Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #16
    Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


    DÖRDÜNCÜ FASIL

    Kalbin hazır bulunması ve mertebelerinin beyanı


    Bu makamda; tabibler, hekimler, arifler, şeriat ve Kur'an lisanı ehli kimseler nezdinde kullanımda olan kalble ilgili ıstılahları açıklamanın münasebeti bulunsa da, bu görüşleri sıralamanın fazlaca bir yaran olmayacağı ve sözün de yeterince uzayacağı mülahazasıyla kalemin dizginini bundan çevirmeyi ve kalbin hazır bulunması ve bunun mertebelerine yöneltmeyi öncelikli görüyorum.

    Hiçbir ibadetin o olmaksızın ehadiyyet dergâhıncamakbul görülmeyeceği ve lütuf ve rahmet konusu olama-yacağı, itibar derecesinden de sakıt olacağı ibadetin ruhunun ve onun kemal ve tamamlığmın, kalbin hazır bulunması ve yönelmesi ile sağlanacağı gerçeği; basiret ve ma'rifet ustalarına ve masum, temiz Ehl-i Beyt'in (onlara selam olsun) haberlerindeki sırlara muttali olanlara gizli değildir. Biz bundan sonra, gelecek bölümde, bu iddiaya ilişkin haberleri ve hadisleri münasip olacak kadarıyla zikredeceğiz.

    Herbir varlığın, kemal, eksiklik, nuraniyyet ve bulanıklığının, O'nun nev'inin sureti ve kemalinin son noktasıyla olması; insanm kemali, eksikliği, saadet ve şekaveti konusundaki ölçünün de, O'nun işinin mücerred ruhu ve ilahî nefha olan konuşan nefsin kemal ve eksikliği olması gibi, mutlak olarak ibadetlerin, özellikle de celal ve cemalin eliyle hazırlanıp hâlis kılınmış kudsî terkiblerden biri olan namazın kemal, eksiklik, nuraniyyet ve zulmaniyyeti, insanın konuşan nefsi tarafından üflenen gaybî ruha ve ilahî nefhasına bağlıdır.

    ibadetlerin iki esaslı temeli olan ihlas ve kalbin hazır bulunması ve mertebesi ne kadar kâmil olursa ondaki üfürülmüş ruh o kadar temiz, saadet kemali o kadar çok ve melekûtî gaybî sureti de o kadar münevver ve kâmil olacaktır. Nitekim evliyanın (onlara selam olsun) amelinin kemali, onun bâtınî cihetleri vasıtasıyla olmaktadır, yoksa amelin sureti o kadar Önemli değildir.


    Örneğin mübarek "hel etâ" suresinde Ali (O'na selam olsun) ve temiz Ehl-i Beyt'inin (onlara selam olsun) methedildiği birkaç ayet-i şerifenin gelmesi, bir lokma ekmek ve onun bağışlanması vesilesiyle değil; amelin suretinin bâtınî ve nuranî cihetleri nedeniyle olmuştur. Nitekimayet-i şeri'fede buna işaret edilerek şöyle buyurulmuştur: "Biz size, ancak Allah (in rızası) için yedirmekteyiz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne de bir teşekkür." (20).

    Hatta Ali'nin, (O'na selam olsun) sekaleynin (insanların ve cinlerin -K.Ç) ibadetinden daha faziletli olan bir vuruşu (21), bu amelin dünyevî sureti vesilesiyle faziletli değildir, bir başkası da bu vuruşu yapsaydı amel yine faziletli olurdu. Küfürle islam'ın karşılaşması hali ve belki de İslam ordusunun şirazesinin dağılmak üzere olduğu mülahaza edildiğinde bu amelin gerçekleştirilmesinin ne denli önemli olduğu teslim edilse bile, Hazret'in bu amelinin fazilet ve kemalinin esası, bu ilahî vazifeyi yerine getirirken, taşıdığı ihlasınm hakikati ve kalbinin hazır bulunmasıdır. Bunun için, o Mel'un'un cür'eti vesilesiyle Hazret'i gazap istila ettiğinde, amelin hiçbir şekilde benlik şaibesi taşımaması ve 'halk kahramanı' yönü bulunmaması için O'nu öldürmekten kaçındığı; bu mutlak Ve-liyyullah'm gazabı ilahî gazap olmasına rağmen yine de amelini kesrete yönelmekten hâlis kıldığı, kendini baştan ayağa Hakk'da fânî hale getirdiği ve amelin de Hakk eliyle gerçekleştiği meşhurdur. Böyle bir amel, değerlendirme mizanında ölçülemeyecek kadar yücedir ve onun karşılığı hiçbirşeyle ifade edilemez. Biz de niyet babında, in-şaallah bu konuda bir açıklama serdedeceğiz.


    20) Dehr (insan) 9
    21) Çeşitli tariklerle ve pek çok ibarelerle rivayet edilen ha-dis-i şerife işaret edilmektedir. İbare şöyledir:
    "Ali'nin bir vuruşu, sekaleynin ibadetinden hayırlıdır." Biharu'l-Envar, C. 39, Sh. 2, Tarihu Emiri'l-Mü'minîn, Bab 70, Hadis 1.




    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

    Yorum


      #17
      Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


      Şimdi kalemimizi kalbin hazır bulunmasının mertebe-lerini beyana yöneltiyoruz.

      Onun, icmal ve numune yoluyla bütün mertebelerini beyan edeceğimiz birçok merte-be ve makamı vardır.


      Bilinmelidir ki ibadetler mutlak olarak, tamamı, tenzîh, takdîs ve tahmîd itibariyle zâtın veya isimlerin ve sıfatların ya da tecellîyatın senasına rücû eden mertebelerle mukaddes rububiyyet makamını sena etmektir. Ve hiçbir ibadet, sır ve hakikat açısından, Ma'bud'un senasına yönelik bir mertebeden bile hâli değildir.

      Buna binaen, ibadetler babında kalbin hazır olması mertebesinin evveli, ibadetlerdeki icmalî kalb hazırlığıdır ve bu herkes için müyesserdir. Bu, insanın, ibadetlerin Mabud'u sena etmek olduğunu kalbinin anlamasını sağladığı mertebedir. İbadetin başından sonuna kadar icmalî olarak, kalbi, Ma'bud'u senayla meşgul olma anlamında müteveccih ve hâzır etmesidir. Gerçi kendisi neyi sena ettiğini, mukaddes zâtı niye ve ne ile sena ettiğini, bu iba¬detin zâta mı, isimlere mi ya da bundan başkasına mı ait bir sena olduğunu, takdisle mi, yoksa tahmîdle mi ilgili olduğunu bilmez.

      Tıpkı bir şairin bir kimse için medhiye düzmesi ve bunun filan kişiyi medhetmek olduğunu bir çocuğa anlatması, ama çocuğun, medhedileni niye ve ne ile sena ettiğini anlamaması gibi. O, tafsilen olmasa da icmalen şairin methettiğini bilir. Aynı şekilde, o Hazret'in (Allah O'na ve Ehl-i Beyt'ine salat etsin) kâmil keşfine açılmış ve Hz. Hakkın, Celle Celaluh, vahyi ve feyzi ile kalb-i şerifine nazil olmuş medihleri ve senaları mukaddes huzurda terennüm eden Muhammedi (Allah O'na ve Ehl-i Beyt'ine salat etsin) maarifin ilkokul öğrencileri gerçi neyi sena ettiklerini, niye ve ne için medh terennüm ettiklerini bilmeseler de, ibadetlerinin kemal mertebesinin evveli, kalblerinin, Hakk Teala'nın kendisi için buvurduğu ve dergâhın seçkinlerinin onunla dillerini nemlendirdikleri sena ile Hakk'ı sena edecek şekilde ibadete hazır olmasıdır. Eğer senayı evliyanın lisanı ile yaparsa daha iyidir. Zira yalan ve nifak şaibelerinden hâli olacak-tır.

      Zira bunlar ibadette, özellikle de namazda, kemala ulaşmış evliya ve İhlasın zirvesindeki asfîya (onlara selam olsun) dışında kimsenin başaramayacağı duaları kapsayan senalardır. O'nun kavlindeki gibi: "...yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim.." (22).

      Yine O'nun kavlindeki gibi: "Hamd Allah'adır ve yalnızca sana ibadet ederiz." Her birinin beyanı inşaallah kendi yerinde gele¬cek olan tekbirler, secde ve diğer yerlerde eli kaldırma gibi şekiller ise herkes için müyesser değildir. Temiz İmamların (onlara selam olsun) mukaddes çevresinden gelmiş şerefli dualarda onun benzeri çoktur ve bu dualara davet herkes için müyesser değildir; dua-i şerif "Kumeyl"in bazı bölümleri gibi. Bu konularda şeyh-i kâmil Şahâbâdî (ruhumuz O'na feda olsun) şöyle buyururlardı: "Dua eden şahsın bu makamlarda duanın önderlerinin (onlara selam olsun) kendi lisanıyla dua etmesi iyidir."



      22) Enam 79



      Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
      Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

      Yorum


        #18
        Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


        Kısacası, namazın zikirlerinde ve kıraatlarında ya da amellerinde, bir vecihle Hakk Celle ve Alâ ve bir vecihle de Resul-i Hâtem (Allah O'na ve Ehl-i Beyt'ine salat et-sin) olan önderinin lisanıyla sena arayışı içinde olmak ve medhiyeler düzmek, sırlarını hâlis kılamamış ve Hakk'tan gayrısından ilgilerini kesememiş bizim gibiler için daha iyidir. Kıraat babında bu kelamdan biraz bahsedilecektir Allah'ın izniyle.

        Kalbin hazır olmasının ikinci mertebesi, ibadetlerdetafsili kalb hazırlığıdır. Bu, âbidin kalbinin tüm ibadetlerde hâzır olması ve Hakk'ı ne ile tavsif edeceğini ve nasıl bir münacâtta bulanacağını bilmesidir. Bunun oldukça farklı mertebeleri ve makamları vardır; kalblerin makamlarının ve âbidlerin maariflerinin farklılığına göre..

        Bilinmelidir ki, ibadetlerin esrarı ve medh ve senanın keyfiyetinin herbirini içine alan tafsili bir ihata, feyz ve ilahî vahiy yoluyla kemalin zirvesine ulaşmış asfîya dışındaki kimseler için mümkün değildir. Ve biz burada, icmal yoluyla bunun bütün mertebelerini beyan edeceğiz.

        Şu halde, bir taife vardır, namaz ve sair ibadetler konusunda onlann sureti, kabuğu ve mülkî şekilleri dışında bir şey bilmezler, ama zikirlerin, duaların ve kıraatin örfî manalarını anlarlar. Bunların kalb hazırlığı, sadece, zikir veya kıraat vaktinde bunların anlamlarını kalbte hâzır etmeleri ve gönüllerini de Hakk'a münacâtla hazır hale getirmeleridir.

        Bu taife için önemli olan, hakikatleri, kendilerinin de anladığı ve ibadetlerin bu suret dışında bir hakikatlerinin bulunmadığından şüphe edilmesi yolundaki örfî anlamlarla takyîd etmemek; bu akidenin, akla ve nakle mu-halif olmasına ilave olarak insan için oldukça zarar taşıdığını, insanı doyurup durduracağını, ilmî ve amelî seyirden alıkoyacağını bilmek; şeytanın büyük fevkaladeliklerinden birinin, insanı önündekilerle meşgul ve mutlu et-mesi, diğer hakikatlere, maariflere ve ilimlere karşı ise kötümser hale getirmesi ve ondan garip neticeler çıkarması olduğunu görmektir.





        Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
        Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

        Yorum


          #19
          Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


          Diğer taife, fikrî ve aklî adımla idrak ettikleri hakikat-leri akıl kalemi ile levh-i kalbe ulaştıran, kalbleri de o hakikatlere âşinâ olan ve iman getirenlerdir.

          Zira kalbî iman mertebesi aklî idrakten oldukça farklıdır. însanm aklıyla idrak ettiği ve burhanın da onunla ikame olduğu, ama kalbî iman mertebesine ve itminan seviyesi olan onun kemaline ulaşamadığı, gönlünün aklıyla yoldaş ol¬madığı birçok konu vardır.

          Tıpkı hepimizin, ölülerin hareket edemeyeceği ve bize bir zarar veremeyecekleri, hatta dünyanın bütün ölülerini biraraya getirseler de bize bir sivrisinek kadar bile zi-y&n ulaştıramayacaklan üzerine kesin bilgimiz bulunması, ama bu aklî kesin bilginin levh-i kalbe işlenmemesi ve gönlün de bu yargıda akılla yoldaş olmaması nedeniyle vehim hükümetinin vücûd memleketinde akla galip gelmesi ve (insanın) ölülerden, özellikle de gece karanlığında ve halvet yerlerinde korkar olması gibi. Akıl? gece karanlığının bu konuda bir tesirinin olmadığını, aynı şekilde halvetin de bir etkisi bulunmadığını ve ölülerin zarar veremeyeceğini söylemesine rağmen (insan) aklın yargısını bir kenara koyarak vehim adımlarıyla yol almaktadır. Ama belli bir süre ölülerle haşır neşir olur, gecenin dehşetli anları içinde sabahlar ve bu konuda aklın yargısını adım adım kalbe ulaştınrsa gönül akılla yoldaş olur ve onda yavaş yavaş itmînan husule gelir; artık hiçbir şekilde içi titremez ve cesaretle bu işe teşebbüs eder.

          Aklî idrak mertebesinin, iman ve itmînan mertebesin-den başka bir şey olduğu dinî hakikatlerin ve yakînî burhan konularının tamamının durumu da aynen böyledir. Hakkıtaleb eden, ilmî ve amelî riyazetlerle ve kâmil tak-vayla hakikatleri arayan kişi, amelim ve kalbini bu mertebeye ulaştırmadıkça sahib-i kalb olamaz; ilahî güzellik-lerden biri olan kalbin ilk mertebesi husule gelmez;

          iman giysisini giyemez. Oysa, "Namaz mü'minin miracıdır." (23) ve "Namaz, her takva sahibinin yakınlaşma vesilesidir." (24) hadis-i şeriflerinin iktizasmca, insan iman ve takva mertebesine ulaşmadıkça namazının da mi'rac ve yakınlaşma olamayacağını, (bu durumda) sülûka ve Allah'a doğru yolculuğa başlamamış olacağını ve nefis evinde mukim bulunduğunu söylemek mümkündür.

          Başka bir taife ise, bu hakikatleri kalb mertebesine ulaştırmaya ve itminanın kemal makamına varmaya ilave olarak, mücahedeler ve riyazetlerle keşf ve şühûd mer-tebesine ulaşan, hakikatleri melekûtî gözle ve ilahî basi-retle, huzurî müşahadeyle ve huzurda, bizzat görerek kavrayanlardır. Bu sâliklerin de, tafsilatı bu sayfaların hacmini aşacak olan mertebeleri vardır. Ehl-i şühûd ve keşf olan bu taifenin ibadetteki kalb hazırlığı; ibadetlerin suretinin kendilerinin kâşifi oldukları bütün hakikatleri ve ibadetlerin şekil ve sözlerinin kendilerinin zahirleri olduğu sırlan gözleriyle müşahede etmelerinden ibarettir. Şu halde, iftitah tekbirleri anında onlara yedi hicab keşfolur ve bu hicabları yırtarlar; son tekbirde ise kalbleri münasebetiyle onlara celâl ve cemâlin tesbihatı keşfolur ve yolkesen şeytandan istiaze ve mükemmel îsnıullah'm tecellisi ile iyiliklere, beğenilere girerler. Nitekim buna kendi yerinde işaret edilecektir Allah'ın izniyle.

          23) Bu hadisle ilgili açıklama dipnot 5'te geçti.
          24) Men La Yehduruhu'l-Fakih, C.l, Sh.56, Kitabu's-Salat, Babu Fazli's-Salat, Hadis 16. Uyûnu'1-Ahbari'r-Rıza, C.2, Sh.7, Bab 30, Hadis 16.



          Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
          Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

          Yorum


            #20
            Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


            Bu makama ulaşan bir sâlik, kalbin hazır olmasının makamlarından bir diğerine girer; bu, Ma'bud konusun-daki kalb hazırlığıdır. Bu makamın da, tamamı genel olarak üç makama varan bir çok mertebeleri vardır.

            Biri, Ma'bud'un fiilinin tecellisi konusundaki kalb hazırlığıdır. Bu, insanın fikir adımıyla ve ilim burhamyla, aklın mücerred hakikatlerinin en sonundan varlık hakikatinin tertibinin sonuna kadar hâsıl ettiği yaygın varlık zenginliğinden -ki işrakî feyz ve Hakk'ın fiilinin tecellisidir ibarettir. Bu fiil tecellisi büyük filozofların inancına göre, rububiyyetin huzurunda hazır bulunan nefs olan Hakk'ın fiiline ait ilim makamıdır. Büyük işrakî şeyhi ve sânı büyük filozof Tûsî (Allah sırnnı mukaddes kılsın), Hakk'ın mevcudatla ilgili tafsili ilmini işte bu fiil tecellisinden ibaret görmüştür. (24). Tafsili ilmin bu makama inhisarı tahkikin hilafına olsa da, Hakk'ın mevcudatla ilgili fiilinin tafsilatlı ilmini feyz-i mukaddesten ibaret kabul eden konunun aslı, burhan ve ayana mutabıktır ve doğrudur.

            Eğer bir kimse böyle bir ilme burhanla ulaşırsa, Ma'bud konusundaki kalb hazırlığının ilk mertebesini el¬de etmiş olur. Bu, tüm vakitlerde, özellikle de hazırlanma anı olan ibadet vaktinde, alemin, rububiyyetin huzurunda bulunduğunu, bütün mevcudatın mukaddes huzurda hazır bulunan nefs olduğunu; tüm hareketlerin, durgunlukların, ibadetlerin, taatlann, ma'siyetlerin ve muhalefetlerin Hakk'ın katında ve O'nun mukaddes huzurunda vâki olduğunu anlamasından ibarettir. Huzura ihtiramın ilahî fıtratı ve huzurun hıfzı iktizasınca bu sadık akideyi elde eden kişi elbette Hakk'a muhalefetten fıtrî olarak uzak duracaktır. Çünkü huzura ihtiram ve huzurun edebi, insanın, üzerine fıtratlandığı ilahî fıtratlardandır.


            Özellikle de huzur, Nimet Veren'in güzel, azîm kemal sahibi katı olursa, herbir ihtiram müstakil olarak, ilahî kitabların en fasîhi olan fıtrat kitabında kayıt altındadır. Eğer biz bu hakikat hakkındaki ilimle huzurda bulunmayı koruyamadıysak, idrak ve akıl sınırından iman ve kalb makamına ulaşamamışız demektir, nitekim buna işaret edilmişti; insan, ancak fıtratın muvafakati üzere yaratıl¬mış ve fıtratlanmıştır.

            Kısacası, Ma'bud'un karşısındaki kalb hazırlığının ilk mertebesi, burhana dayalı ilimle, alemi rububiyyetin hu-zura çıkma mekanı; ibadetini, kendini, zahir ve bâtın bü-tün hareketlerini aynı huzur ve nefs-i mahzar bilmektir.

            Kendisini ve senasını huzura çıkma mekânında gören böyle bir şahsın senasının, bu hakikatle aralarında perde bulunanlarınla ile farkları vardır.


            24) Keşful-Murad Fî Şerhi Tecrîdi'lftikad, Sh. 220



            Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
            Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

            Yorum


              #21
              Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...



              Fiilin tecellisi konusunda kalbin hazır olmasının ikinci mertebesi; gizlide ve açıkta Sevgiliyi tezekkür, Zât-ı Mu-kaddese münacât ve O'nunla halvetten hasıl olan iman ve itminan mertebesidir. Bu surette, ibadetin nuraniyyeti oldukça fazladır ve ibadetin sırlarından bir sır âbidin kal-bine keşfolur. Riyazetler, mücahedeler, tezekkürün devamı, hazır olmaya duyulan aşk, halvet, tazarru ve tam bir kopuştan sonra, sâlik, itminan ve irfan mertebesinden şühûd ve ayan mertebesine ulaşır. Hakk, kalbiyle münasip fiilin tecellisi ile kalbinin sırrına tecelli eder. Böylece kalb, huzurda bulunmanın lezzetini tadar, hakka aşkı elde eder ve huzurda bulunmanın feyzinin lezzeti onu ibadetten gafil eder. Sonra kendisine ve ibadete karşı hicablı hale gelir, alemde fânî olur ve fiilin tecellisiyle meşgul olmaya başlar.

              Temkin sınırına ulaşılan ve telvînden çıkılan bu halde, Ma'bud karşısında kalbin hazır bulunmasının diğer mertebesi olan isimlerin tecellisinin izleri yavaş yavaş sâlikin kalbinde ortaya çıkar; yani bu, isimlerin tecellisi makamıdır. Bu makamın, önceki mertebelerdeki makamlarla, zikredilen tafsilatıyla, ortaklığı bulunmasına ilave olarak beşerin takatinin cüz'iyyatının fazlalığı nedeniyle tamamını saymaktan aciz kalacağı başka pek çok mertebeleri vardır ve bunun alameti de, insanın, ism-i caminin aynası ve ism-i a'zamın kulu olması nedeniyle isimlerin tüm tecelliierininin 'cem' ve 'fark' olarak camii olabilmesidir. Sonra 'fark' yoluyla, ilahî bin ism-i külliden kalbine bin tecellî olur; cem'an isimlerden her biri, esmâ'nın sonuna kadar diğer bir veya iki ya da üç isimle çiftleşmiş olarak, yine aynı şekilde bu bin ism-i küllideki esmâî terkiblerin mutasavver mertebelerinin de herbir terkibine göre, tecellinin vâki olması mümkündür. Bu tecelliyata lâyık olan insan kalbi de tüm isimlerin zuhur mekanıdır; küllî tarikle bin ismin zuhur mekanıdır; her birinin topluca ve ayrıntılı zuhuru itibariyle ve toplam mertebelerde, zikredilen tertibin aynıyla tecelliyat muhtelif olur. Bunun adedinin, sayma tahammülünün dışında olduğu söylenmelidir: "Allah'ın nimetini say (maya kalkı¬şırsanız sayamazsınız." (25).

              Hz. Emiru'l-Mü'minînden menkul hadiste de, "Resul-i Ekrem (Allah O'na ve Ehl-i Beyt'ine salat etsin) rıhlet vaktinde bana her bir kapısın¬dan bin kapının açıldığı ilmin bin kapısını açtı." (26) bu-yurulmakla belki de tecelliyat-ı farkî'nin fethine işaret edilmiş bulunmaktadır.

              İsimlerin tecellisinden sonra Ma'bud karşısında kalbin hazır olmasının son mertebesi olan zatî tecelliyatın nu-munesi hâsıl olur. Bunun da mertebeleri vardır; ama biz kalbin hazır hale gelmesinin mertebelerinin çoğuna karşı hicablı olduğumuz için icmalî zikirle yetindik. Bunun yerine kalbin hazır olmasının ilk mertebelerini açıklamamız daha doğru olacak ve onun zikriyle belki istenen netice elde edilebilecektir.


              25) Nahl 18, İbrahim 34.
              26)Hisâl, C.2, Sh.642, Hadis 91
              c22, Sh.463, Tarihu Nebiyyüfa Ehlİ halini..., Bab 1, Hadis 14.


              Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
              Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

              Yorum


                #22
                Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


                BEŞİNCİ FASIL

                Kalbin hazır hale gelmesini sağlamanın keyfiyeti


                Kalbin hazır hale gelmesinin mertebelerinin belli olmasından sonra daha doğru ve önemli olan, insanın nefsini tedavi üzere bulunması, bunun bütün mertebelerine ulaşamasa da, hiç olmazsa, daha azıyla ibadetlerin itibar derecesinden sakıt olacağı ve mukaddes dergâhta kabul görmeyeceği bazı mertebeleri elde etmeye gayret sarfetmesidir.

                Bilinmelidir ki, amellerden bir amelde kalbin hazır olmasının menşei ve nefsin onu kabul etmesinin ve ona tevecchünün sebebi, kalbin o ameli azametli telakki etmesi ve mühim şeylerden saymasıdır. Bu, apaçık olmakla birlikte bir misalin zikredilmesiyle daha da açıklığa kavuşacaktır:

                Bir sultan, ünsiyet mahfilinde veya selam meclisinde size azametli bir makam verse ve herkesin önünde iltifat edip sizi ilgi odağı haline getirse, bu makamın kalbinizde önemli bir yeri olduğu ve kaib onu azametli ve ehemmiyetli telakki ettiği için kalbiniz o huzurda baştanayağa hazır hale gelir ve tam bir rağbet ve benimsemeyle meclisin bütün hususiyyatını, sultanın hitabelerini, hareketlerini ve suskunluğunu kaydedersiniz. Gönlünüz tüm ahvâlde huzurda hâzırdır ve bundan bir an bile gaflete düşmez. Tam tersine, eğer bir kimse ehemmiyet taşımayan biri olur ve kalb de onun sizinle sohbetini kıymetsiz addederse, onunla konuşmakla kalbin hazır hale gelmesi-ni sağlayamaz ve onun halleri ve sözlerinden gafil olursunuz.

                Buradan, ibadetlerde kalbimizin hazır durumda bulu-namamasının ve bundan gaflet edilmesinin sebebinin ne olduğu anlaşılmaktadır. Hakk Teala ve Velinimet'imize yaptığımız münacâta, zayıf basit bir mahlukla konuştuğumuz kadar bile değer versek, asla bu denli gaflet, sehv ve nisyan içinde olmayız. Malumdur ki bu lâubalilik ve ihmal, Allah Teala'ya Resul'e ve masum Ehl-i Beyt'in haberlerine iman zayıflığından kaynaklanmaktadır. Hatta bu gevşeklik, rububiyyet makamına ve Hakk'ın makam-ı mukaddesine karşı lâubalilikten kaynaklanmaktadır.

                En-biyanın ve evliyanın, hatta mukaddes Kur'an'ın lisanıyla bizi münacâta ve huzuruna davet eden, kendisiyle konuş-ma ve münacât kapılarının açılmasını lütfeden bir Velinimet'in bu vasfına rağmen, zayıf bir kul ile müzakerede olduğu kadarıyla bile O'nun huzurunda bulunmanın edebini koruyamıyoruz, hatta rububiyyet makamının kapılarının kapısı ve O'nun dergâhının huzuru olan namazın,her vaktinde, karmakarışık fikirlerle ve şeytanî düşüncelerle meşgul olmak için sanki bir fırsat elde etmiş gibi oluyoruz, çünkü bu namaz dükkânın anahtarı veya hesap tahtası ya da kitap sayfalarıdır. Bunu, O'na olan imanın ve yakînin zayıflığından başka bir şey olarak görmemek gerekir.

                İnsan bu lâubaliliğin sonuçlarını ve kusurlarını bilse ve kalbin anlamasını sağlasa elbette ıslah çabası içerisine girer ve kendisini tedavi eder.



                Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                Yorum


                  #23
                  Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...



                  İnsan eğer bir işi önemli ve azametli telakki etmezse yavaş yavaş onu terketmeye sürüklenir; dinî amelleri terketmek de insanı dini terketme noktasına getirir. Bu konunun tafsilatını "Şerh-i Erbaîn"de (27). serdetmiştik.

                  İnsan eğer ibadetlerin ve ilahî menasiklerin ehemmiyetini kalbe anlatırsa elbette bu gaflet ve lâubalilikten vazgeçer ve bu ağır uykudan uyanır.

                  Ey aziz! Halin hakkında bir miktar tefekkür et, masum Ehl-i Beyt'in (onlara selam olsun) haberlerine müracaatta bulun, himmet eteğine bel bağla, tefekkürle ve nefsle tedebbürle anla ki, bu menasik, hususen namaz ve bilhassa farzlar, ahiret aleminin saadet ve hayat mayası, kemalâtın kaynağı ve o yeniden doğuşun hayat sermayesidir.


                  Çeşitli konulardaki pek çok rivayete, burhana ve ayan ve keşif ashabının müşahadesine göre, makbul ibadetle¬rin her birinin nurlu gaybî suretleri ve gaybî neş'etlerin tamamında insanla yoldaş ve arkadaş olan ve tüm zorluklarda insana yardım eden melekûtî uhrevî timsal vardır, hatta cismanî cennet, amellerin gaybî melekûtî suretleridir. Amellerin tecessümü meselesi, vâzıhattan sayılması, aklın ve naklin birbirine uygun olması gereken konulardandır. Bu gaybî suretler, kalbin hazır olmasına ve onu kabul etmesine tâbidir.

                  Kalbin teveccühüne ve kabuletmesine" gelmeyen bir ibadet itibar edercesinden sakıttır ve Hakk'ın dergâhında makbul değildir. Bu makamda, bilen ve uyanık insan için kifayet edecek bir iki ayet ve birkaç hadisle yetineceğiz:



                  27) Şerh-i Erbaîn, İmam'ın bu kitaptan önce kaleme aldığı eseridir. Eser "Kırk Hadis Şerhi" adıyla Türkçe'ye çevrilmiş ve Akademi Yayınevi tarafından yayınlanmıştır.




                  Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                  Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                  Yorum


                    #24
                    Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


                    Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Namazlarından yanılgı içinde bulunan namaz kılanların vay haline/" (28).

                    Yine şöyle buyurmuştur: "Namazlarında huşu içinde olan müminler gerçekten felah bulmuşlardır." (29).

                    Namazında huşu içinde olmayan kişi, iman ve felah ehli değildir. Tefekkür ve tedebbür ehli için bu iki ayet kifayet edecektir. Hakk Teala'nın, hakkında "vay ona" buyurduğu kişinin vay haline! Azîm-i Mutlak'ın bu azamet ve ehemmiyetle zikr buyurduğu şeyi nasıl bir korku, karanlık ve azabın takibedeceği bellidir.

                    Nebi'den (Allah O'na. ve Ehl-i Beyt'ine salat etsin) şöyle rivayet edilmiştir: "Allah'a, O'nu görüyormuşçasına ibadet edin; siz O'nu görmeseniz de O sizi görüyor." (*) Bu hadis-i şerif, kalbin hazır hale gelmesinin iki kâmil mertebesine işaret etmektedir: Biri, zâtın veya isimlerin tecellisinde kalbin hazır olması; diğeri ibadet edenin kendisini rububiyyet makamında hazır gördüğü, bir mertebesiyle fiilin tecellisinde kalbin hazır olması. Elbette bu surette, huzurda bulunmanın edebini ve Cenab-ı Rubûbî ile muhatab olmanın âdabını fitraten yerine getirir.

                    Yine O'ndan (Allah O'na ve Ehl-i Beyt'ine salat etsin) şöyle rivayet olunmuştur: "Namaz vardır yarısı kabul edilir, namaz vardır üçte biri veya dötte biri ya da beştebiri., onda biri kabul edilir. Namaz vardır paçavraya dönmüş elbise gibidir, (b,u namaz) sahibinin suratına çarpılır. Senin namazından, kalbinin hazır bulunduğu ve kabul ettiği miktardan başka (bir netice) yoktur." (30). Bu anlamda başka rivayetler de gelmiştir. (31).

                    Hz. Bâkıru'l Ulûm'dan (O'na selam olsun), Resulul-lah'ın (Allah O'na ve Ehl-i Beyt'ine salat etsin) şöyle buyurduğu menkuldür:

                    "Mümin bir kul namaza durduğunda Allah Teala, herşeyden vazgeçmesi, rahmetin ona başının yukarılarından gökyüzünün ufkuna kadar gölge etmesi ve meleklerin onu etrafından gökyüzüne kadar çevrelemesi için ona nazar eder veya ona yönelir. Allah Teala bir meleki, onun başında dikilmesi ve şöyle demesi için görevlendirir: Ey namaz kılan! Sana kimin nazar ettiğini ve kime münacâtta bulunduğunu biisen başka bir şeye teveccüh edemezsin, bulunduğun yerden sonsuza kadar ayrılamazsın." (32)

                    Ehl-i ma'rifet için bu hadis-i şerif kifayet edecektir. Allah biliyor ki, Hakk'ın kula bu yönelmesinde insanın aklının alamayacağı ve kimsenin kalbinde hatıra gelemeyecek ne kerametler ve nurlar vardır.

                    Emiru'l-Mü'minîn'den (O'na selam olsun) şöyle nakledilmiştir: "İbadet ve duasını Allah'a halis kıları, kalbi gözünün gördüğü ile meşgul olmayan, kulaklarının işittiği nedeniyle Allah'ın zikrini unutmayan ve başkasına verilenden gönlü mahzun olmayan kişiye ne mutlu!" (**)


                    28) Maun 4-5
                    29) Mü'minun 1-2
                    (*) Bkz. dipnot 11
                    30) Biharül-Envar, C.81, Sh.260, Kitabu's-Salat, Bab 38, Hadis 59.
                    31) Bu cümleden olmak üzere bkz. Biharül-Envar, C.81, Sh.260, Kitabu's-Salat, Bab 38, Adâbüs-Salat.
                    32) Müstedrekül-Vesail, Kitabüs-Salat, Bab 2, Hadis 22. Felahüs-Sail, Sh.160.
                    (**) Bkz. dipnot 13




                    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                    Yorum


                      #25
                      Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...



                      Hz. Sadık'tan,(a.s) "ancak Allah'a selim bir kalb ile gelenler başka" (33).

                      ayet-i şerifesinin tefsiri ile ilgili olarak şöyle rivayet edilmiştir: "Selim, hiç kimsenin kendisine denk olamayacağı şekilde Rabbine mülakat edendir." Ve şöyle buyurdu: "Kuşku ve şirk bulunan her kalb sakıttır; kalbleri ahiret için boş kalıncaya kadar dünyada zühdül irade buyurdu." (34).

                      Hz. Bâkıru'l-Ulûm (O'na selam olsun), "Hz. Ali b. Hüseyin (O'na selam olsun) namaza durduğunda rengi değişirdi,
                      secde ettiğinde ter boşalıncaya kadar başını kaldırmazdı." (35). buyurmuştur.

                      Yine, "o Hazret namaza durduğunda, bir yaprak gibi, rüzgarın hareket ettirdiği dışında hiçbir şeyi hareket etmezdi." (36). demiştir.

                      Ebu Hamza Semalî'nin şöyle dediği menkuldür:

                      Ali b. Hüseyin'i namaz kılarken gördüm; Hazret'in ridası omuzlarından düştü, ama namazdan çıkana kadar onu düzeltmedi.
                      Hazret'e bunu sorduğumda şöyle buyurdu: "Vay sana! Kimin huzurunda olduğumu biliyor musun?
                      Tam, bir yöneliş göstermedikçe kulun namazı kabul edilmez."'

                      Dedim ki, "Sana feda olayım, biz helak olduk." Şöyle buyurdu: "Asla! Allah Teala onu nafilelerle tamamlar." (37).



                      33) Şuara 89
                      34) Usulü Kâfi, C.3, Sh.26, Kitabu'1-İman ve'1-Küfr, Babu'l-İhlas, Hadis 5. Biharu'l-Envar, C.67, Sh. 239, Kitabu'i-İman ve 1-Küfr, Bab 54, Hadis 7.
                      35) Vesailu'ş-Şia, C.4, Sh.685, Kitabu's-Salat, Ebvabu
                      Ef ali's-Salat, Bab 2, Hadis 2.
                      36) a.g.e., Hadis 3.
                      37) Müstedreku'l-Vesail, Ebvabu Ef ali's-Salat, Bab 2, Hadis 1




                      Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                      Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                      Yorum


                        #26
                        Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...



                        Bu alandaki haberler, bu sayfalarda sözkonusu edilebilecek ve sırlarını beyan etme sorumluluğunun yerine getirilebilecek olandan fazladır. Biz bu bölümü, bilinmeye değer bir noktayı zikrederek tamamlayacağız. Bu nokta şudur:

                        ibadetlerin, aklın ve naklin üzerinde ittifak ettiği ve ibadetlerin sırlarından biri olarak saymak gereken mühim faydalarından biri, her bir ibadetin kalbte, rivayetlerde "beyaz nokta"nın artması veya genişlemesi olarak tabir edilen bir tesir hâsıl etmesidir. Ve bilmek gerekir ki, insanın zahiri ve bâtını, sırrı ve alenîsi arasında, herbirinin etkilerinin, eylemlerinin ve hareketlerinin diğerine azîm bir sirayet ve garip bir tesirde bulunduğu bir bağ ve alâka vardır. Bu konu, burhana dayanmasına ilave olarak vicdan ve ayanın da şahitliğine sahiptir.

                        Öyle ki, bedenin sağlık ve hastalık halleri, mizaçla ilgili olaylar, bedenin dahilî ve haricî halleri ruh ve bâtın üzerinde müessirdir; bunun tersine, yaratılış ve ruhla ilgili haller ve nefsanî melekeler doğal olarak ve başka bir şeye ihtiyaç duymaksızın bedenin hareketleri, durgunlukları ve fiilleri üzerinde müessirdir. Bundan şu netice çıkmaktadır:

                        Hayırlı veya şer amellerden her birinin nefs üzerinde, onu ya dünyaya ve değersiz süsüne yöneltecek, Hakk'a ve hakikate karşı hicablı hale getirecek ve hayvanların ve şeytanların sülûkunda yola koyulmasına neden olacak ya da ahirete müteveccih edecek, kalbini ilahî kılacak, celal ve cemalin teşbihlerinin keşfini gösterecek ve ruhanîlerin ve dergâha yakın olanların sülûkuna dahil edecek bir te¬siri vardır.

                        Bu ibadî fiiller ve ilahî menasik, bizzat kendilerinin cismanî cenneti oluşturan melekûtî nurlu gaybî suretlerinin bulunmasına ilave olarak, ruh üzerinde de, mutavassıt cennetin ve esmaî cennetlerin mebdei olan melekelerve haller hasıl ederler.




                        Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                        Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                        Yorum


                          #27
                          Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...



                          Bu ise zikirlerin ve amellerin tekrarının sırlarından biridir. Zira dil, ilahî zikri tekrar ettiğinde yavaş yavaş kalb dili de açılır ve o da zikre başlarj öyle ki kalbin zikrinden dil de mütezekkir olur. İbadet,! dua ve zikir vaktinde kalbin hazır olmaması halinde ibadetlerde bu fayda hâsıl olamaz ve bu netice elde edilemez.!

                          Nitekim kalbin gafleti ve nisyanı nedeniyle, hayırlı amellerin ruh üzerinde hiçbir şekilde tesiri bulunmamaktadır. Bu cihetten, görüyoruz ki, elli yıllık veya daha fazla sürelik ibadetler kalbimizde hiçbir şekilde bir tesir meydana getirmemiştir, tam tersine fâsid melekelerimiz her geçe gün artmaktadır. Fahşadan ve münkerden nehyeden mü'minlerin mi'racı ve muttakilerin yakınlaşması olan bu namaz bizi bir yere ulaştırmamış ve bizim için bir berraklık makamı hasıl olmamıştır.

                          Arif-i kâmil Şeyh Şahâbâdı, ruhumuz O'na feda olsun, şöyle buyurmuştur:

                          İnsan zikir vaktinde, tıpkı çocuğun ağzına bir kelam yerleştiren ve bunu dile getirmesi için ona teikinde bulunan kimse gibi olmalıdır. Aynı şekilde, insan zikri kalbe telkin etmelidir. İnsan dille zikrettiğinde ve kalbi eğitmekle meşgul olduğunda zahir bâtına yardım edecektir; öyleyse kalbin çocuk dili açıldığında da batından zahire yardım gelecektir.

                          Nitekim çocuğa telkinde de böyledir; İnsan onun ağzına kelamı yerleştirdiğinde ve ona yardım ettiğinde, çocuk o kelamı diliyle icra eder. İnsan onun ağzına kelamı yerleştirdiğinde ona yardım etmiş demektir, tıpkı onun o kelamı dille icra ettiğinde insanda önceki yorgunluğu bertaraf eden bir mutluluk oluşması gibi.

                          Öyleyse başlangıçta muallimden ona yardım gelir, neticede 1 de ondan muallime yardım ulaşır. İnsan namaz, zikirler ve dualarda bu tertibi bir müddet bile olsa korursa, elbette nefste mutad hale gelir ve ibadî ameller de tıpkı mutad ameller gibi olur; artık bunlarda kalbin hazır hale gelmesi bir usule muhtaç değildir, tam tersine, bu, mutad doğal işler gibi olur.







                          Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                          Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                          Yorum


                            #28
                            Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


                            ALTINCI FASIL

                            Kalbin hazır hale gelmesini sağlamada insana yardım eden şeylerin beyanı

                            Bunlar, bazılarını bundan sonra kendi yerlerinde zikredeceğimiz namazdaki birkaç şeydir. Şimdi, genelleme yoluyla, ibadetlerin mutlakı için bir ilaç zikrediyoruz. Bu ilaç, insanın, en önemlisi kalbî meşguliyet olan dahilî ve haricî meşguliyetlere bir son vermesidir. Kalbî meşguliyet, dünya sevgisi ve kaygısının köklü veya ona münhasır sebebidir. Eğer insan dünyayıkazanma kaygısı ve onun değersiz süsüne ulaşmanın önemi üzere bulunursa, elbette kalb fıtrî olarak ona müteveccih olur, bu iş, onunla meşgul olanın meşguliyeti haline gelir ve dünyevî işlerin birinden yüz çevirse bile bir başkasına yönelir.

                            Kalb, sürekli olarak bir daldan diğerine uçup duran bir kuş gibidir. Dünya arzusu ve sevgisi ağacı kalbte dikili olduğunda, kalb kuşu da onun dalları üzerinde bulunacaktır; eğer riyazetler, mücahedeler, onun sonuçları ve kusurları üzerinde tefekkür etmek ve ayetler, haberler ve evliyaullahın halleri üzerinde tedebbürde bulunmak bu ağacı keserse, kalb sakin ve mutmain olur ve kalbin hazır hale gelmesini kazanmanın kendisinin bütün mertebeleriyle olduğu nefsanî kemalâta muvaffak olması mümkün hale gelir; ancak onu terketmeyi başardığı ölçüde neticeye ulaşmaya muvaffak olacaktır.

                            Bir kimse eğer ehl-i dünya ve aşıklarının işi, onlardan sadır olan mefsedetlerin sonuçları ve onlardan yadigâr kalan ve tarihin sayfalarını, tamamı makam ve mal, bilcümle dünya sevgisinden kaynaklanan davranışlarla kapkara ve utanç dolu hale getiren rezillikler üzerinde biraz düşünürse ve masum, temiz Ehl-i Beyt'ten dünya sevgisinin zemmi ve dinde ve dünyada buna dayalı mefsedet-ler konusunda gelen haberler ve eserler üzerinde tefekkür ederse, bu fesadı, varolan her kıymet, her baskı ve riyazet ile kalb sayfasından kesmenin kolay ve mümkün olduğunu, bu karanlık ve bulanıklığı gönül fezasından berkenar etmesi lazım geldiğini ve bunun da biraz teşebbüs ve gayret ile bir ölçüye kadar mümkün olacağını tasdik eder.

                            Mutlak olarak terk etmek herkesin yapabileceği bir şey olmamakla birlikte, onu azaltmak ve dalını, yaprağını (kolunu kanadını-K.Ç.) kırmak oldukça mümkündür, hatta kolay olduğu da söylenebilir. Elbette insanın en büyük kaygısı dünya olmazsa ve kalbinin yönelişi baştan ayağa dünyanın değersiz süsüne doğru değilse, kendi haleti ile kalbinin tefekkürâtını taksim etmesi ve bazen de kalbini ibadet için halis kılması mümkündür. Belki de bunun üzere bulunduğunda, bir süre için kalbini koruduğunda ve kendisini cesaretlendirdiğinde iyi sonuçlar alabilecek ve yavaş yavaş bu fesadın kökünü kesmeye nail olabilecektir.





                            Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                            Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                            Yorum


                              #29
                              Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


                              Bilinmelidir ki, evliyanın dilinde zemmedilmiş olan dünya, işte bu alâka, sevgi ve ona teveccühtür. Ve ancak, alem-i mülkün ve Hakk'ın cemal-i cemilinin meşhedlerinden biri, evliya, urefa ve ulema-i billahın terbiye ocağı, kudsî beşerî nefislerin daru't-tekmîli ve ahiretin tarlası olan meşhed-i şehadetin (*)aslı,

                              evliya ve ehl-i ma'rifet nezdinde meşahid ve menazilin en izzetlisidir. Ekseriya, bir kimsenin haricî dünyadan bir payı bulunmadığı, ama kalbinin ona olan ilgisi ve sevgisi vasıtasıyla ehl-i dünya¬dan sayıldığı ve Hakk'ı ve ahireti unutan biri olduğu; bir başkasının ise, Süleyman b. Davud gibi mülk, saltanat, makam ve mal sahibi olduğu halde dünya ehli olmadığı, ilahî bir kişi ve lâhutî bir insan olduğu vâkidir.

                              Malumdur ki, dünyaya yönelme ve onu kazanmada ona ilgi duymanın bir müdahalesi bulunmamaktadır;

                              ekseriya, elleri boş alâka sahiplerinin dünyada fesad ve beladan başka bir şeyleri yoktur, mülk ve haşmet sahibi alâkasızlar ise dünya ve ahireti biraraya getirmiş ve bunda saadete ulaşmışlardır. Bu noktaya, Seccad'ın (O'na selam olsun), "dünya iki dünyadır:

                              (Saadete ) ulaştıran dünya ve mel'un dünya" sözünde olduğu gibi hadis-i şerifte de işaret edilmiş, bazen de ona bağlılık itibariyle veya ondan alâkayı kesmek için dünyanın kendisi beliğ biçimde tekzib edilmiştir. Bu babtaki haberlerin zikri, toparlanması ve ondaki aklın mukayesesinin beyanı bu muhtasar çalışmanın sorumluluğunun dışındadır.(38)


                              (*) Şehadet mertebesi
                              38) Usulü Kâfî, C. 4, Sh. 4, Kitabu'1-lman ve'1-Küfr, Babu Hubbi'd-Dünya ve'l Hırs Fîha, Hadis 8.


                              Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                              Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                              Yorum


                                #30
                                Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


                                Kısacası, kemalâta kavuşma yolunun dikeni olan, şey-tanın makam-ı kurb ve vusulün yolkeseni olduğu, insanı Hakk'tan yüzçevirten, O'na münacaatın lezzetinden mahrum eden, kalbi karartan ve kedere boğan şey, hadis-i şerifte "bütün günahların başı" ve "bütün günahların toplamı" olarak değerlendirilen dünyaya sevgidir. Bu babta-ki ve bununla ilgili konulardaki haberler bu muhtasar çalışmanın hacminden fazladır.

                                Öyleyse insan ibadet zamanlarında kalbî meşguliyetlerini ve hatırına gelenleri azaltmalı ve ibadetine, meşguliyetinin en az olduğu ve kalbinin o vakitte daha mutmain, daha sakin olduğu zamanı tahsis etmelidir. Bu, inşaallah kendi yerinde zikredilecek olan vaktin sırlarından biridir.

                                Kalbî meşguliyetleri azalttıktan sonra haricî meşguliyetleri de mümkün olduğu ölçüde azaltmalıdır. Etrafa iltifattan, eliyle ve sakalıyla oynamaktan, parmaklarını çıtlatmaktan, tuvalete gitme ve yellenme sıkışıklığından, uykunun bastırması durumundan, mührün, Mushaf ve kitabın nakısına bakmaktan, haricî sözlere kulak vermekten, kenai kendine konuşmaktan nehy ve diğer mek-ruh âdâb ve Hz. Bârî'nin (cellet azametuh) huzurunda bulunmayı korumaya yönelik pek çok âdâb-ı müstehab gibi birçok şer'î âdâb bu faideyi sağlayabilir.

                                Hatta şehid-i sânî Şeyh Saîd (Allah kendisini takdis etsin) Esraru's-Salat isimli kitabında şöyle buyurmuştur:

                                Gözünün gördüğü veya kulağının işittiği en küçük şeyle bile dikkati dağılan zayıf bir şahıs için ilaç, gözlerini kapaması veya karanlık' bir evde namaz kılması ya da karşısına dikkatini çekecek bir şey koymaması yahut göz kaçması olmaması için duvara yakın durması ve işlenmiş yollar ve yerler, süslü halılar üzerinde namaz kılmaktan kaçınmasıdır.



                                Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                                Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X