Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Ehlibeyt a.s.'a Delalet Olan Ayetleri Said Risalelerde Nasıl Tefsir Etti?

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #31
    Ynt: Ehlibeyt a.s.'a Delalet Olan Ayetleri Said Risalelerde Nasıl Tefsir Etti?

    buna vahyin çeşitleri arasında ilham diyorlar muttaki kardeşim. Aslında Kur'an'da Peygamberlerin s.a.a. dışındaki insanlara da gönderdiği, o insanların ya da diğer varlıkların hakkında bilgi sahibi olamayacakları bilgi türlerine kavuşmalarına Kur'an vahy diyor. Musa a.s.'ın annesine, Meryem a.s.'a, Zekeriyya a.s.'ın konuşamayınca işaretle bir şeyler anlatmasına da Kur'an vahy kelimesini kullanıyor. (Meryem 11)

    bu durumda vahy gizli ani hızlı bilgi akışı, işaretle bir şey anlatmak gibi sözcük anlamlarının yanında Peygamberlere verilen bilgi manasında da terim anlam kazanıyor.

    şimdi çeşitli yazarlar şairler ya da sıradan insanlar bile sözcük anlamında vahy (ki alimler bunu ilham kelimesiyle nitelendiriyorlar buna katılıyoruz çünkü böylece peygamberlik bilgisiyle karışmamış oluyor) olgusuyla muhatap oluyorlar. Bazıları bu konuda patlıyor diyor ki:

    bunları ben yazmadım bana yazdırıldı.. benim bunlara gücüm yetmezdi..

    ben de bazen burda yazılar okuyorum sorular var ama cevabı aklımda değil, cevap yazayım mı yazmayayım mı çekindiğim oluyor. ama diyorum yazarım Allah'ın izniyle en azında çabalarım.. oturduğumda hiç aklımda olmayan bi sürü şeyler geliyor sonradan nasıl yazdığıma ben de hayret ediyorum...

    şeytan bu noktada etki etse derim ki bunları ben yazmadım çünkü yazmak için oturduğumda bunların hiç biri benim aklımda yoktu, Allah bana bunları yazdırdı.. (haşa) diye o zaman işte şeytan hedefine ulaşmış olacaktır.. oysa bunlarda vahy türü bir nitelik yoktur...

    peki bu durum nedir. Şu:

    insan bilgileri bir zamanlar kazanmış, onlarla yetinmemiş, muhakeme etmiş üzerinde düşünmüş onları zamanla bilinçaltında depolamış. normal şartlarda onlara ulaşmak istese yeterli çağrışım oluşmadığı için onlara ulaşamıyor. Oysa yeterli yoğunlaşma sağlayıp da çağrışım gerçekleşip bilinçalı mı dersiniz pasif bilgi deposu mu dersiniz, ordaki bilgiler bilinç düzeyine (hatırlanma seviyesine) çıktığında işte o zaman bilmedim diye sandığınız bilgiler dökülüveriyor..

    ancaaak bu konuda, her şeyin yaratıcısı Allah değil mi? bu hatırlanması zor olan bilgilerin bilinç düzeyine çıkmasında Allah'ın payı olması sebebiyle bunları Allah'tan gelen bilgi ya da insana her şeyi öğretenin Allah olması sebebiyle bu bilgilerin ilham türü Allah vergisi olduğunu söylesek ne zararı var denilebilir. Normalde her işin kontrolü ve mutlak faili Allah'tır, Allah'tadır. Kötülüklerin bile. Ama burda kastedilen bu manada bir Allah'tan oluşluk değildir. Bu yüzden bunun ne sakıncası var konusuna dönersek:

    Büyük bir zararı var. Çünkü şeytanın da insana vahyetmesi aynı yolla ve şekille oluyor. ve bu konuda insanın bunun kaynağını ayırt edebilecek hiç bir gücü de vasıtası da somut yolu da yok..

    ürünlere bakarak (o anda düşündükleri keşfettikleri ya da yazdıkları) belki bunların şeriata aykırı olup olmadığına göre ilahi mi yoksa şeytani mi ayırt edilebilmek mümkünse de bu her zaman için mümkün olmayabilir ve sağlam bir kriter değildir yine yazanın ya da bakanın insiyatifinde olması açısından diğer bilgilerden bir farkı yoktur...

    çünkü ben bunları şiir yazarken veya bunalım takıldığım sünnilik yıllarımda yaşadım. harika şiirler ve yazılar çıktı. ama sonuçta sakin kafayla değerlendirdiğimde bunların zahir şeriata uygun olanları vardı aykırı olanları vardı.

    bu yüzden bu tür hallerde yazılmış bilgileri ya da keşfedilmiş bulguları kesinlikle vahy ya da ilham türü görmek bunları ben bilmiyordum benim bunları yazmaya gücüm yetmez bana bunlar(ı Allah) yazdırıldı demek kişisel üstünlük kurmak, bilgiye güvenle değil, bilginin kaynağına dayalı kutsallık iddiasıyla rant sağlamak anlamına gelmektedir.. diye düşünüyorum

    işte bu yüzden, her zaman söylediği şu söz daha iyi anlaşılmış oluyor: doğrularım varsa şiadan yanlışlarım nefsimdendir...

    bir insanın dışarıdan geleni ya da başına gelecekleri önceden tahmin etmesi türü ilham kapsamına girecek şeyler ise tamamen Allah'ın verdiği bilgi anlamındaki Vahy ya da ilhamdan tamamen farklı olup bu konuların somut yolları olduğuna inanıyorum. ki bu konu sn Gülistan_2 kardeşimin ilgi alanına girmekte kendisinin bu konuda çok güzel başlıkları ve paylaşımları var bazen ben ilgiyle okuyorum...

    Yorum


      #32
      Ynt: Ehlibeyt a.s.'a Delalet Olan Ayetleri Said Risalelerde Nasıl Tefsir Etti?

      değerli izahatınız için teşekkürederim hocam...
      inancınızı görmek bizlerede aşk veriyor
      çok sağolun
      "eğer sıffinde engellenebilseydi cansız kuranın mızraklanışı o zaman kerbelada mızraklanmazdı canlı kuranın başı"

      Yorum


        #33
        Ynt: Ehlibeyt a.s.'a Delalet Olan Ayetleri Said Risalelerde Nasıl Tefsir Etti?

        selamunaleykum
        öncelikle alıntıyı aktarayım:
        DÖRDÜNCÜ LEM’A

        "Minhâcü’s-Sünne" bu risaleye lâyık görülmüştür.
        Mesele-i İmamet bir mesele-i fer’iye olduğu halde, ziyade ehemmiyet verildiğinden, bir mesâil-i imaniye sırasına girip, ilm-i kelâmda ve usulüddinde medar-ı nazar olduğu cihetle Kur’ân’a ve imana ait hizmet-i esasiyemize münasebeti bulunduğundan, cüz’î bahsedildi.

        Şu âyet-i azîmenin çok hakaik-i azîmesinden bir iki hakikatine İki Makam ile işaret edeceğiz.
        Birinci Makam
        Dört Nüktedir.
        Birinci Nükte
        Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ümmetine karşı kemâl-i şefkat ve merhametini ifade ediyor.
        Evet, rivayet-i sahiha ile, mahşerin dehşetinden herkes,

        "Size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir. O size çok düşkün, mü’minlere çok şefkatli, çok merhametlidir. Ey Peygamber, eğer senden yüz çevirecek olurlarsa de ki: Allah bana yeter. Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur." Tevbe Suresi, 9:128-129.
        "De ki: Vazifem karşılığında sizden bir ücret istemiyorum. Sizden istediğim, ancak akrabaya sevgi ve Ehl-i Beytime muhabbettir." Şûrâ Suresi, 42:23.



        hattâ enbiya dahi "nefsî, nefsî" dedikleri zaman, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm "ümmetî, ümmetî" diye re’fet ve şefkatini göstereceği gibi, yeni dünyaya geldiği zaman, ehl-i keşfin tasdikiyle, validesi onun münâcâtından "ümmetî, ümmetî" işitmiş. Hem bütün tarih-i hayatı ve neşrettiği şefkatkârâne mekârim-i ahlâk, kemâl-i şefkat ve refetini gösterdiği gibi, ümmetinin hadsiz salâvatına hadsiz ihtiyaç göstermekle, ümmetinin bütün saadetleriyle kemâl-i şefkatinden alâkadar olduğunu göstermekle hadsiz bir şefkatini göstermiş.
        İşte bu derece şefkatli ve merhametli bir rehberin sünnet-i seniyyesine müraat etmemek ne derece nankörlük ve vicdansızlık olduğunu kıyas eyle.
        İkinci Nükte
        Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, küllî ve umumî vazife-i nübüvvet içinde bazı hususî, cüz’î maddelere karşı azîm bir şefkat göstermiştir. Zâhir hale göre o azîm şefkati o hususî, cüz’î maddelere sarf etmesi, vazife-i nübüvvetin fevkalâde ehemmiyetine uygun gelmiyor. Fakat hakikatte o cüz’î madde, küllî, umumî bir vazife-i nübüvvetin medarı olabilecek bir silsilenin ucu ve mümessili olduğundan, o silsile-i azîmenin hesabına, onun mümessiline fevkalâde ehemmiyet verilmiş.
        Meselâ, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Hasan ve Hüseyin’e karşı küçüklüklerinde gösterdikleri fevkalâde şefkat ve ehemmiyet-i azîme, yalnız cibillî şefkat ve hiss-i karâbetten gelen bir muhabbet değil, belki vazife-i nübüvvetin bir hayt-ı nuranîsinin bir ucu ve verâset-i Nebeviyenin gayet ehemmiyetli bir cemaatinin menşei, mümessili, fihristesi cihetiyledir.
        Evet, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Hasan’ı (r.a.) kemâl-i şefkatinden kucağına alarak başını öpmesiyle, Hazret-i Hasan’dan (r.a.) teselsül eden nuranî nesl-i mübarekinden, Gavs-ı Âzam olan Şah-ı Geylânî gibi pek çok mehdî-misal verese-i nübüvvet ve hamele-i şeriat-ı Ahmediye (a.s.m.) olan zatların hesabına Hazret-i Hasan’ın (r.a.) başını öpmüş. Ve o zatların istikbalde edecekleri hizmet-i kudsiyelerini nazar-ı nübüvvetle görüp takdir ve istihsan etmiş. Ve takdir ve teşvike alâmet olarak, Hazret-i Hasan’ın (r.a.) başını öpmüş.
        Hem Hazret-i Hüseyin’e karşı gösterdikleri fevkalâde ehemmiyet ve şefkat, Hazret-i Hüseyin’in (r.a.) silsile-i nuraniyesinden gelen Zeynelâbidin, Cafer-i Sadık gibi eimme-i âlişan ve hakikî verese-i Nebeviye gibi çok mehdîmisal zevât-ı nuraniyenin namına ve din-i İslâm ve vazife-i risalet hesabına boynunu öpmüş, kemâl-i şefkat ve ehemmiyetini göstermiştir.
        Evet, zât-ı Ahmediyenin (a.s.m.) gayb-âşinâ kalbiyle, dünyada Asr-ı Saadetten ebed tarafında olan meydan-ı haşri temâşâ eden ve yerden Cenneti gören ve zeminden gökteki melâikeleri müşahede eden ve zaman-ı Âdem’den beri mazi zulümatının perdeleri içinde gizlenmiş hâdisâtı gören, hattâ Zât-ı Zülcelâlin rüyetine mazhar olan nazar-ı nuranîsi, çeşm-i istikbal-bînîsi, elbette Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in arkalarında teselsül eden aktab ve eimme-i verese ve mehdîleri görmüş ve

        Buharî, Tevhid: 36, Tefsir: 17, Sûre 5, Fiten: 1; Müslim, Îmân: 326, 327; Tirmizî, Kıyâmet: 10; Dârimî, Mukaddime: 8.



        onların umumu namına başlarını öpmüş. Evet, Hazret-i Hasan’ın (r.a.) başını öpmesinden, Şah-ı Geylânî’nin hisse-i azîmesi var.
        Üçüncü Nükte
        âyetinin bir kavle göre mânâsı: "Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, vazife-i risaletin icrasına mukabil ücret istemez; yalnız Âl-i Beytine meveddeti istiyor."
        Eğer denilse: "Bu mânâya göre, karâbet-i nesliye cihetinden gelen bir fayda gözetilmiş görünüyor. Halbuki, -1- sırrına binaen, karâbet-i nesliye değil, belki kurbiyet-i İlâhiye noktasında vazife-i risalet cereyan ediyor."
        Elcevap: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayb-âşinâ nazarıyla görmüş ki, Âl-i Beyti, âlem-i İslâm içinde bir şecere-i nuraniye hükmüne geçecek. Âlem-i İslâmın bütün tabakatında, kemâlât-ı insaniye dersinde rehberlik ve mürşidlik vazifesini görecek zatlar, ekseriyet-i mutlaka ile, Âl-i Beytten çıkacak. Teşehhüddeki, ümmetin âl hakkındaki duası ki, -2- dir, makbul olacağını keşfetmiş.
        Yani, nasıl ki millet-i İbrahimiyede ekseriyet-i mutlaka ile nuranî rehberler Hazret-i İbrahim’in (a.s.) âlinden, neslinden olan enbiya olduğu gibi; ümmet-i Muhammediyede de (a.s.m.), vezâif-i azîme-i İslâmiyette ve ekser turuk ve mesâlikinde, enbiya-yı Benî İsrail gibi, aktâb-ı Âl-i Beyt-i Muhammediyeyi (a.s.m.) görmüş. Onun için, demesiyle emrolunarak, Âl-i Beyte karşı ümmetin meveddetini istemiş.
        Bu hakikati teyid eden mükerrer rivayetlerde ferman etmiş:
        "Size iki şey bırakıyorum; onlara temessük etseniz necat bulursunuz: biri Kitabullah, biri Âl-i Beytim." Çünkü, Sünnet-i Seniyyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan, Âl-i Beyttir.

        1 "Allah katında en şerefliniz, en ziyade takvâ sahibi olanınızdır." Hucurat Sûresi, 49:13.

        2 Allahım! Tıpkı İbrahim’e ve İbrahim’in âline salât ettiğin gibi, Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âline de salât et. Muhakkak ki Sen her türlü hamd ve övgüye nihayetsiz derecede lâyıksın ve şan ve şerefin herşeyden nihayetsiz derecede yüksektir.

        Tirmizî, Menâkıb: 31; Müsned, 3:14, 17, 26.

        İşte bu sırra binaendir ki, Kitap ve Sünnete ittibâ ünvanıyla bu hakikat-i hadîsiye bildirilmiştir. Demek Âl-i Beytten, vazife-i risaletçe muradı, Sünnet-i Seniyyesidir. Sünnet-i Seniyyesine ittibâı terk eden, hakikî Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakikî dost da olamaz.
        Hem ümmetini Âl-i Beytin etrafında toplamak arzusunun sırrı şudur ki: Zaman geçtikçe Âl-i Beyt çok tekessür edeceğini izn-i İlâhî ile bilmiş ve İslâmiyet zaafa düşeceğini anlamış. O halde, gayet kuvvetli ve kesretli bir cemaat-i mütesânide lâzım ki, âlem-i İslâmın terakkiyât-ı mâneviyesinde medar ve merkez olabilsin. İzn-i İlâhî ile düşünmüş ve ümmetini Âl-i Beyti etrafına toplamasını arzu etmiş.
        Evet, Âl-i Beytin efradı ise, itikad ve iman hususunda sairlerden çok ileri olmasa da, yine teslim, iltizam ve tarafgirlikte çok ileridedirler. Çünkü İslâmiyete fıtraten, neslen ve cibilliyeten taraftardırlar. Cibillî taraftarlık zayıf ve şansız, hattâ haksız da olsa bırakılmaz. Nerede kaldı ki, gayet kuvvetli, gayet hakikatli, gayet şanlı bütün silsile-i ecdadı bağlandığı ve şeref kazandığı ve canlarını feda ettikleri bir hakikate taraftarlık, ne kadar esaslı ve fıtrî olduğunu bilbedâhe hisseden bir zat, hiç taraftarlığı bırakır mı? Ehl-i Beyt, işte bu şiddet-i iltizam ve fıtrî İslâmiyet cihetiyle, din-i İslâm lehinde ednâ bir emâreyi kuvvetli bir bürhan gibi kabul eder. Çünkü fıtrî taraftardır. Başkası ise, kuvvetli bir b¸rhan ile sonra iltizam eder.
        Dördüncü Nükte
        Üçüncü Nükte münasebetiyle, Şîalarla Ehl-i Sünnet ve Cemaatin medar-ı nizâı, hattâ akaid-i imaniye kitaplarına ve esasat-ı imaniye sırasına girecek derecede büyütülmüş bir meseleye kısaca bir işaret edeceğiz. Mesele şudur:
        Ehl-i Sünnet ve Cemaat der ki: "Hazret-i Ali (r.a.) Hulefâ-i Erbaanın dördüncüsüdür. Hazret-i Sıddık (r.a.) daha efdaldir ve hilâfete daha müstehak idi ki, en evvel o geçti."
        Şîalar derler ki: "Hak Hazret-i Ali’nin (r.a.) idi. Ona haksızlık edildi. Umumundan en efdal Hazret-i Ali’dir (r.a.)." Dâvâlarına getirdikleri delillerin hülâsası: Derler ki, Hazret-i Ali (r.a.) hakkında vârid ehâdis-i Nebeviye ve Hazret-i Ali’nin (r.a.) "Şah-ı Velâyet" ünvanıyla, ekseriyet-i mutlaka ile evliyanın ve tariklerin mercii ve ilim ve şecaat ve ibadette harikulâde sıfatları ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ona ve ondan teselsül eden Âl-i Beyte karşı şiddet-i alâkası gösteriyor ki, en efdal odur. Daima hilâfet onun hakkı idi, ondan gasp edildi.
        Elcevap: Hazret-i Ali (r.a.) mükerreren, kendi ikrarı ve yirmi seneden ziyade o hulefâ-i selâseye ittibâ ederek onların şeyhülislâmlığı makamında bulunması, Şîaların bu dâvâlarını cerh ediyor. Hem hulefâ-i selâsenin zaman-ı hilâfetlerinde fütuhat-ı İslâmiye ve mücahede-i a’dâ hadiseleri ve Hazret-i Ali’nin (r.a.) zamanındaki vakıalar, yine hilâfet-i İslâmiye noktasında Şîaların dâvâlarını cerh ediyor. Demek Ehl-i Sünnet ve Cemaatin dâvâsı haktır.
        Eğer denilse: Şîa ikidir. Biri Şîa-i Velâyettir, diğeri Şîa-i Hilâfettir. Haydi, bu ikinci kısım, garaz ve siyaset karıştırmasıyla haksız olsun. Fakat birinci kısımda



        garaz ve siyaset yok. Halbuki Şîa-i Velâyet, Şîa-i Hilâfete iltihak etmiş. Yani, ehl-i turuktaki evliyanın bir kısmı Hazret-i Ali’yi (r.a.) efdal görüyorlar, siyaset cihetinde olan Şîa-i Hilâfetin dâvâlarını tasdik ediyorlar.
        Elcevap: Hazret-i Ali’ye (r.a.) iki cihetle bakılmak gerektir. Bir ciheti şahsî kemâlât ve mertebesi noktasından, ikinci cihet Âl-i Beytin şahs-ı mânevîsini temsil ettiği noktasındandır. Âl-i Beytin şahs-ı mânevîsi ise Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bir nevi mahiyetini gösteriyor.
        İşte, birinci nokta itibarıyla, Hazret-i Ali (r.a.) başta olarak bütün ehl-i hakikat, Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer’i (r.a.) takdim ediyorlar. Hizmet-i İslâmiyette ve kurbiyet-i İlâhiyede makamlarını daha yüksek görmüşler.
        İkinci nokta cihetinde, Hazret-i Ali (r.a.) şahs-ı mânevî-i Âl-i Beytin mümessili ve şahs-ı mânevî-i Âl-i Beyt bir hakikat-i Muhammediyeyi (a.s.m.) temsil ettiği cihetle, muvazeneye gelmez. İşte, Hazret-i Ali (r.a.) hakkında fevkalâde senâkârâne ehâdis-i Nebeviye bu ikinci noktaya bakıyorlar. Bu hakikati teyid eden bir rivayet-i sahiha var ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: "Her nebînin nesli kendindendir. Benim neslim Ali’nin (r.a.) neslidir."
        Hazret-i Ali’nin (r.a.) şahsı hakkında sair hulefâdan ziyade senâkârâne ehâdisin kesretle intişarının sırrı şudur ki: Emevîler ve Haricîler ona haksız hücum ve tenkis ettiklerine mukabil, Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i hak, onun hakkında rivâyâtı çok neşrettiler. Sair Hulefâ-i Râşidîn ise öyle tenkit ve tenkise çok maruz kalmadıkları için, onlar hakkındaki ehâdisin intişarına ihtiyaç görülmedi.
        Hem istikbalde Hazret-i Ali (r.a.) elîm hâdisâta ve dahilî fitnelere maruz kalacağını nazar-ı nübüvvetle görmüş, Hazret-i Ali’yi (r.a.) meyusiyetten ve ümmetini onun hakkında sû-i zandan kurtarmak için, -1- gibi mühim hadislerle Ali’yi (r.a.) teselli ve ümmetini irşad etmiştir.
        Hazret-i Ali’ye (r.a.) karşı Şîa-i Velâyetin ifratkârâne muhabbetleri ve tarikat cihetinden gelen tafdilleri, kendilerini Şîa-i Hilâfet derecesinde mes’ul etmez. Çünkü, ehl-i velâyet, meslek itibarıyla, muhabbetle mürşidlerine bakarlar. Muhabbetin şe’ni ifrattır. Mahbubunu makamından fazla görmek arzu ediyor. Ve öyle de görüyor. Muhabbetin taşkınlıklarında ehl-i hal mâzur olabilirler. Fakat onların muhabbetten gelen tafdili, Hulefâ-i Râşidînin zemmine ve adâvetine gitmemek şartıyla ve usul-ü İslâmiyenin haricine çıkmamak kaydıyla mâzur olabilirler.
        Şîa-i Hilâfet ise, ağrâz-ı siyaset, içine girdiği için, garazdan, tecavüzden kurtulamıyorlar, itizar hakkını kaybediyorlar. Hattâ, -2-

        Taberânî, el-Mecmeu’l-Kebîr, no: 2630; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 10:333; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, s. 223, no: 1717.

        1 "Ben kimin efendisiysem, Ali de onun efendisidir." Tirmizî, Menâkıb: 19; İbni Mâce, Mukaddime: 11; Müsned, 1:84, 118, 119, 152, 331, 4:281, 368, 370, 382, 5:347, 366, 419; el-Kettânî, Nazmu’l-Mütenâsir fi’l-Ehâdîsi’l-Mütevâtir, s. 24; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 6:218; İbni Hibbân, Sahih, 9:42; Hâkim, el-Müstedrek, 2:130, 3:134.

        2 Maksat Hz. Ali’ye duyulan sevgi değil; Hz. Ömer’e duyulan kindir.

        cümlesine mâsadak olarak, Hazret-i Ömer’in (r.a.) eliyle İran milliyeti ceriha aldığı için, intikamlarını hubb-u Ali suretinde gösterdikleri gibi, Amr ibnü’l-Âs’ın Hazret-i Ali’ye (r.a.) karşı hurucu ve Ömer ibni Sa’d’ın Hazret-i Hüseyin’e (r.a.) karşı feci muharebesi, Ömer ismine karşı şiddetli bir gayz ve adâveti Şîalara vermiş.
        Ehl-i Sünnet ve Cemaate karşı Şîa-i Velâyetin hakkı yoktur ki, Ehl-i Sünneti tenkit etsin. Çünkü Ehl-i Sünnet, Hazret-i Ali’yi (r.a.) tenkis etmedikleri gibi, ciddî severler. Fakat hadisçe tehlikeli sayılan ifrat-ı muhabbetten çekiniyorlar. Hadisçe Hazret-i Ali’nin (r.a.) şîası hakkındaki senâ-yı Nebevî, Ehl-i Sünnete aittir. Çünkü istikametli muhabbetle Hazret-i Ali’nin (r.a.) şîaları, ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaattir. Hazret-i İsâ Aleyhisselâm hakkındaki ifrat-ı muhabbet Nasârâ için tehlikeli olduğu gibi, Hazret-i Ali (r.a.) hakkında da o tarzda ifrat-ı muhabbet, hadis-i sahihte, tehlikeli olduğu tasrih edilmiş.
        Şîa-i Velâyet eğer dese ki: "Hazret-i Ali’nin (r.a.) kemâlât-ı fevkalâdesi kabul olunduktan sonra Hazret-i Sıddık’ı (r.a.) ona tercih etmek kabil olmuyor."
        Elcevap: Hazret-i Sıddık-ı Ekberin ve Fâruk-u Âzamın (r.a.) şahsî kemâlâtıyla ve veraset-i nübüvvet vazifesiyle zaman-ı hilâfetteki kemâlâtıyla beraber bir mizanın kefesine; Hazret-i Ali’nin (r.a.) şahsî kemâlât-ı harikasıyla, hilâfet zamanındaki dahilî, bilmecburiye girdiği elîm vakıalardan gelen ve sû-i zanlara mâruz olan hilâfet mücahedeleri beraber mizanın diğer kefesine bırakılsa, elbette Hazret-i Sıddık’ın (r.a.) veyahut Fâruk’un (r.a.) veyahut Zinnureyn’in (r.a.) kefesi ağır geldiğini Ehl-i Sünnet görmüş, tercih etmiş.
        Hem, On İkinci ve Yirmi Dördüncü Sözlerde ispat edildiği gibi, nübüvvet, velâyete nisbeten derecesi o kadar yüksektir ki, nübüvvetin bir dirhem kadar cilvesi, bir batman kadar velâyetin cilvesine müreccahtır. Bu nokta-i nazardan, Hazret-i Sıddık-ı Ekberin (r.a.) ve Fâruk-u Âzamın (r.a.) veraset-i nübüvvet ve tesis-i ahkâm-ı risalet noktasında hisseleri taraf-ı İlâhîden ziyade verildiğine, hilâfetleri zamanlarındaki muvaffakiyetleri Ehl-i Sünnet ve Cemaatçe delil olmuş. Hazret-i Ali’nin (r.a.) kemâlât-ı şahsiyesi, o veraset-i nübüvvetten gelen o ziyade hisseyi hükümden iskat edemediği için, Hazret-i Ali (r.a.), Şeyheyn-i Mükerremeynin zaman-ı hilâfetlerinde onlara şeyhülislâm olmuş ve onlara hürmet etmiş. Acaba Hazret-i Ali’yi (r.a.) seven ve hürmet eden ehl-i hak ve sünnet, Hazret-i Ali’nin (r.a.) sevdiği ve ciddî hürmet ettiği Şeyheyni nasıl sevmesin ve hürmet etmesin?
        Bu hakikati bir misalle izah edelim: Meselâ, gayet zengin bir zâtın irsiyetinden, evlâtlarının birine yirmi batman gümüş ile dört batman altın veriliyor. Diğerine beş batman gümüş ile beş batman altın veriliyor. Öbürüne de üç batman gümüş ile beş batman altın verilse, elbette âhirdeki ikisi çendan kemiyeten az alıyorlar, fakat keyfiyeten ziyade alıyorlar. İşte, bu misal gibi, Şeyheynin veraset-i nübüvvet ve tesis-i ahkâm-ı risaletinde tecellî eden hakikat-i akrebiyet-i İlâhiye altınından hisselerinin az bir fazlalığı, kemâlât-ı şahsiye

        Buharî, Tarihü’l-Kebîr, 2:1:257; Ahmed ibni Hanbel, Fedâilü’s-Sahâbe, no: 1087, 1221, 1222; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:133; İbnü’l-Cevzî, el-İleli’l-Mütenâhiye, 1:223
        ----
        bu yazı on iki imam hakkındaki hadisleri aktarmış olduğum bir gruptaki kardeşimizden özelime gönderilmiştir.
        mehmet kardeşimiz hernekadar bizle anlaşamasada ben ona soruyorum:
        bu yazıya nasıl cevap vermeliyim.
        iranlıların düşmanlığı ömere olan düşmanlık ebu bekirin ömerin osmanın fazileti bir kefeye konsa hz.alinin ki bir kefeye onların kefesinin ağır basacağı.
        bu yazıya cevap nasıl vereyim diye gerçekten samimi olarak soruyorum.
        gruptaki herkes nurcu ve şiaları sevmiyor ve bidat ehli görüyorlar.benim maillerime tahammülleri bile yok
        ben bu maile elbette cevap verebilirim ama en ufak incitici bir sözümle bu bilmeyen kardeşlerimin ehli beytten soğumalarından korkarım.üstelik daha yeni yeni birşeyleri anlatıyorum gruptan atılacak bir cümle söylemekte istemiyorum çünkü daha paylaşacak çok hakikat var.
        bana yine kızacaksınız ama gerçekten bi öyle deyip sonra şiaları inceden yere vuran saide karşı sevginiz beni şaşırtıyor.çünkü böyle ehlibeyt aşığı böyle inkılap aşığı birinin bu şekilde davranması garibime gidiyor.grupta bir iki kişi dışında iranı sevipte dile getiren bile yok ve benim ehli sünnet kaynaklı on iki imam hadisine tahammülleride yok
        oysa ben hergün risalelerden enaz 6 mail alıyorum...
        şimdi mehmet kardeşim ben bu yazıya nasıl cevap vereyim yardım ediniz ne diyeyim said nursinin bu yazısına karşı?
        vesselamualeykum
        "eğer sıffinde engellenebilseydi cansız kuranın mızraklanışı o zaman kerbelada mızraklanmazdı canlı kuranın başı"

        Yorum


          #34
          Ynt: Ehlibeyt a.s.'a Delalet Olan Ayetleri Said Risalelerde Nasıl Tefsir Etti?

          sevgili kardeşim, eğer o nurcular şialığı fars milliyetçiliğinin dini şekli olarak görüyorlarsa onlara şöyle cevap vermek gerekir. şianın Ebu Bekir, Ömer ve Osmanı sevmemesinin nedeninin Ömerin İranı feth etmiş olması ile uzakdan yakından ilgisi yok. eğer bakacak olursanız bugün bile İranda sünni olan farslar var, tacikistan tamamile Fars bir ülke ama sünni. kaldı ki, sünnilerin büyük alimleri bile farstır. Ebu hanife farstır, Nesai onun gibi ve daha bir çok ehli sünnetin büyük alimi farstır. ikinci olarak şiiler sadece İranda değil aksine hiç bir zaman İran egemenliğinde olmayan Suriye, Lübnan, Arabistan ve İrakda da vardırlar. üçüncü olarak faraza ki, şiilik farsların kurduğu bir mezheptir iyi ama sünniler kendi kitaplarında bile şiilerin dediği her şeyi (örneğin: torağa secde etmek, namazları cem etmek, imamet, Ömerin Hz. Fatımanın (a.s) kapısına dayanması ve s.) bula bilirler. eğer bir kimse için "Aliden (a.s) üstündür" deseler bi sor bakalım hangi faziletten dolayı Aliden (a.s) üstündürler. ama biz Hz. imamın (as) şu üstünlüklerini biliyoruz:

          1. en alim olan Hz. imamdır (a.s) şöyle ki, Hz. Resulullah (s.a.a) buyrdu: "ben ilmin şehiriyim Ali ise onun kapısıdır"
          2. en cesur ve yiğit olanı Hz. imamdır (a.s) şöyle ki, Hz. Cebrail buyurdu: "Aliden başka yiğit Zülfikardan başka kılıç yoktur"
          3. ilahi emirleri tebliğ etmekte Hz. imam Hz. Rasulullahla (s.a.a) beraber seviyededir şöyle ki, Hz. Resul (s.a.a) buyurdu: "Benim adıma verilen sözleri ben ve Ali yerine getiririz." ve örnek olarak Beraat suresinin tebliğini Rasulullah (s.a.a) ilk önce Ebu Bekire verdi ancak daha sonra Hz. imamı (a.s) göndedi ve bunu Hz. imam (a.s) tebliğ etti.
          4. velayet ayeti (Maide 55) gereğince Hz. imam (a.s) Rasulullahın (s.a.a) ümmet üzerinde sahip olduğu velayete sahipdir.
          5. Hz. imamı ve Ehli Beyti (a.s) sevmek farzdır onları sevmeyen münafıktır, buna dair Kuran ayeti ve hadisler var.
          6. Hz. Harun (a.s) Hz. Musadan (a.s) sonra ümmetin en faziletlisi, üstünü idi, aynı Hz. Musa (a.s) gibi onada tabii olmak farz idi, "Bana karşı sen, Musa’ya karşı Harun’un durumundasın fakat benden sonra Peygamber yoktur." hadisi gereğince Hz. imam (a.s) pegamberlik müstesna olmakla Hz. Harunun (a.s) Hz. Musa (as) yanında sahip olduğu tüm mevkilere sahiptir.
          7. Hz. imam (a.s) hiç bir kimsenin içerisinde dünyaya gelmediği ve gelemeyeceği Kabede, Beytullahda dünyaya gelmiştir.

          bu saydıklarımız ve dahada sayacaklarımız Hz. imamın (a.s) değil 1-ci ve 2-ciden hatta tüm ümmeti Muhammedden üstün olduğuna delildir. ve son olarakda imamet fazilet sırasına göre değildir (ki, öyle bile olsa Hz. imamdan (a.s) üstün olan yoktur), seçime görede değildir (ki, öyle bile olsa sadece Hz. imam (a.s) halk tarafından seçilmiştir. Ebu Bekir seçimle değil "oldu bitti" ile halife olmuştur, Ömer seçimle değil vasiyetle halife olmuştur, Osman seçimle değil 3 kişinin isteğiyle halife olmuştur sadece Hz. imam Ali (a.s) seçimle, halkın isteği ile halife olmuştur. Hz. imamdan (a.s) sonrada bu hal asla tekrar olunmamıştır) imamet, hilafet Allahın ataması iledir. Allah dedi ki: "Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni (Hz. Ali'nin velayetini) tebliğ et, eğer bunu yapmazsan O'nun (bütün bir) elçiliğini yapmamış olursun." Rasulullahda (s.a.a) dedi ki: "ben kimin mevlası isem Alide onun mevlasıdır"

          Yorum


            #35
            Ynt: Ehlibeyt a.s.'a Delalet Olan Ayetleri Said Risalelerde Nasıl Tefsir Etti?

            selamunaleykum
            eymeddin kardeşim bunları yazarım elbette ama peygamberin hadisini bir kenara bırakıp saidin dediğini kabuleden kardeşler bunlar.ondan mehmet beye sordum ki ne deyimde hem şiaya önyargıları kalksın yada sabit kalsın hemde bu dedikleriniz doğru değil.
            ehli sünnet kaynaklarında 12 imamı aktarıyorken diyecek birşey kalmadı ve iş saltanat meselesine getirildi yani peygamberimizin 12 halife ve kureyş hadisi saltanatı gösteriyormuş.kısacası evet bu hadis vardır ve saihihdir diyen yok.
            ben gerçekten samimiyetle mehmet kardeşimize soruyorum ki o saidi seven biri olarak bu kardeşlerin nasıl cevap beklediklerini bilir.
            mehmet kardeşimiz müsait olunca yazacaktır inşaallah eminim
            vesselamualeykum
            "eğer sıffinde engellenebilseydi cansız kuranın mızraklanışı o zaman kerbelada mızraklanmazdı canlı kuranın başı"

            Yorum


              #36
              Ynt: Ehlibeyt a.s.'a Delalet Olan Ayetleri Said Risalelerde Nasıl Tefsir Etti?

              1. Üstad Bediüzzaman küfür ve dinsizlik cereyanlarının en şiddetli zamanında, cahil ve mutaassıp bir sünni toplum içerisinde bulunduğundan muhatapları sünni müslümanlar olduğundan sünni müslümanların algı ve kabiliyetleri mavacehesinde onlara hitaplarını esas alarak değerlendirmek yanıltıcı olacaktır.

              2. Üstad Bediüzzaman risalelerinde çeşitli vesilelerle söyleyecekleri hakikatlere insanların hazır olmadığını belirtmiştir. Hatta risalelerin bir kısmı mahrem diye telif bile edilmemiştir.

              3. Bütün bunlarla birlikte Risalei Nurda Ehli Beyt mektebi ile çelişmesi muhtemel hiç bir fikir ve kanaate katılmadığımızı da bildirmeliyim. Yukarıda örneğini Elmeddin kardeşimizin verdiği buğzu ömer meselesine asla katılmadığımı bildirmek isterim. Ve benzerlerine.

              4. İslami davet cemaati haricinde nurcuların çoğunun mevcut rejimin kontrolünde olduğunu da biliyorum.

              5. Bütün bunlara rağmen Üstad Bediüzzamanın risalelerinden istifade edilmesi gereken önemli bir islami sima, bir rabbani alim olarak görmekteyim. Ki zaten kendisi ilmini İmam Aliden aldığını beyan etmektedir. Bizi celbeden de budur. Üstad Bediüzzamanın katılmadığımız bir çok görüşü olduğu muhakkak ancak o kendisinden nefret duyulabilecek bir insan asla değildir. Bu konuda ehlibeytinizinde kardeşimin tutumunu hayretle karşılamaktayım.
              Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
              Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

              Yorum


                #37
                Ynt: Ehlibeyt a.s.'a Delalet Olan Ayetleri Said Risalelerde Nasıl Tefsir Etti?

                ben şimdi yukarıdaki cevabınızımı alıntılayayım
                çünkü o kardeşimizede doğruyu söyleyerek sizden cevap aldığımı aktaracağım
                daha detaylı bir cevap verebilirseniz memnun olurum
                "eğer sıffinde engellenebilseydi cansız kuranın mızraklanışı o zaman kerbelada mızraklanmazdı canlı kuranın başı"

                Yorum


                  #38
                  Ynt: Ehlibeyt a.s.'a Delalet Olan Ayetleri Said Risalelerde Nasıl Tefsir Etti?

                  [quote author=ehlibeytin_izinde link=topic=10860.msg67315#msg67315 date=1262287878]
                  Sitede yer yer Risale-i Nur ve Said Nursi hakkında yazılara rastlıyorsunuz. Savunanlar var karşı çıkanlar var. Ancak bu konu zaman zaman gündeme geldiğine göre demek hala kapalı kalan yönler bulunmakta. Ki taraftarları sitedekilerden Said'i sevip okuyacağı umudunu taşıyor olmalılar.

                  Böylece hem onlar için bir sonuç oluşur hem de site Said'i tanımış olur. Şia gözüyle bakalım Said nasıl birisiymiş. Şimdi ben Said'in bazı ayetleri nasıl yorumladığını merak ediyorum. daha doğrusu bir kısmını biliyorum ve burda paylaşılarak şii kardeşlerimin de öğrenmesini istiyorum.

                  Hani Risalei nur seven kardeşlerimiz Said'in yanlış tanıtılıp anlaşıldığını, onun takipçilerinin (özellikle Fethullah gurubu) Said için bir fikir olmayacağını iddia ettiler. ki kısmen de doğru olan bu savunma sonucu değiştirecek mi?

                  Said Nursi'den merak ettiğimiz şu ayetleri nasıl tefsir etmiş?

                  1- Maide 3,
                  2- Maide 55-56
                  3- Maide 67
                  4- Şura 23
                  5- Ali İmran 61
                  6- Ahzab 33
                  7- Maide 6
                  8- Bakara 189
                  9- Sa'd 26
                  10- Bakara 124
                  11- İsra 71-72
                  12- Hud 17
                  13- Bakara 180-182
                  14- Hud 12-13

                  Bunlarla ilgili alıntıları biz de ekleyebilirz ama işi ehline bırakalım..
                  [/quote]
                  BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM.

                  Selamaleykum kardeşlerim..

                  Ehlibeytin izinde abimin yukarıda sorduğu ayetlerin saidi nurside nasıl tefsir edildiğidir..ama mehmet ufukalp kardeşimin ekledikleri bununla alakalı değil bence,yada alakalı da ben anlamadım..soru açık ve net saidi nursi bu ayetleri nasıl TEFSİR etmiş.

                  Lütfen türkçesini yazın sayın mehmet kardeşim..eski türkçe ile değil yeni türkçe ile.

                  Şimdi arkadaşlar abiler soruyu benmi anlamadım yoksa verilen cevabımı anlamadım bana yardımcı olun lütfen..
                  ALLAH'ım Bütün Güzel Sözler Sana Söylemekle Güzeldir,Kırık Dökük de Olsa Kabul Eyle Sözlerimi.

                  Yorum


                    #39
                    Ynt: Ehlibeyt a.s.'a Delalet Olan Ayetleri Said Risalelerde Nasıl Tefsir Etti?

                    Gerçekten Üstad Bediüzzamanın belirtilen ayetlerle ilgili açıklamalarını merak edenler, bu açıklamalara her şekilde ulaşabilirler. Bizlerin konumu, çalışma ortamı sınırlı. Vaktimiz dar. Öyle forumda sık bulunduğumuza bakmayın. Bir taraftan çalışma yaparken bir taraftan mesaj yazmaya çalışıyoruz. Gerçekten merak edenler :

                    www.risaleara.com adresinden tarama yoluyla istedikleri bilgilere ulaşabilirler.

                    Ayrıca, Üstad Bediüzzamana Bediüzzaman Said Nursi ismini milyonlarca müslüman severek vermiş bulunmaktadır. bediüzzaman Said Nursi deki bediüzzaman ve Üstad kelimesi hiç bir başka alim ve önderin makamına tecavüz gibi bir içeriği yoktur. Üstad Bediüzzamana Bediüzzzaman kelimesini kaldırıp, sadece köyünün ismi olan Nurs tan dolayı Nursi kelimesini bile kullanmadan Said diye hitap edip, bir de ehli beyt ahlakını esas aldığını söyleyenlere teessüflerimi bildirmekten başka bir şey diyemiyorum.

                    Bir de Üstad Bediüzzamanın Risaleleri İslam ortak kültürü olan Arapça Farsça Türkçe dillerinin harika bir mozayiği, güzel bir ravzasıdır. Dileyen olduğu gibi okur dileyende okumaz. Bu konuda daha fazla konuşmayacağım. Gerekte duymuyorum. Kimin ne hali varsa görsün.
                    Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
                    Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

                    Yorum


                      #40
                      Ynt: Ehlibeyt a.s.'a Delalet Olan Ayetleri Said Risalelerde Nasıl Tefsir Etti?

                      [quote author=Mehmet UFUKALP link=topic=10860.msg72015#msg72015 date=1265787217]
                      1. Üstad Bediüzzaman küfür ve dinsizlik cereyanlarının en şiddetli zamanında, cahil ve mutaassıp bir sünni toplum içerisinde bulunduğundan muhatapları sünni müslümanlar olduğundan sünni müslümanların algı ve kabiliyetleri mavacehesinde onlara hitaplarını esas alarak değerlendirmek yanıltıcı olacaktır.

                      2. Üstad Bediüzzaman risalelerinde çeşitli vesilelerle söyleyecekleri hakikatlere insanların hazır olmadığını belirtmiştir. Hatta risalelerin bir kısmı mahrem diye telif bile edilmemiştir.

                      3. Bütün bunlarla birlikte Risalei Nurda Ehli Beyt mektebi ile çelişmesi muhtemel hiç bir fikir ve kanaate katılmadığımızı da bildirmeliyim. Yukarıda örneğini Elmeddin kardeşimizin verdiği buğzu ömer meselesine asla katılmadığımı bildirmek isterim. Ve benzerlerine.

                      4. İslami davet cemaati haricinde nurcuların çoğunun mevcut rejimin kontrolünde olduğunu da biliyorum.

                      5. Bütün bunlara rağmen Üstad Bediüzzamanın risalelerinden istifade edilmesi gereken önemli bir islami sima, bir rabbani alim olarak görmekteyim. Ki zaten kendisi ilmini İmam Aliden aldığını beyan etmektedir. Bizi celbeden de budur. Üstad Bediüzzamanın katılmadığımız bir çok görüşü olduğu muhakkak ancak o kendisinden nefret duyulabilecek bir insan asla değildir. Bu konuda ehlibeytinizinde kardeşimin tutumunu hayretle karşılamaktayım.
                      [/quote]


                      Benim gözümde 2 tane Said Nursi var.
                      Birinci Fethullahçıların kontrolündeki İslamla alakası olmayan Said Nursi İkincisi ise İslami cihadı benimsemiş Said Nursi.

                      Yorum


                        #41
                        Ynt: Ehlibeyt a.s.'a Delalet Olan Ayetleri Said Risalelerde Nasıl Tefsir Etti?

                        Bediüzzaman Said Nursi neden sık sık "Bana yazdırıldı" ifadesini kullanma gereğini hissetmiştir?


                        Bediüzzaman, Cenab-ı Hakkın karşısında hadsiz âciz ve fakir olduğunu çok iyi bilen, anlayan ve O’nun dergahına iltica eden bir kişidir. Kader ve cüz’-i irade meselesinde (1) iyilik noktasında meyletmek dışında insanın hiçbir katkısının olmadığını ifade etmesi, “bana yazdırıldı” ifadesiyle paralellik arz etmektedir.

                        Bediüzzaman’da ihlas olmasa bir “İhlas Risalesi”ni yazması veya kadere tam teslim olmasa bir “Kader Risalesi”ni yazması mümkün olmazdı. Şahsını nazara verip Kur’an hakikatlerine perde olmayı asla kabul etmeyen ve kendisini üzüm asması ile üzüm arasında aracılık eden “kuru üzüm çubuğu”na benzeterek âcizâne Kur’an’dan süzülen hakikatlere vasıta olduğunu beyan eden bir kişiliğe sahiptir. (2)

                        Bediüzzaman, genellikle “bana yazdırıldı” ifadesini; isteğinin dışında ve birtakım maddî veya manevî musibetler zamanında yani zındıka komitelerinin Kur’an, iman ve inananlar aleyhine yaptıkları dehşetli planlarını akim bırakacak, onları susturacak ve onları tamir edecek mahiyette olmalarından dolayı kullanma gereğini hissetmektedir.

                        Bütün varlığı, düşünceleri ve hisleri ile iman ve Kur’an hizmetine yoğunlaşan Bediüzzaman; kalbini, "Rabbü'l-Âlemînin arşı" haline getirerek Rabbinin ilhamına mazhar olmuştur.
                        Kelamullah olan Kur’an’ın âyetleri dışındaki ilâhî kelimeler ve hitaplar ilhamdır:

                        “Amma sair kelimât-ı İlâhiye ise, bir kısmı has bir itibar ile ve cüz'î bir ünvan ve hususî bir ismin cüz'î tecellîsiyle ve has bir rububiyetle ve mahsus bir saltanatla ve hususî bir rahmetle zahir olan kelâmdır. Hususiyet ve külliyet cihetinde dereceleri muhteliftir. Ekser ilhamat bu kısımdandır. Fakat derecatı çok mütefavittir (farklıdır). Meselâ, en cüz'îsi ve basiti, hayvanatın ilhamatıdır. Sonra avâm-ı nâsın ilhamatıdır (halkın). Sonra avâm-ı melâikenin ilhamatıdır. Sonra evliya ilhamatıdır. Sonra melâike-i izam ilhamatıdır. İşte, şu sırdandır ki, kalbin telefonuyla vasıtasız münacaat eden bir veli der: “Haddeseni kalbi an Rabbi” Yani, "Kalbim benim Rabbimden haber veriyor." Demiyor, "Rabbü'l-Âlemînden haber veriyor." Hem der: "Kalbim Rabbimin aynasıdır, arşıdır." Demiyor, "Rabbü'l-Âlemînin arşıdır." Çünkü, kabiliyeti miktarınca ve yetmiş bine yakın hicapların (perdelerin) nisbet-i ref'i (kaldırma nisbeti) derecesinde mazhar-ı hitap olabilir.” (3)

                        Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’ların telifinde büyük bir kolaylık ve inayete mazhar olunduğu gayet açıktır. Basit bir mektubu bile yazarken zorlandığımızı ve bir iki saat uğraştığımızı düşünürsek bir asra yakındır mensuplarının hiç elinden düşürmeden okuyup feyiz aldığı Risalelerin birkaç saat içinde hiçbir kaynağa müracaat edilmeden seri ve kolaylıkla yazılması bunu ispat etmektedir.

                        Yirmi Sekizinci Mektubun Üçüncü Meselesinin Tetimmesi Olabilir Küçük ve Hususî Bir Mektup’taki şu ifadeler bu mazhariyeti ifade etmektedir: “Âhiret kardeşlerim ve çalışkan talebelerim Hüsrev Efendi ve Refet Bey, Sözler namındaki envâr-ı Kur’âniyede üç keramet-i Kur’âniyeyi hissediyorduk. Sizler dahi gayret ve şevkinizle bir dördüncüsünü ilâve ettirdiniz. Bildiğimiz üç ise:Birincisi: Telifinde fevkalâde suhulet ve sürattir. Hattâ beş parça olan On Dokuzuncu Mektup, iki üç günde ve her günde üç dört saat zarfında mecmuu on iki saat eder-kitapsız, dağda, bağda telif edildi. Otuzuncu Söz, hastalıklı bir zamanda, beş altı saatte telif edildi. Yirmi Sekizinci Söz olan Cennet bahsi, bir veya iki saatte, Süleyman’ın dere bahçesinde telif edildi. Ben ve Tevfik ile Süleyman bu sürate hayrette kaldık. Ve hâkezâ...” (4)

                        İnsanın iyilik ve şer cihetinin olduğunu, şerri insanın nefsinin istediğini, iyiliği ise Cenab-ı Allah’ın rahmetinin iktiza ettiğini, iyilik ve icatta insanın hissesinin hiç hükmünde olduğunu belirtmek gerekir.

                        Kâinatı, insanı, kısacası kullandığımız her şeyi ve iyiliği seçme yeteneğimiz olan cüz’-i ihtiyarımızı ve cüz’-i irademizi yaratıp bize ihsan eden Rabbimizdir. Dolayısı ile bütün bu hiçten ve yoktan yaratılarak bize ihsan edilen bu nimetlerden istifade ederek yaptığımız her şey Allah’a aittir. “En cüz’î ve en küçük şey, en büyük şey gibi, doğrudan doğruya bütün bu kâinat Hâlıkının kudretinden gelir ve hazinesinden çıkar. Başka surette olamaz. Esbab ise bir perdedir.” (5) Diyen ve kendisini bir vasıta olarak tanıtan Bediüzzaman, Risale-i Nur hesabına iyilik ve icat olarak ne varsa, tamamını Rabbine teslim ederek ubudiyetini ilan etmektedir.

                        Risale-i Nurların rahmet hazinesinden süzüldüğü şüphesizdir. Bu bir mazhariyettir. Buna layık olabilmek için de gerekli alt yapının olması gerekir. Bediüzzaman, görünürde üç ay gibi çok kısa bir medrese eğitimi görmüş olsa bile yüzden fazla kaynak kitabı ezberleyerek gerekli altyapıyı hazırlamış ve bu rahmete mazhariyete layık olmaya hak kazanmıştır.

                        Bediüzzaman, yazdığı hakikatlarin kendi fikri ve malı olmadığını, kendi kalbinde de herkes gibi, bazen ihtiyarı haricinde ve fikri fevkinde hatırına bir hakikat hutur ettiğini, manevî cânibden bir nevi ilham hükmünde, bir güzel nükte ifham edildiğini ifade etmektedir. (6)

                        Bediüzzaman’ın eserleri sünûhât-ı kalbiye (kalbe gelen manalar) olup, bütün âlimlerin tasdik ve takdirine mahzar olmuştur. Onun ilmi sadece çalışarak kazanılacak bir ilim değildir. İlminin Vehbî, yani Allah tarafından ihsan edilen çok geniş bir ilim olduğunu, okudukça kendisine cezbeden hârika Nur Risâleleri göstermektedir. (7)

                        “Bana yazdırıldı” ifadesini destekleyen “kalbe gelen manalar”la yani “sünuhat”la ilgili mevzular aşağıya derc edilmiştir:

                        “Ne vakit Cenâb-ı Hakkın rahmetinden kalbe sünuhat (manalar) gelse, tedricen size yazılır.” (8)

                        “Maatteessüf şimdilik sünuhattan başka ilmî mesâille iştigalime mâni bazı haller var. Onun için, sualinize göre cevap veremiyorum. Eğer sünuhat-ı kalbiye olsa, bilmecburiye meşgul oluyorum. Bazı sualler sünuhata tevafuk ettiği için cevap verilir; gücenmeyiniz.” (9)

                        “Kur’ân’ın dahi çekirdekleri ve parlak bir kısım sûrelerin başlarında pırlanta gibi görünmeleri ve çok sünûhatı tesbihatta başlayan Risale-i Nur’un dahi hakiki madenleri ve esasları ve hakikatlerinin çekirdekleridirler.” (10)

                        “Birden hatıra geldi ki: Bu üç farkın sırrı ise Risaletü’n-Nur’un mertebesi üçüncüde olmasıdır. Yani vahiy değil ve olamaz. Hem umumiyetle dahi ilham değil, belki ekseriyetle Kur’ân’ın feyziyle ve medediyle kalbe gelen sünuhat ve istihracat-ı Kur’âniyedir (Kur’an’dan çıkartılan manalardır.)”
                        (11)

                        “Fakat, maatteessüf, bir iki senedir telif vazifesi tevakkuf etmiş (durmuş). Risale-i Nur’un mesâili, ilimle, fikirle, niyetle ve kastî bir ihtiyarla değil; ekseriyet-i mutlakayla sünuhat, zuhurat, ihtarât ile oluyor. Bu dokuz berahine şimdi ihtiyac-ı hakikî kalmamış ki, telife sevk olunmuyoruz.” (12)

                        “Kardeşim Hüsrev, Lütfi, Rüştü, … Hakaike dair mesâilde külliyatları ve bazan da tafsilâtları sünuhat-ı ilhâmiye nev’inden olduğundan, hemen umumiyetle şüphesizdir, kat’îdir. Onların hususunda sizlere bazı müracaat ve istişarem, tarz-ı telâkkisine dairdir. Onlar hakikat ve hak olduklarına dair değildir. Çünkü, hakikat olduklarına tereddüdüm kalmıyor.”

                        “Molla Said, Bitlis’te iken on beş-on altı yaşlarında idi; henüz sinn-i bülûğa vasıl olmuştu. O zamana kadar bütün malûmatı "sünûhat" kabîlinden olduğu için uzun uzadıya mütalaaya lüzûm görmezdi. Fakat, o zaman sinn-i bülûğa vasıl olduğundan mı veyahut siyasete karıştığından mı, her nedense, eski sünûhat yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Bunun üzerine her türlü fenne ait eserleri tetkike koyuldu.” (13)

                        Bir de Bediüzzaman’ın kesbî (çalışarak elde edilen) ilmi ile vehbî (Allah tarafından ilham edilen) ilmi konusunda şahitlik eden ve çağdaşları olan değerli şahısların sözlerine bir göz atalım:


                        Bayram Yüksel anlatıyor:

                        “1961'de Mustafa Polat'la merhum Hasan Basri Çantay'ı ziyarete gitmiştik. Mustafa Polat; Neden Üstad tarzında eser yazmadınız?” diye sordu. O da;

                        “Kardeşim, sizler Üstadın nasıl bir insan olduğunu bilmiyorsunuz. Kimse Üstadla mukayese edilemez. Onun kulağına üfleyen vardı. Onun fiş takacağı yeri vardı. Bizim fiş takacak yerimiz yok.”

                        "Kardeşim, sizi tebrik ederim. Bizler Üstadın sayesinde müellif olduk. Bizler korkumuzdan ne eser yazabiliyorduk ve ne de kimseye anlatabiliyorduk. Üstad Hazretleri Risale-i Nurları te'lif etmeye başladı; hem Türkiye'de okuma çığırı açtı, hem de hapishanelerde dayak, kelepçe, açlık, susuzluk her zulme tahammül etti. Fakat onun ihlâsı, onun şefkati, onun merhameti, onun tevazuu, onun şecaati ve kahramanlığı her şeye galip geldi.”

                        Mehmed Kırkıncı Ömer Nasuhi Bilmen’den naklediyor:

                        “Bediüzzaman ile Dar’ül Hikmet-ül İslamiye’de iken tanışmıştım. Bütün İstanbul ulemasının takdirlerini kazanmıştı. Ben bizzat birkaç kez sohbetinde bulundum. O dönemde yazdığı bütün makalelerini okudum. Fikirlerinde fevkalade bir tesir vardı. Telif ettiği eserlerden yalnızca Sözler isimli eserini mütalaa ettim, harikulade bir eserdi. Doğrusu ilm-i kelamda bir tecdit hareketi yaptı. İmanın bütün rükünlerini kemal-i vuzuhla ortaya koydu. Cenab-ı Hak bu millet-i İslamiyeyi sahipsiz bırakmamıştır. Her asırda büyük müçtehitler, mücedditler ve mürşitler göndermiştir. Bediüzzaman da o zatlardan birisidir. O, cebir ve kuvvetin, zulüm ve tahakkümün hüküm ferma olduğu bu devirde gönderilmiştir.”

                        Bayram Yüksel anlatıyor: “Bir zaman Profesör Ali Fuat Başgil, 'Üstadın ilmine hayranım. Bizim tahsil ettiğimiz ilimle Üstadın ilmi mukayese edilemez. Üstada Cenab-ı Hak öyle bir ilim nasib etmiş ki; umman gibi, aştıkça kabarıyor. Bir deniz ki içine girdikçe giriliyor. Bundaki ilmin ucu bucağı yoktur. Diğer eserleri, ilimleri müstesna, yalnız Türkiye'de Osmanlı lisanını muhafaza ettiği kâfidir. Çünkü onun eserleri aynı zamanda Osmanlı lisanını muhafaza ediyor' demişti.

                        Eski Diyanet Reislerinden Hasan Fehmi Başoğlu, Hz. Üstadı meşrutiyette tanımış ve onu ziyaret imkânı bulmuş ve Bediüzzaman hazretleri ile tanışmasını şöyle anlatıyor.” Ben Meşrutiyette Fatih medresesinde okurken, Bediüzzaman hazretlerinin İstanbul’a gelip, bir handa yerleştiğini ve hatta odanın kapısında; ‘Burada her müşkül hallolur, her meseleye cevap verilir. Fakat sual sorulmaz.’ diye levha astığını işittim. Bu hale bir türlü akıl erdiremedim. Bediüzzaman hakkında sitayişkâr sözleri mübalağa kabul ediyordum. Ulema ve talebe gruplarının kendisini ziyaret ve hayranlıklarını işitince tevali eden tavsiyeler üzerine bende de bir ziyaret arzusu uyandı. Kat’i karar verdim ki; en güç ve en ince meselelerden sualler tertip edip sorayım. Ben de o zaman medresenin ileri gelenlerinden sayılıyordum. Nihayet bir gece en müşkül ilm-i kelam meselelerinden gayet derin ve birkaç kitapla ancak izah ne ifade edilebilen birkaç mevzu seçtim, ziyaretine gittim. Suallerimi tevcih ettim. Aldığım cevaplar çok harika ve acip olmuştu. Aynen benim hazırladığım tarzda, sanki akşam beraber imişiz ve kitaplara beraber bakıyormuşuz gibi cevaplar verdi. Ben tam tatmin oldum. Ve bizzat anladım ki; onun ilmi, bizimki gibi kesbi değil, Vehbi idi. (14)

                        Sözü yine Bediüzzaman’ın kendisine bırakıyoruz:

                        "Ben lâyık değilim. Haddim de değil. Ben bir hizmetkârım; çekirdek gibi çürüdüm, gittim. Risale-i Nur ise, Kur’ân-ı Hakîmin tefsiridir, mânâsıdır. Hemen herkesin dediği gibi ‘Hatırıma geldi.’ yahut ‘Fikrime geldi.’ yahut ‘Fikrime ihtar edildi.’ gibi tabirleri herkes istimal ediyor. Benim de bunu söylemekten maksadım bu ki: ‘Benim hünerim, benim zekâm değil. Sünuhat kabilinden.’ demektir.” (15)

                        Görüldüğü üzere Bediüzzaman’ın Vehbi ilmine şahitlik eden âlim zatlar olduğu gibi bizzat Risale-i Nurların kendisi de buna şahittirler. Dolayısı ile onun Allah’ın inayeti ile yazılmış veya yazdırılmış harika eserler için; “bana yazdırıldı” demesi Rabbini ve sonuçta da kendini bilmesi anlamına gelmektedir. Ayarıca her bir risalesini Allah’ın Bakara Sûresi: 32. âyette dikte ettirdiği; “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” mealindeki “Sübhaneke la ilmelena illa ma allemtena inneke ente’l-alimü’l-hakîm.” Kelamıyla bitirmesi başka söze ihtiyaç bırakmamaktadır.

                        Kaynaklar:

                        1- Nursi, Bediüzzaman Said, Sözler 427, Y.A.N. İstanbul
                        2- A.g.e., s: 436
                        3- A.g.e., 123
                        4- Nursi, Bediüzzaman Said, Mektubat, Sayfa 343, Y.A.N. İstanbul
                        5- Nursi, Bediüzzaman Said, Lemalar, 11. Rica, s: 240, Y.A.N. İstanbul
                        6- Nursi, Bediüzzaman Said, Sirâcü'n-Nûr - s.2303
                        7- Nursi, Bediüzzaman Said, Sözler, Sayfa 709, Y.A.N. İstanbul
                        8- Nursi, Bediüzzaman Said, Mektubat, Sayfa 377, Y.A.N. İstanbul
                        9- Nursi, Bediüzzaman Said, Lem'alar, Sayfa 93, Y.A.N. İstanbul
                        10- Nursi, Bediüzzaman Said, Şualar, Sayfa 212, Y.A.N. İstanbul
                        11- A.g.e., Sayfa 615
                        12- Nursi, Bediüzzaman Said, Kastamonu Lahikası, Sayfa 163, Y.A.N. İstanbul
                        13- Nursi, Bediüzzaman Said, Tarihçe-i Hayat, Sayfa 40, Y.A.N. İstanbul
                        14- forum.ilkvahiy.net/.../bazi-alimlerin-said-nursi-hazretleri-hakkindaki-gorusleri-12900
                        15- Nursi, Bediüzzaman Said, Emirdağ Lahikası, Sayfa 361, Y.A.N. İstanbul

                        Kadir Aytar
                        Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
                        Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

                        Yorum


                          #42
                          Ynt: Ehlibeyt a.s.'a Delalet Olan Ayetleri Said Risalelerde Nasıl Tefsir Etti?

                          afedersiniz ama ben hiçbir şey anlayamıyorum adamın yazdıklarında. çok fazla yabancı kelime var..
                          Hüseyin'in şehadeti üzre müminlerin kalbinde bir aşk vardır, o aşk asla soğumaz.
                          Hz.Peygamber (saa)

                          Yorum


                            #43
                            Ynt: Ehlibeyt a.s.'a Delalet Olan Ayetleri Said Risalelerde Nasıl Tefsir Etti?

                            selamunaleykum
                            mehmet kardeşim sanırım ne halt ederseniz edin sözünü bana söylediniz çok kırıcı ama neyse önemli değil ben gerçekten samimi olarak sormuştum
                            allahın yardımı ile cevabı kendim veririm kardeşimize.
                            bu arada dün said nursiden bir yazı okudum meşrutiyetle ilgili buraya aktarmayı düşünüyorum müsait bir zamanda inşaallah
                            allaha emanet olun
                            "eğer sıffinde engellenebilseydi cansız kuranın mızraklanışı o zaman kerbelada mızraklanmazdı canlı kuranın başı"

                            Yorum


                              #44
                              Ynt: Ehlibeyt a.s.'a Delalet Olan Ayetleri Said Risalelerde Nasıl Tefsir Etti?

                              [quote author=muttaki link=topic=10860.msg72095#msg72095 date=1265877998]
                              selamunaleykum
                              mehmet kardeşim sanırım ne halt ederseniz edin sözünü bana söylediniz çok kırıcı ama neyse önemli değil ben gerçekten samimi olarak sormuştum
                              allahın yardımı ile cevabı kendim veririm kardeşimize.
                              bu arada dün said nursiden bir yazı okudum meşrutiyetle ilgili buraya aktarmayı düşünüyorum müsait bir zamanda inşaallah
                              allaha emanet olun
                              [/quote]

                              Ben "Kimin ne hali varsa görsün." dedim, ne halt ederseniz edin demedim.
                              Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
                              Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

                              Yorum


                                #45
                                Ynt: Ehlibeyt a.s.'a Delalet Olan Ayetleri Said Risalelerde Nasıl Tefsir Etti?

                                [quote author=Mehmet UFUKALP link=topic=10860.msg72098#msg72098 date=1265880069]
                                [quote author=muttaki link=topic=10860.msg72095#msg72095 date=1265877998]
                                selamunaleykum
                                mehmet kardeşim sanırım ne halt ederseniz edin sözünü bana söylediniz çok kırıcı ama neyse önemli değil ben gerçekten samimi olarak sormuştum
                                allahın yardımı ile cevabı kendim veririm kardeşimize.
                                bu arada dün said nursiden bir yazı okudum meşrutiyetle ilgili buraya aktarmayı düşünüyorum müsait bir zamanda inşaallah
                                allaha emanet olun
                                [/quote]

                                Ben "Kimin ne hali varsa görsün." dedim, ne halt ederseniz edin demedim.
                                [/quote]özür dilerim yanlış hatırlamışım
                                "eğer sıffinde engellenebilseydi cansız kuranın mızraklanışı o zaman kerbelada mızraklanmazdı canlı kuranın başı"

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X