Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Hz. Ebu Talib’in İmanıyla ilgli

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Hz. Ebu Talib’in İmanıyla ilgli

    Soru :Bildiğiniz gibi, Ehl-i Sünnet, Hz. Ali'nin (a.s) babası Ebu Talib'in iman etmeden dünyadan gittiğini iddia ediyor ve bu konuda bir hadis bile naklediyorlar. Allah Resulü'nden. Ehl-i Beyt mektebinde ise bunun böyle olmadığı görüşü hakim. Mümkün olduğu takdirde her iki tarafın görüşlerini ve en önemli delillerini zikredip bizim için değerlendirirseniz minnettar oluruz. Allah sizden razı olsun.







    Cevap: Muhterem kardeşim, size bahsettiğiniz konuyu geniş bir şekilde inceleyen ve Hz. Ebu Talib'in imanını ispat eden bir yazıyı takdim ediyoruz. İnşaallah bu yazıda yeterli cevabı bulacağınıza inanıyoruz. Allah'a emanet olun.




    EBUTALİB (A.S)



    Ebu Talib'in imanı geçmişten günümüze kadar Ehl-i Beyt mektebi ile diğer mektepler arasında tartışma konusu olmuştur. Bir çokları onun (Allah'a sığınırız) imansız dünyadan göçtüğüne inanmaktadır. Ama Ehl-i Beyt mektebinde onun mü'min olarak dünyadan göçtüğü hususunda asla şüphe edilmemiştir.



    Mezkur şahıslar Resulullah'ın (s.a.a) bu fedakar koruyucusunun küfrüne hükmederken tarih, hadis ve tefsir kitaplarından naklettikleri zayıf ve meçhul rivayetlere dayanmışlardır.



    Şiî alimler ile bazı insaflı Ehlisünnet alimleri Ebu Talib'in imanını ispat etmek için birçok kitaplar, makaleler ve risaleler yazmışlardır. Böylece muhaliflerin ithamlarına cevap vermeye çalışmışlardır ki, bu kitaplardan çoğunun ismi bibliyografı bölümünde yer almıştır.



    İslam araştırmacılarına göre Ebu Talib'e istinat edilen bu asılsız iddialar, Beni Ümeyye'nin, Hz. Ali'ye olan düşmanlığı yüzünden uydurulmuştur.



    Muhalifler Ali'ye (a.s) dil uzatamayınca babasına saldırma yoluyla Hz. Ali'nin ilahi makamını düşürmeye çalıştılar. Biz bu makalede Beni Ümeyye tarafından uydurulan iftiralar yüzünden nurlu çehresi gizli kalan bu yüce şahsiyetin, imanı sayesinde ulaştığı makamını aşikar etmeğe ve onun hayatının çeşitli boyutlarına ışık tutmağa çalışacağız:







    Doğumu ve İsmi:


    Ebu Talib Peygamberin (s.a.a) amcası, en büyük destekçisi ve Hz. Ali'nin de babasıdır.



    Ebu Talib, Hz. Rasulullah'tan (s.a.a) 35 yıl önce doğdu.[1]



    Adı "Abdumenaf"dır. İmam Sadık'ın (a.s) rivayetine göre Abdulmuttalib'in vasiyetinde bu husus kesin bir şekilde açıklanmıştır.[2]



    Bazıları onun adının "İmran" olduğunu söylemişlerdir ve Hz. Rasulullah'ın (s.a.s) ziyaretnamelerinin birinde şu tabirin yer aldığını delil göstermişlerdir.



    "Esselamu aleyke ya Resulullah .... Esselamu ala ammike İmran'e Ebi Talib."[3]

    Büyük oğlunun adı Talib olduğundan, künyesi de Ebu Talib'dir.



    Ebu Talib'in Anne ve Babası:



    Annesi Amr b. Aiz'in kızı Fatıma'dır.[4] Babası Abdulmuttalib'tir. (Abdulmuttalib hicretten 127 yıl önce Mekke' de doğmuştur.) Abdulmuttalib uzun boylu ve beyaz çehreliydi.



    İmam Ali (a.s), Abdulmuttalib'in isminin Amr olduğunu söylemiştir. Bazıları da "Şeybe" olduğunu demişlerdir. Şeybe denilmesinin sebebi ise doğduğu zaman saçlarında ak olmasıydı. Künyesi "Ebu'l Haris"dir. Ve ihsan sahibi olduğundan dolayı "Feyyaz" lakabını almıştır.



    "Zirikli'nin" nakline göre: Abdulmuttalib, miladi 520 yılından 579 yılına kadar Mekke'nin hakimiydi ve vatanını Habeşliler' in yağma ve baskınlarından korumuştur. (El-A'lam 4 / 154)



    İmam Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Kıyamet gününde Abdulmuttalib, padişahlara mahsus güzellik ile peygamberlerin nişaneleri yüzünde olduğu bir halde tek ümmet olarak haşr olunacaktır."



    Hz. Peygamberin (s.a.a) Hz. Ali'ye yaptığı vasiyette şöyle yer almaktadır:



    "Abdulmuttalib'in uyguladığı beş sünneti İslam da tasvip etmiş ve uygulamaya koymuştur. Bu beş sünnet şunlardır:



    1) Oğlun babasının hanımıyla (üvey anneyle) evlenmesini yasaklaması.



    2) Bulduğu hazinenin humsunu (beşte birini) vermesi.



    3) Zemzem kuyusunu açarak onu hacıların sekayesi (hacıların sudan istifade ettiği yer) olmasını sağlaması.



    4) (Kasıtsız olarak) bir insanı öldürmenin diyetini 100 deve olarak belirlemesi.



    5) Kâbe'nin etrafının yedi kez tavaf edilmesi. "



    Abdulmuttalib asla putlara tapmadı ve putlar adına kesilen bir hayvanın etini de yemedi. O şöyle buyurmaktaydı: "Ben ceddim İbrahim'in (a.s) dini üzereyim."



    Abdulmuttalib, sürekli Peygamberin (s.a.a) korunmasını emrederdi. Bu konuda Ebu Talib'e şöyle buyurdu: "Sana bir şeyi tavsiye etmek istiyorum." Ebu Talib; "O nedir?" diye sorunca şöyle dedi:



    "Ey oğlum! Sana kendimden sonra göz nurum Muhammed'e iyi bakmanı tavsiye ediyorum. Onun ne ölçüde bana yakın ve yanımda ne kadar değerli olduğunu biliyorsun. Onun değerini bil ve ona saygılı davran. Sağ olduğun müddetçe onu kendinden ayırma; onu koru ve ona hürmette kusur etme."



    Yine, çocuklarına hitaben şöyle diyordu: "Muhammed'e (s.a.a) saygı gösterin, ona iyilikte kusur etmeyin. Yakın gelecekte onun büyük makamını göreceksiniz."



    Kavmine de hitap ederek şöyle hitap ediyordu: Oğlum Muhammed b. Abdullah' a iyi bakın. Ona saygılı davranın; ona iyilik edin ve eziyet etmekten sakının."



    İbni Sa'd'den nakledildiğine göre Abdulmuttalib 72 yaşında vefat etti ve Hucun'da (Mekke dağlarından birinin adıdır ve Mekke halkının kabristanlığıdır) defnedildi.



    İbn-i Sa'd Abdulmuttalib'in 110 ve 120 yaşında vefat ettiğini söyleyen rivayetleri de nakletmiştir.



    Rasulullah'ı (s.a.a) Koruyuculuğu:


    Abdulmuttalib'in vefatından sonra, Ebu Talib kendisine edilen vasiyet üzerine kardeşi oğlu Muhammed'i (s.a.a) kendi himayesine aldı.[5]



    Fatıma bint-i Esed şöyle diyor: Abdulmuttalib vefat edince, Ebu Talib Rasulullah'ın koruyuculuğunu üstlendi. Ben Rasulullah'a bakıyordum, o ise beni anne diye çağırıyordu.[6]



    İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Cebrail Resulullah'a (s.a.a) gelerek şöyle dedi: Ey Muhammed, Rabbin sana selam gönderiyor ve 'Seni dünyaya getiren sülbe, sana hamile kalan kadına ve seni yetiştiren ve sorumluluğunu üstlenen şahsa ateşi haram kıldım.' diyor. Sonra şöyle devam etti: "Mezkur sülb baban Abdullah b. Abdulmuttalib'dir ve sana hamile olan Amine bint-i Veheb'tir ve seni terbiye eden ise Ebu Talib'tir."[7]



    İbn-i Ebi'l-Hadid şöyle diyor: Ebu Cafer Muhammed b. Habib'in Emali adlı kitabında şöyle okudum: Ebu Talib Rasulullah'ı (s.a.a) gördüğünde ağlayarak şöyle derdi: "Onu gördüğüm zaman kardeşim Abdullah'ı hatırlıyorum." Ebu Talib çok zamanlar Rasulullah'ın yattığı yerin düşmanlar tarafından öğrenilmesinden korkuyordu ve bu sebeple Rasulullah'ı yerinden kaldırıp Hz. Ali'yi onun yerine yatırıyordu.[8]



    Şam Seferi:

    Ebu Talib ticaret maksadıyla Şam'a doğru sefere çıkmak üzere idi. Muhammed, Ebu Talib'e doğru koşarak devesinin dizgininden tuttu ve şöyle dedi: "Amca! beni kime bırakıyorsun? Benim ne babam var, ne de annem!" Bu sözler Ebu Talib'in kalbine ok gibi işledi; bunun üzerine, "Allah'a andolsun, bizden ayrı kalmasın diye onu da kendimle götüreceğim." dedi.



    Böylece Peygamber de bu sefere katıldı. Kafile Şam topraklarına ulaşmıştı. Yol üstünde bulunan bir kilisede Buheyra isimli bir rahip yaşıyordu. Kervan Buheyra'nın kilisesinin çevresinde konaklamıştı. Rahip gökyüzünde bir bulutun kervandaki bir kişinin (Peygamberin) başına gölge ettiğini gördü. Bir ağacın gölgesi altına gelmesine rağmen o bulutun gölgesi kendisinden ayrılmadı.



    Bunun üzerine Buheyra ziyafet hazırlığı yaptı ve birini göndererek kafilede bulunan herkesi kendi adına şöyle davet etmesini istedi: "Ey Kureyşliler küçük-büyük, hür-köle, hepinizin soframda hazır olmasını istiyorum." dedi.



    Kafiledekiler Buheyra'nın davetini kabul ettiler ve Hz. Muhammed'i. (s.a.a) çocuk olduğundan dolayı bir ağacın altındaki yüklerin yanındâ yalnız bıraktılar. Buheyra oradakilere baktı ve söylenen özelliklere sahip birini göremeyince şöyle dedi: Ey Kureyşliler bu yemekten hiçbir kimse yememiş kalmasın! Oradakiler: "Eşyalarımızın yanında bıraktığımız küçük bir çocuktan başka hiçbir kimse kalmadı." dediler. Buheyra, "Böyle olmaz, onun da bu sofraya gelmesini istiyorum." dedi.



    Buheyra Hz. Muhammed'i görünce, gözünü hayretle ona dikti ve şöyle dedi: "Ey genç! Lat ve Uzza aşkına sorduğum sorulara cevap ver." Bunun üzerine Hz. Muhammed, "Lat ve Uzza adına yemin ederek benden hiç bir şey sorma! "diye cevap verdi.



    Buheyra: "O halde Allah'a yemin ediyorum!" deyince Peygamber (s.a.a) "sor" dedi. Buheyra uykusu ve onun diğer özellikleriyle ilgili bazı şeyleri sordu ve Peygamber cevap verdi. Bütün bu cevaplar Buheyra'nın bilgisiyle uyum içindeydi.



    Daha sonra Hz. Muhammed'in iki omuzu arasındaki nübüvvet mührünü görünce, Ebu Talibe gelerek, "İlahî kitaplarda bu çocuğun Peygamber olacağı bildirilmiştir ve Ebu Talib'i geri dönmeye ikna etmeye çalışarak; "Sakın bu çocuğu Yahudiler görmesin, zira Yahudiler ona düşmandır."[9] dedi.



    Hz. Muhammed'in Hz. Hatice İle Evlenmesi:




    Hz. Muhammed (s.a.a) Hatice'nin kendisiyle evlenmeye eğilimi olduğunu duyunca amcasını bu olaydan haberdar kıldı ve Ebu Talib'i Hatice'ye görücü gönderdi.[10]



    Ebu Talib evlilik akdini şöyle okudu:

    "Allah' a şükürler olsun ki bize İbrahim ve oğlu İsmail' in zürriyetinden olma şerefi ile bizi değerli bir şehir, haccedilen bir evle şereflendirdi ve diğer insanlardan üstün kıldı."



    "Muhammed, kardeşim Abdullah'ın oğludur. Kureyş'ten hiçbir genç ondan değerli değildir. İyilik, fazilet, ileri görüşlülük, akıl ve fikir bakımından hiç kimse ona ulaşamaz. Gerçi mal bakımından fa- kirdir. Mal da ebedi olmayan bir gölge ve geri alınacak bir emanettir."



    "O, Hatice'yi istiyor. Hatice de onu istiyor. Mehir olarak istediklerinizi ben uhdeme alıyorum. Allah' a yemin ederim ki, bundan sonra onun evrensel bir mesajı ve büyük bir makamı olacaktır."[11]





    Ebu Talib'in, Risaleti Desteklemesi ve Genel Davetin Başlangıcı:



    İbn-i İshak şöyle yazıyor: Resulullah kavmine İslâm' ı tebliğ edip davetini onlara Allah'ın buyurduğu şekilde açıklayınca akrabaları ondan ayrılmadı ve ona itiraz etmediler. Ama Resulullah onların putlarını tahkir edince bu onlara ağır geldi. Allah'ın, İslam nuruyla koruduğu bir avuç kimseler dışında hepsi ona karşı cephe aldı. İşte bu ortamda Ebu Talib Resulullah'ın yardımına koştu. Böylece Peygamber de huzur ve ümit içinde risaletini eda ediyordu. Dolayısıyla hiçbir şey ona engel olamıyordu.



    Kureyş, Peygamberin kendi ilahlarına kötü söylediğini Ebu Talib'e şikayet ettiklerinde Ebu Talib Peygambere gelerek şöyle dedi: "Yeğenim! Kavmim bana gelerek şikayette bulundular. Hem bana hem de kendine bir lütufta bulun da gücümün dışında kalan bir şey yapma."



    Resulullah şöyle buyurdu: "Allah'a andolsun ki, güneşi sağ elime ve ayı da sol elime verecek olsalar yine de davamdan vazgeçmem. Ya Allah dinini galip kılacak, ya da bu yolda öldürülünceye kadar çalışacağım. "



    Peygamber daha sonra ağladı. Gitmek istediğinde Ebu Talib ona "Yeğenim geri dön." diye seslendi. Resulullah da geri dönünce Ebu Talib şöyle dedi: "Git ve ne istiyorsan söyle. Allah'a andolsun ki seni asla onlara teslim etmeyeceğim."[12]



    Bir rivayette de yer aldığı üzere Ebu Talib Ali'ye, "Oğlum seçtiğin bu din nedir?" diye sordu. Ali (a.s): "Baba, ben Allah'a ve Resulü'ne iman ettim. Peygamberin elçiliğini tasdik ettim. Allah için onunla namaz kıldım ve kendisine tabi oldum." dedi.



    Ebu Talib ise cevap olarak şöyle buyurdu: "İyi bil ki Peygamber seni iyilikten başka bir şeye davet etmemiştir. O halde ona tabi ol."[13]



    Seyyid Fehhar şöyle yazıyor: Bir gün Ebu Talib, oğlu Cafer ile birlikte yürürken Peygamber ile Ali'nin namaz kıldığını gördü. Ebu Talib, oğlu Cafer'e: "Amcanın oğluna katıl." diye buyurdu. Böylece Cafer de Resulullah ve Ali ile birlikte namaz kıldı. Bu esnada Ebu Talib şu şiiri okudu:



    "Ali ve Cafer musibet ve zorluk anlarında benim dayanaklarımdır. Onu yalnız bırakmayın ve amcanızın oğluna yardım ediniz. O amcanız kardeşlerimiz arasında bir anne ve babadanız .



    Allah'a andolsun ki, onu yardımsız bırakmayacağım. Oğullarım arasında temiz nesepli olanlar onu yalnız bırakmayacaktır."[14]



    Şeyh Mufid şöyle demiştir: "Ebu Talib'in iman ettiğinin bir delili de oğlu Ali ve Cafer'e Resulullullah'a itaat etmelerini emretmesidir."

    Ebu Talib kardeşi Hamza'ya da Resulullah'a (s.a.a) yardım hususunda şöyle buyurdu:



    "Ey Hamza! Ahmed'in dininde sabırlı olmak gerekir. Bu dine yardımcı ol ki, bu sabır sayesinde tevfik kazanasın. Rabbinden hak ile geleni savun. Bu yolda sadık ve azimli ol. Hakkı asla gizleme. 'O' na i'inan ettim' demen beni çok sevindirdi. O halde Allah için Resulullah' a yardımcı ol."[15]



    İbn-i Sa'd şöyle diyor: Kureyş İslam'ın aşikâr olduğunu ve Müslümanların Kâbe'nin etrafında toplandığını görünce paniğe kapılıp Ebu Talib'in yanına koştular ve şöyle dediler: "Sen hepimizden üstünsün, efendimizsin. Bu akılsızların yeğenine uyarak neler yaptığını görüyor musun? İlahlarımızı terk edip bizlere dil uzatıyor ve cahil olduğumuzu söylüyorlar."



    Ammare b. Velid' i de beraberinde getiren Kureyşliler sözlerine şöyle devam ettiler: "Biz sana Kureyş gençlerinin en güzelini , yücesini ve tatlısını getirdik." dediler. "Onu sana veriyoruz. Sana yardımcı olur. Sen de yeğenini bize teslim et ki, onu öldürelim. Zira bu iş kabilemiz için daha hayırlı bir sonuçtur."



    Ebu Talib: "Benimle insaflı konuşmadınız." dedi. "Siz, yeğeninize bakmam için bana veriyorsunuz. Ama kendi yeğenimi öldürmeniz için sizlere teslim etmemi istiyorsunuz. Hayır, bu insaf değildir."



    Onlar, "O halde yeğenini çağır da onunla insaflı konuşalım." dediler. Resulullah (s.a.a) gelince Ebu Talib şöyle dedi: "Ey yeğenim! Bunlar amcaların ve kavminin büyükleridir. Seninle insaflı bir şekilde konuşmak istiyorlar." Resulullah (s.a.a): "Sözünüzü söyleyin, ben sizleri dinliyorum" dedi.



    Onlar dediler ki: "Bizi ilahlarımızla baş başa bırak. Biz de seni ilahınla baş başa bırakalım." İbn-i Saa'd'ın nakline göre, Ebu Talib: "Bunlar insaflı konuşuyorlar. Kabul et." dedi. Resulullah şöyle buyurdu: "Sizin bu teklifinizi kabullenirsem, sizleri Arapların padişahı kılacak ve Arap olmayanların da karşınızda hor ve hakir olmasını sağlayacak bir kelimeyi dile getirmeye hazır mısınız?"



    Ebu Cehil şöyle dedi: "Evet bu yararlı bir sözdür. Evet babana andolsun ki, onu ve benzeri onlarca kelimeyi de deriz."



    Resulullah: "O halde 'lailahe illallah' deyiniz" diye buyurdu. Bu sözden dolayı kızarak kalkıp oradan ayrıldılar. Kendi aralarında, şöyle dediler: "Artık asla onun yanına dönmeyeceğiz. En iyisi onu habersizce katledelim." dediler.



    O gece Resulullah'tan bir haber alınamadı. Ebu Talib ve Peygamberin amcaları Peygamberin ikamet etmekte olduğu yere geldiler, ama Peygamberi bulamadılar. Ebu Talib, Haşimoğulları ve Muttalib oğullarından bir grup genci etrafına toplayarak onlara şöyle dedi: "Hepiniz keskin bir kılıç alıp benimle gelin. Her biriniz Kureyş büyüklerinden birinin, özellikle de Ebu Cehil'in yanına oturun. Eğer Muhammed öldürülmüş ise Ebu Cehil de yaşamamalıdır." Gençler de: "Dediğini yerine getireceğiz." dediler.



    Bu esnada Zeyd b. Harise geldi. Ebu Talib, "Yeğenimi görmedin mi?" diye sordu. Harise: "Gördüm, az önce birlikteydik." diye cevap verdi. Ebu Talib şöyle dedi: "Onu görmedikçe eve gitmeyeceğim."



    Zeyd hemen "Safa" kenarındaki bir evde Müslümanlarla konuşmakta olan Resulullah'ın (s.a.a) yanına vardı ve durumu kendisine iletti. Resulullah kalkıp Ebu Talib'in yanına geldi. Ebu Talib şöyle dedi: "Yeğenim, neredeydin? İyi misin?" Resulullah (s.a.a) "Evet" diye buyurdu. Daha sonra Ebu Talib "Evine git:" dedi. Resulullah (s.a.a) da kalkıp evine gitti.



    Sabahleyin Ebu Talib Resulullah'ın (s.a.a) elinden tutarak Haşim oğulları ve Abdulmuttalib oğullarından bir grup ile birlikte Kureyşliler'in yanına geldi ve şöyle dedi:



    "Ey Kureyşliler! Acaba ne yapmak istediğimi biliyor muydunuz?" Onlar, "Hayır" deyince Ebu Talib onlar hakkında almış olduğu kararını açıkladı ve beraberindeki gençlerden kılıçlarını çıkarmalarını istedi. Gençler de beraberlerinde bulundurdukları keskin kılıçlarını çıkartıp gösterdiler. Ebu Talib daha sonra şöyle dedi: "Allah'a andolsun eğer Muhaınmed'i öldürmüş olsaydınız, sizleri yok edinceye kadar savaşırdım." Bu sözler karşısında Kureyşliler özellikle de Ebu Cehil dehşete kapıldı.[16]







    İbn-uz Zab'ari'nin Hikayesi:




    Rivayette yer aldığı üzere bir gün Resulullah (s.a.a) namaz kılmak için Kâbe'ye gitti. Namaza durunca, Ebu Cehil etrafındakilere şöyle dedi:



    "Kim bu adamın yanına gidip namazını bozabilir?"



    İbn'uz Zab'ari adında birisi elini hayvan pisliğine ve kana sürerek Resulullah'ın yüzüne sürdü.



    Resulullah namazdan çıkarak amcası Ebu Talib'in yanına gitti ve "Amcacığım, bana ne yaptıklarını görmüyor musun?" dedi. Ebu Talib "kim yaptı?" diye sorunca Resulullah, "Abdullah b. Zab'ari" diye cevab verdi. '



    Ebu Talib kılıcını alarak Kureyşlilerin yanına gitti. Onlar Ebu Talib'i görünce ayağa kalkmak istediler. Ebu Talib onlara şöyle dedi: Allah'a andolsun yerinden kalkanı kılıcımla oturturum."



    Ebu Talib daha sonra eline bir miktar hayvan pisliği alarak onların yüz, sakal ve elbiselerine sürdü ve onlara ağır sözler söyledi.[17]



    Kureyş Vesikası:



    Ebut Talib, Kureyş'in, Resululah'ı (s.a.a) öldürmeye kesin karar aldığını duyunca şöyle dedi:



    "Allah'a andolsun ki, beni defnetmedikleri müddetçe sana dokunamazlar, sen benim hayrımı dileyerek davet ettin, sen sadıksın (söylediğin doğrudur) ve eminsin. Sen dinlerin en hayırlısını getirdin."



    Ebu-l Futuh Razi bu hususta şöyle diyor: "Bu sözler Ebu Talib'in imanını açıkça göstermektedir. Zira 'Sana iman ettim ve seni tasdik ettim.' sözü ile 'Sen sadıksın' sözü arasında hiç bir fark yoktur."[18]



    Kureyş, Resulullah'ı öldüremeyeceğini ve Ebu Talib'in Resulullah'ı (s.a.a) himayeden el çekmeyeceğini anlayınca Peygamberi öldürmek için kendilerine teslim edinceye kadar Haşim oğulları'yla alış verişi keseceklerine dair kendi aralarında bir vesika imzaladılar. Böylece Resulullah, Haşimoğulları ve Muttalib oğullarından olan yakınlarıyla birlikte bir vadide muhasara altına alındı.



    Bu muhasara tam üç yıl sürdü. Bu müddet zarfında Resulullah, Ebu Talib ve Hatice tüm mallarını harcadılar ve büyük bir sıkıntı ve yokluğa düştüler. Allah-u Teala, Resulüne Kâ'be binası içine asılı olan vesikayı, Allah kelimesi müstesna, hepsini böceklerin yiyip yok ettiklerini vahyetti.



    Resulullah da durumu Ebu Talib'e bildirdi. Daha sonra hep birlikte gidip Kâbe'nin yanında oturdular. Kureyşliler şöyle dediler: "Ey Ebu Talib, artık sözünü hatırlamalı, kavminle dostluk kurmalı ve yeğenin hususundaki tutuculuğundan el çekmelisin." Ebu Talib onlara, şöyle dedi: "Ey kavmim! Vesikayı getirin belki sıla-i rahim etmek ve kini ortadan kaldırmak için bir yol buluruz."



    Vesikayı getirdiler Ebu Talib onlara şöyle dedi. "Bu sizin imzaladığınız vesikadır. Bu vesikaya hiç dokundunuz mu?" Onlar "Hayır" dediler. Ebu Talib daha sonra şöyle dedi: "Allah-u Teala Resulüne bu vesikanın Allah kelimesi dışında tamamen yok edildiğini vahyetmiştir. Şimdi eğer doğru söylüyorsa ne yapacaksınız?" Onlar, "Ondan el çekeriz." dediler. Ebu Talib de "Eğer o yalan söylemişse o zaman da öldürmek için sizlere teslim ederim." dedi. Onlar da "insaflı konuştun, iyi dedin" dediler.



    Vesikayı açtıklarında Allah kelimesi dışında tüm yazılanların yok edildiğini gördüler.



    Ama buna rağmen inatla, "Bu yeğeninin büyüsüdür." dediler.



    Ebu Talib şöyle dedi: "O halde niçin biz muhasaraya teslim olalım? Halbuki siz buna daha layıksınız." Ebu Talib daha sonra beraberindekilerle Kâbe perdelerinin içine girdi ve şöyle dedi: "Allah'ım bize zulmedenlere, bizimle akrabalık ilişkilerini kesenlere ve bizlere layık olmadığımız şeyleri yakıştıranlara karşı yardım et bize."[19]



    Ebu Talib'in Vefat Anındaki Vasiyeti:


    İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Ebu Talib'in vefatı yaklaşınca Kureyş'in büyüklerini toplayarak onlara şu vasiyette bulundu:



    "Ey Kureyşliler, sizler insanlar arasında Allah'ın seçkin kulları, Arab'ın kalbi, yeryüzü ve harem ehli arasında Allah'ın hazinedarlarısınız. Sizin aranızda muktedir bir önder, cesur bir öncü ve eli açık bir bağışlayıcı bulunmaktadır. Sizlere Kabe'yi tazim etmenizi tavsiye ediyorum ki, bunda Allah'ın rızası, rızkın devamı ve zorluklar karşısında direniş vardır. Sıla-i rahim yapınız. Zira bu ölümü erteler ve nüfusu çoğaltır. Zulmetmeyi terk ediniz ki, öncekiler de bu yüzden helak oldular. Davet edene icabet ediniz. Hayat ve ölümün şerefi de bundadır. Sadık olunuz ve emanete riayet ediniz. Zira bu ikisi sayesinde iftiradan korunur ve halk nezdinde değer kazanırsınız.



    Sizlere Muhammed hakkında iyilik etmenizi tavsiye ediyorum. Zira Muhammed Kureyş'in emini, Arapların doğru sözlüsü ve sizi davet ettiğim şeyleri ihya edendir. Muhammed sizlere öyle bir mesaj getirmiştir ki, kalp ve ruh bunu kabul etmekte, ama dil kötüleyenlerin korkusundan inkar etmektedir.



    Allah'a andolsun ki, adeta mustazaf halkın onun davetini kabul ettiğini, sözlerini tasdik ettiğini ve risaletini kabul ettiğini görür gibiyim. Böylece Kureyş'in büyükleri hakir, evleri boşalmış ve zayıfları yücelmiş olacaktır. En büyükleri Peygambere en muhtaç olanı, en günahkarları da ona en uzak olanlarıdır. Arap kavmi onu sevecek topraklarını ona verecek ve onu önder seçecektir.



    Ey Kureyş kabilesi! Peygamberi seviniz, onu himaye ediniz. Allah'a andolsun ki onun yolunda ilerleyen kemale erer ve hidayetine tâbi olan saadete kavuşur. Eğer sağ kalsaydım ondan bela ve zorlukları gidermeye çalışırdım."[20]



    Ebu Talib'in Vefatı:



    Ebu Talib'in vefat tarihi hususunda da ihtilaf vardır. Muhaddis-i Kumi bi'setin onuncu yılının sonlarında Receb ayının 27'sinde vefat ettiğini ileri sürmektedir.



    Makrizi, Zilkade ayının başında öldüğünü savunmaktadır.



    Zerkani ise şöyle yazıyor: Bi'setin onuncu yılının, Ramazan ayının 12'sinde Ebu Talib vefat etti "



    İbn-i Sa'd da Ebu Talib'in bi'setin onuncu yılının, Şevval ayının ortasında, 80 küsur yaşındayken vefat ettiğini, Hatice'nin de bundan 35 gün sonra dar-ı faniden göçtüğünü ve vefat anında 65 yaşında olduğunu nakletmektedir.



    Resulullah böylece hem Ebu Talib' i ve hem de Hatice' yi kaybetmiş oldu. Bu yüzden bu yılı "Hüzün Yılı" olarak adlandırdı.



    Ebu Talib "Hucun" denilen yerde defnedildi. Özellikle de Ebu Talib'in vefatı onu çok üzdü. Zira en büyük hâmisini kaybetmiş ve dolayısıyla da Kureyş için Resulullah'a (s.a.a) eziyet etmek hususunda hiç bir engel kalmamıştı.



    Resulullah (s.a.a) bu hususta şöyle buyuruyor: "Ebu Talib hayatta olduğu müddetçe Kureyş bana eziyet edemiyordu."[21]



    İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:

    "Ebu Talib küfrü aşikar kıldı, imanı ise gizledi. Ebu Talib vefat edince Allah-u Teala Peygamberine Mekke'de kendisini himaye edecek birinin kalmadığını ve bu yüzden hicret etmesinin gerektiğini vahyetti. Böylece Resulullah (s.a.a) Medine'ye doğru hicret etti."



    Ebu Talib vefat edince, Emir'ül-Müminin Ali (a.s) Peygamberin (s.a.a) yanına gelip babasının vefatını bildirdi. Resululah (s.a.a) bu haberi duyunca çok üzüldü ve Hz. Ali'ye (a.s) şöyle buyurdu: "Git onun gusül ve kefenleme işlemlerini yap ve bir tabutun içine koyduğun zaman bana haber ver."



    Hz. Ali (a.s) denilenleri yerine getirdikten sonra Peygambere (s.a.a) haber verdi. Resulullah (s.a.a) Ebu Talib'in cenazesinin yanına vardığında keder ve üzüntü içinde şöyle buyurdu: "Ey Amca! Seninle akrabalık ilişkim vardı. Allah tarafından mükafatlandırılacaksın. Beni çocukken terbiye ettin. Büyüdüğümde bana yardımcı oldun." Daha sonra da halka dönerek şöyle buyurdu: "Allah'a andolsun amcama öyle bir şefaatte bulunacağım ki, ins ve cin topluluğu şaşıracaktır."[22]



    Daha sonra Hz. Ali (a.s) babasının mateminde şöyle dedi: "Ey Ebu Talib, ey sığınanların sığınağı, ey rahmet yağmuru, ey karanlıkların nuru. Gerçekten de senin yokluğun, gayretli ve büyük insanları perişan etti. Sen Peygambere iyi bir amca idin."[23]



    Ebu Talib ve Hz. Ali (a.s):




    Ebu Talib'in en büyük özelliklerinden biri de Ali'nin (a.s) makam ve mevkisinin farkında olmasıydı. Ebu Talib oğlunun doğumu asında Allah'ın,yardımıyla onun velayer ve vesayet makamına sahip olacağından haberdudı. Bu konu rarihi metinlerde yeralan hadislerden çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır.



    1- Seyyid Ali Han-i Medeni şöyle yazıyor:



    Peygamber hayattayken kavmine Ali'nin (a.s) kendi vasi ve halifesi olduğunu duyurdu. Orada Ebu Talib de hazır bulunuyordu.[24]



    Taberi de Hz. Ali'den (a.s) şöyle naklediyor: "Yakın akrabalarını uyar" ayeti nazil olunca, Resulullah (s.a.a) kavmini topladı ve onları Allah'ın dinine davet ederek şöyle dedi: "Bu hususta bana hanginiz yardımcı olsa o, benim kardeşim ve , halifem olur."



    Hiçbir kimse yerinden kıpırdamadı. Ben (Ali) en küçükleri olmama rağmen kalkıp şöyle dedim:



    "Ben, ey Allah'ın Resulü; sana yardımcı olacağım."



    Resulullah şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki, bu şahıs (Ali) benim kardeşim ve halifemdir. Sözünü dinleyiniz ve itaat ediniz."



    Oradakiler alaylı bir şekilde gülerek Ebu Talib'e şöyle dediler: "Peygamber sana oğlunu dinlemeni ve itaat etmeni emrediyor."[25]



    2- Şeyh Tabersi, Ebu Talib'in bir kasidesini nakletmektedir ki, bir beyti şöyledir:



    "Hazret-i Adem' den beri daima / Vasi ve mürşid bizden çıkmıştır."

    3- Şeyh Ebu'l-Futuh Razi, İmam Rıza'dan (a.s) naklettiği üzere Ebu Talib'in yüzük kaşında şöyle bir ifade yer almıştır:



    "Rabbim Allah'tır, yeğenim Mühammed peygamberdir ve oğlum Ali vasidir."[26]



    4- Şeyh Kuleyni'nin imam Sadık'tan (a.s) naklettiği bir hadiste şöyle yer almıştır:



    "Amine bint-i Veheb'in doğum sancıları başlayınca Ebu Talib'in eşi Fatıma bint-i Esed doğuruncaya kadar onun yanında kaldı. Daha sonra 'Acaba benim gördüğüm şeyleri görüyor musun?' diye sordu. O, 'Ne görüyorsun?' diye sorunca da 'Şu doğu ve batıyı kuşatan nuru.' diye cevap verdi. Bu esnada Ebu Talib içeri girdi ve onlara şöyle dedi: 'Hangi şeyden dolayı şaşırıyorsunuz?' Fatıma bint-i Esed ona gördüğü nuru anlattı. Ebu Talib Fatıma'ya hitaben şöyle dedi: Sana bir müjde vereyim mi?" "Evet" deyince de Ebu Talib onaoşöyloe üeun "Sen dünyaya öyle bir çocuk getireceksin ki, ç ğ ,(peygamber'in) vasisi ve halifesi olacaktır."[27]



    5- Cabir b. Abdullah şöyle diyor: Resulullah'tan (s.a.a) Ali'nin (a.s) doğumunu sordum; şöyle buyurdu:



    "Doğumu Mesih gibi olan en iyi çocuğun doğumunu sordun. Allah-u Teala Ali'yi benim nurumdan, beni de Ali'nin nurundan, ikimizi de bir nurdan yarattı. Sonra da bizleri temiz sulblerden temiz rahimlere yerleştirdi. Nakledildiğim her sulbde Ali de benimleydi. Sonunda Allah beni annem Amine'nin rahmine yerleştirdi, Ali'yi de Fatıma bint-i Esed'in rahmine yerleştirdi. "



    Ali'nin (a.s) doğum gecesi olduğunda yeryüzü nurlandı ve Ebu Talib dışarı çıkınca şöyle dedi: Ey halk, Allah'ın velisi Kâbe'de dünyaya geldi." Sabah Kâbe'ye gelince şöyle diyordu kendi kendine:



    "Ey Allah'ım, bu siyah zulmette ve nurlu bir ay.



    Gizli emrini bize açıkla.



    Bu çocuğun adı hususunda"



    O esnada şöyle bir gaybi ses duyuldu:



    "Ey seçkin Peyamberin Ehlibeyti, tertemiz bir çocuk size verildi; Allah tarafından adı Ali seçildi ki, Allah,ın 'Aliyy' adından alınmıştır."[28]



    Ebu Talib'in Şiiri:


    İbn-i Şehraşub şöyle yazıyor:

    "Ebu Talib'in mümin olduğunu gösteren şürlerin sayısı üçbini geçmektedir."[29]



    "Ebu Talib Divanı'nı lügat alimi olan Ebu Nuaym b. Hamza-i Basri et-Tamimi toplamış ve bu divanı Ebu Muhammed Harun b. Musa-i Telakberî ve diğer bir grup Şia alimlerinden rivayet etmiştir.[30]



    Aynca Afif b. Es'ad'ın Osman b. Cinni'den rivayet ettiği şekliyle Divan-u Şeyh'il Ebatih Ebi Talib" adıyla basılan, Ebu Heffan-i Mehzem-i Abdi'nin toplamış olduğu bir divan vardır.



    İmam Sadık (a.s) da şöyle buyurmuştur: "Hz. Ali (a.s), Ebu Talib'in şiirlerinin rivayet ve tedvin edilmesini çok severdi ve daima şöyle derdi: Bu şiirleri öğreniniz ve çocuklarınıza öğretiniz. Zira Ebu Talib Allah'ın dini üzereydi. Bu şiirlerde birçok bilgiler vardır."[31]



    Ebu Talib'in en meşhur kasidelerinden biri Lâmiye kasidesidir ki, edeb ve siret ehli kimseler nezdinde ün yapmıştır. Elbette beyitlerinin sayısı hususunda ihtilaf edilmiştir. İbn-i Hişam sahih kabul ettiği 94 beytini nakletmiştir. Resulullah'ı medhettiği meşhur beyitlerinin birinde şöyle diyor:



    "Beyaz yüzlüdür ve yağmurlar onun yüzü hürmetine istenir.



    Yetimlerin sığınağı, dulların koruyucusu



    Fakir Haşimiler ona sığınır



    Ve onun yanında rahmet ve fazilet içinde olurlar.



    Onlar evlâdımızın yalan söylemediğini



    Ve batıla itimad etmediğimizi biliyorlar."



    İmam Sadık (a.s) ve İbn-i Abbas son beytin Ebu Talib'in imanına delil olduğunu buyurmuşlardır.



    Şeyh Kuleyni şöyle naklediyor: İmam Sadık'a (a.s), halkın Ebu Talib'in kafir olarak öldüğünü söylediği hususunda sorulunca, İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: "Ebu Talib nasıl kafir sayılabilir? Halbuki o şöyle demiştir: Bizim, Muhammed'i de Musa gibi bir peygamber kabul ettiğimizi biliyor musun?"[32]



    İbn-i Ebi'l-Hadid'in nakline göre Harun Reşid'in babası Abdullah Memun şöyle diyordu: Allah'a andolsun ki, Ebu Talib şu sözüyle iman etmiş birisi olduğunu ortaya koymuştur:



    "Allah'ın elçisine şimşek gibi parlak bir kılıçla yardım ettim.



    Resulullah'ı himaye ediyoruz ve ona şefkatli davranıyoruz.



    Düşmanlarına genç bir deve gibi yumuşak davranıyorsam da



    Ama onlara büyüklük sebebiyle arslanı korkuturcasına kükrüyorum."[33]



    Allâme Emini şöyle diyor: "Eğer bu sözler risalet ve nübüvveti tasdik için yeterli değilse, o halde ne yeterlidir?"[34]



    İbn-i Eb'il-Hadid şöyle diyor: Gerçi bu lafız mütevatir değilse de ancak manası mütevatirdir. Hepsi de Resulullah'ın risaletini tasdik etmekte olan ortak bir manayı ifade etmektedir."[35]



    Adamın birisi, Hz. Ali'ye (a.s) şöyle dedi: "Senin yüce bir makamın var; ama baban azap içindedir."



    Hz. Ali ona şöyle buyurdu: "Sus! Allah ağzını kırsın. Allah'a andolsun ki, babam hangi günahkâra şefaat etse Allah şefaatini kabul eder... Allah'a andolsun ki, Ebu Talib'in nuru kıyamette Muhammed, Fatıma, ben, Hasan, Hüseyin ve evlatlarının (İmamların) nuru dışında tüm nurları söndürür. Bil ki, onun nuru bizim nurumuzdandır. Allah-u Teala bu nuru Adem'den tam iki bin yıl önce yarattı."



    Bir gün Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: "Allah'a andolsun ki babam, dedem Abdulmuttalib, Haşim ve Abdulmenaf asla putlara tapmamıştır."



    "Onlar neye ibadet ediyordu." diye sorulunca da şöyle cevap verdi: "Onlar Kâbe'ye, doğru ve Hanif din üzere namaz kılıyorlardı."[36]



    Hz. İmam Zeyn'ül Abidin'e (a.s) Ebu Talib'in imanı hakkında sorulunca şöyle buyurdu:



    "Allah-u Teala Resulü'ne Müslümanların kafirlerle evlilik bağını kesmelerini emretti. Fatıma bint-i Esed İslam'ı kabul edenlerden idi. Ölünceye kadar da Ebu Talib'in karısıydı."



    İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: "Ebu Talib'in misali de Ashab-ı Kehf misalidir ki, imanını gizlemiş, şirki açığa vurmuşlardı. Allah onların sevabını iki kat yazmıştır."



    Şeyh Saduk İmam Hasan-i Askeri'den o da babasından naklettiği bir hadiste şöyle yer almıştır;



    "Allah-u Teala Peygambere şöyle vahyetti: Ben sana takipçilerinden iki grupla yardımcı oldum. Bir grup açıkça, bir grup da gizlice seni teyit ediyorlar. Gizlice yardım edenlerin efendisi amcan Ebu Talib'dir. Açıkça yardım edenlerin efendisi ise oğlu Ali'dir. Ebu Talib Âl-i Firavun'un mümini gibi imanını gizlemiştir."[37]



    Ebu Talib Hakkında Alimlerin Görüsü:


    İbn-i Ebi-1 Hadid, Emir'ül-Müminin Ali'nin (a.s) fazileti hakkında şöyle diyor: "Babası Mekke'nin seyyidi, Kureyş'in şeyhi ve Mekke'nin reisi olan birisi hakkında ne söyleyeyim!"[38]



    Meşhur Arap şairi Sabit b. Cabir'e "Arapların efendisi kimdir?" diye sorulunca, "Ebu Talib'dir" diye cevap verdi.



    Arapların Fasih ve büyüklerinden olan ve hilim ve hikmetiyle bilinen Ahnef b. Kays-i Tamimi'ye, "Bu hilim ve hikmeti nerede buldun?" diye sorulunca şöyle dedi: "Asrın hikmeti en çok hilimli ve bilgini Kays b. A'sım'dan."



    Kays b. Asım'a; "İlim ve hilmi kimden aldın?" diye sorudular, o da "Eksem b. Sayfi-i Temimi'den" diye cevab verdi. Eksem'e "Bu hikmet, riyaset, hilim ve siyadeti kimden öğrendin?" diye sorunca o da "Ebu Talib'den" diye cevap verdi.[39]



    Eksem'e; "Sen zamanımızın en bilgili ve sabırlı insanısın" denilince şöyle dedi: "Ben uzun süre Ebu Talib, Abdulmuttalib, Haşim, Abdumenaf ve Kussa ile yaşadım. Niçin böyle olmayayım ki? Onların davranışlarını örnek aldım ve onlara tâbi oldum."



    Ebu Osman Amr b. Bahr (Cahiz) Ebu Talib hakkında şöyle diyor: "Ebu Talib Resulullah'ın (s.a.a) hamisi, yardımcısı ve seveniydi. Onun kefili, eğiticisi ve nübüvvetini ikrar eden biriydi. Menkıbeleri hakkında birçok beyitler inşad etmiştir. Kureyş'in de büyüğü idi."[40]



    Şeyh Saduk şöyle diyor: Ebu Talib mümin idi. Ama Resululah'a (s.a.a) tam manasıyla yardımcı olmak için imanını gizlemiş, şirki zahir kılmıştır.



    Allame Seyyid Muhsin Emin ise şöyle diyor: Resulullah meb'us olunca Ebu Talib ona iman etti, sözlerini onayladı. Ama bunu aşikar etmiyordu. Peygambere yardımcı olabilmek için imanını gizledi. Aksi takdirde Resulullah'ı (s.a.a) ve İslam dinini gereğince savunamazdı. O, imanını gizleyerek bu önemli görevi yerine getirdi. İmanını açığa vurmuş olsaydı Kureyş'in nefretini kazanırdı. Kureyş onu sadece yeğenini savunmakla suçluyordu. Ama imanını açığa vursaydı artık kendisine saygı göstermezlerdi. Ebu Talib'i sadece yeğenini koruyor diye mazur görüyorlardı."



    Aslı Olmayan İsnatlar:



    Ehlibeyt mektebine muhalif olanlardan bir grup, "Onları Peygambere yaklaşmaktan vazgeçirmeye çalışır, hem de kendileri ondan uzaklaşırlar." ayetinin Ebu Talib hakkında nazil olduğunu iddia etmişlerdir. Zira müşrikleri Resulullah'a (s.a.a) eziyet etmekten alıkoyar, ama kendisi iman etmezdi.



    Ebu Tâlib'in şahsiyet ve sözleri ve Ehl-i Beyt imamlarının açıklamalarından anlaşıldığı üzere bu gibi isnatlar Beni Ümeyye'nin Ehlibeyt'e olan düşmanlıkları neticesinde hadis olarak uydurdukları iftiralardır.



    Taberi ayet hakkında üç görüşü naklettikten sonra şöyle yazıyor:



    "En iyisi 'Onlar Resulullah'a (s.a.a) itaatten alıkoyuyor kendileri de ona tabi olmuyorlar' şeklinde tefsir edilmesidir. Zira önceki ayetler Resululllah'ı tekzip eden ve ondan yüz çeviren müşrikler hakkındadır."[41]



    Bu ayetin Ebu Talib hakkında nazil olduğunu söyleyen rivayetler ise birçok açıdan reddedilmiştir. (bu husuta el-Gadir kitabına müracaat edilebilir.)



    Bazı rivayetlerde şöyle yer almıştır: "Ebu Talib ölmek üzere olduğunda Resulullah (s.a.a) yanına giderek; "Ey Amca, la ilahe illallah de ki, Allah nezdinde hüccet olsun." dedi. Orada hazır olan Ebu Cehil ve Abdullah b. Ebi Umeyye; "Ey Ebu Talib, sen Abdulmuttalib'in dininden yüz mü çeviriyorsun?" dediler. Ebu Talib de bunun üzerine "Ben Abdulmuttalib'in dini üzereyim." dedi. O zaman da Resulullah şöyle buyurdu: "Ben de nehyedilinceye kadar senin için dua edeceğim. " O zaman da şu iki ayet nazil oldu: "Yakınları bile olsa kendilerine (hak) açıklandıktan sonra müşrik olanlar için Peygamber ve Allah'tan yarlıganma dilemesi (doğru) olmaz. "



    "Sen sevdiklerini hidayete erdiremezsin. "



    Ebu'l-Futuh Razi bu rivayete cevap olarak şöyle yazıyor: "Bu rivayet batıldır. Zira bu ayetler Resulullah'ın (s.a.a) vefatına yakın bir zamanda nazil olmuş, Ebu Talib ise çök önceleri ölmüştü."[42]



    Kaldı ki, bu hadisin ilk bölümüyle son bölümü arasında çelişki vardır. Zira; hadis Abdulmuttalib'in dini üzere olduğunu söylemiştir. Abdulmuttalib ise Müslüman idi.



    Zeyni Dehlan şöyle yazıyor: "Ahmed b. Hanbel, Tirmizi, Teyalisi, İbn-u Ebi Şeybe ve Nesai'nin Hz. Ali'den rivayet ettikleri üzere bu ayetin nüzul sebebi şuydu ki, insanlar müşrik olan babaları için dua ediyorlardı. Bu yüzden mezkur ayet nazil oldu. Bu hususu açıkça tasrih eden bir hadisi İbn-i Abbas rivayet etmiştir."[43]



    Zemahşeri de ayetin Ebu Talib hakkında nazil olduğunu kabul etmiyor ve şöyle diyor: "Ebu Talib hicretten önce ölmüştür. Bu ayetler ise Medine'de nazil olan son ayetlerdendir."[44]



    Ehlisünnet yoluyla nakledilen bazı rivayetlerde yer aldığı üzere Resulullah'a (s.a.a): "Acaba Ebu Talib'e bir yararın dokundu mu? Zira o seni himaye ediyor ve senin için müşriklere gazap ediyordu" diye sorulunca şöyle buyurdu: "Evet Ebu Talib topuklarına kadar ateşten bir çukur içindedir. Eğer benim şefaatim olmasaydı, muhakkak o cehennemin en derin gukurunda bulunurdu."[45]



    Bu hadis de önceki hadis gibi uydurulmuştur. Seyyid Fehhar'ın naklettiği dört rivayette İmam Rıza (s.a) ve İmam Sadık (a.s) bu hadisi reddetmiş ve onun yalan olduğunu açıklayarak Ebu Talib'in iman etmiş olduğunu söylemişlerdir.



    Bu hadisin senedini Ehlisünnet alimlerinin çoğu da kabul etmemişlerdir. (bkz. el-Gadir, c.8, s.23)



    Bu hadiste şefaat meselesi söz konusudur. Rivayetlerden de anlaşıldığı üzere şefaat muvahhitlere yani müminlere mahsustur. Yani şefaat şahadete bağlıdır. Dolayısıyla kafirlere şamil olmaz.[46]



    Buna binaen tevhidi şahadet olmadığı takdirde Peygamber kimseye şefaat edemez ve azabının azalmasını istemez. Dolayısıyla bu hadisi kabul etmek mümkün değildir.



    EbuTalib'in Cenaze Namazı:


    İbn-i Hacer şöyle yazıyor: Eğer Ebu Talib Müslüman olsaydı, Resulullah (s.a.a) cenazesine namaz kılardı."



    Halbuki Zeyni Dehlan gibi birçok Ehlisünnet alimlerinin de kabul etttiği üzere o zamanlar henüz cenaze namazı teşri olmamıştı.



    Bü yüzden Resulullah Hz. Hatice için de cenaze namazı kılmadı.



    İbn-i Sa'd şöyle nakletmektedir: "Ebu Talib, Resulullah'ın (s.a.a) zamanında vefat etti. Cafer ve Ali ona vâris olmadı. Ama Akil ve Talib ona vâris oldular. Zira Müslümanlar kafirlerden ve kafirler de Müslümanlardan miras alamaz."



    Abdulcelil-i Kazvini buna cevap olarak diyor ki: Bu iddia doğru bile olsa, Ehlibeyt mektebine göre kafir Müslümana vâris olamazsa da mü'min kafirden miras alabilir. Zira küfür miras almaya engel olur, ama iman engel değildir. Dolayısıyla Ali (a.s) Ebu Talib'e vâris olmuştur. Kaldı ki, Ebu Talib'in kendisi de mü'min idi.



    BİBLİYOGRAFİ:

    1- Kur'an-ı Kerim

    2- ez-Zeria

    3- Şerh-i Nehc'ül Belağa

    4- e1-Kamil Fi't Tarih

    5- Sire-i İbn-i İshak

    6- el-İsabe

    7- Tabakat'ül-Kübra

    8- Menakib-u Âl-i Ebi Talib

    9- Muteşabih'ul Kur'an ve Muhtelifih

    10- Meâlim-ul Ulema

    11- Bena-ul Makalet-il Fatımiyye

    12- el-İstiab

    13- Umdet-ut Talib

    14- Revzet-ul Vaizin

    15- Sire-i İbn-i Hişam

    16- Tefsir-i Ebu-l Futuh

    17- A'yan'uş Şia

    18- el-Gadir

    19- Sahih-i Buhari

    20- Hediyet-ül Arifin

    21- Esn-el Metalib Fi Şerhi Hutbet-i Ebi Talib

    22- Mu'cem'ül Buldan

    23- Ebu Talib Mumin-i Kureyş

    24- Fihrist-i Esma-i Ulema-i Şia

    25- el-Harâic vel Ceraih

    26- Kısas'ul Enbiya

    27- Şerh-ul Mevahib-il Leduniyye

    28- el-A'lam

    29- Nakz, s.513-514

    30- Esn'el-Metalib Fi Necat-i Ebi Talib

    31- el-Hisal

    32- Mean-il Ahbar

    33- el-Emali.

    34- Ehl-u Beyt, fi'l Mekebet-il Arabiye

    35- Mecma-ul Beyan

    36- el-İhticac

    37- Tarih-ul Umem ve'l Müluk

    38- Tefsir-i Taberi

    39- el-Huccet Ale'z Zahib İla Tekfır-i Ebi Talib

    40- Tefsir-i Razi

    41- Tefsir-i Kurtubi

    42- Nakz

    43- el-Künye ve'l-Elkab.

    44- Yenabi'ul Mevedde

    45- el-Kafi

    46- Kifayet'ut Talib

    47- Bihar-ul Envar

    48- Ed-Derecat-ur Refia Fi Tabakat'iş Şia

    49- el-İhtisas

    50- Emta'ül Esma

    51- İman-u Ebi Talib.

    52- et-Tergib-u ve't-Terhib Min Ehadis'iş Şerif

    53- Rical'ün Necâşi.

    54- en-Nedim.

    55- Tarih-i Yakubi





    DİPNOTLAR:

    [1]- el-İsabe, 4/115.

    [2]- el-Hüccet Ala Zahib / 55, Meani-il Ahbar / 121, Menakıb-ı İbn-i Şehraşub, 1 / 36.

    [3]- Bihar-ul Envar, 100 / 189.

    [4]- Umdet-ut Talib / 23.

    [5]- e1-İsabe, c.4, s.115, Menakıb İbn-i Şehraşub, c.l, s.36.

    [6]- Harayic-i Ravendi, c.l, s.139.

    [7]- el-Kâfi, c.1, s.446.

    [8]- Nehc'ül-Belâğa'nın Şerhi, c.14, s.64

    [9]- Sire-i İbn-i İshak, s.73-76, Sire-i İbn-i Hişam, c.l, s.191-194, Taberi Tarihi, c. 2,s.32-33.

    [10]- Kamil-i İbn-i Esir, c.l,s.472.

    [11]- Şerh-i Nehc-ul Belağa, c. 14, s. 70.

    [12]- Sire-i İbn-i İshak, s.154.

    [13]- Tarih-i Taberi, c.2, s.214.

    [14]- İman-u Ebi Talip, s.39.

    [15]- Şerh-i Nehc-ul Belağa, c. 14, s. 76, el-Hüccet-u Alâ'z-Zahib, s.277.

    [16]- Tabakat-ı İbn-i Sa'd, c.1, s.201-202.

    [17]- Tefsir-i Kurtubi, c.6, s.405, el-Kafi, c.1, s.449.

    [18]- Tefsir-i Eb'ul Futuh, c.4, s.407.

    [19]- Sire-i İbn-i İshak, s.163-164. Kamil-i İbn-i Esir, c.l, s.504-506, Tarih-i Yakubi, c.2, s.33.

    [20]- Revzet'ul Vaizin, c.l, s.169-170, ed-Derecat-ur Refia, s.60.

    [21]- Kamil-i İbn-i Esir, c.l, s.507, Sire-i İbn-i Hişam, c.2, s.57, Sire-i İbn-i İshak, s.239. Tabakat-i İbn-i Sa'd, c.l, s.124.

    [22]- el-Hücce, s.265, İman-u Ebi Talib, s.24-26. 36

    [23]- el-Hüccet Ala'z-Zahib, s.122-123.

    [24]- Derecat'ur Refia, s.58.

    [25]- Tarih-i Taberi, c.2, s.62-63, Kami1-i İbn-i Esir, c.l, s.487-488. 4t - Mecma'ul-Beyan, c.7, s.144.

    [26]- Tefsir-i Eb'ul Futuh, c.8, s.417.

    [27]- el-Kafi, c.8, s.302.

    [28]- Kifayet-ut Talib, s.406.

    [29]- Muteşabih-ul Kur'ân, c.2, s.659.

    [30]- ez-Zeria, c.9, s.42-43.

    [31]- el-Hüccet âla-z Zahib, s.130.

    [32]- el-Kafi, c.1, s.449.

    [33]- Şerh-u Nehcül Belağa, c.14, s.74.

    [34]- el Gadir, c.7, s.341.

    [35]- Şerh-u Nehcül Belağa, c.14, s.78.

    [36]- Kemal-üd Din, c.9, s.174; Tefsir-i Eb'ul Futuh, c.4, s.210.

    [37]- el-Hüccet-u Alâ'z-Zahib, s.361-362.

    [38]- Şerh-u Nehcül Belağa, c.1, s.29.

    [39]- el-Hüccet-u Alâ'z-Zahib, s.334.

    [40]- Yenabi'ul-Mevedde, s.152.

    [41]- Tsfsir-i Taberi, c.7, s.110.

    [42]- Tefsir-i Ebu'l-Futuh, c.6, s.126.

    [43]- Esne'l-Metalib, s.18.

    [44]- Tefsir-ül Keşşaf, c.2, s.315.

    [45]- Sahih- Buhari, c.5, s.130.

    [46]- et-Tergib-u ve't-Terhib, c.4, s.437.
    Derdin kendindedir bilmiyorsun, derman yine sendedir görmüyorsun, içine koca bir alem yerleştirilmiş; sen hala kendini küçük bir şey zannediyorsun. / Hz. Ali (as)

    #2
    Hz Ebu Talibin İmanı..

    Ebu Talib (r.a)’in İmanı Hakkında İhtilaf
    Ümmet arasında Hz Ebu Talib (r.a), hakkında ihtilaf yaratmışlardır. Ama şöyle dememiz gerekir; “Allah’ım, Muhammed ve Âl-i Muhammed’in hakkına ilk zulmedene lanet et.” Ali’ye sövgü, ihanet ve lanet yolunu açan ve O’na eziyet etmek için hadis uyduranlara Allah lanet etsin. Bütün bunlar bu tür konulara neden olmuşlardır. Hz. Ali (a.s)’a özel buğzu olan Nasibiler, Hariciler ve atalarına uyan bazı düşüncesiz ve mutaassıp alimleriniz, bu esas üzere Ebu Talib (r.a)’in imansız olarak dünyadan göçtüğünü iddia etmişlerdir.
    Sözleri senet, icmaları hüccet ve Kur’ân-ı Kerim’in dengi olan Ehl-i Beyt (a.s) İmamları, Şia alimleri ve İbn-i Ebi’l- Hadid, Suyuti, Belhi, İskafi ve onların üstatları, Mir Seyyid Ali Hemedani ve benzeri birçok insaflı alimleriniz de ittifakla Ebu Talib (r.a)’in İslâm’ı kabul ettiğini ve iman ehli olduğunu tasdik etmişlerdir.
    Şia’nın Ebu Talib (r.a)’in İmanına Dair İcması
    Şia’ya göre Ebu Talib (r.a), ilk etapta Peygamber (s.a.a)’e iman etmiştir. Hepsinden de önemlisi Ebu Talib (r.a)’in imanı fıtratıyla olmuştur; Haşimoğulları’ndan kardeşleri Hamza ve Abbas gibi küfürden sonra değil. Şia toplumu, Ehl-i Beyt’e uyarak Ebu Talib (r.a)’in asla puta tapmadığı, hatta Hz. İbrahim (a.s)’in vasilerinden olduğu kanısındadır. Büyük alimlerin muteber kitaplarında da buna işaret edilmiştir. Örneğin:
    İbn-i Esir Cami’ul- Usul’da şöyle diyor: Ehl-i Beyt (a.s) nezdinde Peygamber (s.a.a)’in amcalarından Hamza, Abbas ve Ebu Talib dışında İslâm’ı kabul eden olmadı.”
    Şüphesiz Ehl-i Beyt (a.s)’ın (a.s) icması her Müslüman için hüccettir. Zira Ehl-i Beyt (a.s) Kur’ân-ı Kerim’in dengidir ve biz Müslümanların sapmamak için sarılması gereken iki değerli emanetten biridir. Sekaleyn hadisi ile iki fırkanın da (Şii-Sünni) ittifak etmiş olduğu hadisler esasınca, Peygamber (s.a.a) Ehl-i Beyt’i bizlere tavsiye etmiştir.
    “Ev ehli evde olanı daha iyi bilir.” kaidesi esasınca, takva abidesi olan o yüce hanedan, kendi dede, ecdat ve amcalarının küfür veya iman ettiğini, Muğeyre bin Şube, Beni Ümeyye, Hariciler, Nasibiler ve cahillerden daha iyi bilmekteler.
    Bütün Ehl-i Beyt (a.s)’ın, özellikle kendi hadislerinizde de belirtildiği üzere Allah-u Teala ve Resulünün doğruluğuna tanıklık etmiş olduğu Hz. Ali (a.s) gibi birisinin, Ebu Talib (r.a)’in dünyadan mümin ve muvahhid olarak gittiğini bildirdiği halde bunu kabul etmemek, ama Hz. Ali (a.s)’ın düşmanı olan fasık ve facir Muğeyre ile bir avuç Emevi, Harici ve Nasibilerin sözlerine inanarak bu hususta ısrar ve inat etmek gerçekten çok şaşırtıcıdır!
    Ehlisünnetin Büyük alimlerinden İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 3, s. 310’da şöyle diyor: “Ebu Talib (r.a)’in İslâm’ı ihtilaflıdır. Ama Şia camiası ve Zeydiye’nin çoğu onun Müslüman olarak dünyadan göçtüğünü açıkça beyan etmişlerdir. Şia ulemasının icmasının yanı sıra Belhi, İskafi ve benzeri büyük alimlerimiz de Ebu Talib (r.a)’in iman ettiği kanısındalar. İman ettiğini gizlemesinin nedeni ise, Peygamber (s.a.a)’e yardımcı olabilmek ve muhaliflerin onun makamını göz önünde bulundurarak Hz. Peygamber’e eziyet etmemeleri içindi.”
    Zahzah Hadisi ve Onun Cevabı
    Emevi, Harici ve Nasibilerin
    “Ebu Talib ateşten olan zahzah’ta (az bir suda)dır.”diyerek uydurdukları
    Bu hadis de diğer uydurma hadisler gibi uyduruk bir hadistir. Maalesef bazı Ehl-i Beyt (a.s) düşmanlarının, Emeviler, özellikle de nifak silsilesinin başı mel’un Muaviye bu küfür ve nifak kokan hadisi uydurmuşlardır. Daha sonraları da Ümeyye oğulları ve taraftarları Ali (a.s)’a düşmanlık olsun diye o uydurma hadisleri yaymış meşhur etmişlerdir. Ebu Talib (r.a)’in da Abbas ve Hamza gibi iman ehli olduğunu halktan gizlemişlerdir.
    Her şeyden daha ilginci de şu ki “Zahzah” hadisini uyduran kimse de Hz. Ali (a.s)’ın en büyük düşmanı fasık Muğeyre bin Şube’dir. İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 3, s. 190’da ve Mesudi Müruc’uz Zeheb’de ve başkaları da kendi kitaplarında şöyle yazmışlardır: “Muğeyre Basra’da zina etti. Şahitler gelip Hz Ömer’e şehadette bulunmak istediler. Üç kişi şehadette bulundu. Ama dördüncü şahit, yapılan telkin ve tehditler karşısında şehadette bulunmaktan vazgeçti. Bundan dolayı o üç kişiye had uygulandı, Muğeyre de böylece kurtulmuş oldu.”
    İşte bu zani, şarapçı ve fasık insan Muaviye’nin en yakın dostuydu. Hz. Ali’ye düşmanlığı yüzünden bu hadisi uydurdu, Muaviye ve taraftarları da bu uydurma hadisi güçlendirip yaymaya çalıştılar.
    Bu hadisin ravilerinden olan Abdulmelik bin Umeyr, Abdulaziz Raverdi, Sufyan-i Sevri vb. kimseler, bizzat büyük alimler tarafından red edilmiştir. Örneğin: Zehebi Mizan’ul- İtidal c. 2’de onların güvenilir olmadıklarını yazmıştır. Özellikle de Sufyan-i Sevri’nin iftiracı ve yalancılardan olduğunu açıkça beyan etmiştir. Böylesine iftiracı, yalancı ve fasık insanların sözüne nasıl itimat edebiliyorlar anlamak mümkün değil.
    Ebu Talib (r.a)’in İmanına Dair Deliller
    Şüphesiz Ebu Talib (r.a)’in iman etmiş olduğu hususunda inkar edilemez birçok delil vardır; bu açık delilleri, inatçı ve bağnaz insanlar dışında hiç kimse inkar etmez. Örneğin:
    1- Peygamber (s.a.a) parmaklarını birleştirerek şöyle buyurmuştur:
    “Ben ve yetime kefalet eden (Ebu Talip), bu iki parmağım gibi cennette birlikte olacağız.”
    İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 4, s. 312’de bunu rivayet etmiştir. Elbette Peygamber (s.a.a)’in burada yetimlere kefalet edenden maksadı bütün yetime kefalet edenler değildir. Çünkü nice fasık, lâubalî, dinsiz ve ateş ehli kimseler yetime kefalet etmekteler. O halde Peygamber (s.a.a)’in maksadı, Ebu Talib (r.a), ve dedesi Abdulmuttalib’tir. Çünkü onlar Peygamber (s.a.a)’e kefalet etmiş; özellikle de Mekke’de “Ebu Talib”in yetimi diye biliniyordu. Abdul-muttalib vefat ettikten sonra, yani sekiz yaşından itibaren Resulullah (s.a.a)’in bakıcılık ve kefaletini Ebu Talib üstlenmiştir.
    2- Şii ve Sünni fırkasının muhtelif yollarla rivayet etmiş olduğu bir hadise göre de Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
    “Cebrail nazil olarak beni şu kelimelerle müjdeledi: “Şüphesiz ki Allah-u Teala seni inzal eden sulbe, taşıyan karna, süt veren memeye ve sana kefalet eden kucağa ateşi haram kılmıştır.”
    Mir Seyyid Ali Hemedani Meveddet’ul- Kurba’da, Şeyh Süleyman Yenabi’ul- Mevedde’de ve Kadı Şevkani Hadis-i Kudsi’de Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:
    “Cebrail bana nazil olarak şöyle dedi: Allah-u Teala sana selam ediyor ve şöyle diyor: “Ben ateşi, seni inzal eden sulbe, seni taşıyan karna ve seni besleyen kucağa haram kıldım.”
    (Sulp sahibinden maksat babası Abdullah, karın sahibinden maksat annesi Amine, kucak sahibinden maksat ise Abdulmuttalib ve Ebu Talib’tir.)
    Bu tür rivayetler, Peygamber (s.a.a)’in geçim, bakım ve hayat sorumluluklarını üstlenen Abdulmuttalib, Ebu Talib ve Esed kızı Fatıma’nın imanına delalet etmektedir; hakeza babası Abdullah’ın, annesi Amine’nin ve süt annesi Halime’nin imanına da delalet etmektedir.
    ALLAH'ım Bütün Güzel Sözler Sana Söylemekle Güzeldir,Kırık Dökük de Olsa Kabul Eyle Sözlerimi.

    Yorum


      #3
      Ynt: Hz Ebu Talibin İmanı..

      Haydar Baş: Hz.Ebu Talib (a.s) kesinlikle müslümandır...




      Tamamen siyasi gayelerle Rasulüllah Efendimizin amcası Ebu Talib’in kafir ilan edildiğini belirten Prof. Dr. Haydar Baş, “Bunu yapanlar ‘Hz. Ali imamete layık değildir’ anlayışını yerleştirmek isteyen ve O’nun güç kazanmasını istemeyen kişilerdir” dedi

      Yeni Mesaj: Peygamberimizin (SAV) amcası Ebu Talip’in Müslüman olup, olmadığı meselesinde sizin yorumlarınız nelerdir?

      Prof. Dr. Haydar Baş: Evvela biz de aynı yanlışı zamanında yaptık. Ben “Rahmeten lil Alemin” adlı eserimi yazarken bu kaynaklardan istifadeyle Ebu Talip’in iman etmediğini bizzat kitabıma aldım. Ve orada kendimize göre, daha doğrusu elde ettiğim kaynaklara göre bir takım deliller de ortaya koydum. Çok samimi bir dostum, samimi bir arkadaşım “Ben senin eserini okudum” dedi. “Eserinizde bugüne kadar Aleyhisselam Efendimizi, ele alınmayan bir tarzda ele aldınız. Hakikaten müthiş bir eser yazdınız, sizi tebrik ediyorum, ancak” dedi, “Ebu Talip konusunda kaynaklar göstererek vardığınız neticeyi bir daha gözden geçirmenizi ben size tavsiye ediyorum. Bu konu böyle değildir” dedi bana. Biz ta imam–hatip sıralarından beri öğrendiklerimizi, hiç düşünmeden bulduğumuz kaynaklar istikametinde değerlendirdik.

      Bana şu soruyu sordu: “Hz. Ali’nin annesi Müslüman mıydı, değil miydi?”. “Benim bildiğim Müslümandır”. “Hz. Ali’nin annesi Müslümandır, öyle mi?” dedi. “Evet, ben de öyle biliyorum” dedim, çok basit bir mantıkla. “Şimdi ikinci sorum” dedi. “Peygamber Aleyhisselam, Müslüman olan kadınları kâfir olan erkeklerle bir arada tutmuş mudur?”
      Ben, “Tutmaması lazım” dedim. Yani benim bildiğim Müslüman bir kadın kâfir bir erkekle bir arada olmaz. Çünkü bu konuda ayet de indi. “Evet, dediğin doğru” dedi. “Peki” dedi, “Annesi Müslüman, babası kâfir?” dedi. “Yani Ebu Talip kâfir, senin iddiana göre, annesi Müslüman? Peygamber (SAV) nasıl oluyor da Müslüman kadınla kâfir erkeği bir arada tutuyor?” dedi. “Bu senin bilgilerine ters gelmiyor mu?” dedi. Bunun üzerine “Allah Allah, sen bende farklı bir ufuk açtın” dedim. “Ben sana rica ediyorum, bu meseleyi köklü bir şekilde araştır” dedi. “Öyle mi” dedim, ona söz verdim ve olayın içine girdim.

      Şunu ben anladım imamet konusunda Hz. Ali’yi devre dışı bırakabilmek için, öyle korkunç şeyler ve iftiralar ortaya koydular ki, insanın aklı duruyor. Sonra bir insanın imanına bir insanın şahadet etmesi kâfidir. Bir sürü insan bunun iman ettiğine şahit oluyor. Bir tane, iki tane de değil, anlatabildim mi? Genel olarak olay bu. Bizim şu ana kadar öğrendiklerimiz nedir bunlara bir göz atalım.

      Ebu Talip, ölmek üzere olduğunda Resulullah yanına giderek, “Ey Amca La ilahe illallah de ki, Allah nezdinde hüccet olsun”, yani delil olsun. Orada hazır bulunan Ebu Cehil ve Abdullah bin Ebi Ümeyye, “Ey Ebu Talip, sen Abdülmüttalib’in dininden yüz mü çeviriyorsun?” dediler. Ebu Talip de bunun üzerine, “Ben Abdülmüttalip’in dini üzerineyim” dedi. O zaman da Resulullah şöyle buyurdu: “Ben de nehy edilinceye kadar senin için dua edeceğim”. O zaman da şu iki ayet nazil oldu: “Yakınları bile olsa kendilerine hak açıklandıktan sonra müşrik olanlar için Peygamber ve Allah’tan yarlıganma dilenmesi doğru olamaz.” Bu ayet–i kerime nazil olmuş deniliyor. Delil olarak da kitabıma koydun. Bunun üzerine arkadaş, “lütfen bunu araştır” dedi.

      “Sen sevdiklerini hidayete erdiremezsin.”(Kısas, 56. ayet; Kaynak, Sahih İbn–i Buhari cilt 5, sayfa 131; Tefsir–i Taberi cilt 11, sayfa 30–31)

      Ebu FutulRazi bu rivayete cevap olarak şöyle yazıyor: “Bu rivayet batıldır. Bu ayetler Rasulullah’ın (SAV) vefatına yakın bir zamanda nazil olmuş. Medine döneminde ve en son zaman nazil oluyor, iniyor. Ebu Talip ise çok önceleri ölmüştür”. O da Mekke döneminde, yani daha hicret etmeden öldü. (Kaynak: Tefsir–i Ebul Futuv, cilt 6, sayfa 126).

      “Kaldı ki bu hadisin ilk bölümü ile son bölümü arasında çelişki vardır” diyor. Abdülmüttalip’in dini üzerine olduğunu söylemiştir. Kim? Ebu Talip. Abdülmüttalip ise Müslüman idi. Hanif dinindendi, yani ben Abdülmüttalip’in dinindenim diyorsa putperest değildir. Kaldı ki, Abdülmüttalip’in dininden olan her insan Müslüman olmuştur. Peygambere (SAV) tabi olmuştur.

      Zeyni Dahlan şöyle yazıyor: Ahmet bin Hanbel, Tirmizi, Teyanisi, İbni Ebu Şeybe ve Nesai’nin Hz. Ali’den rivayet ettikleri bu ayetin nüzul sebebi şuydu ki: “İnsanlar müşrik olan babaları için dua ediyorlardı. Bu yüzden mezkür ayet nazil oldu.” Müşrik babaları için Müslüman olduktan sonra çocukları, “Ya Rabbi bunları affet, cennetlik et” diye dua ediyordu.

      Meğer bu insanlar için iniyor bu ayet, Ebu Talip için inmemiş. Bu hususu İbni Abbas da rivayet etmiştir. Yani Peygamberimizin (SAV) amcası da rivayet ediyor bunu. (Kaynak: Enes el Metalip, sayfa 18).

      Yani yukarıda zikredilen ayetin Ebu Talip için nazil olduğu yanlıştır. Böyle bir şey yok.
      Şimdi, Zemahşeri de ayetin Ebu Talip hakkında nazil olduğunu reddediyor ve şöyle diyor –Zemahşeri de büyük bir müfessirdir–:
      “Ebu Talip hicretten önce ölmüştür. Bu ayetler ise Medine’de nazil olan son ayetlerdendir”.

      Yani diyor ki, “Ebu Talip’in küfrüne delil gösterilen ayet Ebu Talip döneminde inmedi ki, son dönemde indi”. Halbuki Ebu Talip Mekke döneminde vefat etti. (Kaynak: Keşşaf, cilt 2, sayfa 315).

      Ehl–i Sünnet yoluyla nakledilen bazı rivayetlerde, Rasulüllaha (SAV) “Acaba Ebu Talip’e bir yararın dokundu mu, zira o seni himaye ediyor ve senin için müşriklere gazap ediyor” diye sorulunca şöyle buyurdu:
      “Evet, Ebu Talip topuklarına kadar ateşten bir çukur içindedir”. Bunu Peygamberimiz söylemiş. “Eğer benim şefaatim olmasaydı, muhakkak o, cehennemin en derin çukurunda bulunur idi”. Ve enteresandır kaynak, Sahihi Buhari, cilt 5, sayfa 130.

      Bu hadis uydurulmuştur. Seyyit Vehharın naklettiği dört rivayette İmamı Rıza –İmamı Rıza, 12 imamdan bir tanesi, büyük bir alim. Ve sonra maneviyatları çok güçlü insanlar– ve İmamı Sadık –Kim bu, Cafer–i Sadık. Kimdi bu zat, İmamı Azam’ın hocası.


      İmamı Azam bunun için ne diyor: “Ben İmamı Cafer’i tanımasaydım helak olacaktım”.
      İşte bu zat. Onun dediği. Bak o ne diyor?

      Bu hadisi reddetmiş ve onun yalan olduğunu açıklayarak Ebu Talip’in iman etmiş olduğunu söylemişlerdir. (Kaynak: El Hüccet Alezzahib, sayfa 82–85).

      “Bu hadiste şefaat meselesi söz konusudur”. Yani kafire peygamberin şefaat ettiği anlatılıyor. “Şefaat şehadete bağlıdır. Yani iman etmeye bağlıdır. Kafire şefaat olmaz”. Kim diyor? İmam–ı Cafer diyor, İmam–ı Rıza diyor.

      İbni Hacer şöyle yazar: “Eğer o Müslüman olsaydı, Rasulullah (SAV) onun cenaze namazını kıldırırdı”.
      “Halbuki, Zeyni Dahlan gibi birçok ehli sünnet aliminin de kabul ettiği üzre o zamanlar henüz cenaze namazı teşrih olunmamıştı.” (Kaynak: Enes el Metalip, sayfa 35).


      Yani o zaman daha cenaze namazı farz olmadı.

      İbni Sad şöyle nakleder:
      “Ebu Talip Rasulüllahın zamanında vefat etti. Cafer ve Ali ona varis olmadı. Ama Akil ve Talip ona varis oldu. Zira Müslüman kafirden, kafir de Müslümandan miras alamaz.”

      Şimdi enteresan. Abdulcelili Kazvini buna cevaben diyor ki:
      “Ehli Beyt mektebine göre kafirler Müslümana varis olamazlarsa da, Müslümanlar kafirlere varis olabilirler. Ali, Ebu Talip’e varis olmuştur. Kaldı ki, Ebu Talip’in kendisi Mü’min idi. (Kaynak: Naks, sayfa 513–514)


      Bu böyle devam ediyor. Şimdi, iddialar ve iddialara cevaplar olarak ifade ettik.

      Bir de ben burada çok önemli bir hususu daha nakledeceğim. Bu, bizzat Ebu Talip’in mübarek lisanlarından çıkan sözler:

      “Ey Kureyşliler! Sizler insanlar arasında Allah’ın seçkin kulları, Arabın kalbi, yeryüzü harem ehli arasında Allah’ın hazinedarlarısınız. Sizin aranızda muktedir bir önder, cesur bir öncü ve eli açık bir bağışlayıcı bulunmaktadır. Sizlere Kabe’yi tazim etmenizi tavsiye ediyorum ki bunda Allah’ın rızası, rızkın devamı ve zorluklar karşısında direniş vardır. Sıla–i rahim yapınız. Zira bu ölümü erteler ve nüfusu çoğaltır. Zulmetmeyi terk ediniz ki öncekiler de bu yüzden helak oldular. Davet edene icap ediniz. Hayat ve ölümün şerefi de bundandır. Sadık olunuz ve emanete riayet ediniz. Zira bu ikisi sayesinde iftiradan korunur ve halk nezdinde değer kazanırsınız.”

      Şimdi bizzat isim vererek, “Sizlere Muhammed hakkında iyilik etmenizi tavsiye ediyorum. Zira Muhammed Kureyş’in emini, Arapların doğru sözlüsü ve sizi davet ettiğim şeyleri ihya edendir. Muhammed sizlere öyle bir mesaj getirmiştir ki, kalp ve ruh bunu kabul etmekte ama dil kötüleyenlerin korkusundan inkar etmektedir”.

      Kalp tasdik ediyor, ama diliyle ikrar edemiyor, korkuyor, diyor tasdik etmeyenlerin şiddetinden, eziyetinden.
      “Allah’a andolsun ki, adeta müstezaf halkın onun kabul ettiğini, sözlerini tasdik ettiğini ve risaletini kabul ettiğini görür gibiyim. Böylece Kureyş’in büyükleri hakir, evleri boşalmış ve zayıfları yücelmiş olacaktır. En büyükleri peygambere en muhtaç olanı, en günahkarları da ona en uzak olanlarıdır. Arap kavmi onu sevecek, topraklarını ona verecek ve onu önder seçecektir. Ey Kureyş kabilesi! Peygamberi seviniz, onu himaye ediniz, Allaha andolsun ki, onun yolunda ilerleyen kemale erer ve hidayetine tabi olan saadete kavuşur. Eğer sağ kalsaydım ondan bela ve zorlukları gidermeye çalışacaktım. (Keşşaf, 29/29).
      Ebu Talip vefat edince, Emir el Müm’ininin ailesi Aleyhisselam Peygamberin (SAV) yanına gelip babasının vefatını bildirir. Yani Hz Ali. Rasulüllah (SAV) bu haberi duyunca çok üzüldü ve Hz. Ali’ye şöyle buyurdu: “Git Onun gusül ve kefenleme işlemlerini yap ve bir tabutun içine koyduğun zaman bana haber ver.”
      Zaten namaz yok, onun için de kıldırmıyor, ama Müslümana yapılacak muameleyi yapıyor.
      Hz. Ali denilenleri yerine getirdikten sonra, Peygambere (SAV) haber verdi. Rasulüllah Aleyhisselam Ebu Talip’in cenazesinin yanına vardığında keder ve üzüntü içinde şöyle buyurdu: “Seninle akrabalık ilişkim vardı. Allah tarafından mükafatlandırılacaktır. Beni çocukken terbiye ettin, büyüklüğümde bana yardımcı oldun”.
      Daha sonra da halka dönerek şöyle buyurdu: “Allah’a andolsun ki, amcama öyle bir şefaatte bulunacağım ki, ins ve cin toplulukları şaşıracaktır.”


      Daha sonra Hz. Ali (RA) babasının mateminde şöyle dedi: “Ey Ebu Talip, ey sığınanların sığınağı, ey rahmet yağmuru, ey karanlıkların nuru, gerçekten de senin yokluğun gayretli ve büyük insanları perişan etti. Sen Peygambere (SAV) iyi bir amca idin.” (Tefsiri Taberi ve Zemahşeri’den).

      Şimdi geçen hafta da konuştuğumuzda yağmur yağıyordu, şimdi de yağmur yağıyor. Bu aslında büyük bir mesaj. Türkiye kuraklıktan kavruluyor, biz Ebu Talip’ten bahsedince Cenab–ı Hakk’ın rahmeti geliyor. Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az.

      Caferi Sadık Hazretleri buyuruyor ki, –ya bu zatlar sıradan insanlar değil. Bana göre, başka bir rivayet olmasa, İmamı Caferi Sadık Hazretleri dediği zaman mesele bitmiştir. İmamı Rıza dedikten sonra mesele bitmişirPeygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

      Cebrail Rasulüllaha (SAV) gelerek şöyle dedi: “Ey Muhammed! Rabbin Sana selam gönderiyor ve seni dünyaya getiren sülbe, sana hamile kalan kadına ve seni yetiştiren ve sorumluluğunu üstlenen şahsa ateşi haram kıldım.”

      Kim diyor bunu? Hz. Cebrail (AS). Kime diyor? Hz. Peygambere (SAV). Bunu söyle diyor, sonra şöyle devam ediyor: “Mezkur sülb baban Abdullah bin Abdulmuttalip’tir ve sana hamile olan Amine binti Veheb’tir –Vehb’in kızı Amine, Abdulmuttalip’in oğlu Abdullah– ve seni terbiye eden ise Ebu Talip’tir. (Kaynak: Sire–i İbni Hişam).
      Türkiye’de ve dünyada ne oyunlar oynanıyor? Var burada daha birçok delil ama bana göre gerek yok. Dedik ya, adam olana bir delil yeter, burada bin tane delil var. Sonra bir insanın Müslüman olduğunu delil kaç kişi getireceksin canım. En güçlü adamlar, müfessirler.


      Yeni Mesaj: Ebu Talip’in mü’min olmadığı iddialarının ve bu konudaki ısrarlı çalışmaların arkasında hangi gaye yatıyor?

      Prof. Dr. Haydar Baş: Arkasındaki gaye tamamen siyasidir. “Hz. Ali (KV) güç kazanmasın. Hz. Ali, imamete layık değildir, anlaşılsın. Bir küffardan böyle bir nesil nasıl çıkabilir densin” içindir. Başka bir şey değildir. Olay budur.

      Yeni Mesaj: Son görüşlerinizi de alalım. Hem Ramazana da adım adım yaklaşıyoruz.

      Prof. Dr. Haydar Baş: Benim burada acizane tavsiyem, bu mübarek geceleri iyi geçirelim, ihya edelim. Önü ve sonu oruçlu geçsin. Akşamı Kur’an okunsun, namaz kılınsın, istiğfar edilsin. Peygamber Aleyhisselam Efendimize salatu selam getirilsin ve bu güzel geceleri günleri aklı başında bir mü’min gibi geçirelim. Dedikoduyla, fitneyle, şununla, bununla vaktimizi öldürmeyelim. Bizim geçmişimizin din anlayışı bize kafidir. Yeni anlayışlara bu milletin ihtiyacı yoktur. Bunlar bu milletin temeline dinamit yerleştirmek isteyen, gaflet içindeki insanlardır. Bunlara kulak asılmasın. Haktan ve hakikatten yana olunsun ve densin ki, “İmamı Cafer’in gittiği yere ben de gitmeye hazırım. İmam–ı Ali Efendimizin gittiği yere ben de gitmeye hazırım”.

      On iki imam nedir biliyor musunuz? Peygamber (SAV) nesli, büyük alimler. Bütün evliyanın feyiz kaynağıdır. On iki meşrep vardır, on ikisi de feyzini, muhabbetini bunlardan alır.
      Bu arada ben de özür diliyorum, evvela Ebu Talip’in ruhundan özür diliyorum. Varislerinden özür diliyorum, yolundan gidenlerden özür diliyorum. Ama inşallah biz de noksanımızı, yanlışımızı böylece doğrultmuş olup vazifemizi ifa etmiş oluyoruz diyorum, efendim.

      Yorum

      YUKARI ÇIK
      Çalışıyor...
      X