Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Cemevinden Namaza Olan Yolculuğum (Nasıl Şii Oldum- 42/ Özdemir)

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Cemevinden Namaza Olan Yolculuğum (Nasıl Şii Oldum- 42/ Özdemir)

    Değerli kardeşlerim akrabalarıma "İmam Ali'nin emrine uymak suçmu" başlıklı bir yazı hazırlamıştım. Murtazaali kardeşime bu sayfaya şialığa olan inancımın kaynağını yazmam için söz vermiştim. Son kez incelemedim. Eğer yalnış birşey görürseniz mutlaka yanlışımı bildirmenizi diliyorum.


    ÖNSÖZ


    Namaz kıldığımızdan dolayı çevremiz tarafından yargılandık. Kimileri “yoldan döndüğümüzü”, kimileri “Alevilikten döndüğümüzü” iddia ederek bize hak etmediğimiz çok ağır iftiralarda bulundu. Kimileri dedikodumuzu yaptı, kimileri alay etti, kimisi bizimle konuşmadı. Çok az bir kimse ise bu tutumumuzu olgunlukla karşıladı ki bu kişilerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez.

    Bu iftiralara, karalamalara cevap vermek kendi açımdan vicdani bir sorumluluktur. Çünkü ben ve ailem ne yolumuzdan döndük, nede Alevilikten başka bir yol seçtik. Esasında biz Aleviliğe döndük. Bu kanıya Hz. Ali’nin onurlu yaşamını araştırırken vardık. Öğrendik ki bilakis Peygamberle ilk namaz kılan İmam Ali’dir, öğrendik ki savaş esnasında dahi namazını bırakmayan İmam Ali’dir, öğrendik ki bizlere ölüm döşeğinde dahi namazı bırakmamamızı emreden İmam Ali’dir.

    Ali’nin yoluna kurban olayım. Nasıl olurda İmam Ali bizlere bir şeyi emrederde biz yapmayız? Eğer bu konuda bizim bir suçumuz varsa o da İmam Ali’nin yoluna uymak, Haydar-ı Kerrar’a itaat etmektir. Varsın bizim için “yollarından dönmüşler” desinler, umurumuzda değil. Eğer birazcık olsun İmam Ali’nin, İmam Hüseyin’in yolundan gittiysek, eğer birazcık olsun yolumuz Fatıma-tüz Zehra’nın yoluna uğradıysa, birazcık olsun Zeyneb’in izini takip edebildiysek bizim için bu en büyük onurdur.
    Bizim için “yolundan dönmüş” ifadelerini kullananları yadırgamıyorum. Çünkü şunu çok iyi biliyoruz ki biz ve halkımız İmam Ali’yi yeterince tanıma fırsatına sahip olamadık, 12 imamların güzide yolunu araştırma imkanına kavuşamadık. Yıllarca Osmanlının baskı ve zulümleri altında yaşamak zorunda bırakılan Alevi halkı Ehli Beyt kaynaklarından yoksun kalmıştır. Kısacası bu halk Ehl-i Beyt’in yetimleridir. Kitapları yakılan, din adamlarına, dedelerine baskı ve zulüm uygulanan Alevi toplumu 12 imamları yeterince tanıyamamıştır. Ben bunca baskı ve zulüme rağmen 12 imamların sevgisini günümüze kadar taşıyan, bu sevgiyi gerek şiirleriyle, gerek sazlarıyla bizlere aşılayan dedelerimize en içten dileklerimle sevgi ve saygılarımı sunuyorum.




    GİRİŞ

    Yıllar geçtikçe Allah’a olan sevgim ve O’na olan aşkım artmıştı. Bu aşk beni Şah Kulu gibi mekanlara çekti. Artık O’nu daha iyi tanımak ve yalnızca O’nun bizden istediği hayatı yaşamak istiyordum. Çünkü ülkemdeki insanlar ve yaşamları beni tatmin etmiyordu. İnsanî bir yaşam kesinlikle bu olamazdı. İnsanî bir yaşam da insanlar aç kalmamalı, sömürülmemeli, içki içerek ailesine zulmetmemeli, kahvehaneler aracılığıyla sömürülmemeli, genelevlerde kadınlar birileri tarafından zorla etini satmamalı, gazetelerde kadınlar çırılçıplak soyulup bir et parçasına dönüştürülmemeli, konsomatris kadınlar zengin masalarına çerez olmamalı, insanlar yalanın, dedikodunun, küfürün, namussuzluğun, alçaklığın, onursuzca yaşamın isminin bile ne anlama geldiğini bilmemeliydi. Ama maalesef insanlar bu yaşamın içerisindeydi ve hiç kimse bu yaşama itiraz etmiyordu. Kimse böyle bir yaşamın değişmesi gerektiğini haykırmıyordu.

    İnsan hukuku artık zalimlerin çıkarını koruyordu. Çünkü böyle bir yaşama itiraz edenler kendilerini mahkemelerin karşısında görüyordu. Arabistan’da hukuk vardı ama oradaki kralın çıkarlarını koruyordu, İsrail’de hukuk vardı ama oradaki zalimlerin çıkarını koruyordu, Amerika’da hukuk vardı ama oradaki sermayedarların çıkarlarını koruyordu. Saddam’ın Irak’ın da, Yavuz’un Osmanlı’sında da hukuk vardı ama hep güçlünün, ezenin, sömürenin çıkarlarını koruyordu. Bugün 2 senede kıyak emekli olup, halkı sömürenler bu işi kanunlarla yapmıyorlar mıydı? Örtülü ödeneklerle halkın parasını yağmalayanlar bu işi kanunla yapmıyorlar mıydı, gazetelerde kadınları soyanlar, genelevlerde kadınları satanlar, kahvehanelerde insanları sömürenler, at yarışlarıyla, iddaa yarışlarıyla genç nesillerin beyinlerini uyuşturup halkın parasını çalanlar hep bu işleri kanunlarla yapmıyorlar mı? Ve düzene karşı gelenler, artık insanca, özgürce yaşamak istiyoruz diyenler hep karşılarında bu hukuku, bu mahkemeleri görmedi mi? Bu mahkemeler değil miydi onları asan?
    Anlıyorum ki dünyada insanların eliyle kurulan hukuk hiçbir zaman bağımsız olmadı ve hiçbir zaman insanca yaşamanın gereklerini sağlayamadı. Hep güçlünün, ezenin yanında yer aldı, çünkü hukuk ezenin hukukuydu, onun tarafından kurulmuştu ve onun varlığını korumak için vardı. Bu sistemlerde hukuk mazlumun, ezilenin hakkını korumak için değil var olan bozuk düzeni korumak için vardı.

    Oysa ben insanca yaşamak istiyorum içerisinde sömürünün, alçaklığın olmadığı her türlü namussuzluğun ayaklar altına alındığı, adaletin hâkim olduğu bir dünya istiyorum. Hukuktan, hâkimden, savcıdan artık yüz çeviriyorum. Umudumu aydınlara, köşe yazarlarına bağlıyorum. Acaba insanların kurtuluşu, insanca yaşamanın teminatı olabilir miydi Aydınlar? Biraz gazetelerini incelediğimde onlardan da umudumu kesiyorum. Çünkü siyah beyaz ile karanlıklar aydınlıklarla bilinir. Altın tahta oturan birisi halkına “fakirlere yardım edin derse” o insana ne güzel konuşuyor, ne kadar da insancıl diyebilir misiniz? Bizim aydınımızın konumu da bunun gibiydi. Bizim aydınımız kadın hakları der, yazı yazdığı gazete kadınları soyup, onların vücudunu bir ticaret malzemesi olarak kullanır. Bizde halk olarak avutuluruz aynen altın tahta oturan insanın sözlerini dinleyen halk gibi.

    Aydınlar, köşe yazarları, toplumu karanlıklardan aydınlığa çıkartacak insanlar onlar mı acaba? Bizi bu yaşamdan kurtarabilecekler miydi? Gerçekten böyle bir amaçları var mıydı?
    Şimdi elimi vicdanıma koyup her düşünen insan gibi soruyorum! Ey Aydın, ey köşe yazarı, ey halkın kendisini karanlıklardan aydınlığa kavuşturacağı ümidi beslenen, bir taraftan kadın hakları savunuculuğu yapıp da, diğer taraftan gazetenizde sırf para kazanmak adına arka kapak sayfalarında kadınların çırılçıplak fotoğraflarını yayınlayıp kadını bir seks malzemesi, bir dişi oyuncak olarak kullanıp kadının vücudunu bir sömürü aleti olarak kullanırsanız, biz sizin samimiyetinize inanmayız. Neden bu halk bilime, insanlığa, özgürlüğe hizmet etmiş kadınları tanımıyor da, göğüsleri, kalçaları güzel olan kadınları tanıyor? Neden bu halk insanlık için, ezilenler için, hakları çalınanlar için mücadele eden, öldürülen, zindanlara atılan, işkence gören kadınları tanımıyor da, iyi göbek atan kadınları tanıyor? Sizin gazetelerinizde ki arka kapak sayfalarında işinden atıldığından dolayı eylem yapan, emeği çalındığından dolayı grev yapan, fabrika köşelerinde fazla mesaiden dolayı çocuklarını göremeyen, açlıktan dolayı pazarlarda çürümüş sebze ve meyveleri toplayan, kocasının kahvehanesinden, içkisinden bunalan, çocuğunun kötü yollara bulaşmasından usanan kadınların resimlerini neden göremiyoruz da, ancak vücudu güzel olan para kazandıracak kadınların resimlerini görüyoruz? Anlıyoruz ki sizin için kadın sadece bir et parçası.
    Gerçi sizin bir mazeretiniz var. Kadın soyuldukça kadına olan ilgi azalır diyorsunuz. Aslında gazeteniz kadını bir ticaret malzemesi, bir modern köle olarak kullanmıyor, gazetenizin asıl hedefi toplumu daha dürüst, daha namuslu hale getirmek. Yani size göre toplum namussuzlaştıktan sonra namuslu olur. Oysa ey Aydın siz topluma bir namussuzluğu verdiğiniz zaman o toplum namuslu olmaz, başka bir namussuzluğa yönelir. Bu hep böyle olmuştur.

    Ya gazetenizin yayınladığı güzellik yarışmaları? Miss Turkey, Asya güzeli, Avrupa güzeli, dünya güzeli, falan güzeli, filan güzeli ve sonu tükenmeyen sömürü çarkı. Bu güzeller zengin masalarına ısmarlanan birer çerez malzemesi değildir de nedir? Birinci seçilen güzellere “birinci seçildiniz ve yarışma bitti. Artık evinize gidebilirsiniz, sakın bizi unutmayın mı” deniliyor yoksa asıl sömürü çarkı bundan sonra mı başlıyor? Kadının sömürülme gerçeği, haklarının çiğnenmesi gerçeği maalesef on binlerce yıldır hiç değişmemiş. Değişen tek şey sömürülmenin şekilleri. Dün kadının bedenini toprağa gömenler bugün kadının şeref ve onurunu toprağa gömdüler.

    Ey Aydın, ey karanlıkları aydınlatacak, ey insanlara açtığı ışıkla yol gösterecek, bir taraftan gericiliğe karşı olduğunuzu söylüyorsunuz ki olması gereken de budur. Aklı başında olan her insanın gericiliğe, yobazlığa karşı olması, aklın ve bilimin kabul ettiği bir gerçeğin arkasından gitmesi gerekir. Ama siz gerçekten öyle misiniz? Çünkü gazetenizde her gün yayınlanan yıldız fallarını, tarot fallarını görüyoruz. Söyler misiniz yıldızlar mı bizim geleceğimizi belirleyecek, yoksa aklımız ve tecrübelerimiz mi? Biz okumayacağız, araştırmayacağız, düşünmeyeceğiz bir iş yaparken yaptığımız işin ne gibi bir sonuç getireceğini sorgulamayacağız, bunun tecrübesini yaşamış insanlarla istişarede bulunmayacağız ve bizim için her şeyin en güzelini önceden önümüze koyan ve gazetelerinizde yayınlanan yıldız fallarından öğreneceğiz öyle mi? Veya gazetenizde yayınlanan tarot falına yani hiçbir bilinci olmayan, düşünmeyen, iradesi olmayan iskambil kâğıtlarına müracaat edeceğiz öyle mi? Yani düşünen, sorgulayan, aklı olan insan, kendi iradesini aklı olmayan bilinçsiz yıldızlara, iskambil kâğıtlarına teslim edecek. Bilimin ve aklın yolundan mı gitmeliyiz yoksa yıldız fallarının, tarot fallarının gösterdiği yoldan mı? Biz irademizi büyük ayı, küçük ayıya, maça kızına, karo papazına teslim edeceğiz öyle mi?

    Peki aydınımız halkımızı sömürüden kurtarabilecek miydi? Çünkü halk olarak hepimiz gazeteleri ve aydınlarını aydınlanmak için, kendimiz için, toplumumuz için zararın ve karın nerede olduğunu görmek için okumuyor muyuz? Şimdi soruyorum at yarışı, iddaa gibi oyunlar bir sömürü çarkı değil midir sayın Aydın? Yıllarca spor toto, spor lotolarla bu halk aldatılmadı mı? Soruyorum size bu futbolcular neden trilyonlar alıyorlar transferlerde? Spor kulüpleri futbolcuya verecek parayı nereden buluyor? Neden atın üzerindeki jokeyler bir yarışta milyarlarca para alıyor? Bu paralar nereden geliyor? Ben söyleyeyim? O paralar kimi çocukların okul harçlıkları, kimi çocukların sabah kahvaltılıkları, kimi çocukların beslenmelikleri? Kimi kadınların ev işlerinde akşama kadar çekmiş oldukları zahmetlerin karşılığında kocalarının ellerinden aldıkları v.s. Ey Aydın neden bir insan okumak yerine, araştırma yapmak yerine, içinde bulunduğu toplumun sosyal sorunlarını sorgulamak ve bu uğurda mücadele etmek yerine gazetenizin yayınladığı at yarışlarına, iddia gibi oyunlara kafasını yorsun?

    Bu halk işçilerin, bu sömürü çarkından nasıl kurtulacaklarının hesabını yapacağına, bunları düşüneceğine, sizin halka dayattığınız “hangi atın üzerindeki jokey kaç kilo, falanca atın anası filanca, falanca atın babası filanca” gibi şeyleri düşünüyor. İddia vesilesi ile Alman ligini, İtalya ligini bilen bu halk maalesef kendisini asıl ilgilendiren kartel, tröst, kapitalizm, sınıf farklılıkları gibi sözcüklerin neler ifade ettiğini bilmiyor. Kimler tarafından hangi amaçla sömürüldüğünü, ezildiğini bilmiyor. Halkı “haftanın hakemi, haftanın golü, haftanın futbolcusu, haftanın şutu” v.s. bitmeyen yararsız düşüncelerle meşgul ediyorsunuz. Çünkü sizin amacınız düşünen, sorgulayan, okuyan, araştıran bir toplum yaratmak olsaydı siz insanların beyinlerini üç kuruşluk menfaat için atlarla, sayısal lotolarla, iddaalarla, atların soy geçmişleri ile, meşgul etmezdiniz. Sayenizde kalem tutması gereken gençler, gazetenizin eline tutuşturduğu içinde hangi atın kim tarafından koşturulduğu, atın Arap mı, İngiliz mi olduğu, anne-babasının kim olduğu yazılı kâğıtları tutacak, okula gitmesi gereken çocuklar ganyan bayilerine gidecek. Siz bir aracısınız. Sömürünün, haksızlığın, adaletsizliğin aracılığını yapıyorsunuz. Egemen güçler sizin aracılığınızla sömürülen, ezilen, hakkını aramayan, hesap sormayan, düşünmeyen, ahlaksız, şuursuz bir halk yaratıyor.

    Gazetenin değinmediği, önemsemediği konular da bu gazetenin ve yazarlarının insan hakları konusundaki duyarsızlığını göstermek için yeterli bir delildir. Bakıyoruz ki bir işçilerin, patronların emek sömürüsüne karşı yapmış oldukları zulmü dile getiren bir mitingin, işten atılanların, karın tokluğuna çalışanların bu gazeteler nezdinde bir kadının kalçası kadar değeri yoktur. Bir mankenin kalçasına ayırdıkları kupür, 5.000 insan tarafından yapılan bir mitinge ayırmış oldukları kupürden daha fazladır. Demek oluyor ki bir kadının kalçası onların nezdinde 5.000 insanın vermiş olduğu insanlık mücadelesinden daha değerlidir
    Elbette bu ülkede gerçek aydınlarda vardır ama o aydınlara o köşelerde asla yer verilmeyecektir. O köşeler oradaki kodamanların, insan kanıyla beslenenlerin, insanları sömürenlerin katledenlerin çıkarlarını koruma görevini üstlenenlere ayrılmıştır.

    Anlıyorum ki, ezen sınıfın arzusu kültürüyle, felsefesiyle, sanatıyla, düşüncesiyle, yaşayışla hep kendi arzuladıkları toplumu yaratmaktır. Yani bir toplum eğer bir kültüre sahip olacaksa onların arzuladığı kültüre sahip olmalıdır. Düşünmeyen, sorgulamayan, bana neci bir halk, zilletle yaşamayı onursuzca yaşamayı kabul eden bir halk olmalıdır. Bu insan onların medyayla, sinemayla, dizilerle, magazin programlarıyla, tiyatrolarıyla, şiirleriyle, kahvehaneleriyle, birahaneleriyle, genelevleriyle, ganyan bayileriyle yaratmış olduğu insan modelidir. Dolayısıyla hâkim sınıfın yaratmış olduğu bir toplumda kendi özgürlüğünü, kurtuluşunu sağlayacak bir sistem, ideoloji insanlar tarafından kurulamaz ve kurulamamıştır.

    Hâkim sistemin sağlam olduğuna inanan bir kişide daha iyi bir sistem arayışı olamaz. Hâkim sistem, daima kendisini des¬tekleyen insanların zihnî ve ruhî anlayışlarını kendi çıkarı doğrul-tusunda şekillendirir.
    İrade gücü zayıf bireylerden oluşan bir toplum, kendi başına daha iyi bir düzen kurup işletemez. Kurulu olan sistem de daima onun zayıf ve sarsılmış iradesinin bir yansıması olacaktır. Bunlar bunun farkındadırlar. O nedenle gerçek aydınlar asla o köşelerde yer alamazlar.

    Onların bize dayattığı kültür bizi ancak onlara köle eder. Onlar istiyorlar ki kendi giymiş oldukları zillet/onursuzluk elbisesini bize de giydirsinler, istiyorlar ki efendilerinin önünde bizleri diz çöktürsünler, istiyorlar ki dayattıkları yoz kültürle bizleri hak aramayan, sorgulamayan, hesap sormayan, bana neci bir halk yapsınlar, istiyorlar ki insanları emperyalist sermaye kuruluşlarına ve insanları özgürlükten köleliğe geçiren, insanî, ahlakî değerleri ayaklar altına alan kültüre mahkûm etsinler ve böylelikle katliamlarına, tecavüzlerine devam etsinler. Gözlerimizi açıp baktıkça bu batmışlığa binlerce, on binlerce kez insanlığımızdan, varlığımızdan nefret ediyor bunlardan utanıyoruz.

    Artık her şey gözümün önünde açık ve netti. Anlıyorum ki yeryüzüne ancak İlahi yani Allah’ın kanunları hakim olduğu zaman yeryüzü huzur ve refaha kavuşacaktır. Bir kez daha anlıyorum ki insanların koyduğu kanunlarla, Allah’ın kanunları sürekli birbiriyle savaş halindedir. İnsanın neden “laiklik” diye haykırdığını anladım. Dine karşı olanlar “Laiklik” yani “din devlet işine karışmasın” diyordu. Evet “din” yani “Allah” onların işine karışmamalıydı. Karışmamalıydı ki rahatça genelevlerde kadınları satılsın, içkiden para kazınılsın, at yarışlarıyla insanlar sömürülsün, kadınlar gazetelerde soyulup, bedenleri meta haline getirilip sırtlarından paralar kazanılabilsin, faiz, kartel, tröst gibi sömürü çarkıyla insanlar iliklerine kadar soyulsun. Eğer dinin kanunları uygulanırda bunlar yasak edilirse, bu insanlar nasıl para kazanacaklardı?
    Acaba bütün insanlar bir araya gelse Allah’ın yarattığı bir sivrisineği yapabilirler miydi? Bir “göz” organını, bir “kalp” organını, bir “bal”ı, bir “sütü” yapabilirler miydi? Peki Allah’ın yarattığı bir sineği bile yapamayan bu bilgisiz insan nasıl oluyor da Allah’tan daha iyi kanun yapacağını iddia ediyor ve “din bizim işimize karışmasın” diyor? Allah’ın kanunlarını ayaklar altında çiğnemelerinin, “Allah bizim işimize karışmasın” demelerinin sebebi neydi? Din neden bu insanları bu kadar rahatsız ediyordu? Tek sebebi vardı, insanın ucuz ve adi çıkarlarıyla dinin emirleri bağdaşmıyordu.

    Kısacası Allah’ı kaldırıp yerine insanı koydular. Şimdi insan insana kulluk etmektedir. Ve insanın insana kulluğu kan, göz yaşı, katliam, tecavüz v.s. her türlü onursuzluğu, zilleti yeryüzüne hakim kılmıştır.
    İsmini vermeyeceğim bir yakınımın intiharı bu adi düzenin somut bir ifadesiydi. Kocasının içkisi, kumarı, başka kadınlarla olan ilişkileri onu bu geri dönüşü olmayan eyleme sürüklemişti. Aslında onun katili insanların koyduğu bu düzenin, bu sistemin kendisiydi. Bu düzen onu yalnızlığa sürüklemişti.. Hasta olduğu zamanlarda her gün akrabalarından bir kişi onun temizliğini yapabilir, ona moral verebilirdi. Ama bu adi düzen akrabalık bağlarını birbirinden koparmıştı. Peki ya komşuları? İstenilseydi her gün bir komşusu onun yalnızlığını paylaşamaz mıydı? Bu düzen komşuluk bağlarını da birbirinden koparmaktaydı. Bu düzen “biz” diyen değil “ben” diyen bireyler yaratmaktaydı. Bu düzen içerisinde insanca, özgürce yaşamaya yer yoktu.

    Böyle bir yaşam kabul edilemezdi. Bir an önce Allah’a yönelmeliydim. Yaşamımın her alanında Allah’a itaat olmalıydı. Senede 1 kez Allah’ı anıp, 364 günü O’nun emirlerini çiğneyemezdim. Eğer Allah’a inanıyorsam ve onun benim için gönderdiği bir takım emir ve yasakları varsa, benden istedikleri varsa bunu hayatımın her alanına yansıtmalıydım. O’na itaat etmeyen, onun emirlerini çiğneyen halkı ve yaşantısını gördüm. Bu yaşam insanî bir yaşam değildi. Bu yaşam insana insanca yaşam hakkını tanımıyordu. Ya bütünüyle Allah’a itaat etmeliydim, ya da yalandan Allah dememeliydim.

    Peki, ama Allah’ı bana kim tanıtacaktı, İslam’ı bana kim anlatacaktı? Dini kimden öğrenecektim? Ortada din adına çıkar sağlayan o kadar yalancı varken bana doğru dini kim anlatacaktı? Cübbeli Ahmet hoca mı? Fethullah Gülen mi? Diyanet mi? Hangisinin dediği doğruydu acaba?

    Nasıl ki hakim sınıf, insanları sömüren egemen sınıf kendi kültürünü, kendi yaşam biçimini üretmişse ve bu yaşam biçimini topluma dayatmışsa aynı şekilde sistem kendi dinini de üretmiştir. Örneğin bugün Arabistan’da milyonlarca halkı katleden, on binlerce kadına tecavüz eden büyük Şeytan ABD’nin askerî üstlerini görüyoruz. Zulmü yapmakla, zulme destek olmayı eşdeğer gören, hatta zulme sessiz kalmayı dahi zulmü yapmakla bir tutan İslam sizce bu ülkede yaşıyor mu? Bu ülkede hakim olan İslam acaba Hz. Muhammed’in İslam’ı mı yoksa Arabistanda ki Kral Abdullah’ın İslam’ı mı?

    Yezid’in de dini vardı. Ama bu din tamamıyla Yezid’in çıkarlarını menfaatlerini koruyan bir dindi. İşte İmam Hüseyin böyle bir İslam’la savaştı. Çünkü onların İslam olarak ağzında geveledikleri Yezid’in saltanatını koruyan onun çıkarlarına hizmet eden, hak ile savaşan hakkı katleden bir İslam’dı. Bu Yezid’in İslam’ıydı ve bu İslam peygamberin “Hüseyin bendendir, ben Hüseyindenim” dediği Hüseyin’i katlediyordu. Bu İslam elit tabakanın hizmetinde olan bir İslam’dı. Eğer bu İslam Allah’ın İslam’ı olsaydı o İslam Fatıma’nın meyvesini katleder, onun başını mızraklar ucunda gezdirir, başsız bedeninden atlar koşturur, 6 aylık yavrusunu katleder miydi? Bir hayvanı keserken bile kesmeden önce su vermeyi öneren İslam, nasıl olurda Peygamberin ciğerparesinin başını susuz bir şekilde kesenlerin İslam’ı , Allah’ın İslam’ı olabilir? 6 aylık bebeği öldüren bir din, masum bir cana kıymayı bütün insanlığı öldürmekle eşdeğer gören Allah’ın dini olabilir mi? Buradan anlıyoruz ki bu caniler İslam maskesini takmış ama İslam’la alakası olmayan insanlardı. İslam’ı sadece egemenliklerini korumak için kullanıyorlardı.

    İşte Yezid ve taraftarları böyle bir İslam’a, İmam Hüseyin’in biat etmesini, Yezid’i ve sahte İslam’ını tanımasını, Yezid’i müminlerin emiri, İslam’ın halifesi olarak tasdik etmesini istiyordu.
    İmam Hüseyin onların bu talebi karşısında “zilletle (onursuzca) yaşamaktansa, izzetli (şerefli) bir şekilde yaşamak daha iyidir” dedi. İmam Hüseyin’e göre zalimleri, diktatörleri, despotları tanımak, onların gölgesi altında yaşamayı kabullenmek onursuzca bir yaşamdır. Allah’ın dini insanların onurlu, şerefli bir şekilde, her türlü tecavüze, katliama, haksızlığa “hayır” diyerek yaşamasını ister. Eğer birileri insanları, zillete, zulme karşı teslimiyete, zalimlerle uzlaşmaya, onların katliamlarına destek olmaya davet ederse, o davete karşı direnişi, hatta bu direniş uğruna canını bile feda etmesini ister. İmam Hüseyin’in sözü bizlere “biz ancak şerefli bir şekilde yaşarız, eğer birileri bize şereflice yaşam hakkını tanımaz, bizi zilletle yaşamaya davet ederse biz de bu davete karşı ölümüne karşı direnir, onurlu bir şekilde ölmeyi tercih ederiz” demektedir.
    İşte burada iki tane İslam görüyoruz. Biri izzet ve şerefe davet ederken, öbürü zillet ve onursuzluğa, biri zulme karşı savaşmaya, diğeri zulümle uzlaşmaya, biri özgürlük ve hürriyete diğeri kölelik ve esarete davet etmektedir. O halde İslam İmam Hüseyin’den, İmam Ali’den öğrenilmelidir.

    Küçüklükten beri büyüklerimizden hep “12 imamlar” sözünü işitmiştik. Onların katledildiğini susuz bırakıldığını duymuştuk. Ama “12 imam” kimdi? İsimleri nelerdi? Nasıl yaşadılar? İnsanlara neyi emrettiler? Kimlere karşı mücadele ettiler? İçki hakkında, namaz hakkında, Kuran hakkında, oruç hakkında görüşleri nelerdi? Bunlar hakkında en ufak bilgi sahibi değildim. Büyüklerimden de bu konuda bizlere aktarılmış bilgi yoktu. Ama hiç tanımasam da büyüklerimden 12 imam sevgisini almıştım. Bana aşılamışlardı. 12 imam ismini duyunca kalbimde bir muhabbet, bir sevgi oluşuyordu ama kimler olduklarını bilmiyorum. Hayatlarına dair en ufak bir bilgim dahi yoktu.

    Şah kulu dergâhında Abdulbaki Gölpınarlı’ya ait olan bir kitap bana bu konuda ışık olmuştu. 12 imamları o kitapla tanımaya başlamıştım. İlk defa 4. İmamımıza neden Zeynel Abidin lakabının verildiğini orada okumuştum. Her imamımızın bir unvanı vardı. İmam Hasan-ı Müçteba, Müçteba yani seçilmiş anlamına geliyordu, İmam Muhammed Bagır, Bagır yani ilmi yaran, çok derin bilgi sahibi olan, İmam Ali Rıza, Rıza yani herkesin kendisinden razı olduğu anlamına geliyordu. Zeynel Abidin ise çok namaz kıldığından dolayı ibadet edenlerin ziyneti, süsü anlamına geliyordu.

    Sonra İmam Ali’nin vasiyetlerini, mektuplarını yazan bir kitabı yine Şahkulu sultan dergâhından aldım. Bu kitabın ismi “Nehcül Belağa” idi. Bu kitapta da Hz. Ali camide kılıçla başından yaralandıktan sonra oğlu İmam Hasan ve İmam Hüseyin’e yapmış olduğu vasiyeti yazıyordu. Bu vasiyette İmam Ali özellikle çocuklarına namazı bırakmamasını, namazı kılmalarını istiyordu. Sözlerinin başında özellikle bu vasiyetin yalnızca çocuklarına olmadığını bütün insanlara olduğunu vurguluyordu.

    Peki, ne yapmam gerekiyordu? Eğer Alevilik, Ali gibi yaşamaksa, İmam Ali’ye tabi olmak, itaat etmek ise ve İmam Ali kendi dostlarına namaz kılmayı emrediyorsa ne yapmam gerekiyordu? Allah’a, Kuran’a, 12 imamlara itaat etmeyecek miydim? Allah’ın emrini, İmam Ali’nin vasiyetini inkâr mı edecektim? Öldükten sonra Allah’a ne cevap verecektim? İmam Ali’nin yüzüne nasıl bakacaktım? Allah beni insanlara kulluk etmem için mi yaratmıştı, yoksa kendisine itaat etmem için mi?

    “İmam Ali camide şehit olduğu için ben namaz kılmam” diyemem çünkü bilakis camide başından yaralandıktan sonra “namazı bırakmayın” diyen Hz. Ali’nin kendisidir. Ayrıca ben bu kitabı Sünnilerin camisinden almadım, bilakis Alevilerin gittiği Şahkulundan aldım. Yani namaz kılmamam için hiçbir bahanem yoktu.

    12 İmamlara ait olan aşağıdaki sözler bize neyi anlatıyor?
    İmam Cafer Sadık şöyle buyuruyor; Diliyle taraftarımız olduğunu söyleyen ama ameliyle (yaptıklarıyla) bize karşı gelen kimse taraftarımız değildir. Taraftarımız diliyle ve kalbiyle bize uyan, bizim eserlerimize tabi olan ve bizim yaptıklarımızı yapan kimsedir. Kaynak: Biharul Envar c68, s164

    İmam Rıza diyor ki; Taraftarlarımız bizim emrimize teslim olanlar, bizim sözlerimize yapanlar ve bizim düşmanlarımıza karşı gelenlerdir. Kim böyle olmaz ise o bizden değildir. Kaynak: Camiu Ehadisi c1, s310

    İmam Cafer-i Sadık şöyle buyuruyor; Bizim taraftarımız olduğunu söyleyip de bizden başkasının ipine sarılan yalan söylüyor Kaynak: Vesail c18, s84

    Bu sözler bizlere gerçek bir Alevi, gerçek bir 12 imam taraftarı olmanın tek şartının 12 imamın yaptıklarını yapmak ve onların sözlerine mutlak bir şekilde itaat etmek olduğunu gösteriyor. İmam Rıza “Taraftarlarımız bizim emrimize teslim olanlar”dır diyor ve “kim böyle olmaz ise o bizden değildir” diyor. O halde gerçek Alevi olmanın yolu 12 imamın yolunu araştırmak, yaptıklarını yapmak, sözlerine itaat etmek değil midir?
    Evet, yıllarca biz Aleviler Osmanlı’nın baskı ve zulmünden dolayı 12 İmamları tanıma fırsatına sahip olamadık, onlarla ilgili kitaplara ulaşma ve o kitapları okuma fırsatına sahip olamadık ama şimdinin gençleri olarak şuanda bu fırsata sahibiz. Okuyoruz, araştırıyoruz ve şimdi 12 imamların bize bıraktığı o güzide, o mis kokulu yolu öğreniyoruz.

    Anneler, babalar bize dayatılan kültüre karşı çıkın. Bu kültür, bu yaşam biçimi Zeyneplerimizi, Fatımalarımızı ellerimizden alıyor. Dün Muaviye’nin çocuklara oynadığı oyunu, bugün çocuklarımıza oynuyorlar. O Emeviler ki çocuklarının isimlerini Ali koyanların başını kesiyorlardı ki, çocuklar Ali’yi tanımasın, Ali’yi hatırlamasın, Ali gibi yaşamasın. İmam Hüseyin ise “yüz tane oğlum olsa ismini Ali, yüz tane kızım olsa ismini Fatıma koyardım” diye haykırıyordu. Siz çocuklarımıza Ali ve Fatıma’yı unutturmaya çalıştıkça, ben çocuklara Ali ve Fatıma’yı hatırlatacağım. Babam Ali gibi onurlu, anam Fatıma gibi namuslu olmayı öğreteceğim onlara. Başımı mı keseceksiniz! Onursuzca yaşayıp isteklerinizi kabul edeceğime, sizler gibi namussuz ve onursuzca yaşayacağıma onurlu bir şekilde direnmek ve şerefli bir şekilde ölmek daha iyidir” diye haykıran ve bu yol için başını veren ve böyle bir yolu takip etmemiz için bizlere miras bırakan İmam Hüseyin değil mi?
    Bugün annelerle kızların yollarının ayrıldığını görüyoruz. Kültürleri farklı, düşünceleri farklı, bir tek ev adresleri aynı. Babayla oğulun iletişimi kopmuş. Aynı odada oturan aile fertlerinin gözleri televizyonda, birbirleriyle iletişim yok, diyalog yok, sohbet yok. Eşler arasında tamamıyla bağlar kopmuş. Annenin görevi yalnızca mutfakla yatak odası arasındaki boşluğu doldurmak. Yön yok, ideal yok, hedef yok.
    Oysa kadınlarımız, çocuklarımız böyle bir yaşamı hak etmiyor. Nasıl yaşanması gerektiğini siz öğretin çocuklarınıza, diziler, tele voleler, paparazziler öğretmesin. Bugün kadınlarımızı arka kapak sayfalarında soyup onların çırılçıplak fotoğraflarını yayınlayıp kadını bir meta haline getirip onların vücutlarından para kazananlar, genelevlerde kadınları hayvanlar gibi pazarlayıp onların özgürlüklerini satın alanlara seyirci kalıp göz yumanlar bizim kızlarımıza kadınlığı anlatamazlar. Gazetelerinde iddia yarışlarıyla, at yarışlarıyla halkımızı sömürenlerin bizlere insanlık konusunda öğretecekleri bir şey olamaz. Çocuklarınız kadınlığı Zeynep’ten öğrensin, direnişi Hüseyin’den, anneliği Fatıma’dan, insanlığı Ali’den öğrensin.
    Bize bu kültürü dayatan onursuz insanlar şunu çok iyi bilsinler ki biz devrimci imam Hüseyin’in, asil Zeynep’in öğrencileriyiz. Biz zillet içerisinde onursuzca yaşayamayız. Bizler manken değiliz ki onlar istedikleri süsü boynumuza assınlar ve istedikleri gibi bizi kullansınlar. Bizler insanız ve bizler değerlerimizle, ahlakımızla, onurumuzla, şerefimizle, inancımızla, ibadetlerimizle insanız.

    Namazı hafife alana biz Ehl-i Beyt'in şefaatı ulaşmayacak. İmam Cafer-i Sadık (a.s.)

    "Şiilerimiz halvetlerde/yalnız kaldıklarında Allah'ı çok zikredenlerdir." İmam Cafer-i Sadık (a.s.)

    #2
    Cemevinden namaza olan yolculuğum (Nasıl Şii Oldum- 42/ Özdemir)

    Sevgili kardeşim o kadar güzel yazmış, o kadar latif izah etmişsiniz ki, sizi yürekten kutluyorum. Bir müslüman böyle olmalı, bir şii, bir sünni, bir alevi böyle olmalı. Böyle olunca Allahın razı olacağı müslüman olabileceğimize inanırım.

    İslama olan aşkınız, müslümanların sorunlarına olan ilginiz, bu sorunlarla müşgul ruhunuz, bakışlarınızdaki derinlik ve güzelliğine yansımıştı muhterem kardeşim. Sizin o güzel halinizi tasvir etmekte çaresiz kalıyorum.
    Bütün müslümanlara, müslümanların dertleri ile böylesine dertlenen gönüller ihsan etsin Rabbimiz. Yazınızı gıpta ile okudum, öyle ki her zaman okunması gereken, tekrar tekrar okunması gereken bir içerik taşıyor. Kutluyorum.
    Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
    Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

    Yorum


      #3
      Cemevinden namaza olan yolculuğum (Nasıl Şii Oldum- 42/ Özdemir)


      Özdemir abi
      kalemine yüreğine sağlık , başından sonuna isabetli bir yazı
      Allah (c.c.) gönüllere ışık vesilesi kılsın İmam-ı Zaman (a.f) nin aracılığı ile inşAllah.
      Okuyan gözler ışık bulsun , idrak eden akıllar çok olsun
      Rabbim bereketli kılsın

      Allahumme Salli Ala Muhammed ve Al'i Muhammed ve accil ferecehum..

      Allah, geçimsiz efendileri olan bir adamla, yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Övülmek Allah içindir, fakat çoğu bilmezler. (Zümer 27)

      Yorum


        #4
        Cemevinden namaza olan yolculuğum (Nasıl Şii Oldum- 42/ Özdemir)

        Allaha hamdolsun Muhammedin (s.a.a) dini Ehlibeytinin yolu üzeresiniz.

        Yorum


          #5
          Cemevinden namaza olan yolculuğum (Nasıl Şii Oldum- 42/ Özdemir)

          [quote author=mirzehan link=topic=19289.msg116668#msg116668 date=1296473087]


          Özdemir abi
          kalemine yüreğine sağlık , başından sonuna isabetli bir yazı
          Allah (c.c.) gönüllere ışık vesilesi kılsın İmam-ı Zaman (a.f) nin aracılığı ile inşAllah.
          Okuyan gözler ışık bulsun , idrak eden akıllar çok olsun
          Rabbim bereketli kılsın

          Allahumme Salli Ala Muhammed ve Al'i Muhammed ve accil ferecehum..


          Sayin Mehmet UFUKALP'inda soyledigi gibi"öyle ki her zaman okunması gereken, tekrar tekrar okunması gereken bir içerik taşıyor. Kutluyorum" ve tekrar okuyacagim insaAllah

          Yorum


            #6
            Cemevinden namaza olan yolculuğum (Nasıl Şii Oldum- 42/ Özdemir)

            [quote author=mirzehan link=topic=19289.msg116668#msg116668 date=1296473087]


            Özdemir abi
            kalemine yüreğine sağlık , başından sonuna isabetli bir yazı
            Allah (c.c.) gönüllere ışık vesilesi kılsın İmam-ı Zaman (a.f) nin aracılığı ile inşAllah.
            Okuyan gözler ışık bulsun , idrak eden akıllar çok olsun
            Rabbim bereketli kılsın

            Allahumme Salli Ala Muhammed ve Al'i Muhammed ve accil ferecehum..


            [/quote]

            Yorum


              #7
              Cemevinden namaza olan yolculuğum (Nasıl Şii Oldum- 42/ Özdemir)

              özdemir kardeşim tek kelimeyle bravo diyorum
              gerçekten yazınız çok güzel çok
              yazınızı üye olduğum bir kaç mail grubunda paylaştım hakkınızı helal edin.
              eğer bu yazıyı akrabalarınıza sunacaksanız ben derim ki kuranda namaz vakitlerinin geçtiği ayetleride eklemelisiniz.
              ayrıca alevilerde eline beline diliine sahip doktirinin yaşanmmadığını yeni yetişen alevi gençlerinin bırakın muharrem ayında orucu imam hüseyinin aşurasını bilmediklerini imamları ancak bir türkü sözlerinde tekrarladııklarınıda vurgulayabilirsiniz.
              bu arada allaha hamdolsun rabbim dilediğini hidayet edendir demek ki allahın sevgili kuluymuşsunuz ki sizin ondan uzak durmanıza razı olmamış.ne mutlu ki allahın rahmetiyle kuşatılmışsınız.
              inşaallah hayra vesile olanlardan olursunuz.
              allahuekber
              "eğer sıffinde engellenebilseydi cansız kuranın mızraklanışı o zaman kerbelada mızraklanmazdı canlı kuranın başı"

              Yorum


                #8
                Cemevinden namaza olan yolculuğum (Nasıl Şii Oldum- 42/ Özdemir)

                Allah razı olsun Muttaki kardeş. Bilgilendirdiğin için teşekkürler.
                Namazı hafife alana biz Ehl-i Beyt'in şefaatı ulaşmayacak. İmam Cafer-i Sadık (a.s.)

                "Şiilerimiz halvetlerde/yalnız kaldıklarında Allah'ı çok zikredenlerdir." İmam Cafer-i Sadık (a.s.)

                Yorum


                  #9
                  Cemevinden namaza olan yolculuğum

                  allahu ekber ben de ehlibeyt mektebine geçtikten sonra çok tepki aldım allaha şükür fire vermedim birileri arkandan konuşuyorsa sen öndesindir zfer bizimledir
                  Hz. Hüseyin (as) bunlardan hiçbirine yanaşmadı. Pazarlığa ve uzlaşıya varacak hiçbir istekte bulunmadı. Yezit’e biat etmesi durumunda, fasıkların yönetimini kabul etmiş olacaktı. İslam hilafetinin yerine saltanata dönüştürülen sistemi kabul edecekti. İslam’la alakası olmayan Yezid’in din işlerinin b

                  Yorum


                    #10
                    Cemevinden namaza olan yolculuğum (Nasıl Şii Oldum- 42/ Özdemir)

                    [quote author=Musavi link=topic=19289.msg116672#msg116672 date=1296481324]
                    Allaha hamdolsun Muhammedin (s.a.a) dini Ehlibeytinin yolu üzeresiniz.
                    [/quote]
                    Gözler Senin İntizarında Ağaa ..!

                    Yorum


                      #11
                      Cemevinden namaza olan yolculuğum (Nasıl Şii Oldum- 42/ Özdemir)

                      amin özdemir kardeşim
                      yazının devamı bekleniyor bilesin
                      benim gönderdiğim gruptan bir kişi mail atmış ve devamını istemiş
                      bende onun gibi sabırssızlıkla bekl,iyorum devamını...
                      "eğer sıffinde engellenebilseydi cansız kuranın mızraklanışı o zaman kerbelada mızraklanmazdı canlı kuranın başı"

                      Yorum


                        #12
                        Cemevinden namaza olan yolculuğum (Nasıl Şii Oldum- 42/ Özdemir)

                        bu başlığı Nasıl Şii oldum diye değiştirmeye gerek var mı diye düşünmekteyim? mesala şöyle:

                        Cemevinden Namaza Olan Yolculuğum (Nasıl Şii Oldum- 42/ Özdemir) gibi ?

                        Yorum


                          #13
                          Cemevinden namaza olan yolculuğum (Nasıl Şii Oldum- 42/ Özdemir)

                          Başlık gayet güzel, değiştirilmesine hiç gerek yok.
                          Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
                          Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

                          Yorum


                            #14
                            Cemevinden Namaza Olan Yolculuğum (Nasıl Şii Oldum- 42/ Özdemir)

                            şii oluş farklı bir iş ve olgudur.. Alevilik her ne kadar şiaya uzak değilse de şia hak mektep olarak her zaman ve mekandan kendine yönelenleri başka hislere bürümektedir..

                            şia dışında her mektebin net sınırları yoktur. ölçüleri bulanıktır. örneğin hanefi şafiyi zıt fetvalarına rağmen hak sayar. ama şiada doğrular sadece 1 tanedir ve onlar da Ehlibeytin zamanın imamınca tebliğ edilmiştir edilmektedir..

                            bu açıdan şii olmak başlı başına bir oluşum ve farklılıktır..

                            Yorum


                              #15
                              Cemevinden Namaza Olan Yolculuğum (Nasıl Şii Oldum- 42/ Özdemir)

                              arkadaşlar sayfayı tartışmaya açmadım.. soruyu da size sormadım. burası tartışma bölümü değil.. başka yerde tartışın soruyu Özdemir kardeşimize sordum ondan cevap bekliyorum konu aydınlansın diye cevap yazdım yoksa tartışma amaçlı değil.. konu dışı mesajları sildim bundan sonra da sileceğim..

                              Yorum

                              YUKARI ÇIK
                              Çalışıyor...
                              X