Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi r.a.

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Ynt: Üstad Bediüzzaman Said Nursi r.a.

    Musavi Ben sana güvenmiyorum ki sözüne güveneyim. Bana İmam Humeyniden kaynak gösterin.... Adam risaleyi duymuş sistemini duymuş ama içeriğinden haberi yok sallayıp duruyor... Ehl-i Beyte Sadık bir alim laf atıyorsunuz. sadece Üstad Said Nursi Değil. Dİğer büyük alimlere de... Siz Alimlerin görüşlerini ve hayatlrını bilmezken sallayıp duruyonuz. Tüm Alimler Ehl-i Beyte Sadıktır... Bana İmam Hamaneyden delil gösterin.. itikadına inanmadığım birinin saçma sözlerini değil. bana asıl İmamlarınızdan delil gösterin...

    Yorum


      Ynt: Üstad Bediüzzaman Said Nursi r.a.

      büyük alimlerin kaç metre olduğunu neyle ölçtün memoli.. sen önce onların büyük alim olduklarını bize ispatla biz sonra sana onların büyük olmadığını bizim metreyle ölçüp boylarının ölçüsünü veririz..

      sana daha önce sordum Ehlibeytten kastın kim imamlardan kastın kim diye ona bile cevap vermemişsin. Ehlibeyt ve imamlardan aynı şeyi mi anlıyoruz ki sana Ehlibeyt ve imamlardan Said Nursiyle ilgil delil sunalım?

      ama görmek isteyen için bunu da sunduk. Kaynaklarımızda Said Nursi gibi sünni alimler için, insanları Allah'ın dininden alıkoyanlar olduklarına dair hadisler var.. hadisi burda aktarmamız senin içn bir şey ifade etmez çünkü sünni değil şii kaynaktan.. İmamların sözleri sünni kaynaklarda yok şii kaynaklarda var.. Ehlibeytin de sözlerini sünni kaynaklardan bulamazsın..

      İmam Hamenei de bizim 12 masum imamlarımıza dahil değildir. Sadece İmam Mehdi a.f.'in vekili olduğuna inandığımız bir aracıdır. Ehlibeytten naklen gelen hadislere göre hüküm ve fetva vermektedir.. Ama Said Nursi ve diğer sünni alimler Ehlibeytin kaynaklarını kabul etmiyorlar ki bizde bir değerleri olsun.. Ehlibeyt kavramını bile Said Nursi doğru anlamamıştır.. ya da anlatmamıştır...

      Yorum


        Ynt: Üstad Bediüzzaman Said Nursi r.a.

        [quote author=MEMOLİ link=topic=7402.msg122290#msg122290 date=1302433324]
        Musavi Ben sana güvenmiyorum ki sözüne güveneyim. Bana İmam Humeyniden kaynak gösterin.... Adam risaleyi duymuş sistemini duymuş ama içeriğinden haberi yok sallayıp duruyor... Ehl-i Beyte Sadık bir alim laf atıyorsunuz. sadece Üstad Said Nursi Değil. Dİğer büyük alimlere de... Siz Alimlerin görüşlerini ve hayatlrını bilmezken sallayıp duruyonuz. Tüm Alimler Ehl-i Beyte Sadıktır... Bana İmam Hamaneyden delil gösterin.. itikadına inanmadığım birinin saçma sözlerini değil. bana asıl İmamlarınızdan delil gösterin...
        [/quote]

        men sana çok güvenirem.

        Yorum


          Ynt: Üstad Bediüzzaman Said Nursi r.a.

          ehli beyte sadik diyorsun said hazretlerinizi ama kirmizi kitaplarini acip baktigimizda ne den ehli beyt a.s dan, resulullahin ilim varislerin den islama, imana dair aktartiklari bir bilgi yok

          Yorum


            Ynt: Üstad Bediüzzaman Said Nursi r.a.

            [quote author=kurtulus link=topic=7402.msg122316#msg122316 date=1302450538]
            ehli beyte sadik diyorsun said hazretlerinizi ama kirmizi kitaplarini acip baktigimizda ne den ehli beyt a.s dan, resulullahin ilim varislerin den islama, imana dair aktartiklari bir bilgi yok
            [/quote]

            ehlibeyt deyince abdulkadir geylani , şahı nakşibendi falan anlıyorlar.

            Yorum


              Ynt: Üstad Bediüzzaman Said Nursi r.a.

              Ehl-i Beyt Seyyid ve Şeriflerden oluşur.. İmamlar ise onların ilkelerine bağlı olarak halka liderlik yaparlar... neyin ne olduğunu gayet iyi biliyorum merak etme. bu sorunu görmedim ya da okurken gözümden kaçmıştır.

              Kurtuluş kitabın rengine değil de içeriğine iyice baksana bir istersen... yüzlerce ayet, hadisin açıklaması var...
              Abdulkaır Geylani Ehl-i beytir. Çünkü oda Şeriftir. Şah-ı Nakşibendi seceresi hakkında bilgim yok... Bize göre Ehl-i beyt tüö Seyyid ve Şeriflerdir ama size göre size uyan hangisi var....

              Ehl-i beyt olmak demek kurtulmak manasına gelmez. Zaten Peygamber Efendimiz (S.A.V) Kızı Fatıma-u Zehra R.A'yı uyarıyor "Ben dahi seni kurtaramam" diye..

              Yorum


                Ynt: Üstad Bediüzzaman Said Nursi r.a.

                ehlibeyt 14 masumdur o soydan olan herkes ehlibeyt değildir.

                Yorum


                  Ynt: Üstad Bediüzzaman Said Nursi r.a.

                  size göre belli sayı var bizde ise sayı değil takva var... Hz. Ali, Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Ali Ekber(Zeynelabidin) gibi Ehl-i Beyt yolunda giden tüm Şeyyid ve Şerifler Ehl-i Beyttir bizde.

                  Yorum


                    Ynt: Üstad Bediüzzaman Said Nursi r.a.

                    Hz. Ali (ra) sevgisi, Risâle-i Nur'da zirveye ulaşır

                    Yazar: Risale-i Nur Enstitüsü

                    Toplum olarak bir empati sorunuyla iç içe yaşadığımızı inkâr edemeyiz. Kendimizi fert ve cemaat bazında, “ötekinin” yerine koyamayışımız, hayatımızı sağırlar diyaloğuna çevirmiş.

                    Bizim söylediklerimiz her zaman güzel ve doğru olurken, “öteki”nin söyledikleri bâtıl ve yanlış olmuş. Kendi kusurlarımız fazilete dönüşürken, muhatabımızın fazileti kusur olarak algılanır olmuş.



                    Hâlbuki Kur’ân, toptancılığı reddeder. Doğru ile yanlışı ayırt eden analizci yaklaşımı ön plana çıkarır. Toplumun veya ferdin her hâli hatasız olmadığı gibi bütün halleri de hatalı değildir. “Birisinin hatası ile başkası mes’ul olmaz” (En’am, 164) âyet-i kerimesinde ifade olunan prensip şahsî, cemaatî ve millî ölçeklerde davranışların belirlenmesi için âdil bir Kur’ân düsturudur. Bir şahsın veya toplumun sahip olduğu özelliklerden birisinin kötü olması, sadece o sıfata düşmanlık beslenmesini gerektirir. Yoksa insanın bir kötü sıfatı yüzünden ona tamamen düşman olmak Kur’ân’ın adalet anlayışına uymaz.

                    Bu ölçek düşünce bazında da ele alınabilir. Herhangi bir düşünce sisteminde görülen bir kaç hata, o düşünce sisteminin tamamının yanlış olduğunu ortaya çıkarmaz. “Meslekler ne kadar batıl da olsalar içinde ukde-i hayatiyesi hükmünde bir hak, bir hakikat bulunur.” Böyle durumlarda sonucu belirleyen unsurlara bakılır. Sonucu hak ve hakikat belirliyorsa o meslek hak, menfî yönü müsbet yönüne galip geliyorsa o meslek batıl demektir. Burada esas olan müsbet-menfi dengesinin ne şekilde bozulduğu meselesidir.

                    İslâm’ın değişik açılardan yorumlanış biçimlerine bu açıdan bakmak gerekir. Tarihî bir olgu ve sosyolojik bir realite olan Alevilik de, bu çerçevede değerlendirilmelidir. Bu yapılırken “empatik toplum”un fonksiyonelliği canlı tutulmalı. Yani toplumsal kesimler kendisini “öteki”nin yerine koyabilmelidir.

                    Bu çerçevede yazılan bazı eserler Ehl-i Sünnet ve Şiâ’nın birbirini anlamasına yardımcı olmak yerine; aradaki mesafeyi büyütmüştür. Araya siyasî endişeler de girince, “tekfir” derecesine varacak suçlamalar görülmeye başlamıştır.

                    Alevî ve Sünnîlerin uzun bir tarihî dönemde birbirini gereğince anlayamamaları, empatiyi sağlayacak bir platform oluşturamadıklarından kaynaklanıyordu. Bediüzzaman hayatta iken, talebelerinden bu soruna dair birçok soru aldı. Bu soruları cevaplarken veya diğer meselelerin içerisinde Alevî ve Sünnîlerin üzerinde buluşabileceği bir platform oluşturdu. Bu platformu oluştururken Alevîlerin bütün sermayelerinin içinde saklı olduğu, anahtar kelimeleri kullandı. Hatta söylemlerini Risâle-i Nur’da bulan birçok Alevî, Bediüzzaman’ın sağlığında, Risâleleri okumaya başladı.

                    Esasen Alevî-Sünnî ayrışmasının temelleri söylemde ve tarihî olayların yorumunda gizlidir. Bediüzzaman her iki alanı da inceleyerek yeni bir yaklaşım ortaya koymuştur.



                    Risâle-i Nur’da Alevilik kavramı

                    “Alevî” kelimesi Hz. Ali’ye (ra) intisabı olan kişi demektir. Bu açıdan “Ali”siz bir Alevilik düşünmenin, tarihî köklerini açıklamak pek mümkün değildir. Bu tür Alevîlik tanımları yapanların tarihî köklerle ilgilendiklerini de söyleyemeyiz. Bediüzzaman, Alevilik kavramının aslî mecrasından çıktığını düşündüğünden eserlerinde Aleviliğin doğru tanımlamasını yapmaya çalışmıştır. Said Nursî’de Alevilik, Hz. Ali (ra) muhabbetinin Nebevî ve İlâhî sevgiye ulaştırması demektir. Temel ekseni tevhid, Hz. Ali (ra) muhabbeti, Ehl-i Beyt muhabbeti ve nübüvvettir. Fakat Alevîlik zaman içerisinde aslî referanslarını yitirerek değişik şekiller kazanmıştır. Bunu Bediüzzaman, “salabetli Alevilik, nihayet, Rafıziliğe dayandı” şeklinde ifade eder. Bu hakikatin yansıması olarak Hz. Ali ve Âl-i Beyt ile hiç ilgisi olmayan Alevilik klikleri türemiştir. Bediüzzaman’ın eserlerinde tanımladığı Alevîlikte, materyalist ve milliyetçi yaklaşımlarla üretilen Alevî klikleri yoktur. Said Nursî bu klikleri, kendi kodlarıyla tanımladığı Aleviliğin içine almak için çaba sarf etmiştir. Talebelerinin “Münafık öldükten sonra namazı kılınmaz” âyetinin açıklaması bağlamında sordukları bir sorusu üzerine, bu âyetin Alevîlere teşmil edilemeyeceğini, Alevîlerin ehl-i kıble olduklarını, yani İslâm dairesi içinde yer aldıklarını yazar. Bu tanımlama, Ehl-i sünnet ile Alevîler arasındaki empati sorununu çözümlemek açısından önemli bir yaklaşımdır.



                    “Hususî üstadım İmam-ı Ali’dir (ra)”

                    Hz. Ali (ra) sevgisi, Alevîlerin en önemli fikir eksenidir. Olayların yorumunda bu ilkeden taviz vermemeye çalışırlar. Sünnî kesimde de Hz. Ali (ra) sevgisi, küçümsenemeyecek bir yer işgal eder. Alevî ve Sünnîlerdeki Hz. Ali (ra) sevgisi, Risâle-i Nur’da zirveye ulaşır. Risâle-i Nur Talebelerinin en büyük üstadı, Peygamberden (asm) sonra Celcelutiye’nin şehadetiyle, İmam-ı Ali (ra) olduğu belirtilir. Veysel Karani’nin Hz. Peygambere (asm) olan bağlılığına benzer bir ilişki de, Bediüzzaman ile Hz. Ali (ra) arasında vardır. Üveys nasıl ki Hz. Peygamber’i görmeden, onun dersini talim etmişse, Bediüzzaman’da Gavs-ı Azam (k.s.) Zeynelabidin (r.a.) ve Hasan ve Hüseyin vasıtasıyla Hz. Ali’nin (r.a.) dersini tâlim etmiştir. Bu açıdan Risâle-i Nur Talebeleri Hz. Ali’nin (r.a.), Hasan ve Hüseyin’in (r.a.) ve Gavs-ı Azam’ın (k.s.) bu asırdaki talebeleridir.

                    Hz. Ali (r.a.) ile Risâle-i Nur arasındaki, başka bir köprü de hilâfet mes’elesindedir. Bediüzzaman, “Benden sonra hilâfet otuz senedir” hadis-i şerifini yorumlarken ilk beş halifeyi (Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hasan) bu otuz yılın içinde mütalâa eder. Hicrî tarihle bu zaman aralığı, otuz yıla tekabül etmektedir. Hz. Hasan’ın (r.a.) hilâfetten ayrılmasıyla, İslâm tarihinde saltanat devri başlamıştır. Risâle-i Nur, hilâfetin görevinin en önemlisi olan “neşr-i hakaik-i imaniye”de Hz. Hasan’ın (r.a.) görevini devam ettirerek beşinci halife unvanına hak kazanmıştır. Başka bir ifadeyle Hz. Hasan’ın (r.a.) altı ay gibi kısa hilâfetini, uzun bir zamana çevirmiştir. Bu açıdan Risâle-i Nur “Hz. Hasan’ın (r.a.) bir muâvini, bir mütemmimi, bir manevî veledi hükmündedir.”

                    Bediüzzaman, Risâle-i Nur’un Hz. Ali’ye (ra) yaklaşımının mantıkî bir sonucu olarak, Alevîlerin Risâleleri dinlemeleri gerektiğini belirtir. Çünkü Celcelutiye’nin şehadetiyle Nur Talebelerinin en büyük hocası Hz. Ali’dir.



                    “Nur’un mesleğinde hubb-u Âl-i Beyt esastır”



                    Alevilerin önem verdikleri bir kavram da, Âl-i Beyt muhabbetidir. Hz. Peygamberin (a.s.m.) evine mensup olanları ifade eden bu kavram, tarih boyunca siyasî çekişmelerde araç olmaktan kurtulamamış.

                    Aslında Hz. Ali (r.a.) muhabbetinin mütemmimi olan Âl-i Beyt sevgisi Alevilerde olduğu gibi Sünnîlerde de temel bir olgudur. Zaten Ehl-i Beyt sevgisi Kur’ân’ın öngördüğü bir sevgidir. Bediüzzaman, “De ki: Vazifem karşılığında sizden bir ücret istemiyorum; sizden istediğim ancak akrabaya sevgi ve Ehl-i Beytime muhabbettir” (Şura, 23) âyet-i kerimesinin tefsirinde, Hz. Peygamber’in (a.s.m.) Âl-i Beyte karşı ümmetin sevgisini istediğini belirtir. Hz. Peygamber (a.s.m.) bir hadisinde, “Size iki şey bırakıyorum, onlara temessük etseniz, necat bulursunuz: Biri Kitabullah, biri Âl-i Beytim” buyurarak Al-i Beytinin önemini vurgulamıştır.

                    Kur’ân’ın emrettiği Ehl-i Beyt sevgisi, Risâle-i Nur’un da önemli bir esası hükmündedir. Fakat Âl-i Beyt muhabbetini doğru anlamak noktasında Risâle-i Nur’un ikazları vardır. Bediüzzaman, Resul-i Ekrem (a.s.m.)’in Hz. Ali’ye (ra) söylediği: “Sende, Hz. İsa gibi bir kısım insan helâkete gider. Birisi, ifrat-ı muhabbet, diğeri ifrat-ı adavetle. Hz. İsa’ya Nasranî muhabbetinden hadd-i meşrudan tecavüz ile—hâşâ—ibnullah dediler, Yahudi adavetinden çok tecavüz ettiler, nübüvvetini ve kemalini inkâr ettiler. Senin hakkında da, bir kısım hadd-i meşrudan tecavüz edecek, muhabbetinden helâkete gidecektir.” hadis-i şerifi, muhabbetin nasıl olması gerektiğini ön plana çıkarıyor. Yani, Hz. Ali (ra), Allah ve Hz. Peygamber’e izafeten sevilmelidir. Al-i Beyte de “vazife-i nübüvvetin bir hayt-ı nurânîsi” (nuranî bağları) olarak bakmak gerekir. Yoksa Hz. Ali’nin (ra) Allah ve Resulü’ne olan bağlantısını düşünmeden, şahsî kahramanlıkları ve üstünlüklerini düşünerek sevilmesi doğru değildir.

                    Hz. Peygamber (asm), Âl-i Beyti, peygamberlik vazifesi açısından sever. Çünkü Sünnet-i Seniyyenin kaynağı, muhafızı, her türlü gereklerinin yerine getiricisi Âl-i Beyt’tir. Hz. Peygamber’in, Âl-i Beyt sevgisinden muradı sünnet-i seniyyesi olduğuna göre, sünnet-i seniyyeye uymayanlar Âl-i Beyt’ten olmadığı gibi, Al-i Beyt’e hakikî dost da olamazlar.

                    Bediüzzaman, “mesleğinde bir esas” olarak tanımladığı Âl-i Beyt sevgisinin hiçbir zaman yok edilemeyeceğini belirterek talebelerini Vehhabilik konusunda ikaz eder. Hz. Ali ve Âl-i Beyt adaveti ile bilinen Vehhabilere Risâle-i Nur’da hiçbir cihette sıcak bakılmamıştır. Hatta, “Vehhabilik damarı nurun hakikî şakirtlerinde olmamak lâzım geliyor” denilerek, Âl-i Beyt adavetine karşı net tavır belirlenmiştir. Risâle-i Nur’da Âl-i Beyt sevgisinin teşvik edilmesi Alevîlerle bu noktada da ittifak edildiğini gösteriyor. Risâlede tanımlanan Âl-i Beyt muhabbetinin niteliğine, hakikî Alevîlerin cân-ı gönülden katıldıklarını söyleyebiliriz. Alevilerin en mühim kesimini teşkil eden Caferilerde, Âl-i Beyt muhabbetinin, Allah’a ve Rasulüne götüren nurânî bir bağ olduğunu kimse inkâr edemez. Hakiki Âl-i Beyt dostluğunu öğreten Risâle-i Nur ile Aleviler arasında Âl-i Beyt muhabbeti konusunda hiçbir anlaşmazlık yoktur. Bu özellikten dolayı Bediüzzaman “hakikî Alevîler kemal-i iştiyakla o daireye girmeleri gerekir” demektedir. Hatta Alevilerin, Risâle-i Nur derslerini Sünnîlerden ziyade dinlemeleri gerekir. Aksi takdirde Âl-i Beyte muhabbet dâvâları yanlış olur.



                    On İki İmam’ın yolu

                    İran ve Türkiye’deki Alevîlerin çoğu Caferiye mezhebinin mensuplarıdır. Bu mezhebe İsnâaşeriyye Şiâsı da denilir. Bu mezhebe göre imâmet usulü’d-din’dendir. İlk İmam kabul ettikleri Hz. Ali’yi, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin takip eder. Daha sonra Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Zeyne’l-abidin, Muhammed El Bakır ve oğlu Cafer Sadık imam olmuştur. Bundan sonra İmam Musa el-Kâzım’ın soyundan gelenler On İki İmamı tamamlamıştır. İsnâaşeriye şiâsına göre imamlar hatadan korunmuş sayıldıkları için davranışları sünnet olarak değerlendirilir. On İki imamdan Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Muhammed el Bakır ve Cafer es Sadık gibi imamlar Alevî-Sünnî ayırımı olmaksızın herkes tarafından benimsenir. Bediüzzaman da, “azamî imamların en mühimleri ve sair on iki eimme-i müçtehidin” yolunu “Âlem-i İslâm’ın cadde-i kübrası” şeklinde isimlendirir. Hz. Hüseyin’in soyundan gelen bu imamların—özellikle Zeynel Abidin ve Cafer-i Sadık—her biri manevî bir mehdi hükmüne geçerek, zulümatı dağıtıp Kur’ân nurunu ve iman hakikatlerini yaymışlardır.

                    Bediüzzaman’ın On İki İmama bakışı Alevî ve Sünnîler arasında, yeni bir köprü niteliğindedir. Ehl-i Sünnet âlimlerinin on iki imamın ikinci altısına mütereddit bakışları, Bediüzzaman’ın net ifadelerinde görülmemektedir. Bu da Alevî ve Sünnîler arasındaki mesafenin daralmasını sağlayacak önemli bir faktördür.



                    Hilâfet kimin hakkı?

                    Ehl-i Sünnet ve Alevîler arasında “medar-ı niza” meselelerden birisi, belki de en önemlisi, Hz. Peygamber’in (asm) vefatından sonra yerine kimin halife olacağı meselesidir.

                    Hz. Peygamberin vefatından sonra Ben-i Sâide avlusunda toplanan ensar ve muhacir Hz. Ebubekir’i halife seçmişti. Bu toplantıda Hz. Ali yoktu. Zübeyir b. Avvam, Mikdad bin Esved, Selman-ı Farisi, Ebu Zer, Ammar bin Yasir ve Ubey bin Ka’b (r.a.) Hz. Ali’nin yanında bulunuyorlardı. Bunların hepsi Hz. Ali’ye biat etmek için onun yanında toplanmışlar. Biat etmek için Hz. Ali’nin iznini bekliyorlardı. Bu sırada Hz. Abbas, Ebu Sufyan gibi Müslümanlar Hz. Ali’ye biat etmek istedilerse de, Hz. Ali herhangi bir fitneye sebep olmamak için buna izin vermemişti.

                    Hz. Ali altı ay, Hz. Fatıma’nın vefatına kadar Hz. Ebubekir’e biat etmemiştir. Hz. Ali’nin biat etmesinin gecikmesi, Alevî ve Sünnîler arasında tartışılan meselelerdendir.

                    Bu konuda Ehl-i Sünnet ve Cemaat, Hz. Ebubekir’in (r.a.) hilâfete daha lâyık olduğu için geçtiğini belirtir. Şiâlar buna itiraz ederek “Hak Hz. Ali’nin (r.a.) idi. Ona haksızlık edildi. Umumundan en efdali Hz. Ali’dir (ra)” derler. Şiâların getirdikleri deliller dört ana grupta toplanabilir. Bunlar (a) Hz. Ali (ra) hakkında varid olan hadis-i şerifler (b) Hz. Ali’nin (ra) “Şah-ı Velâyet” ünvanıyla evliyanın çoğunluğunun ve tariklerin kaynağı olması (c) ilim, şecaat ve ibadetle harikulâde sıfatları (d) Hz. Peygamber’in (asm) ona ve ondan teselsül eden Âl-i Beyte şiddet-i alâkası.

                    Bediüzzaman ehl-i Şiâ’nın bu delillerini tek tek analiz ederek, Hz. Ebûbekir ve Hz. Ali’nin farklı özelliklerinin yaşanan sonucu ortaya çıkardığını açıklar. En başta şunu belirtmek gerekir: Hz. Ali (ra) ilk üç halife zamanında Medine’de ikamet ederek, dini ilimlerle uğraşmayı diğer görevlere tercih etmiştir. Kur’ân ve hadis konusundaki derin ilminden dolayı, hem Hz. Ebubekir’in (r.a.) hem de Hz. Ömer’in (r.a.) özellikle fıkhî meselelerde fikrine müracaat ettikleri bir Sahabi olmuştur. Yirmi seneden fazla üç halifenin adeta “şeyhülislâmlığını” yapması mevcut duruma itiraz etmediğini belirler. Ayrıca ilk üç halife zamanındaki fetihler ve düşmanla mücadele ile Hz. Ali (ra) zamanındaki vakıalar “hilâfet-i İslâmiye noktasında Şiâların dâvâlarını cerh ediyor.” Bediüzzaman, Şiaların delillerinden olan (a) Hz. Ali hakkında senâkârane hadislerin çok olmasını iki sebeple açıklar. Bunlardan birisi, Emeviler ve Hariciler Hz. Ali’ye (r.a.) haksız hücumda bulunduklarından, ehl-i Sünnet ve Cemaat Hz. Ali hakkındaki rivayetleri çok neşretmişler. Diğerine gelince, Hz. Peygamber (asm) peygamberlik nazarıyla, ileride Hz. Ali’nin (r.a.) başına gelecek üzücü olayları ve dahili fitneleri görmüş, Hz. Ali’yi (ra) meyusiyetten ve ümmetini onun hakkında su-i zandan kurtarmak için, “Ben kimin dostuysam, Ali de onun dostudur” gibi mühim hadislerle Ali’yi teselli ve ümmeti irşad etmiştir. (b) Hz. Ali’nin “şah-ı velâyet” ünvanıyla evliyanın çoğunluğunun ve tariklerin kaynağı olması meselesine gelince, Hz. Ali’yi sevmek noktasında problem yok. Ehl-i Sünnet de Şiâlar da seviyor. Fakat Hz. Ali’nin “şah-ı velâyet unvanı onu, siyaset ve saltanattan ziyade, saltanat-ı maneviyeye lâyık kılıyordu. O siyasette başarılı veya lâyık olsaydı, siyasî hilâfetin pek çok fevkinde olan manevî saltanatı kazanamayacak, üstad-ı küll hükmüne geçemeyecekti.” (c) Hz. Ali’nin ilim, şecaat ve ibadetle harikulâde sıfatlara sahip olması özelliğini hilâfet noktasından ele alırsak, şahsî kemalatı hilâfet dönemindeki kemâlâtıyla beraber düşünülmelidir. Bu açıdan, Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın şahsî kemâlâtları ile zaman-ı hilâfetlerinin kemâlâtları terazinin bir kefesine, Hz. Ali’nin şahsî kemâlâtı ve hilâfet zamanındaki üzücü iç savaşlar, sû-i zanlara maruz kalan hilâfet mücahedeleri de diğer kefesine konulsa, elbette Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın kefeleri ağır gelir. (d) Şiaların Hz. Ali’yi ilk halifeliğe lâyık görmelerinin sebeplerinden birisi de, Hz. Peygamber’in Al-i Beyte gösterdiği alaka “cibilli karabet” veya “hissi şefkatten” kaynaklanmıyor. Belki, peygamberlik vazifesine sahip çıkacak nuranî bir cemaatin menşeine alâka gösteriyordu. Ayrıca “saltanat-ı dünyeviye aldatıcıdır. Âl-i Beyt ise, hakaik-ı İslâmiyeyi ve ahkâm-ı Kur’âniyeyi muhafazaya memur idiler.” Bediüzzaman, Ehl-i Şiâ’nın, Hz. Ali’nin ilk halife olmasına dair görüşlerini de açıklar. Eğer Hz. Ali ilk halife olsaydı, engel tanımayan, pervasız, kahraman, hiçbir şeyden korkmayan, çekinmeyen şecaatinden dolayı, bir çok insanda ve kabilede rekabet damarını tahrik ederek tefrikaya sebep olabilirdi. Ayrıca, fitnelerin ortaya çıktığı zamanda, Hz. Ali (ra) gibi cesaret ve feraset sahibi birisi halife olmasaydı. Fitnelere karşı dayanmak zor olurdu.



                    Sahabelerin muharebesinde kıyl ü kal etme/me



                    Âlem-i İslâm’da on üç asırdır ehl-i hakikatin içini sızlatan, iç muharebelerden bahsederek düşmanlıkları beslemek, ehl-i imana tahammülsüz elemler veriyor. Bundan dolayıdır ki, başta “eimme-i Erbaa” ve “Ehl-i Beytin Eimme-i İsna Aşer olarak Ehl-i Sünnet” Müslümanlar içindeki o eski fitneyi karıştırmayı caiz görmemişler. Bediüzzaman da, “Âlem-i İslâm’ın o dehşetli yarasını deşmek, düşünmek benim hususî meşrebimde tahammülümden ziyade elem veriyor.” diyerek, Ehl-i Beyt’e zulmedenlerin ahirette cezalarını çektiklerini, Ehl-i Beyt’in ise dünyadaki geçici sıkıntılarına mukabil sınırsız rahmete mazhar olduklarını belirtir. Bundan dolayı geçmişte Ehl-i Beyt’e zulmetmiş bir kişiyi, zemmetmenin Ehl-i Beyt’e bir yararı yok. Ayrıca “zem ve tekfir eğer haksız olsa büyük zararı var, eğer haklı ise hiç hayır ve sevap yok.” Bu hakikat ölmüş insanları boş yere kötülemenin anlamsızlığını ortaya çıkarıyor. Bu açıdan, ilm-i kelâmın büyük allamesi Sadeddin-i Taftazani, “Yezide lânet caizdir” demiş, fakat “lânet vaciptir, hayırdır ve sevabı vardır” dememiş!

                    İşte Ehl-i sünnet âlimlerinin ve on iki imamın bu yaklaşımı Bediüzzaman’ın o zaman vukua gelen savaşlara bakışında temel ekseni oluşturmuş. Bu bakış açısında istenilen yaklaşım, ihtilâf ve düşmanlıkları arttırıcı zem ve küfürlerden kaçınmaktır. Yoksa sahabeler arasında vukua gelen olayları hiç anlatmamak, nisyan çukuruna atmak değildir. Risâle-i Nur’da, medar-ı niza olan savaşlar bu açıdan ele alınmıştır.

                    İslâm Tarihinde Hz. Osman’ın şehadeti ile başlayan huzursuzluklar, birçok ihtilâf ve mücadelenin sebebi olacaktır. Hz. Osman zamanında başlayan karışıklıklarda felsefî temel olmadığı için çok önemli değildi. Birçok cemiyette bu tür kargaşalar olabilirdi. Fakat Hz. Osman’ın şehit edilmesi ardı arkası kesilmeyen Cemel, Sıffin savaşları, Hakem mes’elesi ve ardından Nehrivan muharebesi gibi olaylara kapı açtı.

                    656’da Hz. Osman’ın katillerinin bulunması için bir araya gelen, Hz. Âişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr, Hz. Ali’nin elçisi Ka’ka’dan Hz. Osman’ın katillerinin halife tarafından bulunmasını istediler. Görüşmeler sonucu meseleyi sulh yoluyla halletmeye karar verdiler. Bu arada Müslümanların birlik olması asilerin huzurunu kaçırıyordu, iki taraf birleşirse kendilerini yok edebilirlerdi. Abdullah b. Sebe ve yandaşları sulha mani olmaya karar verdiler. Ertesi gün güneş doğmadan görevlendirilen kişiler aracılığıyla kargaşa oluşturup “Ehl-i Kûfe baskın yaptı,” “Ehl-i Basra baskın yaptı” şayiasını yaydılar. Sonunda Abdullah b. Sebe ve yandaşları istediklerine kavuştular. Binlerce Müslüman’ın kanı aktı. Hz. Talha, Hz. Zübeyr gibi Aşere-i Mübeşşereden olan sahabeler şehid edildi. Bu savaşta Hz. Âişe devenin üzerinde bulundu. Bediüzzaman Cemel savaşını, adalet-i mahza ile adalet-i izafiyenin savaşı olarak analiz eder. Hz. Ali, önceki halifeler dönemindeki gibi adalet-i mahzayı esas aldı. Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’de adalet-i mahzanın tatbiki müşkül olduğuna inanarak adalet-i izafiye yönünde içtihad yapmışlardı. Her iki taraf da Allah için içtihad etmişlerdi. Bundan dolayı hem katil, hem maktul ehl-i cennet olmuşlardı. Hz. Ali içtihadında haklı olduğu halde, her iki taraf da içtihad neticesi savaştığı için, “içtihad eden hakkı bulsa iki sevap var; bulmazsa bir nevî ibadet olan içtihad sevabı, olarak bir sevap alır, hatasından mazurdur.”

                    Hz. Ali (ra) yaşanan elim savaştan sonra, bir daha karışıklık çıkmaması için ülkede denetim kurmaya çalışıyordu. Mısır’a vali olarak tayin ettiği Muhammed b. Ebubekir, orada bir kargaşa ile karşılaştı. O sırada Şam valisi olan Hz. Muaviye, Mısır’a gönderdiği Amr b. As aracılığıyla hâkimiyetini tesis etmişti. Hz. Muaviye, Hz. Ali’nin biat çağrılarına olumlu cevap vermiyor ve Hz. Osman’ın katillerinin bulunmasını istiyordu. Barış için çabalar sonuç vermedi. İki ordu Cemel savaşından yaklaşık 6-7 ay sonra 657’de Sıffin’de karşı karşıya geldiler. Savaşta gelişmeler Muaviye’nin aleyhine dönünce, Amr b. As’ın teklifi ile Kur’ân sahifeleri mızrakların ucuna takıldı. Hz. Ali’nin ordusundan “Kur’ân’ın hakem olması” istendi. Her ne kadar, Hz. Ali yapılanların bir hile olduğunu biliyor idiyse de, ordu Kur’ân’a karşı savaşmak istemedi. Anlaşma hakemlere bırakıldı. Hz. Ali’nin hakemi Ebû Musa el Eş’ârî ile Hz. Muaviye’nin hakemi Amr b. As. yeni bir halife seçilmesinde anlaştılar. Fakat Muaviye’nin hakemi son anda hile yapınca anlaşmazlık giderilemedi. Bediüzzaman bu savaşın genel niteliğini hilâfet ve saltanatın savaşı olarak görür. Hz. Ali (ra), “ahkâm-ı dini ve hakaik-i İslâmiyeyi ve ahireti esas tutup, saltanatın bir kısım kanunlarını ve siyasetin merhametsiz mukteziyatlarını onlara fedâ ediyordu. Hz. Muaviye ve taraftarları ise, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeyi saltanat siyasetleriyle takviye etmek için, azimeti bırakıp ruhsatı iltizam ettiler. Siyaset âleminde kendilerini mecbur zannedip, ruhsatı tercih ettiler, hataya düştüler.” Hz. Muâviye’nin bu hatası, âlem-i İslâmiyenin Hilafetten ayrılmasına ve uzun süre devam edecek olan saltanat devrinin başlamasına zemin hazırlayacaktır.

                    Bu sırada, Hz. Ali’nin ordusundan ayrılan 12 bin kadar kişi, Abdullah b. Vehebi’r-Rasibi’nin emrinde hareket etmeye başladılar. Bunlar, Hz. Ali ve Hz. Muaviye’nin hakem tayin etmekle hata ettiklerini düşünüyorlardı. Onlara göre hakikî hüküm sahibi Cenâb-ı Hak olduğundan, hakem tayin edilmesi yanlıştı. Bu gerekçelerle Hz. Ali’den ayrılarak isyan ettiler. Hz. Ali’nin nasihatleri ile bir kısmı isyanı bıraktıysa da kalan 4.000 kişi ile savaşılmak zorunda kalındı. Nehrivan’da 658’de yapılan bu savaşlarla Harici tehlikesi giderildi. Fakat yüzyıllardır süregelen Hz. Ali ve Âl-i Beyt muhalifi Vehhabiliğin temellerinin atılmasını sağlayacaktır. Hz. Ali (ra) de bu gruptan Abdurrahman b. Mülcem tarafından, sabah namazında iken zehirli hançerle şehit edilecektir.

                    Hz. Ali’nin (ra) şehadetinden sonra, ordu Hz. Hasan’a biat etti. Hz. Hasan yaşadığı dönemin nezaketinden dolayı, Müslümanlar arasında kan dökülmesini önlemek için, 6 aylık hilâfetinden sonra, Muaviye lehine hilâfetten feragat eder. Hz. Hasan’ın hilâfetten çekilmesiyle İslâm tarihinde hilâfet dönemi sona erer. Saltanat devri başlar. Bediüzzaman, Hz. Hasan’ın yarım kalan hilâfetini “neşr-i hakaik-i imaniye”de Risâle-i Nur’un tamamladığını belirtir.

                    Hz. Muaviye vefat etmeden önce yerine geçmesini istediği oğlu Yezid halife olunca, Hz. Hüseyin biat etmedi. Bunu Duyan Kûfe’liler, Hz. Hüseyin’i (ra) Kûfe’ye dâvet ettiler. Hz. Hüseyin (ra) 72 kişilik bir kafile ile Kûfe’ye giderken, yolda Yezid’in adamları tarafından kıstırıldı. Yezid’e biat etmesi istendi. Fakat Hz. Hüseyin bunu kabul etmeyince vicdanları sızlatan bir şekilde birçok yakını ile beraber şehit edildi. Bu olayın sene-i devriyesinde her yıl Alevîler tarafından çeşitli faaliyetler düzenlenir. Bütün Müslümanları vicdanen muazzeb eden bu hadise, Müslümanlar arasında ayrılıkların derinleşmesinde etkili olmuştur. Bediüzzaman, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in Emevîlerle mücadelesini tahlil ederken, din ve milliyet savaşı olarak belirtir. Çünkü Hz. Hasan ve Hüseyin, Âl-i Beyt’in nuranî silsilesinin başlangıcı olarak Hilâfet-i İslâmiyeyi temsil ederlerken, Emeviler Arap milliyetçiliğini temsil ediyorlardı. Bediüzzaman’ın savaşlara dair değerlendirmesi analizci olmuş, her olayı kendi içerisinde değerlendirmiştir. Bu olaylardan hiçbirisinin, Ehl-i Sünnet ile Alevileri birbirinden uzaklaştırıcı olmaması gerektiğini savunmuştur. Bilâkis ön yargısız yaklaşıldığı zaman arada anlaşamayacak hiçbir konu yoktur.

                    Yorum


                      Ynt: Üstad Bediüzzaman Said Nursi r.a.

                      adam apaçık sunni tezlerini savunuyor ya ve hazreti muaviye diyor şiiler bu adamı nasıl rehber edinsin biraz mantıklı düşünün ya.
                      HASBUNALLAH

                      Yorum


                        Ynt: Üstad Bediüzzaman Said Nursi r.a.

                        [quote author=Qom_u_aşk link=topic=7402.msg59107#msg59107 date=1256857983]
                        sünnilerin asla bilmediği ve kabul etmediği rivayetler vardır bilseler de günlük hayatta uygulamaya geçirmedikleri gerçekler. bunlardan bir insanın sünni mi şii mi olduğunu ayırt edebilirsiniz adam çok iyi konuşur şii olduğunu ehlibeyt a.s.'a bağlı olduğunu iddia eder. hatta bu konuda Resul s.a.a.'i bile yanıltmayı hedefler, bakara 104'te bu konu işlenir:

                        insanlardan öylesi vardır ki, dünya yaşayışı hakkında söyledikleri seni hayrete düşürür ve kalbinde olana da Allah'ı tanık tutar; halbu ki o, en yaman düşmandır.

                        oysa bu ameller onların samimiyetini ortaya koyar. bunlardan biri de salavat meselesidir. Ehlibeyt a.s.'a salavat Resul s.a.a.'e salavat gibidir. O hazrete salavat etmenin şartı Ehlibeyit de salavatta anmaktır. Oysa zalim, ehlibeyt a.s. düşmanı Emeviler salavattan Ehlibeyt a.s.'ı kaldırdılar. tersine Ali a.s.'a laneti 80 yıl boyunca hutbelerde okuttular. sünnilere alibeytsiz salavat onlardan miras kaldı. oysa zalim emevileri değil Ehlibeyt a.s.'ı takip ettiğini söylemelerine rağmen..

                        Oysa Resul s.a.a. bana kesik salavat getirmeyiniz buyurmuş, salavatı emreden ayeti açıklarken Ali'ne de salavatı emrederek salli ve barik dualarını öğretmiştir. Onları adım adım izleyen şiiler salavatlarında bu emri korumuşlardır. buna göre doğru salavatlar:

                        Allahümme salli ala Muhammed ve Âli Muhammed
                        Allah'ım Muhammede ve Muhammedin Ailesine salat eyle
                        Sallallahu aleyhi ve Âlihi (s.a.a.)
                        Salat ona (Muhammede) ve onun ailesine olsun
                        Aleyhi ve Âlihi vesellem. (a.a.s.)
                        Selam ona ve ailesine olsun


                        oysa zalimlerin sünnetini izleyen sünnileri salavat şekilleri ele verir onlar kesik salavat getirirler:

                        Allahümme salli ala Muhammed
                        Türkçesi: Allahım Muhammed'e salat eyle
                        Sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.)
                        Allah'ın salatı ve selamı onun (Muhammed'in) üzerine olsun
                        aleyhisselam
                        selam onun üzerine olsun


                        şimdi bu bilgiler ışığında risaleleri ya da risalelerden yapılan kerbela44 kardeşin alıntılarını inceleyin hangi sonuca ulaşıyorsunuz?

                        bu sadece küçük bir testti, üstadları saidin ehlibeyt izleyicisi mi yoksa zalim muaviye/Emevi izleyicisi mi olduğuna dair...

                        daha bunun gibi bir sürü ipuçları vardır ama yeri burası değildir.

                        Said cifr ilmini güya Ali a.s.'dan almış ve o kullandı diye kullanmış. Ama ne için kullanmış. biz Saidin Ehlibeytçiliği kenin meşrulaştırmak içindir dediğimizde tarafgirlikle suçlanıyoruz. Ancak düşünün Said cifr ilmini Ali a.s.'ın günümüzde takipçisinin (said'den sonra) kim olduğunu ortaya çıkarmak için mi kullanmış ki insanları ona sevketsin yoksa kendini ve risalelerini meşru ve meşhur etmek için mi?

                        adaleti mahza, adaleti izafiye anlayışı da sadece Saidin İmam Ali a.s.'a ne kadar uzak hak batılı birbirine ne kadar karıştıran biri olduğunu ortaya koyması açısından ibretlik bir açıklamadır. Yani Ali a.s. genel adalete, Muaviye ise daha sınırlı adalete sahipti. Yani aslında Muaviyenin yaptıı da adaletti ama Ali a.s.'ın adaleti daha büyüktü... Yani Ali a.s. haklıydı ama Muaviye de haksız değildi. Belki de haksızdı ama bu kendisine sevap kazandıran bir haksızlık olup kınamayı hakkında konuşmayı, yanlıştı demeyi, onurunu rencide etmeyi gerektirecek bir fiil değildi...

                        Ali a.s.'ın manevi evladı olan biri, O hazretin kılıçla cehenneme göndermek istediği Muaviyeyi, lafla bile incitemeyecek kadar hakkında konuşmayı uygun görmüyor ve kendi görmediği gibi bizim de konuşup hakkı ortaya çıkarmamızı doğru bulmuyor...

                        karar sizin...

                        [/quote]

                        Yorum


                          Ynt: Üstad Bediüzzaman Said Nursi r.a.

                          [quote author=Qom_u_aşk link=topic=7402.msg59388#msg59388 date=1257014190]
                          ""

                          Ehlibeyt a.s. takipçileri öyle her indi yoruma evet doğruymuş ya demezler, delil kanıt isterler çünkü önlerinde her şart ve durumda yaşamış 1 peygamber s.a.a. değil 3 imam değil 10 değil tam 12 imam vardır.

                          indi (şahsi/kişisel) dedim çünkü aklıma bazı sorular takıldı.

                          şayet dediğiniz gbi Said Nursi kitaplarında bunları yazamaydı ama gönlünde bunlar (ehlibeyt a.s.'ın) yolunun tek yol, 12 imam'ın hak oluşu, İmam Ali a.s.'ın hakkının diğer sahabece gasbedildiği, Muaviyenin bağy ve isyankar olduğu vs... vardıysa ve bunları halkın zalimliği yada yönetimin despotluğu yüzünden açamadıysa o zaman biz şöyle düşünürüz:

                          tarihin hiçbir dönemi Ehlibeyt a.s.'ın 12 imamının dönemleri kadar zulüm kan gözyaşı kalleşlik sahtekarlık görmemiştir. Eğer Ehlibeyt a.s. gibi masum imamlar olmasaydı Emeviz hilekarlığı Abbasi sinsiliği İslamı alıp götürmüş yerine saltanatizm dinini getirmişti bile...

                          Ama olmadı İmamlar a.s. dimdik bu zulm ve saptırmacığın karşısında durdular ve hepsi şehid oldular. buna rağmen biz risalelerdeki gibi gizli saklı remiz şeklinde değil İmamlardan gelen hadislerde net olarak Ehlibeyt a.s. yolunu görüyor hem inanç hem yaşantı biçimini öğrenebiliyoruz. değil sezme işaret apaçık tüm netliğiyle bu yol ayan beyan.

                          hadislerde takiyye gereği zıt, sünni görüşe uygun hadisler de görüyoruz ama bunların sayısı az ve hemen yanında diğer hadisler de var ve bir sonraki imam tarafından bunlar açıklanmış.

                          1- o zaman Said Nursi'nin Ehlibeyt ve 12 imam inancı ve şianın diğer inançlarını Said Nursi remizlerinden mi öğreneceğz veya ne yardan ne serden geçemeyenlerin, şahsi yorumlarından mı öğreneceğiz.

                          2- İmamların zalimlere rağmen Ehlibeyt a.s. yolunu net olarak ortaya koyduğunu yaşadıklarını görüyoruz hala açık bir ışık olarak.

                          oysa şia akideleri ve yaşam ilkeleri olmasaydı (hiç onları duymamış bir insan) riallerden bu inanç ve yaşayış kurallarını öğrenebilir miydi?

                          3- Said Nursi en yakın dostlarına hangi Ehlibeyt a.s. dostuyla bağlantınızı benden sonra sıkı tutun demiş, hangi İmamı tavsiye etmiş hangi İmamdan rivayet edilen temel hadis kitaplarını önermiş tanıtmış...

                          somut deliller lütfen... Görmek istediğiniz risalelerden (hayalinizdeki) değil elimizdeki risalelerden...
                          [/quote]

                          Yorum


                            Ynt: Üstad Bediüzzaman Said Nursi r.a.

                            [quote author=Qom_u_aşk link=topic=7402.msg59440#msg59440 date=1257025814]
                            Mesela Üstad Bediüzzamanın ehli sünnet kasdı sadece 4 mezheb imamı değil, Üstad Bediüzzaman asıl ehli sünneti 12 İmam olarak görmektedir. İnsanların zihnindeki ehli sünnetle Üstad Bediüzzamanın zihnindeki ehli sünnet aynı değildir.

                            Şiaya gelince şiada da malumunuz bir çok kollar vardır. Şia denince de genel bir tabir kullanmıştır Üstad. Mesela şiadan doğup şiadan çıkan bir çok fırka vardır. Bunu siz daha iyi biliyorsunuz.

                            Biz inanmaktayız ki, Üstadın eleştirdiği şia genel bir kavram olarak ele alınmış ve İmamiyye İsna Aşeriyye ve Zeydiye haricinde olanları kasdetmiştir, eleştiri için.

                            Üstad Bediüzzamanın İsna Aşeriyyei İmamiyyei Caferiye için veya Zeydiyye için özel isim belirterek batıl diye görmesine dair bir delil kimse gösterebilir mi? Mümkün değil.

                            Bütün bunlarla birlikte Üstadında hiç bir söylediği eleştirilmeyecek diye bir kayıt yoktur. Onunda hataları vardır ki kendisi zaten söylüyor


                            delilsiz mesnedsiz konuşması çok kolay. Saidin ehli sünnetten 4 mezhebi kastetmeyip 12 imamı kastettiği nerede yazılı?
                            Şia'nın net tanımı vardır siz görmek istemeseniz de... 12 imam ve Ehlibeyt taraftarı olup imamet inancına sahip olan izleyici olarak Ehlibeyti a.s. seçen mekteptir. Şia deyince zaten bu saydıklarınız anlaşılmıyor mu yani imamiye anlaşılmıyor mu, şii sünni ihtilafının konuşulduğu hangi yerde imamiye kastedilmiyor? buna ancak hani deliliniz yoksa siz insanları kandırmak için onların gözüne baka baka ... denir...

                            İmamet anlayışına karşı sünnileri tutup sünniliğe çağırmak imamiyenin eleştirilmesinden başka hangi anlama gelir. Alevilere sünni olun demek kadar büyük facia ne olabilir..

                            iyi de üstadınızın eleştirilmeyecek yönü yok diyen mi var da bunu söylüyorsunuz. sanki şiiler diyor öyle. siz kendinizi mi savunuyorsunuz üstadınızı mı karar vermelisiniz. Üstadınızın gizli şii olduğunu iddia edecek kadar, delilsiz konuşan ve şiilere risaleleri yanlış tanıtabileceğini düşünen sizler değil miydiniz? karar verin üstadınız 12 imamı mı savunmş tanıtmış yoksa sünniliği mi... 12 imamın adları var mı risalelerde remiz ve işaretle değil ama...
                            [/quote]

                            Yorum


                              Ynt: Üstad Bediüzzaman Said Nursi r.a.

                              Memoli sen başlıkta eski yazılanları okumuyor aynı şeyleri yeniden kopyalıyorsun ben de eskilerin aynısını koyalıyorum. belki bu kez okursun

                              Yorum


                                Ynt: Üstad Bediüzzaman Said Nursi r.a.

                                bn bu siteye gelmeden önce yazılanları ne bileyim.. araştırmıyorum..çünkü o kadar sağlıklı gelmiyor.... sadece 12 imamın hayatına baktım o kadar.. bendekilerle farkı ne diye pek fark bulamadım. hata daha kısa geldi. "Mesela Üstad Bediüzzamanın ehli sünnet kasdı sadece 4 mezheb imamı değil, Üstad Bediüzzaman asıl ehli sünneti 12 İmam olarak görmektedir. İnsanların zihnindeki ehli sünnetle Üstad Bediüzzamanın zihnindeki ehli sünnet aynı değildir.

                                Şiaya gelince şiada da malumunuz bir çok kollar vardır. Şia denince de genel bir tabir kullanmıştır Üstad. Mesela şiadan doğup şiadan çıkan bir çok fırka vardır. Bunu siz daha iyi biliyorsunuz.

                                Biz inanmaktayız ki, Üstadın eleştirdiği şia genel bir kavram olarak ele alınmış ve İmamiyye İsna Aşeriyye ve Zeydiye haricinde olanları kasdetmiştir, eleştiri için.

                                Üstad Bediüzzamanın İsna Aşeriyyei İmamiyyei Caferiye için veya Zeydiyye için özel isim belirterek batıl diye görmesine dair bir delil kimse gösterebilir mi? Mümkün değil.

                                Bütün bunlarla birlikte Üstadında hiç bir söylediği eleştirilmeyecek diye bir kayıt yoktur. Onunda hataları vardır ki kendisi zaten söylüyor"


                                Eğer risaleyi okudum diyorsan şu yukarda kopyaladığım tırnak içindeki yazıların cevabını iyi bilirdin ama okumadığından bilmiyorsun ya da işine gelmediğinde... en açık olarak 4. lema da dahi bunların cevabı var az evvel Risale forumundan aldığım yazının açıklaması da gayet güzel cevapliyor. ama siz görmek için değil sadece okumak için okuyorsunuz yazdıklarımı.. kafanızda ne varsa o... ben Sunnilerin hatalarını ve yanlışlarını kabulleniyorum ama siz şiaları sütten çıkmış ak kaşık ilan ediyorsunuz.....

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X