Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #91
    Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


    Teşehhüdde iken risalete şehadet, ubudiyyete şehadetten sonradır; çünkü ubudiyyet, risaletin merdivenidir ve mü'minlerin mi'racı ve nübüvvetin mi'racının zuhur yeri olan namazda, ubudiyyetin hakikati olan bismillah ile hicablar kaldırıldıktan sonra başlar: "Nebisini mutlak ubudiyyet merdiveniyle götüren münezzehtir." Ve onu ubudiyyet adımı ile ehadiyyet ufkuna cezb buyurur, mülk ve melekût ülkesinden ve ceberut (*) ve lâhut memleketinden kurtarır; o pâk nurun gölgesiyle gölgelenen diğer kulları, Allah'ın nişanelerinden bir nişaneyle ve ubudiyyetin bâtını olan ismullahı tahakkuk merdiveniyle yakınlık mi'racına ulaştırır.,.

    Sâlik, varlık dairesini ismullah olarak gördüğünde, sülük adımı ölçüsüyle Allah'ın kitabının fatihasına ve Allah'ın hazinesinin anahtarına varid olabilir; o halde tüm senaları ve hamdlan Hakk'a ism-i cami makamına irca eder ve mevcudattan bir varlık için faziletler düşünmez; çünkü fazilet ve kemalin Hakk'tan başka bir varlık için ispatı, ismiyyet düşüncesiyle aykırılık arzeder. Eğer "bismillah"! hakikatiyle söylerse, "elhamdu lillah" da hakikatiyle söyleyebilir. Eğer iblis gibi yaratılmışların hicabı içinde isim makamından hicablı olursa, hamdlan da Hakk'a döndüremez.


    Enaniyyet perdesinde bulunduğu sürece, ubudiyyet ve ismiyyete karşı hicablı olur; bu makamdan mahrum oldukça, hâmidiyyet makamına ulaşamaz. Eğer ubudiyyet adımı ve ismiyyetin hakikati ile hâmidiyyet makamına ulaşırsa, hâmidiyyet sıfatını da Hakk için sabit bilir ve Hakk'ı hâmid ve mahmud (*) addeder ve görür. O halde, kendisini hâmid ve Hakk'ı mahmûd gördüğü müddetçe Hakk'ın hâmidi değildir, tam tersine Hakk'ın ve halkın (**)

    hâmididir, hatta yalnızca kendisinin hâmidi olur ve Hakk'a ve O'na hamde karşı hicablı bulunur. Hâmidiyyet makamına ulaştığında, "senin kendini sena ettiğin gibi" (84) der ve mahmudiyyetin iddiasına yakınlaşan ve isbatı ile yoldaş olan hâmidiyyet hicabından kurtulur. Bu durumda sâlik kulun sözü şöyle olur: "O'nun adıyla; hamd O'nadir, O'ndandır ve O'nun içindir..." Bu netice, hadis-i şerifte işaret buyurulmuş olan nafilelerin yakınlığıdır: "O'nu sevdiğimde, O'nun kulağı, gözü ve lisanı olurum...' (158)

    (*) üstünlük, galebe.
    (*) kendisine hamdedilen.
    (**) yaratılmışların.
    (***) Şahsiyet, zât, varlık.


    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

    Yorum


      #92
      Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


      Rabbil âlemin: Eğer "âlemin", a'yân-ı sabite olan isimlerin suretleriyse zatî rububiyyet olur; bu ise ismullah-i a'zam olan zatî uluhiyyet makamına rücûdur; Çünkü a'yân-ı sabite, vâhidiyyet makamındaki zatî tecelliyle, feyz-i akdes'in tecellisi sayesinde zahir olan ism-i camiye tabi olarak ilmî tahakkuku ortaya çıkarırlar.

      O mukaddes makamda rububiyyetin manası, bu tecelliyle bütün isimlerin zahir olduğu uluhiyyet makamı ile tecelli etmektir ve öncelikle de insan-ı kâmilin ayn-ı sabiti ve diğer a'yân onun gölgesinde zahir olurlar. Rahmaniyyet ve rahimiyyet, aynı a'yânı, hüviyyetin (***) gaybından mutlak şehadetin ufkuna kadar zahir etmek ve alınlarını kaplayan sevkedici aşk fıtratı ve mâlikin kahr cezbesiyle, vâhidiyyetin kemal denizinde boğulmak olan mutlak karşılık makamına nail olmaları için mayalarına aşk fıtratı ve mutlak kemal muhabbetini emanet etmektir: "İyi bilin ki, işler sonunda Allah'a döner." (170).


      Şu halde, bu tarikle, emellerin gayesi, hareketlerin nihayeti, iştiyakların sonu, mevcudatın dönüş yeri, kâinatın ma'şuku, aşıkların mahbubu ve meczübların matlûbu (*) zât-ı mukaddes'tir; bizzat kendileri bu matlûba karşı hicablı bulunsalar ve kendilerini âbid, âşık, tâiib, meczûb ve diğer şeyler olarak görseler, de bu böyledir? Bu büyük hicab, sâlik-i ilallahın ma'rifet adımıyla yarması gereken fıtrat hicabıdır. Bu makama ulaşmadıkça "iyyake na'budu"demeye hakkı yoktun;

      yani senden başkasını istemiyoruz, senden başkasını arıyor değiliz, senden başkasının isteklisi olmayacağız, senden gayrisini sena etmeyiz ve hiçbir işde senden başkasından yardım beklemeyiz demeye hakkı yoktur. Hepimiz, maddenin alt mertebesinin en aşağısından a'yân-ı sabitenin gayb mertebesinin en yukansına kadar mevcudat silsilesi ve kâinat zerreleri, Hakk'ı taleb eden ve Hakkı arayanlarız, herkes her beklentide seni talep eder ve her sevilende senin aşkını sunar: "...insanları üzerine yarattığı Al-lah'ın fıtratı." (171). "Göklerde ve yerde olanlar O'nu teşbih ederler." (82).


      170) Şura 53.
      (*) talep edilen.
      171) Rum 30



      Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
      Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

      Yorum


        #93
        Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


        Bu müşahede sâlike el uzattığında, mülkî kuvvetlerden gaybî bâtınlara kadar varlığının bütün parçalarıylakendisini ve varlık silsilesinin tamamını Hakk'ın aşığı ve talibi olarak görür, bu aşıklığı ve muhabbeti izhar eder, vusul için Hakk'tan yardım taleb eder ve sırat-ı müstakime hidayeti ki insanın rabbının sıratıdır, "Rabbim elbette sırat-ı müstakim üzeredir." (172) ve bu sırat, en kâmil enbiya ve sıddıklardan "nimet verilenler"in, ayn-ı sabitin Allah'ın makamına rücûundan ve kusur veya taksir sınırında bulunmak olan diğer isimlerde değil, O'nda fena olmaktan ibaret olan sıratıdır ister.

        Nitekim şu buyruk Resul-i Ekrem'e aittir: "Kardeşim Musa'nın sağ gözü görmezdi; kardeşim İsa'nın da sol gözü. Benimse iki gözüm var."Cenab-ı Musa'da kesret vahdete galebe çalmıştı; Cenab-ı İsa'da da vahdet kesrete üs¬tün gelmişti. Resul-i Hatemî'de ise, vasat sınırı ve sırat-ı müstakim olan berzahiyyet-i kübra makamı vardı.

        Buraya kadar surenin tefsiri,'"alemin"in, zatî isimlerin hazarâtı olduğuna dayandırıldı. Eğer "alemin", zâti isimlerin veya sıfatların isimlerinin veya fiilleri isimlerinin yahut mücerred alemlerin ya da maddî alemlerin veya her ikisinin ya da hepsinin hazarâtı olursa, surenin tefsiri farklılaşır.


        Bunun gibi, eğer "bismillah..." ayet-i şerifesindeki "ismullah", meşiyyet makamından başka, zâtı isimlere ve gayrısına veya a'yân-ı sabiteye veya a'yân-ı mevcudeye veya gaybî ve şehadetî alemlere veya insan-ı kâmile ait bir başka makam olduğunda da surenin tamamının tefsiri farklılaşır. Aynı şekilde, eğer "Allah", zatî veya zuhûrî uluhiyyet olursa; "besmele" âek\ "rahman" ve "rahim", "ism" veya "Allah" için sıfat olursa sure-i şerifenin tefsiri farklılaşır. Yine, "besmele"deki "ba" yardım dileme veya karışma ya da "zahir oldu'ya. ait olursa veya surenin kendisine ait olursa veya parçalarından her birine ait olursa farklar meydana gelir. Bunun yanısıra, kurrânın makamlarına göre, kesret hicabına düşmenin veya vahdete galebe çalmanın veya mahvdan sonra sahvın veya daha önce zikredilmiş bulunan diğer makamların surenin tefsirini farklılaştırması gerekir. Bunların tamamını ve ilahî kuşatıcı kelam olan Kur'an'ın hakikî tefsirini ihata etmek, yazarın misallerinin kapsayıcılığmın dışındadır, "Kur'an'ı yalnızca Kur'an'ın kendisine hitap ettiği kimse tanıyabilir." (173) ve her türlü ihtimale açıktır. Allah yol gösterendir.


        172) Hud 56.
        173) Biharül-Envar, C. 46, Sh. 349, Tarihül-İmam Muham-raedi'l-Bakır, Bab 20, Hadis 2.


        Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
        Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

        Yorum


          #94
          Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


          SEKİZİNCİ FASIL


          Tevhid sure-i şerifesinin tefsirine icmalî işaret

          Bil ki, bu surenin "bismillah" konusunda, Hamd sure-i şerifesinde zikredilmiş olan ihtimallerin aynısı geçerlidir. Ama burada, her yerde olan Zât'ın mukaddes makamının veya hüviyyetin gayb makamının yahut zatî isimlerin makamının tercümanı olan "kul hüve" ile ilgisi münasebetiyle, sâlik bu makamlardan her birinde helak hali üzere bulunmalı ve isimlere ve sıfatlara ait zuhurları ter-kederek "hüve" kelime-i şerifesi ile mutlak olarak söyleyici olmalıdır. Öyleyse ismin bu makamda, zât ve zatî isimler veya gayb ve sıfata ait isimler arasındaki bağ olanfeyz-i aktes'le gaybî tecelli olması mumKündür. O halde, söyleyen şöyle buyurmuştur:

          Ey kesret ve zuhur ufkundan sıyrılan, aşk ve muhabbet adımıyla isimlerin, sıfatların ve zuhurların kesret tozunu temizleyen Muhammed, en mukaddes feyzle tecelli etme makamı ile hüviyyetin gaybı ve vahdet makamında sadece şöyle de: "Hüue." Bu, zât veya hüviyyetin gaybı veya zatî isimler makamına işarettir. Bu, mutlak gayb olmakla birlikte, isimlerin cem' makamı ve vâhidiyyetin huzuru olan "Allah"tır. Ve bu isimler kesretinin, mutlak vahdet ve sadelik ile bir çelişkisi yoktur; o halde, O, ehaddır. Bu yolda kemal düzeyde kesretin bulunmasıyla, hatta onun, bu kesretin mebdei olmasıyla birlikte, O, sameddir ve mutlak noksanlardan münezzehtir.

          O halde O'nun için hazırlık, imkan ve hazırlanma yoktur; O'ndan hiçbir şey ayrılmaz ve O, hiçbir şeyden ayrılmaz. Tahakkukun herşeye sahip olanı, zuhur ve tecelli olarak O'nda son bulur ve varlık, sıfat ve fiil olarak O'nun zâtında, isimlerinde ve sıfatlarında fani plur; O'nun misli, misali, benzeri ve şeriki yoktur.

          Şu halde, "hüue" gayb makamına işaret olmaktadır; nitekim hadiste de variddir (174). Ve Allah, kemal isimler ve ism-i a'zam makamı olan vahidiyyet makamı iledir ve "ehad"dan surenin sonuna kadar tenzihi isimlerdir. O halde sure-i şerife, Hakk'ın bütün makamlara nisbetidir; "hüue" her yerde bulunan Zât'a, "ehad" ise zatî isimlere işaret olabilir. İlim O'nun yanındadır.


          174) "Hüve", gaibe işaret olan künye isimdir. "Ha", sabit manaya tenbihtir. "Vau", duyulardan gaib olana işarettir..., Et-Tevhid, Sh. 88.



          Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
          Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

          Yorum


            #95
            Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


            DOKUZUNCU FASIL

            Rükûnun bazı sırları

            Bu, havassın nezdinde, emirle kıyam menzilinden çıkmak ve ehl-i ma'rifet nezdinde iddianın lazimesi olan hizmette istikamet etmektir.
            Ehl-i muhabbet nezdinde, hiyanet ve cinayet menzilinden çıkmak ve mutavassıtların menzili olan horluk, muhtaçlık, alçakgönüllülük ve tazarru menziline girmektir.

            Ashab-ı kulûb nezdinde, Allah'a kıyam makamı ile, Allah için kıyam menzilinden; azamet nurlarını müşahede ile, kayyumiyyeti müşahededen; isimlerin tevhidi makamı ile, fiillerin tevhidi makamından ve "iki yay" makamı ile, "yakınlaşma" makamından çıkmaktır; nitekim sücûd, 'en yakın" makamdır. Bundan sonra inşaallah buna işaret edilecektir.

            Şu halde, kıyamın hakikati, Hakk'ın kayyumiyyetine yakınlaşmak ve meşiyyet ufkuna ulaşmaktır. Rükûnun hakikati, ubudiyyet kavisini tamamlamak ve onu, rubu-biyyetin azametinin nurunda fena kılmaktır. En kâmil evliyanın rükûsu, kendi mertebelerine ve ihata eden, şümulüne alan, zâta ve sıfata ait isimlerin huzurlarından duydukları hazza göre bu makamı tahakkuk ettirmeleridir; bunun tafsili ise bu sayfaların hacminin dışındadır.


            Öyleyse, sâlik, isimlerde fena olma menzili olan rükû menziline ulaştığında tekbir getirir ve elini, tıpkı iftitah tekbirleri esnasında olduğu gibi aynı âdâb ile kaldırır. Bu tekbir ve el kaldırma, iftitah tekbirlerinden birinin bâtınıdır; nitekim sücûd tekbiri de böyledir. Bu makamda, Hakk'ı, kulun şâmil makamlarından olan ve ona sülûkun sonuna kadar yoldaşlık eden tavsiften tekbir eder. Eliyle, selabet ve iddia şaibesinden uzak olmayan yakınlaşma, ubudiyyet ve kayyumiyyetle doğrulma makamını kaldırır atar ve boş eli rükû menziline yöneltir. "İki yay" menzilinin fenasında, vahdaniyyet ve vahidiy-yet huzurunun arşının sahip olduğu azametin nuru kalbine tecelli eder, Hakk'ı tenzih ve teşbih eder ve kendisini tekbir liyakatından sakıt kılar.

            Sonra, ehl-i tevhidin büyük menzillerinden olan bu menzilin hakkını eda etmedeki kusurundan dolayı, korku içindeki kalb ve utanç hali ile, aslı velayet menzillerinin tamamındaki tenzihten sonra Hakk'ı azametle tavsif etmek olan ücretini öder. Bundan sonra, zât makamında sıfatların tevhidine işaret olan hamdetmek suretiyle Öder.


            Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
            Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

            Yorum


              #96
              Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


              Kulun bu makamdaki tenzih, ta'zim ve hamdetmedeki lisanı, Hakk'ın lisanıdır. Nitekim hadiste şöyle geçmektedir: "Şu halde Rabbini büyük ismiyle teşbih et!" (*) ayeti nazil olduğunda Resulullah (Allah'ın salatı O'na ve Ehl-i Beytine olsun) şöyle buyurdu: "Bunu rükûda tekrarlayınız." (175).

              Bu makamda zikredilenlerin bazısına işaret, mi'rac namazı hadisinde mevcuttur. Hazret rükûya memur edildikten sonra hitap geldi: "Arşıma bak!" Resulullah şöyle dedi: "Öyle bir azamet gördüm ki içim gitti ve kendimden geçtim; bana ilham olduğu an ve gördüğüm azamet karşısında şöyle dedim: Azametli Rabbim münezzehtir ve hamd O'nadir. (**) Bunu söylediğimde, perde halinden çıktım. Gelen ilhamla bunu yedi kez tekrarlayana kadar kendime geldim ve normal hale döndüm..." (176).

              Arşın, bu makamda, vahdaniyyet arşının, vahidiyyet makamının azametinin ve zâtın arşı olan isimler ve sıfatların huzurunun murad edilmiş olabileceği özgülükleri vardır. Ve bu neş'et perdesinin, azametin huzurunda fena olma makamına ve enaniyyetin ilkasına işaret olması mümkündür. Nitekim nefsin zehabının da bu makamla münasebeti vardır. Bundan dolayı, teşbih, ta'zim ve hamdetme Hakk'ın lisanıyladır; O Zât-ı Mukaddes'in ilhamı ise, bu azamet ve kibriyayı, vahidiyyetin ve isimlerin cem'inin ehadiyyeti huzurunda görmek içindir.

              (*) Vakıa 74
              175) İlelu'ş-Şerai', Sh. 333, Bab 30, Hadis 6. Vesailu'ş-Şia, . C.4, Sh. 944, Kitabu'sSSalat, Ebvabu'r-Rükû, Bab 21, Hadis 1.
              (**) Subhane Rabbiye'l-Azira ve bi-Hamdih.
              176) İlelu'ş-Şerai', C. 2, Sh. 312, Bab 1, Hadis 1.



              Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
              Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

              Yorum


                #97
                Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


                Bil ki, yakınlık makamına vâsıl olanlar için, tecelliya-tın evvelinde -aşk tecelliyatı olsa da saf kalblerini aza¬met tecellisinin nurları altında sarsılmış ve durulmuş hale getiren bir dehşet ve tutkunluk vardır. Eğer kalblerinde kabiliyet ve takat olmazsa, aynı dehşet ve tutkunlukta sonuna kadar kalırlar: "Evliyam, kubbelerimin altındadır; benden başka kimse onları tanımaz." (177)


                Meleklerde de, kendilerine "aşık melekler" denilen böyle bir sınıf bulunur. Eğer feyz-i akdes'in ilk ikramlarından olan kalblerin kabiliyeti çok olursa, bu hayret, tutkunluk, dehşet, korku, sıkıntı, ızdırap, mahvolma, baygınlık, kendini kaybetme ve yokolmadan sonra yavaş yavaş sükûn, uyanıklık, sakinleşme, ayılma ve kendine gelme el uzatır; bu, tam bir uyanıklık hâsıl oluncaya kadar sürer. Temkin makamı olan bu makamda daha yüksek bir tecelliyata layık olur. Aynı şekilde, tecelliyat, yakınlık ve kemalin sonuna vâsıl olabilmeleri için kalbleri münasebetiyle gerçekleşir.

                Eğer kemale ermişlerden olurlarsa berzahiyyet-i kübra hali onlara el uzatır. Gayb makamından; takvalı, temiz, en beğenilmiş, övülmüş kalbe (Allah O'na ve Ehl-i Beyt'ine salat etsin) gelen o ilham, belki de o pâk nuru, o azametle tecelli perdesinden dolayı teskin etmek için gerçekleşmiş latif bir tecelliyattı.


                177) Ihyau Ulumi'd-Dîn, C. 4, Sh. 256.


                Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                Yorum


                  #98
                  Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


                  VASL:

                  Misbahu'ş-Şeriat'ta İmam Sadık'ın (O'na selam olsun) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

                  Hiçbir kul, Allah Teala onu kendi cemalinin nuruyla süslemedikçe, yüceliğinin gölgesine girdirmedikçe ve seçkinlerinin elbisesine büründürmedikçe Allah'a hakikat üzere rükû edemez. Rükû önceki, sücûd ise ikinci aşamadır. Öncekinin anlam ve hakikatini yerine getiren, ikinciye layık olur. Rükûda edep, sücûdda ise yakınlaşma vardır. Edebi güzel kılmayan, yakınlaşmaya liyakati hakedemez. O halde, kalben Allah'a karşı alçakgönüllü olan ve O'nun sultası altında ze'lil ve korku içinde bulunan kimse gibi rükû et; rükû edenlerin kârını kaybetme korku ve kaygısından dolayı bedenini eğen rükû eden gibi azalarını yere eğ.

                  Rebi b. Huseym'den nakledildiğine göre, bir rükû ile geceyi sabaha ulaştırır, sabah olduğunda kalkar ( bir rivayette: 'inler&#039 ve şöyle derdi: "Ah! Muhlisler geçti, bizse yolda kaldık." Rükûnu, sırtını düz tutacağın şekilde kâmil yap. Kendi gayretinle O'nun hizmetine kıyam ettiğinden dolayı bunu O'nun yardımı olmaksızın yerine getir.

                  Kalbi şeytanın vesveselerinden, kandırmalarından ve hilelerinden kaçır, çünkü Allah Teala kullarını kendi

                  önünde eğildikleri ölçüde yükseltir; onları, azametinin üzerlerindeki parıltısı ölçüsünde tevazu ve eğilmenin hakikatine hidayet buyurur. (178)

                  Bu hadis-i şerifte de, rükû konusunda zikredilen bazı şeylere işaretler vardır. Nitekim kulun "Allah'ın güzelliğinin nuru" ile "süslenme"si, isimler ve sıfatlar makamının, sâliklerin halleri ölçüsünde tahakkuk etmesine işaret olabilir. Çünkü "güzel", sıfatların isimlerindendir; tıpkı "gölgelerin, kulu, nur-u kibriyanın azameti altında "kibriyanın gölgesi"nde fena etmek olması gibi. "Seçilmişlerin elbisesi" ile "giyinmek", belki de bu fenadan sonraki bekaya işarettir. Çünkü seçmek, feyzullah-i ak-des hazretine göredir ve ilk nimetler ve ikramlardandır.

                  Zira rububiyyetin hakikati ve ubudiyyetin cevheri olan, ubudiyyetin uluhiyyette fena olması makamı sülük ile elde edilir. Ama Hakk'ın seçmesi ve nübüvvet kaftanını giyme makamı olan seçilmişlerin elbisesine bürünmek, ubudiyyet sülûkunun dışında, rububiyyet seçmesinin içindedir. Nitekim "rükûnun öncelikli oluşu", "sücûdun ikinci oluşu" ve "sücûd menziline girme selahiyeti"mn "rükû menziline girme" ile irtibatı ve onun hakkını istemek de, zikredileni destekler. Yine, sücûd menzilinde hâsıl olan mutlak "yakınlaşmanın edebi", isimlerin ve sıfatların hakikatini tahakkuk ettirmek ve bu makamda fena olmaktır.

                  178) Misbahu'ş-Şeriat, Bab 15. Biharu'l-Envar, C. 82, Sh. 108, Kitabu's-Salat, Bab 48, Hadis 17.







                  Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                  Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                  Yorum


                    #99
                    Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


                    Hazret'in "rükû et" sözü sonuna kadar; ehl-i suluktan olan mutasavvıflar için rükûnun edebini yerine getirmeye emirdir. Bu, sözkonusu hadise göre birkaç şeydir:

                    Biri, sâlikin, rükû menzilinin bütününde kalbini korkan ve huşu içinde bulunan kılması ve Kibriya ve azamet sultası altında bütün bâtını ve zahirî parçalar ve azalarla tevazu göstermesi; rükû edenlerin makamından ve bu menzil-i şeriften mahrum kalmaktan korkar olması ve kendisini her bakımdan eksik ve kusurlu addetmesidir.

                    Nitekim Rebi b. Huseym'den nakledildiği gibi, şayet Hakk Celle ve Âlânın ezeli inayeti ve kuşatıcı rahmeti onun halini kuşatır ve noksanları tedarik buyurursa ehl-i ma'rifet ve ashab-ı kulübün rükûsundan birazına nail olur.

                    Diğeri, rükû sırasında sırtını düz tutması, nefsin sultasının eğriliğinden teberri etmenin yollarını araması bu yolda gayret ve niyete ayak basması, kalb aynasını kendi gayretinin ve kendi inniyyet ve enaniyyet adımının tozundan temizlemesidir; zira kendisini, işi yerine getiren güç olarak gördüğü ve gayret adımıyla o dergâha adım attığı müddetçe rükûnun faydasından ve rükû edenlerin makamından mahrum olacaktır. Gayretin, kısımlarına adım attığında ise ilahî yardımın kapısından girecektir "ve Allah'ın dışında kuvvet ve kudret yoktur."

                    Bir diğeri, kalbini, bu makamda ehl-i sülûkun haline göre farklılık arzeden ve isimlerin fenâasında, telvinatın Ja onlardan biri olduğu şeytanî tehlikeler ve onun hile ve tuzaklarından muhafaza etmesidir.

                    Kısacası, her bir makamda bir şekilde sâlikin kalbinde tecelli bulan kibriya sultası altında tevazu, alçakgönüllülük ve kendini hakir görme, hidayet ve sülük yoludur. Azamet ve kibriya nuru kalbte ne kadar çok tecelli eder ve tecelliyat nurları kalbin bâtınlarına galebe çalarsa, alçakgönüllülük, kendini hakir görme ve ubudiyyet o kadar artar. Allah hidayet edendir.





                    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                    Yorum


                      Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


                      ONUNCU FASIL

                      Başı rükûdan kaldırmanın sırrı

                      Başı rükûdan kaldırmak, isimler kesretinden, sıfatlarda fena olmaktan ve bu makamlarda durmak ve sınırlanmaktan yüz çevirmektedir. Zira bu da kul ile Hakk arasındaki nurdan hicablardandır; hatta kulun ilmî hazarâttaki ayn-ı sabiti de bu makamda yeralan hicablardandır.

                      "Tevhidin kemâli, sıfatları O'ndan nefyetmektir.(179)."

                      O halde sâlik, sıfatlarda fena olarak uyanıklık haline el attığında kusura teveccüh eder ve isimlerin kesretinin şühûdu ve tevhîddeki noksan olan rükû menzilinden yüz çevirir.

                      Allah'ın meleklerinin, hatta bütün mevcudatın hamd-lerini işittiğinde Hakk'm lisanıyla şöyle der: "Semiallahu li-men hamideh." (*).

                      Sonra müstakim olduğunda ve kesretlerden mutlak olarak belini doğrulttuğunda yakınlaşma makamına la¬yık olur ve üns makamına teveccüh eder.


                      179) Usulü Kâfi, C. 1, Sh. 191, Kitabüt-Tevhîd, Babu Ceva-mii't-Tevhîd, Hadis 6.
                      (*) "Allah kendisine hanıdedeni işitir."





                      Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                      Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                      Yorum


                        Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


                        ONBİRİNCI FASIL

                        Sücûdun sırrı

                        Bu, ehl-i sırr nezdinde, namazın tamamının sırrı ve namazın sırrının tamamıdır, yakınlaşma menzilinin sonuncusu ve vusulün nihayetinin sonudur; hatta onu makamlardan ve menzillerden biri saymamak gerekir. Bu¬nun ashabının, bütün işaretlerin kendisinden kesik bulunduğu, bütün lisanların onun karşısında dilsiz olduğu, bütün beyanların o makamı açıklamada eksik kaldığı, ona işaret eden herkesin kendisinden habersiz olduğu, "Yeni bir haber gelmediğinin haberi olanı" (180) konusunda bir hal ve vakti vardır. Bu makamda zikredilen veya zikredilecek olan, hicab içinde bulunanlardandır, hat¬ta bizzat hicab sebeplerindendir.

                        Muhakkik arif Ensarî şöyle demiştir: "Tevhidin üçüncü mertebesi, Allah'ın kendisine tahsis ettiği, kadriyle mütenasip olarak ona layık olduğu, parıltısından bir miktarı seçkinlerinden bir grubun bâtınına yansıtan, onları, bu nitelemeden dolayı dilsiz ve bu parıldamadan dolayı güçsüz kılan tevhıdden ibarettir. İşaret edenlerin lisanında kendisine işaret edilen şey, iskât-ı hades (*) ve isbât-ı kıdemdir(**).

                        Bu işaretler de, tevhidin bu mertebesinde, kendilerini hazfetmedikçe sözkonusu mertebenin kazanılamayacağı eksiklik ve illetliliğin bizzat kendisidir." Sonra şöyle buyurmuştur: "Tevhidin bu mertebesi,beyanlar ve ibarelerle, daha çok örtülü ve karmaşık; tavsifle, anlamaktan daha çok uzak; şerh ve açımlama ile, daha zor hale gelir." Sözünü şöyle sürdürdü:

                        "Vâhid'î, kimse tevhîd edemedi
                        Çünkü O'nu tevhîd ederken O'nun inkarcısı oldu.
                        O'nu vasfetmekten sözeden kimsenin tevhidi
                        Vâhid'in bâtıl kıldığından ârîdir.
                        O'nun, kendisini tevhidi tevhîddir
                        O'nu vasfeden kimsenin vasfı ilhaddır." (181).


                        180) "Bu iddia sahipleri onu talep etmede habersizdirler/Ye¬ni bir haber gelmediğinin haberi olanı." Sa'di.
                        (*) Sonradan meydana gelmiş olmanın reddedilmesi.
                        (**) Ezelî olmanın ispatı.
                        181) Menâzilu's-Sâirin, Babu't-Tevhîd.




                        Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                        Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                        Yorum


                          Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


                          O halde, tevhîd mertebelerinin sonuncusuna işaret olan ve ehl-i ma'rifet meslekinde kendisine işaret "veya daha yakın" kelîme-i şerifesi olan makamsızlık makamını tahakkuk ettirme mertebesinde son bulan sücûdun sırrı keşfedilemez. Bizim bu makamda kendisine işaret ediyor olduğumuz ise, biz ehl-i hakk ve hakikat yolunda geri kalmışların kalbine birinin bile keşfolmadıgı yetmişbin nurdan ve yetmişbin de zulmetten (*) hicabın gerisindedir.


                          Ve şu anda içinde bulunduğumuz bu zayıflık, solgunluk, çökmüşlük ve ölümcüllük hali ile bir hayır ümidi de yoktur; ancak Hakk Teala'nır kerim hazinelerinden rahmet bağışında bulunması, inayetini yayması, hayat üfü¬rüğünü ölü kalblerimize üflemesi ve melekûtî bir parıltıyı zayıf düşmüş yüreğimize bahşetmesi sayesinde geriye kalan ömürde geçmiş günleri telafi edebilir ve ehl-i niyazın namazının bazı sırlarından yararlanabiliriz.

                          Kısacası, ehl-i ma'rifet ve ashab-ı kulûb nezdinde secde, başka şeylere göz kapamak, bütün kesretleri hatta isimler ve sıfatlar kesretini bırakarak toparlanmak vezât makamında fena olmaktır. Bu makamda ne ubudiyye-tin nişanelerinden bir haber, ne de evliyanın kalbinde ru-bubiyyetin sultasından bir etki vardır; Hakk Teala'nın kendisi kulun varlığında fiille kâimdir; "O, O'nun kulağı ve gözüdür; hatta ne kulağı vardır, ne de gözü; ne işitme vardır, ne de görme. Bu makama işaretin yolu kapalıdır."

                          Bunun, ulema-i billahın ahvaline göre genel olarak şöyle sıralanabilecek makamları ve mertebeleri vardır:

                          Birincisi; bu makamı, tefekkür ve burhan ve ilim adı-mı yoluyla ilmen ve fikren idrak etme makamıdır. Bu, kendileri ulema ve hükema olan hicab-ı a'zam ashabının mertebesidir.

                          İkincisi; iman makamıdır ve onun kemali itminandır. Bu, mü minlerin ve yakîn ustalarının makamıdır.


                          Üçüncüsü; müşahede nuruyla mutlak fenayı müşahede eden ve tam tevhidin kalblerinde tecelli bulduğu ehl-i şühûdun ve ashab-ı kulübün makamıdır.


                          (*) Karanlıktan.


                          Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                          Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                          Yorum


                            Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


                            Dördüncüsü; yalnızca vahdetin bulunduğu makamı tahakkuk ettiren, 'iki yay kadar' kesretini aradan kaldıran; bütün tecelliyatıyla birlikte zatî hüviyyetle, ayn-ı cem'de yokolmuş, ezelîlik nurunda telaş içinde, ehadiyyette izmihlale uğramış ve hüviyyetin gaybında fâni olmuş bulu-nan ashab-ı tahakkukun ve kemale ermiş evliyanın makamıdır. Bu durumda, mutlak yokolma el uzatır, küllî baygınlık hasıl olur, tam fena meydana gelir, bütün bir perde geçici hale gelir ve ubudiyyet tozu aradan kalkar.


                            Sâlik şahsın kalb kabı dar olur ve ilim hazretinde feyz-i akdesle tecellî kadar verilen kabiliyet makamında noksanlık bulunursa, aynı perde ve küllî yokolma ezelî ve ebedî olarak bakî kalır ve uyanıklık haline dönemez; "Evliyam, kubbelerimin altındadır; benden başka kimse onları tanımaz." (177)

                            Sözü belki de ehlullahın bu taifesine işarettir. Ama kalbi geniş olur ve en mukaddes feyzin tecellî yeri olursa, bu yokolma halinde bakî kalmaz, lütuf tecelliyatı ile bu perdeden kendine gelme hâsıl olur, temkin ve sükûnet hali ona el uzatır ve sahv ba'de'l mahva döner. Bu makamda Hakk'ı; zahir, bâtın, lütuf ve kahr hallerinin tamamıyla müşahede eder; aynı şekilde, vahdetin, kesret kisvesiyle tecelli ettiğinden dolayı sonsuz olan denizinde fanî olmaz; yine aynı şekilde, kesret makamında, onunla ehadiyyet hazreti arasında hiçbir şekil-I de hicab bulunmaz: Ne yaratılmışlar, biz hicablılar ve mahrumlar gibi onun için Hakk'a hicabtır, ne de Hakk, rububiyyette fena olmaya kavuşanlar ve ehaddiyyet makamında fânî olanlar gibi yaratılmışlara hicabtır.


                            Bu en yüksek makamda, sâlikin sülûkunun hiçbir şe-kilde etkisi yoktur ve ubudiyyet adımı küllî olarak kesik-tir (*).

                            Bu cihetten, 'Arif-i Ma'nevî' bu iki makama işaret ederek şöyle buyurmuştur:
                            İbadetle Allah'a ulaşılabilir Ama Musa Kelimullah olunamaz


                            (*) "Ubudiyyet yolu bütün olarak kapalıdır" manasına.



                            Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                            Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                            Yorum


                              Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


                              Birinci mısrada, ubudiyyet adımının kendisinde mü-dahalesi bulunan ehl-i sülûkun ve ashab-ı vusulün maka-mına işaret buyurulmuştur. İkinci mısrada, ubudiyyet uf-kunun bütünüyle dışında olan sahv ba'de'l mahv haline işaret edilmiştir. Ehl-i ma'rifetin bazısının (182) lisanında şöyle denilerek bu feyz-i akdes tecellisine işaret edilmistir: Herkes sondan korkar, bense evvelden korkuyorum. Hadis-i şeriflerde bu makama işaretler çoktur. Ve bu, ashabının onu keşfetmesine dudak kapayan ve izhar izni vermeyen "kadr'ın büyük sırlarındandır.

                              Kısacası, sahv ba'de'l-mahv ashabının gayb ve şeha-detten bir hicabı olmaz, varlıkları hakkanî varlık olur, alemi hakkanî varlıkla müşahede ederler ve "kendisinden önce, kendisinden sonra ve kendisiyle Allah'ı gördüğümden başka bir şey görmedim." (63) buyururlar. Zatî, esmaî ve efalî tecelliyatın (*) hiçbiri, onları başkasına karşı hicablı kılmaz, hatta ef âlî tecelliyatta, zât ve sıfatlara ait tecelliyatı da müşahade ederler; nitekim zatî tecelliyatta, fiillere ve sıfatlara ait tecelliyatı ve sıfatlara ait tecelliyatta da diğer ikisini müşahade ederler. Zikrettiklerimizden bazısına işaret buyurulun mi'rac namazı hadisinde, rükûnun tamamlanmasından ve sırlarını be¬yandan sonra şöyle dendiği nakledilmiştir: "Başını kaldır." (Resulullah-K.Ç.) Başımı kaldırdım. O an aklımı başımdan alan bir şey gördüm. Yüzümü ve iki elimi yere koydum. Sonra şöyle söylemem ilham oldu: "Yüce Rab-bim münezzehtir ve Hamd O'nadır." (**).

                              Bunu yedi kere söyledim; sonra kendime geldim. Söylediğim her defasında üzerimdeki perde hali açılıyordu. O an oturdum. Bundan dolayı "yüce Rabbim münezzehtir ve hamd O'nadır" (***) zikri kararlaştırıldı. İki secde arası oturmada, gördüğüm o perde, azamet ve yücelikten dolayı bir istirahat oldu. Sonra Rabbim Azze ve Celle bana ilham buyurdu ve zaten kendim de başımı kaldırmak istedim. Başımı kaldırdım, o yücelik ve azamete baktım; baygın düştüm ve yere yığıldım. Yüzüm ve iki elimle yere kapandım ve şöyle dedim: "Yüce Rabbim münezzehtir ve hamd O'nadır." Bunu yedi mertebede söyledim. Sonra başımı kaldırdım ve o yücelik ve azamete bir kez daha bakabilmek için ayağa kalkmadan önce oturdum. Bundan dolayı iki secde ve bir rükû kararlaştırıldı; ayrıca kıyamdan önceki oturma da, kısa bir oturuş olarak karara bağlandı... (183).

                              Sübhanallah! Bu hadis-i şerife, kalemin dilinin kendisini ifade etme gücü bulunmadığı ve emeller elinin onu beyana erişemeyeceği ne sırlar emanet edilmiştir. O Efendi'nin rükûda müşahede buyurduğu ve kendinden geçtiği bu azametin nuru ve O Cenab'ın rükû menzilinden sonra müşahede buyurduğu hatta onu azamet olarak da tabir buyurmadığı o şey acaba zatî isimlerden miydi yoksa isimlerin perdesiz tecellisi miydi? Yüceliğe tekrar bakmak acaba temkin için miydi, yoksa başka bir sırrı mı vardı? Acaba Hakk Teala'nın perde halindeyken gelen ilhamı ve o Efendi'nin yokolması, neticesi Hakk'ın kendisi için seçtiği zatî isimlerin ilki olan yücelik ile teşbih ve tavsif ve kesretle tecellinin levazımından sayılan tahmid olan hangi isimle olmuştur? Allah bilir.

                              182) Hâce Abdullah Ensari kastedilmektedir.
                              (*) Zâta, isimlere ve fiillere ait tecelliler.
                              (**) Subhane Rabbiye'l-a'la ve bi-hamdih.
                              (***) Sübhane Rabbiye'l-a'lâ ve bi-hamdih.
                              183) Ilelu'ş-Şerai, C. 2, Sh. 312, Bab 1, Hadis 1.




                              Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                              Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                              Yorum


                                Ynt: SIRRI SALAT - Namazın sırrı ...


                                VASL:

                                Misbahu'ş-Şeriat'ta, îmam Sadık'ın (O'na selam olsun) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

                                Ömründe bir kere bile olsa secdenin hakikatini yerine getiren kişi vallahi ziyan etmez. Kendisini gaflet haliyle ve Allah'ın secde edenler için hazırladığını, yani bugünün (dünyanın) dostluğunu, geleceğin (ahiretin) ise rahatlığı¬nı oyuncak gibi görmekle aldatan kimsenin örneğinde olduğu şekilde rabbi ile halvet eden kişi kurtulamaz. Secdede Allah'a en güzel şekilde yakınlaşan kişi asla Allah'tan uzak olmaz.


                                Allah'a karşı edepsizlik eden ve secdede Allah'tan başkasına gönül bağlayarak O'na saygıyı ortadan kaldıran, O'na yakınlaşma makamına ulaşamaz.
                                O halde, Allah Teala karşısında mütevazi ve hakîr olan,yaratılmışların ayak bastığı topraktan yaratıldığını ve Allah'ın onu, herkesin pis ve necis kabul ettiği nutfeden yarattığını bilen ve yaratıcısı olmasaydı var olamayacağı nın farkında olan kimsenin secdesi gibi secde et.


                                Allah secdenin manasını, kendisine kalb, bâtın ve ruh ile yakın laşmanın vesilesi kılmıştır; öyleyse O'na yakın olan kişi, O'ndan başkasından uzak olur. Yoksa herşey gözünden gizlenmedikçe ve görenlerin gördüğü herşey sana hicablı olmadıkça zahirde secdenin şekillenemeyeceğini görmü yor musun? Bâtında da aynı şekildedir.


                                O halde, namaz da Allah'tan başkasına gönül bağlılığı bulunan kişi, o şeye yakın ve Allahın namazda kendisinden istediğinin hakikatinden uzaktır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuş tur: "Allah hiç kimsenin göğsünde iki kalb yaratmamıştır."

                                Resulullah da (Allah O'na ve Ehl-i Beyt'ine salat etsin) şöyle buyurmuştur: "Allah Teala, 'bir kulun işleri nin tanzim ve yürütülmesini üzerime almam dışında, benim için muhlisane ibadet sevgisi ve rızamı kazanma ciheti bulunduğunu görmedikçe onun kalbine vakıf olmam. Benden başkasıyla meşgul olan kişi, kendisiyle alay edenlerden ve adı hüsra na uğrayanlar defterine yazılanlardandır' dedi."(184).


                                184) Misbahu'ş-Şeriat, Bab 16. Biharu'l-Envar, C. 82, Sh. 136, Kitabu's-Salat, Bab 49, Hadis 16.



                                Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                                Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X