Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Ehlibeytin Makamını Açıkça Ortaya Koyan Mübahale ve Tebliğ Ayetleri

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Ehlibeytin Makamını Açıkça Ortaya Koyan Mübahale ve Tebliğ Ayetleri

    Bismihi Teala
    HAMD ALEMLERİN RABB'İ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S)'A OLSUN
    RABB'İMDEN DOĞRULARLA OLMAYI MUAVFAK KILMASINI DUA EDERİM

    Selamun Aleykum Ey Aziz Canlar! Değerli Müminler!



    Kurtuluş Anahtarı Ehlibeyt'tir...

    Ehlibeyt'in Makamını Açıkça Ortaya Koyan Mübahale Ayeti Hakkındaki Tüm Ayrıntılar



    “Artık sana gelen bunca ilimden sonra onun hakkında seninle çekişip tartışmalara girişirlerse, de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım, biz bizzat gelelim, siz de gelin. Ondan sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah’ın laneti yalan söyleyenlerin üstüne olsun.” (Al-i imran/61)

    Bütün İslam mezhepleri (hatta Hariciler dahi) Peygamber’in Necran Hristiyanları ile mübahale etmeye giderken kadınlardan Hz. Fatıma (a.s), evlatlarından Hasan ve Hüseyin (a.s), kendi nefislerinden ise değerli kardeşi ve O’na karşı Harun’un Musa’ya karşı olan nisbetini taşıyan Hz. Ali (a.s) dışında hiç kimseyi götürmediği hususunda ittifak etmişlerdir. Dolayısıyla da bu ayet-i şerifede kastedilenler ve de mübahele etmeye Peygamber ile gidenler sadece bu beş kişi idi...


    http://b1302.hizliresim.com/16/b/jzs31.jpg

    Bu ise hiç bir İslami fırkanın ve İslam tarihinden azıcık haberdar olan bir kimsenin şüphe veya inkar edemeyeceği zaruri meselelerden sayılmaktadır Bu meseleyi tüm Müslümanlar bilmektedir. Muhaddislerde ashabın büyüklerinden nakletmişlerdir. Bunlardan imam Vahidi, Esbab-un Nüzul adlı kitabında Cabir b. Abdullah’tan nakletmiştir. Şaîbi de bu ayetin tefsirinde şöyle diyor: “Oğullarımız”dan maksat Hasan ve Hüseyin’dir. “Kadınlarımız”dan maksat Fatıma ve “kendimizden (nefislerimizden)” maksat ise Ali b. Ebu Talib’dir. (a.s) (Esbab-ın Nüzul s. 75)

    http://b1302.hizliresim.com/16/b/jzsnt.png

    Halbuki Peygamber’in (s.a.a) eşleri de O hazretin evinde hazır bulunuyorlardı. Ama onların hiçbirisini bu büyük iş için davet etmedi. Hakeza Peygamber’in (s.a.a) halası, cedlerinin yadigarı olan Safiyye’yi ve Peygamber’in (s.a.a) hüzün ve kederini gideren ve Müslümanlar arasında inci gibi parlayan amcası Ebu Talib’in özel bir değer ve makama sahip kızı ümmü Hani’yi ve Müslümanlar arasında şeref ve yücelik örnekleri sayılan diğer hiçbir kadını ve yine üç halifenin eşlerini ve diğer muhacir ve ensarın kadınlarından hiçbirini bu önemli mesele için davet etmedi.


    Seçilmiş inciler mesabesinde olan Haşim oğullarından, cennet gençlerinin iki efendisi Hasan ve Hüseyin’den başka aralarında çok fazilete sahip olan o kadar ashabın evlatlarından hiçbirini seçmedi. Ali (a.s)’ı da Peygamber, canı ünvanıyla seçi. Hatta peygamberin yanında büyük bir makamı olan Bağavi’nin Ebi Süfyan b. Haris’in şerh-i halinde babasından rivayet ettiği üzere (El-isabe/Abbas’ın şerh-i halinin altında) Kureyş’in değerli şahsiyetlerinden sayılan ve de Haşimoğullarının büyüğü bilinen Peygamberin amcası Abbas’ı bile bu önemli iş için seçmedi.


    Genel olarak Resulullah’ın (s.a.a) akrabaları ve yakınları ile diğer Müslümanlar, hatta İslam’da, uzun ve parlak bir geçmişi olan kimseler dahi mübahale işine seçilmediler. Habluki hepsi de Peygamber’in (s.a.a) huzurunda ve müşahede ettiği bir yerde idiler.


    Fahri Râzi’nin Tefsir-i Kebir’inde tasrih ettiği gibi;

    http://b1302.hizliresim.com/16/b/jzt5h.jpg

    Gerçekten de o hassas durumu göz önüne alan bir insan şaşırıp, peygamber ve ehli beyti mübahele için geldikleri anda necran Hıristiyanlarını, ileri gelenlerini ve dini ve dünyevi işlerde önderlerini saran dehşet ve korkuyu iyice incelerse Muhammed ve Ali Muhammed’in (s.m.) görenleri hayrete düşüren ilahi bir azamet ve celalete sahip olduklarını ve her şeyin onların ilahi ve manevi vekar ve heybeti mukabilinde değersiz ve küçük kaldığını en açık bir şekilde görebilir. O gün o grup, Hıristiyan âlimlerin resmi elbiselerini giymiş bir şekilde Peygamber’in (s.a.a) yanına geldiler. Resulullah’aın (s.a.a) ashabından bazıları şimdiye kadar böyle bir grub grmediklerini ifade ediyorlardı. Bu grubun içerisinde on dört kişi, kavimlerinin büyüklerindendi. Necran’ın riyaset ve hâkimiyeti ise bu on dört kişiden üç kişinin elinde idi:


    1- Heybetin büyüğü ve önderi olan Eyhem.


    2- Kabile reisi, siyasi ve toplumsal işlerde danışman sayılan Abdu-l Mesih.


    3- Dini riyast, kilise gibi işlerin sorumlusu olan psikopos Ebu Harise ibni Alkame ki onların kitap ve inançları hakkında çokça bilgye sahip idi; sahip olduğu azamet ve şahsiyetli sebebiyle Rum sultanları kendisi için kiliseler yapmış ve herkesin saygı ve ihtiramına mazhar olmuştu. Bu meseleyi Vahidî “Esbab-un Nüzul” adlı kitabında nakletmiştir. Diğer müfessir ve muhaddisler de kendi kitablarında rivayet etmişlerdir. Acaba kahramanları görmüyor musun? Nasıl da kükreyen arslanlara benzeyen, kahraman altmış atlının korkudan vücutlarını bir titreme sarmış, dizlerinin bağı çözülmüş ve kalpleri duracak gibi olmuştu. Büyükleri olan psikopos da mezkûr tarihi sözleri söylemiştir.


    Bu da düşmanlarının O mübarek yüzlere ilk bakışlarında anladıkları ruhani ve ilahi azamet ve celaletten başka bir sebeple değildir. sanki celalet, azamet ve yücelik, Allah’a yakınlık ve keramet onların mübarek alın çizgilerine ilahi bir nurla yazılmış ve nurlu yüzlerinden parlıyordu. Ve ben böyle yüce bir makamı olduğu gibi değerlendirmeyen bir müslümana gerçekten şaşarım.



    ÜÇ BÜYÜK FAZİLET


    Bu meselede Peygamber’in Ehl-i Beyti yani Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (a.s) için üç fazilet göze çarpıyor:


    1- Resulullah mübaheleyi onlar vesilesiyle yapıyor ve onlara “ben dua ederken siz de amin deyiniz” diye buyuruyor. Bunun kendisi çok büyük fazilettir.


    2- Onların bu önemli ve büyük iş için seçilmesi ki onca başka bir fazilettir ki ne önceki ne de sonraki Müslümanlardan kimse böyle bir üstünlüğe erememiştir.


    3- Onlar vesilesiyle gerçekleşen bu mübahale ile ilgili olarak ayet nazil olmuş ve Allah-u Teala peygamber’e bu önemli işi onların vesilesiyle yapmasını emretmiştir. Bu da mübahele meselesine daha bir önem ve özellik, Ehl-i Beyt’in pak şahsiyetlerine de daha bir üstünlük ve azamet kazandırmıştır.



    BİRKAÇ EDEBİ NÜKTE


    Burada belağat alimlerinini ve Kur’an’ın ilmi hakikat ve sırlarının değerini bilen kimselerin de tevecüh ettiği belagat ilmiyle ilgili edebi bir nükteyi zikretmek istiyoruz. O da şudur: Ayette yer alan üç cümlenin hepsi de çoğul (oğullarımız, nefislerimiz ve kadınlarımız edatı ile beyan edilmiştir. Beyan ilmi âlimlerinin söylediği gibi cem’ (çoğul) bir kelime, başka bir kelimeye izafe edilince de “istiğrak” (tüm, umumi) manası anlaşılır. Binaenaleyh bu cümlelerin manası şöyledir: “tüm çocuklar, tüm nefisler ve tüm kadınla.” halbuki Müslümanların çocuklarından Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, nefislerinden Hz. Ali ve kadınlarından da Hz. Fatıma’dan başka hiç kimse mübahelede bulunmalıdır. O halde neden bu büyükler hakkında cem’ (çoğul) ve umumu ifade eden edat kullanılmıştır?


    Çoğul edatının onlar hakkında kullanılmasının sebebi şudur: Bu büyük şahsiyetler, İslam dinini temsil edenler ve İslam’ın bariz ve aç ık hüccetleri, beşer fertlerinin en kamili ve insanlık aleminin en seçkini ve seçkinlerinin en üstünleriydiler. masum yüzlerinden İslam ümmetinin diğer fertlerinden hiç birinde görülmeyen bir ruhaniyet ve “maneviyat nuru” müşahede edilen kimselerdi bunlar. ibaret ve Allah’a kulluk makamında, mutlak manada halis bir kalp ve riyadan uzak bir gönülle sahip olanlar da yine bunlardı. Dolayısıyla da onların mübahele olayına davet edilmesi ve onların da aktılması, tüm Müslümanların mübaheleye iştiraki anlamına geliyordu. Böylece Onların duadan sonra “amin” demesiyle, tüm Müslümanların amin demesine gerek kalmıyordu.


    işte bu yüzden onlar hakkında, izafe edilince istiğrak manasını ifade eden çoğul edatı kullanılmıştır.


    Kur’an’ın sırlarını inceleyen ve dikkatle araştıran herkes görür ki bahsedilen ayete, hemen hemen aşağıdaki şiirde ifgade edilen mana dile getirilmektedir:


    “ihali kudoretten değildir uzak,toplasın alemi tek bir şahısta.”işte bu yüzrden Zemahşeri’de Keşşaf’ta mezkur ayetin tefsirinde şöyle diyor:



    ALİ (A.S)’IN İMTİYAZI


    Burada göze çarpan önemli nüktene biri de şudur: Zikredilen ayetten Hz. Ali (a.s.) için de özel bir imtiyaz beyan edilmektedir. Hz. Ali’nin (a.s) diğer faziletleri içinde en büyük ve önemli olanı da budur aslında.


    Hz. Ali (a.s) diğer menkıbeleri de bu faziletin karşısında önemini kaybeder. Bu ayet Hz. Ali’ye (a.s) nefisler ve Peygamber’in neefsi olarak hitap etmiştir. Gerçekten de bu çok büyük bir makam ve mevkidir ki dost ve düşman herkesi şaşırtmaktadır. Tüm insanların bu makama imrenmesi de gerçekten yerinde ve haklı bir şeydir.


    “Bu Allah’ın bir fazlıdır. Onu dilediğine verir.Allah’ın lütfu boldur. O her şeyi bilir.” (maide, 54)


    Eğer değerli okuyucu dikkat edecek olursa, Kur’an’ın Ali’yi (a.s.) Peygamber’in (s.a.v) canı ve nefsi olarak tavsif etmesinin sebebinin, O hazretin İslam ümmetinin en faziletli bir ferdi ve bütün hayadında ve vefatından sonra da peygamber’e en yakın bir şahsiyet olduğunu anlamakta zorluk çekmez.


    Kur’an’da zikredilmekle ebediyet kazanıan bu büyük fazileti Ehl-ibeyt dostları tasrih etmişler ve düşmanları da bunu inkar edememiş ve görmezlikten gelememişlerdir.


    Hatta en şüphe götürmez gerçeklerde dahi şüphe icad eden ve esas en, şüpheci bir özellik taşıpyan Fahr-i Razi gibi bir şahıs bile, mezkur ayetin, Hz. Ali’nin (a.s) faziletine delalet ettiğinde şüphe icat edememiştir.


    O, sadece bahsedilen mübahele ayetinin Ali’nin (a.s) geçmiş peygamberlerden üstün olduğuna da delalet ettiğine inanan mahmud b. El-Hasan’ın sözüne itiraz etmektedir. Fahr-i razi, Mahmud b. El Hasan’ın bu görüşüün reddederken bu ayetten Ali’nin (a.s) İslam ümmetinin en faziletli bir ferdi olduğunun anlaşıldığını da kabul etmektedir.

    Şimdi de Fahri Razi’nin Mahmud b. El Hasan’a yaptığı itirazı aynen naklediyşoruz:

    http://b1302.hizliresim.com/16/b/jztc2.png

    Fahr-i Razi, Mahmud. b. El Hasan’ın istidallerini işte böyle nakletmektedir. Eğer okuyucular dikkat edecek olursa görecektir ki Fahr-i razi de Hayye alel felah nidasını yükselterek bu ayetin Ali için büyük bir fazilet sebebi olduğunu güzel bir şekilde açıklamıştır.


    #2
    Ynt: Ehlibeytin Makamını Açıkça Ortaya Koyan Mübahale ve Tebliğ Ayetleri

    Bismihi Teala
    HAMD ALEMLERİN RABB'İ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S)'A OLSUN
    RABB'İMDEN DOĞRULARLA OLMAYI MUAVFAK KILMASINI DUA EDERİM

    Selamun Aleykum Ey Aziz Canlar! Değerli Müminler!



    Kurtuluş Anahtarı Ehlibeyt'tir...

    Ehlibeyt'in Makamını Açıkça Ortaya Koyan Mübahale Ayeti Hakkındaki Tüm Ayrıntılar



    “Artık sana gelen bunca ilimden sonra onun hakkında seninle çekişip tartışmalara girişirlerse, de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım, biz bizzat gelelim, siz de gelin. Ondan sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah’ın laneti yalan söyleyenlerin üstüne olsun.” (Al-i imran/61)

    Bütün İslam mezhepleri (hatta Hariciler dahi) Peygamber’in Necran Hristiyanları ile mübahale etmeye giderken kadınlardan Hz. Fatıma (a.s), evlatlarından Hasan ve Hüseyin (a.s), kendi nefislerinden ise değerli kardeşi ve O’na karşı Harun’un Musa’ya karşı olan nisbetini taşıyan Hz. Ali (a.s) dışında hiç kimseyi götürmediği hususunda ittifak etmişlerdir. Dolayısıyla da bu ayet-i şerifede kastedilenler ve de mübahele etmeye Peygamber ile gidenler sadece bu beş kişi idi...




    Bu ise hiç bir İslami fırkanın ve İslam tarihinden azıcık haberdar olan bir kimsenin şüphe veya inkar edemeyeceği zaruri meselelerden sayılmaktadır Bu meseleyi tüm Müslümanlar bilmektedir. Muhaddislerde ashabın büyüklerinden nakletmişlerdir. Bunlardan imam Vahidi, Esbab-un Nüzul adlı kitabında Cabir b. Abdullah’tan nakletmiştir. Şaîbi de bu ayetin tefsirinde şöyle diyor: “Oğullarımız”dan maksat Hasan ve Hüseyin’dir. “Kadınlarımız”dan maksat Fatıma ve “kendimizden (nefislerimizden)” maksat ise Ali b. Ebu Talib’dir. (a.s) (Esbab-ın Nüzul s. 75)

    [img width=863 height=600]http://b1302.hizliresim.com/16/b/jzsnt.png[/img]

    Halbuki Peygamber’in (s.a.a) eşleri de O hazretin evinde hazır bulunuyorlardı. Ama onların hiçbirisini bu büyük iş için davet etmedi. Hakeza Peygamber’in (s.a.a) halası, cedlerinin yadigarı olan Safiyye’yi ve Peygamber’in (s.a.a) hüzün ve kederini gideren ve Müslümanlar arasında inci gibi parlayan amcası Ebu Talib’in özel bir değer ve makama sahip kızı ümmü Hani’yi ve Müslümanlar arasında şeref ve yücelik örnekleri sayılan diğer hiçbir kadını ve yine üç halifenin eşlerini ve diğer muhacir ve ensarın kadınlarından hiçbirini bu önemli mesele için davet etmedi.


    Seçilmiş inciler mesabesinde olan Haşim oğullarından, cennet gençlerinin iki efendisi Hasan ve Hüseyin’den başka aralarında çok fazilete sahip olan o kadar ashabın evlatlarından hiçbirini seçmedi. Ali (a.s)’ı da Peygamber, canı ünvanıyla seçi. Hatta peygamberin yanında büyük bir makamı olan Bağavi’nin Ebi Süfyan b. Haris’in şerh-i halinde babasından rivayet ettiği üzere (El-isabe/Abbas’ın şerh-i halinin altında) Kureyş’in değerli şahsiyetlerinden sayılan ve de Haşimoğullarının büyüğü bilinen Peygamberin amcası Abbas’ı bile bu önemli iş için seçmedi.


    Genel olarak Resulullah’ın (s.a.a) akrabaları ve yakınları ile diğer Müslümanlar, hatta İslam’da, uzun ve parlak bir geçmişi olan kimseler dahi mübahale işine seçilmediler. Habluki hepsi de Peygamber’in (s.a.a) huzurunda ve müşahede ettiği bir yerde idiler.


    Fahri Râzi’nin Tefsir-i Kebir’inde tasrih ettiği gibi;

    [img width=879 height=600]http://b1302.hizliresim.com/16/b/jzt5h.jpg[/img]

    Gerçekten de o hassas durumu göz önüne alan bir insan şaşırıp, peygamber ve ehli beyti mübahele için geldikleri anda necran Hıristiyanlarını, ileri gelenlerini ve dini ve dünyevi işlerde önderlerini saran dehşet ve korkuyu iyice incelerse Muhammed ve Ali Muhammed’in (s.m.) görenleri hayrete düşüren ilahi bir azamet ve celalete sahip olduklarını ve her şeyin onların ilahi ve manevi vekar ve heybeti mukabilinde değersiz ve küçük kaldığını en açık bir şekilde görebilir. O gün o grup, Hıristiyan âlimlerin resmi elbiselerini giymiş bir şekilde Peygamber’in (s.a.a) yanına geldiler. Resulullah’aın (s.a.a) ashabından bazıları şimdiye kadar böyle bir grub grmediklerini ifade ediyorlardı. Bu grubun içerisinde on dört kişi, kavimlerinin büyüklerindendi. Necran’ın riyaset ve hâkimiyeti ise bu on dört kişiden üç kişinin elinde idi:


    1- Heybetin büyüğü ve önderi olan Eyhem.


    2- Kabile reisi, siyasi ve toplumsal işlerde danışman sayılan Abdu-l Mesih.


    3- Dini riyast, kilise gibi işlerin sorumlusu olan psikopos Ebu Harise ibni Alkame ki onların kitap ve inançları hakkında çokça bilgye sahip idi; sahip olduğu azamet ve şahsiyetli sebebiyle Rum sultanları kendisi için kiliseler yapmış ve herkesin saygı ve ihtiramına mazhar olmuştu. Bu meseleyi Vahidî “Esbab-un Nüzul” adlı kitabında nakletmiştir. Diğer müfessir ve muhaddisler de kendi kitablarında rivayet etmişlerdir. Acaba kahramanları görmüyor musun? Nasıl da kükreyen arslanlara benzeyen, kahraman altmış atlının korkudan vücutlarını bir titreme sarmış, dizlerinin bağı çözülmüş ve kalpleri duracak gibi olmuştu. Büyükleri olan psikopos da mezkûr tarihi sözleri söylemiştir.


    Bu da düşmanlarının O mübarek yüzlere ilk bakışlarında anladıkları ruhani ve ilahi azamet ve celaletten başka bir sebeple değildir. sanki celalet, azamet ve yücelik, Allah’a yakınlık ve keramet onların mübarek alın çizgilerine ilahi bir nurla yazılmış ve nurlu yüzlerinden parlıyordu. Ve ben böyle yüce bir makamı olduğu gibi değerlendirmeyen bir müslümana gerçekten şaşarım.



    ÜÇ BÜYÜK FAZİLET


    Bu meselede Peygamber’in Ehl-i Beyti yani Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (a.s) için üç fazilet göze çarpıyor:


    1- Resulullah mübaheleyi onlar vesilesiyle yapıyor ve onlara “ben dua ederken siz de amin deyiniz” diye buyuruyor. Bunun kendisi çok büyük fazilettir.


    2- Onların bu önemli ve büyük iş için seçilmesi ki onca başka bir fazilettir ki ne önceki ne de sonraki Müslümanlardan kimse böyle bir üstünlüğe erememiştir.


    3- Onlar vesilesiyle gerçekleşen bu mübahale ile ilgili olarak ayet nazil olmuş ve Allah-u Teala peygamber’e bu önemli işi onların vesilesiyle yapmasını emretmiştir. Bu da mübahele meselesine daha bir önem ve özellik, Ehl-i Beyt’in pak şahsiyetlerine de daha bir üstünlük ve azamet kazandırmıştır.



    BİRKAÇ EDEBİ NÜKTE


    Burada belağat alimlerinini ve Kur’an’ın ilmi hakikat ve sırlarının değerini bilen kimselerin de tevecüh ettiği belagat ilmiyle ilgili edebi bir nükteyi zikretmek istiyoruz. O da şudur: Ayette yer alan üç cümlenin hepsi de çoğul (oğullarımız, nefislerimiz ve kadınlarımız edatı ile beyan edilmiştir. Beyan ilmi âlimlerinin söylediği gibi cem’ (çoğul) bir kelime, başka bir kelimeye izafe edilince de “istiğrak” (tüm, umumi) manası anlaşılır. Binaenaleyh bu cümlelerin manası şöyledir: “tüm çocuklar, tüm nefisler ve tüm kadınla.” halbuki Müslümanların çocuklarından Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, nefislerinden Hz. Ali ve kadınlarından da Hz. Fatıma’dan başka hiç kimse mübahelede bulunmalıdır. O halde neden bu büyükler hakkında cem’ (çoğul) ve umumu ifade eden edat kullanılmıştır?


    Çoğul edatının onlar hakkında kullanılmasının sebebi şudur: Bu büyük şahsiyetler, İslam dinini temsil edenler ve İslam’ın bariz ve aç ık hüccetleri, beşer fertlerinin en kamili ve insanlık aleminin en seçkini ve seçkinlerinin en üstünleriydiler. masum yüzlerinden İslam ümmetinin diğer fertlerinden hiç birinde görülmeyen bir ruhaniyet ve “maneviyat nuru” müşahede edilen kimselerdi bunlar. ibaret ve Allah’a kulluk makamında, mutlak manada halis bir kalp ve riyadan uzak bir gönülle sahip olanlar da yine bunlardı. Dolayısıyla da onların mübahele olayına davet edilmesi ve onların da aktılması, tüm Müslümanların mübaheleye iştiraki anlamına geliyordu. Böylece Onların duadan sonra “amin” demesiyle, tüm Müslümanların amin demesine gerek kalmıyordu.


    işte bu yüzden onlar hakkında, izafe edilince istiğrak manasını ifade eden çoğul edatı kullanılmıştır.


    Kur’an’ın sırlarını inceleyen ve dikkatle araştıran herkes görür ki bahsedilen ayete, hemen hemen aşağıdaki şiirde ifgade edilen mana dile getirilmektedir:


    “ihali kudoretten değildir uzak,toplasın alemi tek bir şahısta.”işte bu yüzrden Zemahşeri’de Keşşaf’ta mezkur ayetin tefsirinde şöyle diyor:



    ALİ (A.S)’IN İMTİYAZI


    Burada göze çarpan önemli nüktene biri de şudur: Zikredilen ayetten Hz. Ali (a.s.) için de özel bir imtiyaz beyan edilmektedir. Hz. Ali’nin (a.s) diğer faziletleri içinde en büyük ve önemli olanı da budur aslında.


    Hz. Ali (a.s) diğer menkıbeleri de bu faziletin karşısında önemini kaybeder. Bu ayet Hz. Ali’ye (a.s) nefisler ve Peygamber’in neefsi olarak hitap etmiştir. Gerçekten de bu çok büyük bir makam ve mevkidir ki dost ve düşman herkesi şaşırtmaktadır. Tüm insanların bu makama imrenmesi de gerçekten yerinde ve haklı bir şeydir.


    “Bu Allah’ın bir fazlıdır. Onu dilediğine verir.Allah’ın lütfu boldur. O her şeyi bilir.” (maide, 54)


    Eğer değerli okuyucu dikkat edecek olursa, Kur’an’ın Ali’yi (a.s.) Peygamber’in (s.a.v) canı ve nefsi olarak tavsif etmesinin sebebinin, O hazretin İslam ümmetinin en faziletli bir ferdi ve bütün hayadında ve vefatından sonra da peygamber’e en yakın bir şahsiyet olduğunu anlamakta zorluk çekmez.


    Kur’an’da zikredilmekle ebediyet kazanıan bu büyük fazileti Ehl-ibeyt dostları tasrih etmişler ve düşmanları da bunu inkar edememiş ve görmezlikten gelememişlerdir.


    Hatta en şüphe götürmez gerçeklerde dahi şüphe icad eden ve esas en, şüpheci bir özellik taşıpyan Fahr-i Razi gibi bir şahıs bile, mezkur ayetin, Hz. Ali’nin (a.s) faziletine delalet ettiğinde şüphe icat edememiştir.


    O, sadece bahsedilen mübahele ayetinin Ali’nin (a.s) geçmiş peygamberlerden üstün olduğuna da delalet ettiğine inanan mahmud b. El-Hasan’ın sözüne itiraz etmektedir. Fahr-i razi, Mahmud b. El Hasan’ın bu görüşüün reddederken bu ayetten Ali’nin (a.s) İslam ümmetinin en faziletli bir ferdi olduğunun anlaşıldığını da kabul etmektedir.

    Şimdi de Fahri Razi’nin Mahmud b. El Hasan’a yaptığı itirazı aynen naklediyşoruz:

    [img width=816 height=600]http://b1302.hizliresim.com/16/b/jzt5h.jpg[/img]
    Fahr-i Razi, Mahmud. b. El Hasan’ın istidallerini işte böyle nakletmektedir. Eğer okuyucular dikkat edecek olursa görecektir ki Fahr-i razi de Hayye alel felah nidasını yükselterek bu ayetin Ali için büyük bir fazilet sebebi olduğunu güzel bir şekilde açıklamıştır.

    Tebliğ Ayeti
    Dolayısıyla da şianını görüşünü tasdik etmektedir. O, şianını geçmiş ve şimdiki alimlerinden naklettiği bu sözü tartışmamaktadır. O, sadece icmayı söz nokusu ederek mahmud b. el Hasan’ın görüşüne karşıdır. Halbuki mahmud ve taraftarları da razi’nin görüşüne karşıdırlar.

    "Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen mesajı ilet. Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini ulaştırmış olamazsın. (Hiçbir şeyden korkma) Allah seni insanlara karşı koruyacaktır" (Maide : 67)

    Bu ayetin beyan üslubundan Hz. Resulullah'ın insanlara ulaştırmak üzere önemli bir mesaj almış olduğu, ancak onu açıklamaktan çekindiği anlaşılmaktadır.

    Bu ayette Allah Teala, Resulü'ne ihtar edercesine kendine verilen mesajı halka iletmesini emretmekle birlikte, Hazret'i bizzat kendi koruması altına aldığını da bildirmiştir.

    Burada şu soru ortaya çıkıyor: Acaba o mesaj neydi ki, Hazret onu insanlara iletmekten çekiniyor ve Allah Teala da onu iletmeyi risaleti yerine getirmek ve iletmemeyi de risaleti terk etmek kadar önemsiyordu?

    Bütün bunları, bu ayetin ne zaman indiğine ve bu ayetin nazil olmasından sonra Hz. Resulullah'ın ümmete ne mesaj ulaştırdığına baktığımızda anlayabiliriz.

    Ehl-i Sünnet alimlerinin de tasdik ettiği üzere bu ayet, Hz. Resulullah'ın Veda Haccı'nı yerine getirdiği sırada Gadirihum denilen yerde nazil olmuş ve Hazret bu ayet nazil olduktan sonra meşhur Veda Hutbesi'ni okuyarak, Hz. Ali (a.s)'ı kendi yerine mü'minlerin Mevlası olarak tayin etmiştir.


    [img width=884 height=600]http://b1302.hizliresim.com/16/b/k03mt.png[/img]

    [img width=887 height=600]http://b1302.hizliresim.com/16/b/k03vp.png[/img]

    İbn Ebi Şeybe'nin Musennef'inde;

    Ömer'in Şahitliği....

    [img width=980 height=600]http://c1302.hizliresim.com/16/b/k04x7.jpg[/img]

    İmam Kurtubi ise El-Camiu li-Ahkami'l Kur'an'da Bunu kabul etmeyip itiraz eden sahabe El-Haris b. Numan El-Fihri'nin başına gelen ibretlik olayını nakletmektedir;

    [img width=720 height=600]http://b1302.hizliresim.com/16/b/k041l.jpg[/img]

    Allah'a emanet olun...

    Yorum


      #3
      Ynt: Ehlibeytin Makamını Açıkça Ortaya Koyan Mübahale ve Tebliğ Ayetleri

      Muaviyenin Muhammed'e söyledikleri gerçekten ilginç: Ali a.s'a ilk karşı çıkan babandı, o muhalefet etmeseydi biz edemezdik, bunun temelini ilk o attı!


      ne ilginç sözler... ve işin kötüsü doğru!


      Allah paylaşanlardan ve bu hakikati günümüze taşıyanlardan razı olsun. kör ve sağırlara da ibret olsun...

      Yorum


        #4
        Ynt: Ehlibeytin Makamını Açıkça Ortaya Koyan Mübahale ve Tebliğ Ayetleri

        Çok Güzel Paylaşımlar, Teşekkür Ederiz Kardeş...
        http://www.youtube.com/user/TarihinTozu/videos https://vimeo.com/user12861987/videos

        Yorum

        YUKARI ÇIK
        Çalışıyor...
        X