Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Abdullah İbni Sebe Dosyası

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Abdullah İbni Sebe Dosyası

    Abdullah İbni Sebe Dosyası

    Kaynak: A Shiite Encyclopedia
    Çevirmen: 1KezDahaEbuzerr

    Birinci Bölüm

    Amaçları Müslümanları ayırmak olan İslâm düşmanları, Şianın ortaya çıkışını anlatırken Şia'nın üçüncü halife Osman bin Affan döneminde İslâm'a giren Abdullah İbni Sebe tarafından kurulduğunu söylerler. Dahası Abdullah İbni Sebe, İmam Ali'nin (a.s) Rasulullah'ın (s.a.a) vasîsi olduğu konusunda Şam'dan Kûfe'ye hatta Mısır'a gidip çeşitli propogandalarda bulunduğunu söylerler. Hilâfetin İmam Ali'de (a.s) olması gerektiğini düşündüğünden, güya Müslümanları Hazreti Osman'ı öldürmeye teşvik etmiştir. Aynı zamanda İmam Ali'nin (a.s) ve muhaliflerinin ordularını Cemel Savaşı'nda kışkırtmıştır. Bunun yanında Şiaların öne sürdüğü tüm görüşlerin sorumlusudur. Bu kiralık yazarlara göre Abdullah İbni Sebe, Şiaların başı ve Şialığın kurucusudur; o kişi de bir riyakâr ve bir yalancı olduğundan Şianın tüm inanç ve bilgileri yanlıştır. İşin aslı, Abdullah İbni Sebe bazı Sünnîlerin ortaya koyduğu iddalarının günah keçisinden başka şey değildir.

    İslâmiyetin ilk dönemlerinde Abdullah İbni Sebe diye birinin yaşayıp yaşamadığı ciddi bir muamma olsa da, araştırmalarımız göstermiştir ki o dönemde bu isimde biri yaşamış olsa bile ona atfedilen hikâyeler masaldan, uydurmadan, yanlışlardan, kurgudan ibarettir ve o kişinin tüm bunları yaptığına dair tek bir güvenilir kanıt dahi yoktur. İşte bu konuda, üstünde duracağımız nokta da budur inşaallah.

    Tanıtım

    Abdullah ibni Sebe için uydurulan hikâyeler, Şeytan'ın müridlerinden biri olan Seyf İbni Ömer el Temimî'nin art niyetli çabalarının ürünleridir. Seyf, hicrî ikinci yüzyılda yaşamış, hikâyelerini dönemin İslamî belgelerinde yer alan gerçeklerden ayıklayarak oluşturmuş bir hikayecidir. Kendisi aynı Selman Rüşdî'nin "Şeytan Ayetleri" eseri gibi bir hikaye kitabı yazmış ancak Şeytan rolünü kendi yarattığı Abdullah İbni Sebe adlı karaktere yüklemiştir.

    Seyf İbni Ömer, zamanının hükümetini tatmin edebilmek adına Rasulullah'in (s.a.a) sahabelerinin biyografilerini tahrif etmiş ve İslâmiyet ile dalga geçmek için Şia tarihini eğip bükmüştür. Seyf, tarih boyunca Ehl-i Beyt'in (a.s) düşmanlığını yapan Ümeyyeoğullarının sadık bir avukatı olmuştur, iş bu sebeple Şialara saldırmak onun en büyük işlerinden bir tanesidir. Uydurduğu hikâyelerde kendi kabilesini yüceltmeye çalışmış, bu uğurda bazı hayalî sahabeler dahi yaratmıştır. Birçok Sünnî âlimi, sadece İbni Sebe konusunda değil birçok konuda Seyf'in sınırı olmayan masallar uydurduğunun farkına varmış, neticede onun rivayetlerini terketmiş ve onu yalancı olarak tanımlamıştır. Buna rağmen Seyf'in uydurmaları bugüne kadar Sünnîlerin azınlıkta olan bir kısmını memnun etmiştir. Bu bölümde birazdan Seyf'in güvenilmez ve onun hikayelerinin yalandan ibaret olduğunu açıkça ifade eden birçok Sünnî âlimini sıralayacağız.

    Şia mektebine düşmanlık eden İslâm düşmanları, duydukları kini desteklemek için hep bu konuyu gündeme getirmişlerdir. Seyf İbni Ömer'in bu uydurmaları onlar için maalesef en önemli desteklerden biri haline gelmiştir.

    Hikayelerin Kaynağı

    Abdullah İbni Sebe masalı on iki asırdır var olan bir masaldır. Tarihçi ve yazarlar bu masalı birbiri ardına kaydetmiş, her alıntılayan hikayeye kendisinden bazı eklemeler yapmıştır. Hikayenin senetlerine bakarsanız Seyf İbni Ömer'in adını en başlarda göreceksiniz. Alttaki tarihçiler direk olarak Seyf'den bu masalı nakletmişlerdir:

    • Cerir et Taberî.
    • Zehebî, ki kendisi Taberîden nakletmiştir.
    • İbni Ebubekir, kendisi İbni Esir'den, o da Taberîden nakletmiştir.
    • İbni Asakir.

    Aşağıdakiler de dolaylı yoldan Seyf'den nakletmişlerdir:

    • Nicholson, Taberî'den nakletmiştir.
    • İslâm Ansiklopedisi, Taberî'den nakletmiştir.
    • Van Floton, Taberî'den nakletmiştir.
    • Wellhauzen, Taberî'den nakletmiştir.
    • Mirkhand, Taberî'den nakletmiştir.
    • Ahmed Âmin, Taberî'den ve Wellhauzen'den nakletmiştir.
    • Farid Vecdî, Taberî'den nakletmiştir.
    • Hasan İbrahim, Taberî'den nakletmiştir.
    • Seyid Afgani; Taberî'den, İbni Ebubekir'den, İbni Asakir'den ve İbni Badran'dan nakletmiştir.
    • İbni Haldun, Taberî'den nakletmiştir.
    • İbni Esir, Taberî'den nakletmiştir.
    • İbni Kesir, Taberî'den nakletmiştir.
    • Donaldston, Nicholson ve İslâm Ansiklopedisi'nden nakletmiştir.
    • Giâtûl Dîn, Mirkhand'dan nakletmiştir.
    • Ebûl Fida, İbni Esir'den nakletmiştir.
    • Raşid Rıza, İbni Esir'den nakletmiştir.
    • İbni Badran, İbni Asakir'den nakletmiştir.
    • Bostanî, İbni Kesir'den nakletmiştir.

    Yukardaki liste, Abdullah İbni Sebe hakkında nakledilen kurgulama masalların Taberî'den başladığını kanıtlamaktadır. Taberî ise, bu rivayetleri Seyf'in kitabından alıntıladığını, yazdığı Tarih'inde bizzat söylemiştir. Bu sebeple, Seyf'in karekteri ve tarih anlayışı büyük bir çaba ile dikkatlice değerlendirilmeli ve analiz edilmelidir.

    Seyf Kimdir

    Seyf İbni Ömer el Zabbî el Usayidî el Temimî, Hicrî ikinci yüzyılda yaşamış ve Hicrî 170 senesinde ölmüştür. Zehebî der ki, Seyf; Harun el Reşid döneminde Bağdat'ta ölmüştür. Yaşamı boyunca Seyf, Ümeyye döneminde de bulunmuş olan şu iki kitabı kaleme almıştır:

    • "El Futuh ve'l Riddah". Bu kitap Rasul'ün (s.a.a) vefatından öncesini ve Hazreti Osman'ın hilâfetine kadar geçen dönemi konu alır.
    • "El Cemal ve Maşeri Aişe ve Ali". Bu kitap ise Hazreti Osman'ın öldürümlesinden Cemel Savaşına kadar geçen dönemi konu alır.

    Bu kitaplar günümüzde kayıp olsada Seyf'in ölümünden birkaç asır sonrasına kadar var olmuşlardır. Araştırdığımız kadarıyla Seyf'in kitaplarına ulaşan son kişi İbni Hacer el Askalâni'dir. Seyf'in bu iki kitabı doğrulardan çok hikayeleri içeriyordu, doğru olaylar ise son derece gülünç bir şekilde anlatılmıştı.

    Seyf Rasulullah'ın (s.a.a) bazı sahabeleri hakkında konuştuğu için ve aynı zamanda garip isimlerde bazı sahabeler uydurduğu için ilk İslâm tarihi onun hikayelerinden etkilenmiştir. Usdul Gabah, İsti'ab, İsabah gibi bazı rical kitapların yazarlarıyla, Mecmaül Boldan, Ravzul Mi'tar gibi bazı coğrafya kitaplarının yazarları yalnızca Seyf'in yazdığı kitaplarda geçen bazı yer isimleri ve bazı sahabe adlarını gerçekmiş gibi kullanarak kitaplarında onlara yer vermişlerdir. Bu sebeple, Seyf'in hayatı, karekteri ve yaratıcılığı dikkatlice incelenmelidir.

    Sünnî Alimleri Seyf İçin Ne Dediler?

    Aşağıdaki ünlü Sünnî âlimler, Seyf İbni Ömer'in herkesçe bilinen bir yalancı ve güvenilmez bir kimse olduğunu öne sürmüşlerdir:

    • El Hâkim, (v. h. 405) şöyle yazmıştır: "Seyf bir zındık olarak kabul edilir. Rivayetleri terk edilmiştir."
    • En Nesaî (v. h. 303) şöyle yazmıştır: "Seyf'in rivayetleri zayıftır ve güvenilmez oldukları için terkedilmelidirler."
    • Yahya İbni Muin (v. h. 233) şöyle yazmıştır: "Seyf'in rivayetleri zayıftır, işe yaramaz."
    • Ebu Hatem (v. h. 277) şöyle yazmıştır: "Seyf'in hadisi reddedilmiştir."
    • İbni Ebu Hatem (v. h. 327) şöyle yazmıştır: "Âlimler Seyf'in rivayetlerini reddetmiştirler."
    • Ebu Davud (v. h. 316) şöyle yazmıştır: "Seyf hiçbir şeydir. Yalancının tekidir. Bazı hadisleri kabul edilse de çoğu reddedilmiştir."
    • İbni Habban (v. h. 354) şöyle yazmıştır: "Seyf dürüst ravîlere uydurma rivayetler isnâd etmiştir. Yalancı bir zındıktır."
    • İbni Abdulbar (v. h. 362) şöyle yazmıştır: "Seyf'ten rivayet olunur ki el Ka'ka şöyle demiştir: 'Ben Rasulullah'ın (s.a.a) vefatına şahit oldum.' İbni Ebu Hatem Seyf'in zayıf olduğunu söyler. Bu sebeple el Ka'ka'nın Rasulullah'ın (s.a.a) vefatında bulunması reddedilmiştir. Seyf'in rivayetlerini sadece bilgi için aktardık."
    • el Darkutinî (v. h. 385) şöyle yazmıştır: "Seyf zayıftır."
    • Firozabadî (v. h. 817) şöyle yazmıştır: "Seyf zayıftır." Kitabı Tovalif'te bu görüşü kabul eden birkaç kişiyi daha saymıştır.
    • İbni Sakan (v. h. 353) şöyle yazmıştır: "Seyf zayıftır."
    • Safi el Din (v. h. 923) şöyle yazmıştır: "Seyf zayıf olarak kabul edilir."
    • İbni Udey (v. h. 365) şöyle yazmıştır: "Zayıftır. Bazı rivayetleri meşhur olsa da rivayetlerinin çoğu kabul edilmemiştir."
    • Suyutî (v. h. 900) şöyle yazmışyır: "Seyf'in hadisi zayıftır."
    • İbni Hacer el Askalanî (v. h. 852) bir rivayet naklettikten sonra şöyle demiştir: "Bu rivayetin ravîlerinin çoğu zayıftır ama en zayıfları Seyf'tir."

    Çok ilginçtir ki İmam Zehebî tarihinde Seyf'ten alıntılar yapmış olmasına rağmen "al Mughni fi el Zuafa"sında Seyf'i zayıf bir ravî olarak tanımlıyor. Dahası şunları yazıyor: "Seyf'in iki kitabı vardı ki bu ikisi âlimler tarafından şiddetli bir biçinde terkedilmiştir." (al Mughni fi al Zuafa, Zehebî, Sayfa 292)

    Seyf'in hayatını incelediğimizde görüyoruz ki Seyf bir bilinmezci ve güvenilmez bir masal anlatıcısı. Anlattığı hikayeler bütünüyle şüpheli ve kısım kısım ya da tamamen uyduruk. Masallarında dünyada daha önce hiç bulunmamış şehirlerin isimlerini kullanmış. Abdullah İbni Sebe bu hikâyelerin yıldızı. Aynı zamanda senaryolarındaki boş karakterleri doldurabilmek adına tam yüz elli tane sahabe yaratmış, bu sahabelere verdiği garip isimlere başka hiçbir İslamî dökümanda rastlamıyoruz. Bunun yanı sıra Seyf'in rivayetlerinde olayların meydana gelişi hakkında belirttiği tarihler muteber Sünnî kaynaklarına geçen tarihlere tamamiyle zıt ve çelişkili. Seyf ayrıca hayalî ravî zincirleri oluşturmuş ve bu zincirlerden çok garip bazı olaylar aktarmış (örneğin bu olaylardan birinde bir inek insanlarla konuşuyor.)

    Seyf'in savunucularından bazıları oldukça ilginç bir antitez oluşturmuşlardır, onlara göre Seyf zayıf ravîliği ile tanınmasına ve birçok muhaddis onun rivayetlerini terketmesine rağmen tarihi konularda güvenilir bir kimsedir. Çünkü güya onu zayıf olarak tanımlayan âlimler onun hadisini terketmişlerdir, bu da onun tarihine halel getirmez. Bu kişiler âlimlerin yalancı ve zındık olarak nitelendirdiği bir kimsenin tarihsel hikayelerine bel bağlıyorlar. Eğer problem Seyf'in hadis konusunda bilgi eksikliğine sahip olması olsaydı diğer konularda güvenilir olabilirdi. Ama problem şurda ki Seyf bir yalancı olarak tanımlanmış, birçok olaya uydurmalarını karıştırmış, kendi uydurduğu rivayetleri tamamen alakasın ravîlere isnad etmiş. Böyle bir kimse her konuda şüphelidir. İş onun tarihçi yönüne gelince beşinci bölümde de göreceğiz ki Hıristiyan tarihçiler bile onun naklettiği tarihsel olaylar ile muteber İslam kaynaklarındaki tarihsel olaylar arasında çok büyük çelişkiler olduğunu ortaya koymuşlardır.

    Abdullah İbni Sebe Hakkında
    Hiçbir Kaynağı ve Senet Zinciri Olmayan Hikayeler

    Abdullah İbni Sebe hakkında yazan hem Şia hem Sünnî âlimlerinden, tarihçilerinden ve hikayecilerinden gelen ancak hiçbir kaynağı olmayan, hiçbir isnadı bulunmayan bazı rivayetler bulunmaktadır. Örneğin bu tür rivayetler "bazıları şöyle şöyle dedi" veya "bazı âlimler şöyle şöyle dedi" diye başlıyor ama bu âlimlerin kim oldukları ve o âlimlerin bu rivayeti nerden edindikleri yazmıyor. Bu tür rivayetler genelde Ümeyyeoğullarının, bilhassa Seyf İbni Ömer gibilerinin söylentilerinden kaynaklanmaktadır ve "el Milal ve'n Nihal", "el Firak" gibi kitaplarda yer almışlardır. Abdullah İbni Sebe'nin ismini kitaplarında anıp hiçbir kaynak veya senet bildirmeyen Sünnî alimler şunlardır:

    • Ali İbni İsmail el Eşarî (v. h. 330) kitabı "Makalat-ûl İslamiyin"de.
    • Abdulkahir İbni Tahir el Bağdadî (v. h. 429) kitabı "el Fark Bain el Firak"ta.
    • Muhammed İbni Abdülkerim el Şehristanî (v. h. 548) kitabı "el Milâl ve'n Nihâl"da.

    Üstteki Sünnî kaynaklarında Abdullah İbni Sebe hakkında hiçbir kaynak ve hiçbir senet zinciri belirtilmemiş, ne var ki garip isimli İslam mezheplerini uydururken birbirleriyle yarışmışlar. Kavusiye, Teyyareiye, Mamturaiye, Garabiye, Malumiye, Meçhuliye... Ve tüm bu iddiaları için tek bir kaynak veya referans gösterememişler. Ortaçağda yaşamış olan bu yazarlar garip hikayeler yazıp farklı Müslüman milletlere inanılmaz olaylar anlatmanın kendilerini alanlarında diğer yazarlardan daha üstün yapacağını zannetmiş olmalılar. Bu sebeple de İslâm tarihinde trajik bir zarara sebep olmuş ve İslâm milletlerine yalan yanlış şeyler anlatarak büyük bir suç işlemişlerdir.

    Bunlardan bazıları, bugünlerde yanlışlığı kolayca tespit edilebilen saçma hikâyeler ve peri masalları kaydetmişlerdir. Örneğin Şehristanî, el Milâl ve'n Nihal'inde "Nasnas" adlı yarı insan yaratıklardan bahsediyor. Bu yaratık grubu yarım suratlı, tek gözlü, tek el ve tek ayaklı yaratıklarmış. Müslümanlar da güya bu yarı insan yaratıklarla muhabbet ediyor hatta birbirlerine şiirler okuyorlarmış! Bazı Müslümanlar bu yarı insan yaratıkları avlıyor ve onların etini yiyormuş! Bu yarı insanlar bir attan daha hızlı tepinip aynı onlar gibi geviş getiriyorlarmış! Şehristanî daha da ileri gidiyor Abbasî Halifelerinden Mütevekkil'in bu yaratıklar hakkında dönemin bilim adamlarına araştırmalar yaptırdığını kaydediyor!

    O zamanın insanları elbette ki bu gerçekliğe en ufak bir uygunluğu olmayan hikâyelerinin ve peri masallarının gerçekliğini araştırmak için modern bazı aletlere sahip değildiler ve bu sebeple anlatılanlar ne kadar gerçek dışı ve deli saçması olursa olsun bu tür şeylere kolayca inanabiliyorlardı.

    Kronolojik öğretileri takip edersek görürüz ki bu yazarların hepsi Seyf İbni Ömer'in ve hatta Taberî'nin devrinden sonra yaşamış yazarlardır. Bu sebeple bu kişilerin Abdullah İbni Sebe hakkındaki hikayeleri Seyf İbni Ömer'den almış olmaları son derece muhtemeldir. Hele ki Seyf'in skandalının bu zamanlarda herkesçe duyulmuş olduğunu göz önünde bulundurursak bu kişiler belki de Seyf'den nakletmiş oldukları bu hikayelerin gerçekçiliği zarar görmesin diye kaynak belirtmemiş olabilirler. Dahası Seyf'den önce Abdullah İbni Sebe hakkında yazılmış tek bir belge dahi bulunmamaktadır. Seyf İbni Ömer'den önce yaşamış âlim ve tarihçilerin hiçbiri kitaplarında Abdullah İbni Sebe'nin adını kitaplarında anmamıştır. Bu da göstermektedir ki eğer İbni Sebe yaşamışsa Seyf'den önceki tarihçiler için hiçbir öneme haiz olmamıştır. Bu da İbni Sebe'nin Seyf İbni Ömer el Temimî'nin propogandasından ibaret olduğunu kanıtlayan şeylerden biridir.

    Abdullah İbni Sebe'den bahsedip de kaynak veya senet göstermeyen Şia tarihçileri de şunlardır:

    • Sa'd İbni Abdullah el Aşerî el Kummî (v. h. 301) kitabı "el Makalat ve'l Firak"ta Abdullah İbni Sebe'nin ismini içeren bir rivayet kaydetmilştir. Ancak ne bir senet zinciri ne de bir kitap kaynağı göstermiştir. Dahası el Aşerî el Kummî Sünnî kaynaklarından da birçok rivayet nakleden bir kimsedir. El Neccaşî (v. h. 450) "el Rical"inde Kummî'nin birçok yere seyahat ettiğini ve Sünnî tarihçileriyle olan bağlarının güçlü olmasıyla bilindiğini, o tarihçilerden birçok hikâye dinlediğini yazmıştır. Duyduğu birçok zayıf rivayeti kaydetmiştir, bunlardan birisi de Abdullah İbni Sebe'nin kısa bir hikâyesidir ki hiçbir kaynağı yoktur.

    • Hasan İbni Musa el Nebahtî (v. h. 310) kitabı "el Firak"ta Abdullah İbni Sebe'nin adını içeren bir rivayet nakletmiştir ancak bu rivayeti kimden aldığını belirtmemiş ve bir kaynak göstermemiştir.

    Yukarıdaki iki Şia tarihçisi İmam Ali (a.s) döneminde ortaya çıkan Abdullah İbni Sebe adında bir şeytanî adamdan bahsetmişlerdir. Şunu farkedebiliyoruz ki bu bilgileri Seyf İbni Ömer'in ölümünden çok sonra, hatta el Taberî'nin bile vefatından sonra nakletmişlerdir. Bu sebeple belki de bu bilgileri Seyf'den nakletmişlerdir veya Seyf'den nakleden bir tarihçiden, örneğin Taberîden alıntılamışlardır. Bilhassa hikayelerini nakletmeden önce isnat yerine yazdıkları "bazı kişiler demiştir ki" ifadesinden ve bu "bazı kişiler"in kim olduklarını açıklamamalarından dolayı bu ihtimal daha mantıklı hale gelmektedir

    Abdullah İbni Sebe Hakkında Nakledilen
    Ancak Seyf İbni Ömer'e Ulaşmayan Rivayetler

    Şunu söylemek gereklidir ki gerek Şia gerek Sünnî kaynaklarında İbni Sebe ile ilgili içinde Seyf'in bulunmadığı farklı senetlerden aktarılan rivayetler 14'ten azdır. Örneğin bunlardan birisi Şia olan el Kaşi'nin (v. h. 369) Rical adlı eserinde yazdığıdır. Bu kitapta Abdullah ibni Sebe hakkında Ehl-i Beyt imamlarından nakledilen rivayetler bulunmaktadır. Bu rivayetlere bakacak olursak Seyf'in bahsettiğinden çok daha farklı bir resim görürüz. Yine de Şia alimleri el Kaşi'nin kitabını hatalı bulmuşlardır, bilhassa isimlerde ve senetlerde hatalar vardır bu sebeple zikredilen kaynak güvenilir bir kaynak sayılmaz. El Kaşi'nin rivayetleri Şia'nın dört ana hadis kitabında bulunmaz.

    Abdullah ibni Sebe'den bahseden diğer Şia alimleri, El Kaşi'de yazanları aynen nakletmişlerdir (Örneğin el Tusi, ibni Tavus, el Hilli). El Eşari el Kummî ve Nebahtî ise İbni Sebe hakkında kitaplarına aldıkları rivayetlerin hiçbirinde en ufak bir senet nakletmemişlerdir.

    Sünnîlere gelecek olursak, önceden isimlerini zikrettiklerimiz ve Seyf ibni Ömer'den rivayet edenler dışında İbni Hacer el Askalanî'den nakledilen birkaç rivayet bulunmaktadır ki bunlar da el Kaşî'nin rivayetleriyle hemen hemen aynıdır. Bu rivayetlerle ilgili birkaç noktayı nakletmek istiyoruz:

    • Seyf ibni Ömer'den nakledilmeyen rivayetler, ondan nakledilenlerden bütünüyle farklıdır. Bu rivayetlere göre İbni Sebe adında zavallı bir adam, İmam Ali (a.s) zamanında ortaya çıkıyor. Kendisinin peygamber, Ali'nin de ALLAH olduğunu iddia ediyor. İmam Ali bu adamın haberini aldığında onu tutuklatıyor ve tövbe etmesini istiyor. Etmeyince de yakılması emrini veriyor. Bu rivayetlere göre İmam Ali ve evlatları bu adamı lânetlemiş ve böylece gulatlık fikriyle bağlantılarını tamamen kopuk kılmışlardır. Bu rivayetlerde bahsedilen şey budur ve diğerlerine göre daha gerçekçidir.

    • Bu 14'ten daha az bulunan rivayetler hiçbir muteber kitapta kaydedilmemiştir. Aslına bakarsanız Sünnîlerin en önemli hadis kitapları olan Kütüb-i Sitte'de u konu ile ilgili tek bir rivayet dahi bulunmamaktadır. Büyük ihtimalle Abdullah ibni Sebe adında biri bu dünyada hiç bulunmadı ve bütünüyle Seyf ibni ömer'in Masallarından biriydi, aynı uydurduğu yüz elli sahabe gibi. Seyf, kişiliğine dayalı bir karakter yarattı ve ona hiçbir diğer rivayette nakledilene benzemeyen olaylar isnad etti. Sadece benzememek de değil, Seyf'in rivayetleri diğer Sünnî rivayetleriyle büyük oranda çelişmektedir.

    Şimdi Seyf'tan nakledilmeyen birkaç rivayet yazalım ve Seyf'in naklettikleriyle bunları karılaştıralım. Şia rivayetlerinde:

    • İmam Muhammed Bakır'a (a.s) isnad ediliyor: Abdullah ibni Sebe Peygamber olduğunu söylerdi ve Müminlerin emini olduğunu, Ali'nin de ALLAH olduğunu iddia ederdi. Bu sebeple İmam onu çağırdı ve sorguladı, ancak o iddialarını tekrarladı ve şöyle dedi: "Sen osun! (Tanrısın) ve senin Tanrı olduğun, benim de senin Peygamberin olduğu vahyedildi bana." Bunun üzerine Emirel Mu'minin şöyle dedi: "Yazıklar olsun sana! Şeytan seninle alay ediyor. Dediğiden tövbe et. Hay annesi cenazesinde yas tutasıca! Vazgeç iddiandan." Ama o vazgeçmedi ve bunun üzerine İmam Ali onu hapise attı ve üç kez tövbe etmesini istedi, ama o etmedi. Bu sebeple onu yaktı ve dedi ki: "Şeytan onu nefsine almıştır, ona gelmiş ve bu düşünceleri ona anlatmıştır." (El Kaşi, Rical)

    • Dahası İmam Zeynul Abidin'in (a.s) şöyle dediği rivayet olunuyor: "ALLAH'ın lâneti hakkımızda yalanlar söyleyene olsun. Abdullah İbni Sebe'den bahsettim ve tüylerim ürperdi. ALLAH onu lânetlemiştir. Ali (a.s), ALLAH'a yemin olsun ki onun (ALLAH'ın) bir kuludur ve ALLAH Rasulünün (s.a.a) kardeşidir. O, tüm onurunu ALLAH'a ve Rasulüne itaat ederek kazanmıştır; ALLAH Rasulü de onurunu ALLAH'a itaat ederek kazanmıştır." (El Kaşi, Rical)

    • İmam Hüseyin'in (a.s) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bizler eminliğin ailesiyiz. Ancak bizim hakikatimize leke süren bir yalancıdan kurtulmuş değiliz. ALLAH Rasulü de isanlar arasında en emin kişiydi ancak Müseylime onun üzerinden yalanlar söylerdi. Emirel Muminin (a.s) ALLAH Rasulünden sonra en emin insandı ancak İbni Sebe onun eminliğine leke sürmeye çalıştı ve yalanlar söyledi. (El Kaşî, Rical)

    • İmam Cafer Sadık, Şialarına İbni Sebe'den bahsediyordu ve onun İmam Ali'ye ilahiyet isnad ettiğini söylüyordu. Dedi ki: "Ali'ye bunu isnad ettiğinde İmam ondan tövbe etmesini istedi ancak o etmedi, bunun üzerine onu ateşte yaktı." (El Kaşî, Rical)

    Sünnî rivayetleri, yani Askalanî'nin naklettikleri de El Kaşî'nin naklettiklerine oldukça benzemektedir:

    • Abdullah ibni Sebe gulatlardan biriydi, bir zındık, yolunu şaşırmış kimseydi. Ali onu ateşte yaktı. (İbni Hacel Askalanî, Lisanül Mizan, Cilt 3, 289)
    • İbni Sebe Yemen asıllıdır ve İslam'ı seçip Müslüman şehirlerinde gezmiş ve insanları emirlere başkaldırmaya çağırmış, onları kötülüğe iknâ etmiş ve aynı amaçla Dimeşk'e (Şam) gitmiş bir Yahudidir. ...burada Seyf ibni Ömer'in el Futuh'undan nakledilen hayli uzun bir hikaye var, senedi yok... (a.g.e)
    • Ali kürsüye çıktı ve dedi ki "Bu adamın suçu nedir?" Ordaki insanlar "O ALLAH'ı ve Rasulünü reddediyor" dediler. ...verilen senette iki kişi kayıp ve dipnotta rivayetin düşük olduğu söyleniyor... (a.g.e)
    • Ali Abdullah ibni Sebe'de şöyle dedi: "Duydum ki Risaletini ilân eden otuz deccal çıkacaktır, sen de bunlardan birisin" (İbni Hacel Askalanî, Lisanül Mizan, Cilt 3, 290)
    • İbni Sebe ve takipçileri Ali bin Ebu Talib'in ilahiyetine inandılar ve Ali, döneminde onları yaktı." (a.g.e)

    Bu Sünnî rivayetleri güvenilir kabul edilmemişlerdir. Hem Şia hem Sünnî rivayetlerinin tümü (Seyf'ten nakledilmeyenler), toplamda 14'ü bulmaz. Tekrarları saymaz isek daha bile düşüktür. Bu rivayetler şunları bildirmektedir:

    • Abdullah ibni Sebe, İmam Ali'nin (a.s) hilafeyi döneminde ortaya çıkmıştır, Seyf'in iddia ettiği gibi Osman'ın döneminde değil.
    • Abdullah ibni Sebe, Seyf'in iddia ettiği gibi İmam Ali'nin Rasulullah'ın vasîsi olduğunu söylemiyor, Ali'nin (a.s) ALLAH olduğunu söylüyor.
    • İmam Ali diğer gulatlarla beraber onu da yakıyor. Seyf'in rivayetlerinde böyle birşey yok.
    • Bu rivayetlerin hiçbirinde onun Osman döneminde bir rol oynadığı hakkında en ufak bir delil yok. Seyf'in söylediği gibi Osman'ın öldürülmesine sebep olan olaylarda bir parmağı yok.
    • Seyf'in iddia ettiği gibi Sebe'nin Cemel vak'asında bir rolü olmamıştır.
    • Bu rivayetler, Rasulün ashabından bir kimsenin Sebe'yi takip ettiğini yazmıyor. Oysa ki Seyf'in rivayetlerinde Ebuzer (r.a), Ammar Yasir (r.a) gibi bir çok önemli sahabî Abdullah ibni Sebe'nin yoldaşlığını yapıyor.

    Sebeiyye ve İbni Sebe(ler)

    İslâm Öncesi Zamanlardan beri "Sebeiyye" terimi Kahtan'ın oğlu Yarub'un oğlu Yashub'un oğlu olan Sebe'nin soyunu tanımlamak için kullanılırdı ki aynı soyu tanımlamak için "Kahtaniye" ve yaşadıkları yere istinaden "Yemaniye" de denmiştir. Aynı zamanlarda Hazreti İbrahim'in (a.s) oğlu Hazreti İsmail'in (a.s) oğullarından Adnan'ın oğlu Nazar'ın oğlu Muzar'ın soyu olan ve "Adnaniye", "Nazariye", "Muzariye" diye bilinen bir kabile de vardı. Bu iki kabilenin de çeşitli dost kabileleri vardı ve bu dost kabileler onların korumaları altında olduğu gibi bazen de onların isimlerini alırlardı.

    Genel itibariyle Araplar bu iki büyük kabileden birine tabi olurlardı. Bu iki kabile Medinedeki İslâmi toplumda Rasulullah tarafından (s.a.a) yeniden adlandırıldı. Kahtanîler Ensar olarak adlandırıldılar çünkü Medine'de yaşıyorlardı. Adnanîler ise Muhacir olarak adlandırıldılar çünkü Medine'ye seyahat etmişlerdi. Abdullah bin Vahab el Sebeî, Haricîlerin ilk lideri, Sebeî veya Kahtanî olarak bilinen ilk gruptandı. Adnanîler ile Kahtanîler arasında Medine ve Ku'fe'de sürtüşmeler başlayınca Adnanîler Kahtanîleri resmî olarak "Sebeîler" olarak adlandırmaya başladılar. Hicrî ikinci yüzyılda Ümeyyeoğulları zamanında Seyf İbni Ömer'in eserleri ortaya çıkana kadar "Sebeîyye" ismi sadece etniksel ve kabilesel bir isimdi. Seyf ise bu kabilesel ismi kullandı ve güya Abdullah İbni Sebe'nin kurmuş olduğu Sebeiyye mezhebini uydurdu.

    Uydurduğu mezhebin sözümona lideri olan Abdullah İbni Sebe'yi ortaya çıkartabilmek için de ya Abdullah (bin Vahab) el Sebeî'nin ismini Abdullah İbni Sebe olarak kaydetti ki Eşarî'nin, Semanî'nin ve Makrizî'nin rivayetlerinde bu şekilde gözükmektedir, ya da mezhebi uydurduğu gibi liderini de uyduruverdi. Her iki şekilde de Hazreti Osman ve Hazreti Ali döneminde Abdullah İbni Sebe adlı birinin varlığı hakkında güçlü bir kanıt yoktur, tabi önceden bahsettiğimiz Haricî lider Abdullah bin Vahab el Sebeî'yi saymazsak.

    Aynı zamanda şunu da görmekteyiz ki Kahtan kabilesine mansup olanlar, Abdullah İbni Sebe hakkında Seyf'in peri masalları ortaya çıkınca "Sebeî" sıfatını kullanmamaya başlamışlar. Ancak yine de ikinci ve üçüncü hicrî asırlarda Yemen, Mısır ve Endülüs'te bir çok insan "Sebeî" olarak anılmaya devam etmiş. Tabi ki Seyf'in uydurma Yahudisi Abdullah İbni Sebe'ye değil Yasrub'un oğlu Sebe'ye olan yakınlıklarından bu sıfatı kazanmışlar ki bu dönemde Sebeî olarak anılan kimseler arasında Kütüb-i Sitte'de hadisi bulunan bazı Sünnî hadis ravileri de mevcuttur. Daha sonra, Taberî ve diğer tarihçiler bu peri masalını yaymaya başlayınca Sebeî sıfatının kullanımı bitme noktasına geldi.

    Şu da vardır ki hikayenin yaratıcısı olan Seyf'e göre Abdullah bin Sebe ile İbni Sevda aynı kişilerdi. Ancak hicrî beşe doğru rivayetlerin çoğalmasıyla İbni Sebe ile İbni Sevda ayrı kişiler haline geldiler. Bu çeşitliğiği beşinci asırda üç kişide sınırlandırabiliriz:

    • Abdullah bin Vahab el Sabaî, Haricîlerin lideri, İmam Ali'nin (a.s) muhaliflerindendi.
    • Abdullah İbni Sebe, İmam Ali'nin (a.s) ilahlığına inanan ve Sebeiyye kabilesini kuran adam. O ve takipçileri kısa süre sonra ateşte yakılıyorlar.
    • Abdullah İbni Sebe, İbni Sevda diye de bilinen Seyf'in hayalî kahramanı. Bu ve takipçileri ise İmam Ali'nin (a.s) ilahlığına değil vasiliğine inanıyorlar, Hazreti Osman'a muhalif davranıyorlar ve Cemel Savaşı'nı başlatıyorlar.

    Birinci kişilik gerçekten var olmuştur ve Abdullah İbni Sebe'den bahseden rivayetlerin bir kısmı Haricîlerin lideri olan bu adamla ilgilidir. İkinci kişiliğe gelirsek, bu kişiden bahseden çeşitli rivayetler bulunsa da iki ekolce de tasdik edilmemiştir. Üçüncü kişilik ise Seyf'in belki de birinci ve ikinci kişilikler hakkında duyduklarından esinlenerek uydurduğu bir karekter.

    İbni Sebe ve Şia

    İlk olarak Seyf'in uydurduğu ve Taberî'den nakledilen Abdullah İbni Sebe hikayesini ve hikayeyi anlatmakla kalmayıp onu Şia'nın kurucusu ilân edenlerin ortaya koyduğu hikayeyi birbirinden ayırmalıyız. Kanıtlanmış bir gerçektir ki bu ikinci gruptakiler, yani İbni Sebe'yi Şia'nın kurucusu olarak görenler kesinlikle Sünnî değildirler. Olsa olsa Ebu Süfyan'ın ve Mervan'ın sünnetinin takipçileridirler. Bu sözde âlimler İmamiye Şia'sı hakkında konuşmaya başlayınca Ehl-i Beyt'in (a.s) takipçilerini "Sebeiyyeciler" sözüyle tanımlarlar. Benzer şekilde Rasulullah'ın (s.a.a) emrettiği üzere durup Zekâtı kendileri taksim eden Hazreti Ebubekir'e zekat vermediği için öldürülen Müslümanları yalancı peygamber Müseylime'yi takip ettiği için öldürülen kâfirlerle bir tutarlar.

    Şia ve Sünnî âlimlerine göre, Seyf İbni Ömer gerçeği bulandıran ve gerçekleri yalanlarla yamalayan bir kimsedir. İbni Sebe'nin varlığına inanmak Seyf'in uydurduğu Şia düşmanı hikayelere inanmak demek değildir. Gerçek şudur ki Abdullah İbni Sebe gibi adamlar isimlerine atfedilen hikayeler olmadan bir hiçtirler. Yalan hikayeler ise bu adamları olduklarından çok daha farklı bir yöne sürükler. Çevresinde cereyan eden olaylar olmamış olsa da böyle bir insan varolmuş olabilir.

    Seyf'in Eseri

    Bu makalede ve makalenin diğer bölümlerinde üzerinde duracağımız şey Seyf'in hikayeleri ile diğerlerinin yazdıkları arasındaki farklar olacak. İlk olarak size Seyf İbni Ömer'in eseri üzerinde genel olarak kısaca bahsetmek istiyoruz. Seyf'in görevi İslamî gerçekleri ve tarihsel olayları çarpıtmak olmuştur. Hicrî 11'den Hicrî 40'a kadar olan olaylar üzerine türlü çarpıtmalar ve tahrifler yapılmıştır. Seyf de yalnızca bu dönemde olan olayları değerlendirmiş ve gerisiyle ilgilenmemiştir.

    Seyf'in hakkında konuştuğu ilk olay Usame'nin (r.a) ordusu ve Rasulullah'ın vefatıdır. Rasulullah (s.a.a) vefat etmeden dört gün önce İmam Ali (a.s) hariç tüm Ensar ve Muhaciri Medine'den çıkartıp Rumlarla savaşması için Suriye'ye gönderme planı yapar. Ancak sahabeler bu fikre karşı çıkar ve Rumların üzerine gönderilecek olan ordunun başına atanan Usame'nin liderliği ile alay ederler (Sahih al-Buhari, 5.552, 5.744 and 5.745) Orduyu Medine'de bekletirler dönerler. Rasulullah (s.a.a) vefat edince de hilâfet kavgasına girişirler. Seyf İbni Ömer, ordunun bekletilmesi olayını tahrif etmiş ve ortada herhangi bir gecikme olmadığını göstermeye çalışmıştır. Rasulullah'ın (s.a.a) vefatından sonra Hazreti Ebubekir orduyu dağıttığı halde Seyf İbn Ömer, Hazreti Ebubekir'in şöyle dediğini iddia eder:

    "İlerleyin! Yoksa ALLAH sizi cinayet ve veba ile yok edecek!" (Taberî Tarihi ve İbni Asakir Tarihi, 11. Yılın Olayları, Seyf'den naklediliyor.)

    Diğer ravîler kesinlikle Hazreti Ebubekirin böyle saçma birşey söylediğini iddia etmemişlerdir. Bir zındık olan Seyf, zamanının halifesini memnun edebilmek adına İslamiyetle böylesine dalga geçmiştir. Yine konuştuğu konulardan biri olan Sakife beyati konusunda Seyf şunları söylemiştir:

    "Ebubekir halife olup beyat almaya başladığında Ali evinde oturuyordu. Haberdar olur olmaz alel acele üstüne gece entarisini geçirip geç kalma korkusuyla evinden fırladı. Hemen Ebubekir'e beyat verdi ve onunla oturmaya başladı, ancak giysileri uygunsuz olduğundan evine gönderildi. Giysilerini giyindikten sonra da Ebubekir'in toplantısında bulunmaya devam etti. (Tarih-i Taberî, Cilt 3, Sayfa 207)

    Bu gülünç rivayet Sahih-i Buharî ile çelişmektedir, zira Buharî ilk altı ay boyunca İmam'ın (a.s) Hazreti Ebubekir'e beyat etmediğini kaydetmiştir (Sahih-i Buharî, 5. 546). Seyf Sakife ile ilgili yedi hikaye anlatmıştır ve Sakife üzerine kurduğu senaryosunu oynaması için üç de sahabe uydurmuştur. Bu üç sahabeden Seyf'den başka bahseden bir kimse olmamıştır. Seyf bu üç sahabenin adını "Ka'ka", "Mubeşşir" ve "Şakir" koymuştur.

    Bunun yanı sıra Seyf, Şia'nın kuruluşu, Ebuzer'in (r.a) sürgünü, Hazreti Osman'ın öldürülmesi ve Cemel Savaşı hakkında çeşitli rivayetler uydurmuştur. Seyf, Abdullah İbni Sebe hakkında art niyetli bir şekilde uyduruk hikayelerini Şia'ya bağlamaya çalışmıştır ancak tüm bu rivayetler bize göstermektedir ki bu adam Şia'dan bütünüyle bihaberdir. Çünkü Şia'nın asla ama asla savunmadığı düşünce ve inançları Şia'ya isnad etmiştir. İnşaALLAH diğer bölümlerde Abdullah İbni Sebe'nin uyduruk biyografisini diğer Sünnî kaynaklara göre değerlendireceğiz.

    Şunu da söylemeliyiz ki Allâme Askerî bu konuda çok ayrıntılı bir eser vermiştir. "Abdullah İbni Sebe ve Diğer Masallar" adlı kitabında bu konuda hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde açıklamalar yapmış ve anlatılan İbni Sebe'nin hiçbir zaman yaşamadığını kanıtlamıştır. Eğer o dönemde Abdullah İbni Sebe adında biri yaşamış olsa bile bu Seyf'in anlattığından çok çok daha farklı bir kimse olmalıdır.
    [size=12pt]"Gece boyunca bir âlimin uyuması, bir cahilin ibadet etmesinden evlâdır."
    Rasûlullah (s.a.a)


    #2
    Ynt: Abdullah İbni Sebe Dosyası

    İkinci Bölüm

    Bu yazımızda inşaallah Abdullah İbni Sebe hakkında Seyf'in naklettiği mantıksız masallar ile diğer Sünni kaynaklarında geçen nakilleri karşılaştırarak değerlendirmelerde bulunacağız. İlk olarak Seyf İbni Ömer'in Abdullah İbni Sebe hakkında söylediklerinin üzerinden bir kez daha geçelim:

    Seyf iddia etti ki bir Yemen Yahudisi, Abdullah İbni Sebe (veya Amutus-Sawda, yani siyahî kölenin oğlu) İslamî anlayışını Osman zamanında dile getirdi. Kendisini Müslümanların arasına soktu, Şam'dan Kufe'ye ve ordan Mısır'a birçok şehir ve kasabayı gezdi ve Hazreti Muhammed'in (s.a.a) aynı Hazreti İsa (a.s) gibi yeniden dirileceğini söylerek propogandalarda bulundu. Aynı zamanda Ali'nin (a.s) Peygamber'in (s.a.a) velisi olduğunu ve onun kutsal görevinin Osman tarafından gasp edildiğini söyledi. Ebuzerr'i ve Ammar İbni Yasir'i provoke edip Osman ve Muaviye aleyhine ayaklanmalarına sebep oldu. Müslümanları provoke ederek Osman'ın öldürülmesine ve yerine İmam Ali'nin (a.s) geçmesine sebep oldu. Seyf aynı zamanda İbni Sebe'yi Cemel vakasının da sebeplerinin mihenk taşı sayar. Şimdi tüm bu iddiaları birer birer değerlendirelim:

    Rasulullah'ın (s.a.a) Rec'ati (Dönüşü)

    Seyf iddia etti ki Abdullah İbni Sebe, Rasulullah'ın (s.a.a) kıyamet gününden önce dönyaya geri döneceği fikrini icat eden ilk kişidir. Seyf, İbni Sebe'nin şöyle söylediğini yazmıştır:" Eğer İsa geri dönecekse, İsa'dan daha önemli biri olan Muhammed (s.a.a) da geri dönecektir."

    Al-Rec'at / Al-Karr'aa inancını (bazı ölülerin yeniden vücut bulup kıyamet gününden önce dünyaya gelmesi) Abdullah İbni Sebe'ye aitmiş gibi göstermek de insanların aklını gerçek İslamî inançlar konusunda karıştırmak için Seyf'in başvurduğu bir başka numarasır. Eğer Seyf, Kur'an'ı dikkatlice öğrenmiş olsaydı birçok Kur'an ayetinin Rec'at mucizesinin geçmişte yaşamış bazı özel kavimlerde ve bireylerde zaten gerçekleşmiş olduğunu ve bu mucizenin gelecekte de bazı insanlar için var olacağını söylediğini görürdü.

    Her ne kadar Şia kaynakları Sünniler için kanıt kabul edilmese de kaynaklarımızda bulunan birçok hadis ile Ehl-i Beyt (a.s) Rec'at'in Kur'an ile sabit olduğunu kanıtlamıştır. Kur'an ayetlerinden yaptıkları mantıksal çıkarımlar o denli şaşırtıcıdır ki Kur'an'ı kabul ettikleri için tüm Müslümanlara bir kanıt niteliği taşımaktadırlar. Bu sebeple Ehl-i Beyt'ten (a.s) nakledilen bu rivayetleri üç kateguri altında buraya naklediyorum:

    • Geçmişte gerçekleşen Rec'at olaylarına işaret eden Kur'an ayetleri.
    • Gelecekte gerçekleşecek olan Rec'at olaylarına işaret eden Kur'an ayetleri.
    • Peygamberlerin Rec'at olaylarına işaret eden Kur'an ayetleri.

    1) Kur'an Konuşuyor: Geçmişteki Rec'at Olayları

    El Esbah İbni Nabata rivayet etmiştir ki Abdullah İbni Ebubekir el Yaşhari (İbnül Kavvaa diye de bilinir) Rasulullah'ın vefatından sonra dünyaya dönebilme ihtimalini sorduğunda İmam Ali İbni Ebu Talib (a.s) şöyle cevapladı: "Bilmez misin ki kutretli ve yüce olan Allah, kitabında şöyle buyurmuştur: "Mûsa, bizimle buluşma vakti için toplumundan yetmiş adam seçti. (Araf 155)" Ve onlar Musa'ya (a.s) şöyle dedi: "Ey Mûsa! Biz, Allah'ı apaçık görmedikçe sana asla inanmayacağız." Bunun üzerine sizi yıldırım çarpmıştı. Ve siz bakıp duruyordunuz. Sonra, ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki, şükredebilesiniz. (Bakara 55-56)" Görmüyor musun ey İbnül Kavvaa, onlar öldükten sonra evlerine döndüler. Allah daha sonra şunu söylemiyor mu "Ve bulutu üstünüze gölgelik yaptık ve size kudret helvasıyla bıldırcın indirdik (Bakara 57)" ? İşte bu onların öldüklerine ve Allah'ın onları yeniden dirilttiğine işaret etmektedir.

    Buna benzer olarak ey İbnül Kavvaa, İsrailoğullarından bir grup hakkında Allah şöyle demiştir: "Ölüm korkusuyla binlerce kişi halinde yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara "Ölün!" dedi de sonra onları diriltti. Şu bir gerçek ki Allah, insanlara karşı çok lütufkârdır. Fakat insanların çokları şükretmezler. (Bakara 243)"

    Yine kudretli ve yüce olan Allah, Üzeyir hakkında şöyle demiştir: "Ya şu kişi gibisini görmedin mi? Çatıları çökmüş, duvarları-damları yere inmiş bir kente uğramıştı da şöyle demişti: "Allah şurayı ölümünden sonra nasıl hayata kavuşturacak?" Bunun üzerine Allah, o kişiyi yüz yıllık bir süre için öldürmüş, sonra diriltmişti. "Ne kadar bekledin?" demişti. "Bir gün veya günün bir kısmı kadar bekledim." dedi. "Hayır, dedi, aksine sen, yüz yıl kaldın. (Bakara 259)" Ey İbnül Kavvaa, sakın kudretli ve yüce olan Allah'ın gücü üzerine şüpheye kapılma." (el Bihar'ul Envar, c 53, s 72, h 72)

    Konu ile ilgili diğer Kur'an ayetleri:

    Hani, İbrahim de şöyle yakarmıştı: "Rabbim, göster bana, nasıl diriltiyorsun ölüleri?" "İnanmadın mı?" diye sordu. "İnandım, dedi, ancak kalbimin tatmin olması için ..." Allah dedi ki: "Kuşlardan dört tane al, onları kendine ısındırıp alıştır. Sonra her dağın üstüne onlardan bir parça koy. Sonra da onları çağır. Koşarak sana geleceklerdir. Bil ki Allah Azîz'dir, Hakîm'dir. (Bakara 260)

    Onu Beniisrail'e şöyle konuşan bir resul yapacak: "Şu bir gerçek ki, ben size Rabbinizden bir mucize getirdim: Ben, çamurdan, kuş görünümünde bir şey yapar, ona üflerim de Allah'ın izniyle kuş oluverir. Ben, körü ve abraşı iyileştirir, ölüleri Allah'ın izniyle diriltirim. Evlerinizde yemekte ve biriktirmekte olduklarınızı size haber veririm. Eğer inananlarsanız, bunda sizin için tam bir mucize vardır." (Al-i İmran 49)

    Yeminlerinin tüm gücüyle, "Allah ölen kimseyi diriltmez!" diye Allah'a yemin ettiler. Hayır, öyle değil! Öleni diriltmek O'nun üzerinde hak bir vaattır, fakat insanların çokları bilmezler. (Nahl 38)

    Sen onları uyanıktırlar sanırsın; oysaki onlar uykudadırlar. Onları sağ tarafa da sol tarafa da çeviririz. Köpekleri de iki kolunu girişe uzatıp yaymıştır. Onların durumunu görseydin kesinlikle onlardan yüz çevirip kaçırdın. Ve onlardan içinde mutlaka korku doldurulurdu. İşte böyle! Onları dirilttik ki, birbirlerine sorup dursunlar. İçlerinden biri şöyle konuştu: "Ne kadar durdunuz?" Dediler: "Bir gün yahut günün bir parçası kadar." Dediler: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Siz şimdi birinizi şu gümüş para ile kente gönderin de baksın; kentin hangi yiyeceği daha temizse ondan size bir rızık getirsin. Ama nazik ve kurnaz davransın ki, sizi kimseye fark ettirmesin." (Kehf 18 - 19)

    2) Kur'an Konuşuyor: Gelecekteki Rec'at Olayları

    Kur'an'daki sayısız ayette gelecekteki dönemlerde her devirdeki inançlıların ve inançsızların liderlerinin dünyaya geri döneceğine dair imalar bulabilirsiniz. Bu olaya Kur'an ve Hadis diliyle el Rec'at deriz. Bu olay, tarih boyunca yaşamış tüm despotlardan intikam alacak ve adaletin memleketini kurarak tüm evrene adaletin ışığını yayacak olan İmam el Mehdi (a.s) zamanında gerçekleşecektir. Bu konuda Ehl-i Beyt'in sözleri doğrultusunda Kur'an ayetlerine bakabiliriz. Ebu Basir şöyle naklediyor:

    İmam el Sadık'a (a.s) şu ayeti sordum: "O gün, her ümmet içinden işaretlerimizi yalan sayanlardan bir cemaat toplarız da onlar toplu olarak sevkedilirler. (Neml 83)" Dedi ki "Bu ayet hakkında sana ne diyorlar?" Dedim ki "Burda kastedilenin kıyamet günü olduğunu söylüyorlar." Bunun üzerina İmam (a.s) şöyle dedi: "Sence Allah kıyamet gününde sadece bir kaç grup toplayacak ve gerisini bırakacak mı? Bu ayet Rec'at hakkındadır. Zira Allah, kıyamet gününden şöyle bahseder: "Hiçbirini bırakmaksızın tüm ölüleri mahşerde toplamış olacağız." (Kehf 47) " (el Bihar'ul Envar, c 53, s 51, h 27)

    Ayrıca ayetlerin tefsirinde: "O gün, her ümmet içinden işaretlerimizi yalan sayanlardan bir cemaat toplarız da onlar toplu olarak sevkedilirler. Nihayet, geldikleri zaman Allah buyurur: Siz benim işaretlerimi, ne olduklarını kavramadan yalan saydınız öyle mi? Değilse yaptığınız neydi? (Nem 83 - 84)" İmam Cafer-i Sadık (a.s) dedi ki : "Bu işaretler Rasulullah (s.a.a) ve ondan sonra gelen İmamlardır (a.s) ve bu ayetler Rec'at hakkındadır." (el Bihar'ül Envar, c 53, s 53, h 30)

    Muhammed İbni Müslim de Ebu Basir'den şöyle nakletmiştir: Ayetin yorumunda: "Helak ettiğimiz bir belde için artık imkansızdır; çünkü onlar geri dönemeyeceklerdir. (Enbiya 95)" İmam el Bakır (a.s) ve İmam el Sadık (a.s) dediler ki: "Allah'ın helak ettiği hiçbir toplum Rec'at ile geri dönemez. Bu sebeple bu ayet Rec'at'ın en büyük kanıtlarından biridir. Zira İslam toplumlarında tek bir kişi dahi yoktur ki helak edilen bir kimsenin kıyamet gününde diriltilmeyeceğini iddia edebilsin. Bu sebeple ayetteki "geri dönmeyeceklerdir" ifadesi yalnızca Rec'at'e işaret etmektedir." (el Bihar'ül Envar, c 53, s 52, h 29)

    Yine şu ayetin yorumunda: "Onlar: Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de günahlarımızı itiraf ettik. Bir daha (bu ateşten) çıkmaya yol var mıdır? derler. (Mü'min 11)" İmam el Bakır (a.s) şöyle demiştir: "Bu ayet öldükten sonra dünyaya dönen Kâfirler ve onların kıyamet günündeki halleri hakkındadir. Artık yanlış yolda yürüyen halklar bağışlamadan uzak kalacaklardır." (el Bihar'ul Envar, c 53, s 116, h 139)

    Yukardaki ayete göre, kıyamet gününde iki defa öldürülen Kafirler günahlarını telafi edebilmek için bir üçüncü şans istemekteler. Açıktır ki ölümleri yaşadıkları dönemi işaret etmektedir, bu sebeple can vermek ölümden sonrasına denk gelmektedir. Bu insanlar için iki ölüm gelmiştir ve bu iki ölümden sonra tekrar dünyaya getirilmişlerdir. Kısacası, bu dünyada öldükten sonra tekrar bu dünyaya gelmiş (Rec'at) sonra tekrar ölmüş ve kıyamet gününe uyanmışlardır. Yine şu ayetin yorumunda: "En büyük azaptan önce, onlara mutlaka en yakın azaptan tattıracağız. (Secde 21)" Mufaddal İbni Ömer şunları nakletmiştir: İmam Cafer el Sadık (a.s) dedi ki: "Yakın azap, Rec'at'tan sonra dünyaya dönünce tadacakları azaptır, büyük azap ise Allah'ın şu sözlerle anlattığı kıyamet gününde olacak azaptır: "Yer başka bir yer, gökler de (başka gökler) haline getirildiği, (insanlar) bir ve gücüne karşı durulamaz olan Allah'ın huzuruna çıktıkları gün. (İbrahim 48)" " (el Bihar'ul Envar, c 53, s 24)

    Dahası, şu ayetin tefsirinde: “Zulmedenler için bundan başka bir azap da vardır. Fakat onların çokları bilmiyorlar. (Tur 47)” rivayet edilir ki İmam Muhammed el Bakır (a.s) şöyle demiştir: “Rasulullah’ın (s.a.a) ailesinin hakkına karşı adaletsizce davrananlar için kıyamet gününden önce bir azap olacaktır. Birçok insan bu azaptan haberdar olmayacaktır ve bu azap Rec’at azabıdır.” (al Bihar’ul Envar, c 53, s 117, h 144)

    Yine şu ayetlerin tefsirinde: “Ama iş öyle değil; yakında bileceksiniz! Hayır, hayır! İş öyle değil! Yakında bileceksiniz. (Tekasür 3 – 4)” Abdullah İbni Nacih rivayet etmiştir ki İmam Cafer el Sadık (a.s) şöyle söylemiştir: “İlk örnek el Karra’a’ya (el Rec’at) ikinci örnek ise kıyamet gününe işaret etmektedir.” (al Bihar’ul Envar, c 53, s 120, h 156)

    Muhammed İbni Abdullah el Hüseyin rivayet etti ki: “Babam İmam Cafer-i Sadık’a (a.s) sordu: “el Karra’a hakkında ne diyorsun?” O (a.s) dedi ki: “Yüce ve kudretli olan Allah, Resulüne ne dedi ve ne gönderdiyse ben de onu söylüyorum. Allah dedi ki: "Hüsran dolu bir dönüştür bu öyleyse!" diye konuştular. (Naziat 12)” Bu dünyaya geri döndüklerinde görecekleri azap, hiçbir şey azaltmayacaktır (ahirette görecekleri azaptan.)” (al Bihar’ul Envar, c 53, s 45, h 17)

    Zureyra nakletti ki: “Ben İmam el Bakır’a (a.s) ölmek ve öldürülmenin aynı şey olup olmadığını sordum. İmam şöyle cevapladı: “Allah Kur’an’ında ölmek ve öldürülmek kavramlarını farklılaştırmıştır. “Şimdi o ölse yahut öldürülse (Al-i İmran 144)” ve “Ölür yahut öldürülürseniz elbette ki Allah'a götürüleceksiniz. (Al-i İmran 158)” ve “Allah, müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır. Allah yolunda çarpışırlar da öldürürler, öldürülürler. (Tevbe 111)” ve “Her nefis ölümü tadacaktır (Enbiya 35)”. Görmez misin ki öldürülen bir kimse (normal) ölümü tatmaz? Kılıçla öldürülen birisi yatakta ölen birisine benzemez. Bu sebeple inananlardan her kim öldürülürse ölene kadar bu dünyaya gelecektir.” (al Bihar’ul Envar, c 53, s 65, h 68)

    Üstte nakledilen ayet “Allah, müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır. Allah yolunda çarpışırlar da öldürürler, öldürülürler. (Tevbe 111)” şunu göstermektedir ki tüm inananlar öldürülecektir ve bu Allah’ın vaadidir. Allah demektedir ki onlar ölürler ve öldürülürler. Şu halde normal bir ölümle ölen müminler tekrar canlanacak, İmam el Mehdi’nin (a.s) ordusuna katılacak ve bu kutsal savaşta öldürülecektir. Benzer şekilde öldürülen müminler de canlanacak ve adalet memleketinde normal bir ölümle ölene kadar yaşayacaklardır. Bu gerçeğeşu da dahil birçok hadiste işaret edilmiştir: bdurrahman İbni Kasir rivayet etmiştir ki İmam el Bakır (a.s) şu ayeti okudu: “Allah, müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır. Allah yolunda çarpışırlar da öldürürler, öldürülürler. (Tevbe 111)” ve dedi ki “Bu ne demektir bilir misiniz?” ve decam etti: “İnananlardan her kim öldürüldüyse tekrar canlanacak ve ölene kadar yaşayacaktır ve inananlardan her kim öldüyse tekrar canlanacak ve öldürülene kadar yaşayacaktır. Bu Allah’ın kudretidir, bunu asla reddetmeyin.” (al Bihar’ul Envar, c 53, s 74 h 73; Rical-i Necaşî) Diğer bir hadiste de İmam el Bakır (a.s) şöyle demiştir: “Her mümin için bir ölüm ve bir şehadet vardır.” (al Bihar’ul Envar, c 53, s 65, h 68) Ve "O gün, her ümmet içinden işaretlerimizi yalan sayanlardan bir cemaat toplarız da onlar toplu olarak sevkedilirler. (Neml 83)" ayeti için İmam el Sadık (a.s) şöyle demiştir: “Normal bir ölümle ölmeyen hiçbir şehit mümin kalmayacaktır ve tam inananlar ve tam inanmayanlar hariç hiç kimse geri dönmeyecektir. (al Bihar’ul Envar, c 53, s 53, h 30)

    Himran İbni A’ayun anlatıyor: “İmam Ebu Cafer’e (a.s) sordum: “Beni İsrail’e olup da bizim ümmetimize olmayan bir şey var mı?” Dedi ki: “Hayır.” Sonra sordum: “O halde bana Allah’ın (İsrailoğulları hakkında) şu sözlerini açıkla: “Ölüm korkusuyla binlerce kişi halinde yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara "Ölün!" dedi de sonra onları diriltti. Şu bir gerçek ki Allah, insanlara karşı çok lütufkârdır. Fakat insanların çokları şükretmezler. (Bakara 243)” Onlar öldükten sonra tekrar bu dünyaya mı getirildiler?” İmam (a.s) dedi ki: “Aslında (Allah) onlar başka bir zamanda yaşayıp yemek yemeden, kadınlarla evlenmeden önce bu dünyaya getirdi ve onlar Allah’ın dilediği kadar yaşayarak belirlenen zamanda öldüler.” “ (el Bihar’ul Envar, c 53, s 74, h 74)

    El Hasan İbni Cehim anlatıyor. El Ma’mum İmam el Rıza’ya (a.s) sordu: “Ey Ebul Hasan! El Rec’at hakkında ne dersin? İmam (a.s) cevapladı: “Çok doğru bir şeydir. Gerçekten de önceki ümmetlerde gerçekleşmiş ve Kur’an bundan bahsetmiştir. Ve gerçekten Allah’ın Resulü (s.a.a) dedi ki: “Önceki ümmetlere neler olduysa bu ümmete de onlar olacaktır, aynı bir çiftin iki ayakkabısı gibi. (al Bihar’ul Envar, c 53, s 59, h 45)

    Rafa’a İbni Musa anlatıyor. İmam el Sadık (a.s) dedi ki: “Bu dünyaya ilk dönecek olanlar Hüseyin İbni Ali (a.s), onun sahabeleri (r.a) ve Yezid İbni Muaviye ile onun sahabeleridir (l.a). Onlar savaşacak ve birer birer birbirini öldüreceklerdir.” Daha sonra İmam el Sadık (a.s) şu ayeti okudu: “Sonra onlar üzerinde size tekrar egemenlik verdik, mallar ve oğullarla sizi güçlendirdik ve sizi toplum olarak çoğalttık. (İsra 6)” (el Rical el Necaşi; el Bihar, c 53, s 76, h 78). Buna bağlı olarak el Mualli İbni Hunais’den nakledildi ki İmam el Sadık (a.s) şöyle demiştir: “Dünyaya (Mehdi (a.f) zamanında) ilk gelecek olan Hüseyin İbni Ali’dir (a.s) ki yaşlılığından kaşları dökülene kadar başta olacaktır.” (el Bihar’uş Envar, c 53, s 46, h 19; Tefsir-i Ali İbni İbrahim el Kummî, Rical el Kaşi, Tefsirül Nu’mani)

    3) Kur'an Konuşuyor: Rasulullah’ın (s.a.a) Rec'atı

    Önceki bölümde dünyanın sonunda en inançlı olanların yeniden dünyaya döneceğini bildiren birkaç ayet zikrettik. Bu grubun içerisine elbette ki Peygamberler de dahil olacaktır. Bu bölümde ise başta Hazreti Muhammed (s.a.a) olmak üzere tüm Peygamberlerin Rec’at edeceğini gösteren ayetlerin üzerinde duracağız.

    Camil İbni Darrac anlatıyor: “İmam el Sadık’a (a.s) şu ayet hakkında sordum: “Şu bir gerçek ki, biz, resullerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında hem de tanıkların ayağa kalkacakları gün mutlaka yardım edeceğiz. (Mu’min 51)” İmam (a.s) dedi ki: “Allah’a yemin olsun, bu el Rec’at ile gerçekleşecektir. Bilmez misin ki Allah, birçok Peygamberine bu dünyada yardım etmemiştir ki onlar öldürülmüştür. Ayrıca “inançlılar” lafı ile işaret edilen İmamlar da yardım görmemiş ve öldürülmüşlerdir. Şu halde bu vaat, el Rec’at ile gerçekleşecektir.” Ayrıca şu ayeti de sordum: “Haykıranın çok yakın bir yerden sesleneceği günü dinle! O gün o müthiş sesi hak olarak dinleyecekler. Ortaya çıkış/diriliş günüdür bu. (Kaf 41 – 42)” İmam (a.s) dedi ki “Bu ayetler de Rec’at’e işaret etmektedir.” (el Bihar’ul Envar, c 53, s 65, h 57)

    Asım İbni Hamid, İmam el Bakır’dan (a.s) nakletti ki İmam Ali’nin (a.s) şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Yemin olsun ki Allah, en yüce olan, tek olan, tekliğinde yalnız iken (insanları yaratmamışken) tek bir kelime etti ve hemen beliren bir nur bir anda Muhammed’i (s.a.a) beni ve benim ailemi yarattı. Hiç güneş, ay, gece ve gündüz yokken biz onu methediyor ve övüyorduk ki bu yaratıklar yaratılmadan ve Peygamberlerden iman adına bir akit alınmadan önce olmuştu. Allah bunu şöyle anlattı: “Ve unutma ki Allah, peygamberlerden mîsaklarını almış, şöyle demişti: "Size Kitap'tan ve hikmetten nasip verdim. Sonra size elinizdekini doğrulayıcı bir resul geldiğinde, ona mutlaka inanacak ve ona muhakkak yardım edeceksiniz. Kabul ettiniz ve ağır yükümü üzerinize aldınız mı?". "Kabul ettik." dediler. "O halde tanık olun, sizinle beraber ben de tanıklardanım." dedi. (Ali İmran 81)” Sonra İmam (a.s) devam etti: “Bu şu demektir ki siz (Peygamberler) Muhammed’e (s.a.a) ve onun vasisine (a.s) inanmalısınız. Ve sonunda hepsi onun vasisine destek olacaklar. Allah benim adıma da Muhammed (s.a.a) ile birlikte ant almıştır. Ben Muhammed’e (s.a.a) destek oldum ve onunla savaşıp onun düşmanlarını öldürerek Allah’a olan yeminimi yerine getirdim ancak bu sırada ne bir Peygamber ne de bir elçi bize destek oldular. Ancan en nihayetinde tüm o elçi ve Peygamberler, bize destek olacak ve biz de batı ile doğu arasındaki her yeri fethedeceğiz. Yemin olsun ki Allah Adem’den (a.s) Muhammed’e (s.a.a) tüm gönderilen Peygamberleri diriltecek ve hepsi benimle beraber diğer çok inançlı ölüler ve canlılarla beraber savaşacaklar. Ne kadar büyüleyicidir ki Allah o müminleri grup grup canlandırırken onlar “Lebbeyk! Lebbeyk!” diye bağıracaklar. Silahlarını omuzlarına alıp büyük inançsızları, despotları ve onların şialarını ilk nesillerinden son nesillerine Allah’a olan akitlerini yerine getirene kadar öldürecekler. Allah ise onlara şöyle vaade bulunmuştur: “Allah; sizin, iman edip hayra ve barışa yönelik iyilikler yapanlarınıza şu vaatte bulunmuştur: Onlardan öncekileri halef kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka halef kılacak. Onlar için beğenip seçtiği dinlerini yine onlar için güç kaynağı yapacak, onları korkularının arkasından mutlaka güvene ulaştıracak. Bana kulluk/ibadet edecekler, hiçbir şeyi bana ortak koşmayacaklar. Bundan sonra nankörlük edenlerse, yoldan sapanların ta kendileridir. (Nur 55)” Bu şu demektir ki onlar O’na güven içerisinde ve hiç kimseden korkmadan ibadet edeceklerdir.” (el Bihar’ul Envar, c 53, s 46, h 20)

    Şu ayetin tefsirinde: “O, resulünü hidayet ve hak dinle gönderdi ki, müşrikler hoşlanmasa da o dini dinlerin tümünün üstüne çıkarsın. (Tevbe 33)” el Mufaddal İbni Ömer şunları nakletmiştir: “İmam el Sadık’a (a.s) sordum ki: “Allah’ın Rasulü (s.a.a) tüm dinler üzerine dinini çıkaramamış mıdır?” O cevapladı ki: “Ey Mufaddal! Eğer Rasulullah (s.a.a) dinin tüm dinlerin üzerine çıkarmış olsaydı dünyada hiçbir Mecusi, Yahudi ya da Hıristiyan kalmaz, hiçbir mezhep, anlaşmazlık, şüphe, çok tanrıcılık veya put kalmazdı. Yemin olsun ki “dini tüm dinlerin üzerine çıkarmak” ahdi el Mehdi döneminde el Rec’at ile gerçekleşecektir ve şu yolla olacaktır: “Fitne kalmayıncaya ve din tümüyle Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (Enfal 39)” (el Bihar’ul Envar, c 53, s 33)

    Salih İbni Matem anlatıyor: “Şu ayetin tefsirinde: “Biz seni, bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik, başka değil! Ama insanların çokları bilmiyorlar. (Sebe 28)” İmam el Bakır (a.s) dedi ki: “La ilahe illallah ve Muhammedun Rasulullah diyerek şehadet getirmeyen insanların bulunduğu tek bir yer kalmayacak Dünya’da.” Bunu söylerken parmağı ufuğu gösteriyordu.” (el Bihar’ul Envar, c 53, s 113, h 138)

    Ebu Halid el Kabulî (r.a) anlatıyor: “Şu ayetin tefsirinde: “Bu Kur'an'ı sana farz kılan, elbette ki seni vaat edilen yere/belirlenen sona götürecektir. (Kasas 85)” İmam Ali İbni al Huseyin (a.s) dedi ki: “Peygamberiniz (s.a.a) sizlere geri dönecektir.” (el Bihar’ul Envar, c 53, s 56, h 33; ayrıca s 46, h 19)

    Ebu Mervan anlatıyor: “İmam el Sadık’a şu ayeti sordum: “Bu Kur'an'ı sana farz kılan, elbette ki seni vaat edilen yere/belirlenen sona götürecektir. (Kasas 85)” İmam (a.s) cevapladı: “Allah’a yemin olsun ki hayır! Dünya Rasulullah (s.a.a) ve Ali (a.s) birlikte el Taviyye’ye geri dönüp bir mescid inşa etmede dünya sona ermeyecektir. El Taviyye, Kufe’de bir yerdir.” (el Bihar’ul Envar, c 53, s 113, h 138)

    Sünniler ve Rec’at Fikri

    Kur’an’ı bir kenara koyacak olursak, Sünnîlerden nakledilen ve el Rec’at fikrini destekleyen hadis yoktur, tabi Hazreti İsa’nın (a.s) Rec’at’ını saymazsak. Ehl-i Beyt imamlarının Dünyada bir gün hükmedeceği inancını saklamak için Rec’at konusunda hiçbir nakil yapmamışlardır. Nerede el Rec’at konusunda konuşan bir ravî görseler onu bir Şii ve Müfrit olmakla suçlamışlardır. Aynı zamanda Kur’an’da el Rec’at’i gösteren tüm ayetleri kıyamet gününe yormuşlar ve bu konuda Kur’an’ı en iyi bilen Ehl-i Beyt’in (a.s) az önce naklettiğimiz tüm sözlerini reddetmişlerdir.

    Sünniler Rec’at durumunu bir ruh göçü olarak sunup saygınlığını düşürmüşlerdir. Ruh göçü ile bedensel var oluş arasındaki farkı görmemişlerdir bile. Ruh göçü bir ruhun başka bir bedende can bulmasıdır ve kesinlikle bedensel var oluş ile aynı şey değildir. İkincisi, bir ruhun aynı vücuda tüm bireysel karakteristiğiyle geri dönmesidir ki el Rec’at budur. Eğer Rec’at bir ruh göçü olsaydı İsa (a.s) da bu şekilde Rec’at etmelidir ve kıyamet gününde olacak olan diriliş de bu şekilde olmalıdır ki hepimizin bildiği gibi bu böyle değildir.

    Gerçi ruh göçünün var olduğunu gösteren kanıtlar aynı zamanda Rec’at’i de kanıtlamaktadır. Aslında bu konuda şaşırılacak bir şey yoktur, işin tüm garipliği yaşadığımız dünyada bu tür şeylere rastlamamış olmamızdır. İnsanların bu fikri kabul etmemelerinin tek nedeni de bu fikrin onlara sıra dışı gelmesidir. Oysa ki Allah, Kur’an’da şöyle buyuruyor: “Kendi yaratılışını unutmuş da bize örnek veriyor. Ve bir de şöyle diyor: "Şu çürümüş kemiklere kim hayat verecek?" De ki: "Onlara hayat verecek olan, onları ilk kez yaratandır. O, bütün yaratılmışları/her türlü yaratmayı çok iyi bilmektedir." (Yasin 78 – 79)“

    Rasulullah’ın (s.a.a) Rec’at’i fikrini küçümseyen ve Ehl-i Beyt mektebinin şialarıyla dalga geçenler bilmelidirler ki kendi efendileri olan Ömer de tarihi kanıtlara göre benzer bir fikrin sahibiydi. İslamî tarihçiler şunu kabul etmektedirler: Rasulullah (s.a.a) vefat ettiğinde Ömer Rasulullah’ın (s.a.a) Mescidindeydi ve şöyle dedi: “Allah Rasulünün öldüğünü iddia edenler var. Aslında Allah Resulü ölmedi, aynı İmran oğlu Musa gibi Rabbinin yanına gitti, Rabbinin yanına! Allah’a yemin olsun ki Muhammed de aynı Musa gibi geri dönecek ve Allah Rasulünün öldüğünü söyleyen herkesin ellerini ve ayaklarını kesecektir!” (Sire-i Nebeviye, İbni Hişam, c 2, s 655)

    Her ne kadar Ömer’in bu konudaki hareketleri değişik olsa ve el Rec’at fikrini tamamen kabul etmemiş olsa da var olan düşünceleri üzerinden konuşacak olursak herhalde bu fikirleri Abdullah İbni Sebe’den almamıştır. Ne İbni Sebe ne de Seyf İbni Ömer el Temimi’nin icat ettiği masal kahramanı o dönem henüz ortaya çıkmamıştı. Seyf, İbni Sebe’nin Osman döneminde Medine’ye gelip Müslüman olduğunu yazıyor ki bu Rasulullah’ın (s.a.a) ölümünden çok sonra olmuştur.
    [size=12pt]"Gece boyunca bir âlimin uyuması, bir cahilin ibadet etmesinden evlâdır."
    Rasûlullah (s.a.a)

    Yorum


      #3
      Ynt: Abdullah İbni Sebe Dosyası

      İmam Ali’nin (a.s) Vasiliği Doktrini

      Seyf’e göre İbni Sebe, Ali İbni Ebi Talibin Rasulullah’ın vasisi ve halefi olduğu fikrini propaganda eden ilk kişi. İbni Sebe demiş ki Hazreti Muhammed’den (s.a.a) önce binlerce peygamber vardı ve her birinin ardında bıraktığı bir halef olmuştu, Hazreti Muhammed’in de halefi Ali’dir. Dahası Seyf iddia ediyor ki İbni Sebe, Rasulullah’tan sonra hükmeden üç halifenin gasip olduğunu söylemiş.

      Seyf ve onun müritleri şunu unutmuşlar ki uydurdukları kurguda İbni Sebe’nin Medine’ye gelip de İslam’a girmesi Osman döneminde gerçekleşiyor. Bu da Rasulullah’ın vefatından uzun bir süre sonrasına rastlar. Diğer yanan Sünni tarihi Rasulullah’ın İmam Ali’yi daha görevinin başında halefi ilan ettiğine şahittir. İşte bu hadiste Peygamberimizin bu konudaki ilk açık telkinini görüyoruz:

      Ali (a.s) anlatıyor: “En yakınlarınızı uyarın” ayeti nazil olunca Rasulullah beni çağırdı ve şöyle dedi: “Ey Ali, Allah bana en yakın akrabalarımı uyarmamı emretti ve ben bu görevin zorluğunu hissediyorum. Biliyorum ki ben onların karşısına bu uyarıyla çıkınca onların bana verecekleri cevaptan hoşlanmayacağım.” Daha sonra Rasulullah aile üyelerini küçük bir miktar yemek ve birazcık sütten oluşan akşam yemeğine çağırdı. Tam kırk akrabası gelmiştir. Onlar yedikten sonra Rasulullah konuştu: “Ey Abdulmuttalib’in oğulları! Allah’a yemin olsun, Araplardan size bırakılan tek bir adam yoktur ki benim size bıraktığımdan daha iyi olsun. Ben size bu dünyada ve daha sonrasında bir hayır bırakıyorum. Yüce Allah bana, sizi davet etmemi emretti. Aranızdan biri bana görevimde yardımcı olacak ve benim kardeşliğimi, vasiliğimi ve halefliğimi üstlenecek.” Bu davete tek bir cevap gelmedi, ben ise şöyle dedim: “Ey Allah Rasulü! Ben senin yardımcın olurum.” O da benim yakamı tuttu ve onlara şöyle dedi: “Bu benim kardeşim, vasim ve aranızda halefimdir. Bu yüzden onu dinleyin ve ona itaat edin.” Güldüler ve Ebu Talib’e şöyle dediler: “O (Muhammed) sana çocuğunu dinlemeni ve ona itaat etmeni emretti.”

      Sünni Kaynaklar:
      1. Tarih-i Taberî, İngilizce Versiyonu, c6, s88–92
      2. Tarih-i İbni Esir, c2, s62
      3. Tarih-i İbni Asakir, c1, s85
      4. Tefsir-i Durr’ul Mansur, c5, s97
      5. Sire-i Halebîye, c1, s311
      6. Zevahid’ün Tanzil, c1, s371
      7. Kenz’ül Ummal, c15, s100–117
      8. Tefsir’ün Hazin, c3, s371
      9. Delaili Nebeviye, c1, s428–430
      10. El-Muhtasar, c1, s116–117
      11. Rasulullah’ın Hayatı, Hasan Haykal, s104 (Yalnızca ilk basımında bu şekildedir. İkinci basımında nedense Rasulullah’ın son cümlesi silinmiştir)
      12. Tehzib’ül Esar, c4, s62–63

      Yukarıdaki rivayet aynı zamanda en önemli Sünnî figürlerden Muhammed İbni İshak, İbni Ebu Hatem, İbni Merdaveyh tarafından da nakledilmiştir. Hatta T. Carlyle, E. Gibbon, J. Davenport ve W. Irving gibi oryentalistler tarafından da kaydedilmiştir.

      Bu konuda şu soruyu sormak istiyoruz: İmam Ali, Rasulullah’ın kendisini vasi, kardeş ve halef bıraktığını kendi ağzıyla dile getirmiştir. Seyf İbni Ömer ise Ali’nin vesayeti fikrinin Abdullah İbni Sebe adlı bir Yahudi tarafından uydurulduğunu söylemiştir. Tekfir mektebinin öğrencilerine sormak istiyoruz, “İmam Ali’nin sözüne mi inanıyorsunuz yoksa Sünnî alimlerinin zayıf, kalpazan ve zındık olarak nitelendirdiği Seyf İbni Ömer’in sözüne mi?”

      Elbette ki biz hiçbir gerçek Müslümanın Seyf İbni Ömer gibi bir yalancının sözünü kabul edip de Rasulün kardeşi olan İmam Ali İbni Ebu Talib’in (a.s) sözünü reddedeceğine inanmıyoruz.

      Allah Resulü İmam Ali’ye şöyle söylerdi: “Senin bana olan mesafen, Harun’un Musa’ya olan mesafesi gibidir. Tek farkla ki benden sonra bir Peygamber gelmeyecektir.”

      Sünnî Kaynaklar:
      1. Sahih-i Buhari, Arapça – İngilizce Versiyon, 5.56 ve 5.700 hadisler.
      2. Sahih-i Müslim, Arapça, c4, s1870–1871
      3. Sünen-i İbni Mace
      4. Müsned-i Ahmed İbni Hanbel, c1, s174
      5. el Hasaisül Alaviyah, en Nesaî, s 15–16
      6. Müşkil-i Esar, el Tahavi, c2, s309

      Rasulullah (s.a.a) Musa emirlerini almak için gittiğinde insanlarına göz kulak olması için yerine Harun’u halife olarak bırakmasını kastetmiştir. Aynı şekilde Ali’yi de kendisinden sonra İslamî konularla ilgilenmesi için bırakmıştır. Allah Kur’an’da şöyle der: “Mûsa, kardeşi Hârun'a dedi ki: "Toplumum içinde benim yerime sen geç…” (Araf 142)” Bu ayette geçen “ukhlufni” kelimesi ile “khalifa” kelimesinin tamamen aynı kökten geldiğini belirtelim.

      Müslümanların arasına düşmanlık fitnesi sokmak için kiralanan yazarlar unutuyorlar ki Veda Haccı’ndan dönerken yüz binden fazla hacının bulunduğu Gadir-i Hum vadisinde Rasulullah (s.a.a) şunları söylemiştir: “Ben sizlere nefsinizden daha yakın değil miyim?” İnsanlar ağlayarak cevap vermiştir: “Evet ya Rasulullah!” Ve sonra Peygamber (s.a.a) Ali’nin (a.s) elini kaldırmış ve şöyle demiştir: “Ben kimin velisiysem, Ali de onun velisidir: Ey Allah’ım, onu seveni sev, ona düşmanlık besleyene düşmanlık et!”

      Bu rivayeti nakleden Sünni Kaynaklarının bir kısmı:
      1. Sahih-i Tirmizi, c2, s298; c5, s63
      2. Sünen-i İbni Mace, c1, s12; s43
      3. Müsned-i Ahmed İbni Hanbel, c1, s84; s118; s119; s152; s330; c4, s281; s368; s370; s372; s378; c5, s 35; s347, s358, s361, s366, s419 (tam 40 ravi zincirinden!!!)
      4. Fezail’ül Sahaba, Ahmed İbni Hanbel, c2, s563; 572
      5. el Müsderek-i Hakim, c2, s129; c3, s109–110, 116, 371
      6. Hasaisül Alaviya, Nesai, s4, 21
      7. Mecmaül Zevaid, el Heytemî, c9, s103 (çeşitli ravilerden)
      8. Tefsir-i Kebir, Fahrirazi, c12, s49–50
      9. Durrül Manzür, Suyutî, c3, s19
      10. Tarih-i Hulefa, Suyuti, s169, 173
      11. el Bidaye ve’n Nihaye, İbni Kesir, c3, s213; c5, s208
      12. Muskil-i Esar, Tahavi, c2, s307–308
      13. Habib-i Siyer, Mir Hand, c1, s144
      14. Zevaikül Muhrikah, İbni Hacer el Haytami, s26
      15. el İsabe, Askalani, c2, s509; c1, s319,
      c2, s57, c3, s29, c4, s14,16,143
      16. Taberani
      17. Tarih-i Bağdadi, c8, s290
      18. Hilyatül Evliya, Ebu Nuaym, c4, s23; c5, s26–27
      19. el İstizab, İbni Abdülbar, c2, s462
      20. Kenzül Ummal, el Muttaki el Hindi, c6, s154; s397
      21. el Mirkat, c5, s568
      22. el Riyad-i Nadire, Taberi, c2, s172
      23. Zekair-ül Ukbe, Taberi, s68
      24. Feyzül Kadir, Manavi, c6, s217
      25. Usdul Habeh, İbni Esir, c4, s114
      26. Yenabiül Mevedde, Kuduzi el Hanefi, s297

      Rasulullah’ın (s.a.a) her zaman tüm Müslümanların önderi olduğuna hiçbir Müslüman şüphe duymamıştır. Rasulullah da Ali’nin (a.s) onu takip eden herkesin önderi olduğunu söylediğinde İmam’ı kendi mevkisine atamıştır. Bu bildirim ki yüzden fazla sahabe tarafından nakledilmiş ve Sünnî âlimleri tarafından Sahih ve Mütevahir olarak kaydedilmiştir, sadece Ali’yi Rasulullah’ın vasisi yapmaz aynı zamanda İmam’ın Rasulullah’tan sonra tüm Müslümanların halifesi olduğunu da gösterir. Tüm bunlara rağmen şu kiralık yazarlar hala İmam Ali’nin Rasulullah’a halife ve vasi olduğunu söyleyen ilk kişinin Osman zamanında İslam’a girdiğini ilan eden bir Yahudi olduğunu iddia ediyorlar.

      Abdullah İbni Sebe, Rasulullah’ın hemen vefatından sonra gerçekleşen “halife kim olmalıdır” konulu tartışmaların kaynağı olabilir mi? Tüm Şia iddialarının Rasulullah’ın ölümünden kısa bir zaman sonra yahut ondan önce temellendiği kanıtlanmışken Osman döneminde, yani Rasulullah’ın (s.a.a) vefatından çok uzun bir zaman sonra ortaya çıkan bir adam çok önce gerçekleşmiş olaylara temel hazırlayabilir mi? Ammar İbni Yasir, Ebuzer el Gıffarî, Mikdat, Selman el Farisî, İbni Abbas gibi sahabeler, yani ilk Şialar, Hazreti Fatıma’nın (a.s) evinde toplanması, hatta Talha ve Zübeyir’in başlangıçta İmam Ali’ye sadık durarak Fatıma’nın (a.s) evinde diğerleriyle beraber bulunması apaçık bir tartışmanın sonucu değil midir?

      Ömer dedi ki: “Rasulullah’ın (s.a.a) vefatından sonra gördük ki Ensar bizimle fikir ayrılığına düştüler ve Beni Sa’da kulübesinde toplandılar. Ali, Zübeyir ve bize muhalif olan herkes, Muhacirler Ebu Bekir’e biat etmişken bize muhalefet ettiler.”
      Sahih-i Buhari, Arapça – İngilizce, c8, h817

      Sakife beyatini bildiren diğer Sünnî hadisçileri de şunları nakletmişlerdir:

      Ömer dedi ki: “Ali İbni Ebu Talib, Zübeyir İbni Avam ve onlarla olan diğerleri bizden ayrıldılar ve Rasulullah’ın (s.a.a) kızı olan Fatıma’nın evinde toplandılar.”
      Ahmed İbni Hanbel, c1, s55
      Sire-i Nebeviye, İbni Hişam, c4, s309
      Tarih-i Taberî, Arapça, c1, s1822
      Tarih-i Taberî, İngilizce, c9, s192

      “Onlar bağlılık yemini ettiler, ancak Ali ve Zübeyir uzak durdular. Zübeyir kılıcını çekti ve “Bağlılık yeminleri Ali için edilmedikçe kılıcımı geri koymayacağım” dedi. Bu haberler Ebubekir ve Ömer’e ulaştığında Ömer dedi ki: “Ona bir taş ile vurun ve kılıcını alın.” Daha sonra Ömer Fatıma’nın (a.s) evinin kapısına hücum etti ve istesinler veya istemesinler kendilerine beyat edilmeleri gerektiğini haykırarak kapıyı kırdı.
      Tarih-i Taberi, İngilizce, c9, s188–189

      Şurası bir gerçektir ki o Yahudi, Rasulullah’ın (s.a.a) vefatından hemen sonra sahabelerin ikiye bölünmeleri hususunda herhangi bir rol almış olamaz zira bu olaylar olurken o henüz ortalarda yoktu.


      Rasulullah’ın (s.a.a) En Sevilen İki Sahabesine
      Ve Onların Tabiilerine Saldırı


      Seyf iddia etmiştir ki İbni Sebe, Rasulullah’ın en önemli sahabelerinden ikisini, Ebuzer (r.a) ve Ammar İbni Yasir’i (r.a) Osman’a karşı kışkırtan kişidir. Demiştir ki “O Yahudi Ebuzer ile Şam’da tanıştı ve ona altın ve gümüşü hazine halinde saklama fikrinin yasak olduğunu söyledi.” Seyf bu şekilde Ebuzer, Ammar, Muhammed İbni Ebubekir, Malik Eşter ve daha nice sahabeyi ve tabiileri de İbni Sebe’nin şiaları listesine eklemiştir.

      Seyf’in bu sözleriyle ortaya koyduğu delaleti daha iyi anlamak için yukarıda saydığımız bu büyük İslam önderlerinin biyografilerini bir daha gözden geçirelim:

      Ebuzer el Giffarî (Cundup İbni Cunade): İslam ile müjdelenen üçüncü kişidir. İslam’dan önce de tektanrıcıdır. Mekke’de, Allah’ın evinin tam önünde dürüstçe İslam’a tabii olduğunu haykırmıştır ve bu yüzden Mekke müşrikleri tarafından öldüresiye dövülmüştür. Rasulullah’ın isteği üzerine kabilesine İslam’ı anlatmak için kabilesine dönmüştür. Bedir ve Uhud savaşlarından sonra Medine’ye gelmiş ve Rasulullah’ın (s.a.a) vefatına kadar onun yanında bulunmuştur. İlk halifeler döneminde Şam’a gönderilmiş, Muaviye’nin Osman’a şikâyet etmesi üzerine göre üçüncü halife Osman tarafından Rebeze çölüne sürgün edilmiştir. Rabaza Arabistan’da kötü iklimi ile tanınan bir çöldür ve Ebuzer burada açlıktan ölmüştür.

      Ammar İbni Yasir: Ebuyakzan diye de bilinir. Annesinin adı Sümeyye’dir. O ve ailesi İslam’ın önderlerindendir ve İslam’a tabii olan yedinci kişidir. Ailesi Mekke’de İslam inançları sebebiyle işkence edilerek şehit edilmişlerdir ancak Ammar Medine’ye kaçmayı başarmıştır. Ammar, Cemel savaşında İmam Ali’nin tarafında savaşmış ve Sıffın’da doksan üç yaşında Muaviye’nin askerleri tarafından şehit edilmiştir.

      Muhammed İbni Ebubekir: Babası olan ilk halife Ebubekir öldükten sonra İmam Ali (a.s) tarafından sahip çıkılmıştır. Muhammed, Cemel savaşında İmam Ali’nin (a.s) komutanlarındandı. Sıffın savaşında da öyleydi. İmam Ali onu Mısır valiliğine atamıştır. Daha sonra Muaviye Amr İbnül As önderliğinde bir ordusunu Mısır’a göndermiş ve Muhammed İbni Ebubekir’i mağlup edip onu esir almış ve öldürmüştür. Naaşını ölü bir eşeğin karnına gömmüş ve eşekle beraber yakmıştır. (el İstizab, c1, s235; Tarih-i Taberi, c4, s79; İbni Kesir, c3, s180; İbni Haldun, c2, s182)

      Malik-i Eşter el Nekaî: Rasulullah ile tanışmıştır ve Tabiîn’in en güvenilirlerindendir. Kendi kabilesinin reisiydi, Yarmuk Savaşına gözüne aldığı bir yara sebebiyle Eşter lakabını aldı. Sıffın’da İmam Ali’nin (a.s) ordusunun generaliydi ve İslam düşmanlarıyla savaşırken gösterdiği cesaretle bilindi. 38 yaşında İmam Ali tarafından Mısır valiliğine atandı ancak Mısır yolunda, Kızıl Deniz yanında Muaviye tarafından planlanmış bir cinayetin kurbanı oldu.

      Yukarıda bazı önemli İslam önderlerinin kısa hayat hikâyelerini verdik. Bazı tarihçilerin Seyf’in uydurmalarına aldanarak bu büyük insanların bir gizemli Yahudi’nin yolunu tuttuklarını kabullenebilmeleri çok üzücüdür. Seyf gibi kiralık yazarlar bu denli büyük sahabelere dahi saldırmaktan geri durmamışlardır. Ebuzer ve Ammar İbni Yasir’in İbni Sebe ile buluştuklarını, onun propagandasından etkilendiklerini ve bu sebeple Osman’a karşı çıktıklarını yazmışlardır. Ancak bizler biliyoruz ki onlar bu büyük sahabelere saldırırken aslında onların arılıklarını ve doğruluklarını sürekli söylemiş olan Rasulullah’a (s.a.a) saldırıyorlar.

      Rasulullah dedi ki: “Yemin olsun ki Allah benden dört kişiyi sevmemi istemiştir çünkü O da onları sevmektedir.” Ashab sordular: “Ey Allah Rasulü! O dört kişi kimlerdir?” Rasulullah (s.a.a) cevapladı: “Ali onlardandır (üç defa tekrarladı), Ebuzer, Selman el Farisi ve Mikdat.”

      Sünnî Kaynaklar:
      1. Sünen-i İbni Mace, c1, s52–53, h149.
      2. el Müsderek-i Hakim, c3, s130.
      3. Müsned-i Ahmed İbni Hanbel, c5, s356.
      4. Fezail-i Sahabe, Ahmed İbni Hanbel, c2, s648, h1103.
      5. Hilya’tül Evliya, Ebu Nuaym, c1, s172.

      Rasulullah (s.a.a) şöyle dedi: “Allah her Peygambere yedi dürüst sahabe vermiştir. Ancak bana ondört tane verilmiştir.” Onların içerisinde Ali’yi, Hasan’ı, Hüseyin’i, Hamza’yı, Cafer’i, Ammar İbni Yasir’i, Ebuzer’i, Mikdat’ı ve Selman’ı saydı.

      Sünnî Kaynaklar:
      1. Fezail-i Sahabe, Ahmed İbni Hanbel, c2, h109, h277.
      2. Sahih-i Tirmizi, c5, s329, s662.
      3. Müsned-i Ahmed İbni Hanbel, c1, s88, 148, 149; bir çok senet zinciriyle.
      4. el Kabir-i Taberani, c6, s264–265.
      5. Hilya’tül Evliya, Ebu Nuaym, c1, s128.

      Rasulullah (s.a.a) dedi ki: “Ebuzer’den daha dürüst birini ne Cennet gölgelemiş ne de Dünya üzerinde bulundurmuştur. O, yeryüzünde Meryem oğlu İsa’nın (a.s) ruhuyla beraber yürür.”

      Sünnî Kaynaklar:
      1. Sahih-i Tirmizi, c5, s334, h3889.
      2. Tehzib-i Esar, c4, s158–161.
      3. Müsned-i Ahmed İbni Hanbel, h6519, h6630, h7078.
      4. el Müsderek-i Hakim, c3, s342.
      5. el Tabakad-i İbni Sa’d, c4, s167–168.
      6. Mecmaül Zevaid, el Heytami, c9, s329–330.

      İbni Mace, Süneninde İmam Ali’den (a.s) şu rivayeti nakletti: Ben Rasulullah’ın (s.a.a) evinde oturuyordum ki Ammar onu görmek istedi. Rasulullah (s.a.a) dedi ki: “Hoş geldin iyi ve arı olan!”

      İbni Mace aynı zamanda Aişe’nin Rasulullah’tan (s.a.a) şunları naklettiğini yazmıştır: “Her ne zaman Ammar’a iki seçenek sunulursa, Ammar hep en doğru olanını seçer.”

      Rasulullah’ın (s.a.a) Ammar hakkında söylediği birçok hadis vardır ki onlardan birisi de şudur: “Ammar bütünüyle iman doludur.” Yine Rasulullah (s.a.a) demiştir ki: “Bir asi topluluğu Ammar’ı öldürecektir.” (Sahih-i Müslim, İngilzce, s1508–1509; Müsderek-i Hakim, c3, s383)

      Şimdi de bu asilerin kim olduklarını Müsned-i Ahmed ve Tabakat İbni Sad’ın şu rivayetinden çıkaralım: “Sıffın Savaşında Ammad-ı Yasir’in (r.a) kafası kesilip Muaviye’ye götürüldüğünde iki kişi tartışıyor ve ikisi de Ammar’ı öldürdüğünü iddia ediyordu.”

      Yine Rasulullah (s.a.a) şunları söylemiştir: “Cennet üç kişiye özlem duyar. Onlar Ali, Ammar ve Selman’dır.” (Sahih-i Tirmizi, c5, s332, h3884)

      Dahası Tirmizi şunu kaydetmiştir: Rasulullah (s.a.a) Ammar ve ailesinin Mekke’de işkenceye uğradığını duyunca şöyle dedi: “Yasir’in aile üyeleri, sabırlı olunuz. Yeriniz Cennet’tir.” (Sahih-i Tirmizi, c5, s233)

      Bu sebeple Ammar ve ailesi Rasullullah’ın (s.a.a) Cennetle müjdelediği ilk kimseledir. Bu noktada şunu söylemeliyiz: Eğer bir Müslüman, Rasulullah’ın bu iki büyük sahabe hakkında bu denli önemli yorumlarda bulunduğunu biliyorsa ve yine o Müslüman, Rasulullah’ın bütünüyle doğruluğuna inanıyorsa, bu iki sahabeyi hiçbir zaman incitmek istemez. Böyle bir incitme sadece onların değil Rasulullah’ın (s.a.a) da itibarını sarsacaktır. Az önce gördüğümüz gibi yukarıdaki sahih hadisler Rasulullah’ın bilinen binlerce sahabesi arasından öne çıkan dört yahut on dört dürüst sahabesi olduğunu kanıtlıyor. Ebuzer ve Ammar’ın da bu birkaç kişinin arasında bulunduğunu görüyoruz.

      Rasulullah’ın (s.a.a) vefatından iki asır sonra yaşayan Seyf İbni Ömer el Temimî’nin ve onun tabiilerinin Şialara karşı düşmanlığını görüyoruz. Seyf gayet iyi biliyordu ki Osman’a karşı gerçekleştirilen ihtilali İbni Sebe’nin iş gibi göstermek Ebuzer ve Ammar’ın Osman’a muhalif olma gerçeğiyle çelişiyordu. İş bu sebeple Seyf o iki büyük sahabenin isimlerini de o kurgusal Yahudi’nin öğrencileri listesine ekleyerek o iki büyük sahabeye zarar vermeye çalıştı.

      Eğer İbni Sebe diye birisi varsa, Müslüman olduğunu Osman öldürüldükten sonra ilan etmiştir. Şimdi Seyf’in görüşünü kabul ettiğimizi ve bu doğrultuda Sebe’nin Osman döneminde ortaya çıktığını düşündüğümüzü varsayalım. Ebuzer ve Ammar İbni Yasir, diğer bir yandan, Osman döneminden daha önce Osman’a muhalif tavırlar sergilemeye başlamışlardır. O iki sahabe İmam Ali’nin (a.s) şialarındandır ve doğal olarak İmam Ali’nin hilafet görevine atandığına inanmışlardır. Bu, İbni Sebe daha ortada yokken bile onların inancı olduğundan Seyf’in “onlar İbni Sebe’den etkilenmiştir” hikâyesi bütünüyle fiyaskodur.

      Yani Seyf, üçüncü halifeyi, İslam hazinesini yanlış yönetmesinden doğan tüm suçlamalardan temizlemek ve arındırmak için ihtilalcileri İbni Sebe’nin öğrencisi olarak sunmuştur. Hikâyesini de o iki büyük sahabeyi Rasulullah’ın (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’in (a.s) öğrenciliğinden çıkartıp İbni Sebe’nin öğrencileri safına ekleyerek bitirmiştir. Oysaki onlar Rasulullah tarafından onurlandırılmış önemli sahabelerdendir.
      [size=12pt]"Gece boyunca bir âlimin uyuması, bir cahilin ibadet etmesinden evlâdır."
      Rasûlullah (s.a.a)

      Yorum


        #4
        Ynt: Abdullah İbni Sebe Dosyası

        Üçüncü Bölüm

        Osman’a Yönelik Kışkırtma

        Seyf iddia etmiştir ki Osman’a karşı gerçekleştirilen kışkırtma ve tahrikin ardında yatan ana sebep Abdullah İbni Sebe’dir. Basra, Kufe, Suriye, Mısır gibi kasaba ve eyaletleri gezerek Müslümanları Medine’ye hücum edip Osman’ı öldürmeye teşvik etmiştir, zira o, Osman’ın İmam Ali’ye (a.s) ait olan yeri gasp ettiğine inanmaktadır. Seyf aynı zamanda Medine’deki Talha ve Zübeyir gibi sahabelerin aslında Osman’a muhalif olmadığını iddia etmiştir.

        Tüm diğer savları gibi Seyf İbni Ömer’in Abdullah İbni Sebe hakkında ortaya koyduğu bu savı da desteksizdir ve ondan başka hiçbir ravi tarafından nakledilmemiştir. Seyf’in bu nakli haricinde İbni Sebe’nin Osman’a karşı bir kışkırtmada rol aldığına dair en ufak bir iz İslam tarihinde bulunamamıştır. Tam tersine tüm diğer merciiler bu hikâyeye bütünüyle muhalif durmuşlardır.

        İslam tarihini okuyan bir araştırmacı, duyguları ister Osman’ın yanında, isterse de ona karşı olsun, bilir ki Osman’a karşı bir ihtilal çağrısının ilk defa ses bulduğu yer Basra, Kufe, Suriye veya Mısır değildir. Osman’ın devlet işlerini göğüsleme konusundaki zayıflığı birçok sahabenin ona muhalif durmasına sebep olmuştur. Bu da doğal olarak Medine’deki nüfuzu yüksek sahabeler arasında güçlü bir mücadeleye yol açmıştır. Taberî, İbni Esir ve Belaruzî gibi Sünnî tarihçiler ve daha niceleri, halifeye karşı kışkırtmanın sahabeler arasında nüfuzu yüksek olanlar tarafından tam Medine’nin içinde ortaya çıktığını doğrulayan rivayetleri nakletmişlerdir. Bu sahabeler de diğer şehirlerde bulunan sahabeleri Osman hükümetine gerçekleştirilecek olan bir ihtilale davet eden ilk sahabelerdir. İbni Cerir et Taberî şunları kaydetmiştir:

        İnsanlar Osman’ın ne yapmakta olduğunu görünce Medine’deki sahabeler sınır eyaletlerine dağılmış olan diğer sahabelere şöyle yazdılar: “Sizler, Muhammed’in (s.a.a) dini uğruna Yüce Allah’ın yolunda mücadele etmek için sınırlara gittiniz. Sizlerin yokluğunuzda Muhammed’in (s.a.a) dinî bozuldu ve terk edildi. Bu sebeple dini yeniden kurmak için geri dönün.“ Bu mektuptan sonra her yönden insanlar halifeyi öldürmek için geldiler. (Tarih-i Taberî, İngilizce, c15, s184.)

        Taberî yukarıdaki paragrafı Sire-i Rasulullah adlı kitabın yazarı olan ve Sünnî camiası arasında çok takdir edilen bir tarihçi olan Muhammed İbni İshak İbni Yaser el Medenî’den nakletmiştir.

        Seyf’ten nakledilmeyen tarih şahitlik etmektedir ki Talha, Zübeyir, Ümmü’l Mu’minin Aişe, Abdurrahman İbni Avf ve Amr İbn’ul As gibi müessir kişiler Osman’a yönelik kışkırtmanın kilit noktasıdırlar.


        A) Talha
        Talha bin Ubeydullah, Osman’a karşı en büyük kışkırtıcılardan birisidir ve Osman cinayetinin planlayıcısıdır. Daha sonra bu cinayeti İslam tarihindeki ilk iç savaşı başlatarak (Cemel Savaşı) İmam Ali’ye (a.s) karşı kullanmaktan da geri kalmamıştır. Bu iddiamızı kanıtlamak için Taberî’den ve İbni Esir’den bazı paragraflar nakledeceğiz. İlk olarak İbni Abbas’tan (bazı yazıtlarda İbni Ayyaş’tan) nakledilen şu rivayeti ortaya koyuyoruz:

        Osman’ın huzuruna geldim (kuşatma sırasında) ve onunla yaklaşık bir saat konuştum. Bana dedi ki: “Gel İbni Abbas.” Beni elimden tuttu ve bana kapısındaki insanların ne dediklerini dinletti. “Neden bekliyorsun?” diyen insanları duydum, diğer bazıları da “bekleyin, belki de pişman olur” diyorlardı. İkimiz kapının ardında beklerken Talha İbni Ubeydullah geçti ve “İbni Udays nerde?” diye sordu. Ona “işte orda” dediler. İbni Udays Talha’ya geldi ve bir şeyler fısıldadı. Daha sonra dostlarının yanına döndü ve “kimsenin bu adamı görmek için içeri girmesine izin vermeyin ve kimsenin onun evinden dışarı çıkmasına da izin vermeyin” dedi. Osman bana: “İşte bunlar Talha’nın emirleri” dedi ve devam etti, “Ey Allah’ım! Beni Talha’dan koru. Çünkü o tüm bu insanları bana karşı tahrik etmiştir. İnşallah istediğine ulaşamaz ve dökülen kan onun kanı olur. Talha harama girip beni suiistimal etti. Ben Rasulullah’ın (s.a.a) şöyle dediğini duymuştum: “Bir Müslümanın kanı ancak üç şeyi işlediğinde caizdir: irtidad, zina ve caiz olan haddini uygulamak hariç bir kimseyi öldürmek. O halde neden öldürülüyorum?”

        İbni Abbas devam etti: Evi terk etmeyi istedim ancak isyancılar oradan geçmekte olan Muhammed İbni Ebubekir gelip izin vermelerini dileyene kadar benim yolumu tıkadılar. (Tarih-i Taberi, İngilizce, c15, s199–200.)

        Üsttekine benzer nakillerle karşılaştırdığımızda Seyf’in iddiası yerle bir oluyor. Zira üstteki nakil, Osman’ın kendisine tüm bu yapılanların Talha gibi sahabeler tarafından gerçekleştirildiğini bildiğini ancak Abdullah İbni Sebe gibi bir önemli şahsiyetten (!) haberdar olmadığını kanıtlamaktadır. Acaba bu kiralık yazarlar olaydan asırlar sonra doğmalarına rağmen konuya Halife Osman’dan daha hâkim olduklarını mı iddia ediyorlar? Şimdi yazacağımız nakil de Osman cinayetine Talha tarafından yol gösterildiğini kanıtlıyor ve hatta katillerin Osman’ı hallettiklerini geri dönüp liderlerine bildirdiklerini gösteriyor:

        Abzay dedi ki: “Osman’a saldırının gerçekleşip içeri girildiği güne tanıklık ettim. Onlar eve, Amr İbni Hazm’ın mekânında buldukları bir açıktan girdiler. Bir an çatışma oldu ve işlerini bitirdiler. Allah’a yemin olsun ki Sudan İbni Hümran’ın oradan dışarı çıkışını hiçbir zaman unutmadım. Onu şöyle derken duydum: “Talha İbni Ubeydullah nerede? İbni Affan’ı öldürdük!” (Tarih-i Taberi, İngilizce, c15, s200)

        İmam Ali (a.s) Hayber’deyken Osman Medine’de kuşatma altındaydı. İmam (a.s) Medine’ye geldi ve insanların Talha’nın mekânında toplanmış olduğunu gördü. Sonra da İmam Ali (a.s) Osman ile buluşmaya gitti. İbni Esir şöyle yazıyor:

        Osman Ali’ye (a.s) dedi ki: “Sen bana İslamî hakkım, kardeşlik ve arkadaşlık hakkım yönlerinden borçlusun. Eğer tüm bu hakların hiçbirine sahip olmasaydım ve eğer İslam öncesi zamanda yaşıyor olsaydık dahi biz Abdumenaf oğulları için Tem’den birisinin (Talha) bizim liderliğimizi çalması ikimiz için de bir utanç kaynağı olurdu.” Ali (a.s) Osman’a dedi ki: “Ne yaptığım hakkında bilgi sahibi olman lazım.” Sonra Ali (a.s) Talha’nın evine gitti. Orda birçok insan vardı. Ali (a.s) Talha’ya dedi ki: “Talha, bu içine düştüğün durum da neyin nesi?” Talha cevapladı: “Ey Ebu’l Hasan! Artık çok geç!” (el Kâmil, İbni Esir, c3, s84)

        Taberi aynı zamanda Osman kuşatma altındayken İmam Ali (a.s) ve Talha arasında geçen şu konuşmayı da nakletmektedir:

        Ali (a.s) Talha’ya dedi ki: “Senden Allah için tüm o insanları Osman’dan uzak tutmanı istiyorum.” Talha cevapladı: “Hayır, Allah’a yemin olsun ki, Ümeyye oğulları doğru olana gönüllerinden boyun eğmedikçe bunu yapmayacağım.” (Tarih-i Taberî, İngilizce, c15, s235)

        Hatta Talha, Osman’ı sudan dahi mahrum etmiştir:

        Abdurrahman İbnül Esved dedi ki: “Ali’yi (a.s) devamlı olarak olayı engellemeye çalışırken görüyordum, eskiden davrandığı gibi davranmıyordu. Kuşatma altına alınan Osman’ın su tulumlarına el konulması hakkında Talha ile konuştuğunu gördüm. Ali (a.s) bu konuda oldukça üzgündü ve sonunda Osman’a su tulumlarının gönderilmesine izin verildi.” (Tarih-i Taberî, İngilizce, c15, s180–181)

        Neden İmam’ın (a.s) Osman’ı terk ettiğini anlamak için bu makalenin sonuna doğru naklettiğimiz rivayetlere bakın.

        Dahası, tarihçiler doğrulamaktadırlar ki katliamı planlayanlar Osman’ın cesedinin Müslüman mezarlığına gömülmesine dahi izin vermemiştir, o da yıkanmadan ve kefenlenmeden “Haşhiş Kevkeb” adlı bir Yahudi mezarlığına gömülmüştür. (Tarih-i Taberî, İngilizce, c15, s246–250) Eğer Yahudiler bu cinayeti planlamış olsalardı onun kendi mezarlıklarına gömülmelerine izin vermezlerdi. Muaviye güç kazandıktan sonra o Yahudi Mezarlığını arasındaki alanla beraber el Bakiy’e dâhil etmiştir. (Tarih-i Taberî, İngilizce, c15, s246–250)


        B) Aişe
        Talha, Osman cinayetindeki tek işbirlikçi değildi. Sünnî tarihi onun kuzeni olan Ümmü’l Müminin Aişe’nin de Osman’a karşı mücadelede bulunduğunu anlatmaktadır. Alttaki paragraf da Osman ihtilalinde Aişe’nin Talha ile birlikte davrandığını gözler önüne sermektedir:

        İbni Abbas Mekke’nin dışına seyahat ederken Aişe’yi el Sulsul’da buldu (Medine’nin yedi mil güneyi). Aişe dedi ki: “Ey İbni Abbas, Allah’a şükür ki karşıma çıktın. Bu adamı (Osman) terk ettirmek ve insanlar arasında şüphe doğurmak için senin gayet keskin bir dilin vardır. (Mevcut kuşatmada) İnsanlar anladıklarını gördüler ve onlara bir nur rehberlik etti. Talha’nın hazinelere ve depolara giden bir anahtar görevi gördüğüne şahit oldum. Eğer o halife olursa akrabası olan Ebubekir’in yolunu tutacaktır.” İbni Abbas dedi ki: “Ey Anne (Müminlerin annesi), eğer o adama (Osman’a) bir şey olursa insanlar yalnızca bize güvenecektir (İmam Ali yanlılarına).” Aişe dedi ki: “Kes sesini! Seninle tartışmaya niyetim yok!” (Tarih-i Taberî, İngilizce, c15, s238–239)

        Birçok Sünnî tarihçisi başta Aişe’nin Osman’a gittiğini ve Peygamber’in (s.a.a) vefatından birçok yıl sonra dağıtılan mirasını onunla paylaşmasını istediğini nakletmiştir. Osman ise onun Ebubekir’e Fatıma (a.s) için en ufak bir payı bile bırakmamasını söylediğini hatırlatarak ona para vermekten kaçınmıştır. Yani eğer Fatıma (a.s) en ufak bir miras payı almadıysa Aişe neden alsın? Aişe bu olay üzerine Osman’a fazlasıyla sinirlenir ve şöyle der: “Bu sersem bunağı öldürün! O artık mürtet olmuştur!”

        Sünnî Kaynaklar:
        1. İbni Esir Tarihi, c3, s206.
        2. Lisan’ül Arab, c14, s141.
        3. El İkd’ül Ferid, c4, s290.
        4. Serh-i Nehc’ul Belaga, İbni Ebi’l Hadid, c16, s220–223.

        Gördüğümüz üzere, Osman cinayetini tasarlayan ana figürler Talha ve Aişe gibi oldukça müessir kimseler. Sünnî kaynaklarından aktırdığımız bu rivayetler de Abdullah İbni Sebe konusunda aktarılanlarla bütünüyle çelişmektedir ki konuyu İbni Sebe’ye bağlayan Seyf, yukarıdaki nakillerin ravilerinden asırlar sonra doğmuştur.

        Bir diğer Sünnî tarihçisi, el Belaruzî, tarihinde (Ensabul Eşraf) kaydetmiştir ki durum olabildiğine ciddileştiğinde Osman Mervan İbnul Hakem’den ve Abdurrahman İbni Attab İbni Useyd’den Aişe’yi kendisine cephe almaktan vazgeçirmelerini istemiştir. Onlar da Aişe Hacc’a gitmeye hazırlanırken onu bulmuş ve şöyle demişlerdir: “Senin Medine’de kalman için ve Allah’ın bu adamı senden koruması için dua ediyoruz.” Aişe demiştir ki: “Seyahat hazırlıklarımı yaptım ve Hacc’a niyetlendim. Allah’a yemin olsun ki sizin isteğinizi kabul etmeyeceğim. O adamın çuvallarımın birinin içinde olmasını ve onu o çuvalın içinde taşımayı dilerdim. Böylece onu götürüp denize atardım.” (Ensabul Eşref, el Belaruzî, c4, s75)

        Elbette ki Osman’a karşı gerçekleşen ihtilal Medine’de başlamıştır; Kufe’de, Basra’da veya Mısır’da değil. Medine’nin bu önemli insanları Medine’den dışarı mektuplar yazıp insanları Osman aleyhinde kışkırtan ilk kişilerdir. İbni Sebe adlı bir Yahudi’nin insanları Halife’ye karşı kışkırtan kişi olduğunu söylemek o kişinin Aişe, Talha ve Zübeyir’i de kandırdığını kabul etmedikçe mantıksızdır ki İbni Sebe hakkında hiçbir nakil bırakın onun bu kişilerle temas kurmasını, onun Medine’ye geldiğini dahi yazmıyor.

        Yine İbni Sebe’nin Osman ihtilalindeki rolü, ancak Halife’nin ilk iki Halife’ye zıt bir rolde yürümesine, İslamî kaynakları akrabalarına dağıtmasına ve onları İslam eyaletlerine vali seçmesine sebep olsaydı inandırıcı olabilirdi. Zira Medineli isyancı sahabelere İbni Sebe tesir edememişse ve Osman’ın yanlış politikalar izlemesinde İbni Sebe’nin bir etkisi yoksa nasıl olur da Osman cinayetini İbni Sebe’ye yükleyebilirler?

        Osman’ın İslam eyaletlerinde ortaya çıkan sorunları çözmede sergilediği tavır; Aişe, Talha, Zübeyir ve diğerlerine Müslümanları Osman aleyhine ayaklanmaya çağırmaları için bir sebep oluşturmuştur. Ancak bu ihtilali İbni Sebe’ye atfedenler Osman’ın yanlış politikalar izlemesinde İbni Sebe’nin rolü olduğunu kabul etmiyorlar. Haklılar da, zira bu denli olaylara imza atmış bir Yahudi yalnızca Seyf İbni Ömer el Temimi’nin ve onun rivayetlerini kabul edenlerin hayal güçlerinden ibarettir. Seyf’e dayanmayan on beşten az rivayet (ki hiçbiri güvenilir bir Şia veya Sünnî kaynağına dayanmamaktadır) , Seyf’e dayanan ve İbni Sebe’yi her yere burnunu sokmuş ve her yeri karıştırmış bir Yahudi olarak sunan rivayetlerden fazlaca ayrılmaktadır.


        C) Amr İbnul As
        Ne kadar ilginçtir ki Osman’a yapılan ihtilalin en büyük rolü ne Şia ne de Sünnî kaynaklarında güçlü bir kanıtla var olmayan bir Yahudi’ye atfedilmektedir. Ancak tarihçiler, ihtilaldeki en büyük rolü oynayan, üstelik de İslam tarihinde gayet iyi bilinen adamın adını unutuyorlar: Amr İbn’ül As. Bu adam, o devirde ortaya çıkmış olan herhangi bir Yahudi’den çok daha zeki ve kurnazdı. Amr, Halife’ye komplo düzenlemek için gereken tüm sebeplere ve Medinelilerin çoğunu Halife aleyhinde kışkırtmaya yarayan tüm kabiliyetlere sahipti.

        Amr İbnul As, Osman cinayetindeki en büyük provokatörlerdendir. İkinci halife döneminde Mısır valiliğini yapmıştır. Ancak üçüncü halife onu görevinden alıp yerine evlâtlık kardeşi olan Abdullah İbni Sa’d İbni Ebu Şerh’i geçirmiştir. Bunun neticesinde Amr, Osman’a oldukça sinirlenmiş ve ona düşman kesilmiştir. Medine’ye döndükten sonra Osman’ın yanlış işlerini açıklayıp onu suçlayarak ona karşı büyük bir habis mücadeleye girişmiştir. Osman da Amr’ı suçlamış ve onunla sertçe konuşmuştur. Bu ise Amr’ı çok daha sinirli bir hale getirmiştir. Talha ve Zübeyir’le anlaşmış ve Osman’a komplo kurmuştur. Hacılarla görüşmüş ve onlara Osman’ın yaptığı sayısız ihlâli anlatmıştır. Taberî’ye göre Osman kuşatma altındayken Amr, el Eclan’ın mekânında oturup Osman’ın durumu hakkında insanlara sorular sormuştur:

        Amr, ikinci bir atlı geçip gidene kadar oturduğu yerden kalkmadı. Amr onu çağırdı ve sordu: “Osman ne yapıyor?” Adam cevapladı: “Öldürüldü.” Amr şöyle dedi: “Ben Ebu Abdullah’ım. Eğer bir şey istersem onu elde ederim. İnsanları ona karşı tahrik ettim, dağın tepesindeki çobanı bile sürüsüyle beraber (tahrik ettim).” Bu lafın üzerine Seleme İbni Ravh ona dedi ki: “Siz Kureyşliler, sizinle Araplar arasındaki o sıkı bağı kopardınız. Neden yaptınız bunu?” Amr cevap verdi: “Bizler hakikati yanlışlığın kuyusundan çekip çıkarmak istedik ve insanların hakikat karşısında eşit bir duruşa sahip olmasını istedik.” (Tarih-i Taberî, İngilizce, c15, s171–172)

        Müslümanları parçalamaya çalışanlar, önemli Sünnî ravilerce nakledilen rivayetler arasında İslam tarihinde çok iyi bilinenleri görmezden geliyorlar. Osman’a yapılan ihtilâl, Aişe, Talha, Zübeyir, Abdurrahman İbni Avf ve Amr İbnul As gibi Medine’nin ileri gelen kişilerinin çabalarının sonucudur. İhtilâlin Osman’a isyan etmiş gerçek kişiler tarafından gerçekleştirildiğini itiraf etmek yerine hakikati reddedip ondan bahsetmiyorlar. İhtilâli, Sünnî âlimlerinin yalancı olduğunu söylediği Seyf İbni Ömer el Temimî’nin rivayetlerine güvenip kurgusal bir Yahudi’ye atfediyorlar. Halife’yi, Aişe’yi, Talha’yı ve Zübeyir’i eleştirmekten korkup Seyf’in rivayetlerine inanarak hakikatten kurtulmaya çalışıyorlar.

        Daha da ilginci şudur ki Aişe, Talha, Zübeyir ve Muaviye İbni Ebu Süfyan, İmam Ali’ye (a.s) karşı iki kez, İslâm tarihinde daha önce görülmemiş bir şiddetle savaşmışlardır ancak bunlardan hiçbiri İmam Ali’nin (a.s) talebelerini İbni Sebe’nin talebesi olmakla suçlamamıştır. Sünnî tarih kitapları ve Sünnî hadis derlemeleri açıkça Muaviye’nin Müslüman Dünyasındaki tüm camii imamlarını İmam Ali’ye (a.s) lanet ettirmek için kullandığını kaydetmektedir. Eğer şu kurgusal Yahudi, İbni Sebe, Osman’a karşı gerçekleştirilen ihtilâlde en ufak bir rol alsaydı, Muaviye İmam (a.s) ve taraftarlarına çamur atmak için bu rolü ana konu haline getirmez miydi? Anında insanlara Osman’ı öldürenlerin Abdullah İbni Sebe’nin öğrencileri olduğunu ve aynı kişilerin Ali’yi (a.s) hilâfete getirdiğini anlatmaz mıydı? Ancak ne Muaviye ne de Aişe bu yolu seçmemiş, İbni Sebe hakkında tek bir laf etmemiştir zira İbni Sebe ile ilgili aktarılan hikâyeler hicretin ikinci asrında yaşamış olan Seyf İbni Ömer tarafından uydurulmuştur.

        Osman cinayeti, Osman hükümetinde bulunduğu halde onu ölüme terk edenleri hatta onu öldürmeye çalışanları gizlemek için harika bir günah keçisi yaratmıştır. Muaviye ve Mervan gibi Ümeyye oğulları ki Osman’ın akrabalarıdırlar, sadece Osman’ın yaşamından değil ölümünden de faydalanmışlardır. İbni Sebe hikâyesi de bu güce tapan adamların yüzlerine maske geçirip onları gizlemiş, İmam Ali (a.s) ve şialarına ise saldırma bahanesi haline gelmiştir.


        Osman İhtilalinin Ardında Yatan Diğer Sebepler
        Üçüncü Halife Osman’a insanlar onun Allah’ın kitabına ve Peygamberin (s.a.a) öğretilerine dayalı bir yönetim benimseyeceği yönünde aldıkları taahhüde binaen biat etmişlerdi. Eğer Kur’an’da veya Rasulullah’ın (s.a.a) öğretilerinde bir açıklama bulamaz ise Ebubekir ve Ömer’in metotlarını takip edecekti.

        Şu bilinmektedir ki ilk iki halife sıradan yaşamışlardı. Ne kendi kabilelerinden birilerini diğer insanlardan yüksek mevkilere atamış ne de akrabalarından birini hükümette önemli görevlere getirmişlerdi.

        Ancak Osman, kendi seçeneklerini ortaya koydu. Lüks içerisinde yaşamayı kendine uygun gördü. Kendi kabilesinden (Ümeyye oğulları) kimseleri hükümette önemli ve güçlü görevlere getirdi. Kim olduklarına dahi bakmadan onları diğer Müslümanlardan yüksek mevkilere atadı. Ne yazık ki akrabalarının hiçbiri hakikat yanlısı değildi. Belki de Osman’ın bu ayrıcalıkları yapma sebebi Allah’ın kitabına göre davrandığını gösterir zira Kur’an sıla-i rahimi önerir (!). Ülkedeki olaylara bu şekilde yaklaşması birçok sahabeyi rahatsız etti. Onu tutumsuz ve ölçüsüz buldular.

        Sahabeler Halifeyi şu hususlarda eleştirdiler:

        1. Kendi amcası olan el Hakem İbni Ebu’l As’ı, Peygamber (s.a.a) tarafından Medine’den kovulmuş bu kişiyi, tekrardan Medine’ye getirtti.

        Rivayet edilmiştir ki el Hakem saklanır ve Peygamber’in (s.a.a) önemli sahabelerle gizlice konuştuğu şeyleri dinler daha sonra duyduklarını etrafına yayardı. Peygamber’in (s.a.a) yürüme şeklini taklit eder ve Onunla dalga geçerdi. Bir defasında Rasulullah (s.a.a) Hakem’i onu taklit ederken gördü ve dedi ki: “İşte olacağın şekil.” El Hakem bu söz üzerine aniden titremeye başladı ve ölene kadar o şekilde titredi. Yine nakledilmiştir ki:

        Bir gün, sahabelerinden bazılarıyla otururken Rasulullah (s.a.a) dedi ki: “Lânetli bir adam odaya girecek.” Kısa bir süre sonra el Hakem odaya girdi. (el İstizab, Yusuf İbni Abdulbarr, c1, s359–360)

        2. Medine’ye getirdikten sonra el Hakem’e 300,000 Dirhem para bağışladı.


        3. El Hakem’in oğlu Mervan’ı en önemli yardımcısı ve başdanışmanı yaptı. Böylece Mervan, görevi itibariyle en az Osman kadar müessir bir kimse haline geldi. Mervan, Kuzey Afrika’nın resmî gelirlerinin beşte birini 500,000 Dinar karşılığında satın aldı. Ne var ki bu meblağı hiç ödemedi. Halife onun bu parayı elinde tutmasına izin verdi ki bu para günümüzde on milyon dolara eşittir!

        İmam Ali (a.s) Osman’ı Mervan tehlikesi hususunda sıkça uyardı, ama beyhude. İmam Ali (a.s) ve Osman arasında geçen aşağıdaki konuşma da bu gerçeği göstermektedir. Osman’a saldırıldığında o Ali’den (a.s) yardım istemiş ve şöyle demiştir: “Bugün bana gelen şu muhalif grubunun başıma açtığı felaketi görüyorsun. Bilirim ki senin insanlar arasında bir saygınlığın var ve onlar seni dinleyeceklerdir. Onlara gidip onları benim başımdan savmanı isterim. Onların benim huzuruma gelmelerini istemem, bu bana bir hakarettir. Diğerlerinin de bunu duymasını sağla.”

        İmam Ali (a.s) dedi ki: “Hangi sebeple onları savayım?”

        Osman cevapladı: “Şu sebeple ki bana tavsiye ettiğini ve doğru olduğunu düşündüğünü yürürlüğe koyacağım, senin yolundan ayrılmayacağım.” İmam Ali (a.s) dedi ki: “Aslında sana defalarca söyledim, sen ve ben bu konular hakkında uzun uzadıya tartıştık. Bunların hepsi Mervan İbni Hakem’in, Said İbnül As’ın, İbni Amir’in ve Muaviye yüzünden. Sen onları dinledin ve beni küçümsedin.” Osman dedi ki: “O halde artık onları küçümseyip seni dinleyeceğim.” (Tarih-i Taberî, İngilizce, c15, s173)

        Sonra İmam Ali (a.s) insanlarla konuştu ve onlardan gitmelerini istedi. Bunun üzerine birçoğu geri çekildiler. Sonra İmam (a.s) Osman’ın yanına gitti, ona insanların gittiğini söyledi ve ekledi:

        “İnsanların şahit olacağı bir açıklama yaz ki onu senden duysunlar. Allah senin pişmanlığı kalbinde hak edip etmeyeceğine şahit olacaktır.”

        Bunun üzerine Osman dışarı çıktı ve pişmanlık duyduğunu açıklayan bir hutbe okudu. Dedi ki: “Allah’a yemin olsun, Ey insanlar! Eğer içinizden biri beni suçladıysa benim için bir bilinmezi gerçekleştirmiş değildir. Hiçbir şeyi bilinçsizce yapmadım. Ancak ruhum kibirli bazı umutlar yeşertti ve beni kandırdı, takvam benden kaçıp gitti… Allah’tan yaptıklarım için bağışlanma istedim. Benim durumumdaki bir adam bağışlanmaya hep hasret çeker.”

        İnsanlar ona merhamet ettiler hatta aralarından bazıları ağladı. Said İbni Zeyd Osman’ın huzurunda durdu ve dedi ki: “Ey Müminlerin Emiri! Bundan sonra seni desteklemeyen hiç kimse senin huzurunda bulunmayacak. Allah’tan kork, ruhun Allah’tan korksun ve dediklerini yerine getir!”

        Osman aşağı indiğinde Mervan İbnül Hakem’i ve Said İbnül As’ı birkaç diğer Beni Ümeyye ile beraber evinde buldu. Mervan dedi ki: “Konuşsam mı? Sessiz mi kalsam?” Osman’ın eşi dedi ki: “Hayır! Sessiz kal, yoksa seni günahından dolayı öldürürler. O, vazgeçemeyeceği bir açıklamada bulundu.” Mervan Osman’a dedi ki: “Uğruna Allah’tan bağışlanma dilemek zorunda olduğun bir hatada ısrar etmek, korkudan pişman olduğunu söylemekten daha iyidir.” Osman ikna oldu ve “Dışarı çıkıp insanlarla konuş, ben bunu yapmaktan çekiniyorum.” dedi.

        Bunun üzerine Mervan insanlara şöyle dedi: “Neden burada çapulcular gibi toplanmışsınız? Sizler buraya bizim mülkümüzü çalmaya geldiniz. Gidin! Allah’a yemin olsun ki eğer bize zarar verirseniz sizler çok daha tatsız sonuçlarla karşılaşırsınız ki fikirlerinizin doğurduklarından dolayı şükredemezsiniz. Evlerinize dönün! Bizler mevkisini çaldıracak insanlar değiliz!”

        İnsanlar olanlar konusunda Ali’ye (a.s) danıştılar. Ali (a.s) Osman’a geldi ve dedi ki: “Anlaşılan yine Mervan’ı memnun etmişsin, ancak yalnızca bir devenin taşıdığı tahtırevanı döndürmesi gibi dinini döndürürsen Mervan’ı tam memnun edebilirsin. Gerçekten de Mervan, dinine ve ruhuna gelince bir yoksunluk sahibidir. Allah’a yemin olsun ki o seni hapsedecek ve çıkmana izin vermeyecek. Bu ziyaretten sonra bir daha sana söylenmeyeceğim. Sen kendi şerefini yok ettin ve tüm etkini kaybettin.”

        Ali (a.s) ayrıldığında Osman’ın eşi dedi ki: “Ali’nin bir daha sana dönmeyeceğini ve senin yeniden Mervan’a riayet gösterdiğini duydum.” Osman dedi ki: “Ne yapmalıyım?” Eşi cevapladı: “Yalnızca eşi olmayan Allah’tan korkmalısın ve iki selefinin (Ebubekir ve Ömer) uygulamalarına bağlı kalmalısın. Mervan’a itaat etmek seni öldürür. Mervan’ın insanlar arasında hiçbir itibarı yoktur hiç kimsede sevgi veya huşu uyandırmaz. İnsanların seni terk etmesinin tek sebebi Mervan’ın meclisindeki rütbesidir. Ali’ye sığın, onun samimiyetine ve doğruluğuna güven. O seni anlar ve o insanların itaat etmekten kaçınacağı biri değildir.” Ancak Osman Ali’ye (a.s) gitmekten çekindi. (Tarih-i Taberî, İngilizce, c15, s176–179)

        Osman’ın ölümü üzerine İmam Ali (a.s) dedi ki:

        “Allah’a Andolsun ki utanç duyana kadar onu korumaya çalıştım. Ama Mervan, Muaviye, Abdullah İbni Amir ve Sa’d İbnül As onunla anlaştı. Ona samimî tavsiyeler verip onları yanından göndermesi gerektiğini söylediğimde benden şüphelendi, şimdi gördüğün şeyler olana kadar benden şüphelendi.” (Tarih-i Taberî, İngilizce, c15, s198)

        Mervan ve yanındakiler, halkın Osman’a yaptığı rüşvet ve torpil suçlamalarının temel sebebiydi. Mervan, netice olarak daha sonra hilafeti tamamen ele geçirdi ve Hicrî 64. yılda tahta oturdu ve Kordoba emirleriyle Şam’daki Emevî krallarının atası olarak hatırlandı.

        4. Halife evlatlık kardeşi olan Abdullah İbni Sa’d’ı Mısır valisi olarak atadı. O sıralarda Mısır, en büyük Müslüman eyaletiydi. İbni Sa’d Müslüman olduğunu ilân edip Hicrete katıldığında Peygamber (s.a.a) onu vahiy kâtipliğine atamıştı. Ancak İbni Sa’d, mürtet oldu ve yeniden Mekke’ye döndü. Dinden çıktığında şunları söylemişti: “Tanrının Muhammed’e vahiy ettiğinin aynısını ben de vahiy alıyorum.”

        Mekke fethedildiğinde Rasulullah (s.a.a) Müslümanlara İbni Sa’d’ı bulup öldürmeleri emrini verdi. Ancak Osman’ın evinde saklandı ve ortalık sakinleşinceye kadar orda kaldı. Daha sonra Osman İbni Sa’d’ı Rasulullah’a (s.a.a) götürdü ve İbni Sa’d’ı koruduğunu itiraf etti. Rasulullah (s.a.a) bir süre sessiz kaldı, orda bulunan sahabelerden birinin İbni Sa’d’ı öldürmesini bekledi. Sahabeler ise Rasulullah’ın (s.a.a) bu uzun sessizliğinin ne anlama geldiğini anlamadılar. Kimse İbni Sa’d’ı öldürmeye kalkmadığından Rasulullah Osman’ın onu korumasını onayladı.

        5. Halife Osman Velid İbni Akabe’yi (o da akrabasıdır), Kufe valisi olarak atadı. Bunu yapabilmek için de önceki vali olan ünlü sahabe Sad bin Ebu Vakkas’ı görevinden aldı. Sa’d, Uhud Savaşında büyük başarılar elde etmiş bir nişancıydı.

        Diğer yandan, Velid’in Rasulullah (s.a.a) zamanındaki tutumu hiç de hoş değildi. Kur’an onun itibarını düşürdü ve onu bir fasık olarak gösterdi. Örneğin, Rasulullah (s.a.a) onu Beni el Müstelak’a zekât toplaması için gönderdi. Velid, Müstelakların ona doğru atları üzerinde geldiklerini gördü. Müstelaklarla onun arasındaki eski düşmanlıklar sebebiyle korktu. Rasulullah’a (s.a.a) geri döndü ve ona Müstelakların onu öldürmeye çalıştığını söyledi. Bu bir yalandı. Ancak Velid’in bu açıklaması Medine Müslümanlarını sinirlendirdi ve Medineli Müslümanlar Müstelaklara saldırmak istedi. Bu zamanda şu ayet nazil oldu: “Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat 6)

        Velid yaşamının geri kalanını da bu gayri İslamî yoldan yaşadı. Şarap içerdi, hatta bazıları onun cemaat namazını kılarken ayyaş olarak kıldığına şahit olmuşlardır! İçki sebebiyle seksen defa kırbaçlanmış ve Halife tarafından sürülmüştür. Halife’nin hakikate tabi bir sahabeyi Velid’in yerine getirmesi beklenirken tutup başka bir akrabası olan Said İbnül As’ı yerine geçirmiştir.

        Bu bölümün sonunda İmam Ali (a.s) ve Osman arasında geçen bir rivayeti naklediyoruz ki Osman daha katledilmeden çok uzun bir zaman önce onun durumuna ışık tutmuştur:

        İnsanlar toplanmış ve Ali İbni Ebu Talib (a.s) ile konuşuyorlardı. Ali (a.s) Osman’a gitti ve şöyle dedi:

        “İnsanlar bana geldi, senin hakkında benimle konuştular. Allah’ı unutma! Kör olduktan sonra insanlara yol gösteremez, bilgisizken insanlara bilgi katamazsın. Şüphesiz ki bu yol açık ve aşikârdır ve hak dinin işaretleri dosdoğru dururlar.

        Bil ki ey Osman, Allah’ın gözündeki en büyük hizmetçi, ADİL BİR İMAMDIR. O ki dosdoğru bir yolda aydınlanmıştır ve insanlara rehberlik eder. O ki gerçek sünneti hâkim kılar ve tüm bidatleri ortadan kaldırır. Allah’a yemin olsun ki her şey apaçık ortadadır. Sapasağlam ve gerçek sünnet dosdoğru ortada durur, ne kadar saklasan ve değiştirsen de. Allah’ın gözünde KÖTÜ İMAM, despot bir liderdir, yoldan çıkmıştır ve diğerlerini de yoldan çıkartır. O ki gerçek sünneti yıkar ve bidatleri hâkim kılar.

        Yemin olsun ki Allah Resulünü (s.a.a) şöyle derken duymuştum: “Diriliş gününde, zalim lider yanında bir avukatı veya bir yardımcısı olmadan getirilir, Cehennem’e fırlatılır ve Cehennem’de aynı bir değirmen gibi döner durur. Daha sonra da Cehennem’in ateşten seline dalış yapar.”

        Dediğim gibi, Allah’ın farkına var ve cezaların karşılığında yapabileceklerinin de. Gerçekten de Onun cezası şiddetli ve acı vericidir. Bu toplumun öldürülen lideri olmayasın diye gözünü açmanı söylüyorum. Aslında söylenir ki bu toplum tarafından bir lider öldürülecek ve onun kanlı mücadelesi kıyamet gününe kadar sürecek ve olaylar fazlasıyla karışacak. Bu olay insanları mezheplere ayıracak ve onlar yanlışlığın derinliğinden dolayı hakikati göremeyecekler. Dalgalar gibi sallanacak ve karışıklık içerisinde dolaşacaklar.” (Tarih-i Taberî, İngilizce, c15, s141–142)

        Osman’ın yaptığı yanlışlar döneminin başında ortadayken ve yanlışları daha bu zamanlarda insanları cepheleştirmeye başlamışken, İmam Ali (a.s) gibi büyük sahabeler daha işin başında yaptığı yanlışların doğurabileceği sonuçları açısından Osman’ı uyarırken ve tüm bu hakikatler en güvenilir Sünnî kaynaklarında zikredilmişken nasıl olur da bazıları tüm bu gerçeklere gözlerini yumup tüm ayaklanmayı ve cinayeti İslam’ı karıştırmaya çalışan bir Yahudi’ye atfedebilir? Bu ihtilali İbni Sebe’nin işi gibi göstermek, Osman’ın yaptığı yanlışları ve Osman’ın kuyusunu kazmayı isteyen sahabe kisvesindeki insanları örtüp saklamak için yapılmamışsa ne için yapılmıştır? Rasulullah’ın (s.a.a) bile lânet ettiği sahabeleri temize çıkarmak için onlarca büyük sahabeyi ve tabiunu töhmet altında bırakmak hangi Müslüman’a yakışan bir harekettir? Sahabeleri eleştirmeyi bile cehennemlik günah olarak sayan sahabe bağnazları acaba altına girdikleri bu büyük vebali göremiyorlar mı?
        [size=12pt]"Gece boyunca bir âlimin uyuması, bir cahilin ibadet etmesinden evlâdır."
        Rasûlullah (s.a.a)

        Yorum


          #5
          Ynt: Abdullah İbni Sebe Dosyası

          Dördüncü Bölüm

          Cemel Savaşını Kim Başlattı?

          Cemel Savaşı Hicrî 36’da Basra’da halife seçildikten sonra İmam Ali’ye (a.s) açılan ilk savaştır. Savaşa Cemel adının verilmesinin sebebi muhalif grubun liderlerinden biri olan Aişe’nin deve sürmesinden kaynaklanmaktadır. Muhaliflerin diğer liderleri Rasulullah’ın (s.a.a) iki iyi bilinen sahabeleri olan Talha ve Zübeyir’di. Bu savaş tarihte aynı zamanda Basra savaşı olarak da bilinir. Sonucunda on binden fazla Müslüman’ın kanı akmıştır.

          Ehl-i Beyt-i Rasulullah’ın (s.a.a) şialarına karşı temelsiz suçlamaları sürdüren kimseler İbni Sebe ve adamlarının tam İmam Ali (a.s) ve üç muhalifi (Aişe, Talha ve Zübeyir) anlaşmak üzereyken Cemel Savaşının başlamasına neden olduklarını iddia ediyorlar. Güya İbni Sebe ve adamları gece vakti iki tarafta da yer alıp birbirlerine saldırmış ve iki tarafı da savaşa sürüklemişler. Bu da Osman’ın katillerinin cezalandırılmasını isteyenlerin barışçı çabalarını (!) mahvetmiş.

          Bu iddia, Sünnî tarihçilerinin ve muhaddislerinin kaydettiği birçok açık tarihi gerçekle çelişmektedir. Bunlardan birkaçını naklediyoruz:

          1. El Şaabi (Amir İbni Şerahil el Şaabi) şöyle rivayet etmiştir:

          Sağ tarafta bulunan Emirel Müminin sol tarafta yer alan Basra ordusuna saldırdı. Birbirleriyle dövüştüler ve insanlar Aişe’ye doğru gittiler. Birçokları Zubeh ve Ezd kabilelerindendi. Savaş sabahtan başladı ve öğleye kadar sürdü. Basralılar geri çekildiler ve Ezd kabilesinden bir adam “Geri dönün ve saldırın” diye bağırdı. Ali’nin oğlu Muhammed ona bir kılıçla vurdu ve elini kesti. Adam “Ezdliler kaçın!” diye bağırmaya başladı. Ezdiler yenilince “Bizler Ali İbni Ebu Talib’in dinindeniz” diye bağırdılar. (Tarih-i Taberî, Arapça, c4, s312. –Bu makale yazıldığı sırada Tarih-i Taberî’nin bu bölümü henüz İngilizceye çevrilmemişti.– )

          Üstteki rivayet, iddia edildiği gibi savaşın gece vakti başlamadığına bir kanıttır. Tam tersine savaş sabah vakti başlamıştır. Bu da iki tarafın karşılıklı olarak gece vakti birbirlerine saldırdıkları iddialarını çürütmektedir.

          2. Katade şöyle rivayet etmiştir:

          İki ordu birbirleriyle karşılaştıkları zaman Zübeyir gayet zırhlı bir biçimde atının üzerinde belirdi. İnsanlar Ali’ye (a.s) “Bu Zübeyir’dir!” dediler. Bunun üzerine Ali (a.s) dedi ki: “O ikisinden (Talha ve Zübeyir) Zübeyir’in Allah’ı hatırlamasını daha çok umarım.” Daha sonra Talha da geldi. Ali (a.s) onları gördüğünde dedi ki: “Sizler silahlar, atlar ve askerler hazırlamışsınız. Peki, Ahiret gününde Rabbinizle karşılaştığınızda ona söyleyecek bir bahane de hazırladınız mı? Allah’tan korkun ve sıkıca bir elbise dikip de daha sonra onu çözen bir kadına benzemekten kaçının. Ben sizin (din) kardeşiniz değil miyim? Sizler benim kanımın kutsallığına (din kardeşinin kanı açısından) inanmaz mısınız? Size ne oldu da benim kanımı dökmeyi caiz bilmeye başladınız?” Talha dedi ki: “Sen insanları Osman’a karşı kışkırttın.”

          İmam Ali (a.s) Kur’an’dan şu ayeti okudu: “O gün Allah, onlara hak ettikleri cezayı tam verecek ve Allah'ın apaçık Hak olduğunu bilecekler. (Nur 25)” ve devam etti: “Talha, sen mi Osman’ın kanı için savaşıyorsun? Allah Osman’ı öldürenlere lanet etsin. Zübeyir, sen Rasulullah’ın (s.a.a) Beni Gunam’da bana bakıp gülümsediği günü hatırlıyor musun? Ben de ona gülümsemiştim ve sen ona “Ali çok kibirli.” Demiştin de Rasulullah (s.a.a) sana “O kibirli değildir, sen bir gün onunla adaletsizce savaşacaksın.” Diye cevap vermişti.

          Zübeyir dedi ki: “Allah’a yemin olsun, dediğin doğru. O olayı hatırladım, keşke buraya gelmeseydim. Allah’a yemin olsun ki bir daha senle savaşmayacağım.” Sonra Zübeyir oradan ayrıldı ve Aişe ile oğlu Abdullah’a İmam Ali (a.s) ile savaşmayacağına yemin ettiğini söyledi. Abdullah ona Ali ile savaşmasını ve ettiği yemin için kefaret ödemesini söyledi. Zübeyir kabul etti ve kölesi olan Maktul’ü serbest bırakarak kefaretini yerine getirdi.

          Sünnî Kaynaklar:
          • Tarih-i Taberî, Arapça, c4, s501–502.
          • Tarih-i İbni Esir, c3, s240.
          • El İstizab, İbni Abdulbarr, c2, s515.
          • Usul-ü Heba, c2, s252.
          • El İsabe, İbni Hacer el Askalanî, c2 s557.

          Bu rivayet de bize, Talha ve Zübeyir’in İmam Ali ile (a.s) savaş başlamadan önce karşı karşıya geldiklerini ve iki tarafın liderlerinin birbirleriyle tartışmasının gece vakti değil gündüz vakti olduğunu kanıtlıyor. Aksi takdirde insanlar bu konuşmanın kimler arasında geçtiğini göremez ve Zübeyir’in giydiği zırhtan bahsedemezlerdi.

          Konuşma ve tarafların liderlerinin karşı karşıya gelmesi savaştan önce gerçekleşmişti, şu halde savaşın karanlık gecede aniden başladığını iddia eden Seyf’in rivayetleri yalandır.

          3. Ez-Zehebî şöyle rivayet etmiştir:

          Cemel Savaşının olduğu gün Ali’nin (a.s) kampındaydık. Orada Ali (a.s) Talha’yı konuşmak için çağırttı. Hemen ardından Talha geldi, Ali (a.s) ona dedi ki : ”Allah rızası için söyle! Sen Rasulullah’ın (s.a.a) “Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Allah’ım, O’nu seveni sev O’na düşmanlık edene düşmanlık et!” Dediğini duymadın mı?” Talha cevap verdi: “Evet.” Ali (a.s) dedi ki: “O halde benle neden savaşmak istiyorsun?”

          Sünnî Kaynaklar:
          • El Müsderek el Hâkim, c3, s169; s371.
          • Müsned-i Ahmet İbni Hanbel.
          • Mürüc-ül Zeheb, el Mesudî, c4, s321.
          • Mecmaül Zevaid, el Heytamî, c9, s101.

          4. Yahya İbni Said şöyle rivayet etti:

          Mervan İbni Hakem Talha’nın geri çekildiğini gördü. O ve tüm Ümeyye oğulları onu ve Zübeyir’i Osman’ın katili olarak bildiğinden ona bir ok fırlattı ve onu ağır bir şekilde yaraladı. Daha sonra o Osman’ın oğlu Aban’a dedi ki “Seni babanın katillerinin birinden daha kurtardım.” Daha sonra Talha, Basra’da harabeye dönmüş bir eve götürüldü ki orada da öldü.

          Sünnî Kaynaklar:
          • Tabakat-ı İbni Sa’d, c3, s159.
          • El İsabe, İbni Hacer el Askalanî, c3, s532–533.
          • Tarih-i İbni Esir, c3, s244.
          • Usul-ü Heba, c3, s87–88.
          • El İstizab, İbni Abdulbarr, c2, s766.
          • Tarih-i İbni Kesir, c7, s248.
          • Müsderek-i Hakim, c3, s169; s371.

          5. Ehl-i Beyt’e (a.s) düşmanlığıyla tanınan bir Sünnî ravisi olan el Zührî, İmam Ali (a.s), Zübeyir ve Talha arasında savaş başlamadan geçen şu diyalogu rivayet etmiştir:

          Ali (a.s) dedi ki: “Zübeyir, Osman’ı öldürdükten sonra bir de benimle onun kanı için mi savaşıyorsun? Allah Osman’a aramızdan öyle hasımlar vermiş ki…” Sonra Talha’ya: “Talha, sen Rasulullah’ın (s.a.a) eşini buraya savaş için kullanmaya getirmişsin ancak kendi eşini Medine’deki evinde saklamışsın! Sen bana biat etmemiş miydin?” Talha dedi ki: “Ben sana boğazımda bir kılıç ile biat ettim.”

          Bu noktada Ali onlara hiçbir bahane bırakmadan onları barışa davet etti. Ali kendi ordusunu işaret etti ve “Aranızdan kim bu Kur’an’ı ve içerisinde yazanları muhalif orduya gösterecek? Kim bunu bir elini kaybetse de diğer eliyle yapacak?” Kufeli bir genç “Ben bu görevi üstlenirim.” Dedi. Ali ordusuna tekrar sordu. Tekrar o genç bu görevi kabul edeceğini söyledi. Sonra Ali dedi ki: “Bu Kur’an’ı onlara göster ve de ki ‘Başlangıcından sonuna kadar bu sizinle bizim aramızdadır. Allah’ı hatırlayın, genci kanınızı ve bizim kanımızı bağışlayın.’ ”

          Genç oraya gidip onlara Kur’an’ı hatırlattı ve İmam’ın (a.s) sözlerini nakletti. Basralılar gence saldırdı ve onu öldürdüler. O zaman Ali (a.s) ordusuna dedi ki: “Artık savaşmak caizdir.” Sonra savaş başladı. (Tarih-i Taberî, Arapça, c4, s905)

          Tüm bu ve buna benzer rivayetler açıkça savaşın Seyf İbni Ömer’in söylediği gibi gece değil gündüz başladığını kanıtlamaktadır. Savaş, iki tarafın da birbirleriyle karşılaşıp konuşmasından önce başlamamıştı. İmam Ali (a.s), Talha ve Zübeyir arasında geçen karşılaşma gece olmuş olsaydı İmam Ali’nin (a.s) son çağrısı hiçbir işe yaramazdı zira iki ordu da karanlıktan ve uykudan dolayı konuşmalara şahit olamazdı. Yine Kur’an’ı taşıyan gencin çabaları da boşa gitmiş olurdu. Muhalif kuvvetlerin hiçbiri gece vakti gencin elindeki Kur’an’ı göremezdi.

          Dahası, İbni Sebe’nin iddia ettiği gibi İmam ve üç isyankâr emir arasındaki Osman’ın katillerinin cezalandırması konusunda bir anlaşma yapılacak olsaydı o üç lider de Osman’ı öldürülenlerin cezalandırılması konusunda ciddi bir istek duymuş olurdu. Ancak o üç liderin üçü de insanları Osman’ı öldürmeye çağıranların başlarıydılar. Üstteki rivayetlerde de görüyoruz ki İmam Ali (a.s) Zübeyir’i açıkça Osman’ı öldürmekle suçluyor.

          Eğer ihtilalciler İmam Ali (a.s) yerine Talha ve Zübeyir’i halife seçselerdi onlar Osman’ın katillerine en büyük hediyeleri verirlerdi. Bu liderlerin amacı Osman’ın intikamını almak değildi zira onların kendileri bu ihtilali tasarlamışlardı. Onlar sadece İmam’ın (a.s) hilafetini devirmek için Osman’ın katillerinden intikam ister gibi rol yapıyorlardı.

          Cemel Savaşı sırasında İmam Ali (a.s) şöyle dedi:

          “Hak ve batıl insanların faziletleriyle tanımlanamaz. Önce hakikati anla, sonra kimin hakikate bağlı olduğunu anlarsın.” (Nehc’ul Belaga, İmam Ali)


          Abdullah İbni Sebe’nin Kişiliğinin Karşılaştırmalı Özeti:

          1. Seyf, bu konuda bir yığın bilgi, birçok ayrıntılı ve uzun rivayetler nakletmiştir. Ancak Seyf’e dayanmayan İbni Sebe rivayetleri 14’ü geçmemektedirler ve oldukça kısadırlar.

          2. Seyf’in aktardığı rivayetler, Seyf Sünnî âlimlerince zındıklıkla, uydurmacılıkla ve yalancılıkla suçlandığından reddedilmiştir. Seyf’e dayanmayan rivayetler ise ne Şii ne de Sünnî âlimlerince sahih olarak kabul edilmemiş ve bu sebeple İbni Sebe adlı birinin varlığı soru işareti olarak kalmıştır.

          3. Seyf’in aktarlığı rivayetlerde İbni Sebe Osman döneminde ortaya çıkmıştır. Seyf’e dayanmayan rivayetlerde ise İmam Ali (a.s) döneminde.

          4. Seyf’in aktardığı rivayetlerde İbni Sebe, Rasulullah’ın (s.a.a) Kıyamet gününden önce aynı İsa (a.s) gibi döneceğini ilk iddia eden kişidir. Seyf’e dayanmayan rivayetlerde bu konuda bir şey olmadığı gibi Sünnî kaynaklarında Rasulullah’ın (s.a.a) ölmediğini ve tekrar döneceğini söyleyen ilk kişi Ömer’dir.

          5. Seyf’in rivayetlerinde Abdullah İbni Sebe, Ali’nin (a.s) Rasulullah’ın (s.a.a) vasisi olduğunu iddia etmiştir. Seyf’e dayanmayan rivayetlerde Abdullah İbni Sebe, Ali’nin (a.s) Tanrı, kendisinin de onun Peygamberi olduğunu iddia etmiştir.

          6. Seyf’in rivayetlerinde İbni Sebe Osman’ın öldürülmesi gerektiğini çünkü Ali’nin (a.s) yerini gasp ettiğini söylemiştir. İbni Sebe Osman ihtilalinin baş aktörüdür. İhtilale teşvik Medine’den başlamamış, Talha ve Zübeyir Osman’a muhalif durmamıştır. Seyf’e dayanmayan rivayetlerde bu konuda bir şey nakledilmemiştir ancak Sünnî kaynaklarına göre Talha, Zübeyir, Aişe ve Amr İbnul As, Osman ihtilalinin baş aktörleridirler. İsyanı Medine’den başlatmışlar ve diğerlerinin katılmaları için onlara mektuplar yazmışlardır.

          7. Seyf’in rivayetlerinde İbni Sebe bir gece vakti Cemel savaşını başlatmıştır. Seyf’e dayanmayan rivayetlerde de bu konuda bir şey nakledilmemiştir ancak Sünnî kaynaklarına göre savaş gündoğumundan sonra başlamıştır. Savaştan önce iki ordu karşı karşıya gelmiş ve İmam Ali (a.s) asilerle son konuşmayı yapıp savaşın caiz olduğunu söylemiştir.

          8. Seyf’in rivayetlerinde Ebuzer, Ammar İbni Yasir gibi büyük İslam önderi sahabeler İbni Sebe’nin öğrencileridirler. Seyf’e dayanmayan rivayetlerde bu konuda bir şey yoktur. Sahih Sünnî rivayetlerinde Ebuzer ve Ammar’ın en büyük sahabelerden oldukları ve Rasulullah (s.a.a) tarafından çok sevildikleri yazmaktadır.
          [size=12pt]"Gece boyunca bir âlimin uyuması, bir cahilin ibadet etmesinden evlâdır."
          Rasûlullah (s.a.a)

          Yorum


            #6
            Ynt: Abdullah İbni Sebe Dosyası

            Abdullah b. Sebe konusu üzerine benim çalışmam: Abdullah b. Sebe: hadisler ışığında inceleme

            Yorum

            YUKARI ÇIK
            Çalışıyor...
            X