Bismillahirrahmanirrahim
Güzel ülkemizin güzel illerinden olan ve yöneticilerinin gayet samimi ve Hoş görülü olduğuna Telefon görüşmelerim sonucu inandığım Şark Telgraf Gazetesinde Köşe Yazarı Mehmet Selim POLAT’ın şimdi de bir başka yazısına değineceğiz. Bu yazısının adı “SÜNNİ ve ŞİİLERE GÖRE, KUR'AN ve SÜNNET”.
Yazar bu yazısında öncelikle Ehl-i Sünnet ve Şia’ya göre Kuran’ı değerlendirmiştir. Fakat biz daha önce Kuran’ı Kerim konusunda hem Şia’nın hem de Ehl-i sünnetin inancını, düşüncesini açıklamıştık. Şia’nın asla tahrife inanmadığını, Tahrifle ilgili rivayetlerin Ehl-i Sünnet kaynaklarında da fazlaca olmasına Rağmen Ehl-i Sünnetin de Kuran’ın Tahrifine asla inanmadığını belirtmiş ve bu tahrif iftiralarının dış güçler karşısında Kuran’ın azametini sarsacağını belirtmiştik. Kuran’ı Kerim bir Sünni için ne ise Şia için de öyledir. Her kim bunun aksini iddia ediyorsa iddiasını Şia’ya düşman olanların eserinden değil, bizzat Şia’nın içinde yaşayarak, Şia’yla haşır neşir olarak ve Şianın eserlerinden sunmalıdır. Bir takım Ahbari zihniyetli veya Gulatların iddiaları kesinlikle Şia’yı yakından ilgilendirmediği gibi Şia uleması da Kuran’a karşı söylenen sözleri sarsıcı bir şekilde reddetmekte ve reddiyeler yazmaktadır. Son dönemde Amerikada Kuranı Kerimin yakılması ile ilgili İran İslam Cumhuriyetinde, Devlet, Rehberlik, Ulema ve Halk nezdinde ki miting ve haykırışlar Şia’nın Kuran’ı Kerime son derece saygı ve hürmet gösterdiğinin apaçık bir delilidir. Bu mitinglere, bu sempozyumlara Takiyye demek ise gülünç ve bir o kadar da komik bir iftiradır.
Yazar bu yazısında Şia’ya göre Kuran’ı açıklarken paragraf içinde şöyle bir cümle nakletmiştir ki o cümle Şia’ya atılmış çirkin bir iftiradır. O cümle şöyledir: “Bazılarına göre Kur'an sıhhatli değildir Kur'an Şii inançlarından herhangi biriyle çatıştığında mezheplerine uygun garip teviller yaparlar.”
Buna cevabımız şudur ki Şia kesinlikle Hadisleri Kuran’a sunma ve uyum sağlar ise kabul etme taraftarıdır. Uyum sağlamadığı zaman Kuranın Ayeti değil Hadis denilen söz reddedilir. Nitekim Peygamber efendimizin, ehl-i Beyt İmamlarının da buyruğu budur.
İmam Cafer-i Sadık a.s buyurdu ki: “Allah Teala’nın kitabı ve Hz. Peygamber’in sünneti her şeyin merciidir. Hangi hadis, Allah’ın kitabıyla çelişirse batıldır, yalandır.” (Usul-u Kafi, 1/69.)
Yine Şöyle buyuruyor: “Her hak için bir hakikat ve her doğruluk için bir nur vardır. Öyleyse Allah’ın kitabına uyanı tutun, çelişeni ise atın.” (Usul-u Kafi, 1/69.)
Usul-i Kafide bulunan buna benzer onlarca hadisin içinden sadece bu iki hadis yazarın bu iddia ve iftirasını çürütmektedir.
Peki bu konuda Ehl-i sünnet’in bazı alimleri ne diyor bir de ona bakalım:
Örneğin:
1- Beyhaki diye bilinen Meşhur Sünni alim, Şii ve Sünni Kaynaklarda, “Hadisi Kurana sunun…” Hadisi ile ilgili Delail isimli kitabının 1. cildinin 27. sayfasında şöyle diyor: “Hadislerin KURAN a arz edilip onaylatılması yolundaki HADIS BATILDIR! Böyle bir şey asla doğru olamaz Kuran da Hadislerin Kuran a arzına ait hiç bir şey yoktur.”
2- Muhammed Hadimi hazretleri de buyuruyor ki:
Dindeki dört delil, müctehidler içindir. Bizim için delil, mezhebimizin bildirdiği hükümdür. Çünkü bizler, âyet ve hadisten hüküm çıkaramayız. Mezhebin bir hükmü, âyete, hadise uymuyor gibi görünse de yanlış değildir. [Berika s. 94]
3- Bir hadis, bir âyete zıt gibi görünürse, hadis-i şerife uyulur. Bir hadis, mezhebin hükmüne zıt gibi görünürse, mezhebin hükmüne uyulur. (www.dinimizislam.com - Mezheb ve Mezhebsizlik)
4- Ubeydullah el-Kerhî’ (v. 340/951): “Mezhebimizin hükümlerine uymayan her âyet ya te’vil edilmiştir yahut da mensûhtur; her hadîs de böyledir: ya te’vîl edilmiştir yahut da mensûhtur; başka bir hadis ile yürürlükten kaldırılmıştır.” (el-Kerhî, er-Risâle, İst. ts, s. 84.)
5- Kerhî’nin demek istediği şudur: Nas ile mezheb çatıştığı zaman biz mezheb hükmünü alır, onu uygularız. (Hayrettin Karaman, İslam Hukuk Tarihi, İst., 2001, s. 236)
Acaba Sayın Yazar bu sözlere ne diyecek? Kendi inanç ve eserlerini ve alimlerinin sözlerini bilmeden sadece süslü beyanlarla ile Şia’ya saldırmak ve Onları Kuranın tahrifine inanıyor veya Kuranı hafife alıyor gibi göstermek ne kadar vicdanidir?
Yazar her Ehl-i Sünnet ve Şia’ya göre HADİS konusunu ele alırken Ehl-i Sünnete Göre hadis kısmında ki şu sözünü “Peygamber (SAV)'den sahih olarak gelen herhangi bir hadise muhalefet etmek caiz değildir” yukarıda sunduğum 5 madde ile yani, Muhammed Hadiminin, www.dinimizislam.com, Beyhaki, Kerhi’nin sözleri ile karşılaştırsın. Acaba bu çelişki neyin nesidir? Ayrıca bu 5 madde sadece bir örnektir. Daha fazlası da mevcuttur.
Yazar, Ehl-i sünnet ve Şia’ye göre Hadisi açıklarken, Şia’ya göre Hadis kısmında ki paragraf ilk olarak çok çirkin bir iftirada bulunmaktadır. Diyor ki: “Hadislerin kabulünde sahih olup olmadığına, senedine ve ilmi metoda ehemmiyet vermezler.” Yazar eğer vicdanlı bir yazar olsa idi ve Şia’nın hadis usulünden haberdar olsa idi bu sözü söylemez ve söylemekten haya ederdi. Yazarın İddiasının yalan olduğunu anlamak için, Şia’ya göre Hadis Nedir? Çeşitleri Nedir? Ve daha fazlası için lütfen aşağıda ki linke tıklayınız:
http://www.velayet.com/index.php?topic=5172.0
Yazar yine aynı paragraf içinde, Şia’nın sünnet-i Nebevinin dörtte üçünden fazlasını inkar ettiğini yazmıştır. Bu da diğer iftiraları gibi çok ağır çirkin bir iftiradır! Acaba Şialar;
Namazı İnkar mı ediyor?
Orucu İnkar mı ediyor?
Abdesti İnkar mı ediyor?
Guslü İnkar mı ediyor?
Duaları, Zikirleri inkar mı ediyor?
Kuranı, Kıbleyi, Kabeyi İnkar mı ediyor?
Resulullahın hangi sünnetini inkar ediyor?
Vs. vs…
Yazar, Şianın şu inkar ettiği dörtte üçten fazla Sünnetleri de belirtse idi çok iyi olurdu! Ama Yazar bunun teferruatına girmeyi es geçmiş ve direk belirtmiştir. Yazar açıkça yalan konuşmaktadır.
Yazar yine Şia ve Ehl-i sünnete göre Sahabe açıklamasının ilk paragrafında Ehl-i sünnete göre açıklamanın paragrafında “Çıkan anlaşmazlıklar samimi olarak yaptıkları ictihad kabilindendir” demiştir. Bu durumda sorumuz şudur: Acaba Sıffinde öldürülen onbinlerce Müslümanın Kanı yanlış içtihat sonucu mu akıtıldı? Cemelde ölen on binlerce Müslümanın kanı bir içtihat uğrunda mı döküldü?
Yine yazar aynı paragraf içinde şöyle diyor: Zira sahabileri Allahu Teala hayırla zikretmiş çok yerde methetmiş ve bazılarını tahdit ederek beraatlarını beyan etmiştir.
Peki! ilmi yazılarda bu tür hitaplar olmaz aşağıda ki Sahihi Müslim ve Sahihi Buharide ki hadislere ne demeliyiz? Bu hadisleri nasıl açıklayacağız?
1- Buhari İbn-i Abbas'dan Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"(Kıyamet günü) ashabımdan bazıları tutuklanacak. Ben: "Bunlar ashabımdır!" diyeceğim. Cebaven şöyle denilecek: "Onlar, sen aralarından ayrıldıktan sonra eski hallerine dönerek mürtet oldular."
(Sahih-i Buhari, c.4, s.142, (s.664, rakam: 3447) Kitabu Bed'ul halk, babu vezkur filkitabi Meryem. Sahih-i Muslim, hadis: 2860. Sahih-i Buhari, c.4, s.110, (s.640, hadis: 3349) bab: kavlullah teala vettexezellahu ibrahime Halilen. Yine Sahih-i Buhari, c.5, s.240, (hadis: 4770). Sahih-i Muslim, c.7, s.157, hadis: 2860)
2- Müslim Ebu Hureyre'den, o da Resulullah'dan (s.a.a) şöyle buurduğunu nakleder: "(Kıyamet günü) Ben ashabımdan önce Havzun yanına varacağım. Bilin ki bazıları sapık develerin kovulduğu gibi havuzumdan kovulacaklar. Ben onları çağırarak: "Beri gelin" diyeceğim. Bana denilecek ki: "Şiühesiz onlar senden sonra değiştiler." Bu esnada ben diyeceğim ki: "Yok olsunlar, yok olsunlar." (Sahih-i Muslim, c.1, s.150, hadis: 249; kitabut tahare, bab: 12)
3- Buhari Ebu hureyre'den şöyle nakleder: Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: "Kıyamet günü ayakta durduğum bir sırada bir grupla karşılaşacağım. Onları tanıdığımda bir adam ortaya çıkarak "Gelin" diyecek. Ben: "Nere?" diyeceğim. "Vallahi cehenneme" diyecek. "Onların durumu nedir?" diyeceğim. Diyecek ki: "Onlar senden sonra eski hallerine dönerek mürtet oldular." (Sahih-i Buhari, c.7, s.207, (s.1259) hadis: 6587, hadis: 6587, Kitabu'r-Rikak, babun fil havz)
4- "Kıyamet günü ashâbımın önde gelenlerinden bazısını getirip amel defteri siyah olanlarla birlikte haşredecekler. Ben "ALLAH'ım! Onlar benim Ashâbım!" dediğimde, şu cevabı duyacağım: "Senden sonra bu Ashâbının neler yaptıklarını bilmiyorsun!" O zaman ben de o salih kulun sözlerini (Mâide, 117'de Hz. İsa'nın (s.a) sözü kastediliyor) tekrarlayacak "..Ve ben aralarında bulunduğum sürece amellerine şahittim onların, beni aralarından aldıktan sonra da kendin şahid oldun" diyeceğim. Bunun üzerine bana şöyle denilecek: "Sen aralarından ayrılır ayrılmaz bunlar mürted olup eski hallerine döndüler" (Sahihi Buhâri, Maide Suresi tefsirinde "... vekonto eleyhim şehiydâ..." babında ve Kitab'ul Enbiya "... veittehazALLAHi..." babında ve Sahihi Tirmizi "Saffet-ul Kıyame"ve "...Macâe fî şa'nul Heşr..." babları ve Tâhâ Suresi tefsiri kısmında.)
5- Bir diğer rivâyette de şöyle geçer:
"Kevser havuzu kenarında Ashâbımdan bazılarını bana getirirler. Ben onları tanıyınca -kim olduklarını onaylayınca- onları benden ayırıp götürürler. O zaman ben "Ya Rabbim! Ashâbımdı onlar..."dediğimde "Senden sonra onların neler ettiğini bilmiyorsun..." denilir bana."
(Sahihi Buhari, Kitab'ul Rıkâk, Fi'l Howz bâbı C.4,S.95 ve kitab'ul Fiten "macâe fi kavlillah-i Teala" babı ve Sünen-iİbni Mâce, kitab-ı Menâsık, "hutbe't-i yevminnehar" babı 5830. hadisve: Müsned-i Ahmed, C.1, S.453 ve C.3, S.28 ve C.5, S.48.)
Bu konuda 5 tane örnek yeterlidir. Daha fazlasını resimli hali ile görmek isterseniz lütfen aşağıda ki linki tıklayınız:
http://www.velayet.com/index.php?topic=11201.0
Yazar, eleştirisnde Şia’nın parmak sayısını aşmayacak kadar az sahabeyi saydığını dikkate aldığını belirterek bir yalana daha imza atmaktadır. 2 Elin 10 Parmağı vardır. Gerçekten Şia 10 taneden fazla sahabeyi dikkate almaz mı? Biz sadece aklımızda olanları ve not aldıklarımızın isimlerini yazalım:
1- Hz Ebuzer Geffari
2- Hz Ammar bin Yasir
3- Hz Huzeyfe el Yemani
4- Hz Mikdat
5- Hz Selman-ı Farisi
6- Hz Abbas bin Abdulmuttalib
7- Hz Bilal Habeşi
8- Hz Abdullah bin Mesud
9- Hz Ebu Said el Hudri
10- Hz Eyyüb el Ensari
11- Hz Osman bin Huneyn
12- Hz İbni Mezahir
13- Hz Cabir bin Abdullah
14- Hz Abdullah bin Abbas
15- Hz Ubeydullah bin Abbas
16- Malik Bin Nuveyre
Evet! Şu an bunlar sayabildiklerimiz. Daha fazlasını görmek isteyenler Şia’nın kendi eserlerine müracaat ederek Şia’nın kabul ettiği sahabeleri görebilirler.
Şia ile Ehl-i Sünnet Arasında Sahabe kavramının anlamları farklıdır. Ehl-i Sünnet, Yazarında belirttiği gibi bütün sahabeleri şeksiz şüphesiz kabul ederken, adil bilirken Şia böyle kabul etmez.
Şia Alimlerinden Allame Şerefuddin der ki:
«Bizim sahabe hakkındaki görüşlerimizi okuyanlar diğer tüm görüşlerden daha ılımlı olduğunu görürler. Ne aşırı gibi saygısızlık ederek bütün sahabeyi kâfir biliyoruz, ne de çoğunun düşündüğü gibi bütün sahabelerin adil olduklarına inanıyoruz. Kâmiliye vb. gibi aşırı fırkalar sahabelerin hepsini kâfir bilmektedir. Ehlisünnet ise Resulul-lah'tan (s.a.a) bir şey işiten veya Resulullah'ı Müslümanken gören herkesin adil olduğuna inanır. Bkz. Sahihi Buhari Tecrid-i Sarih C. 1. “Sahabe Toptan Uduldür”
Bizler her ne kadar Peygamber'le oturup kalkmayı ve onunla sohbet etmeyi büyük bir saadet olarak görsek de, bu özelliğin başlı başına insanın masum olmasını gerektirdiğine inanmıyoruz. Sahabeler içerisinde tıpkı diğer insanlar gibi adil ve bilge insanlar vardı. Ama bunun yanı sıra asi, münafık ve meçhul kimseler de vardı. Biz daima sahabeler arasındaki adil kimseleri esas alıyor, dünya ve ahirette onların taraftarlığını yapıyoruz.
Ama Resul-i Ekrem'in (s.a.a) kardeşi ve vasisine karşı isyan edenleri, mesela, Hind'in oğlu Muaviye, Amr'ın oğlu As ve Ertad'ın oğlu Busr gibi günahkârları sevmez ve onların hadisine değer vermeyiz. Onlar henüz tanınmamışlar. Haklarındaki gerçekler aydınlanmadıkça da rivayetlerini kabul etmeyeceğiz.
İşte, hadis nakleden sahabeler hakkında bizim görüşümüz budur. Bu konuda bizim delilimiz ise Kurân ve Sahih hadislerdir
Daha detaylı bilgi için lütfen aşağıda ki linklerle müracaat ediniz:
http://www.alhassanain.com/turkish/b...dir_4/013.html
http://www.velayet.com/index.php?topic=3212.0
Yazar, Şia’nın Hz. Ali a.s’a çok özel bir makam ve değer verdiğini söyleyerek beklide şu ana kadar karşılaştığımız ilk doğru sözü söylemiştir. Evet! Biz Şiiler Hz. Ali a.s’a ve Ehl-i Beyt’e çok özel bir makam ve değer veririz. Fakat bu özellik ve makam başlı başına delilsiz değildir. Allah ve Resulünün verdiği değerden dolayı kaynaklanmaktadır. İmam Şafii bile Ehl-i Beyte sevginin Namazın kabul şartı olduğunu belirtmiştir. Acaba bu söz bile bu makamın yüceliğini göstermiyor mu? Veya Şura Süresi Ayet 23’den ne anlıyoruz ne anlamalıyız?
Fakat Yazar Şia’dan bazılarının Hz. Ali a.s’ın ilah olduğuna (HAŞA) inandığını belirtir. Öncelikle Şia’nın bu konuda kesin inancı şudur ki “her kim Hz. Ali a.s’ı olduğu makamdan ileri gösterip İlah ilan ederse veya ilahlaştırır ise kesinlikle Kafirdir.” Yazar bunu bilmesi lazım fakat iş taassup ve vicdansızlık dolu iftira olunca bu bildiği gerçeği örtbas etmiştir. Fakat dese ki, “Şia içerisinde mevcut azınlık GULAT grubu bu şekilde inanmaktadır” o zaman sorun kalmaz. Görülüyor ki yazarın tutarsızlığı bir değil birden fazladır.
Biz Şia’lar Hz. Ali a.s’ın ilk Halife olması gerektiğini kendi beynimizden değil, Kurani deliller ışığında ve Ehl-i Sünnetin kendi kaynaklarında bu konuda yazılan net beyanlarla söylüyoruz. Yine Hz. Ali a.s’a muhalefet edenlerin Fasık ya da Kafir olduğunu Kurani deliller Sünni kaynaklarda geçen Resululah efendimize ait hadislerle belgeliyoruz.
Yazar, daha derin iftiralara imza atarak Şia’ya çirkince saldırısını dahada çirkinleştirmektedir. Öyle ki yazısının, Ehl-i Sünnete ve Şia’ya göre TEVHİT başlığında Şia’nın: “Allah'ın birliğine iman ederler fakat bu inancı bazı şirke götüren tutumlarıyla bulandırırlar Allah'tan başkalarına, kullara dua eder onlardan isterler ve "Ya Ali, Ya Hüseyin, Ya Zeyneb" derler”
Öncelikle, Şia’nın “YA ALİ” “YA HÜSEYN” demesi Allah’a HAŞA ortak koşmak değil, Allah’ı HAŞA ikilemek değil Onlar vasıtası ile Allah’dan yardım ve rahmet dilemektir. Çünkü onlar (Ehl-i Beyt) Allah’ın en sevimli kullarıdır. Bu konuda daha detaylı bilgiyi Şefaat isimli kitapta Şia’nın Şehit alimlerinden Murtaza Mutahhari ve El Mizan fi Tefsirul Kuran’ın yazarı Allame Tabatabai şöyle bir açıklama yapmaktadır:
Allah’ın velilerinden vesile olmalarını ve şefaat dilemelerini istemeden önce kime baş vurduğumuzu ve kimden şefaat istediğimizi iyi incelememiz ve belirlememiz gerekir. Bu dilek, Allahın vesile kıldığı bir kimseden olmalıdır. Kuran-i Kerim buyuruyor ki "Ey inananlar! Allahtan sakinin ve ona vesile arayın."” Su halde, genel bir ifade ile söyle söyleyebiliriz: Bir vesile bulmaya girişmek sebeplere yapısmak; sebepleri yaratanın da Allah olduğunu, sebebi sebep kılanın da sadece Allah olduğunu, bu vesile ve sebeplerden yararlanmamızı dileyenin de yine Allah olduğunu aklımızdan çıkarmasak, asla sirke düşmüş olmayız. Tevhidin özünde kalmışız demektir.
Bu yönden, maddi sebepler ile ruhi sebepler arasında, zahiri sebepler ile manevi sebepler arasında, dünyevi sebepler ile uhrevi sebepler arasında hiç bir fark yoktur. Sadece şu noktaya dikkat edilmelidir ki, maddi sebeplerin etkisinin nasıl olduğunu, ilmi deneylerden yararlanarak belirleyebiliriz. Şefaat konusunda olduğu gibi yine Allah´in tayin ettiği manevi sebeplere gelince, bu manevi sebep ve vesilelerin hangileri olduğunu ise vahiyden, kitap ve sünnet´ ten yararlanarak belirlememiz gerekir.
İkinci olarak, velilere tevessül edildiğinde, şefaat istendiğinde, Allaha yönelmeli, O’ndan şefaatçi ve vesile aracılığı ile mağfiret istenmelidir. Çünkü daha önce söylediğimiz gibi, şefaatçiyi şefaatçi kılmış olan Allah’tır. Allah böyle dilediği için şefaatçi şefaat edebilir. Batıl şefaat türlerinde ise, aracı aranır, O’na yönelinir, katında şefaat edilecek makamı etkilemesi istenir. Su halde asil yönelişimiz şefaatçiye olursa, Allaha yönelmiş değil isek, iste bu taktirde ibadette sirke düşme tehlikesi varit olacaktır.
Allah´ın fiilinin bir düzeni vardır. Bu düzene önem vermeyen kişi yolunu sapıtır. İste şefaat konusunda da düzen vardır. Yüce Allah, bu sebeple günahkarlara Resuli Ekreme (s.a.a)varmalarını, kendilerinin Allahtan mağfiret dilemeleri gibi onun da haklarında mağfiret dilemesini rica etmelerini buyurmuştur.
Kur’an-ı Kerim buyuruyor ki: "Onlar, günah islediler, nefislerine zulmetiler ise de sana gelseler, Allah tan mağfiret, bağışlanma dileseler, Resul de onlar için mağfiret dilese idi, Allahın tövbeleri kabul edici ve yarlıgayıcı bulacaklardı." Demek ki, sadece kendi yararlı davranışına, Salih ameline ve takvasına dayanmak ve mağrur olmak doğru değildir. Resulü Ekrem (s.a.a) de, tertemiz tamamlanan kutlu dünya hayatinin son günlerinde, söyle buyurmuş idiler: "Amelden ve bir de Allah´in rahmetinden başka, insan için kurtarıcı yoktur."
Şia, Ehl-i Beyt İmamlarının Masumiyetine kesinlikle inanmaktadır. Yazar bunu belirtmeyi unutmamıştır. Fakat biz bu konuda yine delillerimizi Kuran’ı Kerimden İslam Kaynaklarında geçen hadis ve rivayetlerden elde ederek sunmaktayız. Ehl-i Beyt İmamlarının Masumiyeti meselesi oldukça geniş bir meseledir. Dolayısı ile buna vereceğimiz linki tıklayarak tüm delillere ulaşabilirsiniz.
http://www.kevsernet.com/s_ve_c/26.htm
Biz Şia’lar Ehl-i Beyt’in de Allah’ın izni dahilinde Gaybı bildiğine inanmaktayız. Bu konuda da oldukça delil fazlalığımız vardır.
Kur'an-ı Kerim'e baktığımızda gerçi bir takım ayetlerde gaybı bilmek Allah-u Teala'ya özgü bir sıfat olarak belirtilmektedir; örneğin şu ayetteki gibi:
“Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” Enam: 59.
Ve bazıları bu ve benzeri ayetlere bakarak Resulullah (s.a.a) da dahil kimsenin mutlak bir şekilde gaybdan haberdar olmadığını iddia etmektedirler. Ancak bunlar maalesef bir çok konuda olduğu gibi bu konuda da bütün ayetleri dikkate almadan hüküm vermektedirler. Halbuki Kur'an'ın aynı konuyla ilgili diğer ayetlerini de dikkate aldığımızda, bu kimselerin yanıldığını açıkça görürüz. Örneğin şu ayet-i kerimeye dikkat edin:
“Gaybı bilendir O. Gayb konusunda hiç kimseyi haberdar etmez; ancak bildirmeği dilediği peygamber bunun dışındadır...” Cin: 26-27.
Bu ve benzer ayetleri de diğer ayetlerin yanına koyduğumuzda şu gerçeği anlamaktayız ki Allah-u Teala, haklarında razı oldukları hariç; hiç kimseyi gaybi ilminden haberdar etmez.
Evet alınan sonuç şudur ki birinci grup ayetlerde reddedilen gayb ilmi asaleten ve müstakil bir şekilde elde edilen gaybî bilgilerdir ki sadece Allah-u Teala'ya mahsustur. Ama Allah dilerse ve razı olursa başkalarını da gaybdan haberdar eder. İkinci ayet bunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ve Yüce Allah’ın haklarında razı olduğu kimselerin en açık misali büyük İslam Peygamberi (s.a.a)’dir.
Evet Allah'ın bu gayb ilminden kendi iradesiyle Peygamberlerine vermesine inanmak akide yönünden asla sakıncalı olmadığı gibi, Kur’an ve Sünnet açısından sabittir ve buna inanmamak insanın akidesinin kamil olmadığının nişanesidir. Peygamberlerin Allah’ın izniyle gayb ilmine sahip olduğunu gösteren bir çok ayet vardır; araştırmak isteyenler şu ayetlere de bakabilirler: Musa (a.s) ve Hızır kıssası Kehf: 60-82; Hz. İsa (a.s) Al-i İmran: 49; Hz. Muhammed Tahrim: 3.
Ayetlerin yanı sıra Peygamber (s.a.a)’in gaybî ilme sahip olduğuna tanıklık eden birçok hadisler de vardır ki biz bunlardan sadece bazılarına değinmekle yetiniyoruz:
Ümmetin Bölüneceğine Dair Hadisler:
Peygamber (s.a.a)’den değişik senetlerle nakledilen hadislerde hazret şöyle buyurmuştur:
“Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Yetmiş iki fırka ateşte, bir fırka cennette olacaktır.’’ [Sünen-i Ebi Davut, c.3/ s.198; Musned-i Ahmet, c.3/ s.145; Sünen-i İbn-i Mace, c.2/ s.362; Mustedrek-ul Hakim, c.1/ s.128; Cami-us Sağır, c.1/ s.184; ed-Durr’ul Mansur, c.2/ s.186. v.s...
Havuz Hadisleri:
Buhari, Sahih’inde, Ebu Vail’den ve o da Peygamber (s.a.a)’den nakletmiştir ki şöyle buyurdu: “Ben Kevser havuzunun başında sizleri göreceğim. Sizlerden bir gurubu benim yanımdan geçirecekler... (ateşe doğru sürükleyecekler) “Ey Allah’ım, bunlar benim ashabımdır” diyeceğim. Yüce Allah cevapta buyuracak: Ama bunların senden sonra ne yaptıklarını bilmiyorsun!” Sahih-i Buhari, c.9/ s.58; Müstedrek-i Ahmet c.1,/ s.439.
Bu manada Ehl-i Sünnet’in hadis kitaplarında, sıhah, sünen ve müsnetlerde olmak üzere, birçok hadis nakledilmiştir.
Harezmi’nin Hadisi:
Harezmi “Menakıp’’da Ebu Ya’la’dan ve o da Peygamber (s.a.a)’den şöyle naklediyor: “Benden hemen sonra ümmetimin arasında bir fitne ortaya çıkacaktır. Siz o zaman Ali bin Ebi Talib’in yanında olun; çünkü o hak ile batılı birbirinden ayırandır.’’ Menakıb-ı Harezmi/ s.105.
İbn-i Asakir'in Hadisi:
İbn-i Asakir sahih bir senetle İbn-i Abbas’tan şöyle naklediyor: “Ben, Peygamber (s.a.a) ve Ali (a.s) Medine sokaklarından geçiyorduk ki Medine bağlarına yetiştik. Bu sırada Ali (a.s) buyurdu: Ey Allah’ın Resulü ne kadar güzel bir bağ! Peygamber buyurdu: Senin cennetteki bağın bundan da güzel. Sonra hazret Ali (a.s)’nin baş ve sakallarını göstererek ağlamaya başladı... Ali (a.s): “Sizi ağlatan şey nedir?’’ diye sordu. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: Beni ağlatan bu kavmin sana karşı olan kinleridir; onlar bu kinlerini benim vefatımdan önce açığa vurmayacaklardır." İbn-i Asakir, İmam Ali bin Ebi Talip (a.s)’ın tercümesi , ha.834.
İbn-i Esir’in rivayeti:
Peygamber (s.a.a)’in hizmetkarlarından biri olan Ebu Muhaybe şöyle anlatıyor: “Peygamber beni uykudan uyandırarak buyurdu ki: “Bana ’Baki Ehli’ne bağışlanma talebinde bulunmam emredilmiştir. Sen de benimle gel.” O diyor ki: Peygamberle birlikte Baki’ye gittik. Peygamber (s.a.a): “Baki Ehli’’ne selam verdikten sonra buyurdu ki: “Eriştiğiniz bu durum size kutlu olsun! Fitneler karanlık akşam parçaları gibi yakındır...” Ravi şöyle devam ediyor: Bu arada Peygamber (s.a.a) Baki ehli için bağışlanma talebinde bulundu ve Medine’ye geri döndü. O andan itibaren Peygamber (s.a.a)’in hastalığı başladı ve aynı hastalıkla dünyadan rıhlet ettiler." İbn-i Esir, el-Kamil c.2 / s.318.
Buraya kadar Allah'ın razı olduğu kimselerin gaybdan haberdar olabileceğini anlamış olduk. Ayette bu razı olduğu kimsenin Resul olduğu vurgulanmaktadır. Şimdi soru şu: Acaba imamların gayb ilmi bildiklerini nasıl ispat edeceğiz? Bunun cevabını hadislerden öğrenmekteyiz. Ehl-i Beyt'ten nakledilen hadislerde bu şöyle izah edilmiştir: Gaybı ancak Allah Peygamber'ine bildirir, Peygamber ise bunu kendi vasilerine bildirir. Bu iki türlü düşünülebilir: Bir kısmı detaylarına kadar bildirilen bilgiler ve haberlerdir; diğer kısmı ise gaybî bilgileri ve haberleri elde etmek için verilen bazı anahtar bilgiler ki bunları kullanarak imamlar, bir takım olaylar ve gaybi durumlardan haberdar olabiliyorlar. Burada örnek olarak iki hadisi nakletmekle yetiniyoruz:
1- Hz. Emir-ül Mu'minin Ali (a.s) Cemel savaşından sonra Basra'da okuduğu bir hutbede, gelecekte vuku bulacak bazı olaylardan haber verince, yanındakilerden birisi "Ya Emir-el Mu'minin, size gayb ilmi mi verilmiştir?" diye sorunca, Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: "Bu gayb ilmi değildir; (bu) ilmi bilenden öğrenilen bir şeydir..." (Nehc-ül Belağa, Hutbe: 124)
2- Yahya b. Abdillah b. Hasan İmam Bakır'a (a.s) şöyle dedi: "Canım sana feda olsun, insanlardan bazıları sizin gayb ilmi bildiğinize inanıyor (bu doğru mu?) İmam (a.s) şöyle cevap verdi: "Hayır Allah'a and olsun ki bu (verdiğimiz gaybi bilgiler), Resulullah'tan ulaşan bir mirastır (bize)." (Emali-i Mufid, S.14)
Yazar, Şia’nın İnancı olan Allah’ın asla görünmeyeceğini bile farklı bir tarz ile saldırı politikası uygulayarak belirtir. Şia, Allah’ın hiçbir zaman ve hiçbir mekanda asla görünmeyeceğine inanır ve buna Kuran başta olmak üzere hadislerden de delil sunar. Konu hakkında daha fazla bilgi için aşağıda ki linki tıklayınız:
http://www.kevsernet.com/s_ve_c/6.htm
Yukarıda ki linkde Ehl-i sünnetin Allah’ın görüneceği iddiasının delilsiz bir iddia olduğuda anlaşılacaktır.
GAYB ile ilgili iddialara cevap yukarıda verilmişti.
Yazar, Şia’ya göre Peygamberin Al-i’nin (Ehl-i Beyt’inin) “Sadece damadı Alı ve onun bazı çocuklarıdır. Sonra onların oğulları, daha sonra da torunlarıdır.” Diyerek yanlış bir beyanda bulunduğunu düşünerek yazara Şia'ya göre Ehl-i Beytin isimlerini sunuyoruz:
Şia’ya Göre Ehl-i Beyt Şunlardır:
1- Hz. Muhammed (s.a.a)
2- Hz. Fatıma (s.a)
3- İmam Ali (a.s)
4- İmam Hasan (a.s)
5- İmam Hüseyin (a.s)
6- İmam Zeynelabidin (a.s)
7- İmam Bagır (a.s)
8- İmam Sadık (as)
9- İmam Kazım (a.s)
10- İmam Rıza (a.s)
11- İmam Taki (a.s)
12- İmam Naki (a.s)
13- İmam Askeri (a.s)
14- İmam Mehdi (a.s)
Yazar Şiilere göre Fıkıh meselesine açıklık getirirken, Şiilerin Kuran ayetlerini farklı tevil ettiklerini söyler. Peki Kuranın tahrifine inanan bir topluluk tahrifine inandığı Kitabı neden tefsir veya tevil etsin?
Yazar, Şia’nın Müçtehitlerinin, Ezan, Namaz vakitleri, Oruç vakitleri, Oruç açma zamanı, Hac ve ziyaret işleri, Zekat meselesi ve Miras konusunda yeni ahkam getirdiğini söylüyor! Fakat acaba bu doğru mu? Şia’da bunlar gerçekten Mçtehitler tarafından mı ahkam edilmiş yoksa Kuran ve gerçek Sünnet mi böyle ahkam etmiş?
Ona bakalım!
Şia’da Ezan:
Dört defa: "Ellahu ekber"....................................... .... اَللَّهُ اَكْبَرُ
İki defa: "Eşhedu en la ilâhe illellah" …. اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللَّهُ
İki defa: "Eşhedu enne Muhemmeden
resûlullah" ………………. اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّداً رَسُولُ اللَّهُ
İki defa: "Heyye ‘ele's-selâh" ……………….. حَىَّ عَلَى الصَّلوةِ
İki defa: "Heyye ‘ele'l-felâh" ……………….. حَىَّ عَلَى الْفَلاَحِ
İki defa: "Heyye ‘ela heyr'il-‘emel" ……... حَىَّ عَلَى خَيْرِ الْعَمَلِ
İki defa: "Ellahu ekber" ……………………………... اَللَّهُ اَكْبَرُ
İki defa: "La ilâhe illellah" ………………………. لاَ اِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ
"Eşhedu enne ‘Eliyyen veliyyullah" (اَشْهَدُ اَنَّ عَلِيّاً وَلِىُّ اللَّهِ) cümlesi ezan ve ikametin bir parçası değildir. Ama "Eşhe-du enne Muhemmeden resûlullah" cümlesinden sonra kur-bet (=Allah'a yakınlık) kastıyla denilmesi iyidir. (Tevzihul Mesail – Ayetullah Humeyni)
Tek farklılık şu kalıyor ki, Yazar neden Hayye Ale Heyril Amel okunuyor diye itiraz eder. Peki bu cümle Resulullah efendimizin döneminde var mıydı yok muydu? Bakalım İslam kaynakları ne diyor?
Alaaddin Ali b. Muhammed Guşçi şöyle diyor; İkinci halife minberde şöyle dedi; Peygamber zamanında olan üç şeyi ben yasaklıyor ve onlara amel edenleri cezalandıracağım. Bunlar, Mut’a Nikahı, Temettü Haccı, ve ezanda Hayye Ela Hayril amel’in söylenmesinden ibarettir. (Şerh-i Tecrid, imamet konusunun son bölümleri)
Guşçi bu amellerin ikinci halife tarafından yasaklandığını ve onun kendi içtihadına göre amel ettiğini söylemiştir.
Halebi şöyle nakleder; Abdullah b. Ömer ve İmam Zeynel Abidin Ali b. Hüseyn ezanda Hayye elel Felah’dan sonra Heyye ela Hayril ameli’de söylüyorlardı. Sire-i Halebi, c. 2, s. 110, Bab-ı Bid-ul ezan ve meşruiyyetuhu
Netice olaraktan şunlar söylenebilir ki; Peygamber döneminde ezanda olan “Heyye elel Hayril amel” askerlerin ruhi yapısına ters düşüyor diye ikinci halife Ömer tarafından ezandan çıkarıldı. Onun gerekçesine göre, diyordu ki, Hayye ela Hayril amel dediğiniz zaman, asker en iyi amel olarak namazı görecek ve dolayısıyla cihat’dan yüz çevirecek. Bunun için o kelimeyi ezandan çıkardı ve Peygamber efendimiz döneminde ezanda olmayan “Esselatu hayrun min- en nevm” (namaz uykudan hayırlıdır) cümlesini sabah ezanına yerleştirdi. İkinci halife bunları yaparken sırf zamanın gereksimlerine göre haraket etti.
Acaba dini hükümler karşısında böyle bir tavır ve uygulama doğru mudur? Hayır, kesinlikle yanlıştır. O gün ikinci halifeye şunların sorulması gerekirdi. Senin sayısal yönden az olan ve savaş techizatları bakımından zayıf olan bu askerlerin dünya süper güçleri karşısında nasıl savaşacak ve ne ile zaferi bulabileceklerdi. Bu cesareti, kuvveti, şecaeti ve gücü, iman bu insanlara bağışlamıştır. İmanı ise takviye eden namazdır. Bir Müslüman gücünü ve cesaretini Allahu Ekberlerden, Elhemdulillah ve Subhanellah’lardan almaktadır.
Şia’ya göre Namaz vakitleri:
Şiaya göre günlük farz Namazlar “Sabah 2 Rekat – Öğlen 4 Rekat – İkindi 4 Rekat – Akşam 3 Rekat – Yatsı 4 Rekat”
Şiiler bu namazlardan Öğle ile İkindiyi, Akşam ile de yatsıyı birleştirerek kılabilir Fakat Namazları birleştirerek kılmak Şia’da farz değildir. Dileyen ayrı ayrı da kılabilir.
Bakalım Sünni kaynaklar, Namazları birleştirmekle ilgili Resulullah döneminden hangi rivayetleri bize sunmuştur:
Sahih buhari
Fasıl: KİTÂBU MEVÂKÎTİ'S-SALÂT
Konu: Namazların rekât sayısı;Yatsı namazı vakti
Başlık: CEM'-İ SALÂTEYN HAKKINDA İBN-İ ABBÂS HADÎSİ
Ravi (r.a.): Abdullâh b. Abbâs
Hadis: Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla'llâhu aleyhi ve sellem öğlen ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı (birlikte) yedi (rek'at) ve sekiz (rek'at) olarak kıldırdı.
Ebu Emâme diyor ki; 'Biz Ömer b. Abdülaziz ile birlikte öğle namazını kıldık; ardından Enes b. Mâlik'in evine gittik ve onun namaz kıldığını gördük. Ben ona 'Ey amca, bu ne namazıdır?' diye sordum. Enes, 'Bu ikindi namazıdır; bu Resulullah'la birlikte kıldığımız onun namazıdır' cevabını verdi."
(Sahih-i Buhârî'nin ikindi namazının vakti bölümünde 516 ve 988 nolu hadisleri, Nesâî'nin 505 ve 506, Müsned-i Ahmed b. Hanbel'in 12762 nolu hadisleri)
İbn-i Abbâs'tan şöyle nakletmektedir: "ALLAH Resulu (s.a.a), Medine'de mukim olup, seferi olmadığı halde yedi rek'atı (akşam ve yatsıyı) ve sekiz rek'atı (öğle ve ikindiyi) birlikte kıldı.
"İmâm Ahmed b. Hanbel El-Müsned 1828 nolu hadis
"Hz. Resulullah (s.a.a), bir korku ve sefer durumu söz konusu olmaksızın öğleyle ikindiyi ve akşamla yatsıyı birlikte kıldı." İmâm Mâlik -el-"Muvatta" 300 nolu hadis
İbn-i Abbâs'tan şöyle nakletmektedir: "Hz. Resulullah (s.a.a), Medine'de bir yağmur veya korku söz konusu olmaksızın, öğleyle ikindiyi ve akşamla yatsıyı birlikte kılardı." Ravi diyor, ben İbn-i Abbâs'a "Neden böyle yapardı?" dedim. İbn-i Abbâs: "Ümmetine zorluk çıkarmasın diye" cevabını verdi.
Sahih-i Buhârî hadis: 510, Sahih-i Müslim : 1146 ,1147 ve 1153, Sahih-i Tirmizî hadis:172, Sahih-i Nesâî hadis: 2426
"Abdullah b. Şakik diyor ki: 'Bir gün İbn-i Abbâs, ikindi namazından sonra bize vaaz etmeğe başladı; bu arada sözü uzattı; öyle ki güneş battı, gökyüzü karardı ve semâda yıldızlar belirmeğe başladı. Bunun üzerine insanlar -bir nakle göre de Benî Temim kabilesinden bir kişi- ona, "Namaz, namaz" diye bağırmağa başladı. Bunu gören İbn-i Abbâs sinirlenerek ona şöyle dedi: "Bana Sünneti mi öğreteceksin -bir nakle göre de- Bana namazı mı öğreteceksin? Ben Resulullah'ın öğleyle ikindiyi ve akşamla yatsıyı birlikte kıldığını gördüm." Bir nakilde de "Biz Resulullah'ın döneminde, iki namazı birleştirerek kılardık"
Sahih-i Müslim'in 1154 ve Müsned-i Ahmed'in 2156 numaralı hadisleri
Görüldüğü gibi Şia, doğru olanı yapmaktadır. Fakat bu durum Şia’da dediğimiz gibi farz değildir. Dileyen ayrı ayrı da kılabilir. Diğer mesele bu konu ile ilgili sunduğum rivayetler mevcut rivayetlerin yanında çok az kalır. Daha fazlası için Sünni kaynaklara müracaat ediniz.
Şia’da Oruç:
Oruç Konusunda Sünni dünya ile bir ihtilafımız olmamasına rağmen Yazar bu konuda da sanki bir sorun varmış gibi konuya değinmiştir. Ehl-i sünnete Farz olan Oruç ve süresi Şia’yada farzdır.
Yazar Şia’lar hakkında bir sözünde şöyle diyor: “Ehli sünnete muhalefet etmeye son derece dikkat ederler ve anlaşmazlık dairesini genişletmeye özen gösterirler.”
Gerçekten de bu doğru mu? Şia tertemiz Hakiki İslamı, Sünneti Seniyyeyi uyguladığı için ve Ehl-i sünnet ise Resululahdan ziyade Halifelerin, Mezhep imamlarının sünnetleri ile hareket ettikleri için böyle algılamıştır. Ama sunacağım birkaç örnekle bakalım Şia’mı Ehl-i sünnete Yoksa Ehl-i sünnet mi şia’ya muhalefe ediyor?
1- Aralarında, Hanefi Fıkhının Mihveri sayılan “El-Hidaye” kitabının musannifi Ali Bin Ebu Bekir el- Merginaninin (öl. 1197) de bulunduğu bazı ünlü Ehl-i Sünnet alimleri diyorlar ki: YÜZÜK TAKMAK KONUSUNDA PEYGAMBERİMİZİN SÜNNETİ OLAN, YÜZÜĞÜN SAĞ ELE TAKILMASIDIR. ANCAK SAĞ ELE YÜZÜK TAKMAK, ŞİA’LARIN ŞİARI OLDUĞU İÇİN BUNU TERKETMEMİZ LAZIMDIR.”
2- Hüccetul İslam(!) Gazali Ebu Hamid Muhammed ( öl.111) de diyor ki: “MEZARLARIN ŞEKLİ KONUSUNDA İSLAMDA MEŞRU OLAN, MEZARLARIN TASTİH’İ YANİ DÜZ YAPILMASIDIR. ANCAK BU, Şİİ’LERİN ŞİARI OLDUĞUNDAN, ONU TERKEDİP MEZARLARI TESNİM YANİ TEPESİNE DİK YAPIYORUZ.
3- Bazılarına göre “Muslih ve Müceddid” olarak vasıflanırılan İbni Teymiyye Ahmed (öl. 1327) diyor ki: “... İşte bundan dolayıdır ki, bazı fıkıh alimlerine göre; Şİİ’LERİN ŞİARI OLMUŞ BAZI MÜSTEHAPLARI TERKETMEK LAZIMDIR. ÇÜNKÜ BU MÜSTEHAPLARA MUHALEFET ETMEK SURETİYLE SÜNNİLER’İN ŞİİLERDEN AYRILMASI MASLAHATI, BU MÜSTEHAPLARIN MASLAHATINDAN DAHA BÜYÜKTÜR. (Minhacus Sünneh c.2 s.143) (Arapça Kaynak)
3- “Hafızı Irak-i” olarak meşhur olan Abdurrahim bin Hüseyin (öl.1404) de diyor ki: “SARIK BAĞLAMA KONUSUNDA, TABERANİ’DE ZİKREDİLEN BİR HADİSE GÖRE SÜNNET OLAN ŞEKİL, SARIK UCUNUN SAĞ TARAFTAN UZATILIP SOL TARAFA SARKITILMASIDIR. ANCAK, BU İŞ Şİİ’LERİN ŞİARI OLDUĞUNDAN, ONLARA BENZEMEMEK İÇİN ONU TERKETMEMİZ LAZIMDIR.” (Zerkani Muhammedin Şerhul Mevahibi c.5 s.13) (Arapça kaynak)
Peki acaba Şimdi kimmiş muhalefet eden? Şia mı Ehl-i sünnet mi?
Yazar, yazısının takiyye kısmında Ehl-i Sünnete göre Takiyyeyi anlatırken şöyle diyor: “Ehli sünnete göre bir müslümanın diğer Müslümanları sözüyle veya fiiliyle kandırması, aldatması caiz değildir.”
Görünen o ki Yazar Takiyyenin rastgele bir yalan olduğunu, yalan konuşmak İnsanları aldatmak olduğunu söylüyor. Ve yazara göre Şiiler böyle inanıyor. Dolayısı ile Yazarın Takiyyeyi bilmediğini anlamadığını rahatlıkla anlıyoruz. Ve acaba Ashab-ı Kehf veya Ammr bin Yasir olayında Takiyye söz konusu olunca Ashabı Kehf Yalan mı konuştu zalim hükümdarı mı aldattı? Yıllarca İseviler takiyye altında Zalim Kralın Sarayında yaşamadı mı?
Şia takiyye konusuna Kuran’ın ve Ehl-i sünnetin kendi eserlerinden deliller sunmaktadır.
Takiyye konusunda kısaca Şianın delilleri şunlardır:
İlk delilimiz şüphesiz Kuran’dandır:
Müminler, müminleri bırakıp kâfirleri veliler edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah ile ilişiğini kesmiş olur; ancak onlardan sakınmanız hali müstesnadır. Allah sizi kendisiyle korkutur, dönüş Allah'adır. Ali İmran suresi 28-ci ayet
Gönlü imanla dolu olduğu halde, zorlanan kimse müstesna, inandıktan sonra Allah'ı inkâr edip gönlünü küfre açanlara Allah katından bir gazap vardır; büyük azap da onlar içindir. Nahl suresi 106-cı ayet
Firavun ailesinden, imanını gizlemekte olan mümin bir kişi dedi ki: «Siz, benim Rabbim Allah'tır diyen ve size Rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunan bir kimseyi öldürür müsünüz? Eğer o bir yalancı ise yalanı kendi aleyhinedir ve eğer doğru söyleyen ise, (o zaman da) size vaat ettiklerinin bir bölümü size isabet eder. Şüphesiz Allah, ölçüyü taşıran ve çok yalan söyleyen kimseyi hidayete erdirmez.» Mümin suresi 28-ci ayet
Görüldüğü gibi Bu ayetler Takiyyeyi bizzat onaylamıştır. Şimdi gelelim kaynaklara:
İbn Abbas der ki: Takiyye kalbi iman ile mutmain olduğu halde dili ile (imana aykırı) sözler söyleyip öldürülmemesi ve bir günah da işlememesi demektir. el-Hasen der ki: Takiyye, kişi için Kıyamet gününe kadar caizdir. (imam Kurtubi, "El camiuli Ahkamil Kuran", Ali İmran suresi 28-ci ayetin tefsiri)
«Ancak onlardan sakınmanız müstesnadır.» Bazı yerlerde ve vakitlerde onların kötülüğünden korkanların, niyyet ve içiyle değil de dış görünüşüyle onlardan sakınma hakları vardır. Nitekim Buhârî Ebu Derdâ'nın : «Biz bazılarının yüzüne gülerdik. Halbuki kalbimiz onlara la'net okurdu.» dediğini nakleder.
Sevrî diyor ki: İbn Abbâs şöyle dedi: «Takva amel ile değil ancak dil iledir.» Ebu'l-Âliye, Ebu'ş-Şa'sâ, Dahhâk, Rebî' İbn Enes de aynı şeyi söyler. Onların bu sözlerini Cenâb-ı Hakk'm :
«Kalbi îmânla dolu olduğu halde zorlananların dışında her kim, îmânından sonra ALLAH'ı tanımayıp küfre göğüs açarsa...» (Nahl, 106) âyeti de desteklemektedir.
Buhârî, Hasan'dan naklediyor: Sakınma kıyamete kadar (devam edecek) tir. «ALLAH size kendisinden (musibetlerinden, ya da kendisine muhalefet etmekten ve düşmanlarına dostluk, dostlarına da düşmanlık edenlere azâb vermesinden) korkmanızı emrediyor.»
İbni Kesir tefsiri, Ali İmran suresi 28-ci ayetin tefsiri
Hasan el-Basri şöyle demiştir: "Müseylemetü'l- Kezzab, Hz. Peygamber 'in ashabından olan iki adam yakala.dı Onlardan birisine, "Sen, Muhammed'in ALLAH'ın Resulü olduğuna şehâdet ediyor musun?" deyince, adam "Evet, evet, evet!" dedi. Bunun üzerine Müseyleme, "Benim de ALLAH'ın Resulü olduğuma şehadet eder misin?" deyince, adam "Evet" dedi.. Müseyleme, kendisinin Ben! Hanife Kabilesi'nin peygamberi, Hz. Muhammed'in de Kureyş Kabilesi'nin peygamberi olduğunu iddia ediyordu. Bunun üzerine o adamı bırakıp diğerini çağırdı ve ona, "Muhammed'in ALLAH'ın Resulü olduğuna şehâdette bulunuyor musun?" dedi. Adam, "Evet" dedi. Daha sonra, "Benim de ALLAH'ın Resulü olduğuma şehâdette bulunuyor musun?" deyince, adam üç kere, "Ben sağırım..." dedi. Müseyleme bunun üzerine yanına gelerek onu katletti. Bu olay Hz. Peygamber'e intikal ettiği zaman O şöyle buyurdu:
"Şu öldürülen kimseye gelince, o yakînî imanı ve sıdki üzere gitti.. ALLAH mübarek etsin. Diğeri iser ALLAH'ın tanımış olduğu ruhsatı kullandı. Bundan dolayı ona bir günah ve vebal yoktur."
Fahrettin er Razi, "Mefahitul Gayb", Ali İmran suresi 28-ci ayetin tefsiri
Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bu âyet-i Kerime (Nahl 106), Ammar b. Yâsîr hakkında nazil olmuştur."
Müşrikler Mekkede Amman, babası Yâsir'i ve annesi Sümeyye'yi, iman etmelerinden dolayı yakalamışlar ve onları inkâra zorlamak için çeşitli işkenceler yapmışlardır. Ammann annesi Hz. Sümeyye, ayaklarından iki ayn Deveye bağlanmış ve "Sen, Müslüman erkeklere göz dikerek Müslüman oldun." demişler ve ona çeşitli işkenceler yaptıktan sonra onu develere sürükletmişler ve edep mahalline mızrak saplayarak şehit etmişlerdir. Ammann babası Yâsir de işkenceler sonunda şehit olmuştur. Bunlar İslamın ilk şehitleridirler. Ammar ise işkencelere dayanamayarak, kalbi imanla dolu olduğu halde, diliyle, müşriklerin istediklerini söylemiştir. Bunun üzerine Resulullaha "Ammar inkâr etti." haberi getirilmiş Resulullah da şöyle buyurmuştur: "Hayır olamaz, Ammar, tepesinden tırnağına kadar imanla doludur. İman onun kalbine işlemiştir." Nihayet Ammar ağlayarak Resulullahm huzuruna gelmiş, Resulullah da ona "Kalbini nasıl buluyorsun?" diye sormuş o da "İmanla dolu buluyorum." demiştir. Resulullah da ona "Sana aynı şeyi yaparlarsa sen de aynı şekilde davran." buyurmuştur.
Taberi tefsiri, Nahl suresi 106-cı ayetin tefsiri
Bu sebeple âlimler küfre zorlanan kimsenin hayatını devam ettirmek için, zorlandığı şeyi yapar görünmesinin de, ölüm pahasına yolunda ısrar etmesinin de caiz olduğunda ittifak etmişlerdir.
ibni Kesir tefsiri, Nahl suresi 106-cı ayetin tefsiri
Sanırım bu kadar delil yazımızı daha da uzatmamak için yeterlidir. Takiyye öyle rastgele konuşulan bir yalan değildir. Sınırları vardır. Ve takiyye yapılması için şartların oluşması gerekir. Diğer bir konu bu gün günümüz Türkiyesinde, İranında, Irakında vs. her hangi bir korku ve takiyye söz konusu değilken, Yazar gibi garazlı yazarların halen Şia’yı yalancılıkla Takiyye yapmakla suçlaması taassuplarının şiddetinin göstergesidir.
Soru sorarlar cevap veririz takiyye derler. E mübarek bunu diyeceksen demek ki kendini şartlandırmış artık kafanda ki şia şablonunu oluşturmuşsun. Soruya ne hacet münazaraya ne hacet...
Güzel ülkemizin güzel illerinden olan ve yöneticilerinin gayet samimi ve Hoş görülü olduğuna Telefon görüşmelerim sonucu inandığım Şark Telgraf Gazetesinde Köşe Yazarı Mehmet Selim POLAT’ın şimdi de bir başka yazısına değineceğiz. Bu yazısının adı “SÜNNİ ve ŞİİLERE GÖRE, KUR'AN ve SÜNNET”.
Yazar bu yazısında öncelikle Ehl-i Sünnet ve Şia’ya göre Kuran’ı değerlendirmiştir. Fakat biz daha önce Kuran’ı Kerim konusunda hem Şia’nın hem de Ehl-i sünnetin inancını, düşüncesini açıklamıştık. Şia’nın asla tahrife inanmadığını, Tahrifle ilgili rivayetlerin Ehl-i Sünnet kaynaklarında da fazlaca olmasına Rağmen Ehl-i Sünnetin de Kuran’ın Tahrifine asla inanmadığını belirtmiş ve bu tahrif iftiralarının dış güçler karşısında Kuran’ın azametini sarsacağını belirtmiştik. Kuran’ı Kerim bir Sünni için ne ise Şia için de öyledir. Her kim bunun aksini iddia ediyorsa iddiasını Şia’ya düşman olanların eserinden değil, bizzat Şia’nın içinde yaşayarak, Şia’yla haşır neşir olarak ve Şianın eserlerinden sunmalıdır. Bir takım Ahbari zihniyetli veya Gulatların iddiaları kesinlikle Şia’yı yakından ilgilendirmediği gibi Şia uleması da Kuran’a karşı söylenen sözleri sarsıcı bir şekilde reddetmekte ve reddiyeler yazmaktadır. Son dönemde Amerikada Kuranı Kerimin yakılması ile ilgili İran İslam Cumhuriyetinde, Devlet, Rehberlik, Ulema ve Halk nezdinde ki miting ve haykırışlar Şia’nın Kuran’ı Kerime son derece saygı ve hürmet gösterdiğinin apaçık bir delilidir. Bu mitinglere, bu sempozyumlara Takiyye demek ise gülünç ve bir o kadar da komik bir iftiradır.
Yazar bu yazısında Şia’ya göre Kuran’ı açıklarken paragraf içinde şöyle bir cümle nakletmiştir ki o cümle Şia’ya atılmış çirkin bir iftiradır. O cümle şöyledir: “Bazılarına göre Kur'an sıhhatli değildir Kur'an Şii inançlarından herhangi biriyle çatıştığında mezheplerine uygun garip teviller yaparlar.”
Buna cevabımız şudur ki Şia kesinlikle Hadisleri Kuran’a sunma ve uyum sağlar ise kabul etme taraftarıdır. Uyum sağlamadığı zaman Kuranın Ayeti değil Hadis denilen söz reddedilir. Nitekim Peygamber efendimizin, ehl-i Beyt İmamlarının da buyruğu budur.
İmam Cafer-i Sadık a.s buyurdu ki: “Allah Teala’nın kitabı ve Hz. Peygamber’in sünneti her şeyin merciidir. Hangi hadis, Allah’ın kitabıyla çelişirse batıldır, yalandır.” (Usul-u Kafi, 1/69.)
Yine Şöyle buyuruyor: “Her hak için bir hakikat ve her doğruluk için bir nur vardır. Öyleyse Allah’ın kitabına uyanı tutun, çelişeni ise atın.” (Usul-u Kafi, 1/69.)
Usul-i Kafide bulunan buna benzer onlarca hadisin içinden sadece bu iki hadis yazarın bu iddia ve iftirasını çürütmektedir.
Peki bu konuda Ehl-i sünnet’in bazı alimleri ne diyor bir de ona bakalım:
Örneğin:
1- Beyhaki diye bilinen Meşhur Sünni alim, Şii ve Sünni Kaynaklarda, “Hadisi Kurana sunun…” Hadisi ile ilgili Delail isimli kitabının 1. cildinin 27. sayfasında şöyle diyor: “Hadislerin KURAN a arz edilip onaylatılması yolundaki HADIS BATILDIR! Böyle bir şey asla doğru olamaz Kuran da Hadislerin Kuran a arzına ait hiç bir şey yoktur.”
2- Muhammed Hadimi hazretleri de buyuruyor ki:
Dindeki dört delil, müctehidler içindir. Bizim için delil, mezhebimizin bildirdiği hükümdür. Çünkü bizler, âyet ve hadisten hüküm çıkaramayız. Mezhebin bir hükmü, âyete, hadise uymuyor gibi görünse de yanlış değildir. [Berika s. 94]
3- Bir hadis, bir âyete zıt gibi görünürse, hadis-i şerife uyulur. Bir hadis, mezhebin hükmüne zıt gibi görünürse, mezhebin hükmüne uyulur. (www.dinimizislam.com - Mezheb ve Mezhebsizlik)
4- Ubeydullah el-Kerhî’ (v. 340/951): “Mezhebimizin hükümlerine uymayan her âyet ya te’vil edilmiştir yahut da mensûhtur; her hadîs de böyledir: ya te’vîl edilmiştir yahut da mensûhtur; başka bir hadis ile yürürlükten kaldırılmıştır.” (el-Kerhî, er-Risâle, İst. ts, s. 84.)
5- Kerhî’nin demek istediği şudur: Nas ile mezheb çatıştığı zaman biz mezheb hükmünü alır, onu uygularız. (Hayrettin Karaman, İslam Hukuk Tarihi, İst., 2001, s. 236)
Acaba Sayın Yazar bu sözlere ne diyecek? Kendi inanç ve eserlerini ve alimlerinin sözlerini bilmeden sadece süslü beyanlarla ile Şia’ya saldırmak ve Onları Kuranın tahrifine inanıyor veya Kuranı hafife alıyor gibi göstermek ne kadar vicdanidir?
Yazar her Ehl-i Sünnet ve Şia’ya göre HADİS konusunu ele alırken Ehl-i Sünnete Göre hadis kısmında ki şu sözünü “Peygamber (SAV)'den sahih olarak gelen herhangi bir hadise muhalefet etmek caiz değildir” yukarıda sunduğum 5 madde ile yani, Muhammed Hadiminin, www.dinimizislam.com, Beyhaki, Kerhi’nin sözleri ile karşılaştırsın. Acaba bu çelişki neyin nesidir? Ayrıca bu 5 madde sadece bir örnektir. Daha fazlası da mevcuttur.
Yazar, Ehl-i sünnet ve Şia’ye göre Hadisi açıklarken, Şia’ya göre Hadis kısmında ki paragraf ilk olarak çok çirkin bir iftirada bulunmaktadır. Diyor ki: “Hadislerin kabulünde sahih olup olmadığına, senedine ve ilmi metoda ehemmiyet vermezler.” Yazar eğer vicdanlı bir yazar olsa idi ve Şia’nın hadis usulünden haberdar olsa idi bu sözü söylemez ve söylemekten haya ederdi. Yazarın İddiasının yalan olduğunu anlamak için, Şia’ya göre Hadis Nedir? Çeşitleri Nedir? Ve daha fazlası için lütfen aşağıda ki linke tıklayınız:
http://www.velayet.com/index.php?topic=5172.0
Yazar yine aynı paragraf içinde, Şia’nın sünnet-i Nebevinin dörtte üçünden fazlasını inkar ettiğini yazmıştır. Bu da diğer iftiraları gibi çok ağır çirkin bir iftiradır! Acaba Şialar;
Namazı İnkar mı ediyor?
Orucu İnkar mı ediyor?
Abdesti İnkar mı ediyor?
Guslü İnkar mı ediyor?
Duaları, Zikirleri inkar mı ediyor?
Kuranı, Kıbleyi, Kabeyi İnkar mı ediyor?
Resulullahın hangi sünnetini inkar ediyor?
Vs. vs…
Yazar, Şianın şu inkar ettiği dörtte üçten fazla Sünnetleri de belirtse idi çok iyi olurdu! Ama Yazar bunun teferruatına girmeyi es geçmiş ve direk belirtmiştir. Yazar açıkça yalan konuşmaktadır.
Yazar yine Şia ve Ehl-i sünnete göre Sahabe açıklamasının ilk paragrafında Ehl-i sünnete göre açıklamanın paragrafında “Çıkan anlaşmazlıklar samimi olarak yaptıkları ictihad kabilindendir” demiştir. Bu durumda sorumuz şudur: Acaba Sıffinde öldürülen onbinlerce Müslümanın Kanı yanlış içtihat sonucu mu akıtıldı? Cemelde ölen on binlerce Müslümanın kanı bir içtihat uğrunda mı döküldü?
Yine yazar aynı paragraf içinde şöyle diyor: Zira sahabileri Allahu Teala hayırla zikretmiş çok yerde methetmiş ve bazılarını tahdit ederek beraatlarını beyan etmiştir.
Peki! ilmi yazılarda bu tür hitaplar olmaz aşağıda ki Sahihi Müslim ve Sahihi Buharide ki hadislere ne demeliyiz? Bu hadisleri nasıl açıklayacağız?
1- Buhari İbn-i Abbas'dan Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"(Kıyamet günü) ashabımdan bazıları tutuklanacak. Ben: "Bunlar ashabımdır!" diyeceğim. Cebaven şöyle denilecek: "Onlar, sen aralarından ayrıldıktan sonra eski hallerine dönerek mürtet oldular."
(Sahih-i Buhari, c.4, s.142, (s.664, rakam: 3447) Kitabu Bed'ul halk, babu vezkur filkitabi Meryem. Sahih-i Muslim, hadis: 2860. Sahih-i Buhari, c.4, s.110, (s.640, hadis: 3349) bab: kavlullah teala vettexezellahu ibrahime Halilen. Yine Sahih-i Buhari, c.5, s.240, (hadis: 4770). Sahih-i Muslim, c.7, s.157, hadis: 2860)
2- Müslim Ebu Hureyre'den, o da Resulullah'dan (s.a.a) şöyle buurduğunu nakleder: "(Kıyamet günü) Ben ashabımdan önce Havzun yanına varacağım. Bilin ki bazıları sapık develerin kovulduğu gibi havuzumdan kovulacaklar. Ben onları çağırarak: "Beri gelin" diyeceğim. Bana denilecek ki: "Şiühesiz onlar senden sonra değiştiler." Bu esnada ben diyeceğim ki: "Yok olsunlar, yok olsunlar." (Sahih-i Muslim, c.1, s.150, hadis: 249; kitabut tahare, bab: 12)
3- Buhari Ebu hureyre'den şöyle nakleder: Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: "Kıyamet günü ayakta durduğum bir sırada bir grupla karşılaşacağım. Onları tanıdığımda bir adam ortaya çıkarak "Gelin" diyecek. Ben: "Nere?" diyeceğim. "Vallahi cehenneme" diyecek. "Onların durumu nedir?" diyeceğim. Diyecek ki: "Onlar senden sonra eski hallerine dönerek mürtet oldular." (Sahih-i Buhari, c.7, s.207, (s.1259) hadis: 6587, hadis: 6587, Kitabu'r-Rikak, babun fil havz)
4- "Kıyamet günü ashâbımın önde gelenlerinden bazısını getirip amel defteri siyah olanlarla birlikte haşredecekler. Ben "ALLAH'ım! Onlar benim Ashâbım!" dediğimde, şu cevabı duyacağım: "Senden sonra bu Ashâbının neler yaptıklarını bilmiyorsun!" O zaman ben de o salih kulun sözlerini (Mâide, 117'de Hz. İsa'nın (s.a) sözü kastediliyor) tekrarlayacak "..Ve ben aralarında bulunduğum sürece amellerine şahittim onların, beni aralarından aldıktan sonra da kendin şahid oldun" diyeceğim. Bunun üzerine bana şöyle denilecek: "Sen aralarından ayrılır ayrılmaz bunlar mürted olup eski hallerine döndüler" (Sahihi Buhâri, Maide Suresi tefsirinde "... vekonto eleyhim şehiydâ..." babında ve Kitab'ul Enbiya "... veittehazALLAHi..." babında ve Sahihi Tirmizi "Saffet-ul Kıyame"ve "...Macâe fî şa'nul Heşr..." babları ve Tâhâ Suresi tefsiri kısmında.)
5- Bir diğer rivâyette de şöyle geçer:
"Kevser havuzu kenarında Ashâbımdan bazılarını bana getirirler. Ben onları tanıyınca -kim olduklarını onaylayınca- onları benden ayırıp götürürler. O zaman ben "Ya Rabbim! Ashâbımdı onlar..."dediğimde "Senden sonra onların neler ettiğini bilmiyorsun..." denilir bana."
(Sahihi Buhari, Kitab'ul Rıkâk, Fi'l Howz bâbı C.4,S.95 ve kitab'ul Fiten "macâe fi kavlillah-i Teala" babı ve Sünen-iİbni Mâce, kitab-ı Menâsık, "hutbe't-i yevminnehar" babı 5830. hadisve: Müsned-i Ahmed, C.1, S.453 ve C.3, S.28 ve C.5, S.48.)
Bu konuda 5 tane örnek yeterlidir. Daha fazlasını resimli hali ile görmek isterseniz lütfen aşağıda ki linki tıklayınız:
http://www.velayet.com/index.php?topic=11201.0
Yazar, eleştirisnde Şia’nın parmak sayısını aşmayacak kadar az sahabeyi saydığını dikkate aldığını belirterek bir yalana daha imza atmaktadır. 2 Elin 10 Parmağı vardır. Gerçekten Şia 10 taneden fazla sahabeyi dikkate almaz mı? Biz sadece aklımızda olanları ve not aldıklarımızın isimlerini yazalım:
1- Hz Ebuzer Geffari
2- Hz Ammar bin Yasir
3- Hz Huzeyfe el Yemani
4- Hz Mikdat
5- Hz Selman-ı Farisi
6- Hz Abbas bin Abdulmuttalib
7- Hz Bilal Habeşi
8- Hz Abdullah bin Mesud
9- Hz Ebu Said el Hudri
10- Hz Eyyüb el Ensari
11- Hz Osman bin Huneyn
12- Hz İbni Mezahir
13- Hz Cabir bin Abdullah
14- Hz Abdullah bin Abbas
15- Hz Ubeydullah bin Abbas
16- Malik Bin Nuveyre
Evet! Şu an bunlar sayabildiklerimiz. Daha fazlasını görmek isteyenler Şia’nın kendi eserlerine müracaat ederek Şia’nın kabul ettiği sahabeleri görebilirler.
Şia ile Ehl-i Sünnet Arasında Sahabe kavramının anlamları farklıdır. Ehl-i Sünnet, Yazarında belirttiği gibi bütün sahabeleri şeksiz şüphesiz kabul ederken, adil bilirken Şia böyle kabul etmez.
Şia Alimlerinden Allame Şerefuddin der ki:
«Bizim sahabe hakkındaki görüşlerimizi okuyanlar diğer tüm görüşlerden daha ılımlı olduğunu görürler. Ne aşırı gibi saygısızlık ederek bütün sahabeyi kâfir biliyoruz, ne de çoğunun düşündüğü gibi bütün sahabelerin adil olduklarına inanıyoruz. Kâmiliye vb. gibi aşırı fırkalar sahabelerin hepsini kâfir bilmektedir. Ehlisünnet ise Resulul-lah'tan (s.a.a) bir şey işiten veya Resulullah'ı Müslümanken gören herkesin adil olduğuna inanır. Bkz. Sahihi Buhari Tecrid-i Sarih C. 1. “Sahabe Toptan Uduldür”
Bizler her ne kadar Peygamber'le oturup kalkmayı ve onunla sohbet etmeyi büyük bir saadet olarak görsek de, bu özelliğin başlı başına insanın masum olmasını gerektirdiğine inanmıyoruz. Sahabeler içerisinde tıpkı diğer insanlar gibi adil ve bilge insanlar vardı. Ama bunun yanı sıra asi, münafık ve meçhul kimseler de vardı. Biz daima sahabeler arasındaki adil kimseleri esas alıyor, dünya ve ahirette onların taraftarlığını yapıyoruz.
Ama Resul-i Ekrem'in (s.a.a) kardeşi ve vasisine karşı isyan edenleri, mesela, Hind'in oğlu Muaviye, Amr'ın oğlu As ve Ertad'ın oğlu Busr gibi günahkârları sevmez ve onların hadisine değer vermeyiz. Onlar henüz tanınmamışlar. Haklarındaki gerçekler aydınlanmadıkça da rivayetlerini kabul etmeyeceğiz.
İşte, hadis nakleden sahabeler hakkında bizim görüşümüz budur. Bu konuda bizim delilimiz ise Kurân ve Sahih hadislerdir
Daha detaylı bilgi için lütfen aşağıda ki linklerle müracaat ediniz:
http://www.alhassanain.com/turkish/b...dir_4/013.html
http://www.velayet.com/index.php?topic=3212.0
Yazar, Şia’nın Hz. Ali a.s’a çok özel bir makam ve değer verdiğini söyleyerek beklide şu ana kadar karşılaştığımız ilk doğru sözü söylemiştir. Evet! Biz Şiiler Hz. Ali a.s’a ve Ehl-i Beyt’e çok özel bir makam ve değer veririz. Fakat bu özellik ve makam başlı başına delilsiz değildir. Allah ve Resulünün verdiği değerden dolayı kaynaklanmaktadır. İmam Şafii bile Ehl-i Beyte sevginin Namazın kabul şartı olduğunu belirtmiştir. Acaba bu söz bile bu makamın yüceliğini göstermiyor mu? Veya Şura Süresi Ayet 23’den ne anlıyoruz ne anlamalıyız?
Fakat Yazar Şia’dan bazılarının Hz. Ali a.s’ın ilah olduğuna (HAŞA) inandığını belirtir. Öncelikle Şia’nın bu konuda kesin inancı şudur ki “her kim Hz. Ali a.s’ı olduğu makamdan ileri gösterip İlah ilan ederse veya ilahlaştırır ise kesinlikle Kafirdir.” Yazar bunu bilmesi lazım fakat iş taassup ve vicdansızlık dolu iftira olunca bu bildiği gerçeği örtbas etmiştir. Fakat dese ki, “Şia içerisinde mevcut azınlık GULAT grubu bu şekilde inanmaktadır” o zaman sorun kalmaz. Görülüyor ki yazarın tutarsızlığı bir değil birden fazladır.
Biz Şia’lar Hz. Ali a.s’ın ilk Halife olması gerektiğini kendi beynimizden değil, Kurani deliller ışığında ve Ehl-i Sünnetin kendi kaynaklarında bu konuda yazılan net beyanlarla söylüyoruz. Yine Hz. Ali a.s’a muhalefet edenlerin Fasık ya da Kafir olduğunu Kurani deliller Sünni kaynaklarda geçen Resululah efendimize ait hadislerle belgeliyoruz.
Yazar, daha derin iftiralara imza atarak Şia’ya çirkince saldırısını dahada çirkinleştirmektedir. Öyle ki yazısının, Ehl-i Sünnete ve Şia’ya göre TEVHİT başlığında Şia’nın: “Allah'ın birliğine iman ederler fakat bu inancı bazı şirke götüren tutumlarıyla bulandırırlar Allah'tan başkalarına, kullara dua eder onlardan isterler ve "Ya Ali, Ya Hüseyin, Ya Zeyneb" derler”
Öncelikle, Şia’nın “YA ALİ” “YA HÜSEYN” demesi Allah’a HAŞA ortak koşmak değil, Allah’ı HAŞA ikilemek değil Onlar vasıtası ile Allah’dan yardım ve rahmet dilemektir. Çünkü onlar (Ehl-i Beyt) Allah’ın en sevimli kullarıdır. Bu konuda daha detaylı bilgiyi Şefaat isimli kitapta Şia’nın Şehit alimlerinden Murtaza Mutahhari ve El Mizan fi Tefsirul Kuran’ın yazarı Allame Tabatabai şöyle bir açıklama yapmaktadır:
Allah’ın velilerinden vesile olmalarını ve şefaat dilemelerini istemeden önce kime baş vurduğumuzu ve kimden şefaat istediğimizi iyi incelememiz ve belirlememiz gerekir. Bu dilek, Allahın vesile kıldığı bir kimseden olmalıdır. Kuran-i Kerim buyuruyor ki "Ey inananlar! Allahtan sakinin ve ona vesile arayın."” Su halde, genel bir ifade ile söyle söyleyebiliriz: Bir vesile bulmaya girişmek sebeplere yapısmak; sebepleri yaratanın da Allah olduğunu, sebebi sebep kılanın da sadece Allah olduğunu, bu vesile ve sebeplerden yararlanmamızı dileyenin de yine Allah olduğunu aklımızdan çıkarmasak, asla sirke düşmüş olmayız. Tevhidin özünde kalmışız demektir.
Bu yönden, maddi sebepler ile ruhi sebepler arasında, zahiri sebepler ile manevi sebepler arasında, dünyevi sebepler ile uhrevi sebepler arasında hiç bir fark yoktur. Sadece şu noktaya dikkat edilmelidir ki, maddi sebeplerin etkisinin nasıl olduğunu, ilmi deneylerden yararlanarak belirleyebiliriz. Şefaat konusunda olduğu gibi yine Allah´in tayin ettiği manevi sebeplere gelince, bu manevi sebep ve vesilelerin hangileri olduğunu ise vahiyden, kitap ve sünnet´ ten yararlanarak belirlememiz gerekir.
İkinci olarak, velilere tevessül edildiğinde, şefaat istendiğinde, Allaha yönelmeli, O’ndan şefaatçi ve vesile aracılığı ile mağfiret istenmelidir. Çünkü daha önce söylediğimiz gibi, şefaatçiyi şefaatçi kılmış olan Allah’tır. Allah böyle dilediği için şefaatçi şefaat edebilir. Batıl şefaat türlerinde ise, aracı aranır, O’na yönelinir, katında şefaat edilecek makamı etkilemesi istenir. Su halde asil yönelişimiz şefaatçiye olursa, Allaha yönelmiş değil isek, iste bu taktirde ibadette sirke düşme tehlikesi varit olacaktır.
Allah´ın fiilinin bir düzeni vardır. Bu düzene önem vermeyen kişi yolunu sapıtır. İste şefaat konusunda da düzen vardır. Yüce Allah, bu sebeple günahkarlara Resuli Ekreme (s.a.a)varmalarını, kendilerinin Allahtan mağfiret dilemeleri gibi onun da haklarında mağfiret dilemesini rica etmelerini buyurmuştur.
Kur’an-ı Kerim buyuruyor ki: "Onlar, günah islediler, nefislerine zulmetiler ise de sana gelseler, Allah tan mağfiret, bağışlanma dileseler, Resul de onlar için mağfiret dilese idi, Allahın tövbeleri kabul edici ve yarlıgayıcı bulacaklardı." Demek ki, sadece kendi yararlı davranışına, Salih ameline ve takvasına dayanmak ve mağrur olmak doğru değildir. Resulü Ekrem (s.a.a) de, tertemiz tamamlanan kutlu dünya hayatinin son günlerinde, söyle buyurmuş idiler: "Amelden ve bir de Allah´in rahmetinden başka, insan için kurtarıcı yoktur."
Şia, Ehl-i Beyt İmamlarının Masumiyetine kesinlikle inanmaktadır. Yazar bunu belirtmeyi unutmamıştır. Fakat biz bu konuda yine delillerimizi Kuran’ı Kerimden İslam Kaynaklarında geçen hadis ve rivayetlerden elde ederek sunmaktayız. Ehl-i Beyt İmamlarının Masumiyeti meselesi oldukça geniş bir meseledir. Dolayısı ile buna vereceğimiz linki tıklayarak tüm delillere ulaşabilirsiniz.
http://www.kevsernet.com/s_ve_c/26.htm
Biz Şia’lar Ehl-i Beyt’in de Allah’ın izni dahilinde Gaybı bildiğine inanmaktayız. Bu konuda da oldukça delil fazlalığımız vardır.
Kur'an-ı Kerim'e baktığımızda gerçi bir takım ayetlerde gaybı bilmek Allah-u Teala'ya özgü bir sıfat olarak belirtilmektedir; örneğin şu ayetteki gibi:
“Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” Enam: 59.
Ve bazıları bu ve benzeri ayetlere bakarak Resulullah (s.a.a) da dahil kimsenin mutlak bir şekilde gaybdan haberdar olmadığını iddia etmektedirler. Ancak bunlar maalesef bir çok konuda olduğu gibi bu konuda da bütün ayetleri dikkate almadan hüküm vermektedirler. Halbuki Kur'an'ın aynı konuyla ilgili diğer ayetlerini de dikkate aldığımızda, bu kimselerin yanıldığını açıkça görürüz. Örneğin şu ayet-i kerimeye dikkat edin:
“Gaybı bilendir O. Gayb konusunda hiç kimseyi haberdar etmez; ancak bildirmeği dilediği peygamber bunun dışındadır...” Cin: 26-27.
Bu ve benzer ayetleri de diğer ayetlerin yanına koyduğumuzda şu gerçeği anlamaktayız ki Allah-u Teala, haklarında razı oldukları hariç; hiç kimseyi gaybi ilminden haberdar etmez.
Evet alınan sonuç şudur ki birinci grup ayetlerde reddedilen gayb ilmi asaleten ve müstakil bir şekilde elde edilen gaybî bilgilerdir ki sadece Allah-u Teala'ya mahsustur. Ama Allah dilerse ve razı olursa başkalarını da gaybdan haberdar eder. İkinci ayet bunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ve Yüce Allah’ın haklarında razı olduğu kimselerin en açık misali büyük İslam Peygamberi (s.a.a)’dir.
Evet Allah'ın bu gayb ilminden kendi iradesiyle Peygamberlerine vermesine inanmak akide yönünden asla sakıncalı olmadığı gibi, Kur’an ve Sünnet açısından sabittir ve buna inanmamak insanın akidesinin kamil olmadığının nişanesidir. Peygamberlerin Allah’ın izniyle gayb ilmine sahip olduğunu gösteren bir çok ayet vardır; araştırmak isteyenler şu ayetlere de bakabilirler: Musa (a.s) ve Hızır kıssası Kehf: 60-82; Hz. İsa (a.s) Al-i İmran: 49; Hz. Muhammed Tahrim: 3.
Ayetlerin yanı sıra Peygamber (s.a.a)’in gaybî ilme sahip olduğuna tanıklık eden birçok hadisler de vardır ki biz bunlardan sadece bazılarına değinmekle yetiniyoruz:
Ümmetin Bölüneceğine Dair Hadisler:
Peygamber (s.a.a)’den değişik senetlerle nakledilen hadislerde hazret şöyle buyurmuştur:
“Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Yetmiş iki fırka ateşte, bir fırka cennette olacaktır.’’ [Sünen-i Ebi Davut, c.3/ s.198; Musned-i Ahmet, c.3/ s.145; Sünen-i İbn-i Mace, c.2/ s.362; Mustedrek-ul Hakim, c.1/ s.128; Cami-us Sağır, c.1/ s.184; ed-Durr’ul Mansur, c.2/ s.186. v.s...
Havuz Hadisleri:
Buhari, Sahih’inde, Ebu Vail’den ve o da Peygamber (s.a.a)’den nakletmiştir ki şöyle buyurdu: “Ben Kevser havuzunun başında sizleri göreceğim. Sizlerden bir gurubu benim yanımdan geçirecekler... (ateşe doğru sürükleyecekler) “Ey Allah’ım, bunlar benim ashabımdır” diyeceğim. Yüce Allah cevapta buyuracak: Ama bunların senden sonra ne yaptıklarını bilmiyorsun!” Sahih-i Buhari, c.9/ s.58; Müstedrek-i Ahmet c.1,/ s.439.
Bu manada Ehl-i Sünnet’in hadis kitaplarında, sıhah, sünen ve müsnetlerde olmak üzere, birçok hadis nakledilmiştir.
Harezmi’nin Hadisi:
Harezmi “Menakıp’’da Ebu Ya’la’dan ve o da Peygamber (s.a.a)’den şöyle naklediyor: “Benden hemen sonra ümmetimin arasında bir fitne ortaya çıkacaktır. Siz o zaman Ali bin Ebi Talib’in yanında olun; çünkü o hak ile batılı birbirinden ayırandır.’’ Menakıb-ı Harezmi/ s.105.
İbn-i Asakir'in Hadisi:
İbn-i Asakir sahih bir senetle İbn-i Abbas’tan şöyle naklediyor: “Ben, Peygamber (s.a.a) ve Ali (a.s) Medine sokaklarından geçiyorduk ki Medine bağlarına yetiştik. Bu sırada Ali (a.s) buyurdu: Ey Allah’ın Resulü ne kadar güzel bir bağ! Peygamber buyurdu: Senin cennetteki bağın bundan da güzel. Sonra hazret Ali (a.s)’nin baş ve sakallarını göstererek ağlamaya başladı... Ali (a.s): “Sizi ağlatan şey nedir?’’ diye sordu. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: Beni ağlatan bu kavmin sana karşı olan kinleridir; onlar bu kinlerini benim vefatımdan önce açığa vurmayacaklardır." İbn-i Asakir, İmam Ali bin Ebi Talip (a.s)’ın tercümesi , ha.834.
İbn-i Esir’in rivayeti:
Peygamber (s.a.a)’in hizmetkarlarından biri olan Ebu Muhaybe şöyle anlatıyor: “Peygamber beni uykudan uyandırarak buyurdu ki: “Bana ’Baki Ehli’ne bağışlanma talebinde bulunmam emredilmiştir. Sen de benimle gel.” O diyor ki: Peygamberle birlikte Baki’ye gittik. Peygamber (s.a.a): “Baki Ehli’’ne selam verdikten sonra buyurdu ki: “Eriştiğiniz bu durum size kutlu olsun! Fitneler karanlık akşam parçaları gibi yakındır...” Ravi şöyle devam ediyor: Bu arada Peygamber (s.a.a) Baki ehli için bağışlanma talebinde bulundu ve Medine’ye geri döndü. O andan itibaren Peygamber (s.a.a)’in hastalığı başladı ve aynı hastalıkla dünyadan rıhlet ettiler." İbn-i Esir, el-Kamil c.2 / s.318.
Buraya kadar Allah'ın razı olduğu kimselerin gaybdan haberdar olabileceğini anlamış olduk. Ayette bu razı olduğu kimsenin Resul olduğu vurgulanmaktadır. Şimdi soru şu: Acaba imamların gayb ilmi bildiklerini nasıl ispat edeceğiz? Bunun cevabını hadislerden öğrenmekteyiz. Ehl-i Beyt'ten nakledilen hadislerde bu şöyle izah edilmiştir: Gaybı ancak Allah Peygamber'ine bildirir, Peygamber ise bunu kendi vasilerine bildirir. Bu iki türlü düşünülebilir: Bir kısmı detaylarına kadar bildirilen bilgiler ve haberlerdir; diğer kısmı ise gaybî bilgileri ve haberleri elde etmek için verilen bazı anahtar bilgiler ki bunları kullanarak imamlar, bir takım olaylar ve gaybi durumlardan haberdar olabiliyorlar. Burada örnek olarak iki hadisi nakletmekle yetiniyoruz:
1- Hz. Emir-ül Mu'minin Ali (a.s) Cemel savaşından sonra Basra'da okuduğu bir hutbede, gelecekte vuku bulacak bazı olaylardan haber verince, yanındakilerden birisi "Ya Emir-el Mu'minin, size gayb ilmi mi verilmiştir?" diye sorunca, Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: "Bu gayb ilmi değildir; (bu) ilmi bilenden öğrenilen bir şeydir..." (Nehc-ül Belağa, Hutbe: 124)
2- Yahya b. Abdillah b. Hasan İmam Bakır'a (a.s) şöyle dedi: "Canım sana feda olsun, insanlardan bazıları sizin gayb ilmi bildiğinize inanıyor (bu doğru mu?) İmam (a.s) şöyle cevap verdi: "Hayır Allah'a and olsun ki bu (verdiğimiz gaybi bilgiler), Resulullah'tan ulaşan bir mirastır (bize)." (Emali-i Mufid, S.14)
Yazar, Şia’nın İnancı olan Allah’ın asla görünmeyeceğini bile farklı bir tarz ile saldırı politikası uygulayarak belirtir. Şia, Allah’ın hiçbir zaman ve hiçbir mekanda asla görünmeyeceğine inanır ve buna Kuran başta olmak üzere hadislerden de delil sunar. Konu hakkında daha fazla bilgi için aşağıda ki linki tıklayınız:
http://www.kevsernet.com/s_ve_c/6.htm
Yukarıda ki linkde Ehl-i sünnetin Allah’ın görüneceği iddiasının delilsiz bir iddia olduğuda anlaşılacaktır.
GAYB ile ilgili iddialara cevap yukarıda verilmişti.
Yazar, Şia’ya göre Peygamberin Al-i’nin (Ehl-i Beyt’inin) “Sadece damadı Alı ve onun bazı çocuklarıdır. Sonra onların oğulları, daha sonra da torunlarıdır.” Diyerek yanlış bir beyanda bulunduğunu düşünerek yazara Şia'ya göre Ehl-i Beytin isimlerini sunuyoruz:
Şia’ya Göre Ehl-i Beyt Şunlardır:
1- Hz. Muhammed (s.a.a)
2- Hz. Fatıma (s.a)
3- İmam Ali (a.s)
4- İmam Hasan (a.s)
5- İmam Hüseyin (a.s)
6- İmam Zeynelabidin (a.s)
7- İmam Bagır (a.s)
8- İmam Sadık (as)
9- İmam Kazım (a.s)
10- İmam Rıza (a.s)
11- İmam Taki (a.s)
12- İmam Naki (a.s)
13- İmam Askeri (a.s)
14- İmam Mehdi (a.s)
Yazar Şiilere göre Fıkıh meselesine açıklık getirirken, Şiilerin Kuran ayetlerini farklı tevil ettiklerini söyler. Peki Kuranın tahrifine inanan bir topluluk tahrifine inandığı Kitabı neden tefsir veya tevil etsin?
Yazar, Şia’nın Müçtehitlerinin, Ezan, Namaz vakitleri, Oruç vakitleri, Oruç açma zamanı, Hac ve ziyaret işleri, Zekat meselesi ve Miras konusunda yeni ahkam getirdiğini söylüyor! Fakat acaba bu doğru mu? Şia’da bunlar gerçekten Mçtehitler tarafından mı ahkam edilmiş yoksa Kuran ve gerçek Sünnet mi böyle ahkam etmiş?
Ona bakalım!
Şia’da Ezan:
Dört defa: "Ellahu ekber"....................................... .... اَللَّهُ اَكْبَرُ
İki defa: "Eşhedu en la ilâhe illellah" …. اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللَّهُ
İki defa: "Eşhedu enne Muhemmeden
resûlullah" ………………. اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّداً رَسُولُ اللَّهُ
İki defa: "Heyye ‘ele's-selâh" ……………….. حَىَّ عَلَى الصَّلوةِ
İki defa: "Heyye ‘ele'l-felâh" ……………….. حَىَّ عَلَى الْفَلاَحِ
İki defa: "Heyye ‘ela heyr'il-‘emel" ……... حَىَّ عَلَى خَيْرِ الْعَمَلِ
İki defa: "Ellahu ekber" ……………………………... اَللَّهُ اَكْبَرُ
İki defa: "La ilâhe illellah" ………………………. لاَ اِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ
"Eşhedu enne ‘Eliyyen veliyyullah" (اَشْهَدُ اَنَّ عَلِيّاً وَلِىُّ اللَّهِ) cümlesi ezan ve ikametin bir parçası değildir. Ama "Eşhe-du enne Muhemmeden resûlullah" cümlesinden sonra kur-bet (=Allah'a yakınlık) kastıyla denilmesi iyidir. (Tevzihul Mesail – Ayetullah Humeyni)
Tek farklılık şu kalıyor ki, Yazar neden Hayye Ale Heyril Amel okunuyor diye itiraz eder. Peki bu cümle Resulullah efendimizin döneminde var mıydı yok muydu? Bakalım İslam kaynakları ne diyor?
Alaaddin Ali b. Muhammed Guşçi şöyle diyor; İkinci halife minberde şöyle dedi; Peygamber zamanında olan üç şeyi ben yasaklıyor ve onlara amel edenleri cezalandıracağım. Bunlar, Mut’a Nikahı, Temettü Haccı, ve ezanda Hayye Ela Hayril amel’in söylenmesinden ibarettir. (Şerh-i Tecrid, imamet konusunun son bölümleri)
Guşçi bu amellerin ikinci halife tarafından yasaklandığını ve onun kendi içtihadına göre amel ettiğini söylemiştir.
Halebi şöyle nakleder; Abdullah b. Ömer ve İmam Zeynel Abidin Ali b. Hüseyn ezanda Hayye elel Felah’dan sonra Heyye ela Hayril ameli’de söylüyorlardı. Sire-i Halebi, c. 2, s. 110, Bab-ı Bid-ul ezan ve meşruiyyetuhu
Netice olaraktan şunlar söylenebilir ki; Peygamber döneminde ezanda olan “Heyye elel Hayril amel” askerlerin ruhi yapısına ters düşüyor diye ikinci halife Ömer tarafından ezandan çıkarıldı. Onun gerekçesine göre, diyordu ki, Hayye ela Hayril amel dediğiniz zaman, asker en iyi amel olarak namazı görecek ve dolayısıyla cihat’dan yüz çevirecek. Bunun için o kelimeyi ezandan çıkardı ve Peygamber efendimiz döneminde ezanda olmayan “Esselatu hayrun min- en nevm” (namaz uykudan hayırlıdır) cümlesini sabah ezanına yerleştirdi. İkinci halife bunları yaparken sırf zamanın gereksimlerine göre haraket etti.
Acaba dini hükümler karşısında böyle bir tavır ve uygulama doğru mudur? Hayır, kesinlikle yanlıştır. O gün ikinci halifeye şunların sorulması gerekirdi. Senin sayısal yönden az olan ve savaş techizatları bakımından zayıf olan bu askerlerin dünya süper güçleri karşısında nasıl savaşacak ve ne ile zaferi bulabileceklerdi. Bu cesareti, kuvveti, şecaeti ve gücü, iman bu insanlara bağışlamıştır. İmanı ise takviye eden namazdır. Bir Müslüman gücünü ve cesaretini Allahu Ekberlerden, Elhemdulillah ve Subhanellah’lardan almaktadır.
Şia’ya göre Namaz vakitleri:
Şiaya göre günlük farz Namazlar “Sabah 2 Rekat – Öğlen 4 Rekat – İkindi 4 Rekat – Akşam 3 Rekat – Yatsı 4 Rekat”
Şiiler bu namazlardan Öğle ile İkindiyi, Akşam ile de yatsıyı birleştirerek kılabilir Fakat Namazları birleştirerek kılmak Şia’da farz değildir. Dileyen ayrı ayrı da kılabilir.
Bakalım Sünni kaynaklar, Namazları birleştirmekle ilgili Resulullah döneminden hangi rivayetleri bize sunmuştur:
Sahih buhari
Fasıl: KİTÂBU MEVÂKÎTİ'S-SALÂT
Konu: Namazların rekât sayısı;Yatsı namazı vakti
Başlık: CEM'-İ SALÂTEYN HAKKINDA İBN-İ ABBÂS HADÎSİ
Ravi (r.a.): Abdullâh b. Abbâs
Hadis: Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla'llâhu aleyhi ve sellem öğlen ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı (birlikte) yedi (rek'at) ve sekiz (rek'at) olarak kıldırdı.
Ebu Emâme diyor ki; 'Biz Ömer b. Abdülaziz ile birlikte öğle namazını kıldık; ardından Enes b. Mâlik'in evine gittik ve onun namaz kıldığını gördük. Ben ona 'Ey amca, bu ne namazıdır?' diye sordum. Enes, 'Bu ikindi namazıdır; bu Resulullah'la birlikte kıldığımız onun namazıdır' cevabını verdi."
(Sahih-i Buhârî'nin ikindi namazının vakti bölümünde 516 ve 988 nolu hadisleri, Nesâî'nin 505 ve 506, Müsned-i Ahmed b. Hanbel'in 12762 nolu hadisleri)
İbn-i Abbâs'tan şöyle nakletmektedir: "ALLAH Resulu (s.a.a), Medine'de mukim olup, seferi olmadığı halde yedi rek'atı (akşam ve yatsıyı) ve sekiz rek'atı (öğle ve ikindiyi) birlikte kıldı.
"İmâm Ahmed b. Hanbel El-Müsned 1828 nolu hadis
"Hz. Resulullah (s.a.a), bir korku ve sefer durumu söz konusu olmaksızın öğleyle ikindiyi ve akşamla yatsıyı birlikte kıldı." İmâm Mâlik -el-"Muvatta" 300 nolu hadis
İbn-i Abbâs'tan şöyle nakletmektedir: "Hz. Resulullah (s.a.a), Medine'de bir yağmur veya korku söz konusu olmaksızın, öğleyle ikindiyi ve akşamla yatsıyı birlikte kılardı." Ravi diyor, ben İbn-i Abbâs'a "Neden böyle yapardı?" dedim. İbn-i Abbâs: "Ümmetine zorluk çıkarmasın diye" cevabını verdi.
Sahih-i Buhârî hadis: 510, Sahih-i Müslim : 1146 ,1147 ve 1153, Sahih-i Tirmizî hadis:172, Sahih-i Nesâî hadis: 2426
"Abdullah b. Şakik diyor ki: 'Bir gün İbn-i Abbâs, ikindi namazından sonra bize vaaz etmeğe başladı; bu arada sözü uzattı; öyle ki güneş battı, gökyüzü karardı ve semâda yıldızlar belirmeğe başladı. Bunun üzerine insanlar -bir nakle göre de Benî Temim kabilesinden bir kişi- ona, "Namaz, namaz" diye bağırmağa başladı. Bunu gören İbn-i Abbâs sinirlenerek ona şöyle dedi: "Bana Sünneti mi öğreteceksin -bir nakle göre de- Bana namazı mı öğreteceksin? Ben Resulullah'ın öğleyle ikindiyi ve akşamla yatsıyı birlikte kıldığını gördüm." Bir nakilde de "Biz Resulullah'ın döneminde, iki namazı birleştirerek kılardık"
Sahih-i Müslim'in 1154 ve Müsned-i Ahmed'in 2156 numaralı hadisleri
Görüldüğü gibi Şia, doğru olanı yapmaktadır. Fakat bu durum Şia’da dediğimiz gibi farz değildir. Dileyen ayrı ayrı da kılabilir. Diğer mesele bu konu ile ilgili sunduğum rivayetler mevcut rivayetlerin yanında çok az kalır. Daha fazlası için Sünni kaynaklara müracaat ediniz.
Şia’da Oruç:
Oruç Konusunda Sünni dünya ile bir ihtilafımız olmamasına rağmen Yazar bu konuda da sanki bir sorun varmış gibi konuya değinmiştir. Ehl-i sünnete Farz olan Oruç ve süresi Şia’yada farzdır.
Yazar Şia’lar hakkında bir sözünde şöyle diyor: “Ehli sünnete muhalefet etmeye son derece dikkat ederler ve anlaşmazlık dairesini genişletmeye özen gösterirler.”
Gerçekten de bu doğru mu? Şia tertemiz Hakiki İslamı, Sünneti Seniyyeyi uyguladığı için ve Ehl-i sünnet ise Resululahdan ziyade Halifelerin, Mezhep imamlarının sünnetleri ile hareket ettikleri için böyle algılamıştır. Ama sunacağım birkaç örnekle bakalım Şia’mı Ehl-i sünnete Yoksa Ehl-i sünnet mi şia’ya muhalefe ediyor?
1- Aralarında, Hanefi Fıkhının Mihveri sayılan “El-Hidaye” kitabının musannifi Ali Bin Ebu Bekir el- Merginaninin (öl. 1197) de bulunduğu bazı ünlü Ehl-i Sünnet alimleri diyorlar ki: YÜZÜK TAKMAK KONUSUNDA PEYGAMBERİMİZİN SÜNNETİ OLAN, YÜZÜĞÜN SAĞ ELE TAKILMASIDIR. ANCAK SAĞ ELE YÜZÜK TAKMAK, ŞİA’LARIN ŞİARI OLDUĞU İÇİN BUNU TERKETMEMİZ LAZIMDIR.”
2- Hüccetul İslam(!) Gazali Ebu Hamid Muhammed ( öl.111) de diyor ki: “MEZARLARIN ŞEKLİ KONUSUNDA İSLAMDA MEŞRU OLAN, MEZARLARIN TASTİH’İ YANİ DÜZ YAPILMASIDIR. ANCAK BU, Şİİ’LERİN ŞİARI OLDUĞUNDAN, ONU TERKEDİP MEZARLARI TESNİM YANİ TEPESİNE DİK YAPIYORUZ.
3- Bazılarına göre “Muslih ve Müceddid” olarak vasıflanırılan İbni Teymiyye Ahmed (öl. 1327) diyor ki: “... İşte bundan dolayıdır ki, bazı fıkıh alimlerine göre; Şİİ’LERİN ŞİARI OLMUŞ BAZI MÜSTEHAPLARI TERKETMEK LAZIMDIR. ÇÜNKÜ BU MÜSTEHAPLARA MUHALEFET ETMEK SURETİYLE SÜNNİLER’İN ŞİİLERDEN AYRILMASI MASLAHATI, BU MÜSTEHAPLARIN MASLAHATINDAN DAHA BÜYÜKTÜR. (Minhacus Sünneh c.2 s.143) (Arapça Kaynak)
3- “Hafızı Irak-i” olarak meşhur olan Abdurrahim bin Hüseyin (öl.1404) de diyor ki: “SARIK BAĞLAMA KONUSUNDA, TABERANİ’DE ZİKREDİLEN BİR HADİSE GÖRE SÜNNET OLAN ŞEKİL, SARIK UCUNUN SAĞ TARAFTAN UZATILIP SOL TARAFA SARKITILMASIDIR. ANCAK, BU İŞ Şİİ’LERİN ŞİARI OLDUĞUNDAN, ONLARA BENZEMEMEK İÇİN ONU TERKETMEMİZ LAZIMDIR.” (Zerkani Muhammedin Şerhul Mevahibi c.5 s.13) (Arapça kaynak)
Peki acaba Şimdi kimmiş muhalefet eden? Şia mı Ehl-i sünnet mi?
Yazar, yazısının takiyye kısmında Ehl-i Sünnete göre Takiyyeyi anlatırken şöyle diyor: “Ehli sünnete göre bir müslümanın diğer Müslümanları sözüyle veya fiiliyle kandırması, aldatması caiz değildir.”
Görünen o ki Yazar Takiyyenin rastgele bir yalan olduğunu, yalan konuşmak İnsanları aldatmak olduğunu söylüyor. Ve yazara göre Şiiler böyle inanıyor. Dolayısı ile Yazarın Takiyyeyi bilmediğini anlamadığını rahatlıkla anlıyoruz. Ve acaba Ashab-ı Kehf veya Ammr bin Yasir olayında Takiyye söz konusu olunca Ashabı Kehf Yalan mı konuştu zalim hükümdarı mı aldattı? Yıllarca İseviler takiyye altında Zalim Kralın Sarayında yaşamadı mı?
Şia takiyye konusuna Kuran’ın ve Ehl-i sünnetin kendi eserlerinden deliller sunmaktadır.
Takiyye konusunda kısaca Şianın delilleri şunlardır:
İlk delilimiz şüphesiz Kuran’dandır:
Müminler, müminleri bırakıp kâfirleri veliler edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah ile ilişiğini kesmiş olur; ancak onlardan sakınmanız hali müstesnadır. Allah sizi kendisiyle korkutur, dönüş Allah'adır. Ali İmran suresi 28-ci ayet
Gönlü imanla dolu olduğu halde, zorlanan kimse müstesna, inandıktan sonra Allah'ı inkâr edip gönlünü küfre açanlara Allah katından bir gazap vardır; büyük azap da onlar içindir. Nahl suresi 106-cı ayet
Firavun ailesinden, imanını gizlemekte olan mümin bir kişi dedi ki: «Siz, benim Rabbim Allah'tır diyen ve size Rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunan bir kimseyi öldürür müsünüz? Eğer o bir yalancı ise yalanı kendi aleyhinedir ve eğer doğru söyleyen ise, (o zaman da) size vaat ettiklerinin bir bölümü size isabet eder. Şüphesiz Allah, ölçüyü taşıran ve çok yalan söyleyen kimseyi hidayete erdirmez.» Mümin suresi 28-ci ayet
Görüldüğü gibi Bu ayetler Takiyyeyi bizzat onaylamıştır. Şimdi gelelim kaynaklara:
İbn Abbas der ki: Takiyye kalbi iman ile mutmain olduğu halde dili ile (imana aykırı) sözler söyleyip öldürülmemesi ve bir günah da işlememesi demektir. el-Hasen der ki: Takiyye, kişi için Kıyamet gününe kadar caizdir. (imam Kurtubi, "El camiuli Ahkamil Kuran", Ali İmran suresi 28-ci ayetin tefsiri)
«Ancak onlardan sakınmanız müstesnadır.» Bazı yerlerde ve vakitlerde onların kötülüğünden korkanların, niyyet ve içiyle değil de dış görünüşüyle onlardan sakınma hakları vardır. Nitekim Buhârî Ebu Derdâ'nın : «Biz bazılarının yüzüne gülerdik. Halbuki kalbimiz onlara la'net okurdu.» dediğini nakleder.
Sevrî diyor ki: İbn Abbâs şöyle dedi: «Takva amel ile değil ancak dil iledir.» Ebu'l-Âliye, Ebu'ş-Şa'sâ, Dahhâk, Rebî' İbn Enes de aynı şeyi söyler. Onların bu sözlerini Cenâb-ı Hakk'm :
«Kalbi îmânla dolu olduğu halde zorlananların dışında her kim, îmânından sonra ALLAH'ı tanımayıp küfre göğüs açarsa...» (Nahl, 106) âyeti de desteklemektedir.
Buhârî, Hasan'dan naklediyor: Sakınma kıyamete kadar (devam edecek) tir. «ALLAH size kendisinden (musibetlerinden, ya da kendisine muhalefet etmekten ve düşmanlarına dostluk, dostlarına da düşmanlık edenlere azâb vermesinden) korkmanızı emrediyor.»
İbni Kesir tefsiri, Ali İmran suresi 28-ci ayetin tefsiri
Hasan el-Basri şöyle demiştir: "Müseylemetü'l- Kezzab, Hz. Peygamber 'in ashabından olan iki adam yakala.dı Onlardan birisine, "Sen, Muhammed'in ALLAH'ın Resulü olduğuna şehâdet ediyor musun?" deyince, adam "Evet, evet, evet!" dedi. Bunun üzerine Müseyleme, "Benim de ALLAH'ın Resulü olduğuma şehadet eder misin?" deyince, adam "Evet" dedi.. Müseyleme, kendisinin Ben! Hanife Kabilesi'nin peygamberi, Hz. Muhammed'in de Kureyş Kabilesi'nin peygamberi olduğunu iddia ediyordu. Bunun üzerine o adamı bırakıp diğerini çağırdı ve ona, "Muhammed'in ALLAH'ın Resulü olduğuna şehâdette bulunuyor musun?" dedi. Adam, "Evet" dedi. Daha sonra, "Benim de ALLAH'ın Resulü olduğuma şehâdette bulunuyor musun?" deyince, adam üç kere, "Ben sağırım..." dedi. Müseyleme bunun üzerine yanına gelerek onu katletti. Bu olay Hz. Peygamber'e intikal ettiği zaman O şöyle buyurdu:
"Şu öldürülen kimseye gelince, o yakînî imanı ve sıdki üzere gitti.. ALLAH mübarek etsin. Diğeri iser ALLAH'ın tanımış olduğu ruhsatı kullandı. Bundan dolayı ona bir günah ve vebal yoktur."
Fahrettin er Razi, "Mefahitul Gayb", Ali İmran suresi 28-ci ayetin tefsiri
Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bu âyet-i Kerime (Nahl 106), Ammar b. Yâsîr hakkında nazil olmuştur."
Müşrikler Mekkede Amman, babası Yâsir'i ve annesi Sümeyye'yi, iman etmelerinden dolayı yakalamışlar ve onları inkâra zorlamak için çeşitli işkenceler yapmışlardır. Ammann annesi Hz. Sümeyye, ayaklarından iki ayn Deveye bağlanmış ve "Sen, Müslüman erkeklere göz dikerek Müslüman oldun." demişler ve ona çeşitli işkenceler yaptıktan sonra onu develere sürükletmişler ve edep mahalline mızrak saplayarak şehit etmişlerdir. Ammann babası Yâsir de işkenceler sonunda şehit olmuştur. Bunlar İslamın ilk şehitleridirler. Ammar ise işkencelere dayanamayarak, kalbi imanla dolu olduğu halde, diliyle, müşriklerin istediklerini söylemiştir. Bunun üzerine Resulullaha "Ammar inkâr etti." haberi getirilmiş Resulullah da şöyle buyurmuştur: "Hayır olamaz, Ammar, tepesinden tırnağına kadar imanla doludur. İman onun kalbine işlemiştir." Nihayet Ammar ağlayarak Resulullahm huzuruna gelmiş, Resulullah da ona "Kalbini nasıl buluyorsun?" diye sormuş o da "İmanla dolu buluyorum." demiştir. Resulullah da ona "Sana aynı şeyi yaparlarsa sen de aynı şekilde davran." buyurmuştur.
Taberi tefsiri, Nahl suresi 106-cı ayetin tefsiri
Bu sebeple âlimler küfre zorlanan kimsenin hayatını devam ettirmek için, zorlandığı şeyi yapar görünmesinin de, ölüm pahasına yolunda ısrar etmesinin de caiz olduğunda ittifak etmişlerdir.
ibni Kesir tefsiri, Nahl suresi 106-cı ayetin tefsiri
Sanırım bu kadar delil yazımızı daha da uzatmamak için yeterlidir. Takiyye öyle rastgele konuşulan bir yalan değildir. Sınırları vardır. Ve takiyye yapılması için şartların oluşması gerekir. Diğer bir konu bu gün günümüz Türkiyesinde, İranında, Irakında vs. her hangi bir korku ve takiyye söz konusu değilken, Yazar gibi garazlı yazarların halen Şia’yı yalancılıkla Takiyye yapmakla suçlaması taassuplarının şiddetinin göstergesidir.
Soru sorarlar cevap veririz takiyye derler. E mübarek bunu diyeceksen demek ki kendini şartlandırmış artık kafanda ki şia şablonunu oluşturmuşsun. Soruya ne hacet münazaraya ne hacet...