Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Peygamberimiz (s.a.a)’in: "Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim.

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #16
    Ynt: Peygamberimiz (s.a.a)’in: "Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim.

    BİSMİHİ TEALA
    HAMD ALEMLERİN RABB'İ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN
    RABB'İMDEN ECİRLERİNİZİN YÜCE OLMASINI DUA EDERİM

    Selamun Aleykum kardeşlerim;


    İmam Hüseyin'in (a.s) Hutbesi

    "Sen dünya ve ahirette benim kardeşimsin, ben de senin kardeşinim"



    Hz. Hüseyin'in (a.s) iki yüz sahabe ve sekiz yüz'ü aşkın tabiin'in huzurunda Minâda buyurduğu ve Müslümanların, İslam'ın bünyesine indirilen darbelerden ve gelecekte İslam'ın esasını tehdit edecek tehlikeli hadiselerden haberdar olması için diğerlerine de ulaştırılmasını orada hazır bulunanlardan ısrarla istediği değerli hutbesi.
    Bismillahirrahmanirrahim
    Allah aşkına söyleyin; acaba Ali b. Ebi Talib'in (a.s)'ın Resulullah'ın (s.a.a) kardeşi olduğunu, ashap ve yaranı arasında uhuvvet (kardeşlik) akdi yaptığında Ali'yi (a.s) kendisine kardeş seçip "Sen dünya ve ahirette benim kardeşimsin, ben de senin kardeşinim" diye buyurduğunu bilmiyor musunuz?

    Mecliste hazır bulunanlar: "Evet, Allah'ı şahid tutarız ki öyledir" dediler.

    İmam (a.s): Acaba Resulullah'ın (s.a.a) camii ve evinin yerini aldığını, sonra caminin kenarında on oda bina ettiğini, bunlardan dokuz tanesini kendisine ve o odaların vasatında yer alan onuncusunu da babam Ali'ye (a.s)'a mahsus kıldığını, daha sonra babam Ali'nin odasının kapısı hariç bütün odaların camiye açılan kapılarını kapattığını ve sahabeden bazıları (bu hususta) itiraz edince de: "Ben sizin kapılarınızı kapatıp onun (Hz. Ali -a.s-) kapısını açık bırakmadım; fakat Allah-u Teâla sizin kapılarınızın kapatılıp onun kapısının açık bırakılmasını emretti bana" buyurduğunu, sonra halkı, Hz. Ali (a.s) hariç camide yatmaktan nehyettiğini ve Hz. Ali'nin (a.s) odasının caminin içerisinde ve Resulullah'ın (s.a.a) odasının kenarında yer aldığını ve bu odaların Resulullah (s.a.a) ve Ali'nin (a.s) evlatlar verildiğini bilmiyor musunuz?

    Mecliste bulunanlar: "Evet, Allah şahittir ki öyledir" dediler.

    İmam (a.s): "Allah aşkına söyleyin Resulullah'ın (s.a.a), babam Ali'yi Gadir-i Humda velayet makamına atadığını ve hazır bulunanlar gayıp olanlara bunu ulaştırsın diye buyurduğunu bilmiyor musunuz?"

    Mecliste bulunanlar: "Evet biliyoruz, Allah buna şahittir" dediler.

    İmam (a.s): "Resulullah'ın (s.a.a), Tebuk gazvesinde Ali'ye (a.s): Sen banaolan nispetin, Harun'un Musa'ya olan nispeti gibidir. Sen benden sonra her Müminin velisi (önderi)sin diye buyurduğunu bilmiyor musunuz?"

    Meclistekiler bulunanlar: "Evet, Allah şahittir ki biliyoruz" dediler.

    İmam (a.s): Resulullah'ın (s.a.a), Necran ehlinden olan Hıristiyanları mübaheleye (lanetleşmeye) davet ettiği vakit, Hz. Ali, eşi ve iki evladından başka kimseyi getirmediğini biliyor musunuz?"

    Meclistekiler: "Evet, biliyoruz, doğrudur" dediler.

    İmam (a.s): "Allah aşkına söyleyin, Resulullah'ın Hayber savaşında, İslam sancağını Ali'nin eline verdiğini ve "şimdi bu sancağı, Allah ve Resulünü seven, Allah ve Resulü de kendisini seven, düşmana dönüp dönüp saldıran, aslâ firar etmeyen ve Allah'ın, Hayber kalesini kendisinin eliyle fethedeceği bir kimsenin eline veriyorum" şeklindeki sözünü biliyor musunuz?

    Mecliste bulunanlar: "Evet, biliyoruz, Allah buna şahittir" dediler.

    İmam (a.s): "Acaba Resulullah'ın (s.a.a) Berâat suresini Ali (a.s) vasıtasıyla Mekke'ye ulaştırdığını ve Benim mesajımı ben ve benden olan kimseden başkası ulaştıramaz. diye buyurduğunu biliyor musunuz?"

    Meclistekiler: "Evet, biliyoruz; Allah buna şahittir" dediler.

    İmam (a.s): Acaba Resulullah'ın (s.a.a), karşılaştığı bütün zor durumlarda ve her hayati meselede Ali'ye (a.s) olan sonsuz güveninden dolayı zorlukları halletmek için onu ileri sürdüğünü ve kendisini hiçbir zaman adıyla çağırmadığını ve daima kardeşim diye çağırdığını biliyor musunuz?"

    Meclistekiler: "Evet, biliyoruz; Allah buna şahittir" dediler.

    İmam (a.s): Acaba Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali, Cafer ve Zeyd arasında hakemlik yaptığında: "Ya Ali sen bendensin, ben de sendenim ve sen benden sonra her müminin velisi (önderisin) diye buyurduğunu biliyor musunuz?"

    Meclistekiler: "Evet, biliyoruz; Allah buna şahittir" dediler.

    İmam (a.s): "Acaba Ali^nin (a.s) Resulullah (s.a.a) ile her gün ve her gece özel bir görüşmesi olduğunu ve bu görüşmelerde Ali (a.s) soru sorduğunda Resulullah'ın (s.a.a)'in ona cevap verdiğini, sustuğunda da Resulullah'ın (s.a.a) kendisinin konuşmaya başladığını biliyor musunuz?

    Meclistekiler: "Evet, biliyoruz; Allah da buna şahittir" dediler.

    İmam (a.s): Acaba Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fatıma'ya (a.s): Ben seni Ehl-i Beytimin en hayırlısı, İslam açısından onların en ilki, hilim açısından onların en halimi ve ilim açısından onların en alimi olan bir kimseyle evlendirdim diye buyurduğunu bilmiyor musunuz?

    Meclistekiler: "Evet, biliyoruz; Allah buna şahittir" dediler.

    İmam (a.s): "Acaba Resulullah'ın(s.a.a): "Ben Ademoğullarının efendisiyim, kardeşim Ali Arapların efendisidir. Fatıma cennet ehlinin hanımlarının en üstünüdür, iki evladım Hasan ve Hüseyin de cennet gençlerinin efendileridir" şeklindeki sözünü biliyor musunuz?

    Meclistekiler: "Evet, biliyoruz; Allah buna şahittir" dediler.

    İmam (a.s): "Resulullah'ın (s.a.a) Ali'ye (a.s) kendisine gusül vermekle görevlendirdiğini ve Cebrail'in bu işte ona yardımcı olacağını haber verdiğini bilmiyor musunuz?"

    Meclistekiler: "Evet, biliyoruz, Allah buna şahittir" dediler.

    İmam (a.s): "Acaba Resulullah (s.a.a)'in son hutbesinde Müslümanlara hitaben: Ben sizin aranızda iki değerli şey bırakıyorum; (biri) Allah'ın kitabı, (diğeri ise) Ehl-i Beytimdir; onlara sarılırsanız kesinlikle sapmazsınız şeklinde buyurduğunu biliyor musunuz?"

    Meclistekiler: "Evet, biliyoruz; Allah buna şahittir" dediler.

    Süleym b. Kays şöyle diyor: "İmam Hüseyin (a.s) ayrıca Hz. Ali (a.s) ve Ehl-i Beyti hakkında Kur'ân'da nazil olan ve Resulullah (s.a.a)'in dilinden duyulan birçok faziletleri saydı. Resulullah (s.a.a)'in sahabesinden mecliste bulunanlar: Evet, Allah'a andolsun ki biz bunları duymuşuz, tabiînden olanlar da: Biz de bu faziletleri falan güvenilir sahabeden duyduk diyorlardı."

    İmam (a.s), Emir'ul-Müminin Ali (a.s)'ın faziletleri hakkındaki irad ettiği sözlerin devamında şöyle buyurdu: "Resulullah'ın (s.a.a): Ali'ye buğz ettiği halde beni sevdiğini iddia eden yalan söylüyor. Çünkü Ali'ye buğzedip de beni sevmek olmaz. diye buyurduğunu, bunun üzerine de bir adam kalkıp: Ya Resulullah! Bunu biraz açıklar mısınız? dediğinde Resulullah (s.a.a)'in; Çünkü Ali bendendir, ben de Ali'denim; onu seven beni sevmiştir; beni seven de Allah'ı sevmiştir; Ali'ye buğz eden bana buğz etmiştir; bana buğz eden de Allah'a buğz etmiştir diye buyurduğunu duymadınız mı?"

    Meclistekiler: "Evet, duymuşuz; Allah buna şahittir" dediler.

    İmam Hüseyin (a.s) daha sonra sözünün devamında şöyle buyurdular: Ey insanlar! Allah'ın, kendi velilerini öğütlemek için Yahudi alimleri hakkındaki kınamalarından ibret alın.
    Allah-u Teâla (Yahudi alimlerini kınayarak) şöyle buyuruyor: "Niçin onların din alimleri, onları (Yahudileri) suç olan sözleri söylemekten (ve haram yemekten) men etmediler."
    Yine Allah-u Teâla buyuruyor ki: "İsrail oğullarından kâfir olanlara Davud'un diliyle de lanet edilmişti, Meryem oğlu İsa'nın diliyle de lanet edilmişti. Bu da isyan ettiklerinden, aşırı gittiklerinden ve işledikleri kötülükten, birbirlerini alıkoymadıklarındandır. Gerçekten de yaptıkları iş, ne de kötüdür."
    Allah'ın onları kınamasının sebebi, onların aralarında bulunan zalimlerin yaptıkları kötü işleri ve fesatları görüp onlardan yetişen dünya mal ve makamına olan meyilleri ve maruz kalmaktan sakındıkları baskı ve zulmün korkusu yüzünden onları men etmemelerinden dolayıdır. Halbuki Allah-u Teâla: İnsanlardan korkmayın, benden korkun buyurmaktadır.

    Yine buyurmaktadır ki: "Erkek ve kadın Müminler, birbirlerinin (gözetleyen ve koruyan) dostlarıdır, iyiliği emrederler ve kötülükten de alıkoymaya çalışırlar." Görüldüğü gibi Allah-u Teâla (müminlerin sıfatını saydığında) marufa emir ve münkerden nehiy etmekle başlayıp ilk olarak onu farz kılıyor. Çünkü biliyor ki, eğer bu fariza yerine getirilir ve uygulanırsa (artık) bütün farizalar ister kolay olsun, ister zor yerine getirilir, uygulanır. Çünkü marufu emir ve münkerden nehiy etmek, zulme uğrayanların haklarının alınmasını, zalimlere muhalefet, beyt'ul-malın ve ganimetlerin (adaletle) bölünmesini, zekatın gereken yerlerden alınmasını, gerektiği şekilde sarf edilmesini sağlamasının yanı sıra İslam'a yapılan bir davettir de.

    İmam Hüseyin (a.s) daha sonra sözlerine şunları da eklediler: "Sonra siz ey ilimle meşhur olup hayırla anılan, nasihatle tanınıp Allah'ın lütfüyle halkın gönüllerinde heybetli görünen topluluk! (Bilin ki) şerefli insanlar sizden çekinir, zayıflar size ihtiram gösterir, kendi derecenizde olan ve ihsan etmediğiniz kimseler (bile) sizi kendilerine tercih eder, (insanların) ihtiyaçları karşılanmadığı zaman sizin arabuluculuğunuzla karşılanır, yolda giderken padişahların heybeti ve büyüklerin izzetiyle yürüyorsunuz.

    Acaba bunların hepsi, sizden beklenilen İlahi vazifenizi yapmanız (ve kıyam etmeniz) için değil midir? Oysa ki siz vazifelerinizin çoğunu ihmal ediyorsunuz, ümmetin hakkını küçümsüyorsunuz, zayıfların hakkını çiğniyorsunuz. Fakat zannettiğiniz kendi hakkınıza gelince, onu talep ediyorsunuz. Siz Allah yolunda ne bir mal harcadınız, ne O'nun yarattığı canı onun yolunda bir tehlikeye attınız, ne de O'nun rızası için bir aşiretle düşmanlık yaptınız.

    (Bununla birlikte) Allah'ın cennetine girmeyi peygamberleriyle komşu olmayı ve azabından kurtulmayı arzuluyorsunuz. Ey Allah'tan böyle beklentileri olanlar! Ben O'nun azabından birisinin size inmesinden korkuyorum. Zira siz, Allah'ın kerameti sayesinde onunla üstün kılındığınız bir makama eriştiniz. Ama Allah'a (ibadet etmekle) tanınan kimselere ihtiram etmiyorsunuz. Oysa siz O'nun ismiyle insanlar arasında ihtiram görüyorsunuz.

    Kendi gözlerinizle Allah'ın ahitlerinin çiğnendiğini görmeniz sizleri tedirgin etmiyor. Oysa ki babalarınızın bazı ahitlerinin (söz ve vasiyetleri) çiğnenmesinden tedirgin oluyorsunuz. Peygamber'in ahitleri tahkir edilmekte) kör, sakat ve dilsiz kimseler şehirlerde sığınaksız ve idarecisiz kalmış acıyanları bile yoktur; sizler de ne makamınızdan yararlanıp onların hakkında bir iş yapıyorsunuz, ne de (onlar için) bir iş yapan kimselere yardımcı oluyorsunuz! Zalimlere dalkavukluk ve yaltaklık yaparak onlardan korunmaya çalışıyorsunuz. Bütün bunlar yüce Allah'ın size buyurduğu yasaklardır; oysa sizler gaflet içerisindesiniz.

    Eğer şuurunuz olsaydı, insanlar arasında en büyük mûsibete uğrayan ve gerçek alimlik makamından uzak düşen kimseler olduğunuzu anlardınız. Çünkü işleri yürütmek ve hükümleri uygulamak, Allah'ın helalı ve haramı konusunda emin olan, güvenilen ulemanın elinde olmalıdır. Oysa bu mevki sizin elinizden alınmıştır. Bu mevki, sadece açık deliller geldikten sonra hakkın etrafından dağıldığınız ve sünnette ihtilaf ettiğiniz için elinizden çıkmıştır.

    Eğer eziyetlere sabredip, Allah için zorluklara katlanacak olsaydınız, İlahî emirler (toplumun yönetimi) sizin elinize geçer, emirler sizden sadır olur ve size dönerdi. Siz mevkiinizi bırakarak Allah'ın işlerini onlara teslim ettiniz, onlar da şüphe üzerine hareket edip nefsani arzulara dalıyorlar.

    Zalimleri bunlara musallat kılan şey, siz âlimlerin ölümden kaçmanız ve sizden ayrılacak hayata gönül bağlamanızdır. Sizler güçsüz halkı onlara teslim ettiniz. Onlardan bazıları ezik köleler durumuna düşmüş, bazıları da geçimini sağlayamayan yenik mustaz'aflar haline gelmiştir. Onlar (zalimler), eşrara (kötü insanlara) uyarak ve Allah'a cesaret göstererek memlekette istedikleri şekilde dolaşıyor, heva ve heveslerine tabi olarak da rezillik ediyorlar.

    Her şehirde belagatlı hatipleri vardır. Memleketin her tarafı onlara boyun eğmiş durumdadır. Her tarafta sultalarını sağlamışlar. Halk da köleler gibi onlara karşı kendilerini savunacak bir güce sahip değiller. Halka egemen olanlar, ya gaddar, isyankâr ve mustaz'aflara karşı baskı yapan zalimlerdir ya da Allah'a ve kıyamete inancı olmayan emir sahipleridir.

    Hayret! Nasıl hayret etmeyebilirim! Oysa ki İslam toprakları sahtekâr zalim, zekat toplayan hâin ve müminlere karşı şefkatsiz ve insafsız olan hükümdarların tasarrufundadır. Münakaşa ettiğimiz hususlarda bizimle sizin aranızda hüküm verecek olan yalnız
    Allah'tır. İhtilafımızda bizleri yargılayan da O'dur."
    Hüseyin b. Ali (a.s) sözünün sonunda da şöyle buyurdu: "Allah'ım; sen biliyorsun ki, bizim tarafımızdan gerçekleşen (kıyam), saltanat için yarış ve değersiz dünya mallarından bir şeye ulaşmak için değildir; senin dininin nişanelerini (öğretilerini) göstermek, beldelerinde ıslahı ortaya çıkarmak, mazlum kullarına emniyet ve güvence kazandırmak ve senin farz, sünnet ve hükümlerine amel edilmesi içindir. Eğer sizler bize yardım etmez ve bize hak vermezseniz zalimler sizlere musallat olur ve Peygamber'in nurunu söndürmeye çalışırlar.
    Allah bize yeterlidir; O'na tevekkül etmişiz, O'na yönelmişiz ve dönüşümüz de O'nadır."

    Allah'a emanet olun...

    Yorum


      #17
      Ynt: Peygamberimiz (s.a.a)’in: "Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim.

      BİSMİHİ TEALA
      HAMD ALEMLERİN RABB'İ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN
      RABB'İMDEN ECİRLERİNİZİN YÜCE OLMASINI DUA EDERİM

      Selamun Aleykum kardeşlerim;


      İmam Hüseyin’e (a.s) Sarallah sıfatı verilmesinin nedeni

      İslam'ı Hz. Peygamber (s.a.a) getirdi, Hz. İmam Hüseyin (a.s) devam ettirdi




      Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, bu lakap İmam Ali (a.s) ve İmam Hüseyin (a.s) olmak üzere iki masum imamın lakabıdır. İmam Hüseyin'in (a.s) ziyaretinde şöyle bir cümle var: Selam sana ey Allah'ın kanı ve Allah'ın kanının oğlu! [1]


      Sarallah'ın manası hakkında iki ihtimal var:



      1- İntikam Almak:


      Lügatte el-Sar, kanı talep etmek yani intikam almak demektir. Buna göre Sarallah, Allah'ın Onun kanının velisi ve intikam alıcısı olan kimseye denir.


      Belirtmek gerekir ki, ‘Hüseyin'in kanının intikamını almak' anlamına gelen ‘Ya Lesarati'l-Hüseyin' şiarı, Tevvabin ve Muhtar'ın kıyamının şiarı idi. [2] Yine İmam-ı Zaman'ın (a.f) zuhuruna kadar Onun (a.s) mezarının başında olan meleklerinde şiarıdır. [3] Kıyam edeceği zaman İmam Zaman'ın (a.f) [4] ve şahadet aşığı ashabının şiarları da budur. [5]


      Yukarıda Sarallah için söylenen mana, alimlerin çoğunun kabul ettiği manadır. [6] Buna göre ‘Sarallah'ın anlamı şudur: ‘Ey kanının diyeti Allah'a ait olan kimse. O'dur kanının diyetini alacak olan; zira sen bir aileye ait değilsin ki kanının diyetini o ailenin reisi alsın veya bir kabileye ait değilsin ki o kabilenin reisi senin diyetini alsın. Sen insanlığa aitsin, sen varlık alemine, sen Cenab-ı Hakk'a aitsin, öyleyse diyetini Onun alması gerekir. Ve sen Allah yolunda şehid olan Ali. b. Ebi Talib'in oğlusun, Onunda diyetini Allah'ın alması gerekir.'



      2- Allah'ın Kanı:


      Allame Meclisi'nin (r.a) sözünden el-Sar kelimesinin kan ve intikam manasına geldiği anlaşılmaktadır. [7] Lisanu'l-Arab lügat kitabında da aynı şey yazılıdır: ‘el-Sar, kanı talep etmek (intikam almak) demektir. Kan manasına geldiği de söylenmiştir.' [8] Buna göre Hüseyin (a.s) Allah'ın kanıdır denebilir. Peki böyle bir mana kabul görür mü? Yani Allah madde midir ki kanı olsun? Allah'ın hakkında böyle bir şey düşünmek doğru mudur?


      Cevap şudur: Yedullah (Allah'ın eli) vb. gibi kelimeler İslami literatürde kinaye veya mecaz olarak kullanılmaktadır. [9] Mesela Ali (a.s) yedullahtır denildiği zaman bu Allah'ın cisim olduğu, insan gibi elinin olduğu ve Allah'ın elinin Hz. Ali'nin (a.s) olduğu manasında değil, Ali (a.s), ilahi kudretin (a.s) kendisinde tecelli ettiği kimse manasındadır.


      Buna göre İmam Hüseyin'e (a.s) ‘Sarallah' lakabının verilmesi hakkında aşağıdaki ihtimallerden biri söz konusu olabilir:


      1- Sar'ın ‘Allah'a izafe olması (mal edilmesi) teşrifiyyedir. Yani bu kan, en şerif varlık olan Allah'a izafe olmuş ki şerafet elde etsin ve bu kanın şerif bir kan olduğu bilinsin. Çünkü Allah yolunda döküldüğü için Allah'a aittir. Nitekim ‘Allah'ın Devesi' [10] ayetinde deve veya ‘Beytullah' kelimesinde ve ‘Senin evinin yanında' [11] ayetindeki beyt (ev) kelimesi Allah'a ve ikinci tekil zamire şerafet elde etmek için izafe olmuştur. [12]


      2- Kamil insan, kemal derecelerinde farz kurblara [13] ulaştığı için ‘Yedullah' (Allah'ın eli), Lisanullah (Allah'ın dili) ve ‘Sarallah' (Allah'ın kanı) olur. Yani Allah bir şey yapmak istediği zaman onun eliyle yapar, konuşmak istediği zaman onun diliyle konuşur ve dinine hayat vermek istiyorsa onun kanını kullanır.


      İmam Ali (a.s) ve İmam Hüseyin (a.s) ‘Sarallah'tırlar. Çünkü onların yere dökülen kanları dine hayat vermiştir.


      Kısacası dini kaynaklarımızda ‘Sarallah' lakabı İmam Hüseyin (a.s) için kullanılmıştır. Bize göre birinci mana doğrudur, ancak ikinci mana da ‘Sarallah' lakabı için doğrudur. Bu mananın derinine inen işin ehli kimseler bazı yönlerden ona öncelik vermişlerdir.


      Bu görüşte, O yüce İmamın (a.s) Allah'ın kanı olmasının nedeni kanının dine yeni bir hayat kazandırdığı ve Allah'ın adını canlandırdığı içindir. Çünkü Allah gittikçe unutuluyor, ibadetler adet haline geliyordu.


      İşte bu yüzden ‘İslam Nebeviyu'l Hüdus Hüseynu'l Beka' (İslam'ı Peygamber getirdi, Hüseyin devam ettirdi) denmiştir. İnsanın yaşamını sürdürebilmesi için kana ihtiyacı var; kanın damarlarda akması yaşamın sembolüdür. Kan damarda akmazsa insan ölür. İslam'ın yaşaması için de aynı şekilde damarlarında kanın akması gerekir. Bir gün o kan İslam'ın bedeninden çıkarsa onun ölümü kesindir. Geriye kalan sadece ruhsuz ve cansız bir cesettir. [14]



      tebyan
      [hr]


      [1] -Kuleyni, Muhammed b. Yakup, el-Kafi, c.4, s.576. Bu cümle recep ayı, recep ayının yarısı, şaban ayı ve İmam Hüseyin'in Arefe günü dualarında geçmiştir.


      [2] -Meclisi, Muhammed Bakır, Biharu'l-Envar, c.45, s.333; Keremi, Ali, Der Sug-i Emir-i Azad: Guyaterin Tarih-i Kerbela, s.385.


      [3] -Dört bin melek İmam Hüseyin'e (a.s) yardım etmek için nazil olduklarında İmamın (a.s) şehid olduğunu gördüler. Onlar da İmam Mehdi'ye (a.s) yardım etmek için zuhura kadar perişan ve toprağa bulaşmış şekilde bekleyecekler. Onların şiarı ‘Ya Lesarati'l-Hüseyin'dir. (Şeyh Saduk, Emali, s.130, el-Meclisi'l Sabi' ve'l-İşrun; Meclisi, Muhammed Bakır, a.g.e, c.44, s.286).


      [4] -Kummi, Şeyh Abbas, Munteha'l-Amal, c.1, s.542; yine İmam Bakır (a.s) şöyle buyuruyor: ‘Kaimimiz kıyam ettiğinde Hüseyin'in kanını talep edecektir.' (Meclisi, Muhammed Bakır, a.g.e, c.44, s.218)


      [5] -Meclisi, Muhammed Bakır, a.g.e, c.52, s.308


      [6] -Tefsir-i Nümune'de şöyle yazar: ‘Sar, Arapçada hiç bir zaman kan manasına gelmemiştir. Sar, ‘diyet' manasına gelmektedir. (Arapçada kana ‘Dem' denmektedir), Mekarim Şirazi, Nasır, Tefsir-i Numune, c.4, s.229.


      [7] -Allame ‘Şüphe yok ki sen Allah'ın yeryüzündeki kanısın' cümlesini şöyle açıklıyor: ‘el-Sar (hemze harfli), kan ve intikam almak demektir. Yani ‘Sen Allah'ın kanının ailesindensin ve Allah'ın düşmanlardan kanını istediği kimsesin' veya ‘O, Onun ve Ehl-i Beytinin kanını ric'atte Allah'ın emriyle talep edendir.' (Meclisi, Muhammed Bakır, a.g.e, c.98, s.151).


      [8] -İbn-i Manzur, Muhammed b. Mekarim, Lisanu'l-Arab, c.4, s.97.


      [9] -Bkz: Mekarim Şirazi, Nasır, a.g.e, c.4, s.229; Kıraati, Tefsir-i Nur, c.2, s.443


      [10] -Hud/64


      [11] -İbrahim/37


      [12] -‘Bu Allah'ın devesidir.' cümlesinde Allah'a yapılan izafe (mal edilme) teşrifiyyedir, tıpkı Mekke'nin Allah'a izafe olup ‘Beytullah' denmesi ve Hüseyin'in kanının Allah'a izafe olup ‘Sarallah' denmesi gibi. (Bkz: Hüseyni Şirazi, Seyyid Muhammed, Takribu'l Kur'an İle'l Ezhan, c.2, s.200)


      [13] -İnsanı Allah'a yakın eden şey ya kullara farz etmediği ama kulların Allah'a yakınlaşmak için kendilerine gerekli gördükleri ve yaptıkları mukarrebler demek olan nafilelerdir veya Allah'ın kullarına farz ettiği ve kulların da emre itaat için yerine getirdikleri yine mukarrebler manasına gelen farzlardır.


      [14] -Daha fazla bilgi için bkz: Terhan, Kasım, İmam Hüseyin'in (a.s) Kişiliğine ve Kıyamına İrfani, Felsefi ve Kelami Bakış, s.91-104, İntişarat-ı Çelçerağ, 1. Baskı, H.Ş. 1388.

      Allah'a emanet olun...

      Yorum


        #18
        Ynt: Peygamberimiz (s.a.a)’in: "Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim.

        BİSMİHİ TEALA
        HAMD ALEMLERİN RABB'İ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN LANETİ DÜŞMANLARININ ÜZERİNE OLSUN
        RABB'İMDEN ECİRLERİNİZİN YÜCE OLMASINI DUA EDERİM

        Selamun Aleykum kardeşlerim;


        Aşura Günündeki Olaylar

        Eğer padişahlar dünyada kalıcı olsalardı, biz de kalıcı olurduk...



        Aşura Sabahı

        Şöyle rivayet edilmiştir: Ömer b. Sa'd'ın ordusu atına binip hazırlandı. İmam Hüseyin (a.s), Büreyr b. Hüzeyr'i onlara gönderdi. Büreyr bir süre onlara nasihat ederek bazı konuları hatırlattı. Onlar bundan hiç etkilenmedi ve hatta itina bile etmediler.


        İmam Hüseyin'in (a.s) kendisi, devesine -bir rivayete göre de atına- binip Ömer b. Sa'd'ın ordusunu susmaya ve sözlerini dinlemeye davet etti. Herkes susunca İmam Hüseyin (a.s) en iyi şekilde Allah'a hamd-ü sena, Muhammed'e (s.a.a), peygamberlere ve meleklere selam ettikten sonra buyurdu:


        "Ey insanlar! Allah sizi kahretsin ve kalbinizi kederle doldursun! Şaşkınlık içerisindeydiniz ve ısrarla bizi yardıma çağırıyordunuz. Biz de isteğinize olumlu cevap verip süratle imdadınıza koştuk. Fakat siz, bizim amacımız doğrultusunda kullanacağınıza ant içtiğiniz kılıçlarınızı, şimdi bizi öldürmek için ellerinize almışsınız. Hem bizim ve hem de sizin düşmanlarınızı yakmak istediğimiz ateşi, bizi yakmak için körüklemişsiniz. Bugün sizler kendi dostlarınızı öldürmek için, aranızda adaletle davranmayan ve kendilerine yardım etmekle mutluluk ve merhamet beklentiniz olmayan düşmanların saflarına geçmişsiniz."


        "Vay hâlinize! Kılıçların kınında, kalplerin emin ve düşüncelerin sarsılmaz olduğu bir durumda neden bize yardım etmekten vazgeçtiniz. Fitne ateşini körüklemekte çekirgeler gibi acele ettiniz ve kelebekler gibi delicesine kendinizi ateşe vurdunuz. Ey hakka karşı gelenler, ey gayrimüslimler, ey Kur'ân'ı terk edenler, ey sözleri saptıranlar, ey günahkarlar topluluğu, ey şeytanın vesveselerine uyanlar, ey şeriatı ve Peygamber'in (s.a.a) sünnetini söndürenler, Allah'ın rahmetinden uzak kalasınız!"


        "Bizi bırakıp bu zinazadelere mi yardım edersiniz? Andolsun Allah'a, hile ve düzen eskiden beri vardı sizde; sizin aslınız da, dalınız da hile suyuyla yoğrulmuş ve düşünceleriniz onunla güçlenmiştir. Siz, bakanların genzini yırtan en habis meyvelersiniz ve gasıpların sizi midesine indirmesi için pek naçiz lokmalarsınız! Bilmiş olun ki, bu zinazade oğlu zinazede (İbn-i Ziyad) beni iki şey arasında serbest bırakmıştır; ya kılıcı çekip savaşmalıyım ya da zillet libası giyerek Yezid'e biat etmeliyim. Zillet bizden uzaktır; Allah, Resulü (s.a.a), müminler, iffet eteğinde yetişenler, yiğit ve gayretli insanlar, alçaklara itaat etme zilletini izzetli ölüme tercih etmemize razı olmazlar. Bilmiş olun ki ben, yaru yaverimin az olmasına rağmen sizinle savaşacağım!"


        Daha sonra sözlerine Ferve b. Müseyk-i Muradî'nin şiiriyle devam etti:


        "Muzaffer olur ve düşmanı yenilgiye uğratırsak hiç şaşmayın


        Çünkü biz her zaman galip olmuşuzdur.


        Yenilgiye uğrar, öldürülürsek bu bizden kaynaklanmaz ve korkudan öldürülmüş olmayız.


        Bu demektir ki ecelimiz gelmiş ve feleğin çarkının gereği zafer sırası başkalarına geçmiştir.



        Eğer ölüm birilerinin evinin kapısından ayrılırsa, diğerlerinin kapısına oturacaktır.


        Geçmiş asırlarda insanların öldükleri gibi benim kavmimin büyükleri de sizin elinizle ölüme duçar oldular.


        Eğer padişahlar dünyada kalıcı olsalardı, biz de kalıcı olurduk.


        Eğer büyük insanlar dünyada kalsalardı, biz de kalırdık


        Bizi zemmedenlere de ki: Kendinize gelin ve beyhude bizi yermeyin


        Bizim giriftar olduğumuz ölüme, zemmedenler de müptela olacaklardır."


        Ve şöyle devam etti:


        "Andolsun Allah'a, beni öldürdükten sonra siz de fazla yaşamayacaksınız. Yaşama süreniz, yaya birinin (bineğe) binmesinden fazla olmayacaktır. Günler değirmen taşı gibi dönecek ve sizi değirmen taşının mili gibi perişan edecektir. Babam Ali (a.s), bu haberi ceddim Resulullah'tan (s.a.a) duyup bana nakletmiştir. Şimdi siz dostlarınızla bir araya gelip meşveret edin ki gizlisaklı bir şey kalmasın. Daha sonra beni öldürmeye girişin ve bana mühlet vermeyin! Ben Allah'a tevekkül etmişim. O ki, benim ve siniz Rabbinizdir ve her canlı O'nun kudret kabzasındadır. Şüphesiz, benim Rabbim sırat-ı müstakim üzeredir."


        Hutbeden sonra da o orduyu telin ederek buyurdu:


        "Allah'ım! Onlara yağmur yağdırma, Yusuf'un yılları gibi yıllar yaşat! Sakafî genci onlara musallat kıl ki, ölümün acı şerbetini onlara içirsin. Çünkü onlar bize yalan söylediler ve aldattılar. Sensin bizim Rabbimiz. Sana tevekkül ettik ve dönüşümüz de ancak Senim huzurunadır."


        Daha sonra inip Allah Resulü'nün (s.a.a) "Mürtecez" adındaki atını istedi ve yarenlerini de savaşa hazırladı.


        İmam Muhammed Bâkır'dan (a.s) nakledilen bir hadise göre İmam Hüseyin'in (a.s) ashabı kırk beş süvari ve yüz piyade idi. O hazretin ashabının sayısı hakkında farklı görüşler vardır.


        Ömer b. Sa'd Savaşı Başlatıyor


        Ömer b. Sa'd ileri çıkıp İmam Hüseyin'in (a.s) ashabına doğru bir ok fırlattı ve dedi: "İlk oku benim attığıma dair İbn-i Ziyad'ın yanında tanıklık edin!"


        Bunun ardından Ömer b. Sa'd'ın ordusu ok yağmurunu başlattı.


        İmam Hüseyin (a.s) ashabına buyurdu:


        Allah'ın rahmeti üzerine olsun, kaçınılmaz ölüme doğru kalkın. Şüphesiz ki bu oklar, bu topluluğun size savaş elçileridir.


        İmam'ın ashabından bazıları ok yağmuruyla şehit düştüler. Bu esnada İmam Hüseyin (a.s) elini yüzüne vurup buyurdu:


        "Yahudiler, Allah'ın bir oğlu olduğuna inandıkları için çetin bir azaba duçar oldular; Hıristiyanlar yüce Allah'ı, üçün üçüncüsü kabul ettikleri için Allah'ın gazabına uğradılar; Mecusiler de Allah'ı bırakıp güneş ve aya taptıkları için yüce Allah'ın elim azabına tutuldular. Kendi Peygamberlerinin kızının oğlunu öldürmek için söz birliği eden topluluğa da Allah'ın azabı çok çetin olacaktır. Andolsun Allah'a ki ben, onların istediklerini kabul etmeyecek ve kanımla boyanmış bir hâlde yüce Allah'ın huzuruna çıkacağım."


        Ebu Tahir Muhammed b. Hüseyin Taresî, "Maalim'ud- Din" kitabında İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet eder:


        Babamın şöyle buyurduğunu duydum:


        "Ömer b. Sa'd savaşı başlatmak için İmam Hüseyin'in (a.s) karşısına dikildiğinde yüce Allah, Hüseyin'e (a.s) yardım etmeleri için gökyüzünden bir grup melek indirdi. Bu melekler, İmam Hüseyin'in (a.s) başı üzerinde uçuştular. Sonra İmam Hüseyin (a.s), düşmanlarının bu melekler tarafından yok edilmesini ya da şehit olarak Allah'ın huzuruna varmayı seçmek arasında serbest bırakıldı. İmam Hüseyin (a.s) de şehit olarak Allah'ın huzuruna çıkmayı kabul etti."


        Şimdi İmam Hüseyin (a.s) bağırarak şöyle demekteydi:


        "Allah rızası için bize yardım edecek kimse yok mu? Allah Resulü'nün (s.a.a) Ehlibeyt'ini ve ailesini düşmanlardan koruyacak kimse yok mu?"


        Hürr b. Yezid-i Riyahî bunu duyduktan sonra Ömer b. Sa'd'ın yanına gelip sordu: "Gerçekten onunla savaşacak mısın?"


        Ömer b. Sa'd dedi: "Andolsun Allah'a, hem de öyle bir savaşacağım ki, başlar uçacak ve kollar bedenlerden ayrılacaktır!"


        Hürr bunu duyunca ordudan ayrılıp bir köşeye çekildi. Bütün bedeni titriyordu.


        Muhacir b. Avs şöyle seslendi: "Ey Hürr, senin bu durumun beni şüpheye düşürdü. Bana, 'Kûfe'deki en cesur adam kimdir?' diye sorulacak olsaydı, senin dışında birinin adını ağzıma almazdım. Niye titriyorsun?"


        Hürr, "Andolsun Allah'a, kendimi cennet ile cehennem arasında görüyorum. Allah'a yemin ederim ki, lime lime doğranıp yakılsam bile hiçbir şeyi cennete tercih etmeyeceğim!" dedi ve İmam Hüseyin'in (a.s) huzuruna varmak için atını mahmuzladı.


        İki elini başının üstüne koydu ve "Allah'ım, senin dergahına yöneldim; benim tövbemi kabul et! Çünkü ben, Senin dostlarını ve Peygamber'inin kızının evlatlarını korkuttum." diyerek İmam Hüseyin'e (a.s) arz etti:


        Canım feda olsun sana! Seni inciten ve Medine'ye dönmene engel olan adamım ben. İşi buraya vardıracaklarını bilmiyordum. Şimdi Allah'ın huzuruna dönüyorum. Tövbem kabul edilir mi?


        İmam Hüseyin (a.s) buyurdu:


        Evet, Allah senin tövbeni kabul buyuracaktır. İn atından!


        Hürr dedi:


        Senin yolunda at üzerinde savaşmam, piyade savaşmamdan daha iyi olur. Çünkü nasıl olsa attan düşürüleceğim. Senin yolunu kesen ilk kişi ben oldum; izin buyursan, yolunda ilk ölen de ben olmak ve böylece kıyamet günü ceddin Resulullah (s.a.a) ile tokalaşanlardan olmak istiyorum.


        Müellif şöyle diyor:


        Hürr'ün amacı o andan itibaren ilk şehit unvanını almaktı. Çünkü Hürr'den önce bir grup Hüseyin (a.s) dostu ok yağmuruyla öldürülmüştü. Bu hususta bir çok hadis mevcuttur.


        İmam Hüseyin (a.s), Hürr'ün bu isteğini kabul etti. Hürr, bir kahraman gibi savaşarak düşmanın meşhur savaşçılarından birkaçını öldürdü ve sonra da şehit düştü.


        Hürr'ün naaşı İmam Hüseyin'in (a.s) yanına getirildi. İmam (a.s), bir yandan onun yüzündeki toprakları siliyor ve bir yandan da, "Annenin sana verdiği adın gibi sen, hem dünyada, hem de ahirette özgür/erkinsin." diyordu.


        Tarihçiler şöyle diyor: Zahit ve ibadet düşkünü olarak tanınan Büreyr b. Hüzeyr çıkmıştı, savaş meydanına. Yezid b. Ma'kil onunla savaşmak için meydana koştu. Birbirleriyle lanetleşerek batılda olan tarafın, diğeri eliyle öldürülmesini arzu ettiler.


        Bu anlaşmayla savaşa başladılar. Büreyr onu öldürdü ve şehit edilinceye kadar da savaşı sürdürdü.


        Ondan sonra Vahab b. Cenah-i Kelbî meydana çıkıp yiğitçe savaştı, ciddiyetle cihat etti ve sonra kendisiyle birlikte Kerbela'da bulunan anne ve ailesinin yanına döndü ve "Canım anam, benden razı oldun mu?" dedi.


        Anası, "Hüseyin (a.s) uğrunda öldürülmedikçe senden razı olmayacağım!" dedi.


        Vahab'ın eşi şöyle dedi: "Seni Allah'a ant veriyorum; kalbimi incitme ve beni musibetinle yüz yüze bırakma!"


        Anası dedi: "Canım oğlum! Onun sözlerine kulak asma; dön ve Peygamber evladı uğrunda savaş ki, kıyamet günü de ceddinin şefaatinden faydalanasın."


        Vahab meydana dönüp savaştı ve iki kolu da bedeninden koparıldı. Vahab'ın eşi eline bir çadır direği alarak onun yanına geldi ve "Babam da anam da sana feda olsun! Kalk; Allah Resulü'nün (s.a.a) pak Ehlibeyt'i ve ailesi uğrunda savaş!" dedi.


        Vahab, eşini kadınların yanına göndermek istediyse de eşi, "Ölmedikçe geri dönmem!" dedi.


        İmam Hüseyin (a.s) buyurdu:


        Ehlibeyt'ime yardım ettiğiniz için Allah sizi hayırla mükâfatlandırsın. Kadınların yanına dön!


        Vahab'ın eşi geri döndü, ama Vahab şehit edilinceye dek savaştı.


        Vahab'tan sonra Müslim b. Avsece meydana çıktı. Büyük bir fedakarlıkla savaştı, zorluklara katlandı ve belalar karşısında sabretti ve sonuçta atından düşürüldü. Henüz ölmemişti. İmam Hüseyin (a.s) Habib b. Mezahir ile birlikte onun yanına geldi.


        İmam (a.s), "Müslim, Allah seni bağışlasın!" dedi ve şu ayeti okudu:


        İnananlardan öyle erler var ki Allah'a verdikleri sözde sadakat gösterirler; onlardan kimisi, adağını ödedi, kimisi de beklemede ve onlar sözlerini, özlerini hiçbir surette değiştirmediler.


        Habib, Müslim'in yanına sokulup "Senin öldürülmen bana çok ağır gelir, bilesin. Fakat gittiğin yer cennettir; müjdeler olsun!" dedi.


        Müslim zayıf bir sesle dedi: "Allah seni hoşnut etsin ve hayırla müjdelesin!"


        Habib dedi: "Eğer senden sonra öldürüleceğime emin olmasaydım, her vasiyetini baha etmeni isterdim."


        Müslim, İmam Hüseyin'i (a.s) işaretle dedi: "Ona yardım etmeni vasiyet ediyorum. Onun uğrunda ölünceye kadar savaş!"


        Habib dedi: "Senin vasiyetine uyacak ve gözlerini aydınlatacağım!"


        Habib'in bu sözünden sonra Müslim son nefesini verdi.


        Amr b. Kırta-i Ensarî öne çıkıp İmam Hüseyin'den (a.s) savaş izni istedi ve İmam Hüseyin (a.s) de izin verdi.


        Amr, mükâfat arzusu çekenler gibi savaştı. İbn-i Ziyad'ın ordusundan bazılarını öldürdü, söz ve cihat dürüstlüğünü bir arada toplayarak o zalim güruha karşı savaştı. İmam Hüseyin'e (a.s) atılan her oka kendi elini siper etti ve savrulan her kılıcı kendi bedenine aldı. Son nefesine kadar İmam'ın (a.s) mukaddes bedenine bir zarar gelmesine engel oldu. Bilahare aldığı yaralarla zayıf düştü. İmam Hüseyin'e (a.s) taraf dönüp dedi: "Ey Resulullah'ın (s.a.a) evladı, ahdime vefa edebildim mi?"


        İmam Hüseyin (a.s) buyurdu:


        Evet, sen benden önce cennete gidiyorsun. Ceddim Resulullah'a (s.a.a) selamımı ilet ve benim de birazdan geleceğimi söyle!


        Amr yeniden savaşa başladı ve sonunda şehit düştü.


        Ondan sonra Ebu Zer'in zenci kölesi Cevn öne çıktı. İmam Hüseyin (a.s) buyurdu:


        Ben sana izin verdim; git buradan ve kendini kurtar! Sen bizimle buralara kadar geldin ki rahat içinde olasın; şimdi kendini ölüme atma!


        Cevn, "Ey Peygamber evladı, rahatlıkta sizin sofranızdan yemek ve zorluklarda da sizi yalnız bırakmak olmaz. Bedenim kötü kokar, soyum değersiz insanlara dayanır ve rengim de siyahtır. Ebedi cennetin huzuruna kavuşturun beni ki güzel kokayım, soyum şeref kazansın ve yüzüm ak olsun. Size minnettar olurum! Andolsun Allah'a, bu siyah kanımı o temiz kanlarınıza katmadıkça sizden ayrılmam!" dedikten sonra savaştı ve şehadete ulaştı.


        Ondan sonra Amr b. Halid-i Saydavî, İmam Hüseyin'in (a.s) yanına gelerek dedi:


        Canım feda olsun sana ey Hüseyin (a.s)! Senin dostlarına katılmaya kararlıyım; onlardan geri kalmak ve Ehlibeyt'inin arasında yaru yaversiz öldürüldüğünü görmek istemiyorum.


        İmam Hüseyin (a.s) buyurdu:


        Haydi davran! Birazdan biz de size katılacağız.


        Amr saldırdı ve biraz savaştıktan sonra şehit düştü.


        Hanzele b. Sa'd Şamî İmam Hüseyin'in (a.s) karşısına gelip yüzünü ve göğsünü kılıç, ok ve mızraklara siper ederek dedi:


        Ey kavmim! Ben, bir bölük ümmetin uğradıkları azaba uğrayacaksınız diye korkuyorum; Nuh, Âd ve Semud kavimlerine ve onlardan sonrakilere olduğu gibi ve Allah kullarına zulmetmeyi istemez. Ve ey kavmim, ben, o feryad-ü figan, o boşuna bağırıp söylenme günündeki hâlinizden korkuyorum; o gün, bir gündür ki arkanızı dönüp kaçacaksınız, ama doğru cehenneme gideceksiniz ve Allah'ın azabından sizi bir kurtaran olmayacaktır.


        Bu azap ayetlerini okuduktan sonra şunları ekledi:


        Ey kavmim, Hüseyin'i öldürmeyin! Çünkü Allah bir azap göndererek helak eder sizi. Şüphe yok ki Allah'a iftira eden hüsrandadır.


        Bundan sonra da İmam Hüseyin'in (a.s) yüzünden öptü ve şöyle dedi:


        Rabbimize koşmayalım mı, kardeşlerimize katılmayalım mı?


        İmam Hüseyin (a.s) buyurdu:


        Evet, dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha hayırlı olana koş! Ezelî ve ebedî Sultan'a git!


        Hanzele yiğitçe ve mertçe vuruştu; zorlukları sineye çekti ve nitekim o da şehit edildi.


        Öğle namazı vakti gelmişti. İmam Hüseyin'in (a.s) emriyle Züheyr b. Kayn ve Said b. Abdullah, kalan adamların yarısını alarak İmam Hüseyin'in (a.s) önünde bir saf oluşturdular. İmam Hüseyin diğer dostlarıyla birlikte (korku hâlinde) namaz kıldı.


        Tam bu sırada düşman tarafından İmam Hüseyin'e (a.s) doğru bir ok fırlatıldı. Said b. Abdullah, İmam Hüseyin'in (a.s) önünde durarak gelen oklara kendini siper etti. Aldığı ok yaraları sonucu yere düşerken şunları diyordu:


        Allah'ım! Bu topluluğa lanet et; Âd ve Semud kavmini azaplandırdığın gibi bunları da azaplandır. Selamımı Peygamber'ine ilet ve bedenime isabet eden yaralardan haberdar et. Senin Peygamber'inin evladına yardım etmekle senin sevap ve mükâfatını kazanmak istedim.


        Bunu dedi ve şehit düştü. Kılıç ve mızrak yaraları dışında bedenine on üç ok isabet etmişti.


        Ondan sonra, çok namaz kılan ve erdemler sahibi bir insan olan Süveyd b. Amr b. Ebi Muta' meydana çıkıp cesur bir arslan gibi savaştı; zorluklara göğüs gerdi; acılara katlandı ve nitekim aldığı yaralar sonucu öldürülenlerin arasına düşüp öylece hareketsiz kaldı. İbn-i Ziyad ordusundan gelen "Hüseyin öldürüldü!" sözünü duyunca, bütün gücünü toplayarak ayakkabısından çıkardığı bir bıçakla yeniden savaşa başladı ve şehit edildi.


        Bu olayı anlatan adam şöyle diyor:


        İmam Hüseyin'in (a.s) ashabı, o hazrete yardım ederek şehit düşmek için birbirleriyle yarışıyorlardı adeta. Bir şair de onların bu hâlini şöyle dile getirmiştir:


        Hüseyin'in (a.s) ashabı o kimselerdir ki


        Belaları defetmek için çağrıldıklarında


        Mızraklı ve sırt sırta veren silahlı düşmanlara aldırmaksızın


        Böyle tehlikeli bir anda cesur kalplerini zırhlarının üstüne giyerek ölümün ağzına atılırlar.

        Ali Ekber'in Yiğitliği

        İmam Hüseyin'in (a.s) vefalı ashabının mukaddes naaşları paramparça olmuş hâlde toprak üstünde yatmaktaydı. Şimdi Ehlibeyt'ten başka kimse kalmamıştı. İmam Hüseyin'in (a.s), cemal ve ahlak olarak herkesten daha güzel olan oğlu Ali, İmam'ın (a.s) huzuruna varıp savaşmak için izni istedi. İmam Hüseyin (a.s), duraksamaksızın izin verdikten sonra ümitsizce baktı durdu; iradesi dışında gözyaşları damla damla süzüldü ve şöyle dedi:

        "Allah'ım! Şahit ol, bu orduya karşı öyle bir genç gidiyor ki boy, ahlak ve konuşma tarzıyla Peygamber'ine (s.a.a) çok benziyor. Biz Peygamber'i arzuladığımızda ona bakardık."

        Sonra da Ömer b. Sa'd'a dönerek yüksek sesle şöyle buyurdu:

        "Ey Sa'd'ın oğlu, benim soyumu kuruttuğun gibi Allah da senin soyunu kurutsun!"

        Ali b. Hüseyin (a.s) düşmana yaklaşıp kanlı bir savaşa girişmişti. Düşman ordusundan bir grubu öldürdükten sonra babasının yanına dönerek şöyle dedi:

        Babacığım! Susuzluk beni öldürmek üzeredir ve bu demirlerin ağırlığı da bir yandan beni zorlamaktadır; bir içimlik su verebilir misin?

        İmam Hüseyin (a.s) ağlayarak buyurdu:

        Aziz oğlum, dön ve savaş! Çünkü artık ceddin Muhammed'in (s.a.a) huzuruna varmana ve onun elinden tas dolusu su içmene çok az bir zaman kaldı. Artık asla susamayacaksın.

        Ali Ekber savaş meydanına döndü. Canından el çekip şehitliğe hazırlandı. Çok ağır bir saldırıya geçti. Ansızın Münkiz b. Mirra-i Abdî (Allah'ın laneti ona olsun) onu nişan alarak bir ok fırlattı. Ali Ekber aldığı ok yarasıyla savunma gücünü kaybedip yere düştü ve yüksek sesle şöyle dedi:

        Canım babam! Benden selam olsun sana. Bu ceddim Muhammed'dir (s.a.a); sana selam yolluyor ve "Bize çabuk gel!" diyor.

        Bir kez daha feryat etti ve can verdi. İmam Hüseyin (a.s), oğlunun cansız bedeninin yanına gelerek yüzünü onun yüzüne dayadı ve şöyle buyurdu:

        Seni öldürenleri Allah öldürsün, ne kadar da Allah'a karşı küstahlık ve Resul'üne (s.a.a) de saygısızlık ettiler! Senden sonra dünyanın başına kül olsun!

        Olayı aktaran şahıs şöyle der: Hz. Zeyneb (s.a) kadınların çadırından çıkıp, "Ey habibim, ey kardeşimin oğlu!" dedi ve meydana doğru koşmaya başladı. Ali Ekber'in yanına geldiğinde kendini, o pare pare naaşın üstüne attı.

        İmam Hüseyin (a.s), Hz. Zeyneb'i (s.a) geri gönderdi. Bundan sonra Ehlibeyt gençleri birbiri ardınca meydana çıkıp savaştılar. Onlardan bir grubu şehit olunca, İmam Hüseyin (a.s) yüksek sesle dedi:

        Amca oğullarım ve ehlibeytim, sabırlı olun! Andolsun Allah'a, bu günden sonra artık asla horlanmayacaksınız.

        Kasım b. Hasan'ın (a.s) Savaşı

        Şöyle rivayet edilmiştir: Yüzü ay parçası gibi olan bir genç meydana çıkıp savaşmaya başladı. İbn-i Fuzeyl-i Azdî (Allah'ın laneti ona olsun) bir kılıç darbesiyle onun başını yardı. Genç yüz üstü düşerek "Amcacığım!" diye bağırdı. İmam Hüseyin (a.s) bir şahin gibi meydana atıldı ve öfkeli bir arslan gibi orduya saldırdı. İbn-i Füzeyl'e bir kılıç savurdu. İbn-i Füzeyl elini siper edince kolu dirsekten koptu. Öyle bir bağırdı ki, sesi İbn-i Ziyad'ın ordusu tarafından duyuldu. Kûfe ordusu onu kurtarmak için saldırıya geçti. Ancak o atların nalı altında kalıp öldü.

        Etrafındaki tozduman yatışınca İmam Hüseyin'in (a.s), can vermekte ve ayağını yere sürmekte olan o gencin başı üstünde durduğunu gördüm. İmam Hüseyin (a.s) buyurdu:

        "Allah'ın rahmetinden uzak olsun seni katledenler! Kıyamet günü ceddin ve baban onlarla husumet edecektir. Andolsun Allah'a, amcanı seslediğinde cevap verememesi veya cevap vermesinin sana faydalı olmaması amcana çok ağır gelir. Bugün öyle bir gün ki, amcanın düşmanı çok ve dostu ise azdır."

        Sonra da o genci bağrına bastı ve alıp Ehlibeyt şehitlerinin yanına bıraktı.

        İmam Hüseyin (a.s), gençlerinin ve dostlarının öldürülüp yerde yattığını görünce Allah yolunda şehit olmak ve fedakârlık göstermek için hazırlandı ve yüksek sesle buyurdu:

        "Allah Resulü'nün (s.a.a) Ehlibeyt'inden düşmanları uzaklaştıracak biri yok mu? Bizim hakkımızda Allah korkusu taşıyan bir müvahhit yok mu? Allah rızası için bize yardım edecek kimse yok mu?"

        Çadırlarda bulunan kadınların bunu duymasının ardından bir kıyametti, koptu. Ağlamalar, sızlamalar başladı.

        İmam Hüseyin (a.s) çadırın önüne gelip Hz. Zeyneb'e (s.a) buyurdu: "Küçük oğlumu getir de vedalaşayım."

        Çocuğunu ellerinin üstüne alıp öpmek istedi, ansızın Harmelet b. Kahil-i Esedî (Allah'ın laneti ona olsun) bir ok fırlattı. Bu ok çocuğun boğazına saplandı ve ölmesine neden oldu. İmam Hüseyin (a.s), Hz. Zeyneb'e (s.a) "Çocuğu tut!" buyurdu ve kendisi de ellerini çocuğun boğazından akan kanla doldurup gökyüzüne serpiyor ve şöyle diyordu:

        Bu musibetler benim için kolaydır; çünkü Allah yolundadır ve Allah bunları görmektedir.

        İmam Muhammed Bâkır (a.s) şöyle buyurmuştur:

        İmam Hüseyin'in (a.s) gökyüzüne serptiği kanın bir damlası dahi yere düşmemiştir!



        Alemdar Abbas'ın Destan ve Şehadeti


        İmam Hüseyin (a.s) çok susamıştı. Kardeşi Alemdar Abbas ile birlikte Fırat nehrinin yanına geldi. Ömer b. Sa'd'ın ordusu harekete geçerek onlara engel oldu. Darumoğulları kabilesinden biri İmam'a (a.s) bir ok fırlattı. Ok İmam'ın (a.s) ağzına isabet etti. İmam Hüseyin (a.s), oku çıkarıp elini akan kanın altına tuttu. Eli kanla dolunca döküp buyurdu:

        "Allah'ım! Senin Peygamber'inin kızının oğluna yapılan bu zulümleri sana şikâyet ediyorum."

        Ömer b. Sa'd'ın ordusu İmam Hüseyin (a.s) ile Alemdar Abbas'ın arasına girerek onları birbirlerinden ayırdı. Her taraftan Alemdar Abbas'ın etrafını sarıp şehit ettiler.

        İmam Hüseyin (a.s), Abbas'ın şehadetinde çok ağladı. Bu hususta bir Arap şairi şöyle demiş:

        İnsanlar arasında ağlanmaya en layık olan, Kerbela'da Hüseyin'i (a.s) ağlatan gençtir.

        O, Hüseyin'in kardeşi ve babasının oğlu Eb'ul Fazl'dır.

        O ki Hüseyin'e karşı canıyla eşit davrandı ve hiç bir şey onu bundan vazgeçiremedi.

        Susuzluğun kavurduğu bir anda Fırat'a girdi ama Hüseyin susuz olduğu için ondan içmedi.

        Şehitler Efendisi İmam Hüseyin (a.s) Savaşa Çıkıyor

        Bu olaydan sonra İmam Hüseyin (a.s) orduyu savaşa çağırdı. Savaşmak için gelen herkesi öldürüyor ve buyuruyordu:

        Zillettense öldürülmek daha iyi, zillet ise cehennem ateşine girmekten evladır!

        Olayı rivayet edenlerden biri şöyle der:

        Andolsun Allah'a! Oğulları, Ehlibeyti ve ashabı öldürüldüğü ve kendisi de düşman ordusu tarafından kuşatıldığı hâlde Hüseyin (a.s) kadar cesur davranan birini hiç görmemiştim. Düşman saldırdıkça, İmam Hüseyin (a.s) kılıcına sarılıp düşmana saldırıyordu ve onlar da kurt saldırısına uğrayan koyun sürüsü gibi dağılıyordu. İmam Hüseyin (a.s), sayıları otuz bini bulan o orduya saldırdığında, insan görüp de uçuşan çekirgeler gibi İmam Hüseyin'in (a.s) karşısından kaçışıyorlardı. Daha sonra İmam Hüseyin (a.s) merkezine dönüyor ve sesleniyordu:

        Allah'ın dışında güç ve kuvvet yoktur!

        İmam Hüseyin (a.s) durmadan savaştı ve sonuçta Kûfe ordusu, İmam (a.s) ile Ehlibeyt'in bulunduğu çadırların arasına girdi. İmam Hüseyin (a.s) bunu görünce şöyle buyurdu:

        "Yazıklar olsun size, ey Ebu Süfyanoğulları havarileri! Dine inanmıyor ve ahiretten de korkmuyor olsanız bile en azından dünyanızda özgür insanlar olun."

        Şimr (l.a): "Ey Fatıma'nın (s.a) oğlu, ne diyorsun sen?"

        İmam Hüseyin (a.s):

        "Ben sizinle savaşıyorum ve siz de benimle. Kadınların bunda suçu ne? Hayatta olduğum sürece içinizdeki serkeş, cahil ve zalimlerin benim haremime saldırmalarına izin vermeyin!"

        Şimr: "Bunu kabul ettik."

        Sonra da savaşmak ve İmam Hüseyin'i (a.s) öldürmek için hazırlandılar. Karşılıklı olarak her iki taraf saldırıya geçti. İmam Hüseyin (a.s) bir içimlik su istedi, fakat bunu esirgediler. Yetmiş iki yara alan İmam (a.s) biraz dinlenmek için durdu. Bu sırada bir taşın alnına isabet etmesiyle alnından kan aktı. İmam Hüseyin (a.s) elbisesinin eteğini tutarak alnını temizlemek isterken üç başlı zehirli bir ok gelip kalbine saplandı. İşte bu esnada İmam Hüseyin (a.s) dedi:

        "Bismillahi ve billahi ve ala milleti Resulillah."

        Sonra da başını gökyüzüne çevirip dedi:

        "Allah'ım, bu ordu öyle birini öldürüyor ki onun dışında bir peygamberin kızının oğlu yeryüzünde mevcut değildir!"

        İmam Hüseyin (a.s), göğsüne saplanan oku sırtından çıkardı. Oluk oluk kan akmaya başladı. İmam (a.s) artık savaş gücünü kaybetmişti. İmama (a.s) yaklaşan herkes, Allah katında Hüseyin'in (a.s) kanını boynuna almamak için uzaklaşıyordu. Kinde kabilesinden Malik b. Yusr (Allah'ın laneti ona olsun) diye bilinen biri, İmam Hüseyin'in (a.s) yanına gelerek hakaret etmeye başladı ve kılıcını Hüseyin'in (a.s) başına indirdi. Kılıç, imameyi parçalayıp İmam'ın (a.s) başını yaraladı. İmam'ın (a.s) başındaki imame kanla boyandı. İmam (a.s) bir mendil istedi ve başına bağladı. Bir başlık istedi ve başına koydu. Sonra imamesini de onun üstüne bağladı.

        İbn-i Ziyad'ın ordusu biraz duraksadıktan sonra yeniden gelip Hüseyin'in (a.s) etrafını sardı.

        Abdullah b. Hasan'ın (a.s) Şehadeti


        Henüz ergenlik çağına girmeyen Abdullah b. Hasan b. Ali (a.s), kadınların çadırından çıkıp İmam Hüseyin'in (a.s) yanında durdu. Hz. Zeyneb (s.a) onu korumak için atıldı, fakat Abdullah şiddetle geri dönmekten sakındı ve şöyle dedi: "Andolsun Allah'a, amcamdan ayrılmayacağım!" Bu esnada Ebher b. Ka'b, bir rivayete göre de Harmele b. Kahil (Allah'ın laneti onlara olsun) kılıcını Hüseyin'e (a.s) savurdu.

        Abdullah, "Yazıklar olsun sana ey haramzâde, amcamı öldürmek mi istiyorsun?" dedi ve inmekte olan kılıca kolunu siper etti. Abdullah'ın kolu kesilmişti ve "Vay anam!" diye bağırıyordu. İmam Hüseyin (a.s), Abdullah'ı kucaklayıp bağrına bastı ve buyurdu:

        "Ey kardeş oğlu, bu musibete dayan ve Allah'tan hayır dile! Çünkü Allah seni salih babalarına kavuşturacaktır."

        Aniden Harmele b. Kahil bir ok fırlatarak Abdullah'ı, amcası Hüseyin'in (a.s) kucağında katletti. Bu olaydan sonra Şimr b. Zi'lCûşen (Allah'ın laneti ona olsun) çadırlara saldırarak çadırları mızrağıyla deldi ve dedi: "Ateş getirin, çadırları içindekilerle birlikte yakacağım!"

        İmam Hüseyin (a.s) buyurdu:

        Ey Zi'l Cûşen'in oğlu, ehlibeytimi yakmak için mi ateş istiyorsun? Allah da seni cehennem ateşiyle yaksın!

        Şebs müdahale edip bu işinden dolayı Şimr'i azarladı. Şimr (Allah'ın laneti ona olsun) utanıp vazgeçti.

        İmam Hüseyin (a.s) buyurdu:

        "Elbisemin altından giymem için kimsenin rağbet etmeyeceği bir elbise getirin, ki bedenim çıplak kalmasın!"

        Küçük ve dar bir elbise getirdiler. İmam Hüseyin (a.s) dedi:

        Ben bunu giymem| çünkü bu, aşağılık insanların giysisidir.

        Eski bir elbise aldı ve parçalayıp elbisesinin altından giydi. Yemen kumaşından bir elbise daha istedi ve onu da parçalayarak giydi. Aslında İmam Hüseyin (a.s), şehit edildikten sonrasını düşünerek onu parçalayarak giymişti ki üstünden çıkarmasınlar.

        İmam Hüseyin'in (a.s) şehadetinden sonra Ebher b. Ka'b (Allah'ın laneti ona olsun) gelip o elbiseye tamah salıp İmam'ın (a.s) üstünden çıkardı. Ebher b. Ka'b yaptığının cezasını sonraları gördü. Yaz mevsiminde her iki kolu da kuru çubuk gibi kuruyor ve kış olduğunda ise normal haline dönüyordu. Bu defa da sürekli olarak kollarından irin ve kan akıyordu. Ölünceye kadar böyle yaşadı.

        Rivayet şöyledir: Her taraftan fırlatılan düşman okları İmam Hüseyin'in (a.s) bedenine saplanmıştı. Salih b. Vahab b. Mezeni (Allah'ın laneti ona olsun), tümüyle gücünü kaybeden İmam Hüseyin'e (a.s) yaklaşarak elindeki mızrağını böğrüne sapladı. İmam (a.s) atının üstünde duramayıp sağ tarafından ve yüz üstü yere düştü. İmam Hüseyin (a.s) "Bismillahi ve billahi ve ala milleti Resulillah (s.a.a)!" diyordu. İmam Hüseyin (a.s) gücünü toplayıp yerden kalkmıştı ki Hz. Zeynep (s.a) çadırdan dışarı çıktı ve gördüğü durum karşısında şöyle diyordu:

        Vay kardeşim, vay efendim, vay ehlibeytim! Keşke gökyüzü yerde parçalansaydı! Keşke dağlar paramparça olup yere serilseydi!

        Bu sırada Şimr (Allah'ın laneti ona olsun), orduya bağırarak "Ne bekliyorsunuz? Neden Hüseyin'in işini bitirmiyorsunuz?" dedi.

        Ordu her taraftan hücuma geçti. Zer'a b. Şerik (Allah'ın laneti ona olsun), İmam Hüseyin'in (a.s) sol omzuna bir kılıç indirdi. İmam (a.s) da kılıcını ona saplayarak öldürdü. Başka biri, kılıçla İmam'ın (a.s) sırtından vurdu ve İmam (a.s) yüz üstü yere düştü. Buna rağmen kalkmak istiyor ama bitkinliğinden kalkamıyordu.

        Senan b. Enes-i Nehaî (Allah'ın laneti ona olsun), mızrağını önce İmam'ın (a.s) boğazına sonra da göğsüne sapladı. Bunun ardından da İmam'ın (a.s) boğazını nişan alarak bir ok fırlattı.

        İmam Hüseyin (a.s), okun boğazına isabet etmesiyle yere yığıldı. Kısa bir süre sonra kalkıp oturdu ve boğazındaki oku çıkardı. Her iki elini akan kanın altında tuttu. Ellerinde toplanan kanı başına ve yüzüne akıttı ve şöyle buyurdu:

        Hakkım gasp edilmiş ve kanıma belenmiş bir hâlde Allah'ın huzuruna çıkacağım!

        Ömer b. Sa'd (Allah'ın laneti ona olsun), sağında duran birine, "Yazıklar olsun sana! İn ve Hüseyin'i (a.s) rahatlat!" dedi.

        Havli b. Yezid-i Esbahî (Allah'ın laneti ona olsun), İmam'ın (a.s) başını kesmek istedi, ama bedenine bir titreme düştü ve geri döndü.

        Senan b. Enes-i Nehaî (Allah'ın laneti ona olsun) atından inerek kılıcını İmam'ın (a.s) boğazına indirirken şöyle dedi: "Andolsun, senin başını bedeninden ayıracağım ve şunu da biliyorum ki sen hem Peygamber evladı, hem de anne ve baba yönünden herkesten üstünsün!"

        Sonra da başını bedeninden ayırdı. Bu hususta şair şöyle demiş:
        Hangi musibet Hüseyin'in (a.s) musibetiyle kıyaslanabilir.

        O gün Senan b. Enes'in (Allah'ın laneti ona olsun) cinayetkâr ve habis elleri, Hüseyin'i (a.s) öldürüp başını bedeninden ayırdı.

        Ebu Muhammed b. Hasan Taresî "Maalim'ud-Din" kitabında İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet eder:

        "Hüseyin'in (a.s) öldürüldüğü gün melekler haykırırcasına, 'Allah'ımız! Bu öldürülen, senin seçkin kulun ve Peygamber'inin kızının oğlu Hüseyin'dir!' Yüce Allah, İmam-ı Zaman Hz. Mehdi'nin (a.s) yüzünü onlara göstererek, 'Hüseyin'in intikamını, bunun eliyle alacağım!' buyurdu."

        Tarihte bildirildiğine göre Muhtar b. Ebu Übeyde-i Sakafî, Senan b. Enes'i (Allah'ın laneti ona olsun) yakalayıp parmaklarını boğum boğum, sonra el ve ayaklarını kesip büyük bir kazanı zeytin yağıyla doldurarak kaynattı. Sonra da onu kazana attı ve böyle öldürdü.

        İmam Hüseyin'in (a.s) şehit edildiği günü anlatan şahıs şöyle devam etmektedir: Birden karanlık ve katı bir toz kütlesi kapladı gökyüzünü. Karanlık çöktüğünde kızıl bir yel esti ve gözler hiçbir şeyi görmez oldu. Bir ara İbn-i Ziyad'ın ordusu azap indiğini sandı. Bir süre bu durum devam etti ve sonra hava aydınlanmaya başladı.

        İmam Hüseyin'in (a.s) Son Anları

        Hilal b. Nafi şöyle rivayet eder:

        Ben Ömer b. Sa'd'ın ordusuyla durmuştum. Biri gelip şöyle dedi: "Ey emir, müjdeler olsun sana! Şimr, Hüseyin'i öldürdü!"

        Hemen ordudan ayrılıp can vermekte olan Hüseyin'in (a.s) karşısında durdum. Andolsun Allah'a ki, bu güne kadar ondan daha güzel yüzlü kanına belenmiş bir şehit görmemiştim! Yüzünün nuru ve görünüm güzelliği karşısında onun şehit edildiğini düşünemedim bile. İmam Hüseyin (a.s) henüz su istiyordu.

        Birinin şöyle dediğini duydum: "Andolsun Allah'a, suyu tadamayacaksın ve ancak cehenneme gidip kaynar suyundan içeceksin!"

        İmam Hüseyin (a.s) buyurdu:

        "Ben ceddim Resulullah'ın (s.a.a) nezdine ve cennetteki makamına gideceğim; cennetin zülal suyundan içeceğim. Bana yaptığınız zulümleri de ceddime şikâyet edeceğim!"

        Hilal devamla şöyle diyor:

        Ordu bu sözü duyunca, öyle hiddetlendi ki, sanki Allah hiçbirinin kalbinde acıma duygusu yaratmamıştı. İmam Hüseyin (a.s) onlarla konuşurken başını bedeninden ayırdılar. Acımasızlığından bu denlisinden hayrete düşmüştüm. Şöyle dedim: "Andolsun Allah'a, sizinle birlikteliğim artık bitmiştir."

        Daha sonra Ömer b. Sa'd'ın ordusu Hüseyin'in (a.s) elbiselerini çıkarmaya giriştiler; gömleğini İshak b. Harbe-i Hazremî (Allah'ın laneti ona olsun) alıp giydi ve çopur hastalığına yakalandı; bedenindeki tüyler döküldü.

        Rivayet edildiğine göre o hazretin gömleğinde yüz on dokuza yakın kılıç, ok ve mızrak yarası vardı.

        İmam Cafer Sadık (a.s), Hüseyin'in (a.s) bedeninde otuz üç mızrak ve otuz dört kılıç yarası görüldüğünü buyurmuştur.

        Ebhar b. Ka'b-i Temimî (Allah'ın laneti ona olsun), Hüseyin'in (a.s) gömlek altına giydiği elbiseyi aldı. Onu aldıktan sonra felç olduğu rivayet edilmiştir.

        Ahnes b. Mursid b. Alkame veya bir başka rivayete göre de Cabir b. Yezid-i Avdî (Allah'ın laneti onlara olsun), Hüseyin'in (a.s) imâmesini alıp başına bağladıktan sonra delirdi.

        Esved b. Halid (Allah'ın laneti ona olsun), Hüseyin'in (a.s) ayakkabılarını götürdü.

        Becdel b. Selim-i Kelbî (Allah'ın laneti ona olsun), Hüseyin'in (a.s) parmağını keserek yüzüğünü aldı.

        Muhtar Sekafî kıyam ettikten sonra Becdel b. Selim'i tutup her iki el ve ayağını kestikten sonra öylece ölüme terketti.

        Kays b. Eş'as (Allah'ın laneti ona olsun), Hüseyin'in (a.s) kadife giysisini aldı.

        Ömer b. Sa'd (Allah'ın laneti ona olsun), Hüseyin'in (a.s) Betra adındaki zırhını aldı.

        Muhtar kıyam ettiğinde bu zırhı, Ömer b. Sa'd'ı öldüren Ebu Ümre'ye bağışladı.

        Cemi b. Hakl-i Avdî veya bir başka rivayete göre Temimoğulları kabilesinden Esved b. Hanzele (Allah'ın laneti onlara olsun), Hüseyin'in (a.s) kılıcını aldı.

        İbn-i Ebî Es'ad'ın rivayetinde ise, Hüseyin'in (a.s) kılıcını Felafes-i Nahşelî'nin (Allah'ın laneti ona olsun), aldığı söylenmiştir.

        Muhammed b. Zekeriyya bu rivayeti naklettikten sonra şöyle der: "O kılıç Nahşelî'den sonra Habib b. Bedil'in kızına intikal etti."

        Şunu da belirtmek gerekir ki ganimet olarak alınan bu kılıç Zülfikar değildir. Çünkü Zülfikar nübüvvet ve imametin diğer zahireleriyle birlikte korunmuştur. Raviler bunu onaylayarak nakletmişlerdir.

        Çadırların Yağmalanıp Yakılması

        İmam Hüseyin (a.s) şehit edildikten sonra çadırlardan bir kadın çıktı. Biri ona şöyle dedi: "Ey Allah'ın kulu, efendin Hüseyin öldürüldü!" Bunu duyan kadın: "Ağlayarak kadınların yanına döndüm ve beni ağlar gören herkes ağlamaya başladı." der.

        Ömer b. Sa'd'ın ordusu, Peygamber (s.a.a) evlatlarının, Hz. Fatıma'nın (a.s) göz nurlarının mallarını yağma etmek için hızla çadırlara yöneldiler. Kadınların üzerlerindeki örtüleri bile çekip aldılar.

        Peygamber (s.a.a) ailesi, çadırlardan çıkıp şehit edilen koruyucuları ve dostlarına gözyaşı döktüler.

        Hamid b. Müslim şöyle aktarır:

        Berk b. Vâiloğulları'ndan bir kadın kocasıyla birlikte Ömer b. Sa'd'ın ordusundaydı. Ordunun kadınlara, çadırlara saldırdığını ve ele geçirdikleri her şeyi yağma ettiğini görünce, eline bir kılıç alarak çadırlara geldi ve "Ey Berk b. Vâil kabilesi! Gözünüzün önünde Peygamber (s.a.a) kızlarının giysileri yağma ediliyor; nerde gayretiniz, nerde yiğitliğiniz!?" diye bağırdı. Kocası gelip kolundan tuttu ve çadırına götürdü.

        Çadırlar yağmalandıktan sonra ateşle yakıldı. Giysileri yağmalanan Peygamber (s.a.a) ailesi, çadırlardan dışarı çıkarıldılar. Başları açık, yalın ayak, ağlar bir hâlde ve horlanarak esir edildiler.

        Esir edilen Peygamber (s.a.a) ailesi, "Allah aşkına, bizi Hüseyin'e (a.s) götürün!" dediler. İmam Hüseyin'in (a.s) öldürüldüğü yere geldiklerinde şehitleri gördüler. İşte burada yakınma, dövünme ve ağlamalar başladı.

        İmam Hüseyin'in (a.s) Naaşı Yanında

        Şöyle rivayet edilmiştir:

        Müminler Emiri Ali'nin (a.s) kızı Hz. Zeyneb (s.a), kardeşi Hüseyin'in (a.s) naaşı yanında durdu; hazin bir ses ve acı dolu yürekle şöyle dedi:

        "Ey Muhammed (s.a.a)! Ey meleklerin selam gönderdiği yüce ceddim! Bu Hüseyin'dir (a.s); kanına boyanmış ve doğram doğram doğranmış! Bunlar da senin kızlarındır; esir edilmiş. Bu zulümleri Allah'a, Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), Ali Murtaza'ya (a.s), Fatımat'üz-Zehra'ya (a.s) ve Şehitler Efendisi Hamza'ya şikâyet ediyorum. Ey Muhammed! Bu senin Hüseyin'indir; Kerbela'da üryan bırakılmış ve seher yeli toprak serpiyor üzerine. Bu senin Hüseyin'indir; zinazâdelerin zulmüyle öldürülmüş. Aman bu hüzünden, aman bu beladan! Bu gün ceddim Resulullah'ın (s.a.a) dünyadan göçtüğü gündür. Ey Muhammed'in (s.a.a) yarenleri, bu esir götürülenler sizin Peygamberinizin (s.a.a) evlatlarıdır!"

        Başka bir rivayet de Hz. Zeyneb'in (s.a) şöyle dediğini bildirir:

        Ey Muhammed! Kızların esir edildi ve oğulların öldürüldü. Seher yeli o bedenlerin üzerine toprak savurmaktadır şimdi. Bu senin Hüseyin'indir; başı boynundan kesilmiş, imâme ve abasını yağmalanmış. Babam feda olsun ona ki, ordusu pazartesi katledildi ve yağmalandı. Babam feda olsun ona ki, çadırları yakıldı/yıkıldı. Babam feda olsun ona ki, gittiği yolculuktan dönmeyecek ve yaralarına merhem konmayacak. Canım feda olsun ona ki, uğrunda seve seve feda olmak isterdim. Babam feda olsun, acı dolu bir kalple ve susuz olarak dünyadan göçene. Babam feda olsun ona ki, Allah'ın peygamberi Muhammed Mustafa'nın (s.a.a) oğludur. Babam feda olsun hidayet Peygamber'inin (s.a.a) oğluna, Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), Haticet'ül-Kübra'ya, Ali Murtaza'ya (a.s), kadınların yücesi Fatimet'üz-Zeh-ra'ya (s.a) ve namaz kılması için güneş geri döndürülene!


        Kerbela Şehitlerinin Ardından - Kevser Yayıncılık

        EHLADER-Kur'an ve Ehl-i Beyt

        Allah'a emanet olun...

        Yorum


          #19
          Ynt: Peygamberimiz (s.a.a)’in: "Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim.

          BİSMİHİ TEALA
          HAMD ALEMLERİN RABB'İ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN LANETİ DÜŞMANLARININ ÜZERİNE OLSUN
          RABB'İMDEN ECİRLERİNİZİN YÜCE OLMASINI DUA EDERİM

          Selamun Aleykum kardeşlerim;


          Ehlibeyt'in (a.s) Şam'a Varışı

          "Resulullah (s.a.a) bizi bu hâlde görse sence ne yapar?"



          [img width=672 height=299]http://c1212.hizliresim.com/14/l/h0fhq.jpg[/img]

          Ey Muhammed (s.a.a) evladı, ey kumların ve yetimlerin baharı ve ey zina zade oğulları tarafından öldürülen...

          Hz. Hüseyin'in (a.s) ehlibeyti kolları bağlı olarak Yezid'in tertiplediği meclise götürüldü. Kolları bağlı olarak Yezid'in karşısına çıkarılan Ali b. Hüseyin (a.s) şöyle buyurdu:

          "Ey Yezid, seni Allah'a ant veriyorum, eğer Resulullah (s.a.a) bizi bu hâlde görse sence ne yapar?"

          Bunun üzerine Ehlibeyt'in kollarındaki ipler çözüldü.

          İmam Hüseyin'in (a.s) kesik başı Yezid'in önünde bir yere koyuldu. Kadınlar, o mukaddes başı görmemek için arkada bir yer seçip oturdular.

          Ali b. Hüseyin Zeynelabidin (a.s) ve Zeyneb (s.a) de Hüseyin'in (a.s) başını gördüler. Zeyneb (s.a) bu durum karşısında her iki eliyle yakasından yapışıp kalpleri sarsan hazin bir sesle şöyle dedi:

          "Ey Hüseyin, ey Resulullah'ın habibi, ey Mekke ve Mina oğlu, ey Kadınların Hanım Efendisi Fatimet'üz-Zehra'nın oğlu, ey Mustafa kızının oğlu!"

          Olayı anlatan şahıs şöyle devam eder:

          "Zeyneb (s.a) orada olanların tümünü ağlattı ve Yezid de susmuştu artık. Bu arada Yezid'in evinde bulunan Haşimoğulları'ndan bir kadın Hüseyin (a.s) için ağlıyor ve şöyle diyordu:

          "Ey habibim, ey Ehlibeyt'imin efendisi, ey Muhammed (s.a.a) evladı, ey kumların ve yetimlerin baharı ve ey zinazade oğulları tarafından öldürülen!"

          Onu duyan herkes ağladı. Yezid bir çubuk istedi ve onunla İmam Hüseyin'in (a.s) dudak ve dişlerine vurmaya başladı.

          Ebu Burze-i Eslemî yerinde duramadı ve Yezid'e hitaben dedi:

          "Yazıklar olsun sana Yezid! Fatıma'nın (s.a) oğlu Hüseyin'e (a.s) çukubla mı vuruyorsun? Oysa ki, ben Resulullah'ın (s.a.a), Hüseyin ve kardeşi Hasan'ın (Allah'ın selamı onlara olsun) dişlerini öperek "Siz ikiniz cennet gençlerinin efendilerisiniz. Allah sizi öldürenleri öldürsün, lanet etsin ve cehenneme atsın. Ne de kötü bir yerdir orası!" dediğini duymuş ve görmüş biriyim.

          Yezid buna öfkelenerek onu meclisten dışarı çıkarmalarını emretti ve sonra da İbn-i Zebarî'nin şiirini okumaya başladı:

          "Keşke Bedir Savaşı'nda öldürülen kabilemin büyükleri olsalardı da,

          Hazrec kabilesinin, kılıçlarımızın inmesiyle nasıl inlediğini görselerdi.

          Görselerdi de bunun sevinciyle çığlık atarak "Ey Yezid, ellerin kırılmasın!" deselerdi!

          Biz Haşimoğulları büyüklerini öldürerek, Bedir Savaşı'nın yerine hesap ettik.

          Ahmed'in yaptıklarından ötürü, onun oğullarından intikam almazsam Hind'inoğulları'ndan değilim!"



          Hz. Zeyneb'in (a.s) Konuşması


          Emir'ül-Müminin Ali (a.s) kızı Zeyneb (s.a) bunu duyunca, yerinden kalktı. Allah'a hamd-u senâ ve Resul'üne (s.a.a) salat ettikten sonra şu ayeti okudu:

          "Sonra kötülük yapanların uğradıkları son, Allah'ın ayetlerini yalanlamaları ve alay konusu edinmeleri dolayısıyla çok kötü oldu."

          Ve şöyle devam etti:

          "Ey Yezid, esir olarak şehir şehir dolaştırmakla bu geniş yeryüzünü ve bu fezayı bize dar ettiğini, bizi Allah katında hor ve zelil, kendini de yücelttiğini ve bu olayların da senin yüce makamından olduğunu mu sanırsın ki bundan ötürü çok övünür ve sevinirsin? Dünyanı abat ettiğin için çok mu mutlusun? Her şeyin istediğin gibi gerçekleşmesine ve saltanatı ele geçirmene çok mu sevinirsin?

          Yavaş ol, yavaş! Allah'ın, "O küfre sapanlar, kendilerine tanıdığımız süreyi sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar, biz onlara, ancak günahları daha da artsın, diye süre vermekteyiz. Onlar için aşağılatıcı bir azab vardır"
          buyurduğunu unuttun mu yoksa?"

          "Ey azat edilenlerin (Mekke'nin fethi sonrasında) oğlu, kendi kadın ve cariyelerini perde ardında tutup Resulullah'ın (s.a.a) kızlarını da yüzü açık ve örtüsüz olarak düşmanlarının yanında şehir şehir dolaştırman ve her konağın sakinlerine göstermen, yabancıya ve aşinaya, alçaklara ve şerefli insanlara, bu himayesiz esirleri göstermen insaf ve adalet midir?

          Soylu ve asil insanların ciğerini ağzına alıp sonra dışarı atan ve şehitlerin kanıyla beslenen birinden nasıl merhamet beklenebilir? Her zaman itiraz, husumet ve kinle bize bakan kimse, elinden gelen her türlü kötülüğü neden yapmasın?

          Şimdi de sanki bu yaptığıyla günah işlememiş gibi mest ve mağrur bir hâlde cennet gençlerinin efendisi Hüseyin b. Ali'nin (a.s) dişlerine çukubla vuruyor ve pervasızca, 'Bedir Savaşı'nda ölen büyüklerim keşke burada olsalardı da bu durumu görmekle çığlıklar atarak, 'Ellerin dert görmesin ey Yezid!' deselerdi.' diyorsun.

          Niye bu sözü demeyesin ve niye bu şiiri okumayasın ki? Sen Muhammed (s.a.a) evlatlarının kanına buladın elini ve yeryüzünün yıldızları olan Abdulmuttaliboğulları'nı katlettin. Fakat bununla kendi ölüm ve bedbahtlığına zemin oluşturdun. Şimdi de duyuyorlarmış gibi kendi kabilenin yaşlılarını sesliyorsun.

          Çok geçmeden sen de onlara katılacak ve 'Keşke ellerim kırılsaydı ve dilim lâl olsaydı da bunları demeseydim!' diyeceksin."

          "Ey güçlü Allah'ım, bize zulmedenlerden intikamımızı ve hakkımızı al ve gazabının ateşinde yak onları!"

          "Yezid! Bu yaptıklarınla ancak kendi derini yüzdün ve kendi etini parçaladın. Çok sürmeyecek;

          Peygamber (s.a.a) evlatlarının kanını akıtmak ve Ehlibeyt'ine saygısızlıkta bulunmakla yüklendiğin bu vebalin altında Hz. Peygamber'in (s.a.a) huzuruna çıkacaksın. O gün Allah onları bir araya toplayacak ve haklarını alacaktır. "Allah yolunda öldürülenleri sakın 'ölüler' sanmayın. Hayır, onlar Rableri katında diridirler, rızıklanmaktadırlar."

          Allah'ın hükmedici, Muhammed'in (s.a.a) davacı ve Cebrail'in de ona yardımcı olacağı gün senin için yeterlidir.

          Seni bu makama getirerek Müslümanların sırtına bindirenler, zalimler arasından ne de kötü bir bedel seçtiklerini çok yakında anlayacak ve kimin daha bedbaht olduğunu bilecekler. Sen konuşulmayacak kadar değersiz birisin; ama mevcut durum, seninle konuşmayı mecbur etmiştir. Seni kınamak ve zemmetmek ise benim gözümde değerli ve büyük bir iştir. Gözler ağlamakta ve sineler de gam ateşiyle yanmakta.

          Ah, Allah ordusunun şeytan ordusu eliyle öldürülmesi ne ilginçtir!

          Bizim kanımız ellerinden damlamakta ve etlerimiz ise ağızlarında çiğnenmekte. O arı ve pak bedenler yer üstünde kalmıştır. Çöl kurtları sırayla onları ziyaret etmekteler."

          "Ey Yezid, bugünkü zaferini ganimet biliyor isen, yaptıklarından başka bir şey göremeyeceğin o gün geldiğinde bunun hesabını vereceksin. Allah kullarına haksızlık etmez! Biz de şikâyetimizi O'na yöneltiyoruz. O'dur bizim sığınağımız.

          Ey Yezid, kendi işinle meşgul ol ve istediğin şekilde düzen kurmak için çalış! Ne yaparsan yap, Allah'a andolsun ki adımızı silemeyecek, vahyimizi söndüremeyecek ve bizim işimizi bitiremiyeceksin. Alnındaki bu lekeyi de silemeyeceksin. Çünkü aklın âlil, yaşayacağın günler az ve kâlildir. "Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!" diye seslendiğinde gaybî münadi, o gün bu topluluğun da dağılacaktır. Allah'a hamdolsun ki, başlangıcımızı saadet ve mağfiret, sonumuzu da şehadet ve rahmet kıldı. Allah'tan istiyoruz ki nimetini şehitlerimize tamamlasın, mükâfatlarını artırsın ve bizleri de onlar için salih haleflerden kılsın. Çünkü O, bağışlayan ve şefkatlidir.

          Allah bize yeter, ne de güzel vekildir O!"


          Yezid bu konuşmayı dinledikten sonra,

          "İnleyenlerin inleyişi ne de güzeldir ve musibete düşen kadınlar için ölmek ne de kolaydır!" dedi ve sonra da esirlere ne yapılması gerektiği konusunda Şam'ın büyükleriyle danıştı. Onlar esirlerin öldürülmesini istedi, fakat Nüman b. Be-şir şöyle dedi:

          "Resulullah (s.a.a) esirlere karşı nasıl davranıyor idiyse, sen de öyle davran!"

          Bu sırada Şam ehlinden olan biri İmam Hüseyin'in (a.s) kızı Fatıma'ya baktı ve:

          "Ey müminlerin emiri, bu cariyeyi bana hediye et!"

          Hz.Fatıma (s.a), halası Hz.Zeyneb'e (s.a) bakarak, "Halacığım, babamı öldürdüler ve şimdi de cariye yapmak istiyorlar!" dedi.

          Hz. Zeyneb (s.a) şöyle dedi: "Bu fasık, bir şey yapamaz!"

          Şamlı, Yezid'e:

          – Kimdir bu kız? diye sordu


          Yezid:

          – Hüseyin kızı Fatıma'dır ve o kadın da Ali b. Ebu-talib kızı Zeyneb'dir (s.a).

          Şamlı:

          – Ey Yezid, Allah sana lanet etsin! Peygamber (s.a.a) evlatlarını öldürüp Ehlibeyt'ini de nasıl esir edersin? And olsun Allah'a, ben, Rum esirleri sanmıştım bunları.

          Yezid:

          – Andolsun, seni de onların yanına göndereceğim! dedi ve adamı öldürttü.

          Yezid, bir hatip çağırarak minbere çıkmasını, Hüseyin'e (a.s) ve babasına (a.s) hakaret etmesini emretti.

          Hatip minbere çıkarak Müminler Emiri Ali (a.s) ve şehit Hüseyin'i (a.s) kötülemeye, Muaviye ve Yezid'i de övmeye başladı. Ali b. Hüseyin Zeynelabidin (a.s) haykırarak dedi:

          "Ey hatip, yazıklar olsun sana! Mahlukun rızasını kazanmak için Allah'ı gazaplandırdın. Ateş içinde yerini hazırladın. Müminler Emiri Ali'nin (a.s) vasfında ne de güzel demiştir İbn-i Sinan Haffacî:

          Minberler üzerinde alenen nasıl küfredersiniz Ali'ye?

          Oysa minberler de onun kılıcıyla kurulmuştur!"

          Aynı gün Yezid, Ali b. Hüseyin'in (a.s) üç isteğini yerine getireceğine dair söz verdi ve sonra da Ehlibeyt'i, tavanı olmayan bir eve yerleştirilmesini istedi.

          Bu evde Ehlibeyt'in yüzleri şişti ve yara-bere içinde kaldı. Orada kaldıkları sürece İmam Hüseyin'e (a.s) matem tuttu ve ağladılar.

          Sakine (s.a) şöyle diyor:

          "Dımışk'taki dördüncü günümüzde bir rüya gördüm."


          Gördüğü rüyayı uzun uzadıya anlattıktan sonra şöyle devam etti:

          "Tahtırevanda oturmuş bir kadın gördüm, elleri başındaydı. "Bu kadın kimdir?" diye sordum. "Muhammed (s.a.a) kızı Fatıma (s.a) ve babanın annesidir o." dediler. "Andolsun, bize yapılan zulümleri gidip anlatacağım." dedim ve koşarak gidip yetiştim ona. Karşısında durdum, hem ağlıyor, hem de anlatıyordum: "Anacığım! Andolsun Allah'a, bizim hakkımızı inkâr ettiler, topluluğumuzu dağıttılar ve hürmetimizi ayak altına aldılar.

          Anacığım! And olsun Allah'a, babamız Hüseyin'i (a.s) öldürdüler" dedi.

          Hz.Fatıma (s.a), "Sakine! Dur, anlatma artık! Çünkü kalbimin damarını parçaladın. Bu, baban Hüseyin'in (a.s) gömleğidir. Allah'ın huzuruna çıkıncaya kadar yanımdan ayırmayacağım onu."

          İbn-i Lahia, Muhammed b. Abdurrahman'dan şöyle rivayet eder:

          Re'su'l Calut beni görüp:

          "Andolsun Allah'a, ben Hz. Davud'un (a.s) yetmişinci torunuyum ve Museviler beni gördüklerinde tazim ederler. Siz ise Peygamberinizle (s.a.a) oğlu arasında sadece bir baba olmasına rağmen onun oğullarını katlettiniz" dedi.

          Kerbela Şehitleri'nin Ardından

          Allah'a emanet olun...

          Yorum


            #20
            Ynt: Peygamberimiz (s.a.a)’in: "Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim.

            BİSMİHİ TEALA
            HAMD ALEMLERİN RABB'İ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN LANETİ DÜŞMANLARININ ÜZERİNE OLSUN
            RABB'İMDEN ECİRLERİNİZİN YÜCE OLMASINI DUA EDERİM

            Selamun Aleykum kardeşlerim;

            Allah Rasulü (s.a.a) Hüseyin'ine (a.s) Ağlıyor

            Ey Esma, bu yavrumu zalim ve azgın bir grup öldürecektir...



            Bazen neden 1400 yıl sonra hâla acı verici bir olay için ağlıyorsunuz denildiğinde şöyle bir cevap veriyorum:

            Biz o yüce insan için şehadetinden sonra ağlıyoruz fakat sevgili Peygamberimiz daha şehit olmadan önce ağlamıştır. Dolayısıyla Hüseyin'e (a.s.) ağlamak peygamber efendimizin bir sünnetidir. Hasırdan hurma çekirdeğine kadar sünnetlere bağlı olan bazı kardeşlerimiz neden bu sünneti unutuyorlar acaba? Burada tümü Ehl-i Sünnet kaynaklarından olmak üzere Allah Rasülü'nün sevgili torunu için ağladığını ve şehadetini haber verdiğini bildiren hadisleri sunuyoruz.. Umarız bütün Muhammed (s.a.a) ümmeti, şehitler efendisi İmam Hüseyin'in (a.s.) başına gelen büyük acılarla gözyaşı dökmenin manevi hazzına ve uhrevi sevabına ulaşır.

            1- Esma bint-i Ümeys şöyle naklediyor:

            "Ben Fatıma (a.s) oğulları Hasan ve Hüseyin'in ebesiydim. Hasan dünyaya geldiğinde... (Hz. Hasan'ın (a.s) doğumu ile ilgili bir kaç şeyi dile getirdikten sonra şunları ekliyor Hz.Hüseyin (a.s) dünyaya geldiğinde, Hz.Resulullah (s.a.a) yanıma gelerek “Ey Esma, çocuğumu bana getir.”‌ diye buyurdu. Ben Hüseyin'i beyaz bir kundağa sararak Resulullah'a (s.a.a) verdim. Resul-i Ekrem (s.a.a) sağ kulağına ezan, sol kulağına ikamet okuduktan sonra, Hüseyin'i bana verdi ve ağlamaya başladı.

            Esma diyor ki:

            "Resulullah'a (s.a.a) “Anam, babam sana feda olsun ey Allah'ın Resulü, ağlamanızın sebebi nedir?”‌ diye sorduğumda, alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber “Bu çocuğuma (ağlıyorum)”‌ diye cevap verdi. “Bu çocuk dünyaya daha yeni geldi”‌ dediğimde bana “Ey Esma, bu yavrumu zalim ve azgın bir grup öldürecektir. Allah-u Teâla benim şefaatimi onlara nasip etmesin.”‌ diye cevap verdi. Daha sonra “Ey Esma, bunu kızım Fatıma'ya söyleme, çünkü o daha yeni doğum yapmıştır (ve bu haberi duymaya hazırlıklı değildir.)”‌ buyurdu."

            2- Hakim Nişaburî şöyle rivayet etmiştir:

            "Ümm-ül Fazl Resulullah'ın (s.a.a) yanına gelerek “Ey Allah'ın Resulü, dün kötü bir rüya gördüm.”‌ dedi. Peygamber ne gördüğünü sorunca, Ümm-ül Fazl “Çok kötü bir rüya gördüm. Sanki senin bedeninden bir parça kesilip benim eteğime bırakılıyordu.”‌ diye anlattığında, Resulullah (s.a.a) “Çok iyi bir rüya görmüşsün. İnşaallah kızım Fatıma yakında bir erkek çocuğu dünyaya getirecek ve o çocuk da senin eteğinde büyüyecek (sen onun dadısı olacaksın).”‌ dedi. Böyle de oldu. Hz. Fatıma, Hüseyin'i dünyaya getirdi ve onun dadılık iftiharını bana verdiler. Bir gün Hüseyin'i Resulullah'ın (s) yanına götürdüm ve onun kucağına verdim. Aniden Hz. Peygamber'in yüzünü diğer tarafa çevirerek ağladığını gördüm. “Ya Resulallah, annem-babam sana feda olsun; size ne oldu? (Niçin ağlıyorsunuz?)”‌ diye sorduğumda şöyle buyurdu:

            "Cebrâil şimdi yanıma gelerek, ümmetimin bu çocuğumu öldüreceğini bana haber verdi. Cebrâil'e “Bu çocuğumu mu (öldürecekler)?”‌ diye sorduğumda, “Evet”‌ dedi. Daha sonra Hüseyin'in öldürüleceği yerden kan renginde bir avuç toprak bana getirdi.”"

            3- Harezmî önceki hadisi naklettikten sonra, Ümm-ül Fazl'dan şöyle rivayet etmiştir:“Ben Hüseyin'i (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) yanına götürdüğümde, onu benden alıp ağlamaya koyuldu ve bana onun ölümünü haber verdi.”"

            Ümm-ül Fazl devamında şunları ekledi:

            "Cebrâil bir grup melekle kanatları açık bir halde Resulullah'ın (s.a.a) yanına gelip, hepsi Hz. Hüseyin'in musibetine ağladılar. Cebrâil, Hz. Hüseyin'in şehit düşeceği yerin toprağından bir avuç getirmişti. O toprak etrafa misk kokusu saçıyordu. Toprağı Peygamber'e verdiğinde, “Ey Allah'ın Habibi, bu oğlun Hüseyin'in üzerinde şehit düşeceği topraktandır. Allah'ın rahmetinden uzak düşen bir grup Kerbela denen yerde oğlunu şehid edeceklerdir.”‌ dedi. Hz. Peygamber de “Ey benim dostum Cebrâil, benim ve kızım Fatıma'nın oğlunu katleden grup acaba kurtuluşa erer mi?”‌ diye sordu. Cebrâil “Hayır, Allah onları (bu yaptıklarından sonra) birbirlerine düşürecek ve ömür boyu kalp ve dilleri arasında ayrılık ve nifak bırakacaktır.”‌ dedi.”"

            4- Hafız Cemaluddin Zerendi, Hilâl ibn-i Hübab'dan şöyle rivayet ediyor:

            "Cebrâil Hz. Peygamber'in yanında olduğu bir sırada, Hasan ve Hüseyin Resulullah'ın yanına gelerek Hazretin mübarek sırtına çıkıp onunla oynamaya başladılar. Resul-i Ekrem (s.a.a), anneleri Fatıma'ya (a.s) “Niçin bunları bir şeyle meşgul etmiyorsun?”‌ dediğinde, Hz. Fatıma onları aldı, ama çok geçmeden çocuklar annelerinden ayrılıp, Hz. Peygamber'in yanına gelerek onunla tekrar oynamaya başladılar. Resulullah (s.a.a) onları kucağına aldı ve dizleri üzerine oturttu. Bu sırada Cebrâil arzetti: “Ey Allah'ın Resulü, yavrularınızı çok sevdiğinizi görüyorum.”‌ Peygamber Cebrâil'e “Elbetteki çok severim, onlar yaşantımın iki güzel (fesleğen) gülleridir.”‌ diye cevap verdi. Cebrâil Hüseyin'e işaret ederek şöyle dedi: “Bil ki ümmetin bu oğlunu öldürecektir.”‌ Daha sonra kanatlarıyla uçarak elinde biraz toprakla geri döndü ve Resulullah'a “Yavrun bu toprağın üzerinde öldürülecektir.”‌ dedi. Hz. Muhammed (s.a.a) toprağın adını sorduğunda Cebrâil adının “Kerbela”‌ olduğunu söyledi.”"

            Hilâl devamında şunları söylüyor:

            "Hz. Hüseyin (a.s), musibetlere uğrayacağı ve düşmanları tarafından etrafı sarılacağı yere vardığında, yanına yakın bölgede yaşayan birisini getirdiler. Hz. Hüseyin (a.s) o şahıstan bulundukları yerin ismini sorduğunda, “Kerbela”‌ cevabını aldı. Hz. Hüseyin (a.s) “Allah Resulü'nün buyruğu doğrudur. Burası hüzün ve bela yeridir.”‌ diye buyurdu. Daha sonra ashabına hitap ederek şöyle buyurdu: “İnin artık, sefer yükümüzü indireceğimiz ve kanlarımızın döküleceği yer burasıdır.”"

            5- İbn-i Sa'd, Resulullah'ın zevcelerinden olan Ayşe'den şöyle rivayet etmiştir:

            "Resulullah'ın (s.a.a) uyuduğu bir sırada, Hüseyin içeriye girdi ve Resul-i Ekrem'e (s.a.a) doğru yürümek istedi. Ben onu Resulullah'tan (s.a.a) uzaklaştırıp, işimin başına döndüm. Hüseyin tekrar iki alem serverinin yanına yaklaşınca, Hz. Muhammed (s.a.a) ağlar bir şekilde uyandı. Ben “Niçin ağlıyorsunuz, bir şey mi oldu?”‌ diye sorduğumda, “Cebrâil bana Hüseyin'in şehid düşeceği yerin toprağını gösterdi. Allah'ın gazabı onun kanını dökenlere çok şiddetlidir.”‌ diye buyurdu. Daha sonra Resulullah (s.a.a) elini açtığında (ince kum) toprağı gördüm. Resulullah (s.a.a) bana hitaben buyurdu ki: “Ey Ayşe, canım elinde olan Allah'a andolsun ki, bu olay beni çok üzüyor. Benden sonra Hüseyin'i ümmetimden kim öldürecek?”"

            6- Ebu Ümame şöyle rivayet ediyor:Taberanî Ebu Ümame'den Hz. Resulullah'ın (s.a.a) kendi zevcelerine Hz. Hüseyin'i (a.s) ağlatmamaları hususunda tembihte bulunmuş olduğunu naklediyor.

            Ravi şöyle rivayet ediyor:

            “Resulullah (s.a.a) Ümm-ü Seleme'nin evinde iken Cebrâil nazil oldu. Peygamber, Ümm-ü Seleme'ye hiç kimsenin içeriye girmemesini emretti. Bu sırada Hüseyin (a.s) geldi ve Resulullah'ı odada görünce içeri girmek istedi. Ümm-ü Seleme, Peygamber'in torununu kucağına alarak bir takım sözlerle meşgul edip içeri girmesine engel olmak istedi. Fakat Hüseyin'in şiddetli ağlamasıyla karşılaşınca, onu bıraktı ve Hüseyin Peygamber'in olduğu odaya girerek kucağına oturdu.Cebrâil, Resul-i Ekrem'e (s.a.a) “Senin ümmetin bu çocuğunu öldürecektir”‌ diye arzetti. Peygamber “Bana iman ettikleri halde mi onu öldürecekler?”‌ diye sorduğunda, Cebrâil (a.s) “Evet, onu öldürecekler”‌ dedi. Daha sonra bir avuç toprağı Resulullah'a (s.a.a) göstererek Hüseyin'in ölüm yerinden haber verdi. Hz. Peygamber Hüseyin'i bağrına basarak hüzünlü bir halde dışarıya çıktı. Resulullah'ın bu halini gören ve çocuğu içeri bıraktığından dolayı kızgın olduğunu zanneden Ümm-ü Seleme “Ya Resulallah, senin yoluna feda olayım. Gerçi siz kimseyi içeriye almamamı söylemiştiniz, ama sizin bizden bu çocuğu ağlatmamamızı istediğinizden dolayı onu içeriye aldım.”‌ dedi.

            Hz. Peygamber (s) onun cevabını vermeden ashabının yanına giderek “Benim ümmetim bu çocuğumu (Hüseyin'i) öldürecektir.”‌ diye buyurdu.

            Ashabın içerisinde bulunan Ebu Bekir ve Ömer “Ya Resulallah, mü'min oldukları halde mi onu öldürecekler?”‌ diye sorduklarında, Hz. Peygamber, Hüseyin'in şehid düşeceği toprağı onlara göstererek “Evet, bu toprak da onun üzerinde şehid düşeceği topraktır.”‌ diye buyurdu.”

            7- Peygamberimizin zevcelerinden Ayşe şöyle rivayet etmiştir:

            "Resulullah'a vahiy gelmekte olduğu bir sırada, Hüseyin ibn-i Ali içeri girdi ve sıçrayarak kendisini Resulullah'ın omuzuna attı. Cebrâil “Ey Muhammed, bunu seviyor musun?”‌ dedi. Resulullah (s) “Nasıl sevmem, o benim çocuğumdur”‌ dediğinde, Cebrâil “Senden sonra ümmetin onu öldürecektir.”‌ dedi. Sonra Cebrâil elini uzatarak beyaz bir toprak getirdi ve “Oğlun bu yerde şehid edilecektir. Bu yerin ismi ise Taff (Kerbela)'dır.”‌ dedi.

            Cebrâil gittikten sonra Resulullah, toprak elinde olduğu halde ağlıyordu. Sonra “Ey Ayşe, Cebrâil bana oğlum Hüseyin'in Taff denilen yerde şehid edileceğini bildirdi. Benden sonra ümmetim saptırılacaktır.”‌ dedi.

            Sonra ağlayarak ashabının yanına gitti. Onların arasında Hz. İmam Ali (a.s), Ebu Bekir, Ömer, Hüzeyfe, Ammar ve Ebuzer de vardı. Onlar aceleyle Resulullah'ın yanına gelerek “Ya Resulallah, niçin ağlıyorsunuz?”‌ dediler. Resulullah “Cebrâil bana oğlum Hüseyin'in benden sonra Taff denilen yerde şehid edileceğini haber verdi ve bu toprağı getirerek mezarının orada olacağını bildirdi.”‌ dedi.”

            tebyan

            Allah'a emanet olun...

            Yorum


              #21
              Ynt: Peygamberimiz (s.a.a)’in: "Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim.

              BİSMİHİ TEALA
              HAMD ALEMLERİN RABB'İ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN
              RABB'İMDEN ECİRLERİNİZİN YÜCE OLMASINI DUA EDERİM

              Selamun Aleykum kardeşlerim
              Hüseyin Aşıklarının Kerbela Yürüyüşleri Sürüyor / Foto






































              Allah'a emanet olun...



              Yorum

              YUKARI ÇIK
              Çalışıyor...
              X