Bismillahirrahmanirrahim
Ben Sakine'yim... Bugün Âşurâ günü, burası da Kerbelâ..
Ben Sakine'yim... Bugün Âşurâ günü, burası da Kerbelâ...
Öğle vaktinden bir saat geçmiş olmalı... Bilemiyorum... Fakat bize bir ömür kadar uzun geldiğini biliyorum şu birkaç saatin. Özellikle babamın savaş meydanına gittiği şu lahzalar... Babamın savaş meydanında bulunduğu şu dakikalarda hiçbir şey yapamadan meydanın dört bir yanını saran toz bulutuna göz dikmek ve düşmanların vahşi naralarını işitmek çok zor geliyor bana... Çok zor...
Savaş köslerinin sesi ve vahşi düşmanların naraları yüreklerimizi titretmede...
Dört bir yanımız kan, havaya yükselen yoğun toz ve bastığımız topraksa tandırdan farksız...
Susuzluk... Susuzluk... Canımıza tak etti, ciğerlerimiz yanıp kavrulmada susuzluktan... Suya hasret çöl gibi çatlak çatlak olmuş dudaklarımız. Susuzluktan dilimiz damağımıza yapışmış iyiden iyiye... Susuzluk hepimizi sarartmış hazan yaprağı gibi... Dünden beridir düşmanın kuşatması altındayız. Yezid'in on binlerce kişilik ordusuna karşı babam İmam Hüseyn'in sadece 72 savaşçısı var.
Sabahtan bu yana babamın adamları birer birer er meydanına çıkıp o büyük ordunun karşısına dikildiler eşsiz bir cesaretle... Tek başına düşmanlara saldırıp yiğitçe vuruşarak her biri onlarca düşmanı öldürdüler... Ve hepsi de vuruşa vuruşa şehid oldu sonunda...
Babam onca düşmana karşı tek başına şimdi... Yapayalnız kalmış durumda...
Savaş meydanıyla çadırlarımız arasındaki mesafe böylesi uzak olmasaydı keşke... Keşke görebilseydim babamı düşmanla savaşırken. Hep onunla birlikte olmama izin verseydi. Babam savaş meydanında düşmanla çarpışırken benim gibi minik bir kız çocuğunun tedirginlik ve endişeden kahrolmaması mümkün mü? Buradan görebildiğim tek şey, ortalığı kaplayan yoğun bir toz bulutu sadece... Karmakarışık sesler, gürültü ve uğultular kulaklarımızı tırmalıyor. Meydanda olup bitenleri buracıktan kestirebilmek mümkün değil. Dün babamın yüzünde yorgunluk belirtilerini apaçık gördüm. Kufe ve diğer şehirlerden binlerce kişi babama mektup yazarak zalim Yezid iktidarına karşı kıyam etmesi halinde kendisini destekleyeceklerini bildirmiş, söz vermişlerdi. Fakat şu 72 kişiden başka babamın yardımına koşan olmadı. Bu 72 kişi babam için çok azizdi. Nitekim babam onlara dedi:
-Sizler devranın en iyilerisiniz. Sizden daha iyi, sizden daha vefalı dost görmedim ben. Böyle dostlar, böyle vefakâr yardımcılar kimseye nasib olmamıştır.
Bu değerli insanlar şehid düştüğünde hepimiz ağladık, fakat babam zerrece sarsılmadı, asla...
Ağabeyim Aliekber vurulup attan düşünce hepimizin yüreği parçalandı, fakat babam dağ gibi dimdikti yine...
Düşmanın oku, babamın kollarındaki minik kadeşim Aliasker'in boğazını parçaladığında bizim feryadımız arşı inletmiş, fakat babam zerrece sarsılmamıştı yine...
72 kişilik ordumuzun sancaktarı, çadırlarımızın koruyucusu, Kerbela'nın "Sakka"sı yiğit amcam Ebu'l Fazl Abbas vurulup attan yere düşünce, düşmanlar bedenini lime lime doğrayıp paramparça edince babam yine sabretmesini bildi, fakat onun bu defa pek üzüldüğünü hepimiz hissettik. Beli bükülmüş gibiydi. Gözleri doldu, elini beline götürerek "Abbas'ım"... dedi, "Canım kardeşim... Belim kırıldı gidişinle"...
Dostları, arkadaşları gözünün önünde birer birer şehid düşünce babam da savaş meydanına gitmek üzere hazırlandı. Ancak, gitmeden önce kadınları ve çocukları etrafına toplayıp tam bir soğukkanlılıkla dedi ki:
-Şimdi bela ve felakete hazırlayın kendinizi. Biliniz ki ALLAH Tealâ sizi korur, gözetir, kısa zamanda düşmanın şerrinden kurtaracak sizi, akıbetiniz hayırlı olacak. ALLAH Tealâ, düşmanlarınızı türlü azaplara uğratacak.
"Bu belalar ve felaketlere karşılık ALLAH Tealâ sizlere çeşitli nimetler ve kerametler verecektir."
"O halde sakın halinizden şikayette bulunmayın; kadrinizi alçaltacak, değerinizi düşürecek sözler söylemeyin. Sabredin"...
Bunları duyunca babamın mutlaka şehid olacağını anladık.
Ben:
-Baba! diye haykırdım. Ölüme teslim mi oldun?
Ve dayanamayıp ağlamaya başladım, tepeden tırnağa bir hüzün dolmuştu yüreğime.
Sabırsızlık göstermek, üzüntümü belli edip ağlamak istememiştim; fakat yapamamıştım işte, elimde değildi ki!.. Hem sonra, herkes en az benim kadar kederli ve muzdaripti. Hatta onca soğukkanlılığına rağmen Zeyneb halam bile bir yandan bizi teselli etmeye çalışırken, bir yandan da sessizce boşanan gözyaşlarını siliyordu.
Babam beni sımsıkı kucaklayıp bağrına basarak:
-Yavrucuğum! dedi, yardımına koşacak kimsesi kalmayan biri ölüme nasıl teslim olmaz?
Hıçkırıklarımı kontrol edemiyor, şiddetle ağlıyordum şimdi:
-Babacığım! diye sarıldım var gücümle ona: Bizi kime bırakıp da gidiyorsun?
Elleri ve dudaklarıyla güzyaşlarımı kuruladı, ıslak kirpiklerime buseler kondurduktan sonra:
-ALLAH'a... diye cevap verdi. Hepinizi ALLAH'a emanet ediyorum; O'nun rahmet ve inayetine... Unutmayınız ki ALLAH Tealâ dünya ve ahirette sizinledir daima!
"O halde ALLAH'ın olmasını istediği şeye rıza göster, sabırlı ol canım kızım! Halinden şikayet etme sakın; çünkü dünya yok olup gider, ahiretse ebediyen kalacaktır"
Babamın sözünü dinledim; halimden şikayette bulunmadım ve ALLAH'a karşı nankörlüğe yeltenmedim.
Fakat yine de ağladım... Tutamadım gözyaşlarımı bir türlü.
Ağlamamak elde mi?!
Babam; dünyanın en iyi babası, babaların en güzeli olan biricik babam hiçbir yardımcısı olmaksızın onbinlerce katile karşı tek başına savaşmaya giderken nasıl ağlamam ben?!
Babam herkesle vedalaştı. Çocukları sevip okşadı. Zeyeb halama birşeyler söyledi, fakat ne konuştuklarını biz anlayamadık. Sonra, Zeyneb halama, eski bir gömlek getirmesini rica etti.
Ben Sakine'yim... Bugün Âşurâ günü, burası da Kerbelâ..
Ben Sakine'yim... Bugün Âşurâ günü, burası da Kerbelâ...
Öğle vaktinden bir saat geçmiş olmalı... Bilemiyorum... Fakat bize bir ömür kadar uzun geldiğini biliyorum şu birkaç saatin. Özellikle babamın savaş meydanına gittiği şu lahzalar... Babamın savaş meydanında bulunduğu şu dakikalarda hiçbir şey yapamadan meydanın dört bir yanını saran toz bulutuna göz dikmek ve düşmanların vahşi naralarını işitmek çok zor geliyor bana... Çok zor...
Savaş köslerinin sesi ve vahşi düşmanların naraları yüreklerimizi titretmede...
Dört bir yanımız kan, havaya yükselen yoğun toz ve bastığımız topraksa tandırdan farksız...
Susuzluk... Susuzluk... Canımıza tak etti, ciğerlerimiz yanıp kavrulmada susuzluktan... Suya hasret çöl gibi çatlak çatlak olmuş dudaklarımız. Susuzluktan dilimiz damağımıza yapışmış iyiden iyiye... Susuzluk hepimizi sarartmış hazan yaprağı gibi... Dünden beridir düşmanın kuşatması altındayız. Yezid'in on binlerce kişilik ordusuna karşı babam İmam Hüseyn'in sadece 72 savaşçısı var.
Sabahtan bu yana babamın adamları birer birer er meydanına çıkıp o büyük ordunun karşısına dikildiler eşsiz bir cesaretle... Tek başına düşmanlara saldırıp yiğitçe vuruşarak her biri onlarca düşmanı öldürdüler... Ve hepsi de vuruşa vuruşa şehid oldu sonunda...
Babam onca düşmana karşı tek başına şimdi... Yapayalnız kalmış durumda...
Savaş meydanıyla çadırlarımız arasındaki mesafe böylesi uzak olmasaydı keşke... Keşke görebilseydim babamı düşmanla savaşırken. Hep onunla birlikte olmama izin verseydi. Babam savaş meydanında düşmanla çarpışırken benim gibi minik bir kız çocuğunun tedirginlik ve endişeden kahrolmaması mümkün mü? Buradan görebildiğim tek şey, ortalığı kaplayan yoğun bir toz bulutu sadece... Karmakarışık sesler, gürültü ve uğultular kulaklarımızı tırmalıyor. Meydanda olup bitenleri buracıktan kestirebilmek mümkün değil. Dün babamın yüzünde yorgunluk belirtilerini apaçık gördüm. Kufe ve diğer şehirlerden binlerce kişi babama mektup yazarak zalim Yezid iktidarına karşı kıyam etmesi halinde kendisini destekleyeceklerini bildirmiş, söz vermişlerdi. Fakat şu 72 kişiden başka babamın yardımına koşan olmadı. Bu 72 kişi babam için çok azizdi. Nitekim babam onlara dedi:
-Sizler devranın en iyilerisiniz. Sizden daha iyi, sizden daha vefalı dost görmedim ben. Böyle dostlar, böyle vefakâr yardımcılar kimseye nasib olmamıştır.
Bu değerli insanlar şehid düştüğünde hepimiz ağladık, fakat babam zerrece sarsılmadı, asla...
Ağabeyim Aliekber vurulup attan düşünce hepimizin yüreği parçalandı, fakat babam dağ gibi dimdikti yine...
Düşmanın oku, babamın kollarındaki minik kadeşim Aliasker'in boğazını parçaladığında bizim feryadımız arşı inletmiş, fakat babam zerrece sarsılmamıştı yine...
72 kişilik ordumuzun sancaktarı, çadırlarımızın koruyucusu, Kerbela'nın "Sakka"sı yiğit amcam Ebu'l Fazl Abbas vurulup attan yere düşünce, düşmanlar bedenini lime lime doğrayıp paramparça edince babam yine sabretmesini bildi, fakat onun bu defa pek üzüldüğünü hepimiz hissettik. Beli bükülmüş gibiydi. Gözleri doldu, elini beline götürerek "Abbas'ım"... dedi, "Canım kardeşim... Belim kırıldı gidişinle"...
Dostları, arkadaşları gözünün önünde birer birer şehid düşünce babam da savaş meydanına gitmek üzere hazırlandı. Ancak, gitmeden önce kadınları ve çocukları etrafına toplayıp tam bir soğukkanlılıkla dedi ki:
-Şimdi bela ve felakete hazırlayın kendinizi. Biliniz ki ALLAH Tealâ sizi korur, gözetir, kısa zamanda düşmanın şerrinden kurtaracak sizi, akıbetiniz hayırlı olacak. ALLAH Tealâ, düşmanlarınızı türlü azaplara uğratacak.
"Bu belalar ve felaketlere karşılık ALLAH Tealâ sizlere çeşitli nimetler ve kerametler verecektir."
"O halde sakın halinizden şikayette bulunmayın; kadrinizi alçaltacak, değerinizi düşürecek sözler söylemeyin. Sabredin"...
Bunları duyunca babamın mutlaka şehid olacağını anladık.
Ben:
-Baba! diye haykırdım. Ölüme teslim mi oldun?
Ve dayanamayıp ağlamaya başladım, tepeden tırnağa bir hüzün dolmuştu yüreğime.
Sabırsızlık göstermek, üzüntümü belli edip ağlamak istememiştim; fakat yapamamıştım işte, elimde değildi ki!.. Hem sonra, herkes en az benim kadar kederli ve muzdaripti. Hatta onca soğukkanlılığına rağmen Zeyneb halam bile bir yandan bizi teselli etmeye çalışırken, bir yandan da sessizce boşanan gözyaşlarını siliyordu.
Babam beni sımsıkı kucaklayıp bağrına basarak:
-Yavrucuğum! dedi, yardımına koşacak kimsesi kalmayan biri ölüme nasıl teslim olmaz?
Hıçkırıklarımı kontrol edemiyor, şiddetle ağlıyordum şimdi:
-Babacığım! diye sarıldım var gücümle ona: Bizi kime bırakıp da gidiyorsun?
Elleri ve dudaklarıyla güzyaşlarımı kuruladı, ıslak kirpiklerime buseler kondurduktan sonra:
-ALLAH'a... diye cevap verdi. Hepinizi ALLAH'a emanet ediyorum; O'nun rahmet ve inayetine... Unutmayınız ki ALLAH Tealâ dünya ve ahirette sizinledir daima!
"O halde ALLAH'ın olmasını istediği şeye rıza göster, sabırlı ol canım kızım! Halinden şikayet etme sakın; çünkü dünya yok olup gider, ahiretse ebediyen kalacaktır"
Babamın sözünü dinledim; halimden şikayette bulunmadım ve ALLAH'a karşı nankörlüğe yeltenmedim.
Fakat yine de ağladım... Tutamadım gözyaşlarımı bir türlü.
Ağlamamak elde mi?!
Babam; dünyanın en iyi babası, babaların en güzeli olan biricik babam hiçbir yardımcısı olmaksızın onbinlerce katile karşı tek başına savaşmaya giderken nasıl ağlamam ben?!
Babam herkesle vedalaştı. Çocukları sevip okşadı. Zeyeb halama birşeyler söyledi, fakat ne konuştuklarını biz anlayamadık. Sonra, Zeyneb halama, eski bir gömlek getirmesini rica etti.
Yorum