılı modeller veya kominist ülkeler taklid etmesini gerektirecek hiçbir sebep yoktur.

      -İslam dünyadaki bütün milletler; Arap, Acem, Türk, Fars… Hepsi arasında birlik sağlamak ve dünyada “İslam Ümmeti” adlı büyük bir ümmet oluşturmak için gelmiştir; ta ki çeşitli kavim ve taifelerden ibaret Müslümanların oluşturacağı büyük topluluk sayesinde; İslam devletleri ve islami merkezlere tasallutta bulunmak isteyenler _bu emellerini_ gerçekleştiremesinler.

      -Müslümanların temel sorunu İslam ve Kur’an’dan uzak kalmış olmalarıdır.

      -Takiyye, dinin korunması içindir; dinin tehlikeye düştüğü yerde takıyye olmaz, sükut etmek olmaz.

      -Biz İslam’ın; İslam ve Kur’an hükümlerinin, Kur’an kanunlarının ülkemizde egemen olması için kıyam ettik.

      -Allah rızası için görevini ifayla meşgul olan, herkesin takdirini kazanmayı beklemesin; “Herkesçe kabul görecek” hiçbir iş yoktur.

      -Esasen askerler her ne kadar namlı da olsalar bu dünyada isimsiz –meçhul- kahramandırlar. İslam’ın en namlı fedakar askeri Emir’el Mü’minin Hz. Ali (a.s)’dır ve yine o, en meçhul askerdir.

      -Kadının büyük haysiyeti olan bütün haysiyetleri koruma hususunda, örnek ve biricik kadın Hz. Fatıma (Selamullah Aleyha) gibi olmalı ve hepiniz ona uymalısınız.

      -Biz inkılap yaptık ve şimdi hep haykırmamız gerekir, demeyin! Hayır, namaz kılın! Bütün haykırışlardan üstündür namaz.

      -Muharrem ayını canlı tutun; bizim neyimiz varsa, hep Muharrem sayesindedir.

      -Aşura, mazlum milletin genel yaz günüdür; İslam ve Müslümanların yeniden doğuşu kahramanlık ve hamase günüdür.

      -Mektebi şehadet olmayanın korkusu vardır.

      -Alkanlara boyalı ölüm elbette ki kapkara bir yaşamdan yeğdir.

      -Dünyaperestler ve şu hiçbirşeyden haberi olmayanlar ne de gafiller! Şehadetin değerini tabiatta aramaktalar; marşlarda, hamasiler ve şiirlerde şehadetin tavsifini bulmaya çalışmaktalar ve onu keşfedebilmek için hayal gücü ve akıl kitabından meded ummaktalar. Haşa! Bu muammanın aşktan gayri yolla çözümü mümkün değildir!

      -Şehadet, liyakati olanlara Allah Tebarek ve Teala tarafından bir hediyedir.

      -İnsanı insaniyet makamına ulaştıran, ilim ve nefsini terbiye etmektir.

      -Kendi iç dünyamızda inkılap yapmalıyız; nefislerimizde de inkılap olmalıdır, eğer şimdiye kadar nefsimiz şeytan ve tağutun hakimiyeti altında olmuşsa bari şimdiden sonra değişelim artık.

      -Temizlenip ıslah olunmamış bir nefisteki ilim, zulmani hicap, karanlık bir perdedir.

      -Söz, ancak arınmış ve terbiye olmuş pak bir kalpten çıkarsa etkili olur.

      -Bazen tevhid ilmi bile insanı cehenneme gönderir;
      Bazen irfan ilmi insanı cehenneme götürür,
      Kimi zaman fıkıh ilmi insanı cehenneme gönderir,
      Kimi zaman ahlak ilmi insanı cehenneme yollar…
      Sırf ilimle olmaz bu iş; nefsini arıtmak ve kendini ıslah etmek esastır.

      -Hiçbir kuvvetten korkmayın; Allah sizinle olduktan sonra, herşey sizinledir artık.

      ###Biz Ali şiasıyız, ona uyanlardanız diyenler söz ve davranışta, yazı ve konuşmada ve herşeyde ona uymalı ve izlemelidirler.

      Yorum


        #4
        İmam Humeyni"nin İnanç, İdeal Ve Hedefleri Nelerdi?

        [quote author=Firat28 link=topic=16519.msg109041#msg109041 date=1288302438]
        Allah razi olsun BEYZA kardesim...

        Tanimaktan korkanlar hâlâ mevcut ve korkulari aslinda Hz.'ten degil aksine kendilerini bulmaktan korkuyorlar...

        Bu yasam tarzi örnek teskil etmiyormu?

        El insaf,diyorum...

        SAYGILARIMLA...
        [/quote]

        Allah sizden de razı olsun inşAllah sözlerinize katılmamak mümkün değil Rabbim İmamı karalamaya çalışanları ıslah eylesin ıslah eylemiyorsa perişan eylesin ki hakka dil uzatmak nasılmış görsünler



        Paylaşımınız için Rabbim sizdend razı olsun mah14
        "İmam"ın hattı” belli bir mezhebe mensup olanların değil,
        "Muhammedi İslam kimliğ"ini kuşanan bütün Müslümanların hattıdır."

        Yorum


          #5
          İmam Humeyni"nin İnanç, İdeal Ve Hedefleri Nelerdi?

          VELADETİNDEN RIHLETİNE İMAM HUMEYNİ (r.a)


          Ruhullah’il Musevi’yyil Humeyni, hicri-kameri 20 Cemadiyessani 1320 ve miladi takvime göre 24 Eylül 1902’de, İran’ın Merkez iline bağlı Humeyn şehrinde, ilim, hicret, cihad ehli ve kökleri Ehlibeyt’e uzanan asil bir ailede dünyaya gözlerini açtı.

          Humeyni, nesilden nesile halkı ilahi yolda aydınlatan ecdadı gibi ilim yolunu seçti. İmam Humeyni’nin dedesi merhum Ayetullah Seyyid Mustafa Musevi, merhum Ayetullah’il Uzma Mirza Şirazi’yle aynı dönemde Necef’te dini ilimler alanında eğitim gördükten ve taklid mercii makamına yükseldikten sonra Necef’ten İran’a dönmüş ve Humeyn şehrinde halkı dini açıdan ilimle aydınlatma hizmetine başlamıştır.

          Humeyni henüz 5 aylıkken, halkı hak ve adalet konusunda aydınlatan babası, dönemin zorba rejimi güçlerince, Humeyn-Erak yolunda kurşunlanarak şehid edildi. Şehid yakınları sözkonusu cinayeti işleyenlerin kısas edilmesi amacıyla Tahran’a hareket etti.

          Kısaca İmam Humeyni daha çocukluktan itibaren, yetim kalmanın ve şehadetin ne demek olduğunu gördü. Humeyni, çocukluk dönemini mümine annesiyle beraber geçirdi. Annesi Hacer hanım, dönemin taklid mercilerinden Ayetullah Hansari’nin torunlarındandı. Humeyni’ye sahip çıkanlardan biri de takva ehli olan halasıydı. Ama Humeyni, 15 yaşında iken bu iki mümine hanımın Hakk’a yürümeleriyle bu aziz insanların nimetinden de mahrum kaldı.

          Kum Kentine Göç ve İslami İlimler Öğrenimini Tamamlama

          Merhum Ayetullah’il Uzma Hac Şeyh Abdulkerim Hairi Yezdi’nin (r.a) 1922 yılında Kum kentine göçmesinden kısa bir süre sonra Humeyni de, İslami ilimler alanındaki eğitimini tamamlamak ve medreseye gitmek amacıyla Kum kentine taşınır. İmam Humeyni, Kum’a geldikten sonra Kum İslami İlimler Merkezi’nin tanınmış hocalarından dersler almaya başlar. İmam’ın hocaları arasında, merhum Aga Mirza Muhammed Ali Edib Tahrani, merhum Ayetullah Seyyid Ali Kaşani ve Ayetullah’il Uzma Hac Şeyh Abdulkerim Hairi Yezdi gibi dönemin tanınmış İslam alimleri ve taklid mercileri göze çarpmaktadır.

          Ayetullah Hairi’nin rıhletinden sonra İmam Humeyni ve bazı müctehidlerin çabaları olumlu netice verdi ve Ayetullah'il Uzma Burucerdi, Kum İslami İlimler Havzası'nın yönetimini eline aldı. İmam Humeyni, o dönemde Kum dini ilimler merkezinin fıkıh, felsefe, irfan ve ahlak dallarında otorite sahibi bir müctehid olarak tanınmaktaydı. İmam Humeyni o dönem ve sonrasında uzun yıllar Kum’un dini ilimler açısından tanınmış medreselerinden Feyziye, Azam Mescidi, Muhammediye Mescidi, Molla Hac Sadık Medresesi, Selmasi Medresesi ve diğer medreselerde dersler verdi. Irak’ın Necef kentinde de Şeyh Azam Ensari mescidinde Ehlibeyt Yolu ve Usul-ü Fıkıh alanında eğitim gördü ve Necef’te bulunduğu dönemde ilk kez “İslam’da Devlet ve Velayet-i Fakih” konusunu gündeme getirdi.

          İmam Humeyni Kıyam ve Mücadele Siperinde

          Mücadele ruhu ve Allah yolunda cihad, İmam Humeyni’nin ailesi, yaşantısı, inancı, sosyal ve siyasal yaşantısının köklerinde bulunan bir gerçekti. İmam Humeyni mücadeleye gençlik döneminde hatta çocukluk dönemlerinin son zamanlarında başladı. İmam’ın bu mücadelesi, psikolojik ve ilmi alandaki mücadeleleriyle çok kapsamlı bir şekil aldı. Çünkü bir taraftan İran’ın siyasi ve sosyal durumu, diğer yandan İslam dünyasındaki gelişmeler İmam Humeyni’yi mücadelenin tam içine itti. Hicri-şemsi 1340 (miladi 1961) ve 1341 (miladi 1962) yıllarında İl ve İlçe Encümenleri meselesi, ona İslam alimlerinin mücadelesinin rehberliğini üstlenmesi konusunda önemli bir fırsat oluşturdu.

          15 Hordad 1342 (4 Haziran 1963) tarihinde İslam alimleri ve İran halkının diktatör Şah rejimi aleyhindeki kıyamı iki açıdan önemlidir. Bu iki özellik ise İmam Humeyni’nin bütün İran halkını içeren rehberliği ile ilk kez gösterilerde İslami sloganların yüksek perdeden yankılanmasıydı. Elbette bu sloganlar, daha sonra bütün dünya tarafından da kabul edilecek olan İmam Humeyni rehberliğindeki İran İslam İnkılabı’nın, zaferle sonuçlanmasına vesile olacaktı. İmam Humeyni İslami mücadele ve dünyadaki siyasi gelişmelerle ilgili olarak yaptığı bir konuşmada, 1.Dünya Savaşı sırasında 12 yaşında olduğunu hatırlatarak şöyle demekteydi:

          “Ben her iki Dünya Savaşı’nı da hatırlıyorum…Küçüktüm ve okula gidiyordum. Humeyn şehri sokaklarında Sovyetler Birliği askerlerini görüyordum.”

          İmam Humeyni o dönemlerde zorba ve diktatör rejime bağlı bazı aşiret ve güçlerin isimlerini de anarak bu kesimlerin halkın namusu ve malına tecavüz ettiklerini hatırlatmakta ve şöyle demektedir:

          “Ben çocuklukta savaştaydım… Zillet altındaydık, Recebaliler aşiretinin saldırısına uğradık ve bizim tüfeklerimiz vardı ve ben o dönemlerde büluğ çağına yeni girmiştim. Çocuktum. Saldırılardan korunmak için siperler oluşturmuştuk. Sürekli olarak siperlere gidip nöbet tutuyorduk. 22 Şubat 1920’de ingilizlerin himayesiyle Rıza Han’ın yaptığı darbe, Kacar döneminin sona ermesiyle sonuçlandı ve bu durum halka her türlü kötülükte bulunan ve zulmeden bazı aşiret liderlerinin kanunsuz girişimlerini sınırlı da olsa önledi. Ama bunun karşılığında yeni diktatörlükteki bir aile grubu (Şah ve ailesi) mazlum İran halkının geleceğini gaspetti. Kısaca Şahlık rejimi geçmiş rejimin yerini aldı. İran halkı için aslında değişen pek bir şey olmadı.”

          İşte böyle bir ortamda, yani bir taraftan meşrutiyet sonrası döneminin yönetimi ve ingilizlerin girişimleri, diğer taraftan Batı’nın düşmanlığı gibi bir durumla karşı karşıya kalan İslam alimleri, İslam dinini ve kendi konumlarını savunmanın çabasına düştüler. Bu doğrultuda Ayetullah’il Uzma Hac Şeyh Abdulkerim Hairi, dönemin Kum ulemasının daveti üzerine Erak kentinden Kum kentine göçtü. Öte yandan İslami ilimlerin çeşitli dallarını Erak ve Humeyn’de başarılı bir şekilde tamamlayan Ayetullah Humeyni de, Kum’a göçtü. Böylece Kum’da İslami ilimler medreseleri ve İslam alimleri’nin konumu pekiştirilmiş oldu.

          Elbette pek fazla zaman geçmeden İmam Humeyni irfan, felsefe, usul-ü fıkıh dallarında diğer hocaların arasında seçkin bir konuma yükseldi. Ayetullah’il Uzma Hairi’nin rıhletinden sonra 30 Ocak 1926’da Kum Dini İlimler Merkezi, yokolma gibi bir tehditle karşı karşıyaydı. Ulema bu tehdit karşısında bir çare peşindeydi. Ardından 8 yıl boyunca Kum İslami İlimler Merkezi, Ayetullah’il Uzma Seyyid Muhammed Huccet, Seyyid Sadreddin Sadr ve Seyyid Muhammed Taki Hansari gibi müctehidlerce yönetildi. Dönemin tanınmış müctehidlerinden Ayetullah Burucerdi, merhum Ayetullah Hairi’nin yerine İslami İlimler Merkezi’nin başına geçecek uygun bir şahsiyetti. Bu yöndeki teklif Ayetullah Hairi’nin talebeleri ve özellikle de İmam Humeyni tarafından gündeme getirildi. İmam Humeyni Ayetullah Burucerdi’yi Kum’a davet ederken İslami İlimler Merkezi’nin başına geçmesi gibi önemli bir görevi üstlenmesi için büyük çaba gösterdi.

          İmam Humeyni, o dönemin sosyal sorunları ile İslami İlimler Merkezi’ndeki gelişmeleri yakından takip ediyordu. İmam o dönemlerde gazete ve dergilerin yanı sıra sürekli bir araştırma içindeydi ve bu araştırmalarını da Tahran’a sürekli gidip gelerek ve Ayetullah Müderris’in görüşlerini de alarak tamamlamaktaydı. İmam Humeyni’ye göre, meşrutiyetin yenilgiye uğraması ve Rıza Han’ın işbaşına gelmesinden sonra İslami ilimler merkezlerinin içerisinde bulunduğu aşağılayıcı ortamdan kurtulmanın yolu ancak İslami uyanış, İslami ilimler merkezlerinin harekete geçirilmesi ve halkla birlikte ortak bir tutum sergilemekti.

          İmam Humeyni 1949 yılında İslami ilimler merkezlerinin yapısında köklü bir değişiklik yapılması teklifini Ayetullah Murtaza Hairi’nin de işbirliğiyle hazırlayarak, Ayetullah Burucerdi’ye sundu. Sözkonusu teklif İmam Humeyni’nin talebeleri ve tanınmış İslam alimlerinin desteğini aldı.

          Fakat Şah rejimi hesaplarında yanlış yapmıştı. Müslüman olmak, Kura’n-ı Kerim üzerine yemin etmek ve seçmenlerin erkek olması gibi şartların bulunduğu “İl ve İlçe Encümenleri” tasarısı 1962 yılında dönemin kabine başkanı Emir Esedullah Alem’e ulaştı. Kadınların seçimlere katılım hakkı her ne kadar daha sonra kabul edildiyse de, bunlar aslında rejimin gizli hedeflerini halktan saptırmak ve gizlemek için yapılan girişimlerdi.

          Aslında ilk iki şartın kaldırılması ve değiştirilmesi, bahailerin ülkenin yönetiminde rol almalarına kanuni bir kılıftı. Çünkü daha önce de, Şah rejimi, İsrail ve İran ilişkilerinin iyi olması için Amerikan yönetiminin kendisine destek vermesini şart koşmuştu. Bahailerin yönetimin bütün kademelerine gelmesine yol açan kanunun değiştirilmesi İran halkı ve ulema arasında tepkilere neden oldu. İmam Humeyni, Kum’da ulemanın önde gelenleriyle yaptığı meşveretten sonra, Şah rejiminin bahaileri hükümetin çeşitli düzeylerine yerleştirilmelerine neden olan girişimini çok yönlü olarak protesto etti.

          İmam Humeyni’nin Şah rejimine karşı bu protestosu aslında İran’ın o dönemdeki sosyal ortamı ile ulemanın siyasi gelişmelerde rolü olması gerektiğine dair vurgusu açısından son derece önemli ve yapıcı bir çıkıştı. Şah rejiminin yönetim kabine başkanı Esedullah Alem ile Şah rejimi aleyhinde ulemadan gelen mektuplar ve telgraflar, İran halkının büyük desteğine mazhar oldu. İmam Humeyni’nin Şah’a ve onun başbakanına yazdığı telgraflar uyarıcı mahiyetteydi. Sözkonusu telgraflardan birinde şu ifadelere yer verilmekteydi:

          “Ben size nasihat ediyorum; Allah’ın emirlerinin aksine hareket etmeyin, anayasaya saygılı olun, millet iradesini ayaklar altına almayın, ulemanın ve Kur’an’ın hükmünü ihlal etmeyin. Anayasayı çiğnemekten sakının. Ülkenin durumunu kasıtlı olarak vahim bir duruma itmeyin. Zira İslam alimleri sizin bu girişimlerinize karşı dini vecibelerini yerine getirme konusunda asla sessiz kalmayacaktır”

          Her halükarda Şah rejiminin İl ve İlçe Encümenleri konusundaki girişimi, İran halkının, düşmanlarını ve yerli işbirlikçilerini tanıması ve aynı zamanda İslam Ümmeti’ne rehberlik edecek insanlarla tanışması açısından önemli bir siyasi gelişme oldu. Şah rejiminin bu süreçteki başarısızlığı üzerine Amerikan yönetimi Şah rejimine reformlar yapması konusunda baskılarını arttırdı. Şah, 1962 yılında altı maddelik reform paketini açıkladı ve sözkonusu paketi referanduma sundu. Ama İmam Humeyni yeniden İslam alimleriyle birlikte meşveret ederek bu konuda çare aradı.

          Sonunda 1963 yılında milli bir bayram olarak kutlanmakta olan Nevruz, Şah rejimine itiraz amacıyla protesto edildi. Amerika’da hazırlanan ve İran’da Şah rejimiyle uygulamaya konmak istenen ‘Ak Devrim’, yayınlanan protesto bildirilerinde ‘Kara Devrim’ olarak nitelendirildi. Şah, İsrail ve Amerika’nın işbirlikçisi olmak ve onların isteklerini İran halkına dayatmakla suçlandı. Öte yandan Şah rejimi, reformları uygulama konusunda İran halkının istekli olduğuna dair kendi şahsi görüşünü Amerika’ya ileterek reformlar konusunda kararlı olduğu sözünü verdi ve reformların adını da ‘Ak Devrim’ olarak niteledi. Ancak, ulemanın bu sözde Ak Devrim’e itirazı çok sert olacaktı.

          Fakat bu süreçte İmam Humeyni’nin Şah’a yönelik itirazı son derece dikkat çekiciydi. Zira İmam Humeyni, Şah’ı, siyonist İsrail rejiminin işbirlikçisi olmakla suçamakta ve bütün cinayetlerden Şah’ı sorumlu tutan bir tutum sergileyerek halkı Şah aleyhine kıyama davet etmekteydi. İmam Humeyni 1 Nisan 1963 tarihinde yaptığı konuşmada, Kum ve Necef uleması ile İslam dünyasının İran’da yaşanan gelişmelere karşı sessizliğini sert dille eleştirmiş ve şöyle demişti: ‘Bugün sessiz kalmak, diktatör yönetimi desteklemek manasına gelir.’

          İmam Humeyni, bir gün sonra yani 2 Nisan 1963 tarihinde Şah rejimine karşı meşhur bildirisini yayınladı. İmam sözkonusu bildirisinde Şah rejiminin kimliğini sorgulayarak muhataplarına bu rejimin nasıl yönetildiğini, dış güçlerin emrinde olduğunu ve İslam’a karşı tutumunu açık bir şekilde ortaya koydu. Hem de her türlü tehlikeyi göz önüne alarak…

          1963’de yeni yıl ve nevruz, İslam alimleri ve onlara destek veren İran halkının boykotuyla ve elbette Şah rejiminin Feyziye Medresesi’nde kan dökmesiyle başladı. Zira Şah, Amerika’nın dayattığı reformları yerine getirmek konusunda kararlıydı; hatta halkını öldürme pahasına da olsa. Ama, İmam Humeyni, Amerika’nın müdahaleleri ve Şah rejiminin ihanetleri konusunda halkı aydınlatarak, onları kıyam ve direnişe davet etti. 3 Nisan 1963 tarihinde ise Irak’ın Necef kentinde Ayetullah Hakim, İran ulemasına gönderdiği telgrafta, İran’lı İslam alimlerinin topluca Necef kentine hicret etmelerini istedi. Elbette bu davet, İslam alimlerinin can güvenliği ve İslami İlimler Merkezi’nin korunması içindi.

          Sözkonusu telgrafa İmam Humeyni, fazla beklemeden derhal cevap verdi ve İslam ulemasının topluca hicretinin ve medreselerin boşaltılmasının salah olmadığını bildirdi.

          Ancak İmam Humeyni, 2 Mayıs 1963 tarihinde, Feyziye Medresesi’nde Şah rejimi tarafından işlenen cinayetin 40. günü münasebetiyle ulema ve İran halkına hitaben yayınladığı mesajda, arap ve İslam ülkeleri liderleri ve müslüman halklardan siyonist İsrail rejimine karşı mücadele etmelerini ve İsrail ile Şah rejimi arasında imzalanan anlaşmaları kınamalarını istedi.

          15 Hordad Kıyamı

          1963 yılında Hordad ayı hicri-kameri Muharrem ayına rastlamaktaydı. Bu münasebetle İmam Humeyni, bu ayda düzenlenecek özel merasimlerden, Şah rejimi aleyhinde halkı aydınlatmak ve direnişe davet etmek için maksimum düzeyde yararlanmak amacındaydı.

          İmam Humeyni 2 Haziran 1963 Aşura günü öğleden sonra, Feyziye Medresesi’nde ulema, talebe ve halka hitaben tarihi bir konuşma yaparak, halkı Şah rejimi aleyhinde kıyam ve mücadeleye davet etti.

          İmam söz konusu konuşmasında Şah’a hitaben şu ifadeleri kullandı:

          “Ben sana nasihat ediyorum, ey Şah hazretleri ! Ey Şah ! Ben sana nasihat ediyorum, bu işlerden elini çek. Ey Şah seni aldatıyorlar! Bir gün, senin bu ülkeden gitmeni isterlerse herkesin buna sevinmesini mi istiyorsun ? Ancak, eğer sana dikte ediyorlar ve ne demen gerektiğini onlar tayin ediyorlarsa, bunu etraflıca düşün… Benim nasihatime kulak ver… İsrail ve Şah arasındaki ilişkilerden dolayı istihbarat birimleri İsrail aleyhinde konuşmamamızı istiyorlar. Yoksa Şah, İsrail’li midir? Şah kıyamı kanla bastırmak için emir vermedi mi?”

          İmam bu beyanatından hemen sonra yani 3 Haziran günü, akşam namazını kıldığı bir sırada tutuklandı ve alelacele Tahran’a götürülerek subaylara ait cezaevine atıldı. Aynı günün gün batımında da, Kasr cezaevine intikal edildi. Sabahleyin, yani 4 Haziran günü erken saatlerde İmam Humeyni’nin Şah güçleri tarafından tutuklandığı haberi Tahran, Meşhed, Şiraz ve diğer kentlere yayıldı ve bütün kentlerdeş daha önce Kum kentinde Şah rejimi aleyhinde düzenlenen protesto gösterilerinin benzerleri düzenlendi.

          Elbette Şah’ın en yakın adamlarından general Hüseyin Ferdust, hatıratında, Amerika’nın siyaset ve güvenlik alanındaki en önemli adamlarının İran halkının kıyamını bastırmak için Şah’a yardımcı oldukları ve bu doğrultuda Şah’ın istihbarat örgütü SAVAK ile İran ordusunu yönlendirdiğini ifşa etti. Sözkonusu hatıratta Şah rejiminin adamlarının halka yönelik olarak nasıl çılgınlar gibi cinayetler işledikleri açık bir dille ifşa edilmektedir.

          İmam Humeyni Kasr cezaevinde 19 gün kaldıktan sonra İşretabad askeri cezaevine nakledildi.

          15 Hordad 1342, 4 Haziran 1963 tarihinde, Şah rejimi ordusu Tahran’da, İmam Humeyni’yi desteklemek ve Şah rejimini protesto etmek için düzenledikleri gösteriyi kanlı bir şekilde bastırırken; İmam Humeyni, sorgulanması sırasında, Şah rejimi ve bütün birimlerinin kanun dışı olduğunu ve ülkedeki yönetimlerinin meşru olmadığını cesurca söylemekten çekinmedi. 1964 yılında ise İmam Humeyni daha önce hiç bir açıklama yapılmaksızın serbest bırakıldı ve Kum’a götürüldü. İmam’ın serbest bırakıldığı haberinin duyulması ardından İran’ın dört bir yerinde halk sevinç gösterileri düzenlediler, özellikle de Kum kentinde İslami ilimler medreseleri ile halk arasında özel etkinlikler düzenlendi. Bu sevinç gösterileri günlerce sürdü. Elbette 15 Hordad kıyamının birinci yıl dönümünde, Şah rejiminin işlediği cinayet münasebetiyle İmam Humeyni ve seçkin İslam alimleri yayınladıkları ortak bildiriyle şehidleri rahmetle andılar ve sözkonusu günü matem günü olarak ilan ettiler.

          Ancak, İmam Humeyni 26 Ekim 1964 tarihinde inkılapçı bir bildiri yayınladı ve sözkonusu bildiride kısaca şu ifadelere yer verdi:

          “İran halkının her türlü sorununun arkasında yabancıların olduğunun bütün dünya tarafından bilinmesini istiyorum. Bu sorunlardan, Amerika sorumludur. Özellikle İslam dünyası ve müslüman halklar başta olmak üzere tüm dünya kamuoyu aslında Amerika’dan nefret etmektedir… İsrail ve onu destekleyenlerin arkasındaki asıl güç Amerika’dır. Yüzbinlerce arap müslümanı kendi topraklarından süren İsrail’i destekleyen Amerika’dır.”

          İmam Humeyni’nin Kapitülasyon tasarısının kabul edilmesi aleyhindeki ifşaatları İran’da Kasım ayında yeni bir kıyamın başlangıcı oldu. 4 Kasım 1964 tarihinde sabahın erken saatlerinde Tahran’dan özel komando birlikleri silahlı bir şekilde Kum’a hareket etti ve İmam’ın evini muhasara altına aldı. İmam, tutuklandığı sırada yine bir yıl önce olduğu gibi ibadetle meşguldü. İmam Humeyni tutuklandıktan hemen sonra Tahran Mehrabad havaalanına nakledildi ve daha önceden hazırlanan program dahilinde SAVAK casuslarının refakatinde bir uçakla Ankara’ya götürüldü. Ve o gün öğle sonrasında SAVAK, İmam Humeyni’nin Şah rejimini devirmeye teşebbüs suçuyla sürgün edildiğini bildirdi! Bu haber gazetelerde de yayınlandı.

          Bütün baskı ve tehditlere rağmen, başta İran’ın ekonomisinde son derece önemli rolü olan Tahran Pazarı olmak üzere, İslami ilimler medreselerinde Şah rejiminin İmam’ı sürgün etme girişimi kepenk kapama eylemleri ve grevlerle protesto edildi. Uluslararası kuruluşlara bu bağlamda mektuplar gönderildi.

          İmam Humeyni’nin Türkiye’de sürgünde Bursa şehrindeki ikameti 11 ay sürdü. İmam’ın yokluğunu fırsat bilen Şah rejimi, bütün itirazları kanlı bir şekilde bastırmanın yanı sıra Amerika’nın dayattığı reformları hızlı bir şekilde yürürlüğe koymaya başladı. Elbette İmam’ın Türkiye’deki ikameti, onun Tahrir’ul Vesile adlı kitabını yazmak için bir fırsat oldu.

          İmam Humeyni’nin Türkiye’den Irak’a Sürgün Edilmesi

          5 Ekim 1964 tarihinde İmam Humeyni, oğlu Ayetullah Mustafa Humeyni’yle birlikte ikinci sürgün yeri olan Irak’a gönderildi. İmam Humeyni, Irak’a gider gitmez Ehlibeyt’in pak ve masum imamlarının türbelerini ziyaret için Kazımeyn, Samerra ve Kerbela şehirlerine gitti ve bir hafta sonra ise sürgün yeri olan Necef kentine götürüldü.

          İmam Humeyni’nin Irak’taki 13 yıllık sürgün hayatında, İran ve Türkiye’de olduğu gibi zahiren direkt baskılar ve kısıtlamalar yoktu; ama, din kisvesine bürünmüş bazı kimselerin iftiraları ve asılsız iddiaları ona büyük bir azap veriyordu. Fakat o, bütün bunları sabır ve metanetle karşılıyor, mücadelesini sürdürüyordu. Ancak, onca sıkıntı ve zorluklar onu Şah rejimine karşı verdiği İslami mücadelede yıldırmadı. O doğru bildiği Hak yolunda ilerlemeyi sürdürdü.

          İmam Humeyni, Necef kentinde sürgünde bulunduğu dönemde bütün muhalefetlere rağmen 1965 yılında Şeyh Ensari mescidinde fıkıh dışındaki dallarda ders vermeye başladı. İmam Humeyni’nin aynı mescidde bu dersi vermesi Paris’e sürgün edilinceye kadar devam etti. İmam’ın dersleri Necef’te ve hatta Irak genelinde, işlediği konular açısından ve derse olan teveccühten dolayı dikkat çekiciydi.

          İmam Humeyni, Irak’ta bulunduğu süre içinde İran’daki İslami mücadeleciler ile sürekli olarak değişik şekillerde irtibatını korudu. İmam her münasebetle 15 Hordad kıyamının canlı tutulması gerektiğini vurguladı.

          İmam, sürgünden sonra da hiçbir zaman mücadeleden el çekmedi ve sürekli olarak yaptığı konuşmalar ve eylemleriyle mücadeleyi canlı tuttu. Milyonların ümit ve ilham kaynağı oldu.

          İmam Humeyni 11 Ekim 1967 tarihinde Filistin Fetih Hareketi temsilcisini kabulünde yaptığı konuşmada, İslam dünyası ve Filistin meselesini ele alarak Filistin mücadelesinin bütün İslam alemince desteklenmesi gerektiğini vurguladı ve müslümanların Filistin meselesine ilgi göstermeleri ve bu yolda görevlerini yapmalarının şer’i bir vazife olduğunu söyledi.

          1969 yılının ilk günlerinde Şah rejimi ile Irak rejimi arasında sınır ihtilafları baş gösterdi. Irak rejimi, bu ülkede bulunan İran’lıları çok kötü şartlarda Irak’tan ihraç etti. Baas rejimi, İmam Humeyni’nin Şah rejimine olan düşmanlığından yararlanmak için çok fazla çaba gösterdi ama İmam asla Baas rejiminin bu oyununa gelmedi.

          İmam Humeyni’nin Necef’te ders vermeye başladığı ilk 4 yılda Necef dini ilimler medreselerinin çehresi tamamen değişti. İmam Humeyni’nin bu hareketi sadece İran’da Şah rejimine karşı mücadele edenleri etkilemedi. İmam’ın bu hareketi İran ve Irak sınırlarını da aşarak Lübnan ve İslam dünyasının diğer bölgelerine de yayıldı. Gerçekte artık İmam’ın hareketi İslami mücadeleciler için bir ilham kaynağına dönüşmüştü.

          İmam Humeyni ve Mücadelenin Devamı

          1971 yılının ikinci yarısında Irak Baas rejimi ile Şah rejimi arasında ihtilaflar doruk noktasına çıktı. Bu durum Irak’ta yaşayan çok sayıda İranlının çok kötü şartlar altında Irak’tan ihracına neden oldu. İmam Humeyni, bu duruma karşı sessiz kalamadı ve Irak cumhurbaşkanına hitaben bir telgraf göndererek, İran’lıların ihraç edilmesini kınadı. İmam Humeyni, Irak’ta oluşan yeni olumsuz şartlarda Irak’tan ayrılmaya karar verdi. Fakat o şartlarda İmam Humeyni’nin Irak’tan çıkmasının neden olacağı sonuçlardan korkan Baas rejimi yetkilileri İmam’ın Irak’tan çıkmasına izin vermediler. 1975 yılında 15 Hordad kıyamının yıldönümünde Kum kentinde Şah rejiminin işlediği cinayetin yıldönümü, medrese talebeleri tarafından anıldı. Düzenlenen etkinlikler adeta Şah rejimine meydan okuma düzeyindeydi. Kum kentinde düzenlenen gösteriler iki gün sürdü ve bu iki günde Kum kenti, ‘Kahrolsun Pehlevi Hanedanı! Yaşasın Humeyni!’ sloganı ile çınladı. Bu kıyamdan önce Şah rejimi düzenlenebilecek muhtemel gösterileri önlemek için seçkin alimleri ve siyasi liderleri tutuklamıştı. Ancak, Şah rejimi özel timinin bu girişimi de 15 hordad kıyamı yıldönümünün etkinliklerle anılmasına mani olamadı.

          Şah rejimi dine olan düşmanlığına paralel olarak 1975 yılında İslam Peygamberi’nin hicretini esas alan resmi takvimden, Hahameneşiler tarihini esas alan takvime geçiş yaptı. İmam Humeyni Şah’ın bu küstah hareketine de sert tepki göstererek bu girişimi kınadı. İmam, halkı bu takvimi kullanmamaya davet etti ve bu davet halk tarafından büyük destek buldu. Halk Şah’ın yönetimindeki partiyi boykot ettiği gibi Şahlık takvimini de boykot etti. Şah rejimi sözkonusu girişiminde de büyük bir hayal kırıklığı yaşadı ve rüsva oldu. Zira Şah ne yapsa İmam Humeyni onun girişimlerini bozabilecek güçte olduğunu ortaya koyuyordu. Ve sonunda Şah rejimi 1979’da sözkonusu takvim konusunda geri adım atarak Şahlık takvimini iptal etti.

          İslami Kıyamın 1978’de Doruk Noktasına Ulaşması

          Uluslararası gelişmeler ile İslam dünyasındaki olayları yakından takip eden İmam Humeyni, gelişmelerden İslami hareketin zafere ulaşması için yararlanmaya çalışıyordu. İmam 1978 yılında bir mesaj yayınlayarak, ülke içindeki ve dışındaki bütün öğrenci derneklerini, Şah rejimine karşı olan herkesi, vatanseverleri, kültür ve bilim çevrelerini, ülke içindeki ve dışındaki basın ile uluslararası kuruluşlar ve çevreler aracılığıyla Şah rejiminin işlediği cinayetlere karşı kıyama davet etti.

          Ekim 1978’de İmam’ın oğlu Ayetullah Mustafa Humeyni’nin şehadeti ve bu şehadeti anma merasimleri İran’ın dört bir yerinde ve özellikle de İran’ın dini ilimler merkezlerinde Şah rejimine karşı mücadelede ikinci merhalenin başlamasına neden olmuş, İmam Humeyni de o zaman bu gelişmeyi Allah’u teala’nın ilahi bir lütfu olarak nitelemişti. Ardından Şah rejimi o dönemin önemli tirajdaki gazetesi sayılan Ittılaat’a İmam Humeyni’yi tahkir eden bir makaleyi yayınlatarak intikam almayı hedefledi. Bu makalenin ardından Aralık 1978’de Kum kentinde Şah rejimi aleyhinde gösteriler oldu, ama Şah rejimi gösterileri geçmişte olduğu gibi çok sayıda göstericinin kanını akıtarak durdurmayı hedefledi. Ama Şah döktüğü onca kana rağmen kıyamın ateşini söndüremedi.

          İmam Humeyni’nin Irak’tan Paris’e Hicreti

          İran ve Irak dışişleri bakanlarının New York’ta yaptıkları görüşmede İmam Humeyni’nin Irak’tan sürgün edilmesi kararlaştırıldı. 24 Eylül 1979 tarihinde İmam Humeyni’nin evi Baas güçlerince muhasara altına alındı ve bu haberin yayılmasının ardından başta İran olmak üzere Irak ve İslam dünyasının diğer beldelerinde tepkiler yükseldi.

          4 Ekim 1979 tarihinde İmam Humeyni Irak’tan Kuveyt’e gitmek üzere ayrıldı. Ama Kuveyt devleti, Şah rejiminin mesajına binaen İmam’ın kendi topraklarına girmesine izin vermedi. Daha önce İmam’ın Lübnan veya Suriye’ye gideceği söyleniyordu. Ama İmam oğlu Seyyid Ahmed Humeyni ile meşveret ettikten sonra Paris’e hicrete karar verdi ve 16 Ekim 1979 tarihinde İmam Paris’e gitti.

          İmam Paris’e gittikten iki gün sonra Paris etrafındaki küçük bir yerleşim birimi olan Novfel Le Şato’da bir İran’lının evinde ikamet etmeye başladı. Fransa cumhurbaşkanlığının özel güçleri tarafından İmam’a, ikameti boyunca her türlü siyasi faaliyet yasağının olduğu bildirildi. Ama İmam Humeyni de, bu gibi kısıtlamaların demokrasiden dem vuran bir ülkenin sloganlarını ayaklar altına aldığını ve kendi kanunlarını çiğnemek manasına geldiğini bildirerek sert tepki gösterdi ve gerekirse başka bir yere gidebileceğinin mesajını verdi.

          İmam Humeyni, Aralık 1979’da İnkılab Şurası’nı teşkil etti. Şah da, Saltanat Şurası’nı teşkil ettikten ve Bahtiyar hükümetinin güvenoyu almasından sonra 16 Ocak günü ülkeden kaçtı. Bu haber önce Tahran olmak üzere İran’ın bütün şehirlerinde derhal yayıldı ve halk Şah’ın kaçışını sokaklara çıkarak kutladı.

          İmam’ın 14 yıllık Sürgünden Sonra İran’a Dönüşü

          Ocak 1979’da İmam İran’a dönme kararı aldı. Bu haberi duyan herkes sevinç gözyaşları döküyordu. Zira İran halkı 14 yıldır İmam’larından uzaktı. Ama İran halkı ve İmam’ın yakınları, İran’a dönmesi halinde onun can güvenliğinden endişe ediyorlardı.Ancak her halükarda İmam dönmeye karar vermişti ve İran halkına gönderdiği mesajlarda da, İran’ın geleceğini belirleyecek önemli günlerde İran halkının yanıbaşında olmak istediğini bildirmişti. Bu arada Bahtiyar hükümeti, havalimanlarını dışarıdan gelecek uçaklara kapatmıştı.

          Ama Bahtiyar hükümeti, ülke içindeki direnişe birkaç günden daha fazla dayanamayarak İran milletinin isteğini kabul etmek zorunda kaldı ve İmam Humeyni 12 Behmen 1357, 1 Şubat 1979 tarihinde 14 yıllık sürgün hayatından sonra ülkesine döndü. İmam Humeyni’yi karşılayan İran halkının milyonluk gösterisi o kadar gösterişliydi ki, Batı’lı medya kurumları bile bu gerçeği itiraf etmekten kendini alamadılar. İmam Humeyni’yi 4 ila 6 milyon kişinin karşıladığını ve artık İran’da yeni bir dönemin başlayacağının mesajını verdiler.

          İmam Humeyni’nin Rıhleti

          İmam Humeyni, hedeflerini, ülkülerini daha doğrusu neyi söylemesi gerekiyorsa söylemişti, üzerine düşeni en iyi şekilde yerine getirmişti ve amelde de hedeflerinin gerçekleşmesi için canı gönülden çaba göstermişti. Ama Haziran 1989’da, bütün ömrünü O’nun rızasını kazanmak için harcadığı ‘Dost’a gitmeye hazırlanıyordu. Zira İmam O’nun dışında hiçbir güç karşısında eğilmemişti. Ama artık İmam’ın, halkından ayrılma ve gerçek sahibine kavuşma vakti gelmişti. O da zaten vasiyetnamesinde şunları yazmıştı:

          “… Ömrümün şu son nefeslerinde, bu ilahi emanetin hıfzı ve bekasına yardımcı olacak hususlar ve onu tehdit eden tehlike ve engellerin bir kısmını şimdiki nesil ve gelecek nesiller için arzetmeyi bir vazife biliyor ve alemlerin rabbinin dergahından herkes için tevfik ve yardım niyaz ediyorum…”

          Günlerden 3 Haziran 1989 Cumartesi, saat 22.20... İmam’ın ayrılık zamanı... Milyonların kalbini ilahi nur ve maneviyatla aydınlatan bu büyük insanın kalbi nihayet durdu. İmam’ın yakınları tarafından hastaneye yerleştirilen kameralar, onun en zor ve güçsüz halinde bile yaratıcıya ibadetten bir an bile geri kalmadığını gösteriyordu.İmam’ın dudakları sürekli O’nun adını zikrediyordu. Son gecede, hem de 87 yaşında, bir kaç zor ameliyatı aynı anda geçiren bu büyük irfan ve aşk ehli, kollarına serum ve diğer malzemeler takılı olmasına rağmen gece namazı kılıyor, Kur’an-ı Kerim okuyordu. Ömrünün son saatinde ise tam bir melekuti huzur içinde sürekli Kelime-i Şehadet getirerek Allah’ın mübarek isimlerini fısıldıyordu.

          İşte İmam bu şartlar altında Hakk’a yürüdü. İmam Humeyni’nin rıhlet haberi duyulunca İran’da ve İslam dünyasında adeta şiddetli bir deprem olmuştu. İran’da ve dünyada radyo ve televizyon kanalları en önemli haber olarak İmam’ın rıhletini verirlerken, İmam’ı tanıyan, onun yolundan giden müslümanlar ise İmam’larının ayrılık haberi karşısında hüngür hüngür ağlamaktan kendilerini alamadılar.

          Hiç bir kalem ehli, İmam’ın vefatının İran ve dünya müslümanları üzerindeki etkisi ve oluşturduğu üzüntü ve duyguları gerçek manada anlatamaz. Zira İran halkı ve dünya müslümanlarının o duyguları ve üzüntüyü yaşaması en tabii haklarıydı. Çünkü, İmam Humeyni, onlara Allah yolunda cihad ve mücadelenin nasıl olacağını bu zamana kadar kimse ve kimselerin öğretemediğini bizzat amelde göstermiş; bu durum, İran ve dünyada önemli gelişmelerin yaşanmasına vesile olmuştu. Onlar, müslümanların yitirilen izzet ve haysiyetini yeniden kazandıran İmam’larını kaybetmişlerdi. Amerika ve Batı’lı ecnebilerin İran üzerindeki ellerini kesmişti. Dünyanın maddi ve şeytani güçleri karşısında onurlu bir şekilde durmuş, İslam’ın ihyası için mücadele vermişti. O İslam İnkılabı’nın zaferinden sonraki çetin günlerde, iç ve dış düşmanların başta darbe olmak üzere her türlü fitnesini önlemiş, dış güçlerce dayatılan 8 yıllık savaş döneminde de fevkalade basiretli bir şekilde başkomutanlık yapmış, dönemin Batı ve Doğu süper güçleri sayılan ABD ve Sovyetler Birliği’nin desteğindeki Irak Baas rejiminin bunca saldırıları karşısında, İslami İran topraklarını savunma konusunda zerre kadar geri adım atmamıştı. Ama artık halk, İslam uleması, İmam’dan ilham alanlar ve onu sevenler bu büyük liderlerini cismi olarak göremeyeceklerdi.

          Elbette İmam’ın rıhletinin ya da dünyamızdan ayrılışının İran halkı ve müslümanlar üzerindeki derin etkisini kavramakta zorlananlar, eğer İmam’ın cenaze merasiminde kalpleri dayanamayan çok sayıda insanın imamlarıyla birlikte vefatı, yüzlercesinin ise İmam’larının ayrılığı karşısında kalp krizi geçirerek klinikleri, hastaneleri doldurması, kadın erkek, yaşlı ve çocuk ayırımı olmaksızın herkesin aynı derdi paylaştığını gösteren o döneme ait filmler ve resimler o dönemi anlamakta zorlananlara yardımcı olabilir.

          Elbette ilahi aşkı bilenler ve tecrübe edenlerin böyle bir problemi yoktur. Gerçekte İran halkı İmam’larına aşıktı ve İmam’ın rıhletinin yıldönümü merasiminde “Humeyni’ye aşık olmak bütün güzelliklere aşık olmaktır” diyerek bu sevgiye daha bir güzellik katıyordu.

          4 Haziran 1989 tarihinde, İran’da rehberi seçme görevini uhdesinde bulunduran “Bilgeler Meclisi” toplandı. Toplantıda Ayetullah Hamenei’nin rahmetli İmam’ın vasiyetnamesini iki buçuk saatlik bir sürede okumasının ardından; İmam Humeyni’den boşalan rehberlik makamına, salahiyetli bir kişinin seçilmesi konusu ele alındı. Saatlerce süren oturum ardından dönemin cumhurbaşkanı Ayetullah Hamenei, rehberlik makamına seçildi. Ayetullah Hamenei’nin seçilmesinde önemli etkenler söz konusuydu. Ayetullah Hamenei, İmam’ın talebelerinden idi. İslam İnkılabı hareketinin içinde pişmiş ve her türlü sıkıntıya katlanmıştı. 15 Hordad faciasında yeralmış, İmam’ın bütün mücadelesine canı gönülden destek vermiş ve aynı zamanda bu yolda düşmanlar tarafından düzenlenen terörist saldırıda bedeninin bir bölümünü yitirmişti. Yani, İslam İnkılabı gazilerinden seçkin bir simaydı. Evet “Bilgeler Meclisi” böyle seçkin bir insanı çok önemli bir görev olan İslam İnkılabı Rehberliğine seçmişti.

          İran’da İmam Humeyni’nin siyasetleri karşısında ağır yenilgiler alan Batı’lılar ve onların yerli işbirlikçileri yıllardır İmam Humeyni’nin vefatını dört gözle bekliyorlardı. Zira onlar İmam Humeyni’nin yokluğunda İslam nizamının çökmesini arzu ediyorlardı.

          Ama, İran halkının ve ‘Bilgeler Meclisi’nin uyanıklılığı ve derhal rehberi seçmesi ve bu seçimin de İran’da İmam’ın takipçilerinin tamamının desteğini alması İslam İnkılabı düşmanlarının arzularını yeniden suya düşürdü. Hatta İmam Humeyni’nin vefatı, onun düşünce ve ülkülerinin sonu olmadığı gibi daha da geniş bir şekilde yayılmasını sağladı. Bu açıdan yeni bir dönemin başladığına şahid olundu. Zira düşünce, iyilik, maneviyat ve hakikat, fani değil, ölümsüzdür. Bu tarihte, İran kentleri, kasabaları ve köylerinden milyonlarca insan Tahran’a akın etti ve İmam’ın cenaze namazının kılınacağı Musalla mekanında, dünyaya ilahi adalet ışığını yeniden yansıtan, insanlığın karanlık ve sapık düşüncelerden kurtulması için çaba gösteren, dünyada İslami hareketi yeniden canlandıran İmam’larıyla son kez vedalaşacaklardı.

          İmam’ın cenaze merasimiyle ilgili olarak resmi bir teşrifat yoktu, her şey sade idi. Halkın gönlü nasıl istiyorsa öyleydi, gösterişten uzaktı. Halkın bu elem verici hadise karşısındaki duyguları tamamen objektif olarak yansıyordu. İmam’ın cansız bedeni milyonlarca aşk ehlinin arasında biraz yüksekçe bir yerde duruyordu. Herkes adeta kendi gönlünce İmam’ıyla söyleşiyor ve ona dua ediyordu. Derdini, üzüntüsünü döküyor ve ağlıyordu. Musalla meydanının etrafındaki caddeler ve otobanları ise İmam’ın cenazesi ve matem merasimine gelen yüzbinler, milyonlar doldurmuştu.

          Her yerde matemi gösteren siyah bayraklar, Kur’an-ı Kerim’den ayetler asılıydı, devlet daireleri başta olmak üzere evlerde ve her yerde Kur’an-ı Kerim okunuyordu. Bu arada Beheşti Zehra mezarlığında ise İmam’ın cansız bedeninin defnedileceği yerde de benzeri sahneler vardı. Aileler, kadın, erkek ve çocuklarıyla birlikte topluca, İmam’ları için Kur’an-ı Kerim okuyor ve dua ediyorlardı. Her yerde halka, onun ruhuna dua edilmesi arzusuyla yiyecek ve içecekler dağıtılıyordu. İran-Irak savaşında yaralanan gaziler ile diğer İslam erleri İmam’larından uzak ve yetim kalmanın üzüntüsünü, İmam’larının cansız bedenine bir kaç metre uzaklıktan dile getiriyorlardı. Hüngür hüngür ağlıyorlardı, zira onlar artık İmam’larını asla göremeyeceklerdi. Artık İmam’ın Cameran’daki evi, yetimler ve gazilerin dertlerini teskin edecek o yaşlı ama cesur, arif insandan yoksun kalacaktı.

          Milyonlar, İmam’ın cansız bedeniyle son geceyi onun yanıbaşında kalarak sabahladı. 5 Haziran 1989... Sabahın ilk saatlerinde milyonlarca insan, Ayetullah’il Uzma Golpayegani’nin imametinde, İmam’ın cenaze namazını kıldı.

          İran halkı, İmam’larını ebedi olarak Hakk’a uğurlarken de, adeta İmam’larının 14 yıllık sürgün hayatından İran’a dönüşünde karşıladığı gibi coşkulu bir katılım sergiledi. Milyonluk kitleler onu hamasi bir şekilde Hakk’a uğurladı. Adeta İran’da 1979’daki hamasi dönüşün tekrarı yaşanıyordu. Tarih belki de böyle coşkulu bir cenaze merasimi daha yazmayacaktı. Uluslararası haber kaynakları İmam’ın İran’a dönüşündeki kalabalığın 6 milyon insan olduğunu bildirirken, uluslararası medya kuruluşları şimdi cenaze namazına ise 9 milyon kişinin katıldığını belirttiler.

          Aslına bakılırsa İmam Humeyni’nin İran’a gelmesinden sonra, iç ve dış düşmanların neden olduğu başta 8 yıllık savaş olmak üzere diğer meseleler ve on binlerce İslam erinin savaşta şehid olması, ülkenin yine savaştan dolayı önemli bir bölümünün tahribata uğraması, ekonomik ve diğer sosyal sorunlar göz önüne alındığında mantıken halkın bitkin, yılgın ve İmam’larından uzak olması gerekirdi. Ama asla böyle olmadı, durum tam tersine gelişmişti. Zaten bu gelişme düşmanların son ümitlerinin de yokolmasına neden oldu. Yani İmam’ın rıhleti, İslam düşmanlarına gerçekte ağır bir darbe indirmişti. Hem de milyonluk kitlelerin İmam’larının yolunu sürdüreceklerine dair tekrarladıkları ahidle. Yeni nesil de İmam’ın şu ifadeleriyle ilahi mektebin terbiyesinden geçmişti: “Dünyada çekilen sıkıntılar, zorluklar ve fedakarlıkların ölçüsü, tamamen hedefin büyüklüğüne göredir.”

          Cenaze namazının kılınmasından sonra İmam’ın cansız bedeni, Beheşti Zehra mezarlığına taşındı. Duygu yüklü halkın büyük izdihamından dolayı, kalabalığı dağıtmak için defin işlemlerinin daha sonra yapılacağına dair açıklamalara rağmen, kalabalık dağılmadı ve defin işlemleri aynı gün öğleden sonra zorlukla yapılabildi. Milyonluk kitlenin İmam’ları ile vedalaşmasına dair görüntüler zaten medyadan saklı değildi ve bu görüntüler aslında bütün dünyaya İran halkının İmam’larının yolunu sürdüreceklerine dair yeni bir mesajıydı.

          Böylece, İmam Humeyni’nin rıhleti de tıpkı hayatı gibi, bir yeniden uyanış vesilesi olmuş ve onun yolu ve hatırasını ölümsüzleştirmiştir. Zira o, bir hakikat idi ve hakikat daima canlı ve ölümsüz kalacaktır.

          Yorum


            #6
            İmam Humeyni"nin İnanç, İdeal Ve Hedefleri Nelerdi?




            İmam Humeyni'nin (r.a) Örnek Hayatı
            İmam'ın Cesareti
            Tevazü
            Program ve Düzenlilik
            İmam'ın İnce Ruhluluğu
            İmam'ın Hayatında Sadelik ve Tutumluluk
            Başkalarını Gözetmek
            Kadının Önemi
            Çocuk Sevgisi
            Adalet
            İzzeti Nefs

            Tarih: 07.05.06
            Örnek İslami hayatıyla bütün müslümanlara ışık tutan Rahmetli İmam Humeyni'yi hem biraz daha olsun yakından tanımak hem de onun bu nurani hayatından ibretler alabilmek için, İmam'ın yakın dostları ve ailesinin dilinden bazı kesitler sunuyoruz. velfecr-araştırma
            İmam'ın Cesareti
            Şevval ayının 25'i 1342 (1964) yılında, İmam Cafer-i Sadık'ın şehadeti yıldönümünde Şah'ın özel harekât komandoları köylü kılığında Feyziyye medresesine saldırdılar ve üç gün boyunca halkı ve talebeleri dövdüler. O günün sabahı İmam'ın evinde merasim olduğunu biliyorlardı bu yüzden toplanan halkı dağıtmak için halkın arasına girerek İmam'ın evine gittiler. İmam bu durumu görünce kendisi kalkıp "Bir kanşıklık çıkarırsanız halka, sizi parça parça etmelerini söylerim" dedi. Onlar bunu işitince korkup teker teker dışan çıktılar.
            Şah'ın askerleri Feyziyye medresesine saldırdığı zaman ben İmam'ın yanındaydım, Şah askerlerinin medreseye saldırdığı ve bir grubu ikinci kattan aşağı attıklannı, yaşlıları dövdüklerini odalann kapılarını kırdıklannı ve ellerine geçen Kur'an'lan yaktıklarını ve halka Moğol ordusu gibi davrandıkları haberi geldi. Gün batımına yakın ardı ardına haberler İmam'ın evine saldırılacağı haberi geliyordu.
            Oradaki arkadaşlardan birisi kalkıp kapıyı kapattı, İmam kapının kapatıldığını anlayınca ayağa kalkarak şöyle dedi "Orada çocuklarım olan talebeleri dövsünler ve medreseyi yakıp yıksınlar ama burada benim evimin kapısı kapalı kalsın öyle mi?" Sonra evin kapısını açmaları için emir verdi. Daha sonra kendisi kapının önüne giderek dedi ki: "Bırakın isteyen herkes gelsin"
            Hacı Ahmed şöyle anlatıyor "İmam'dan şöyle bir soru sordum, Türkiye'ye sürgün edilirken uçağa bindiğiniz zaman kendinizi nasıl hissediyordunuz?" İmam şöyle cevap verdi: Sizin yanınızda nasıl ise, o zaman da öyle!''
            İmam,1343 (1965) yılında yaptığı bir sohbetinde şöyle buyurdu "Vallahi ben ömrümde korkmadım beni gece yarısı tutuklayıp götürdükleri zaman onlar korkuyorlardı ama ben onlara teselli veriyordum. Beni tutuklayıp Tahran'a götürürlerken önde oturanlardan birisi sağ taraftaki tuz gölünü arkadaşına gösterdi, çünkü devlete karşı şiddetli faaliyet gösteren bazı müminleri o göle atmışlardı. Eİliyle orayı gösterince kastının ne olduğunu anladım, ama ben ne onlarla yola çıktığımda korktum, ne de o gölü gösterdikleri zaman!"
            İmam, Şah'a karşı ilk konuşmasını yaptığı sıralarda devlet tarafından tehditler çoğalmıştı bazı geceler İmam'ın tutuklanma ihtimali vardı işte bu yüzden tutuklamak için geldikleri zaman İmam'ı bulamamaları için yerini değiştirip başka bir yerde uyumasını istiyorduk, Fakat İmam asla kabul etmiyor ve yerini değiştirmiyordu. 15 Hordat gecesi İmam'ı tutuklamak için geldikleri zaman evde çalışan Meşhedi Ali'yi dövdüler. İmam gürültüyü işitince bağırarak şöyle dedi "Bu yaptığınız vahşilikler de nedir böyle?, Ruhullah Humeyni benim! Başkalarına neden zarar veriyorsunuz?"
            İmam, Ayetullah Hairi ve Ayetullah Burucerdi zamanında İslami faaliyetlerin başında gelirdi.
            Örneğin Ayetullah Burucerdi zamanında gelişen bazı siyasi olaylardan dolayı din âlimleri arasından birinin Şah'la yüz yüze konuşması gerekiyordu ve bu âlim diğer âlimlerin sözlerini çok açık ve net bir şekilde Şah'a söylemeliydi bu âlim Ruhullah Humeyni'den başkası değildi.
            İmam Şah'la yaptığı iki görüşmede âlimlerin sözlerini tamamen iletti ve Şah'ı kullandığı siyasetten dolayı ikaz etti. 14 Hordat 1342 yılında (yani kanlı 15 Hordat olaylarından bir gün önce) Şah'ın özel harekât komandolan İmam'ın konuşma yaptığı topluluğu dağıtmak için Kum'a gelmişlerdi. Bir grup İmam'ın yanına giderek şöyle dediler "Hayatınız tehlikededir eğer mümkünse bu gün dışan çıkmayın" İmam onlara cevabında "Hayır herkesin beni görmesi için üstü açık bir jiple konuşmaya gideceğim" dedi.
            Tevazü
            İmam, öğrencilerine ve hatta toplumsal ve ilmi yönden kendisinden aşağı derecede olan insanlara karşı her zaman alçak gönüllü davranırdı.
            Yıllar önce yaz aylarında Azerbaycan'a giderdim, İmam, Azerbaycan ile ilgili önemli bir konuda beni yanına çağırdı, konuya başlamadan önce bana hitaben dedi ki "Size zahmet verip buraya kadar getirdiğim için özür dilerim." İmam'ın bu sözleri beni öyle etkiledi ki ağlamaya başladım ve kendi kendime "Allah'ım böyle azametli bir insan nasıl bu kadar mütevazı olabiliyor?" dedim.
            İmam selam vermekte herkesten önce davranırdı, başkalannın yanına gittiği zaman onlardan önce selam verirdi. Bütün süper güçlerin adını işittiği zaman korkuya kapıldığı o büyük ve azametli insan o kadar yumuşak ve merhametli idi ki, eğer çocuklara dahi rastlasa selam verirdi. Gece namazına kalktığı zaman kimsenin rahatsız olmaması için lambayı yakmazdı küçük bir el lambası ile karanlıkta abdest alır, namazını kılardı ve yine kimsenin rahatsız olmaması için ağır adımlarla yürürdü.
            İmam bütün çocukların özellikle en büyük oğlu şehid Mustafa'ya çok ihtiram gösterirdi. Bazen İmam, bir bahaneyle mutfağa gider ve bize çay getirirdi, tabi biz İmam'ın bu davranışından dolayı çok utanırdık fakat İmam bununla bize çocuklara güzel davranmanın ne olduğunu öğretirdi.
            İmam'ın özelliklerinden başkabirisi de, övülmeği sevmemesiydi. Bazıları konuşmalarında İmam'ı çok över veya çok aşırıya kaçarak gerçek dışı bazı şeyler söylerlerdi. İmam, onları çağırır şöyle söylerdi "Niçin aşırıya kaçıp beni olduğumdan farklı göstermeye çalışıyorsunuz?"
            Bir gün İmam'ın karşısında konuşma yapan birisi İmam'ı çok övdü, İmam, orda itiraz ederek şöyle dedi: "Niçin aşırıya kaçıyorsunuz?"
            İmam, halkla olan görüşmelerinde dahi böyle davranırdı ve her zaman şöyle söylerdi: "Halka söyleyin benim için söyledikleri sloganlarda aşırılığa gitmesinler, bu sloganları benim için değil İslam için söylesinler!"
            İmam bazen damadının evinde kalıyordu, o günde bir şehid hanımı iki çocuğuyla İmam'ın evine geldi. Havanın soğuk olması ve yolun uzaklığı, iki çocuğuyla gelen bu hanımın sıkıntı
            içerisinde olduğunun bir göstergesiydi. O hanım İmam'ı görmekte ısrar ediyordu, kapıcı ise İmam'ın evde olmadığını söylüyordu, buna rağmen o,İmam'ı görmekte ısrar ediyordu. O sırada İmam'ın oğlu Hacı Ahmed geldi ve o kadın İmam'ı görmek istediğini ona söyledi, O da beni çağırdı ve dedi ki "Arabayı getir ve bu bayanla çocuklarını İmam'ın kaldığı eve götür."
            Ben onları İmam'ın kaldığı eve götürdüm ve İmam'ın torunu Ali'ye dedim ki "İmam'a bir şehid ailesinin onu görmek istediğini ve uzak yoldan geldiklerini haber ver" Ali çabucak gidip İmam'a haber verdi. İmam ayağa kalkarak onları içeri davet etti ve onları güler yüzle karşıladı ve dedi ki "Niçin bu soğuk havada çocukları buraya getirdiniz, ben kimim ki neden beni görmek için bu kadar zahmete katlandınız?"
            Daha sonra çocuklarla ilgilenmeye başladı bu arada kadın, kocasının tağut rejimle çarpışmada şehid olduğunu söyledi ve çocuklarının sorumluluğunun üzerinde kaldığını söyledi.
            İmam dedi ki "Eğer bir ihtiyacınız varsa söyleyin yerine getirsinler" kadın, ağlayarak dedi ki "Ağa bizim tek arzumuz sizi görmek ve elinizi öpmekti." İmam, ısrarla herhangi bir sıkıntısı olup olmadığını sordu. Ve kadın aynı şeyleri tekrarladı.
            İmam, bana dedi ki "Siz gidin arabanın klimasını çalıştırın çocuklar üşümesin ve nereye gitmek istiyorlarsa götürün."
            İmam'ın misafirlerinin çok olduğu bir gün, yemek yenildikten sonra tabakları topladım mutfağa götürdüm. Zehra (İmam'ın torunu) ile bulaşıkları yıkamaya hazırlandık, o sırada İmam'ın mutfağa geldiğini gördük, İmam'ın neden mutfağa geldiğini Zehra'dan sordum, sormakta haklıydım çünkü İmam'ın abdest saati değildi. İmam, kollarını sıvayarak şöyle dedi: "Bu gün bulaşıklar çok olduğu için size yardım etmeye gel dim." İmam'ın bu sözünden sonra bedenim titremeye başladı, "Allah'ım ne görüyorum, İmam bulaşık yıkıyor!" Zehra'ya dedim ki ne olur İmam'dan dışarı çıkmasını isteyin, bizim kendimiz bulaşıkları yıkarız. Bu benim için beklenmedik bir şeydi. Oysa bazı erkekler kendi evlerinde misafir gibiler, bütün işleri hanımlarının yapmasını bekliyorlar. İmam'ın bu yaşantısı bizim için örnek ve ders olmalı zira İmam gibi manevi ve ruhi yönden azamet sahibi bir insan bulaşıklara yardım etmek için mutfağa geliyor.
            Ben İmam'ın hayatı boyunca bir kez dahi birisi ile yüksek sesle konuştuğunu görmedim, bir işçinin adını dahi basit bir şekilde söylemez ve birini çağırdığı zaman onları ziyarete gider hal ve hatırlarını sorardı. İmam'ın bu ilgisi onları çok sevindirirdi.
            İmam'ın yaşam tarzı halkın seviyesindeydi normal halk gibi yaşardı. İbadet ve dersten başka bir uğraşı yoktu. Yani tam anlamıyla bir talebe hayatı vardı. Ev eşyası hep aynıydı ve asla normalin üstünde bir yaşantıya sahip değildi. İşte bu yüzden ilmi çalışmaları ve mütalaası çok fazlaydı, odaya girdiğiniz zaman kitapların içinde kaybolduğunu görürdünüz, her zaman yerde oturmuş önünde masası ve etrafında üst üste serili kitapları dururdu.
            15 yıl İran halkı İmam ve önderlerinin yüzünü görmek için sabırsızca bekliyorlardı, İmam'ın geliş haberinin nasıl bir yankı yapabileceğini tahmin edebilirsiniz. İmam'ın gelişine yakın zamanlarda halk karşılama törenleri hazırlıyorlardı. Ben İmam'ın bürosundaydım, şehid Behişti telefon açtı ve dedi ki "İmam'ın gelişinden dolayı program yapıldı ve İmam'ın haberi olsun diye dedi ki "'Havaalanına halı sermek istiyoruz ve İmam'ın konuşma yapacağı yere kadar ışıklandırma yapacağız. İmam geldikten sonra havaalanından helikopter ile konuşma
            yapacağı yere götürülecek vs." Söylenenlerin hepsinin İmam'ın yanına giderek anlattım ve İmam her zaman ki gibi sözüm bitene kadar dinledikten sonra o kararlı ve açık konuşması ile başını kaldırarak şöyle dedi "Git onlara de ki "Bu ne haldir böyle, Kimi İran'a götürüyorlar? (böyle şeylere) asla gerek yok. Bir tane talebe İran'dan çıktı ve aynı talebe İran'a geri dönüyor. Ben kendi halkımın arasında olmak istiyorum (konuşma yapacağım yere) onlarla gitmek istiyorum, ayaklar altında ezilsem dahi."
            İmam, Paris'ten daha yeni dönmüştü o zaman ilk olarak refah okulunda kalıyordu. Halkı büyük bir şevk kaplamıştı "Allah-u Ekber Humeyni rehber!" sloganları atılıyordu. Ben, okulun hizmetlisi idim. İmam'ın okulda olduğunu biliyordum fakat hangi odada olduğunu bilmiyordum, odalardan birinin kapısını çaldım ardından, "Allah'ın kulu" diye cevap geldi. Ben İmam'ın olduğunu anladım ama içeri girip konuşmaya cesaret edemedim.
            İnkılâptan sonra Londralı bir bayan gazeteci İmam'la röportaj yapmak için Kum'a geldi ve ben Londra'da bulunduğum zamanlar beni tanıdığı için bizim eve geldi. İmam, Tahran'a götürülmeden önce ben İmam'ın damadına bu bayan gazetecinin çok sorusu olduğunu ve İmam'dan sormak istediğini söylemiştim fakat İmam, röportaj yapmayı kabul etmemişti.
            Bir akşam İmam bizim eve geldi tesadüfen o bayan gazeteci de bizdeydi. İmam geldiği zaman, bütün sorulannın cevabını bulmuştu. Büyük bir şaşkınlıkla "Nasıl olur da böyle sade bir şekilde buraya geliyor?" dedi. "Evet İmam, talebelerin evlerini ziyaret eder" dedim. O da aynı şaşkınlıkla "Dünya'da bu kadar yankı yaratan birisi hiçbir ön hazırlık olmadan kalkıp buraya nasıl gelebilir?" dedi. İmam'ın bu davranışından sonra o bayanın İmam'a karşı ilgi ve alakası daha çok artmıştı.
            İmam bir gün namazdan dönerken ben yanında olduğum için benim elimden tutmuştu (nasıl olduysa) İmam aniden elini elimden çekti, ben İmam'a olan sevgi muhabbetimden dolayı, birden elimi bırakması beni üzdü ve kendi kendime "acaba ne hata ettim de İmam böyle davrandı?" diye düşündüm. Eve geldikten sonra arkadaşlardan birisine dedim ki "imam'a git ve sor acaba benim bir hatamı mı gördü de o şekilde elini elimden çekti?" Arkadaşım İmam'a bunları söyledikten sonra İmam beni çağırttı ve yanına gittiğimde bana şöyle dedi: "Anlaşılan benim davranışımdan rahatsız olmuşsunuz." Ben "Sizin benden rahatsız olduğunuzu sandım" dedim. İmam, "elimi çektiğim zaman dikkat etmedim o kalabalıkta farkında değildim eğer elimi çekmemle sizi üzdüysem beni affedin" dedi. Ben, "Sizin benden rahatsız olduğunuzu düşünerek üzülmüştüm" dedim. Kalkıp gitmek istediğim zaman İmam dedi ki "Beni bağışladın mı?"
            Biz savaş yıllarında (İmam'ın ailesi) evde toplanır cephede savaşan askerler için bir şeyler yapardık, bazılarımız yorgan diker bazılarımız ise kuru yiyecekleri küçük ambalajlar halinde hazırlardık, İmam bizleri böyle gördüğü zaman çok mutlu olur ve çoğu zaman kendisi de yanımıza oturur bize yardım ederdi. Bir gün İmam'a dedim ki "İzin verin bu hazırladığınız poşetin arkasına, "Bu paket İmam'ın eliyle hazırlanmıştır!" yazalım ve bunu alan askeri sevindirelim." İmam, buna izin vermedi.
            Bir gün devlet sorumlularından birisi İmam'la görüşmek için içeri girdi yanında yaşlı babası vardı, arkadaş dışarı çıktıktan sonra şöyle dedi: "Ben İmam'ın odasına babamdan önce girdim, Babamı İmam'la tanıştırdım. İmam bana bakarak şöyle dedi "O baban mı?" evet deyince "Öyleyse neden babandan önce içeri girdin?" dedi.
            İmam, işlerinin yoğunluğuna rağmen en ufak ahlaki konuya dahi (birinin babasından önce bir
            odadan içeri girmesine) dikkat ediyordu.
            Bir zamanlar imam, devletin yiiksek kademelerinden bir sorumludan razı değildi ve onun hakkında "Bu kimdir neden onu görevden almıyorsunuz?" demişti. Hepimiz İmam'a, "izin verin araştıralım" diyorduk. Fakat İmam, hayır onu en kısa zamanda görevinden almamızı istiyordu. Ben dedim ki "İmam, bizim için sizin her söylediğinizin doğru ve yerinde olduğu ispatlanmış olmasına ragmen bu konuda biz görüş birliğine vardığımız için sizin bu konuda yanıldığınızı düşünüyoruz. İmam güldü ve şöyle dedi: "Bu kez yine benim söylediklerim doğrudur ve benim haklı olduğumu göreceksiniz." İmam o şahısın şimdilik görevde kalmasına izin verdi.
            Bu olaydan sonra bir ay geçmemişti ki o sorumlunun çok kötü davrandığını gördük ve görevden almak zorunda kaldık, İmam'ın yanına gidip selam verdikten sonra "Size bir şey söylemek istiyorum ama müjdemi isterim" dedim. İmam "tamam söyle" dedi. Ben,"Önce müjde vereceğinize söz verin" dedim. İmam "tamam müjdeni vereceğim konuyu söyle" dedi. Ben, yine de siz haklıydınız söylediğiniz o şahıs görevden alınmalıydı ve alındı.
            Program ve Düzenlilik
            İmam çok düzenli idi, sabah kalktığı saatten akşam vaktine kadar hiç bir işi düzensiz ve programsız değildi. Kitap okuması vaktinde idi, kısacası bütün işleri hatta ibadeti dahi belirli saatlerde idi. Bu yüzden biz İmam'ın hangi saatte ne yaptığını biliyorduk. Ve imamı görmek istediğimiz zaman dinlenme saatinde gidiyorduk. Aksi takdirde diğer saatlerde, örneğin ibadet ve ders saatlerinde imam meşgul olduğu için gidemiyorduk. İmam dinlenme saatlerinde 15-20 dakika yürüyüş yapardı ve biz imam yürürken yanına gider sorumuzu sorar veya sohbet ederdik.
            İmam her zaman talebeleri düzenli olmaya çağırırdı ve her işin vaktinde yapılması gerektiğini vurgulayarak şöyle söylerdi: "Sizin vaktiniz ve işiniz, onları düzene koyduğunuz zaman bereketlenir."
            İmam her zaman sabah namazından önce kalkıp gece namazı kılardı daha sonra sabah namazını kıldıktan sonra biraz dinlenir ve kitap okurdu. Ve kahvaltıdan sonra saat 11 'e kadar devlet sorumluları ile görüşme yapardı. 15-20 dakika dinlendikten sonra namaz için hazırlanırdı, namazı kıldıktan sonra öğlen yemeğini yer ve dinlenirdi.
            İmam'ın kendine has programı vardı yani her yaptığı işin belirli bir zamanı vardı. Eğer birine söz vermişse onu asla geciktirmezdi. İmam gençliğinden beri diizenli ve tertipli olmakla tanınıyordu; başarısının sırlarından birisi de diizenli olması idi.
            imam o kadar diizenliydi ki eğer yemek saatinden 5 dakika geçse ve imam gelmeseydi herkes imamın odasına koşardı ve mutlaka birisinin imamı geciktirdiğini göriirdük.
            İmam'ın kendine özgii özelliklerinden biriside günliik programlarının diizenli olması idi. İmam, giiniin biitiin saatlerinde belirli programları vardı, öyle ki mütalaası, ibadeti, duası, Müslümanların ve İslam devletinin sorunlarıyla ilgilenmesi, uykusu ve şahsi işleri programlı ve belirli saatleri vardı. İşte İmamın bu özelliği ömrünün her dakikasından faydalanmasını sağladı.
            Allah şahittir imam asla hedefsiz yaşamadı. Bazen eğer boş olduğunu görseydiniz mutlaka bir şey hakkında düşünüyordu. Bütün bir gün boyunca uğraşıyor ve çalışıyordu. Yani bir anını dahi boş geçirmiyordu. İmam 24 saat boyunca yarım saat yürüyüş yapıyordu. Bir Cuma günü imam bahçede yürüyordu ben ve hanımım (İmam'ın kızı) kanepenin üzerinde oturmuştuk, İmam'ın yürüyüşü bittikten sonra her zaman oraya oturur iki bardak çay içerdi. Hanımım İmam'a "baba çayınızı getireyim mi?" dedi, İmam saatine bakarak şöyle dedi "Daha birkaç dakika var''
            Kesinlikle İmam'ın başarısının sırnnın vaktini ve işlerini düzenlemekte ve bu konuda olan disiplininde olduğunu söyleyebilirim. Öyle ki ömrünün bir dakikasını bile bu yüzden boş geçirmemiştir. İmam'ın bütün işleri düzenli ve saatinde yapılırdı, işleri o kadar dakik idi ki talebeler saatlerinin imamın işlerine göre ayarlıyorlardı. İmam dersine geç gelen öğrencileri bu konuda ikaz ederdi. Zira İmam'ın talebeliği zamanında derslere zamanında gelmesi meşhurdu.
            İmam, Türkiye'ye sürgün edildiği zaman sürgünde olmasına rağmen Türkiye'ye girer girmez kâğıt kalem istemiş ve Türkçe öğrenmeye başlamıştı. Bu konu İran rejimini bayağı tedirgin etmişti zira onlar İmam'ın hareketlerini en ince ayrıntısına kadar inceliyorlardı ve imamın niçin bu kadar acele Türkçe öğrenmek istediğini merak ediyorlardı. İmam, Türkiye'de öyle bir iş başardı ki ehl-i beyt uleması tarihinde bunun bir eşi ve benzeri yoktu. Zira İmam, Türkiye'de "Tahriru'l Vesile" adında bir kitap yazarak İslam'ın ibadet boyutundaki hükümleri ile siyasi boyutundaki hükümlerini birleştirerek yazdı ve o kitapta İslam âlimlerinin küfür düzeni karşısındaki konumunu şöyle belirtiyor "Eğer bir İslam alimi hâşâ küfür düzenine yakınlaşırsa (onun emri altına girerse) o fasid bir âlimdir, kandırılmış ve satılmıştır" İmam halkı bu gibi âlimler karşısında sürekli aydınlatıyordu.
            İmam her işini programlı yapardı, hatta abdest tazelemesinin bile belirli bir vakti vardı. Hatırlıyorum da İmam'ın Paris'te kaldığı evin karşısındaki bir evde arkadaşlarla konuşma kasetini kaleme alıyorduk, aniden İmam'ın abdest saati olduğu aklıma geldi ve gidip tuvalet temiz mi diye kontrol etmem gerektiğini düşündüm, benim sorumlu olduğum evin düzensiz olmasını istemiyordum, arkadaşlar dediler ki "Aman be bunun da (tuvaletin) saati mi olurmuş?" Fakat ben gittim ve oralan temizledim tarn o sirada imam geldi.
            imam her zaman saat dokuzda akşam yemeği yiyordu, bir gün şehid Mufetteh'in konuşmasını ve halkın yürüyüşünü içeren bir video kaseti getirdiler ben de diğer arkadaşlarla beraber bu kaseti seyretmek istiyordum, bu yiizden biraz erken İmam'ın yanına gittim ve dedim ki 'Hacı ağa akşam yemeğini getirdim, İmam saatine bakarak dedi ki "Akşam yemeğine daha yirmi dakika var''
            imam her zaman saat onbirde yatıyordu tarn saat üç'te uyanıyordu, ben İmam'ın yattığı odanın önünde yatıyordum zira İmam'ın odası bahçeye doğru idi ve ben güvenlik yönünden emin değildim bu yiizden İmam'ın odasının öniinde yatıyordum. Her gece saat iiçte uyanıyordu ve ben Kuran ve dua kitabının kâğıdının sesinden veya ibadetinin sesinden uyandığını anlıyordum. İmam'ın, saat iiçten beş dakika erken veya geç uyandığını hatırlamıyorum. İmam'ın vakit diizeni konusunda görüşii şuydu; eğer insan vaktini programlarsa tabiatı ile o bu programa uyum sağlayacaktır. Ve bu konu sadece benim için değil, İmam'ı tanıyan herkes için bilinen bir şeydi. Fransa polisi dahi bize şöyle söylüyordu: "Hatta biz dahi saatlerimizi İmam'ın hareketleri ile ayarhyorduk!"
            İmam'ın şehit olan oğlu Mustafa'yı defin ve ziyaret ettikten sonra eve geldi. İmam'ın günliik
            programında kitap okuma saati idi, gelip oturduktan sonra saatine baktı daha sonra kitabını eline ahp okumaya başladı. İmam'ın oğlu Ahmed bu konuyu şöyle anlatmıştı:
            "Ben İmam'ın elinde aldığı kitabı nereye kadar okuduğunu biliyordum zira kardeşimin şahadetinden bir gün önce bakmıştım İmam şehid olan oğlu Mustafa'yı defin ve ziyaret edip geldikten sonra her gün okuduğu sayfa sayısı kadar okudu ve sonra programında yer alan başka bir işe başladı. Böyle bir musibet bile İmam'ı günlük programından alıkoymadı ve düzenini bozmadı.
            İmam'ın oğlu Mustafa şehid olduğu gün biz İmam'ın cemaat namazı için camiye gitmeyeceğini düşündük, ama ezan okunduğu zaman İmam kalkıp abdest aldı ve dedi ki "ben camiye gidiyorum." Ben oradakilerden birisine dedim ki, "çabuk git caminin hizmetçisine haber ve seccadeyi sersin", O arkadaş caminin hizmetçisini bulamayınca etrafta evi olan arkadaşların birinden seccade ahp camiye sermişti. Halk camiye akın etti. Biz, Imam ile beraber camiye gittiğimiz de halk ağlıyordu. İmam halkın arasından geçerken Araplar şaşkın bir şekilde birbirlerine "Humeyni asla ağlamadı" diyorlardı.
            İmam'ın uykusu belirli bir vakitte başlıyordu, gece saat ikide gece namazı kılmak için uyanıyordu. Hastanede kontrol altında iken İmam'a uykuya geçmesi için ilaç verdikleri halde imam gece yansi uyamyor ve gece namazının vaktinin gelip gelmediğini soruyordu ve bu İmam'ın vaktinin nasıl düzenli ve tertipli olduğunu ve bedeninin bu düzene nasıl alıştığını gösteriyor.
            İmam'ın İnce Ruhluluğu
            İmam Paris'te iken Hz. İsa'nın doğum gününde şöyle buyurdu: "Komşular bu gelgitten ve kalabalıktan rahatsız oldular, en iyisi onlara birer hediye alıp gönderin ve benden tarafta özür dileyin" Arkadaşlar birkaç kutu çikolata alıp geldiler, İmam, ne aldıklarını sordu onlarda kutuları İmam'a gösterdiler, İmam dedi ki: "Avrupalılar gülü çok severler bu yüzden birkaç tane gül gönderin."
            O bayram gecesi komşulara hediyeleri dağıttık, o günün sabahı sokak gazeteciler ve halkla dolmuştu ben arkadaşların birisinden ne olduğunu sordum, dedi ki: "Gazeteciler dun gece gönderilen hediyeler hakkında röportaj yapmak için gelmişler" İmam'la röportaj yaptılar ve İmam, Hz. İsa hakkında bazı noktalara değindi, İmam'ın bu davranışının tebliğ yönü bundan önceki röportajlarla kıyaslanamayacak kadar çoktu.
            Bir gün köydeki arkadaşlardan birisi İmam'dan, namaz kılarken giyindiği herhangi bir elbisesini istedi, ben söylemeye utandığım halde ısrarları karşısında söylemeye mecbur kaldım. İmam'ın yanına gittiğimde işim bittikten sonra dedim ki: "Ağa başka bir konu daha var benim söylemem lazım fakat siz nasıl uygun görürseniz öyle yapın, arkadaşlarımdan birisi sizin namaz kılarken giyindiğiniz elbiselerinizden bir tanesini istiyor." Ben sözümü bitirdikten sonra, İmam güler yüzle "Sorun değil" dedi ve orada olan başka birisine seslenerek, "Benim Abamı getir "dedi. Ben çok şaşırdım böyle azametli birisi, bir köylünün isteği karşısında böyle güler yüzlü davranıyor ve elbisesini veriyor. Birkaç gün sonra abayı o köylüye gönderdim ve buna çok sevindi.
            Bir gün bir iş için İmam'ın yanına gitmiştim, konuşmamın sonunda dedim ki "Eğer mümkünse sizden hatıra kalması için bize bir hediye verin" İmam, "sorun değil" dedi. Birkaç
            gün sonra İmam tarafından bir telefon geldi, şöyle deniyordu: "İmam size bir hediye gönderdi.Ne ne olduğunu sordum o, "üzerinde 'Allah' yazılı bir plaket ve arka tarafına ise size hediye edildiğine dair bir not" olduğunu söyledi.
            Bir iş için İmam'ın yanına gitmiştim konuşmam bittikten sonra İmam'a dedim ki: "Eğer mümkünse aileme sizin hatıranız olarak kalacak bir şey verin" İmam kabul etti. Birkaç gün sonra İmam tarafından birisi telefon açtı ve dedi ki "İmam sizin için bir hediye göndermiş" ne olduğunu sordum, "Üzerinde Allah yazılı bir plaket olduğunu ve arka tarafına ise, sana ve ailene İmam tarafından hediyedir yazısı olduğunu söyledi.
            İmam, günde üç kez yürüyüş yapıyordu ve bu vakitler İmam'la konuşmakta en değerli vakitlerdi, bir gün İmam'la yürürken İmam şöyle sordu: "Bu gonca kaç gündür açmış biliyor musun?" Ben de "hiç dikkat etmediğim için bilmiyorum" dedim, İmam, "Ben her gün buna bakıyorum ve buradan her geçtiğimde ne kadar değiştiğini görüyorum şimdi tarn olarak iki buçuk günlük." dedi.
            Bir defasında bir goncanın karşısında oturup şöyle dedi "Ben her defasında yeni açan bu güle baktığımda kendi kendime diyorum ki, 'Bu Ali'dir' (İmam'ın küçük torunu) ve çok yavaş açılıyor. Onun biraz yukarısında bir gül daha vardı, solmuş yaprakları da birazcık dökülmüştü, İmam onu göstererek dedi ki "O gül de benim artık, soldum ve gidiyorum, Bu ikisi arasında bir ilişki görüyorum birisi daha yeni açarken öteki solup gidiyor."
            Bir gün bahçede yürürken İmam şöyle sordu: "Söyle bakalım bu ağaçların hangisi daha güzel?" Ben şimdiye kadar hiç dikkat etmediğim için öylesine "bu ağaç daha güzel" dedim. İmam "Gelişigüzel söyleme bu ağacın güzelliğine ne delilin var, birkaç gün düşün" dedi Ben dedim ki "Çünkü bu ağaç daha yeşil." İmam, "Hayır git düşün bakalım bir ağacın güzelliği neyindedir, dallarının duruşunda mı, gövdesinin şeklinde mi yoksa yapraklarında mı ?" Bahçenin bir köşesinde bir ağaç vardı onu göstererek şöyle dedi "Güneş doğmadan önce bu ağacın ne kadar güzel olduğunu bilemezsin, güneş doğduğu zaman ağaca yansıyor ve ağaç çok farklı bir güzelliğe bürünüyor''
            Evin alışverişini ben yapıyordum, alınacak şeyleri liste halinde yazar İmam'a gösterirdim ve tutarı kadar para alır çarşıya çıkardım. Bir gün alınacak şeyleri yazdım ve İmam'ın yanına götürdüm ve toplamının miktarını söyledim, İmam, listeye bakınca "yanlış hesaplamışsın" dedi. Ben, yeniden hesap yaptım ve doğru topladığımı söyledim, İmam, hiçbir şey söylemeden parayı verdi, ben çarşıya çıktım alışverişi bitirdikten sonra bir miktar paranın arttığını gördüm sonra toplamadan 9 frankı 90 frank olarak hesapladığımın farkına vardım. Dönüşte İmam'ın yanına gittim ve dedim ki: "Hacı ağa ben hesaplamada hata yapmışım bu kadar para arttı."
            İmam dedi ki "Ben, sabah yanlış hesap yaptığın farkındaydım fakat senin kendinin bu hatanın farkına varmanı istedim."
            Bu çok zarif bir noktaydı, eğer imam, sabah bana ısrarla hata ettiğimi söyleseydi ben o evde bana güvenilmediğini zanneder ve hizmet etmekten soğurdum.
            Savaş başladıktan sonra birçok kötü haber geliyordu. Ama İmam asla onları bize söylemezdi. Bazen odasına çekilirdi. O zaman birinin kötü bir haber getirdiğini anlardım. Ama sorduğum zaman şöyle cevap verirdi "Söyleyip seni iizmeye ne gerek var?"
            Diğer taraftan, eğer güzel bir haber gelseydi, kapıdan girer girmez bizi çağırır "gelin size güzel bir haberim var" derdi. Güzel haberi başkaları ile paylaşır kötü haberi kimseye söylemezdi.
            İmam hayvanları çok severdi bu onun ince ruhlu ve duygusal olmasından kaynaklanıyordu. İmam'ın bahçesinde kedi çoktu İmam ne zaman yemek için odaya gitse bütün kediler kapının arkasında toplanırdı, İmam yemeğinin etini kedilere verir ve yemeğin suyuyla biraz pilav yerdi. Ben İmam'ın kediler toplandığı zaman yemeğinin etini yediğini hatırlamıyorum. Bir gün İmam, yine yemeğinin etini kedilere verdi, annem dedi ki "Ağa neden bu pahalılıkta yemeğinizin etini kedilere veriyorsunuz'?" İmam şöyle söyledi "Bu kedilerin senden farkı ne? Onlar da nefes alıyor sen de nefes alıyorsun, eğer biz buna yemek vermez isek kim verecek?"
            Aynı İnsan bir taraftan Salman Rüştü'nün ölüm fermanını verirken diğer taraftan hayvanlara ve Allah'ın yarattığı mahlûklara böyle davranıyor. İnanamıyorum nasıl oluyor da bu iki zıt kutup bir insanda toplanıyor.7
            İmam, sinekleri odadan dışarı çıkarmak istediği zaman sinek kovan ile dışarı çıkarırdı, asla onları sinek ilacı veya başka bir şeyle öldürmezdi.
            İmam'ın Hayatında Sadelik ve Tutumluluk
            İmam evlendiği zaman Kum'da bir ev tutmuştu. İmam'ın evine aldığı ilk ev eşyalarını hanımı şöyle anlatıyor: "İmam'ın medreseden eve getirdiği ilk ev eşyaları şunlardı, bir kilim, bir yatak, yemek pişirmek için bir tüp, iki tane gaz lambası, küçük bir tencere, demlik ve birkaç tane bardak''
            İmam'ın yiyeceği çok sade idi. Çoğu zaman sabahlar ve hatta Ramazan ayında dahi sahurda ekmek peynir yer ve çay içerdi. İmam'ın hanımı hasta olduğu için oruç tutmazdı, evde çalışan kadın, İmam kalkıp çağırdığı zaman uyanamadığı için İmam, kendisi kalkar semaveri yakar ve sofrayı hazırlardı.
            İmam, Kuveyt sınırından geri çevrildiği zaman, Bağdat'a geri döndüğü günün sabahsı Paris'e gideceği için o gece bir otelde kaldı. İmam'ın kaldığı otel çok modern ve lüks idi. (Irak devleti tarafından tutulmuştu) ve bütün turistler orada kaldığı için personelin hepsi İngilizce konuşuyordu. İmam için otelin bir katını boşaltmışlardı, akşam yemeği vakti gelince otel çalışanlarından biri, İmam'ın akşam yemeğinde ne almak istediğini sormak için odaya geldi. İmam dedi ki "Ekmek ve biraz yogurt, bende de kuru üzüm var." İmam'ın bu sözü yemek siparişi almaya gelen Iraklı için çok şaşırtıcı bir şeydi zira böyle büyük bir insanın bu şekilde sade bir yemek yiyebileceğine inanamıyorlardı.
            İmam'ın Kum'daki evinin sadeliği onun aza kanaat etmesinin bir göstergesi idi. Bir ara İmam'ın evinin merdivenlerindeki tuğlalar yıpranmıştı, usta "tamir etmek için birkaç tane tuğla alınsın bu yıpranan tuğlaları onaralım deyince, İmam, "yıpranan tuğlaları ters çevirip kullansınlar" şeklinde cevap vermişti.
            İmam'ın elbiseleri her zaman temizdi, ama cübbesi yıkanmaktan yıpranmıştı. İmam'ın dersinde oturduğumuz zaman İmam'ın cübbesinin yakasının yamalı olduğunu görürdük ve bu onun ne kadar sade ve gösterişsiz bir yaşantıya sahip olduğunun bir örneğidir.
            İmam'ın Necef teki evinde havanın çok sıcak olmasına ragmen kliması yoktu. O kadar ısrar
            etmemize rağmen İmam, klima almayı kabul etmedi. Bir gün arkadaşlardan birisi evindeki vantilatörü getirdi, pencereye tarn olarak yerleşmeyince, etrafına kontraplak döşenmesi için marangoz çağnldı. İmam, marangozu görünce "Neler oluyor burada?" dedi. Pencerenin etrafını yaptırmak için getirdiğimi söyledim. Ben marangozla orayı yaparken imam beni yanına çağırdı ve kızgın bir halde "Sen, Mustafa ve Ahmet (İmam'ın iki oğlu) hepiniz birlik olmuş beni cehennemlik mi etmek istiyorsunuz?."
            İmam'ın iki tane kontraplak için bu kadar sinirlenmesi beni çok korkutmuştu. İmam o kadar sade yaşıyordu ki hatta bunlan bile kendisine çok görüyordu.
            Akhma geliyor da Imam'ın vefatının 40. gününde iki Fransız rahip imam'ın yaşadığı evi görmek için geldiler ve Cemaran'daki evin sadeliğini görünce çok şaşırdılar. Dediler ki, "Bırakın burası hep böyle kalsın ve dünya böyle büyük ve ruhani bir insanın nerede yaşadığını ve misafirlerini nerede ağırladığını görsün"
            Ben, İmam'ın yanında kaldığım 10 yıl zarfında yakından şahit oldum ki İmam'ın fevkalade önem verdiği şeylerden bir tanesi de sade yaşantısı ve israftan kaçınmasıydı.
            Defalarca şahit oldum, İmam, evden çıkarken gereksiz lambaları söndürüp çıkardı. Bir bardak su içtiği zaman, bardakta arta kalan suyu susadığı zaman tekrar içerdi. Eğer İmam'ın bir yerine bir şey olsaydı, kâğıt mendili birkaç parçaya böler ve onun yetecek kadarını kullanırdı.
            İmam, vaktinin yoğun olmasına rağmen evinde yapılan bir harcamayı kendisi kontrol ederdi ve her alışverişten önce alınacakların listesi İmam'a gösterilirdi.
            İmam, israftan nefiret ederdi. Bir gün cemaat namazı için medreseye geldiğinde ezana biraz vakit vardı bu yiizden talebelerden birinin odasına gitti. O sırada talebelerden bir tanesi odasının lambasını söndürmeden İmam'ın yanına geldi İmam bunu görünce dedi ki "Niçin lambayı açık bıraktın;?" ' Oradakilerden birisi "ışıkta israf olmadığını söylüyorlar" deyince İmam, "kim demişse yanlış demiş" diye cevap verdi.
            İmam, İran'a döndüğü zaman onu görmeye gelen halk çok kalabalık olduğu için imam evin üst katına çıkıyordu ve halka konuşma yapıyordu. Bir gün İmam aşağı inerken bahçedeki odanın ışığının açık olduğunu gördü ve birisiyle haber gönderip, bahçede açık kalan lambayı söndürttü.
            Bir gün Fransa'da İmam'ın evi için alış veriş yapmaya gitmiştim, Portakalın çok ucuz olduğunu gördüm ve evde birkaç gün portakal bulunsun diye almam gerektiğinden biraz fazlasını aldım ve eve götürdüm. Her zamanki gibi aldığım şeyleri görmesi için İmam'ına yanına gittim, tabi çoğu zaman aldığım şeyleri görmek için İmam'ın kendisi mutfağa geliyordu. İmam, portakalları görünce dedi ki "Bu kadar portakalı niçin aldın?" Ben de dedim ki "Hacı ağa evde iki üç gün portakal bulunsun diye aldım" İmam, "fazlasını geri götür. Bizim bu kadar portakala ihtiyacımız yok ki!"dedi.
            Geri vermek benim için çok zor olduğundan dedim ki "Hacı ağa fazla almamın sebebi ucuz olması idi." İmam dedi ki "İki tane günah işledin bizim bu kadar portakala ihtiyacımız yoktu ve siz (fazlasını) aldınız. İkincisi de ucuz olması idi. Zira eğer bu portakallar dükkânda kalsaydı şimdiye kadar pahalı portakal alamayan birisi belki de bu gün bu ucuz portakalları ala bilirdi, işte bu yüzden portakalları geri vermeniz gerekiyor."
            Bir daha İmam'a dedim ki "Hacı ağa burada alış verişi bilgisayarla yapıyorlar ve bir şeyi geri vermek çok zor belki de hiç geri almazlar, en azindan siz bir şey söyleyin de ben kendimi bu giinahtan kurtarayım" Imam dedi ki "Öyleyse siz portakallan soyun ve dilimlere ayırın akşam cemaat namaz için toplandığı zaman dağıtın herkes yesin belki Allah-u tela bu şekilde hatanızı bağışlar."
            Bir gün mutfakta musluğu açmıştım, İmam geldi ve "Niçin çeşme açık?" diye sordu. Veya marul temizlediğim zaman İmam, "Rubabe sakın bunları çöpe atmayın" ben de Siz merak etmeyin biz onları salata yapıp yiyoruz" diyordum.
            İmam abdest almak için odadan çıktığı zaman dahi televizyonunu kapatıyordu ve geldiği zaman açıyordu yani israftan bu kadar kaçınıyordu.
            Ben bazı konuları İmam'a bildirmek için yazıp veriyordum. Bir gün bir şey yazıp İmam'a verdim, İmam odadan çıkarak şöyle dedi: "Niçin dikkat etmiyorsun?" ben, "'ne oldu?" dedim 'İmam "Niçin birkaç satırlık bir şey için bu kadar kâğıt israf ediyorsun, bunu küçük ve işe yaramaz bir kâğıda da yazabilirdin"
            Başkalarını Gözetmek
            Çok iyi hatırlıyorum uykudan sessizce uyanır namaz kılardı ve abdest almaya giderken başkalarının rahatsız olmaması için ağır adımlarla yürür çoğu zaman başkalarını sözle değil davranışları ile iyiliğe yöneltirdi. Her zaman hak sözü güzellikle ve tatlı dille söyler bu gibi durumlarda asla kaba davranmazdı. En önemlisi Allah'ın emirlerini ve ibadetleri başkalarının nazarında zorlaştırmazdı.
            İmam'ın damadı kızını sabah namazını kılması için uyandırırdı. İmam bunu öğrendikten sonra şöyle haber gönderdi "İslam'ın tatlı yüzünü çocuklara acı göstermeyin" Bu söz kızımın ruhunda öylesine derin bir etki bıraktı ki yatmadan önce ısrarla bizim onu sabah namazına kaldırmamızı istiyordu.
            İmam'ın Paris'te kaldığı günlerden birinde misafiri çok gelmişti ve İmam'ın evi üç odalı olduğundan birisinde İmam, ailesi ile kalıyor, bir diğerinde Hacı Ahmed (İmam'ın oğlu) Hacı İşraki (İmam'ın damadı) ve öteki oda da bana aitti. Fakat o gün misafir olduğu için benim kaldığım odada misafirler kaldı bana yer olmadığı için mutfakta yatmak zorunda kaldım. Sabah İmam abdest almak için geldiği zaman "Gece üşürsünüz diye merak içinde kaldım" dedi. Ben, "Hayır yerim rahattı'" dedim. O sabah kahvaltıyı odaya götürdüğüm zaman İmam'ın hanımı şöyle dedi. "İmam dün gece mutfakta üşürsünüz diye çok meraklandı"
            İmam başkalarını çok gözetiyordu oysa bizim gibiler öyle kendimizi düşünüyoruz ki yanımızdaki insanlardan bile gafiliz.
            Bir gün şehid Mutahhari ve şehid Saduki İmam'ın misafiriydiler, her zaman pişirdiğim yemeği üç kaba döktüm ve sofraya götürdüm ben de, gider yumurta, domates veya peynir yerim diye düşündüm, yemeği İmam'ın yanına götürüp sofraya koyduğum zaman İmam "Kendi yemeğin nerede?" "diye sordu. Ben de "Bu yemekten kendim için ayırmadım gider diğer evde bir şeyler atıştırırım" dedim. İmam, "Hayır siz burada zahmet edip yemek pişirdiniz ve yemeği de burada yiyeceksiniz" dedi. Sonra üç kap yemeği dörde böldü ve bana da bir kap verdi.
            İmam'a gel en mektupları güvenlik yönünden ilk once ben açıyordum sonra okuması için İmam'ın yanına götürüyordum. Bir gün yine mektupları kontrol ederken İmam geldi ve şöyle dedi "Ben bundan razı değilim!" Ben, İmam'ın mektuplan okuduğumu düşündüğünü sandım ve bu yiizden dedim ki "Ceddinize yemin ediyorum ki mektuplan okumuyorum yalmzca güvenlik yönünden kontrol ediyorum, Allah göstermesin herhangi bir tehlike olmasından korkuyorum!"
            Imam, "Mektuplan okumadığını biliyorum. Ben de zaten bunu söylüyorum, eğer bir tehlike varsa neden benim için olmasın da sizin için olsun" dedi. Ben, "Ey İmam İran halkı sizi bekliyor" dedim. İmam "Sekiz tane çocuk da İran'da sizi bekliyor!" dedi. Ben "Siz merak etmeyin ben bu tür mektuplara karşı özel eğitim aldım bana bir şey olmaz" dedim. imam, ’’O halde boş bir vakitte bana da bu mektuplan açma yöntemlerini öğretin" dedi.
            İmam'ın Paris'te son gecesi idi. O günün sabahı İran'a hareket edecekti. imam evde bulunan herkesi toplanmasını istedi biz yaklaşık yirmi kişi Cuma namazından sonra İmam'ın kaldığı evde toplandık, imam nasihat eve dua ettikten sonra orada çektiğimiz zahmetler için teşekkür etti. Sonra şöyle buyurdu. "Siz bu uçakta benimle gelmeyin sizin için tehlikeli olabilir. (Şah'ın yerine gel en Bahtiyar hükümetinin uçağı düşürme ihtimali vardı) eğer bir tehlike söz konusu ise sizlere herhangi bir şey olmasını istemiyorum" Biz ağlayarak "Bu canımız İslam'a ve inkılâba feda olsun izin verin sizinle gelelim" dedik.
            İmam'ın sağlığının iyi olmadığı günlerde, hastaneye İmam'ı görmeye gittim ve yatağının yanında durdum, İmam "Oturacağın bir sandalye yok m?" diye sordu. Ben de "Ağa ben böyle rahatım "dedim. imam, "Hayır, yorulursun... Ve bazen de siz buraya gelmeyin buranın bunaltıcı bir havası var" diyordu. Ben "Ağa biz buraya gelmek için birbirimizle yanşıyor ve aramızda belirlediğimiz sıraya göre geliyoruz." İmam "öyleyse ikişer gelin canınız sıkılmasın!" İmam'ın o hasta halinde bu dikkati gerçekten de şaşılacak bir şeydi.
            Bir gün İmam birisinin maddi yardıma ihtiyacı olduğunu söyledim ve dedim ki "Eğer isterseniz kendisi gelsin ve sorunlanni iletsin ve eğer siz uygun görürseniz yardımcı olun" İmam şöyle buyurdu "Siz başkasının ihtiyacını söylemekle iyi ettiniz zira onun kendisi gelip ihtiyacını söyleseydi utanırdı. Ben sizin sözünüzü kabul ediyorum ve kendisinin gelmesinin gereksiz olduğu kanaatindeyim"
            İmam'ın Necef e sürgün edildiği ilk giinlerde, her gun Hz. Ali'nin (a.s) tiirbesinde "Camia Kebir'' duasını çok yavaş bir şekilde okurdu ve böyle okuması da çok vakit ahyordu. Oranın temizlikçileri de işlerini çabuk bitirmek istiyor fakat İmam'a karşı olan saygılanndan dolayı duasını bitirmesini bekliyorlardı. Ben bunu İmam'a söyledim İmam, türbede çalışanlara engel olmamak için her gün okuduğu Camia Kebir duasını okumaktan vazgeçti ve o duayı türbede, sabaha kadar açık olduğu için yalnız Cuma akşamlan okuyordu.
            İran televizyonunda spor programlarını seyretmezdi. İmam'ın yanına başka bir program seyrettiği zaman gittiğimde benim için kanal değiştirir ve şöyle derdi. "Bu program da senin için otur seyret''
            Bir gün aşçımız hasta olduğu için birkaç gün dinlenmek zorunda kaldı. İmam her gün gelir durumunu sorardı, ben de iyi olduğunu ve dinlendiğini söylerdim. İmam her defasında ‘’Ona iyi bakın doktora götürün ve durumunu kontrol edin" diye bizi uyarırdı.
            İmam talebelere karşı çok samimi ve özel bir ilgi gösterirdi. Eğer onlar herhangi bir zorlukla karşı karşıya kalsalar hemen yardımlanna koşardı. Örneğin ben İmam'ın derslerine katıldığım sıralarda iki kez hastalandım ve derse gidemedim, her iki hastalığımda da İmam birkaç kişi ile beraber benim ziyaretime geldi. Diğer talebelere karşı da aynı tavrı takınırdı.
            Kadının Önemi
            İmam'dan kalan çok değerli miraslardan birisi de (Müslüman) kadınlara verdiği değerdi.
            İslam inkılâbından önce toplumda kadınların bir grubu ticaret malı ve reklâm aracı idi. Bunun karşısında bir grup daha vardı onlarda kadını köle olarak kullanıyorlardı ve kadına okuma ve tahsil hakkı vermiyorlardı.
            İmam'ın gelmesi ve İslam inkılâbından sonra kadın ticaret malı olmaktan ve kölelikten kurtuldu. İmam'ın kadına verdiği değeri konuşmalarında ve amellerinde görmek mümkündür. Örneğin kadının okuma yazma bilmesi gerektiğini, ilim tahsil etmesini, çalışmasını ve toplumsal etkinliklere katılmasının önemini, İmam'ın evde ailesine özellikle hanımına karşı davranışların da rahatlıkla görebiliriz. Bu İmam'ın bıraktığı değerli miraslardan biridir.
            İmam kadını asla erkeklerden toplumsal çalışmalarda geri ve eksik görmüyordu. Başka devletlere giden ilk üç temsilciden birisi kadındı, Ayetullah Ruhani, Ayetullah Cevadi Amuli ve Debbağ hanım idi.
            Kadının İslam inkılâbındaki yerini İmam şöyle anlatıyor "Kadınlar erkeklerden daha öndedirler çünkü kadınlar hem evin dışında ki görevlerini yerine getirdiler yürüyüş ve gösteriye katıldılar ve hem de ev içindeki görevlerini yerine getirdiler."
            İmam kadın hakları konusunda ki düşüncesi diğerlerinden çok farklı idi. Zira bazıları kadını toplumdan ve siyasi etkinliklerden uzak bir faktör olarak düşünüyordu. İmam'ın bu konu hakkındaki fikirleri şöyleydi: "Eğer kadının topluma ve siyasi gelişmelere karşı olan rolünü kenara bırakırsak toplum istenilen verimi sağlayamaz ve sonuçta kaçınılmaz olarak toplumsal hareket ve yenilgiye uğrayacaktır." İşte bu yüzden İmam kadının toplumda ve siyasette özel bir yeri olduğuna inanıyordu.
            İmam kadının toplumsal ve kültürel hareketlerde çok önemli rolü olduğuna ve hatta hizmete layık ve saygı değer insanları yetiştirenlerin kadın olduğuna inanıyordu, cephede ve savaşın ilk safında savaşanları yetiştiren kültürel ve siyasi hareketlere katılarak beklenen başarıyı kaç katına çıkaranların yine kadınların olduğuna inanıyordu.
            Bazıları kadınların, tehlikeli oldukları için yürüyüşlere katılmamalarını İmam'dan istemişlerdi, İmam buna çok sinirlendi zira İmam, siyasi ve İslami mücadelelere kadınların katılması ile etkisiz hale getirileceğine inanıyordu.
            İmam bu konuda hakkında şöyle buyurdu: "Kadınlar, erkeklerle beraber bütün aktivitelere katılsınlar, kadınları, siyasi, toplumsal ve kültürel hareketlerden ayırmaya hiç kimsenin hakkı yoktur"
            İmam'ın kadın hakları konusundaki görüşünün kaynağı Kuran. Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt imamlarının sünnetiydi. İmam, Peygamberin sünneti doğrultusunda kadına şekil vermek
            istiyordu, kadın bir ailede annelik ve kadınlık görevini yerine getirdiği gibi toplumda da üstüne düşen görevi yerine getirmelidir.
            Allah'a hamd olsun ki bizim kadınlarımızdan özellikle annelik ve kadınlık görevini yapanlardan İmam'ın düşüncesini onaylayan çok fazlaydı eğer böyle olmasaydı onlar için bu kadar acı dayanılır olmazdı.
            imam bu hareketiyle kademe kademe kadınları boşluktan çıkarıp layık olduklan Müslüman ve gerçek bir mümin makamına çıkarmak istiyordu.
            İmam'dan, kadın olduğum halde şöyle bir soru sordum; "Filistin'de Müslüman kardeş ve bacılarımızla beraber savaşmamıza izin veriyor musunuz?" İmam, "İslam'a nerede faydah olacağınıza inanıyor ve hizmet edebileceğinizi umuyorsanız sizin vazifeniz oraya gitmektir." dedi.
            Ben erkek olmadığım halde İmam için hiçbir şey değişmiyordu, tek hedef İslam'ın sırtından bir yük kaldırabilmekti İslam'a hizmette sınır yoktur aynı zamanda kadın erkek, genç yaşlı da yoktur, herkes elinden gelen hizmeti İslam için yapmalıdır.
            Kadının toplumda çalışması konusunda İmam'ın görüşü şöyleydi : "Aileye zarar vermeyeceği bir şekilde olursa çalışmasında bir sakınca yoktur.(tabi İslami çerçeve içerisinde) çünkü İmam, kadını toplumun öğretmeni olarak görüyordu. Hatta iyi bir kadının kötü bir erkeği düzeltebileceği kanaatindeydi.
            Uygun bir aile ortamında hiçbir yanlış o aileye giremez ve sonuçta çocuklar sağlam ve Salih yetişirler. Zira çocukların terbiyesine annenin çok büyük rolü olduğuna inanıyordu.
            Biz bazen şakayla "Kadınlar neden hep evde kalmalı" diye sorduğumuz zaman İmam şöyle derdi "Evi hafife almayın çocukları terbiye etmek basit bir şey değildir, eğer anne bir kişiyi terbiye edebilirse topluma büyük bir hizmet etmiş sayılır."
            İmam, çocukları erkeklerin terbiye etmeyi beceremediğine ve bu işi ancak kadınların başarabileceğine inanırdı. Zira kadınlar daha duygusal ve bir ailenin ayakta kalabilmesi için gerekli olan muhabbet ve sevgiye daha çok sahiptirler.
            İmam'ın işitip çok sevindiği bir konu ise okuma yazma seferberliği idi. O sürekli halka okuma yazma öğrenmeleri için açılan sınıfların ve programların durumunu sorar ve o kadar hoşuna giderdi ki bazen ben bunu görünce sözümü tekrar ederdim. Oysa İmam, küçük çocuğumun olduğunu ve bununla beraber dışarıda çalıştığımı da biliyordu. Aynı şekilde Kum'da resmi bir kurumda sorumluydu, buna rağmen İmam, karşı çıkmazdı. Fakat her zaman şöyle söylerdi "Kocanızı rızasını kazandıktan sonra çalışın ve faaliyetlerde bulunun."
            Bir gün Fransa'da farklı devletlerden öğrenciler İmam'ı ziyarete gelmişlerdi, erkekler önde kadınlar ise arka tarafta oturdukları için kadınlar sormak istedikleri soruları soramadılar, İmam görüşmeden sonra kalkıp gitmek istediği zaman bayanlar şöyle dediler: "Erkekler on tarafta oturdukları için biz sorularımızı soramadık" İmam odaya girerek,"Ben burada biraz oturayım, siz sorularınızı sorun"
            İmam'ın bu tavrı benim çok hoşuma gitmişti, zira görüş vaktinin bitmesine rağmen hanımlara haksızlık olmaması için onlara ayrıca vakit ayırmıştı. Hanımlar sorularını soruyorlardı,
            Onlardan birisi şöyle bir soru yöneltti: "Okumak istiyorum fakat kocam ve çocuğum daha fazla evde olmamı istiyorlar" İmam,"Bu ikisi birbirlerini engellemezler siz onu en iyi şekilde yerine getirin ve okumaya da devam edin." dedi.
            Paris'te iken, yurtdışında tahsil gören öğrencilerin sorularını yamtlamak için İmam'ın evinden birkaç kişinin o toplantıya katılması gerekiyordu. Birkaç arkadaşla birlikte biz bu görevi üstlendik, toplantı akşam saatindeydi, sorular çoğalınca program bayağı uzadı, gece saat iki olmasına rağmen, öğrenciler İslam ve Kuran hakkındaki sorulanni sormaya devam ediyorlardı.
            Öğrencilerden birisi kalktı ve şöyle bir soru sordu "Ayetullah Humeyni'nin kadın ve toplumdaki rolii hakkındaki görüşü nedir" Ben kalkıp o soruya cevap vermek istediğim zaman bizi davet eden üniversite müdürü dedi ki: "izin veriniz bu sorunun cevabını ben vermek istiyorum" Ben şaşırdım ve dedim ki "Bizim mektebimiz hakkında sizin yeterli bir bilginiz yok, nasıl bu soruya cevap verebilirsiniz?" şöyle dedi "Eğer benim cevabım uygun olmaz ise siz cevap verirsiniz." Ben de "tamam o halde" dedim.
            Daha sonra öğrencilere dönerek şöyle dedi "Gece yarısı saat iki, Ayetullah Humeyni nasıl olur da hiç tanımadığı öğrencilerin arasına bir kadın gönderd?" Bu cevaptan sonra bütün öğrenciler alkışlayıp ıslık çalmaya başladılar ve o soruyu soran öğrenci kalkıp ben sözümü geri aldım dedi.
            Üniversite müdürü konuşmasına şöyle devam etti. "Ayetullah'ın bu davranışı başkalarının Ayetullah Humeyni hakkında söylediklerinin yalan ve asılsız olduğunu gösterir ve onlann hedefi onu kötülemektir."
            İşte ben o zaman Imam'in beni görevlendirmesinde ki karanni ne kadar hesaplı ve programlı olduğunu anladım.
            Diğer bir olay ise benim Rusya'ya gönderilmem idi, İmam, Rusya'ya tebliğ mektubu göndereceği zaman benimle birlikte Ayetullah Cevadi Amuli'yi görevlendirmişti. İmam, derin ve ileri görüşlülüğüyle ileriyi ve inkılâpta gerçekleşen olayların yurtdışında ne şekilde bir yankı yapabileceğini görebiliyordu ve bu konuya çok dikkat ediyordu.
            Her şeye rağmen Imam bu seçimiyle kadının İslam'da ve inkılâptaki yerini turn Diinya'ya gösterdi. İslam kanunlannin hiçbir şekilde kadının gelişmesine karşı olmadığını bu davranışıyla beyan etti. İmam her konuda kadına söz hakkı veriyordu, zira toplumun yarısı kadındı.
            Çarşaflı bir kadın ve ruhani elbisesiyle bir erkek İmam'ın ve Iran halkmm temsilcisi ve tebliğ mektubunun taşıyıcısı idi. İmam, özellikle bu iki elbiseyi seçmişti, oysa ilim ve bilgi yönünden benden çok daha üstün olanları vardı.
            Çocuk Sevgisi
            İmam, küçük torunu Ali yi çok seviyordu, tabi bütün çocukları seviyor ve onlarla oynuyordu. Bir gun Ali, İmam'ın gözlüğü ve saati ile oynarken imam dedi ki, "Alican gözlük gözünü bozar, saatinde zinciri bir yerine değer" Ali saat ve gözlüğü İmam'a verdi daha sonra imam'a dedi ki "Gel oyun oynayahm ben İmam olayım sende küçük Ali ol" imam, "tamam"dedi. Ali
            dedi ki "Çocuklar İmam'ın yerine oturmazlar, İmam kenara çekildi ve Ali onun yerine oturdu. Daha sonra Ali dedi ki "Çocuklar saat ve gözlükle oynamamalı" İmam gülerek saati ve gözlüğü ona verdi ve dedi ki "Al sen kazandin"
            İmam'ı görmeye gittiğim zaman kızım Fatıma'yı da bazen yanımda götürüyordum, bir gun kapıdan içeri girdiğimde İmam bahçede yürüyordu beni görünce kızım Fatma'yı sordu, ben de yaramazlık yaptığı için getirmediğimi söyledim. İmam çok rahatsız oldu ve şöyle söyledi ''Eğer bir daha ki sefere Fatma'yı getirmezsen sende gelme!''
            Ben bir gün İmam'a dedim ki "Niçin çocukları bu kadar çok seviyorsunuz?" İmam, cevabında "Evet ben çocukları çok seviyorum, Hüseyniye'ye gittiğim zaman, orda olan çocuklar dikkatimi çekiyor, o kadar seviyorum ki konuşma yaptığım zaman ağlayan veya bana el sallayan bir çocuk görsem bütün dikkatim o yöne toplanıyor."
            Ali'nin (İmam'ın torunu) bir topu vardı ve her zaman götürür İmam'la beraber oynardı. Ali topu İmam'a atar ve İmam'da ona geri atardı. İşte o zaman İmam'ın morali düzelirdi. İmam'ın yanında kimse olmadığı zaman Ali 2-3 saat İmam'la kalır ve bir şeylerle uğraşırdı. Bazen de "ben kalmak istemiyorum!" diyordu İmam ise "İstediği zaman getir kalsın istemediği zamanda kendisi bilir! diyordu.
            İmam bütün çocuklara böyle davranırdı ve onları severdi. Korumalardan birinin bir kızı vardı ve Ali dedi ki "ben arkadaşımı İmam'ın yanına götürmek istiyorum" İmam öyle yemeği yerken odayagirdi. İmam, "Arkadaşını oturt yemek yiyelim" dedi. Çocuklarla beraber yemek yediler. Ben birkaç sefer çocuklar İmam'ı rahatsız ederler diye getirmek için odaya girdim fakat İmam,"Bırakın yemeklerini yesinler" dedi. Yemeklerini yedikten sonraben gidip çocukları getirdim ve İmam o çocuğa para ve hediye verdi. İmam çocukları sever ve onlara çok sevecen davranırdı.
            İmam, küçük torunu Ali yi çok seviyordu, tabi bütün çocukları seviyor ve onlarla oynuyordu. Bir gün Ali, İmam'ın gözlüğü ve saati ile oynarken İmam dedi ki, "Alican gözlük gözünü bozar, saatinde zinciri bir yerine değer" Ali saat ve gözlüğü İmam'a verdi daha sonra İmam'a dedi ki "Gel oyun oynayalım ben İmam olayım sende küçük Ali ol" İmam, "tamam"dedi. Ali dedi ki "Çocuklar İmam'ın yerine oturmazlar, İmam kenara çekildi ve Ali onun yerine oturdu. Daha sonra Ali dedi ki "Çocuklar saat ve gözlükle oynamamalı" İmam gülerek saati ve gözlüğü ona verdi ve dedi ki "Al sen kazandin"
            İmam'ı görmeye gittiğim zaman kızım Fatıma'yı da bazen yanımda götürüyordum, bir gün kapıdan içeri girdiğimde İmam bahçede yürüyordu beni görünce kızım Fatma'yı sordu, ben de yaramazlık yaptığı için getirmediğimi söyledim. İmam çok rahatsız oldu ve şöyle söyledi ' 'Eğer bir daha ki sefere Fatma'yı getirmezsen sende gelme!''
            Ben bir gün imam'a dedim ki "Niçin çocukları bu kadar çok seviyorsunuz?" İmam, cevabında "Evet ben çocukları çok seviyorum, Hüseyniye'ye gittiğim zaman, orda olan çocuklar dikkatimi çekiyor, o kadar seviyorum ki konuşma yaptığım zaman ağlayan veya bana el sallayan bir çocuk görsem bütün dikkatim o yöne toplanıyor."
            Ali'nin (İmam'ın torunu) bir topu vardı ve her zaman götürür İmam'la beraber oynardı. Ali topu imam'a atar ve imam'da ona geri atardı. İşte o zaman imam'ın morali diizelirdi. İmam'ın yanında kimse olmadığı zaman Ali 2-3 saat imam'la kahr ve bir şeylerle uğraşırdı. Bazen de "ben kalmak istemiyorum!" diyordu imam ise "İstediği zaman getir kalsın
            istemediği zamanda kendisi bilir! diyordu.
            İmam bütün çocuklara böyle davranırdı ve onları severdi. Korumalardan birinin bir kızı vardı ve Ali dedi ki "ben arkadaşımı İmam'ın yanına götürmek istiyorum" İmam öyle yemeği yerken odayagirdi. İmam, "Arkadaşını oturt yemek yiyelim" dedi. Çocuklarla beraber yemek yediler. Ben birkaç sefer çocuklar İmam'ı rahatsız ederler diye getirmek için odaya girdim fakat İmam,"Bırakın yemeklerini yesinler" dedi. Yemeklerini yedikten sonraben gidip çocukları getirdim ve İmam o çocuğa para ve hediye verdi. İmam çocukları sever ve onlara çok sevecen davranırdı.
            Adalet
            Bizim evde meşhedi Ali adında yaşlı bir adam çalışıyordu. Evin ihtiyaçların bakardı. İmam henüz sürgün edilmemişti, bir gün İmam'a şöyle sordum "Burada bir çok kimse var niçin siz onların arasında Meşhedi Ali'yi bu kadar seviyor ve yakınlık gösteriyorsunuz?" İmam şöyle cevap verdi "Ben geceleri uyandığım zaman onu namaz kılıp dua ederken ve münacat halinde görüyorum, onu bu yüzden seviyorum."
            İmam çocukluğundan bizim hicabımıza çok dikkat ederdi evde hiçbir günaha, örneğin yalan, gıybet ve büyüklere saygısızlık vb. her zaman üstünde durarak söylerdi "Allah'ın kulları arasında takvadan başka bir üstünlük yoktur ve sizinle evde çalışan bu işçiler arasında hiçbir farkyoktur."
            İmam, Kuveyt sınırına geldiği zaman orda namaz kıldı. İmam'la beraber gelen herkes ayrılacakları zaman ağlıyorlardı. İmam, beni ve üç kişiyi vasi tayin ederek vasiyetini yazdı ve "Ben evde mendilin arasında bir miktar para bıraktım o para benim şahsıma aittir, diyerek şöyle yazdırdı. "Benden sonra hanımıma bir talebe gibi davranın ve bir talebe yaşantısının gerektirdiği kadar ona maaş verin" İmam hanımının da kendisi gibi sade yaşamasını istiyordu ve hanımına herhangi bir ayrıcalık tanınmasını istemiyordu.
            İmam bu vasiyeti yazdırdığı zaman Irak rejimi tavrını sertleştirmişti ve İmam kendi hayatı hakkında tehlike hissetmişti.
            Hiç unutmam 18 yaşındaki kız kardeşim 7 aylık hamileydi ve ölüm ile burun buruna gelmişti doktorlar ya anneyi kurtaracağız ya da çocuğu dediler İmam'dan, anneyi (İmam'ın kızı) kurtarıp çocuğu feda etmek için izin istediler. Fakat İmam soğukkanlılıkla şöyle buyurdu. "Benim kızıma sevgimden dolayı başka bir canlının ölümüne izin vermeye hakkım yoktur her ikisi de Allah'ın kulu ve canlıdırlar' İmam'ın bu imanı ve ihlâsından dolayı Allah-u teala ödül olarak hem kızın ve hem çocuğu ölümden kurtardı."
            İnkılâptan sonra Şah taraftarlarından ve onun için çalışanlardan birkaç tanesi yakalandı ve hapse atıldı. O akşam İmam'ın ve diğerlerinin yediği yemekten yakaladığımız mahkûmlara götürdük, onlardan bin bana dedi ki "Ben bu yemeklerden yiyemem bana tavuk getirin" Bu konuyu İmam'a ilettik. İmam"ne istiyorsa onu götürün" dedi. Gece vakti arkadaşlar dışarıdan tavuk ve pilav almak zorunda kaldılar.
            İmam, Necef e ilk geldiği zaman ailesini getirmediği için beraber kalıyorduk odada halı seriliydi ve ben de İmam'ın üzerinde oturması için halının üzerine battaniye serdim. İmam "Battaniye yi kaldırın aramızda herhangi bir üstünlük olmasın''
            İmam'ın diğer bir özelliği ise çocuklara davranış şekliydi. Özellikle en büyük oğlu şehid Mustafa'ya olan davranışı diğerleriyle aynıydı. Şehid Mustafa İmam'ın en iyi öğrencilerinden birisiydi. Fakat maddi yönden diğer talebelerden hiçbir farkı yoktu. İmam bütün talebelere verdiği maaşın aynısını ona da veriyordu ve bu herkes tarafından bilinen bir şeydi.
            Savaşın olduğu yıllarda devlet bakanlarından birinin oğlu şehid oldu. İmam'a dediler ki "onun için bir tesliyet mesajı verseniz" İmam "Bakan olduğu için mi tesliyet mesajı vermemi istiyorsunuz? Siz yalnız onun oğlunun mu şehit olduğunu sanıyorsunuz? Şehidlerin hepsi benim çocuklarımdır eğer tesliyet mesajı vermek istersem hepsi için veririm, benim için onların arasında hiçbir fark yoktur."
            İmam ilk tutuklanmadan sonra serbest bırakıldığı zaman Kum'a geldi. Diğer şehirlerden halk İmam'ı görmeğe geldiği için Kum bayağı kalabalıktı bu yüzden fırınlarda uzun sıralar oluyordu. İmam'ın evinde çalışan zayıf bir adam vardı herkes ona "baba" diye seslenilirdi. Bir gün İmam ona şöyle dedi "Baba! İşittiğime göre sen fınna gittiğin zaman bu İmam'ın hizmetçisidir diyerek sırada seni öne geçiriyorlar ve ne kadar ekmek istiyorsan veriyorlarmış, bunu bir daha yapma! bB evden birinin gidip sırada beklemeden bir şey alması doğru değil. Sen de diğerleri gibi sırada bekle ve sakın senin için bir ayrıcalık yapılmasına izin verme."
            Seyid Ahmet şöyle anlatıyor "İmam, Necef te iken kardeşim Mustafa'yı şehid ettiler, İmam bu haberi işittikten sonra bir köşeye gidip Kuran okumaya başladı ve ağlayıp figan eden ev halkına teselli veriyordu. O gün olan bir olay İmam'ın İslam'a ne kadar teslim olduğunu gösterdi. O, şu olaydı; İmam'ın ailesi (hanımı) İmam'ın bürosundaki telefonla Tahran'ı arayıp görüşme yapmak istedi, fakat İmam oğlunu kaybetmesine rağmen hanımına açıkça şunu söyledi: "Bu büronun telefonu Beytul malındır ve sizin bu isteğiniz şahsi olduğu için bunu kullanmanız caiz değildir." İmam ve hanımının o anki ruhsal durumlarını göz önünde bulundurur isek çocuklarını kaybetmiş bir anne ve babanın, beytul mala gösterdiği bu titizliğin ne kadar mükemmel olduğunu anlarız.
            İzzeti Nefs
            İmam'ın oğlu Şehid Mustafa diyor ki "İmam Türkiye'ye sürgün edildikten 2-3 ay sonra beni de oraya sürgün ettiler, İmam'ın kaldığı eve gittiğim zaman odada ki perdelerin az bir şey açık olduğunu gördüm ve güneş ışığı çok az içeri sızıyordu. Dedim ki "Niçin bunlar (nöbetçiler) perdeleri açmıyorlar sonra perdeleri kenara çektim ve siz niçin karanlıkta oturuyorsunuz dedim. İmam "Ben onlardan, perdeleri açmak kadar küçük bir şeyi dahi talep etmek istemiyorum" dedi.
            İmam Kuveyt'e gitmek istediği zaman sınırda Kuveyt polisi İmam'ın giriş yapmasına izin vermedi. Ben İmam'a, "Görevli memurlardan biriyle konuşmama izin verin faydalı olabilir " dedim. İmam, "Asla! Bu değersiz insanların karşısında neden kendini alçaltıyorsun geri döneceğiz, Allah bizimledir" dedi.
            Ben İmam'ın ilk kızıyım. İmam beni çok severdi ve çok ihtiram gösterirdi, odasına gidip oturduğum zaman, suya veya ilaca ihtiyacı olduğu zaman ban söylemez ve kendisi kalkar alırdı. Benim ısrarlarıma rağmen işlerini kendisi yapardı.
            İmam her zaman evde ki işlere yardım ederdi ve şöyle söylerdi "Yardım cennetten
            çıkmıştır"Örneğin İmam kendisi çayını getirir, su içmek istese kendisi kalkar mutfağa gider suyunu içerdi. Biz, neden bizden istemiyorsun dediğimiz zaman "Kendi işimi kendim yapmalıyım" derdi, onun işlerini yapmak için ısrar ettiğimiz zaman, İmam ‘’Niçin ben kendi işlerimi yapamıyor muyum" derdi. Ve gülerek "İnsan kendi işlerinde başkalarına ihtiyaç duymamalı" derdi.
            İmam sürgün edilmeden önce Tahran'daki büyük fabrikalardan birinin sahibi bir cami yaptırdı ve İmam'dan o camiye bir hoca göndermesini istedi, İmam başta istemeyerek kabul etti ve o hocayı göndermeden önce yanına çağırdı ve şöyle nasihat etti: "Sizin halka İslami tebliğ etmeye ve onları hidayet etmeğe ilave olarak iki önemli göreviniz daha var; birincisi orda asla benden söz etmeyeceksiniz, ikincisi ise camiyi yaptırana davranışların öyle olsun ki senin onun malında ve servetinde gözünün olduğunu zannetmesin''
            İmam, Paris'ten İran'a geldiği zaman ben hava alanındaydım orada ki devlet tarafından gelen polislere hitaben şöyle buyurdu: "Şah ve onun yönetimi sizi küçük düşürmüş ve sizin kişiliğinizi ayaklar altına almışlar sizi Amerikan'lıların karşısında alçaltmışlar, sizin gayret edip kendiniz bu zilletten kurtarmanız gerekiyor!" Sonra şöyle devam etti: "Şah geri dönmeyecek ve hiç kimseden korkunuz olmasın, onun geri dönüp size zarar vermeye gücü yoktur."
            İmam'ın yakınlarından birisi şöyle anlatıyor "Bir gün benimle önemli bir şahsiyet arasında bir anlaşmazlık çıktı ve bu beni çok tedirgin etti, bu yüzden İmam'ın yanına gittim ve durumu ona anlattım, konuşmamın sonunda şöyle dedim: "Ben bu Dünya'da sizden başkasının emri altına asla girmeyeceğim. "İmam,"Benim emrim altına dahi girme" dedi.
            İmam'ın örnek sıfatlanndan biride şuydu: hayatı boyunca zilleti andıracak bir şey yapmadı hiç bir zaman bir kimseden kendini küçük düşürecek bir şey istemedi hatta pazarda satıcı bir şeyi pahalı satsaydı onu ucuza almak için pazarlık etmez ve hiçbir şey söylemezdi.
            Bir zamanlar talebe ve ilim ehli bazı arkadaşlar Kerbela'yı ziyaret etmek için kaçak olarak sınırdan Irak topraklarına geçiyorlar ve bazen de Irak polisleri tarafından hakarete maruz kalıyorlardı. Bir sure hapiste kaldıktan sonra tanıdıklar vasıtasıyla serbest bırakılıp Kerbela'yı ve Necef i ziyarete gidiyorlardı. İmam bunları işittikten sonra bu konu hakkında şöyle buyurdu: "İmam Hüseyin'in ziyaretinin bu zillet ve aşağılanmakla beraber olması kesinlikle doğru bir şey değildir!"
            İran'dan tanınmış bazı iş adamları Necef e İmam'ı ziyarete geldikleri zaman çok yüklü miktarda humus getirirlerdi fakat İmam onlar geldiği zaman kesinlikle ayağa kalkmazdı ve onlara sıradan kimseler gibi davranır ve şöyle söylerdi "İnşallah Allah kabul eder" Bazen aynı ortama normal bir talebe gelirdi İmam, ayağa kalkar ve ihtiram gösterirdi. Bu, oradakileri çok şaşırtırdı. İmam'ın görüşü şuydu; "Tüccarların vazifesi yıllık humusunu vermekti ve getirdi verdi.’’
            İmam, talebelerin izzetli olmalarını istiyordu, bazı talebelerin gelip maddi yönden ihtiyaçları olduğu söylemeleri karşısında İmam, çok soğuk bir tavır takınırdı. Elbette bu yardı

            Yorum


              #7
              İmam Humeyni"nin İnanç, İdeal Ve Hedefleri Nelerdi?

              İmam Humeyni gibi devrimci bir önder, İmam Ali Hamanei gibi dirayetli bir rehber, İslam İnkılabı gibi islami bir devletin olduğu bir zaman diliminde yaşamak her müslüman için en büyük bahtiyarlık vesilesidir. Elhamdulillahi Rabbilalemin.
              Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
              Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

              Yorum


                #8
                İmam Humeyni"nin İnanç, İdeal Ve Hedefleri Nelerdi?

                [quote author=Mehmet UFUKALP link=topic=16519.msg109386#msg109386 date=1288775565]
                İmam Humeyni gibi devrimci bir önder, İmam Ali Hamanei gibi dirayetli bir rehber, İslam İnkılabı gibi islami bir devletin olduğu bir zaman diliminde yaşamak her müslüman için en büyük bahtiyarlık vesilesidir. Elhamdulillahi Rabbilalemin.
                [/quote]


                elhamdulillahirabbilailemin...
                "İmam"ın hattı” belli bir mezhebe mensup olanların değil,
                "Muhammedi İslam kimliğ"ini kuşanan bütün Müslümanların hattıdır."

                Yorum

                YUKARI ÇIK
                Çalışıyor...
                X