Okuyacağınız makale 1356/1977 yılında Hüccetül İslam Şehit Ali Ekber Ejei’nin İran’ın İsfahan şehrinde Ayetullah Dr. Şehit Beheşti ile “Kuran’ı Anlama Yöntemi” üzerine yaptığı söyleşinin metnidir. Bu söyleşi ilk olarak kaset halinde Kuran severlerin ve araştırmacıların hizmetine sunuldu, İran İslam İnkılâbı’nın zaferinden sonra da “Cumhuriy-i İslami Gazetesi’nde” yayımlandı. Röportaj, Dr. Beheşti tarafından tekrar gözden geçirildikten sonra da “İslami Cumhuriyet Partisi” tarafından kitap olarak yayımlandı.
Bismillahirrahmanirrahim
Soru: Son 20 yılda Kuran’ı anlama eğilimi oldukça yaygınlaştı ve Kuran’ı anlamaya yönelik son derece büyük bir merak ve iştiyak oluşmuş durumda. Özellikle genç nesil artık “Kuran’a yaklaşmayın, çünkü onu anlayamazsınız” mantığından sıyrılarak kendilerince Kuran’ı azami ölçüde idrak etmeye yöneldi ve gençlerin Kuran’a bu yönelişlerinden sonra da Kuran’ı daha iyi anlamada kayda değer bir ilerleme görüldü. Ancak tüm bu merak ve isteklere rağmen birtakım sapmalar kaçınılmaz oldu. Kimileri şu yoldan kimileri o yoldan tabirlerin, izahatın, tefsirlerin öteki tarafından alıntılar yaparak peşin hükümler vermeye başladılar. Diğer taraftan da birtakım engeller oluştu. Gençlere, ellerindeki mevcut kısıtlı imkânlardan yararlanarak Kuran’ı daha iyi ve objektif anlamaları konusunda hangi metotları öneriyorsunuz?
Cevap: Birkaç yıl evvel Kuran Mektebi’nin başlattığı tefsir bahislerinde “Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kuran'ın) bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih ayetlerin peşine düşerler. Hâlbuki Onun tevilini ancak Allah ve ilimde yüksek payeye erişenler bilir. Onlar: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak akliselim sahipleri düşünüp anlar.” [Al-i İmran-7] Ayetinin münasebetiyle zamanın boyutlarına nazır nispeten detaylı bir konu işlemiştim. Sevindiricidir ki o konular kaydedildi. Önceden çalışılmış ve hazırlanmış bir programla birkaç celsede işlenen o bahislerin kasetlerini dinlemenizi öneririm. Dilerseniz o konuşmaları Kuran’ı anlamaya çalışan hakikat sevdalılarına sunabilirsiniz. Dilerseniz de şimdi sorularınız varsa kısa ve özet olarak cevaplayama çalışayım. Gerçi ön hazırlık ve düzenleme yapmadan sunacağım cevapların kapsayıcı nitelikte olacağından da kuşku içindeyim. Sorunuza başlıklar halinde cevap vermeye de gayret edeceğim ki bunu gençlere rahatça sunabilesiniz.
1-Kuran Herkes Tarafından Anlaşılabilir!
Kuran’ı kerim’in sadece belirli bir grubun anlak ve idrakiyle sınırlı olmadığı son derece açıktır. Bunda en küçük bir şüphe bile yoktur. Şüphesiz ki Kuran’ı Kerim herkesin anlaması için nazil olmuştur ve bu konuya Kuran’ın birçok ayetleri vurgu yapmaktadır. Kuran’ı Kerim, bu kitabın muttakiler için hidayet edici olduğunu defalarca vurgulamıştır. Kuran, nur kitabı, aydınlatıcı ve yol gösterici bir kılavuzdur. İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarır, hakları ve vazifeleri belirler. Kuran’ın vasıtasız olarak herkes tarafından anlaşılması da çok açık bir konudur. Peygamberin (s.a.a) okuduğu ayetleri herkes rahatça anlayabiliyordu. Tarihi nakillerde de sıkça görülmüştür ki Müslüman olmayan hatta İslam dinine muhalif olan kimseler bile Resul-i Ekrem’a kulak verip Kuran’ı onun dilinden dinliyorlardı. Yer yer bu kimseler ayetlerden anladıkları manaların etkisinde kalarak İslam dinine karşı sevgi duymuş ve sonunda da İslamiyet’i seçmişlerdir. Peygambere (s.a.a) ayet kalıbında bir hüküm indiğinde, cihad hakkında bir hüküm nazil olduğunda Allah Resulü (s.a.a) inen o ayeti insanlara okuyor ve insanlarda o ayetten kendi vazifelerini anlıyorlardı. Kuran’ı Kerim’in genel ayetlerinin herkes tarafından anlaşıldığı konusunda şüphe yoktur. Kuran ayetlerinden, tarih ve siyerden haberdar olan herkes bunu vurgulamıştır. Dolayısıyla Kuran’ı Kerim’in genel ayetleri herkes için anlaşılır bir beyanla nazil olmuştur ve Kuran’ı anlamak sadece bazı özel kişilere mahsus değildir.
2-Kuran’ı Anlamanın Anahtarları
Manası herkes tarafından bilinen ve anlaşılan bu Kuran’ı Kerim öncelikle Arapçadır, saniyen Peygamberin (s.a.a) asrındaki Arapçayladır. Üçüncü olarak ayetlerin konularının şifahi bir telkini olarak Peygambere (s.a.a) gelmiştir, yazılı bir surette değil. Yani şuan sizinle konuştuğum gibi sözlü bir bildiridir; Kuran, gelişen ve karşılaşılan olaylar akışında tedrici (yavaş) olarak insanlara hitap edilmiş bir sözdür. Bir müellifin başından sonuna kadar tanzim ettiği bir kitap şeklinde halka sunulmamıştır. Bir konu hakkında ayet iniyor ve Allah Resulü’de (s.a.a) o ayeti olduğu gibi halka şifahi olarak bildiriyordu. Sonra Allah Resulü’nün (s.a.a) şifahi/sözlü olarak insanlara telkin ettiği bu konu ya hafızalarda ya da yazılar halinde muhafaza ediliyordu. Dolayısıyla şu üç hususa dikkat edilmelidir:
1-Kuran Arapçadır.
2-Peygamberin (s.a.a) asrının Arapçasıyladır.
3-Ayetler şifahi olarak Resulullah’a (s.a.a) telkin ediliyor sonra sinelerde muhafaza ediliyordu; hem yazılarak korunuyor ve hem de hafızalarda korunuyordu. Bu üç hususa teveccüh etmek akabinde birtakım konuları getirir ki Kuran’ı anlamaya çalışan herkes bunlara çok dikkat etmelidir.
Birincisi, Arapçayla aşinalıktır. Belirttik ki Kuran Arapça nazil olmuştur, dolayısıyla Arapça bir metni okuyup anlamaya çalışan bir kimse şüphesiz ki Arapçayı iyi öğrenmelidir. Arapçayı iyi öğrenmenin ilk şartı direk olarak Kuran’ı Kerim’e müracaat etmektir. Ne yazık ki son zamanlarda gözlemlediğim kadarıyla bazı tanıdığım saygıdeğer dostlarım ve kardeşlerim Arapça kurallarına ve edebiyatına musallat olmadan, yetersiz ölçüdeki Sarf ve Nahiv ilimleriyle ve Arapçadan Farsçaya çevrilen birkaç lügat kitabına müracaat ederek Kuran’ı anlamaya kalkışmakta ve bazen gerçekten de gülünç hatalar yapmaktadırlar. Elbette bu kardeşlerim ve dostlarım hüsnü niyet sahibi değerli dostlar olduklarından bize müracaat ettiklerinde çalışmalarındaki eksiklikleri söylediğimizde rahat bir şekilde hatalarını kabul ettiler.
Kuran’ı Kerim’i anlayabilmemiz için Arapçaya tam bir hâkimiyetimiz olmalıdır. Arap bir kimsenin haddinde bu dili bilmek gerekir. Çünkü bu kitap Arapçadır. Dolayısıyla Kuran’ı anlamak için Sarf, Nahiv ve Lügat ilmini yeterli ölçüde bilmek gereklidir. Bir lafzın birkaç manası olabileceği ve burada acaba bu manalardan hangisinin münasip olduğu ve kast edildiği dikkate alındığında lügat ilminin ve bu ilimle donanmanın lüzumu ortaya çıkıyor.
İkincisi, Kuran’ı Kerim, Resulullah’ın (s.a.a) asrındaki Arapçayla nazil olmuştur. Dil ve lehçeyle aşina olan herkes bilmektedir ki dil, bir sistem olarak tarihi sürecinde yapısal bakımdan birtakım bir değişim ve dönüşümlere uğramaktadır. Bir lügatin 1300 yıl önce özel bir anlamda kullanılması mümkün olup günümüzde ise farklı ve yeni bir anlam kazanması da muhtemeldir, ya da hem eski anlama hem de günümüzdeki bulduğu yeni anlama da gelebilir. Kuran ayetlerindeki mevcut kelimelerin, ayetlerin nazil olduğu asırda hangi anlama geldiğine dikkat etmek gerekir. Eğer günümüzde yeni bir anlam kazanmış bir kelime olursa ve bu kelimenin kullanımı zevkimize uygun gelse ve bu kelimenin bu ayette istediğimiz anlamı vermesini istesek bile bu kelimeyi nüzul asrında taşımadığı bir mananın dışında kullanmak gerçekten de yanlıştır. Kuran’ın, tabiatı ve yapısını tanıma alanında faaliyet eden bir dostum Kuran’ın tabiat hakkındaki ayetlerini istihraç etmiş, ona resimler ve açıklamalar ekleyerek bana getirmişti. Çalışması hakkında görüş belirtmemi istedi. Baktığımda özellikle bazı anlamsız ve ilgisiz kelimelere vurgu yaptığını gördüm. Mesela şöyle yazmıştı: “Biz, yeryüzünü toplanma yeri yapmadık mı?” [Mürselat-25] ayeti yeryüzünün hareketine işarettir. Arkadaşımız lügate bakmış ve “Kifat” kelimesinin keskin uçan kuş anlamına geldiği görmüş ve ayeti şöyle tercüme etmiş: “Acaba biz yeryüzünü keskin uçan bir kuş/varlık gibi kılmadık mı?” sonra da şöyle istidlal etmiş; Kuran’a göre yeryüzü hareket etmektedir. Gördüğünüz gibi bu arkadaşımız Arapça lügat kitaplarına müracaat etmiş ve “Kifat” kelimesinin anlamını keskin uçan kuş olarak bulmuş. Ona dedim ki öncelikle bakmak gerekir nüzul asrında ve ayetlerin indiği bölgede de acaba “Kifat” kelimesi keskin uçan kuş anlamında mı kullanılmıştır? Yoksa bu, sonraki zaman dilimlerinde tedrici olarak yeni bir anlam kazanmış bir kelime midir? Saniyen dikkat etmeniz gerekir ki bu ayet sonraki ayete bağlı ve onunla ilintilidir; “elem nec’alil arza kifaten, ehyaen ve emvata” acaba yeryüzünü diriler ve ölüler için kifat (toplayıcı) kılmadık mı?” yani “Ehyaen ve emvata” “Kifat” kelimesinin devamıdır. Binaenaleyh keskin uçan kuşların diriler ve ölülerle olan bağlantısı nedir? Acaba bunun açık ve anlaşılır bir anlamı var mıdır? Lügat kitaplarına müracaat ettiğimizde malum oluyor ki aslında “Kifat” içinde bir şeyler bulunduran, bir şeyler kapsayan yer anlamına gelir, acaba biz yeryüzünü kaplayıcı, kuşatıcı kılmadık mı? Dirileri ve ölüleri kaplayan/toplayan kılmadık mı? Yer altında tavşan, (köstebek) vb. yuva yapan canlılar vardır ve genelde canlı varlıkların cesetleri yerin altına gömülür ya da sel dalgalarının getirdiği atıklar ölülerin cesetlerini örtmekte ve bunlardan da taşlar, kayalar oluşmaktadır. Bu yüzden eğer bir kimse “Kifat” kelimesini keskin uçan kuş diye mana edildiğini görüp bundan da yeryüzünün hareketini Kuran’ın bu ayetinden ispat etmeye kalkışırsa ve hemen bunu Kuran’a yüklerse yanlış bir metot uygulamış olur, yanılgıya düşmüş olur ve metottan sakınmalıdır. Bilinmesi gerekir ki acaba “Kifat” Resul-i Ekrem (s.a.a) döneminde de bu anlamda kullanılıyor muydu yoksa bu yeni bir anlam mıdır? Özellikle dikkat edilmelidir ki bu kelimenin önceki âlimlerin lügat kitaplarında da mevcut olmayışı bu anlamın Resulullah (s.a.a) döneminde olmadığını ve yeni bir anlam kazandığını gösterir. Bendeniz şimdi konuşmakla meşgulüm ve sohbetimde birtakım kelimelerden ve ibarelerden yararlanıyorum ve kullandığım bu kelimeleri sadece bugün anlaşılan manada kullanıyorum. Şimdi benim bu konuşmalarımın aynı 300 yıl sonra mevcut olsa ve kullandığım bu kelimeler o gün başka anlamda kullanılmış olsa acaba bir kimse kalkıp diyebilir mi ki falanca adam o gün yaptığı konuşmasında bugün bizim anladığımız şu manayı kast etmişti? Bu doğru değildir. O halde kelimeleri, kelimelerin sudur olduğu asrındaki anlama göre kullanmalıyız.
Üçüncüsü, Kuran’ı Kerim’in konuları şifahi/sözlü olarak beyan edilmiştir. Şifahi ifade edilen her konu hatta yazılı olarak sunulan her konu kendi zamanının bölgesel ve toplumsal özelliklerine göre açıklanır. Yani bölgesel ve toplumsal şartlar ve durumlara nazır olmadan açıklanması düşünülemez. Çünkü insan bir konu hakkında o muhitte ve ortamda konuşuyor ve aynı o atmosferde de yazıyor. Dolayısıyla insan bu toplumun içinde ve atmosferinde konuştuğunda ya da yazdığında birtakım karineler/emareler vardır ki konuşmacının ya da yazarın maksadının anlaşılmasına yardım ediyor. Uhud Savaşı’nın sahnesini düşünün, savaşçılara hitaben ayetler nazil oluyor. Savaş sahnesinde yer alan ve bütün meseleleri gözleriyle müşahede eden savaşçılar o ortamda ve atmosferde bulundukları için ayetin inmesiyle hemen Allah’ın ayetten ne kast ettiğini anlayabiliyorlar. Şimdi o savaş sahnesinde hazır olmayan ben, eğer bu konuyu o ayetten anlamak istersem ne yapmalıyım? Doğal olarak tarihi mütalaa edip kendimi o sahneye adapte etmeye çalışıyorum, o sahneyi yaşamaya çalışıyorum. Bu yüzden Kuran ayetlerinin maksadının doğru bir şekilde anlaşılabilmesi az çok bu ayetlerin indiği sahnelerle bağlantılıdır. Bu huzur Resulullah’ın (s.a.a) asrındaki insanlar için müyesserdi, ancak sonradan gelen ve o savaş sahnelerinden uzak olan insanların yaşadıkları dönemde ya da ondan sonra gelen insanların asrında bu huzur hangi vesileyle sağlanmalıdır? Tarihi araştırma vesilesiyle elbet, işte bu yüzden Kuran’ı kerim’in birçok ayetinin maksadının doğru anlaşılabilmesindeki şartlardan biri derin tarihi araştırmalar ve bu tarihi araştırmalardan yola çıkarak ayetlerin nazil olduğu şartları ve durumları kavrayarak orada hazır olabilmektir. Bu alanda geçmiş araştırmacılar “Ayetlerin nüzul sebepleri” adı altında birçok kitaplar yazmışlardır. O değerli kitaplardan iki tanesi hem meşhurdur hem de Kuran müfessirlerinin kaynak olarak yararlandıkları kitaptır. Onlardan biri Vahidi’nin kaleme aldığı eser, diğeri ise Suyuti’nin yazdığı “Esbabu Nüzul” kitaplarıdır. Aslında bu alanda yazılmış birçok eser vardır ancak o eserler mezkûr kaynaklar kadar yeterli değildir. Bendenize göre Kuran ayetlerinin birçok yerinin daha iyi anlaşılmasında bir kez dikkatle İslam tarihinin baştan sona mütalaa edilmesi zaruridir. İkinci başlığı toparlayayım; teveccüh edilmelidir ki Kuran’ı Kerim 13-14 asır önce belirli bir bölgede Arapça yazılmıştır, daha doğru bir ifadeyle şifahi olarak beyan edilmiştir. Kuran Arapça olduğu için bugün onu anlamak isteyen bir kimse öncelikle Arapçayı çok iyi bilmelidir ve Kuran dili 14 asır önceki Arapça dilinde olduğundan o zamandaki lafız ve kavramları inceleyen lügat kitaplarına müracaat etmeli ve yeni anlam bulmuş kavramları da Kuran’a yüklememelidir. Çünkü Kuran’ı Kerim muayyen özelliği ve şartları olan bir bölgedeki insanların asrında nazil olmuştur. Bu yüzden insan tarihi dikkatli araştırarak o zamanın şartlarıyla empati kurmalı ve kendisini o şartlarda hissetmelidir.
3-Kuran Ayetlerinin İrtibatını/İlişkisini Anlama
Kuran‘ı Kerim’in ayetleri birbirleriyle bağlantılıdır. Bazen bu irtibat çok açık ve nettir ama önceden de belirttiğimiz gibi Kuran’ı Kerim, bir yazarın kitap halinde telif ettiği türden bir yazı değildir. Bilakis Kuran, 23 yıl zarfında çeşitli münasebetlerde birtakım şartlara göre nazil olan sure ve ayetler mecmuasıdır ki bu mecmua daha sonraları bir kitap haline getirildi. Ayetler ve sureler de vahyin Peygambere (s.a.a) iniş tarihine göre peş peşe sıralanmamıştır. Ayetlerin iniş tarihleri araştırıldığında şu neticeye varıyoruz; bazı durumlarda birkaç ayet yıllar öncesi nazil olan bir surenin devamına ilhak ediliyordu. Dolayısıyla eğer bazen bir konuda anlamı açık olan bir ayetin önceki ayetlerle tam bir bağlantı içinde olmadığı gibi görünse de tereddüde kapılıp o ayetin önceki ya da sonraki ayetlerle mana bakımından uyum içinde olmasını sağlamak için kendimizden başka bir mana yükleme amacı gütmemeliyiz. Kuran’ı Kerim’in birçok ayetinde bur durum hâkimdir ki ayetin ilk kelimesi önceki ayetteki bir fiil ya da sıfatın tamamlayıcısıdır. Bir diğer tabirle bazen uzun bir cümlenin iki bölümü iki ayrı ayet şeklinde gelmiştir. Buna benzer yapıyı yenilikçi şiir anlayışında ya da daha iyi bir ifadeyle Farsçadaki “Silabi Şiir” türünde sıkça görmekteyiz. Bu şiirlerde her bağlamın sonu bir cümlenin bitişi değildir ve çoğu kez sonraki bağlam önceki bağlamın tamamlayıcısıdır. Kuran’ı Kerim’in bu yapısına da dikkat edilmelidir ki bazen ayetlerde bu tür bağlantılar açık bir şekilde göze çarpmaktadır. Bu hususlara teveccüh edilmemesi Kuran ayetlerinin yanlış anlaşılmasına yol açabilir. Sözgelimi yukarıda bahsettiğimiz “Acaba biz yeryüzünü toplayıcı/kapsayıcı kılmadık mı?” ayetinde geçen “Ehyaen” ve “Emvaten” normalde burada ayrı bir cümle değildir. Hatta bağlantı niteliğinde bir cümle de değildir; birbirine atfedilmiş iki ayrı kelimedir ki “Elem nec’alil arza kifata” ayetinden sonra zikredilmiştir. Bu irtibatı dikkati nazara aldığımızda “Kifat” kelimesi edebi kaide gereği öyle bir mana içermelidir ki ondan sonraki gelen “Eyhaen” ve “Emvaten” ile irtibatlı olmalıdır. Eğer “Kifat”ı keskin/tiz uçan kuş diye mana edersek edebi kural gereği Kifat bir “isim” olduğundan “Ehyaen” ve “Emvaten” ile kurala dayalı bir bağlantı içinde olamaz. Ancak “Kifat”ı “kapsayan, içeren” diye mana edersek “Ehyaen” ve “Emvaten” kolay bir şekilde onunla irtibatlı bir cümle olur ve doğru manayı ifade eder. Makul kural gereği de “Ehyaen” ve “Emvaten” Kifat” için sıfat konumundadır.
Elbette bazen ayetlerin birbirleriyle olan irtibatı açık ve net değildir. Ayetler arasındaki bağlantıyı bulabilmek için Kuran’ı Kerim’e aşinalık ve ünsiyet şarttır. Bunu sağlamak da Kuran tarihine ve ayetlerin nüzul senesine -ki bu konuda çok sayıda kaynak mevcuttur- dair araştırmalarla müyesser olur. Mesela araştırmacı, şu birkaç ayetin ya da ayetlerin birlikte geldiğini kavrayabiliyor. O halde birtakım ayetleri müstakil olarak ele alıp incelemek gerekir ve bazen peş peşe gelen bazı ayetlerin birbirleriyle irtibatı yoktur. O halde tek olarak nazil olan ayet ile topluca inen ayetleri birbirinden ayırarak iyice analiz etmeli, aralarındaki bağlantılar anlaşılmaya çalışılmalıdır.
4- Kuran’ın Kat’i Hükümlerini Anlamak
Kuran’ı Kerim’de bir konu hakkında muhtelif zamanlarda nazil olmuş çok sayıda ayetin olduğunu görmekteyiz. Bir defasında birkaç ayet gelmiş ve iki yıl sonra da tekrar birkaç ayet gelmiştir ve yeni şartlar oluştuğu için yeni bir konuyu beyan ederek önceki konuyu tamamlamıştır. Her konuşmacı ya da yazar bu metodu uygulamaktadır. Eğer bugün falan konu hakkında Kuran ve İslam’ın hükmü nedir veya Kuran o konuda nasıl bir görüş belirtmiştir diye soracak olursak öncelikli olarak İslam’ın o konudaki nihai maksadının ne olduğunu anlayabilmemiz için konuyla ilgili ayetleri Kuran’dan bulmalı ve ayetlerin iniş tarihini sırasıyla mülahaza ederek incelemeliyiz. “Kuran’ın bazısı bazısını tefsir eder” sözü de genel olarak bu bağlamdaki konuya nazırdır.
Yorum