Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

CUNUD-Akıl ve Cehalet Askerleri

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #16
    Ynt: CUNUD-Akıl ve Cehalet Askerleri


    “Ucac” Kelimesinin Anlamı Hakkında Başka Bir Yorum

    Tuzlu ve acı anlamında olan “ucac” kelimesi, belki de nefsi haki-katlerin tenezzül mertebelerinden ikisine işaret etmektedir ki, birisi mahiyet ile birliket, diğeri ise ilintili olmakla birliktedir. Akli alemde cisimlere ilintili olmak mevcut değildir. Onlarda mahiyet, mahkum, kahra uğramış ve de hakikat nurunun, parıltıları altında mahkum ve mağlub durumdadır. İmkani eksiklik o alemlerde vucubi kemal ile gi-derilir ve belkiden bu açıdan onların alemine ceberut alemi denmiştir.

    Bu hadis-i şerheden büyük filozoflardan bazısı, “acı ve tuzlu denizi” maddelerin maddesi ve ilk madde olarak kabul etmişlerdir ki bu da cehaletin edilgen başlangıcıdır. Elbetteki bu kendisinin de işaret edip hadisi uyarladığı şekliyle tümel akıl karşısında cehaletten maksadın, tümel akıl karşısındaki tümel vehim olduğu ihtimaliyle uyuşmamakta-dır. Evet eğer, cehaleti tümel vehmin mazharlarından biri olan tikel vehimler ile uyarlayacak olursak, tuzlu ve acı denizden maksat ilk madde olabilir, elbette mutlak cisimler alemi veya, ikinci madde olması da mümkündür ve tuzluluk ve acılığı ise, noksanlık ve imkan bo-yutudur.


    Cehaletin beşinci sıfatı ise karanlık oluşudur ve bu belki de vehmin hususiyetlerinden biri olan şeytani kuvvete işarettir. Tümel vehim ise, şeytanlık esaslarının temelidir. Diğer tikel vehimlerin şeytanlıkları ise ondan alınmıştır. Şeytanlık onun hususiyetlerinden biri olduğu hase-biyle de hadis-i şerifte tuzluluk ve acılık yerine zulmaniyyet sıfatı, vehmin sıfatlarından biri olarak taktir edilmiştir.



    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

    Yorum


      #17
      Ynt: CUNUD-Akıl ve Cehalet Askerleri


      Aklın Hakkın Nuruna ve Cehaletin İse Tuzlu ve Acı Denize İs-nat Edilmesi Sırrının Beyanı Hakkındaki İlahi Hikmet

      Bu hadis-i şeriften yüce hikmetin özünden ve ilahi sırlar incelikle-rinden olan değerli bir husus istifade edilmektedir. Bu hakikatin anla-şılması ise, ancak akli riyazetler sonunda batın sefasını ve zihin kabi-liyetini gerektirmektedir. Bu husus da şudur ki, hadis-i şerifte, imam (a.s) aklı Hak Teala’nın nuruna isnat etmiş, cehaleti ise tuzlu ve acı denize isnat etmiştir. Bunun sebebi ise, bütün kemallerin kaynağının ve mülk ve melekut aleminde bütün makamların ve manevi nurların kaynağının ve hazret-i ceberut ve lahutta nur saçan bütün ışıkların merkezinin azameti yüce hak Teala’nın nurlu oluşudur. Varlıklardan herhangi bir varlığın bir nuru, kemali ve güzelliği varsa da bütün bun-lar, ezel nurunun ve ilk cemil cemalin nuru sayesindedir. Nitekim, “Allah göklerin ve yerin nurudur” ayeti de bu yüce hedefin ve gü-zel amacın, yüce bir işareti ve güzel bir ifadesidir. İlahi ayet-i şerifelerde ve vahiy ve risalet ashabının hadislerinde de bu tevhidi inceleğe açıkça veya işaret ile değinilmiştir.

      Nitekim bütün alemlerin nuraniyyeti ve bütün alemlerin kemal ve cemali, ismi yüce olan Hak Teala’nın zatının cemali ve kemalinin sa-yesinde ve nuraniyet zuhurundandır. Bütün noksanlıklar, kusurlar, ka-ranlıklar, bulanıklıklar, yokluklar, yoksulluklar, bütün pislikler, iğ-rençlikler, düşüklükler, uğursuzluklar, zillet ve dehşetler, ilk maddesi-nin karanlık denizi ve imkani noksanlıkları ile ilgilidir. Bu pis ağaç fe-satların kaynağı ve bütün bu kötülüklerin merkezi konumundadır. “Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir.”


      Hatta yüce Hak Teala’nın mukaddes huzurundan varlık alemine ve-rilen bütün nur ve cemaller, ezeli olan cemilin cilvesinden imkan ay-nasına yansıyan bütün güzellikler ve nurlar, sonunda iğrenç şeytanın tasarruf eline geçmiş, imkani kusur cinayeti ve hıyanetine vaki olmuş, bütün bu nurlar, pislik, zulmet, yokluk ve kusurlara maruz kalmıştır. Elbette akli alem, bunun dışındadır ve hakikatte, esmai cilvenin kemali ve subhani nurların cilvesi sebebiyle, bu akli alem, imkan hükmünden korunmuştur ve akli alem, salt nur ve halis kemal aklıdır. Başkasının ve yabancının tasarruf eli o mukaddes dergaha uzanamamaktadır. Buradan da anlaşıldığı üzere akıl askerleri ilahi askerlerdir ve cehalet askerleri ise, İblisi askerlerdir. Dolayısıyla noksanlık ve kusur olan her şey İblis’e mensuptur, kemal ve tam olan her şey ise Hak Teala ile ilgilidir. Gerçi kesret düzeninin ortadan kalkması ve tam tevhide dayalı görüşe göre “Hepsi Allah indindendir” sağlam esası ortaya çık-maktadır.


      Bu anlamı derkedebilmek için bir örnek verelim:
      Güneşten evlere yansıyan ışınların nuru güneştendir ve bir görüşe göre de sınırlılığı o işi alan maddeden kaynaklanmaktadır. Başka bir görüşte ise eğer güneş olmasaydı, ne pencerenin nuru olur ve ne de penceredeki nurun sınırlılığı.

      Başka bir örnek verelim: “Bir dirsek boyu büyüklüğündeki bir ay-nayı güneşin karşısına koyalım. O ayna ile uyumlu olan bir nur duvara yansıyacaktır. Bu nur güneştendir, sınırlılığı ise aynadandır. Bir görüşe göre eğer güneş olmasaydı, nur da olmazdı, dolayısıyla aynanın nuru da olmazdı. O halde, aynanın nurunun sınırlılığı da söz konusu ol-mazdı.”



      Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
      Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

      Yorum


        #18
        Ynt: CUNUD-Akıl ve Cehalet Askerleri


        Dördüncü Makale

        Tümel ve Tikel Cehalet ve Aklın Gelip Gitmesi Hakikatinin Kı-saca Bir Beyanı Hakkında

        Başka bir hadiste, “İkbal” olarak ifade edilen , tümel aklın dönüş hakikati gaybi hicapların ötesinden yaratılan tecelliler aynasına yansı-yan nurun zuhurudur. Bu zuhur nüzuli düzen esasınca mutlak şehadet alemine ininceye kadar, mertebe mertebe vaki olmaktadır ve mutlak şehadet alemi de o aynanın tümel tabiatıdır. Nitekim muallimi evvel (ilk öğretmen) olan Aristoteles’in kelimelerinde şöyle yer almıştır: “Akıl, sakin bir nefistir ve nefis ise hareketli bir akıldır.” (*)

        Hadiste işaret edilen bu “gelme” işi, alemler arasındaki birliğin kemaline ve şiddetli ittihadına işaret etmektedir ve bu da zahidiyet ve mazhariyet veya cilve ve tecelli, veya batınlar ve zuhurlar olarak tecelli etmektedir. Hak Teala’nın “dön ve gel” ifadeleri ise, tekvini ifa-delerdendir. Tıpkı Kur’an’ın şu ifadesi gibi: “Bir şeyi murad ettiği zaman, O'nun emri sadece ona; ol, demektir.” Bu da işraki ifaze ve ilahi gaybi tecelliden ibarettir ve belki de bazı hadis-i şeriflerde gelmenin dönme ve dönmenin de gelme yerine kullanılmasına dönik tabir ihtilafı, akli hakikat gelişinin aynı dönüş ve dönüşünün de aynı geliş olduğuna işaret etmektedir ya da iniş ve çıkış yayında bir devir hareketine işarettir. Zira devir hareketinde başlangıç ve son aynıdır. Gerçi bu devir hareketi de manevi bir harekettir veya Hak Teala’nın kayyumi ihatası içindir. Nitekim Hadis-i Şerifte şöyle yer almıştır: “Balığın karnı, Yunus’un miracı idi.” (**) Nitekim, göklere yükseliş de son Peygamberin (s.a.a) miracıdır. O halde mutlak gaybe yöneliş aynı dönüş ve dönüş de aynı yöneliştir.

        Tümel aklın yönelişi (gelişi) ise, tümel tabiatların tümel misallere ve tümel misallerin de tümel nefse ve tümel nefsin de tümel akla ve tümel aklın da tümel fenaya dönüşüdür.” İlkin sizi yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz” Bu da büyük kıyamet ile sonuçlanacaktır.


        *- Usulojya, Mir Sani, s. 34, 22. bölüm, s. 209. Usulojya’nın ifadesi şöyledir: “Nefis, hareketli olmayan sakin bir şeyin üzerinde hareket eder ve o da akıldır.”
        Şu hususu hatırlatmak gerekir ki filozoflar ve hikmet sahibi kimseler arasında Rububi marifet, anlamını ifade eden Usulojya kitabı Aristo’nun kitaplarından sayılmıştır. Ama yapılan araştırmalara göre bu kitap Aristo’nun değildir ve Filutin’in Tisaiyyat kitabıdır. Bu kitap da Ferfuryus Suri tarafından tefsir edilmiş, Abdulmesih b. Abdullah b. Naime Hemsi tarafından da Arapça’ya tercüme edilmiştir. (bkz. Kitab’ul-Eflutin ind’el-Areb, Abdurrahman Bedevi’nin araştırması)

        **- Merhum Feyz şöyle diyor: “Peygamber’in (s.a.a) miracı, en büyük ilahi mucize idi. Bazı Peygamberlerin miracı olmuştur. Yunus’un miracı ise, balığın karnı olmuştur. Yunus da onunla yeryüzünün yedinci katına indi ve oradaki gizliliklerden haberdar oldu. Bu da onun miracı sayılmaktadır.” (İlm’ul-Yakin, c. 2, s. 520)



        Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
        Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

        Yorum


          #19
          Ynt: CUNUD-Akıl ve Cehalet Askerleri


          Aklın Geliş ve Dönüşü Hakkında Başka Bir Yorum

          Belki de bu geliş ve dönüş marifet ashabının da dediği gibi, sürekli örneklerin yenilenmesi yoluyla vaki olan batıni ve zahiri isimlerin al-tındaki tecelliye işarettir ve biz bununla bütün mülk, melekut, nasut ve ceberut alemlerinin sakinleri hususunda irfani bir açıdan zamansal hudus olayını tashih ettik. Öyle ki mukaddes akli makamlarla da asla çelişmemektedir. Bu da yüce Hak Teala’nın bu naçize ihsan ettiği özel bir nimettir. Hamd, Allah’a mahsustur ve Hamd ve şükür Allah’a aittir. Bu iniş ve çıkış yayı ise, araştırmacı filozofların zikrettiği şeyden farklıdır.


          Ama cehaletin dönüşü ise, tümel vehim hakikatinin tikel vehimlerin bulanık ve karanlık aynasına inişidir.

          Cehalet hakikatinin gelişi ise, sınırlılık, kesret hükümlerinin galebesi ve ayrılık şeklinde oluşmamaktadır. Zira akli hakikat, ayrılık te-cellisinden uzak ve beri olduğundan mahiyet zulmetinin onda hiçbir tasarrufu yoktur. Ceberut cemalinin nurunun yaratışsal siyah nokta üzerinde bir galebesi ve hakimiyeti vardır. Bu açıdan gaybi hakikate dönüşten ve lahutta fenaya ermekten imtina etmemektedir. Ama veh-mi hakikat bunun tam tersinedir ve de mahiyet zulmeti, kesret tecellisi, yokluklarla iç içe oluşu ve dağınık sınırlılıkları sebebiyle ezeli yakınlık dergahından ve ezeli-ebedi mukaddes huzurdan uzaktır ve orada fenaya ermekten mahrumdur. Dolayısıyla, bu nursal parlayışı ezeli-ebedi feyzi kabul etme liyakatine ve ilahi emirlere itaat kabiliyetine sahip değildir. O halde, yakınlığa ermiş velilerin mukaddes makamın-dan ve marifet ashabının yüce dergahından uzaktır.


          Ama tikel akılların dönüşü ise, kemal elde etmek, ruhani açıdan rızıklanmak ve ruhsal batıni ilerlemeler kaydetmek için kesrete tevec-cüh ve tecellilerle meşgul olmaktan ibarettir ve bu olmaksızın kesrette vaki olma gerçekleşemez ve bu bir anlamda Ademin (Peygamberimize, Ehl-i Beyti’ne ve Adem’e selam olsun) hatası veya Adem’in hatasının anlamlarından biri konumundadır Zira Adem (a.s), eğer gaybi cezbe altında kalmış olsaydı ve de o fena ve dünya cennetinin kendisine geçiş yeri olduğundan habersizlik halinde baki kalsaydı, artık alemi onarmaktan ve mülki kemaller elde etmekten hiçbir eser vücuda gelmezdi.

          Dolayısıyla şeytanın Adem’e tasallutu vasıtasıyla kesrete teveccüh hasıl oldu ve cennet aleminde dünyanın sureti olan buğday ağacından yedi. Bu teveccühten sonra da kesret kapısı açıldı, kemal ve kemale erme yolu, hatta cela ve isticla kemal kapısı açılmış oldu. Böylece aşk ve muhabbet mezhebinde her ne kadar bu teveccüh bir hata olsa da akıl yolunda ve kamil sistem sünnetinde gerekli ve kesin bir iş sayılmaktadır. Zira bütün hayırların, kemallerin ve rahmani ve de rahimi rahmetin yayılma vesilesi olmuştur. O halde dönüşün hakikati yedi hicapta gerçekleşmektedir ve bu hicaplarda gerçekleşmeyene dekyırtma gücü elde edilemez.



          Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
          Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

          Yorum


            #20
            Ynt: CUNUD-Akıl ve Cehalet Askerleri


            Ama tikel akılların gelişi ve yönelişi ise yaratıcı ve yaratık arasında vaki olan yedi hicabın yırtılmasıdır ve bu da onların hicap ve tecellile-rinin esasları sayılmaktadır. Mertebeler ve cüziyyatlar hasebiyle, bazen yetmiş hicap, bazen yetmiş bin hicap olarak ifade edilmektedir. Nite-kim hadiste şöyle yer almıştır: “Allah-u Teala’nın nurdan yetmiş bin perdesi ve zulmetten de yetmiş bin perdesi vardır.”

            O halde salik olan insan, ilahi sünnetlere riayet ettiğinde, şeriat el-bisesine büründüğünde, batınını temizlediğinde, içini nurlandırdığında, ruhunu temizlediğinde ve kalbini münezzeh kıldığında, yavaş yavaş ilahi gaybi nurlardan kalp aynasında bir takım tecelliler hasıl olur. Batıni cezbeler ve yaratışsal fıtri aşk sebebiyle de gayp alemine meczub olur. Bu aşamaları kat ettikten sonra, gaybi ve batıni yardım sayesinde, Allah’a doğru süluk başlar. Kalp Hakk’ı talep eder ve Hakk’ı arar. Kalp yönü, tabiattan koparak hakikate doğru yola koyu-lur. Birisi aşk Refrefi, diğeri ise, seyir Burak’ı olan muhabbet ateşinin kıvılcımı ve hidayet nuruyla sevgilinin sokağına doğru ve ezeli cemilin cemaline doğru yola koyulur. Elini ve yüzünü gayrisine teveccüh pisliğinden temizler. Temiz bir kalple ayrılığın hakikati ve ayrılığın ve kesretin iğrenç, uğursuz ağacının esaslarının esası olan şeytanın pislik-lerinden temizler. Hedef ve maksadına yönelir. “Ben muhakkak yü-zümü gökleri ve yeri yaradana çevirdim” hakikatini terennüm eder. Tıpkı Halil gibi, noksanlık ve pisliğin merkezi olan vatanlardan nefret eder. Mutlak kemal, kalbinde şekillenir. Böylece, alemden ve alemde olan her şeyden –ki kendisi de o alemden bir parçadır- fani ol-duğunda ve azameti yüce olan Allah ile baki kaldığında ise yöneliş hakikati tahakkuk eder.

            Buradan da anlaşıldığı üzere cehalet için de bir dönüş gerçekleş-mektedir. Bu dönüş de dünyayı onarmaya teveccüh, pis tabiat ağacına tam yöneliş, şehvetlerini tatmin etmek ve zulmetlere yönelmektir ve bu da cehaletin payıdır.


            Ama cehalet hakikatinde dönüş ve geliş gerçekleşmez. Zira, bu iki temel ve değerli esasa dayanmaktadır: Birincisi, enaniyeti ve alemin varlığını mutlak bir şekilde terk etmektir. Alemin varlığını terk etmekte şüphesiz insanın enaniyetini terk etmekte gizlidir. Cehalet her ne kadar cehli ilerlemeler kaydederse, bu özelliği –yani bencilliği ve egoistliği- kendisinde artış kaydeder. İşte bu yüzden şeytanın dört bin yıllık ibadeti de onun sadece enaniyyetini tekit etmiş, bencilliklerini ço-ğaltmış ve övünmesinden başka bir sonuç doğurmamıştır. Sonunda şeytan öyle bir yere vardı ki hakkın emri karşısında isyan etti.”Beni ateşten yarattın, onu ise topraktan yarattın” dedi. Cehalet, bencil-lik ve egoistlik zirvesinde olduğu için de Adem’in (a.s) nuraniyetini göremedi ve yanlış bir kıyaslamada bulundu.

            Diğer ilke ve esas ise, mutlak kemal sevgisidir. Bu mutlak kemal sevgisi de fıtrat ilkesi esasınca, insanın mayasında gizlidir ve bu ma-yada cehalette mağlub ve mahkum durumdadır. Hatta bazen sönük ve yok olmuş haldedir. Cehennemde kalmak ise, fıtrat nurunun sönmesine bağlıdır ve bu da mutlak bir şekilde “yeryüzüne çakılıp kalmaktan” hasıl olmaktadır.



            Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
            Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

            Yorum


              #21
              Ynt: CUNUD-Akıl ve Cehalet Askerleri


              Değerli Bir Uyarı ve İnce Bir Araştırma

              Akıl ve Cehaletin Dönüşü Arasındaki Farklılığın Beyanı



              Bilmek gerekir ki aklın dönüşüyle, cehaletin dönüşü arasında apaçık bir farklılık vardır ve o da şudur ki, kesret ve tabiat alemine tevec-cühten ibaret olan aklın dönüşü celal merkezinden ifade edilen, dön emrine ve hakka itaatten ibarettir ve bu açıdan bu dönüş aklın hakika-tinde tasarruf etmek değildir ve aklı kendi mukaddes makamından dü-şürmemektedir ve de hicaplara bürünmesine neden olmamaktadır. Ni-tekim söylendiği üzere tümel akıl sahibi şöyle buyurmuştur: “Gördü-ğüm her şeyin öncesinde, beraberinde ve sonrasında mutlaka Allah’ı gördüm.”

              Belki de bu geliş ve yönelişten maksat ise, dünyaya ve tabiat yur-duna giriştir. Nitekim Allah-u Teala da şöyle buyurmuştur: “Hem içi-nizden hiç biri yoktur ki mutlak ona varacak olmasın” Zira tabiat yurdu cehennemin suretidir. Nitekim cehennem de tabiat yurdunun batınıdır. Bu açıdan insanların üzerinden cennete doğru geçtiği sırat köprüsü de cehennemin üzerine kuruludur ve belki de ateş onu ihata etmiştir. Yani ateşin içinden bir köprü uzatılmıştır. Ama müminler için bu ateşin alevleri sönmektedir. Nitekim bir rivayette şöyle yer almıştır: “Şüphesiz ateş, kıyamet günü mümine şöyle der: Geç ey mümin! Şüphesiz senin nurun benim alevimi söndürdü.”

              Mümin için ateşin sönmesi de mü’minin akli nuraniyetinden bir na-sibi olduğu sebebiyledir. Mü’min, akıl nuraniyetinden nasibi mikta-rınca, ateşin alevi üzerine galebe çalar. Bunun dünyadaki sureti ise, şehvet ve gazap ateşinin alevleridir. Mü’min tümel akıl sahibi olmadığı ve de dünya ve tabiat yurduna bulaştığı için, süluk ve riyazeti mik-tarınca aklının nuru, ateşin alevlerine üstün geldiğinden bu şekilde ifade edilmiştir.

              Ama tümel akıl sahipleri ve kamil veliler (a.s) hakkında ise şöyle yer almıştır: “Biz ateşten geçince cehennem ateşi sönük idi.” Zira tabiat yurdunun kamil nefisler üzerinde hiçbir şekilde tasarrufu yoktur ve tabiat cehenneminin alevlerinden tümüyle güvendedirler. Zira onlar tabiatı ilahi kılmışlardır ve şeytanları onların elleriyle iman etmiştir. O halde, onların tümel aklının nur cilvesi, bütün tabiatı, kendi hükmü-ne boyun eğdirmiş ve tabiat aleminin gecesi, başından kıyamet günü şafak atıncaya kadar, onlar için Leylet’ul-Kadr olmuştur. Bütün bu gece boyunca İblis’in tasarruf elinden ve tuzağı olan tabiat ve tabiat işlerinden güvende olmuşlardır. “O gece, tanyeri ağarıncaya kadar süren bir selâmettir.”

              Bu açıdan onlar hakkında, “biz geçtiğimizde cehennem ateşi sönük idi” diye buyrulmuştur. Mü’min hakkında ise, “Şüphesiz senin nurun ateşimi söndürdü” diye buyurulmuştur. Özetle, aklın tabiat alemine gi-rişi, esenlik ile veya esenliğe yakınlıkla giriştir. Emre itaat ve hükmü icra etmek içindir. Tümel akıl için ise, cemilin cemalini detaylı aynada görmek, kesrette tevhidin genişlemesi ve teksirin (kesretin) hükmünün tevhide dönüşüdür. Bu açıdan mutlak kurtuluş ve kurtuluş mutlakı, “la ilahe illallah sözündedir. Sadece, tevhit hakikatleri ve la ilahe illallah sözü hakkında bir çok mertebeler ve aşamalar vardır. Hatta nefesler sayısınca aşamaları bulunmaktadır. Kamil insanların la ilahe illallah’ı olan mutlak tevhitte, mutlak kurtuluş vardır ve bu mutlak kurtuluş pis ağacın kökleri olan kesretten kurtuluştur. Dolayısıyla bu kelime bu du-rumda hiçbir şeyle eşit değildir. Nitekim rivayeti şerifede böyle yer almıştır.



              Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
              Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

              Yorum


                #22
                Ynt: CUNUD-Akıl ve Cehalet Askerleri


                İman ehlinin ve orta makamdaki kimselerin tevhidi olan sınırlı tev-hitlerde ise, sınırlı kurtuluş vardır. Onların esenliği de sınırlı bir esen-liktir. Kamil tevhit ehli için ise, tabiat yurdundan sakınma ve kaçış vardır. Böylece Allah’ın veli kullarının hali, açıkça anlaşılmaktadır.

                Zira, yaratışsal aynada cemilin cemalini görmek ile nurani ve zulmani perdeler ötesinde mutlak cemali görmeyi ve aynasını kırmak arasında çok büyük farklar vardır. Nitekim Allah’ın mutlak velisi, Hz. Emir’el-Mü’ninin Şabaniye duasında Hak Teala’nın huzuruna şöyle arzetmektedir: “Kalp gözlerimizi sana bakış nuruyla aydınlat ki, kalp-lerimizin gözü, nurdan hicapları yırtsın ve azamet madenine ulaşsın.” Hz. Ali (a.s) için bütün hicaplar, nurani hicaplardır. Zira zulmani hi-caplar, tabiata ve tabiatın gereklerine döner. Hz. Ali ve masum evlatları ise tabiat aleminin pisliklerinden ve örtülerinden münezzehtir. Hatta tabiat ve tabiatın tecellileri de onlar için nurani hicaplar olmuştur. Zira onların kalbi teveccühleri sadece varlıkların ilahi, gaybi yönü olmuştur ve alem ayrılık cihetleri açısından onların unutmuş olduğu bir makamda bulunmaktadır.

                O halde onlar, sürekli ilahi huzurdadırlar. Ama suret alemi hasebiyle mülk aleminde var oldukları için velayet-i süluk ile bu hicapları yırtıncaya kadar, mukaddes ve temiz aleme dönünceye kadar ve Hak Teala takdis, tevhit, tefrid ve tecrid hakikati ile batınlarına cilve edinceye kadar detaylı aynaların nurani hicapları vardır. Böylece (Bnlar aşıldıktan sonra) “Bugün mülk kimindir?” sözünün hakikatini anlarlar ve hem de bu dünyada onların büyük kı-yameti kopar. Kıyamet günü güneşi onlar için doğar. Gözlerinin nuru olan azamet madenine ulaşırlar. Onların ruhu, mukaddes izzete asılır ve Hak Teala onları gayrisinden soyutlar.”Allah bizlere ve sizlere, kı-vılcımlarından ve nurlarından bir kıvılcım nasip etsin.”

                Özetle tümel aklın dönüşü; kesrete giriş ve örtünmeksizin detaylara inmektir. Yöneliş ve gelişi ise, hicapları yırtış ve azamet madenine bağlanmaktır. O halde aklın yüz çevirişi hakikatte yönelişidir. Nitekim Yunus’un (Peygamberimize, Ehl-i Beytine ve ona selam olsun) balığın karnına girişi de onun miracı idi.

                Ama cehaletin yüz çevirişi hakkın emrine itaat etmek ve dönme emrine itaat etmek için değildi. Aksine bencilliği, gösterişi şeytanlığı ve şehvetini tatmin içindi. Dolayısıyla bu dönüşte Hak Teala’ya yakın-lık ile kutsal dergahından uzak kaldı. Kovuldu ve sürgün edildi. Böy-lece tabiat aleminin karanlık kuyusuna indi. Onun kurtulabilmesi asla mümkün değildir. Cehennemde ebedi kalmanın zahiri olan tabiat arzı-na çakılıp kalmaya başladı. Bütün seyri tabii bir seyir oldu ve bu sey-rinin nihayeti ise tabiatadır. Nefisten nefise, nefsani isteklerden, nef-sani istekleredir. Kemali seyri ise, cehaletin seyrine doğru yaptığı se-yirdir.

                O halde, tümel vehim ve en büyük iblis olan tümel cehalet, gayb aleminden olmasına, berzahi soyut bir yapıya ve misali makama sahip olmasına ve de mazharlara misali ihatada bulunmuş olmasına rağmen “Şüphesiz şeytan Ademoğlunun kanı gibi damarlarında hareket eder.” ifadesi, kendisi hakkında söylenmiştir. Ama bizzat örtülü, fıtraten kovulmuş ve lanete uğramıştır. Dolayısıyla eğer dört bin yıl dahi secde edecek olursa, o secdesi, kendisini Allah’a yakınlık makamından uzaklaştıracak ve sevgiliye ulaşmasını engelleyecektir. Zira onun ibadeti, heva ve heveslere ibadettir ve bencillik üzere yapılmıştır. Bu açıdan da İblis’in bütün ibadetlerinin neticesi, bencillik ve kendini beğenmişliktir. Nitekim Hak Teala’nın emri karşısında, “Beni ateşten yarattın ve onu topraktan yarattın.” dedi ve böylece bencillik, egoistlik ve üstünlük taslaması sebebiyle, ünsüyet makamından ve kutsal dergahtan kovuldu. Dolayısıyla secde ve namazdan ibaret olan yönelişi ve gelişi hakikatten sırt çevirişidir. Dolayısıyla da yöneliş em-rine hiçbir şekilde itaat etmemiştir.”Daha sonra ona, “gel” dedi. O gelmedi.”.






                Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                Yorum


                  #23
                  Ynt: CUNUD-Akıl ve Cehalet Askerleri


                  İrfani İncelik ve İmani Hakikat

                  Bil ki, ilk Adem ve en büyük İblis, akıl ve cehaletin hakikatidir. Her birisinin bir soyu ve dünya aleminde mazharları vardır. Dolayısıyla onları teşhis etmek ve de bu alemde aralarını ayırt etmek mümkündür. Elbette bu teşhis ve ayırt etme, Mizan-i Ekber (en büyük ölçü) olan Kur’an ölçüleriyle ve de Mizan-i Sugra (küçük ölçü) olan hadis ölçüleriyle yapılabilir. O da şu şekildedir ki insan kendisini Kur’an’a arzeder ve Kur’an-ı Kerim’de zikredildiği gibi yaratılışın evvelinden sülukunun sonuna kadar Adem ve İblis’in kıssası ve de Adem (a.s) hakkındaki ayetleri kendisine uyarlamaya çalışır. Hakeza gökler ale-minde olduğu zamandan bu zamana dek, İblis hakkındavar olan ayet-leri de kendisiyle kıyas eder. Böylece insanın hangi partiden olduğu anlaşılır.


                  Kıraat adaplarından biri olan ve bizim Adab’us-Salat kitabında zikrettiğimiz bu tatbik ve uyarlamanın büyük neticesi de, insanın kendi neş’etini değiştirebilmesi ve İblisi mazhariyeti Adem’i mazhariyete dönüştürebilmesidir. Zira insan, değişim, başkalaşım ve madde alemi olan bu tabiat aleminde yer alınca, Hak Teala’nın kendisine verdiği etkilenme gücü ve kendisine göstermiş olduğu saadet ve şekavet yolu vasıtasıyla noksanlıklarını kemalata ve rezaletlerini güzel övülmüş hasletlere dönüştürebilir, kötülüklerini iyilikler haline getirebilir. Do-layısıyla da, “falan çirkin huy veya falan rezil sıfat, zati bir sıfattır ve değişmesi mümkün değildir.” Bu söz, temelsiz bir sözdür ve az dü-şünceden kaynaklanmaktadır. Zati şeylerin değişmezliğinin bu hususla bir ilgisi yoktur. Aksine insan, riyazet ve çabalarıyla bütün nefsani sı-fatlarını değiştirebilir. Hatta korkaklık, cimrilik, hırs ve tamah gibi sı-fatlarını bile cesaret, yücelik, kanaat ve nefis izzeti haline dönüştürebi-lir.

                  O halde, hak yolunun saliki ve saadet ve kurtuluşun talibi olan bir insan, fırsatı olduğu bu birkaç gün içinde ve de değişim, ihtiyar ve ira-de yurdu olan bu dünya yurdunda kaldığı birkaç sabah müddetince büyük bir ciddiyetle çaba göstermeli, nefis sayfasını Allah’ın Kur’an’ına ve masumların hadislerine –ki hak ve batılın ölçüleri ve saadet ve şekaveti ayırt etme kriterleridir. - arzetmelidir ki evvela kendisini tanısın, kendi batıni hali hakkında bilgi elde etsin, hangi hi-zipten olduğunu ve hangi orduya dahil bulunduğunu anlasın. Acaba Rahman hizbinden ve akıl askerinden midir yoksa şeytan hizbinden ve cehalet askerlerinden midir? O halde eğer, bu şerh etmek istediğimiz hadisle kendisini imtihan edecek ve kendisini akıl askerlerinden teşhis ettiği ve ruh memleketine akıl askerlerini galip ettiğini gördüğü zaman hemen Allah-u Teala’ya şükr eder ve batın memleketini cehalet asker-lerinden temizlemeye koyulur. Akıl ve askerlerinin hükmünü batınında sağlam ve etkili kılar. Asla, sahip olduğu kemal veya batıni cemal vasıtasıyla gururlanmaz. Zira gurur, salik olan insanı hakkın yolundan alı koyan İblis’in en büyük tuzaklarından biridir. Bu tuzak insanı geri-sin geri döndürür. Zira insan, bu dünyada ve aldanma yurdunda oldu-ğu müddetçe ruhani cemal ve kemalin her makamına ulaşsa da ve ada-let ve takvanın her mertebesine erişse bile, yeniden gerisin geriye dö-nebilir, tümüyle değişebilir ve işin sonunda şekavet ve mahrumiyete düşebilir.


                  O halde, insan asla kendinden gaflet etmemelidir ve kendi kemalle-rine aldanmamalıdır. Kendisini, nefsinin hallerini ve nefsine riayet etmeyi unutmamalıdır. Bütün hallerinde Hak Teala’nın gizli inayetle-rine sarılmaktan gaflet etmemeli, kendisine, sülukuna, riyazetine, il-mine ve takvasına hiçbir şekilde itimat etmemelidir. Zira bu insanlığın en büyük helak edicisi ve de şeytanın vesvesesidir. Salik insana kendi-sini unutturmaktadır. Nitekim Hak Teala şöyle buyurmuştur: “Allah'ı unutmuş, Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın! Onlar, yoldan çıkmış kimselerdir.” Eğer zatının batı-nında ve ruh memleketinde şeytan hizbinin ve cehalet askerlerinin ga-lip olduğunu hissederse, bütün ciddiyet ve riyazeti ile, batın memleke-tini, şeytan askerlerinden temizlemeli, o aşağılık şeytanın tasarruf elini kesmelidir. Allah Tebareke ve Teala’nın isteği ve yardımıyla bu sayfa-larda, cehalet ve akıl askerlerinin genişlik ve detaylarını, nefisleri te-davi etme niteliğini, kalpleri temizlemeyi ve ruhları münezzeh kılmayı mümkün olduğu kadar ve bu kitapla uyumlu bir şekilde beyan etmeye çalışacağız. Ama bilmek gerekir ki herkes, bizzat kendisi, kalbini te-davi etmeli, ruhunun doktoru olmalıdır. Hiç kimse kraldan daha kralcı olamaz.

                  İnsan fırsat, imkan ve kendisine verilen mühlet günlerini kay-betmemeli, çaresizlik, baskı ve darlık günlerinde, gaflet uykusundan uyanmalıdır. Aksi taktirde, artık onun için hiçbir ilacın etkisi olmadı-ğını bilmelidir. Ey Aziz! Bu ilahi büyük nimet ve Allah’ın verdiği bu peşin ömür, henüz mevcuttur. Çaresizlik ve yoksunluk günlerin için bir himmet et, kendini, seni bekleyen zorluklardan ve sıkıntılardan kurtar. Bugün değişim, başkalaşım ve ekim gününde olduğundan bu neticeyi daha güzel bir şekilde elde edebilirsin. Eğer Allah korusun şeytani güç, sana galip gelecek olursa ve bu hal üzere ömrün sona erecek ve bu dünyadan mahrum kalacak olursan, artık hiçbir şeyi telafi edemezsin. Artık o gün hasretlerin ve pişmanlıkların hiçbir faydası olmayacaktır.



                  Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                  Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                  Yorum


                    #24
                    Ynt: CUNUD-Akıl ve Cehalet Askerleri


                    “Ey Muhammed!) İnsanların pişmanlık duyacağı ve işin bitmiş olacağı (kıyamet) günü ile onları uyar. Onlar hâlâ gaflet içindedir-ler, onlar iman etmezler.”


                    O hasret ve pişmanlık günlerinin hangi günler olduğunu sadece Al-lah bilmektedir. Biz, bugün o günün hasretleri hakkında sadece bir ha-ber işitmekteyiz:

                    “Kıyametten bir haber işitiyorsun
                    Uzaktan ateşe el tutuyorsun”


                    Bu hasretler, sonu olmayan hasretlerdir. Bu pişmanlıkların sonu yoktur. Evet, Allah-u Teala’nın bütün ilerleme ve manevi tekamül araçlarını ve saadete ulaşma vesilelerini kendisine ihsan ettiği –bu ve-silelerden kimisi akıl, ayırdetme gücü, hedefe ulaşma kabiliyeti, kemal ve cemala olan fıtri aşk gibi batıni vesilelerdir ve kimise de ömür, va-kit, uygun çevre, salim organlar ve başlıcası hidayet yolunu hidayetçi-leri, semavi kitaplar, ilahi emirler ve onu yorumlayan kimseler gibi zahiri araçlardır- kimse, bütün bunlara rağmen, sonsuz ilahi nimetlere küfretmiş, ilahi emanete hıyanette bulunmuş, akıl ve şeraite uymayı terk etmiş, nefsani isteklere, insanlardan ve cinlerden şeytanlara uy-mayı, veli nimeti olan hakka uymaya tercih etmiş ve bütün fırsatları kaybettiği, Allah’ın kendisine verdiği bütün nimetlerden yoksun kal-dığı bir zamanda tabiat aleminin ağır uykusundan, sonsuz gafletinden ve sarhoşluğundan uyanmış, bu araçlarla ebedi saadet elde edeceğine büyük peygamberler ve yüce veliler ile birlikte nimetler cennetinde rahatlık ve huzur içinde, yaşayacağına, kendisi için ebedi şekavetleri temin etmiş, cin, şeytan ve cehennem ashabıyla arkadaş olmuş; zul-metler, baskılar, ateşler, prangalar, ağır zincirler, yılanlar ve akreplerle, haşrolmuş ve seyr-u sülukunun sonunda, “Onun ne olduğunu (mahiyetini) sana bildiren nedir? O kızgın bir ateştir.” ayetin-deki, cehenneme varmıştır.

                    Böyle bir çaresiz kimseyi düşün. Arkadaşlarını, türdeşlerini ve va-tandaşlarını, saadete ve nihai kemale ulaştığını gördüğü halde, kendi-sinin bu kamiller kafilesinden geri kaldığını, noksan ve şekavet sahibi kimselere katıldığını, hiçbir çözüm yolunun kalmadığını ve noksanlık-larını telafi imkanının olmadığını gördüğü zaman ne kadar büyük has-rete kapılacaktır.


                    Bugün, tabiat aleminin hicaplarında ve mülk aleminin kılıfında ol-duğumuz için o alemdeki halleri düşünemiyoruz. Bu alemin gaybında olan, Hak Teala’nın semavi kitaplar, büyük Peygamberler ve yüce ve-lileri vasıtasıyla bizlere beyan edilen, yaygın hakikatler, bize göre yakin ifade eden hakikatlerden değildir. Eğer zahiren onlara iman ettiğimizi söylüyorsak veya burhan yada veli ve alimlerin sözüne uyarak akli bir inancımızın olduğunu söylüyorsak da insani kemal ölçüsü olan kalbi imana sahip değiliz. Tahtadan olan delilsel ayakla , bu zikzaklı ve tehlikeli yolu kat etmek istiyoruz. Oysa biz bu azık ve güçle, hedefe ulaşamayız. Aşk menzilinin kafilesinden geri kalacağız.

                    Şerh ettiğimiz bu hadis-i şerifin sonunda da burada yazdığımız bazı gerçeklere işaret edilerek şöyle buyurulmuştur: “Bu güzel hasletlerin tümü sadece Peygamber’de veya Peygamber’in vasisinde veya Allah’ın kalbini imanla imtihan ettiği müminin kalbinde, bir araya toplanabilir. Ama diğer dostlarımıza gelince, şüphesiz onlardan birinde bu sıfatlardan bazısı vardır ta ki kemale erer ve cehalet ordusundan temizlenir. Bu durumda Peygamberler ve vasilerle birlikte yüce bir derecede bulunur.”


                    Bu hadis-i şeriften de anlaşıldığı üzere kalpleri sefalı ve iman nuru için halis olan müminlerde bütün bu sıfatlar bir araya gelir. Diğer in-sanlarda ise akıl askerlerinden biri veya bir kaçı bulunduğundan ilmi ve ameli riyazet vasıtasıyla kendilerini kemale eriştirebilirler. Cehalet askerlerinden temizlenebilir ve akıl askerleri ile süslenip donanabilir. Peygamberlerin ve velilerin civarında kamil ve yüce bir dereceye eri-şebilirler.



                    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                    Yorum


                      #25
                      Ynt: CUNUD-Akıl ve Cehalet Askerleri

                      Esselâmu âleyküm;

                      Bu paylaşımı alıntı yapabilir miyim?

                      Yorum


                        #26
                        Ynt: CUNUD-Akıl ve Cehalet Askerleri

                        [quote author=SECCAD_ link=topic=12870.msg78496#msg78496 date=1271010482]
                        Esselâmu âleyküm;

                        Bu paylaşımı alıntı yapabilir miyim?
                        [/quote]

                        Aleykum selam

                        Değerli SECCAD_ kardeşim,


                        Tabiki alıntı yapabilirsiniz...

                        selam hak ve hakikate vede takipçilerine olsun...


                        Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                        Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                        Yorum


                          #27
                          Ynt: CUNUD-Akıl ve Cehalet Askerleri


                          Beşinci Makale

                          Hadis-i Şerifin Bazı Kelimeleri Hakkında Kısaca Bir Açıklama

                          Şerh etmeyi amaçladığımız hadis-i şerifin başlangıcında şöyle bu-yurmuştur: “Akıl, ordusu ile cehalet ve ordusunu tanıyınız ki hidayete eresiniz.”
                          Yani, akıl ve ordusu ile cehalet ve ordusunu tanıyınız ki, bu vesi-leyle doğru yolu bulasınız. Buradan da anlaşıldığı üzere akıl, cehalet ve ordularını tanımak, hidayet için bir ön şarttır ve bu hidayet, ya nefsin kemale erme niteliği, tenzihi ve tasfiyesidir, ki o da tasfiye, tenzih ve kemale erme nefsinin bir ön şartıdır ya da mutlak hidayettir ki, bu hidayetin en temel esası ise, Allah hakkındaki marifettir.


                          Bu marifetin, akıl, cehalet ve ordularını tanıma marifetinin sonucu olmasının sebebi de şudur ki, nefsin helak edici veya kurtarıcı etkenle-rini tanımadan kötülüklerinden arınma ve güzellikleriyle süslenme yollarını bilmeden nefsin tasfiye, tenzih, süslenme ve kemale ermesi mümkün değildir. Nefis, batıni sefa elde etmedikçe ve orta kemallere de ulaşmadıkça, esma ve sıfatların ve gerçek marifetinin tecellisine mazhar olamaz, marifetin kemaline erişemez, dolayısıyla bütün zahiri ameller ve nefsi ahlak, ilahi marifet için bir ön şarttır. Onlar da, insani seyrin nihayi hedefi ve irfani sülukun nihayeti olan tevhit ve tefrid ha-kikati için ön şarttır. Dolayısıyla, yüce melekut alemine, oradan da isimlerin batınına, oradan da kesret aynası olmaksızın hüviyet maka-mına yol bulmak, sadece aklın ve cehlin askerlerini tanımakla müm-kündür. Nitekim Semae şöyle diyor: “Bunun üzerine ben şöyle dedim: “Fedan olayım, biz sadece sizin öğrettiklerinizi biliyoruz.”

                          Bil ki, akıl, cehalet ve ordularını tanımak, ilahi gaybi ilimlerin ve batıni hak marifetlerin özgünlüklerindendir. Bütün boyutlarıyla, tüm mertebeleriyle, sırlarıyla ve hakikatleriyle tanımak ise, sadece velayet ve yakin ashabından ve iman ve marifet erbabından muvahhit bir kim-se için hasıl olmaktadır ki onlar, marifet nuru ve süluk adımıyla insan-lık örtüsünden çıkmış, mülk ve melekut aleminin hicaplarını yırtmış, vücudun kaynağına gayp ve şuhud çeşmesine erişmiş ve huzuri müşa-hede ile gayp alemlerini derk etmiş kimselerdir ve bu sadece kamil olan kimseler için hasıl olmaktadır.


                          Bilmek gerekir ki, irfanın hakikati olan huzuri müşahede ile, bir şubesi ilahi hikmet ve bir şubesi de irfan ilmi olan ilahi bütün ilimler arasındaki fark, hayal ve görmek ve de vehim ve rüya arasındaki fark gibidir. Nitekim uyanık iken gözle görme ve uyku aleminde iken rü-yasal görme, cüz’i ve şahsi yol ile zahir ve batın gözüyle müşahade etmektir. Bunların tersine olan vehim ve hayal ise, bir şeyin uzaktan görünümünü ve şeklini görmektir. Aynı şekilde irfanın hakikatleri ve sırları olan huzuri müşahede de tikel ve şahsi bir müşahededir. Aklın burhan adımıyla tümel olarak elde ettiği işlerdendir ve başka bir tabirle müşahede soyut gaybi hakikatleri akıl gözüyle görmedir. Nitekim görmek ise, nefsin gözüyle zahiri işleri şekilde müşahede etmektir.

                          Akıl kavramlar ve tümeller zincirine bağlı kaldığı sürece şuhud ve huzur hususunda hiçbir nasibe erişemez. Gerçi ilimler, müşahedelerin tohumudur, ama onlarda durmak, bir örtüdür. O tohumlar, kalp zemi-ninde bozulup yok olmadıkça müşahedelerin ortaya çıkışına kaynak teşkil etmez ve onlar, kalp deposunda istiklali bakış içinde olduğu müddetçe onlardan bir sonuç elde edilemez.

                          Özetle, gerek tümel akıllar aleminin de bir parçası olduğu yüce me-lekut alemi ve gerekse de İblis ve orduları ile tikel akılların bir parçası olduğu, düşük melekut alemi olarak bütün gaybi melekuti alemleri ihata etmek, ilimleri ilahi vahiy kaynağından ve sübhani feyizlendirme çeşmesinden olan kamil veliler dışında hiç kimse için hasıl olmaz. Bu yüzden Semae şöyle demiştir: “Bizim akıl, cehalet ve onların askerle-rine yönelik marifetimiz yoktur. Biz sadece sizin öğrettiklerinizi bili-yoruz.” İmam (a.s) daha sonra şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah, sonra akıl için yetmiş beş asker karar kıldı.”
                          Bil ki, akli ve cehli askerleri karar kılmak, akıl ve cehli yaratmak-ladır.




                          Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                          Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                          Yorum


                            #28
                            Ynt: CUNUD-Akıl ve Cehalet Askerleri


                            Eğer akıl ve cehaletten maksat tümel ise… Gerçi, zahirde görüldü-ğü kadarıyla bu akıl ve cehalet hakkındaki askerler tikeldir, meğer ki bir tür te’vil, zahiri batına ve sureti manaya döndürme yoluna başvu-rulsun. Elbette bu esasa göre, bu tür bir kesret alemde mevcut değildir, sadece kavramsal kesret olarak mevcuttur. Tıpkı vahidiyyet makamın-da isimler ve sıfatların kesreti gibi. Eğer karar kılmaktan maksat, fıtra-tın yoğrulması ise, aynı şekilde onların karar kılınması da bizzat akıl ve cehaletin karar kılınmasıdır. Zira Allah’ın fıtratı, tevhit ve marifet üzere olduğu gibi, bütün güzellikler ve kemalatlar üzeredir. Nitekim, bu gerçek kendi yerinde açıklanmıştır ve apaçık bilinmektedir.


                            Ama cehalet ve ordusunun karar kılınması ise, gölgesel bir ilintidir. Tıpkı mahiyetlerin gereklerinin karar kılınması gibi. Bu da Hikmet-i Mütealiye’de ispat edildiği üzere ilahi ilimlerin konularından biridir.
                            Ve burada bu konuyu ele almak uygun olmadığından geçiyoruz.


                            Eğer askerlerden maksat, bu sıfatların ve kemallerin fiiliyetleri ise, buradaki cehalet de akli kemallere oranla, varlığın gerekleri türünden-dir veya bunlar, kulun kazanmasıyla elde edilmektedir ve de riyazet ve mücahedetin burada tam bir etkinliği söz konusudur. Bu esas üzere, onların Hak Teala ile ilişkisi, aklın orduları hususunda bütün kemallerin ve varlıksal etkilerinin ilahi yaratış ile yaratılmış olması vasıtasıyladır. Dolayısıyla kulun elde etmesinin ve kazancının temin hususunda bir rolü vardır. Bu da akli ilimlerde ispat edilmiş bir gerçektir.

                            Cehalet ordularında ise, Hak Teala ile ilişkisi, ilineksel bir yaratıştır. Hadis-i şerifte, cehalet ordusunun, akıl ordusundan sonra yaratılmış olduğunun beyan edilmesi de, bu ilinekselliğe bir işaret olabilir. Gerçi bunu uyarlamak da örfi anlayıştan uzak bir uyarlamadır.


                            Bunun nüktesi de şudur ki, akli hakikatleri Allah-u Teala Kur’an-ı Şerif’te Peygamber ve Masum İmamlar ise (a.s) hadis-i şeriflerde tür olarak örf ve halkın genelinin diliyle beyan etmişlerdir. Herkesin an-layışı miktarınca, hakikatlerden bir nasibinin olması da insanoğluna gösterilen bir rahmet ve şefkattir. Dolayısıyla onlar, akli ve gaybi ha-kikatleri, hissedilen ve ünsiyet elde edilen bir makama indirerek insana ulaştırmaktadırlar. Böylece o derecede olanlar, kendi kapasiteleri oranında gayb aleminden nasiplenmektedirler. Ama, o büyüklerin ilimlerini öğrenen kimseler, Kur’an-ı Şerif’in ve ismet Ehl-i Beyti’nin hadislerinden faydalanan insanların bu nimete şükretmek ve bu bağışa karşılık vermek için, aynıyla muamelede bulunması, sureti batına, ka-buğu öze ve dünyayı ahirete döndürmesi gerekir.


                            Zira bu hudutta kal-mak, helake düşmek ve suretlerle kanaat etmek salikler kafilesinden geri kalmaktır. Te’vil ilmi olan bu hakikat ve ilahi incelik ise ilmi mücahede, akli riyazet, ameli riyazet, nefisleri temizlemek, kalpleri münezzeh kılmak ve ruhları mukaddes kılmakla hasıl olur. Nitekim Hak Teala şöyle buyurmuştur: “Oysa onların yorumunu ancak Allah ve ilimde derinleşmis olanlar bilir.” Hakeza şöyle buyurmuştur: “ona tertemiz temizlenmiş olanlardan başkası el süremez” Gerçi ilimde kökleşen ve mutlak sözle tertemiz olanlar, sadece Peygamberler ve masum vezirlerdir. Bu açıdan bütün mertebeleriyle te’vil ilmi, onlara mahsustur, ama ilim ve taharet hususunda geçmişleri miktarınca, bu ümmetin alimlerinin de bundan bir payı vardır. Bu yüzden İbn-i Abbas’tan (r.a) şöyle nakledilmiştir: “Ben de ilimde derinleşenlerde-nim.”



                            Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                            Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                            Yorum


                              #29
                              Ynt: CUNUD-Akıl ve Cehalet Askerleri


                              Nükte

                              Akıl ve cehalet askerlerini bu özel sayı ile sınırlandırmak, tümel ve önemli şeylerle sınırlandırmak türündendir. Yoksa genişlik ve detay açısından bu yetmiş beş asker ile sınırlı değildir. Nitekim sayma ve detay makamında, yetmiş beşten fazla sayılmıştır. Gerçi bunlardan ba-zısını diğerlerine döndürerek, bu sayı yetmiş beşe de indirilebilir. Ama bu söylenilenler ışığında, artık bu zorluğa ve zahmete düşmek de ge-rekmemektedir.

                              Örneğin aklın veziri olan hayır ile cehaletin veziri olan şer, fazilet ve rezaletlerin önemli olanlarındandır ki onların tümü bu ikisine dön-mektedir. Bununla birlikte hadis-i şerifte diğer askerler karşısında bir takım askerleri saymıştır. Aynı şekilde askerlerden sayılan adalet ve zulüm de önemli ve genel askerlerdendir ki, bir çok askerler bu iki melekenin altında toplanabilir ve bir çok askerler de zaten sayılma-mıştır.

                              Burada asıl söylenmesi gereken husus şudur ki, Peygamberlerin, velilerin ve hatta Kur’an-ı Kerim’in dili, tümel kavramlar etrafında araştırma, teftiş, tartışma ve cedelleşme, sözü güzel bir yöntemle yo-rumlama makamında kısıtlama ve sayılı kılma amacını taşıyan diğer yazarların dili gibi değildir. Zira bu iş de insanın Allah’a doğru seyr-u sülukunda kalın perdelerinden biri sayılmaktadır ve de, “yolcuyu yo-lundan alı koymaktadır.”

                              Bu yüzden, Kur’an-ı Kerim, bütün marifetleri, isim ve sıfatlar ha-kikatini içerdiği halde, hiçbir semavi ve diğer kitaplar, Kur’an gibi Hak Teala’nın zat ve sıfatlarını tanıtmadığı halde, aynı zamanda ahlak, yaratılış, ahiret, züht, dünyayı terk etmek, tabiatı reddetmek, alemden soyutlanmak ve hakikat konağına doğru yola koyulmak gibi bütün boyutları benzeri düşünülemeyecek şekilde taşıdığı halde, diğer kitaplar gibi bir takım bablara, fasıllara, önsöz ve sonsöz gibi bölümlere ayrılmamıştır. Bu da sahibinin kamil kudretini göstermektedir ki kendi hedefini açıklamada bu tür araçlara ve vasıtalara ihtiyaç duy-mamaktadır.

                              Bu açıdan görüyoruz ki bazen yarım satırla filozofların birkaç, ön-sözle beyan ettikleri bir konuyu burhana benzemeyen bir şekilde or-yaya koymaktadır. Örneğin Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Yerde. Gökte Allah'tan başka tanrılar olsaydı bunların ikisi de mahvolup gitmişti” Hakeza, “her ilâh, kendi yarattığı ile giderdi ve bazıları bazısı üzerine yükselirdi” ki bu ayetler tevhit hakkında çok ince deliller konumundadır. Bunların her birini açıklamak, ehli tarafından da bilindiği gibi bir çok sayfaya ihtiyaç duymaktadır. Ehli olmayan kimselerin ise bu konuda tasarruf hakkı bile yoktur. Çok kapsamlı sözler olduğu için de herkes anlayışı miktarınca bu ayetlerden istifade etmektedir.

                              Hakeza Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır: “Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdar-dır.”
                              Hakeza: “ve her nerede olsanız sizinle beraberdir”
                              Hakeza: “Her nereye dönerseniz vech-i ilahi oradadır”
                              Hakeza: “Gökteki İlâh da, yerdeki İlâh da O'dur”
                              Hakeza: “O; hem Evvel'dir, hem Ahir'dir, hem Zahir'dir, hem Batın'dır”





                              Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                              Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                              Yorum


                                #30
                                Ynt: CUNUD-Akıl ve Cehalet Askerleri


                                Bütün bu ayetlerin her biri, tabiat öncesi (metafizik), yüce felsefi ilimlere irfani bir şekilde işaret etmektedir. Herkim, ismet ve taharet Ehl-i Beytinin hadislerine müracaat edecek olursa, özellikle de Usul-i Kafi, Şeyh Seduk’un Tevhit kitabı ve aynı şekilde Nehc’ül-Belağa ve Ehl-i Beyt’ten nakledilen dualar, özellikle de Sahife-i Seccadiye üzerinde derince bir düşünecek olursa, bir çok ilahi ilimleri, Rabbani marifetleri ve yüce Hak Teala’nın isim, sıfat ve işlerini ihtiva ettiğini çok kolay bir şekilde görecektir.

                                Bütün bunlar da, canlar üzerine birer örtü olan kavramlar, ve terim-ler örtüsü olmaksızın beyan edilmiştir.
                                İmam (a.s) sözünün devamında şöyle buyurmuştur: “Cehalet, Al-lah’ın akla verdiği bu yüceliği ve kendisine bağışladığı şeyi görünce, içinden akla karşı bir düşmanlık besledi.”


                                Eğer cehaletten maksat, emir aleminde İblis’i hakikat ise, onun akli orduları görmesi –ki akılla birliktelik ve beraberlik içindedir. Onları görmek aklın cemalini görmeksizin mümkün değildir ve cehaletin onu ihata etmesi mümkün değildir- , ister istemez ya kamilin nakısa yan-sıması şeklindedir yada noksanlığı kemal ve zıddın zıt hakkındaki an-layışının karşılaştırılması esasıncadır. Nitekim içinde düşmanlık bes-lemek de iki hakikat arasındaki zati çelişki ve aykırılıktır. Bu ikisi gerçi hadisin örfi zahirinden uzaktır, ama zahiri batına ve kabuğu öze döndürmekle bu uzaklık da ortadan kalkmaktadır.
                                Eğer cehaletten maksat, İblis’in mazharları ve cahillerden maksat da cehalet ashabı olursa, -ki bu da insandaki vehimden ibarettir. - şu iki anlamdan birini ifade etmektedir:


                                Evvela insanların her birinde bulunan vehim ve akıl kuvveti arasın-daki çelişkiye işaret etmektedir. Aklın ve askerlerinin cehalet ve as-kerlerinden önce yaratılması ve aynı şekilde her birinin askerlerinin kendinden sonra yaratılmış olması da yüce melekut aleminin düşük melekut aleminden ve zatların sıfat ve melekelerden, zati olarak önce yaratıldığına delalet etmektedir. O halde insan bireylerinin her birinde bütün cehalet ve akıl askerleri fıtrat ve batın yoluyla gerçekleşmiş hal-dedir. Tek farkla ki akli askerler, asaleten; cehalet askerleri ise buna bağımlı olarak mevcuttur. Cehaletin aklı ve ordularını görmesi de bu iki anlamdan biridir.


                                İkinci olarak da insanlardan iki taifeye işaret etmektedir ki birisi saadet ve kemalat sahibi, diğeri ise şekavet ve noksanlıklar erbabıdır. Bu iki grup arasındaki çelişki de zati ve görünür bir çelişkidir. Bu ma-kamdaki görmek yaygın anlamıyla eserlerini görmekten hasıl olmak-tadır. Allah daha iyi bilendir. İmam (a.s) hadisin devamında şöyle bu-yuruyor: “Böylece cehalet şöyle dedi: “Ey Rabbim! O da benim gibi bir yaratıktır.”


                                Cehaletin akıl ile benzerlik iddiası, tıpkı İblis’in Adem’den (a.s) üs-tün olduğu iddiası gibidir ki şöyle dedi: “Beni ateşten yarattın ve onu ise topraktan yarattın.” Bu da cehaletin akıl makamından örtülü olması, bencilliği ve egoistliği sebebiyledir. Şüphesiz bencillik ve sadece kendisini görme örtüsü, öylesine kalın bir perdedir ki bu per-deye mübtela olan herkes, bütün hakikatlerden, bütün güzelliklerden ve başkalerının kemalatlarından habersiz kalmakta, kendi çirkinlik ve noksanlıklarını görememektedir. Bu hicap, İblis’in mirasıdır. Her kimde güçlenirse, her ne kadar suret ve mülki doğuş olarak Adem’in evladı ve soyu olsa bile İblis’in zürriyetine katılır. Zira ki nesnenin, nesnelliğini ifade eden, melekut ve insanlık aleminde ölçü, melekuti doğumudur. Nitekim melekuti doğuma sahip olan İsa Mesih (a.s) şöyle buyurmuştur: “İki defa dünyaya gelmemiş kimse, göklerin melekutunda seyredemez.”


                                Göklerin melekutu olarak ifade edilen yüce melekuta giriş noktası olan bu ikinci doğum, İblis’in miras ile olan bu örtüden çıkmayla ve Adem’in (a.s) mirası olan isimlerin hakikatleriyle gerçekleşmektedir. Akli askerlerin hakikati ile gerçekleşmek de, isimlerin hakikatleri ile gerçekleşme basamaklarından sayılmaktadır.

                                Daha sonra cehalet şöyle dedi: “Onu yarattın, yüce kıldın ve güç-lendirdin, ben ise onun zıddıyım. Ama ona karşı bir gücüm yoktur. Bana da ona bağışladığın gibi askerler bağışla.”

                                Tahkik ehli kimseler şöyle demişlerdir: “Cehaletin bu müzakeresi ve akılla çatışmak için ordu istemesi, kabiliyet dili iledir; söz dili ile değil.”



                                Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                                Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X