HİLAFETLE İLGİLİ SORULAR VE CEVAPLARI
Hilafet! Ümmetin fitnesi; ümmeti ikiye bölen; tamahkârları peşinden koşturan; uğrunda boş yere kanlar akıtılan ve birçok Müslümanı Sırat-ı Mustakim'den ayırarak cehenneme doğru götüren hilafet! Mesele bu kadar önemli! Onun için Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından önce ve sonra hilafetle ilgili perde arkasında vuku bulan olayları kısa ve öz olarak inceleyip araştırmamız gerekir.
Akla gelen ilk şey şudur: Araplarda liderlik, her zaman zaruri ve gerekli bir mesele sayılırdı. Bu nedenle görüyoruz ki, kabile reisini veya hanedan büyüğünü herkesten öne geçirir, onun izni olmadan bir iş yapmaz, ona danışmadan bir icraatta bulunmaz ve ona muhalefet etmezlerdi. Genelde meseleleri daha iyi bilen, soyu - sopu itibariyle en şerefli olan bir kimse kavmin önderi olurdu. Anlaşılan o ki: Kabile reisleri, ilk önceleri çeşitli olaylarda zeka, şecaat, tecrübe, ilim, cömertlik, misafirperverlik gibi erdemlere sahip olduklarını ispatlayarak ortaya çıkarlardı. Ama daha sonraları reislik, miras yoluyla babadan oğla geçmeye başladı.
Daha sonra görüyoruz ki, çeşitli kabile ve kavimler -bir tür istiklalleri olsa da- zenginlik ve sayı açısından daha üstün olan, ünlü kahramanları bulunan kabileye boyun eğerlerdi. Örneğin, Kureyş kabilesi diğer Arap kabilelerinin önderi sayılırdı. Çünkü Kureyş, Allah'ın evinin sorumlusuydu ve başkalarından daha güçlüydü.
İslam'ın gelmesinden sonra Hz. Resulullah da (s.a.a.) bir hadde kadar toplumsal alanlarda bunu kabul ederek İslam'ı kabul eden kabileler arasında namaz kıldırması, zekât toplaması ve kısaca kendisiyle o kabileler arasında aracı olması için onların önde gelenlerini seçerdi.
Sonra Resulullah (s.a.a.) Allah'ın emriyle İslam devletini kurdu ve bütün hüküm ve kanunlarda vahiyle nazil olan emirlere boyun eğdi. Böylece kişisel ve toplumsal işler -evlilik, boşanma, alış - veriş, emanet, miras, zekât, muameleler, ibadetler ve diğer bütün meseleler- ilahi emirler gereği olmalıydı ve Resulullah'ın (s.a.a.) görevi ise bu hükümlerin uygulanması için çaba harcamaktı.
Tabii ki Resulullah da (s.a.a.) kendisinden sonra bu yüce görevi, yani ümmetin rehberliğini üstlenecek kişiyi düşünüyordu.
Ve doğal olarak her hükümet başkanı -eğer milletine önem veriyorsa- halkın arasından öyle birini kendi yerine seçmeli ki, bu önemli işi üstlenebilmeli, ona en yakın ve bütün milletin ve yönetimdekilerin tanıdığı birisi olmalıdır.
Buna göre, hiçbir akıl sahibi, Resulullah'ın (s.a.a.) bu önemli ve doğal olayı unuttuğunu ve ona önem vermediğini söyleyemez. Tam tersine, bu iş bir an dahi Resulullah'ın (s.a.a.) aklından çıkmıyordu. Şüphesiz, hilafetle ilgili rivayetler, "Şura teorisi" taraftarları olan halifelerin icat ettikleri hisarla çevrelenerek gizli kalmıştır.
Onlar Resulullah'ın (s.a.a.) halife tayini ile ilgili nass ve hadislerini ellerinden geldiğince gizlediler ve hatta bu uğurda Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) kutsal makamına saygısızlık etmekten dahi çekinmediler, onu sayıklamakla suçladılar, emirlerini görmezlikten geldiler, tayin ettiği komutana karşı çıkarak yaşının küçük olduğunu söylediler ve onun komutanlığa layık olmadığını iddia ettiler. Sonra Resulullah'ın vefatının hemen ardından onun vefat etmediğini söyleyip halkın önceden tayin edilen halifeye biat etmelerini önlediler.
Yine Hz. Ali ve ona bağlı olanların cenaze ve defin ile meşgul olmalarını fırsat bilerek istedikleri ve isteklerine onun vasıtasıyla ulaşabilecekleri birini seçmek için Sakife konferansını düzenlediler. Sonra çeşitli vaad ve tehditlerle halkı biate zorladılar ve muhalifleri siyaset sahnesinden sildiler. Daha sonra şiddetle, muhalefeti düşünen ve hilafetin meşruluğunda şüphe eden herkesin karşısında durdular; hatta Hz. Fatıma (s.a.) da dâhil olmak üzere hiç kimseye acımadılar.
Sonra Resulullah'ın (s. a. a.) hadislerinin halkın arasında yayılmasını önlediler. "Fitne ateşini söndürme" bahanesiyle muhalifleri terör ettiler; "dinden dönenleri temizleme" bahanesiyle katliamlar yaptılar.
Tüm bu konuları tarih kitaplarından öğrenmiş bulunuyoruz. Bazı kitaplar, birbirine ters düşen rivayetleri getirerek veya bazı yorumlar yaparak hakkı ve hakikati gizlerneye çalışmışlarsa da, zamanla perdeler aralanmış ve hakikat ortaya çıkmıştır. Belki de onların bazıları, bu bilgileri o zamanın siyası ve içtimai durumundan etkilenen kaynaklardan almış oldukları için mazur olabilirler. Çünkü Ümeyye Oğulları o zamanlar hilafete geçmişler; makam, mal ve mülk ile sahabe ve tabiînden bazılarını satın almışlardı. Bazı tarihçiler de onlara olan güvenlerinden dolayı onlardan hadis almışlar. Çünkü onların kime hizmet ettiklerini bilmiyorlardı. Böylece sahih ve uydurma rivayetler birbirine karıştı ve araştırmacının hakka ulaşması zorlaştı. Hakikatin daha fazla açıklığa kavuşması için bu konuyla ilgili bazı soruların cevaplanması gerekir. Bu soruları cevaplarken de gerçeklere yaklaşmamızı umuyorum.
Yorum