Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Hz. EBÛ BEKR

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Hz. EBÛ BEKR

    Hz. Ebû Bekir, daha Müslüman olmamıştı. Çok te’sîrinde kaldığı bir rü’yâ gördü. Gökten dolunay inip, Kâ’be-i muazzamaya gelmiş ve sonra parça parça olmuş, parçalar Mekke’deki her evin üzerine düşmüş, sonra da tekrar bir araya gelip göğe yükselmişti. Fakat, kendi evine düşen ay parçası evde kalmış tekrar göğe yükselmemişti. Hz. Ebû Bekir, evin kapısını kapayarak, ay parçasının çıkmasına mâni olmuştu.

    Kavminden Peygamber gelecek

    Sabahleyin heyecanla uyanan Hz. Ebû Bekir, hemen bir Yahûdî âlimine gidip, rü’yâsını anlattı. O da dedi ki:

    - Bu rü’yâ karışık rü’yâlardan biridir. Bunun ta’bîri yapılamaz.

    Fakat bu söz O’nu tatmin etmemişti. Devamlı bu rü’yânın ta’bîrini düşünüyordu.

    Bir zaman sonra ticâret maksadıyla gittiği yerde, râhip Bahîra’ya rü’yâsını anlattı. Rü’yâ Bahîra’nın çok dikkatini çekti. Bunun için Hz. Ebû Bekir’e sordu:

    - Sen nerelisin?

    - Kureyş’tenim.

    - Tamam. Şimdi rü’yânı ta’bîr edeyim. Mekke’de, bu kavimden bir peygamber gelecek, O’nun hidâyet nûru her yere yayılacak. Sen, O hayatta iken O’nun vezîri, vefâtından sonra da Halîfesi olacaksın!..

    Hz. Ebû Bekir ne yapacağını şaşırmış hâldeyken, râhip Bahîra sözlerine şöyle devam etti:

    - Şimdi sen hemen memleketine dön! O’na ulaş! O’na vahiy gelmeye başladığında, git herkesten önce O’na îmân et!

    Hz. Ebû Bekir bu ta’bîri kimseye anlatmadı. Peygamber efendimiz, peygamberliğini teblîğe başlayınca sordu:

    - Peygamberlerin, peygamber olduklarına dâir delîlleri vardır. Senin delîlin nedir?

    Peygamber efendimiz buyurdu ki:

    - Peygamberliğime delîl, o rü’yâdır ki, bir Yahûdî âliminden ta’bîrini istedin. O âlim, “Karışık bir rü’yâdır, i’tibâr edilmez” dedi. Sonra râhib Bahîra, doğru ta’bîr etti. Yâ Ebâ Bekr, seni Allahü teâlâya ve Resûlüne îmân etmeğe da’vet ederim.

    Bunun üzerine, Hz. Ebû Bekir, kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu. Zaten bir gece önce şöyle düşünmüştü:

    Aklıma yatmıyor

    “Baba ve dedelerimizin seçtiği din, hiç aklıma yatmıyor. Zîrâ hiçbir zarar ve fayda vermeye kâdir olmayan bir heykele tapınmak, ibâdet etmek akıllıca bir iş değildir. Bu kadar muazzam bir kâinâtın bir yaratıcısı olması lâzımdır. Fakat bunu kendi aklım ile bulmam mümkün değildir. Yarın gidip durumu Muhammed aleyhisselâma anlatayım. Bu durumu ancak O’na arz edebilirim. Zîrâ, olgun ve akıllı, doğru görüşlü, hiç yalan söylemiyen bir kimsedir. Herkes O’ndan Muhammed-ül emîn diye bahsetmektedir. O, ne yapmamı isterse ona göre hareket ederim.”

    Resûlullah efendimiz de, aynı gece, Hz. Ebû Bekir’i İslâm’a da’veti düşünmüştü. Sabah olunca her ikisi de aynı düşünce ile birbirlerinin evine gitmek üzere evlerinden çıktılar. Yolda karşılaştıklarında, “Sözleşmeden birleştik” dediler.

    Hz. Ebû Bekir, Peygamber efendimizin huzurlarında Müslüman olur olmaz, hemen yakın arkadaşları hatırına geldi:

    - Yâ Resûlallah, müsâade ederseniz, yakın arkadaşlarımı da huzûrunuza getirip, onların da Müslüman olmalarını arzû ediyorum. Onların da ebedî saâdete kavuşmalarını istiyorum, diyerek arkadaşlarına koştu.

    Arkadaşlarım dediği, Hz. Osman, Hz. Talhâ bin Ubeydullah, Hz. Zübeyr, Hz. Abdurrahmân bin Avf, Hz. Sa’d bin Ebî Vakkâs ve Hz. Ebû Ubeyde bin Cerrâh gibi, ileride Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerinden ve Cennetle müjdelenenlerden olacak kimselerdi.

    Gelin îmân edin

    Hz. Ebû Bekir, yeni Müslüman olmasının aşk ve şevkiyle, Mescid-i Harâma vardığında, dayanamayıp, müşrikler tarafına dönerek seslendi:

    - Bütün kâinâtın yaratıcısı olan Allahü teâlâyı bırakıp, niçin gidip, bu âciz putlara tapıyor, onlara yüz sürüyorsunuz. Gelin, Allaha ve O’nun resûlü Muhammed aleyhisselâma îmân edin!

    Bunun üzerine müşrikler, hep birlikte üzerine yürüdüler. Kendisini çok fecî şekilde dövdüler. Kabîlesinden gelen ba’zı kimseler, kendisini baygın bir hâlde evine götürdüler.

    Hz. Ebû Bekir, uzun bir süre kendisine gelemedi. Ayılması için yapılan bütün gayretlerden bir netîce alınamıyordu. Artık, ümitsiz bir şekilde başında beklemeye başladılar. Nihâyet akşam üstü biraz kendine gelir gibi oldu. Gözünü açar açmaz, ağzından çıkan ilk kelâm şu oldu:

    - Resûlullah, ne yapıyor, O ne hâldedir? O’na birşey oldu mu?

    Annesi Ümmülhayr sevinç içinde dedi ki:

    - Yavrum, bir şey arzû eder misin, yiyip içmek ister misin?

    - Anneciğim, ben Resûlullaha birşey oldu mu diye soruyorum. O’nun hakkında bana bilgi getirmediğin takdîrde, ne bir lokma yerim, ne de birşey içerim.

    - Evlâdım, vallahi, O’nun hakkında bir bilgim yok. Onun için sana cevap veremiyorum. Sen biraz ye, kendine gel. Sonra O’nun durumunu öğrenirsin.

    - Hayır anne!.. Sen Ümm-i Cemil’e git ve de ki: Oğlum Ebû Bekir, senden Resûlullahı soruyor. Acaba ne hâldedir?

    Annesi de îmân etti

    Annesi hemen gidip, Ümm-i Cemil’e durumu anlattı.

    Daha sonra, annesi ve Ümm-i Cemil’in yardımıyla, yavaş yavaş Hz. Erkam’ın evine vardı. Peygamber efendimizi sağ sâlim görünce çok sevindi, Resûlullaha sarıldı. Artık bütün ağrılarını unutmuştu. Peygamber efendimize dedi ki:

    - Yâ Resûlallah! Bu benim annem Selmâ’dır. Ona duâ etmenizi istiyorum. O da hidâyete kavuşsun!

    Peygamber efendimiz duâ buyurdu. Böylece annesi de, îmân ile şereflendi ve ilk Müslümanlardan oldu.

    Resûlullah efendimiz Mi’râca çıktıktan sonra, ertesi gün, Kâ’be yanında mi’râcını anlatınca, işiten müşrikler, inkâr edip, alay etmeye başladılar. Müslüman olmaya niyetli olanlar da vazgeçtiler.

    Müşrikler, “Tamam, bu defa bir koz yakaladık” diyerek Hz. Ebû Bekir’e gidip sordular:

    - Ey Ebâ Bekr! Sen çok defa Kudüs’e gidip geldin. İyi bilirsin. Mekke’den Kudüs’e gidip gelmek, ne kadar zaman sürer?

    - İyi biliyorum. Bir aydan fazla.

    Mi'râcınız mübârek olsun!

    Kâfirler bu söze sevindi. “Akıllı, tecrübeli adamın sözü böyle olur” dediler. Gülerek, alay ederek ve Hz. Ebû Bekir’in de kendi kafalarında olduğuna sevinerek, “Senin efendin, Kudüs’e bir gecede gidip geldiğini söylüyor” diyerek, Ebû Bekir’e sevgi, saygı gösterdiler.

    Hz. Ebû Bekir, Resûlullahın mübârek adını işitince;

    - Eğer O söyledi ise, inandım. Bir anda gidip gelmiştir, deyip içeri girdi.

    Kâfirler neye uğradıklarını anlıyamadı. Önlerine bakıp gidiyorlar ve bir taraftan da diyorlardı ki:

    - Vay canına, Muhammed ne yaman büyücü imiş. Ebû Bekir’e de sihir yapmış.

    Hz. Ebû Bekir hemen giyinip, Resûlullahın yanına geldi. Büyük kalabalık arasında, yüksek sesle dedi ki:

    - Yâ Resûlallah! Mi’râcınız mübârek olsun! Allahü teâlâya sonsuz şükürler ederim ki, bizleri, senin gibi büyük Peygambere, hizmetçi yapmakla şereflendirdi. Parlıyan yüzünü görmekle ve kalbleri alan, rûhları çeken tatlı sözlerini işitmekle ni’metlendirdi. Yâ Resûlallah! Senin her sözün doğrudur. İnandım. Canım sana fedâ olsun!

    Böylece Hz. Ebû Bekir, o gün tereddüde düşen Müslümanların tereddütlerini giderdi, diğerlerinin ma’nevîyatlarını güçlendirdi. Böyle tereddütsüz îmân etmesinden dolayı Resûlullah, o gün Hz. Ebû Bekir’e Sıddîk dedi. Bu adı almakla, bir kat daha yükseldi.

    Beraber hicret ederiz

    Mekke’de müşriklerin, Müslümanlara yaptıkları baskılar ve işkenceler üzerine, Müslümanların çoğu, Resûlullah efendimizin izniyle Medîne’ye hicret etti. Hz. Ebû Bekir de hicret için izin istediğinde, Resûl-i ekrem buyurdu ki:

    - Sabreyle. Ümîdim odur ki; Allahü teâlâ bana da izin verir. Beraber hicret ederiz.

    - Anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Böyle ihtimâl var mıdır?

    - Evet vardır.

    Peygamber efendimizin bu cevapları, Hz. Ebû Bekir’i sevindirmişti.Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir hazırlıklara başladı. Hicret için iki deve satın aldı ve o günü beklemeye başladı. Artık Mekke’de sadece; sevgili Peygamberimiz ile Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali, fakîrler, hastalar, ihtiyârlar ve müşriklerin hapse attığı mü’minler kalmıştı.

    Diğer taraftan Medîneli Müslümanlar, ya’nî Ensâr, hicret eden Mekkelileri ya’nî Muhâcirleri çok iyi karşılayıp, misâfir ettiler. Aralarında kuvvetli bir birlik meydana geldi.

    Resûlullah efendimiz, hicret gecesi, Allahü teâlânın emriyle evinde Hz. Ali’yi bırakıp, müşriklerin üzerine toprak saçarak uzaklaşıp, Hz. Ebû Bekir’in evine gitti. Hz. Ebû Bekir’e buyurdu ki:

    - Hicret etmeme izin verildi.

    Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk heyecanla sordu:

    - Mübârek ayağınızın tozuna yüzümü süreyim yâ Resûlallah! Ben de beraber miyim?

    Efendimiz cevap verdiler:

    - Evet...

    Anam-babam fedâ olsun

    Hz. Ebû Bekir sevincinden ağladı. Gözyaşları arasında dedi ki:

    - Anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Develer hazır. Hangisini murâd ederseniz, onu kabûl buyurunuz.

    - Benim olmayan deveye binmem. Ancak bedeliyle alırım.

    Bu kesin emir karşısında mecbur kalan Hz. Ebû Bekir, devenin bedelini söyledi.

    Hz. Ebû Bekir, Abdullah bin Üreykıt isminde, kılavuzluğu ile meşhûr olan zâtı çağırıp, yol göstermesi için ücretle tuttu ve develeri üç gün sonra Sevr dağındaki mağaraya getirmesini emretti.

    Safer ayının 27’si perşembe günü, Peygamber efendimiz ve Ebû Bekr-i Sıddîk, yanlarına bir miktar yiyecek alarak yola çıktılar. İzleri belli olmasın diye parmaklarına basarak gidiyorlardı. Hz. Ebû Bekir, Resûlullahın çevresinde, ba’zan sola, ba’zan sağa, öne, arkaya gidiyordu. Peygamberimiz, niçin böyle yaptığını sorunca dedi ki:

    - Etraftan gelecek bir tehlikeyi önlemek için. Eğer bir zarar gelirse önce bana gelsin. Canım yüksek zâtınıza fedâ olsun yâ Resûlallah!

    - Yâ Ebâ Bekr! Başıma gelecek bir musîbetin, benim yerime, senin başına gelmiş olmasını ister misin?

    - Evet yâ Resûlallah! Seni hak dinle, hak peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim ki, gelecek bir musîbetin, senin yerine, benim başıma gelmesini isterim.

    Mağara kapısı önüne geldiklerinde, Hz. Ebû Bekir dedi ki:

    - Allah için yâ Resûlallah, içeri girmeyin! Ben gireyim, orada zararlı bir şey varsa, bana gelsin, mübârek zâtınıza bir keder, bir elem değmesin.

    Ayağını yılan soktu

    Sonra içeri girip, süpürüp temizledi. Sağında, solunda irili ufaklı birçok delikler vardı. Hırkasını parçalayıp, delikleri kapadı, fakat biri açık kaldı. Onu da ökçesi ile kapayıp, Resûlullahı içeri da’vet eyledi.

    Peygamber efendimiz içeri girdi ve mübârek başını Hz. Ebû Bekir’in kucağına koyup uyudu. O zaman, Hz. Sıddîk’ın ayağını yılan soktu. Resûlullahın uyanmaması için sabredip, hiç hareket etmedi. Fakat gözyaşı Resûlullahın mübârek yüzüne damlayınca buyurdu ki:

    - Ne oldu yâ Ebâ Bekr?

    - Ayağım ile kapattığım delikten, bir yılan ayağımı soktu.

    Resûlullah efendimiz, Ebû Bekir’in yarasına, iyi olması için mübârek ağzının yaşından sürünce, acısı hemen dindi, şifâ buldu.

    Resûlullah efendimiz ve Ebû Bekr-i Sıddîk içerde iken, müşrikler, iz takip ederek mağaranın önüne geldiler. Mağaranın ağzının bir örümcek tarafından örüldüğünü ve iki güvercinin de yuva yaptığını gördüler. İz sürücü Kürz bin Alkama dedi ki:

    - İşte burada iz kesildi.

    Müşrikler dediler ki:

    - Eğer, onlar buraya girmiş olsalardı, kapının üzerindeki örümcek ağının yırtılmış olması lâzım gelirdi. Bu örümcek, ağını, Muhammed doğmadan önce örmüştür.

    İçeri bakmadan geri döndüler

    Müşrikler kapı önünde münâkaşa ederken, içeride Hz. Ebû Bekir endişeye kapıldı. Kâinâtın sultânı efendimiz buyurdu ki:

    - Yâ Ebâ Bekir! Üzülme! Şüphesiz Allahü teâlâ bizimledir.

    Müşrikler içeri bakmadan geri döndüler.

    Mağarada üç gece kalıp, pazartesi gecesi yola çıktılar. Eylül ayının 20 ve Rebî’ul-evvelin 8. pazartesi günü Medîne’de Kubâ köyüne geldiler. O gün, Müslümanların Hicrî şemsî sene başlangıcı oldu.

    Hz. Ebû Bekir, hazerde ve seferde Resûlullahtan hiç ayrılmadı. Ona her zaman arkadaşlık etti. Her zaman, malını, canını fedâ etmeye hazır hâlde yanında beklerdi.

    Bedir savaşında bir ara, İslâm askeri zorlanmaya başladı. Bunun üzerine, Peygamber efendimiz, Sa’d ve Sa’îd hazretlerini gönderdi. Sonra Hz. Ebû Zer’i gönderdi. Daha sonra da Hz. Ömer’i gönderdi. Bir saat geçtiği hâlde, zorlanma devam ediyordu. Bunu gören, Hz. Ebû Bekir, kılıcını çekip atına binmek isteyince, Peygamber efendimiz elinden tutup buyurdu:

    - Yanımdan ayrılma yâ Ebâ Bekr! Bedenime ve kalbime gelen her sıkıntı, senin mübârek yüzünü görmekle hafifliyor. Seninle kalbim kuvvetleniyor.

    Peygamber efendimiz, Hz. Ebû Bekir’i ağlarken görünce buyurdu ki:

    - Yâ Ebâ Bekir, ağlama! Arkadaşlığı ve malı, bana, senden daha bereketli olanı yoktur.

    Hz. Ebû Bekir'in îmânı

    Hz. Ebû Bekir, diline hâkim olmak, lüzûmsuz hiçbir şey konuşmamak için mübârek ağzına taş koyardı. Mecbûr kalmadıkça aslâ dünya kelâmı konuşmazdı. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:

    (Ebû Bekir’in îmânı, bütün mü’minlerin îmânı ile tartılsa, Ebû Bekir’in îmânı ağır gelir.)

    Peygamber efendimizin ilk halîfesi ve peygamberlerden sonra insanların en üstünü olmak fazîleti, üstünlüğü, sadece Hz. Ebû Bekir’e nasîb olmuştur. O, dîni kuvvetlendirmek, Peygamber efendimizi memnûn etmek için malını vermekte, düşmana karşı cihâd etmekte, hep önde olmuştur.

    Hadîd sûresinde meâlen buyuruldu ki:

    (Mekke-i mükerremenin fethinden önce, malını veren ve cihâd eden kimseye, fetihten sonra malını dağıtan ve cihâd edenden daha büyük derece vardır. Allahü teâlâ hepsine Cenneti va’detti.)

    Bu âyet-i kerîmenin, Hz. Ebû Bekir’in fazîletini ve derecesinin yüksekliğini gösterdiğini âlimlerimiz söz birliği ile bildirmişlerdir.

    Tevbe sûresinde de, önce îmâna gelenlerden, her fazîlette öne geçenlerden, Allahü teâlânın râzı olduğu bildirilmiştir.

    Tebük gazâsında, Resûlullah, herkesin yardım yapmasını emir buyurunca, herkes malının bir kısmını getirip verdi. Hz. Ömer, her zaman en çok yardımı yapan Hz. Ebû Bekir’i, bu defa geçeyim diye, malının yarısını alıp getirdi. Sonra Hz. Ebû Bekir de malını getirip teslîm etti. Peygamber efendimiz sordu:

    - Yâ Ömer, evine ne kadar mal bıraktın?

    - Yâ Resûlallah, bu kadar da eve bıraktım.

    Allah ve Resulünü bıraktım

    Sonra Hz. Ebû Bekir’e dönüp sordu:

    - Yâ Ebâ Bekr, sen evine ne bıraktın?

    - Yâ Resûlallah, evime birşey bırakmadım. Tamamını buraya getirdim. Onlara Allah ve Resûlünü bıraktım.

    Resûlullah efendimiz Hz. Ömer’e dönerek buyurdu ki:

    - İkinizin arasındaki fark, cevaplarınız arasındaki fark kadardır.

    Hz. Ebû Bekir’in, Peygamber efendimizin vefâtından sonra da çok büyük hizmetleri oldu. Zîrâ Peygamber efendimiz vefât edince, Eshâb-ı kirâmın aklı başından gitti. Mescidde ağlaşmaya başladılar. Hiç kimsenin inanası gelmiyordu.

    Hele Hz. Ömer tamamen kendinden geçmiş bir hâlde idi. Peygamber efendimizin mübârek yüzüne bakıp diyordu ki:

    - Resûlullah bayılmış, fakat baygınlığı çok ağır.

    Ölüm sözünü ağzına almadığı gibi, kimsenin de söylemesini istemiyordu. Dışarı çıkıp dedi ki:

    - Kim “Resûlullah öldü” derse, kılıcımla boynunu vururum!

    Resûlullah da vefât edecektir

    Hz. Ebû Bekir ile Hz. Abbâs’ın Eshâb-ı kirâm arasında bir ağırlığı vardı. Eshâb-ı kirâmı ancak bunlar teskin edebilirdi. Bunun için beraber mescide gittiler. Hz. Ebû Bekir buyurdu ki:
    - Ey insanlar! Resûlullahın, “Ben vefât etmiyeceğim” dediğini içinizde duyan var mı?

    - Hayır, böyle bir söz duymadık.

    Sonra Hz. Ömer’e dönüp sordu:

    - Yâ Ömer, bu husûsta sen birşey duydun mu?

    - Hayır duymadım.

    Sonra Eshâb-ı kirâma dönüp buyurdu ki:

    - Hiç kimse, Resûlullahın vefât etmiyeceğini söyliyemez. Cenâb-ı Hakka yemîn ederim ki, Resûlullah ölümü tatmış bulunmaktadır. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde, “Muhakkak, sen de öleceksin, onlar da ölecektir” buyurmaktadır. Resûlullah, İslâmiyetin bütün hükümleri tamamlandıktan sonra, aramızdan ayrıldı. Artık kendimize gelip, defin işlerini tamamlayalım.

    Sonra, Hz. Abbâs da buna benzer konuşmalar yaptı. Böylece Eshâb-ı kirâmın aklı başlarına geldi.

    Sevgili Peygamberimiz bir gün Eshâb-ı kirâm ile sohbet ederken, “Şehîdliğin fazîletlerini” anlatıyorlardı. Şehîdlerin şefâ’ati hakkında buyurdu ki:

    - Kıyâmet gününde şehîdler, mahşer yerine gelirlerken, orada bulunan Peygamberler ayağa kalkarlar. Onlar, çocukları, akrabâları ve dostlarından 70 bin kişiye şefâ’at ederler.

    Gazânız mübârek olsun

    Bu sözleri işiten Hz. Nevfel, Resûlullah efendimizden, şehîd olmak için duâ istedi. Resûlullah efendimiz de duâ ettiler.

    Bir müddet sonra, muhârebeye çıkıldı. Peygamber efendimiz de aralarında bulunuyordu. Bu muhârebe Hz. Nevfel’in duâsından sonraki ilk muhârebe idi. Ve bu muhârebede Hz. Nevfel şehîd düşerek, arzûsuna kavuştu.

    Peygamber efendimiz ve Eshâbı, muhârebeden dönüyorlardı. Karşılamaya gelenler arasında, Hz. Nevfel’in hanımı, çocukları ve yaşlı annesi vardı.

    Yaşlı annesi, “Gazânız mübârek olsun” dedikten sonra Resûlullaha, oğlunu sordu. Peygamber efendimizin gözleri nemlendi. Oğlunun şehîdlik haberini vermeye mübârek kalbi dayanamadı. Elleriyle arkayı işâret edip, yoluna devam etti.

    Hz. Nevfel’in annesi, Peygamber efendimizin hemen arkasından gelen, Allahın arslanı Hz. Ali’ye de aynı şekilde oğlunu sordu. O da şehîdlik haberini veremeyip, arkayı işâret etti.

    Yaşlı kadın daha sonra, Hz. Ömer’e ve Hz. Osman’a rastladı. Onlara da oğlunun durumunu sordu. Onlar da cevap veremeyip Resûlullahın yaptığı gibi arkayı işâret ettiler.

    En son gelen Hz. Ebû Bekir idi. Kadıncağız büyük bir ümitle sevgili Peygamberimizin azîz arkadaşına yaklaşarak aynı şeyleri sordu.

    Hz. Ebû Bekir kendi kendine düşündü:

    “Yâ Rabbî! Ne kadar zor bir durumdayım. Eğer doğruyu söylersem, mahzûn kalbleri üzmüş olacağım. Bunu yapmaktan sevgili Peygamberimiz çekindi. O’na nasıl aykırı davranabilirim. Sen bana öyle bir şey ilhâm et ki, bu gariplerin yüreği daha fazla yanmasın Allahım!”

    Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!..

    Daha sonra, Hz. Ebû Bekir, bütün kalbiyle:

    - Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!.. diye bağırdı.

    İşte o sırada, yaydan fırlamış ok gibi bir atlı, yıldırım hızıyla yanlarına yetişerek dedi ki:

    - Buyur yâ Sıddîk, beni mi çağırdın?

    Bu atlı, Hz. Nevfel’den başkası değildi.

    Sonra, Cebrâil aleyhisselâm gelip, Peygamber efendimize şunları söyledi:

    - Yâ Resûlallah! Hak teâlânın selâmı var. “Eğer Peygamberin mağara arkadaşı Sıddîk, bir kere daha (ALLAH) deseydi, yüceliğim hakkı için, bütün şehîdleri diriltirdim. Çünkü, Ebû Bekir, câhiliyye devrinde bile yalan söylememiştir” buyurdu.

    Bu hâdiseden sonra, Hz. Nevfel senelerce yaşadı. Nihâyet, “Yemâme” cenginde tekrar şehîdlik şerbetini içti.


    #2
    Hz. EBÛ BEKR

    HZ.FATIMA ANAMIZIN EVINE SALDIRTMA OLAYINI NIYE YAZMADIN BURAYA

    Yorum


      #3
      Hz. EBÛ BEKR

      [quote author=Musavi link=topic=16256.msg101844#msg101844 date=1283081986]
      HZ.FATIMA ANAMIZIN EVINE SALDIRTMA OLAYINI NIYE YAZMADIN BURAYA
      [/quote]
      Veya soylede yorumlanabilirdi ruyasi Allah c.c bize gonderdigi Peygammer efendimizin gozbebegi canindan bir parcasi kizi Fatima a.s in evini atese verip kapisini uzerine yikip olmesine sebep olacaksin.

      Yorum


        #4
        Hz. EBÛ BEKR

        [quote author=Gulsum link=topic=16256.msg101845#msg101845 date=1283082706]
        [quote author=Musavi link=topic=16256.msg101844#msg101844 date=1283081986]
        HZ.FATIMA ANAMIZIN EVINE SALDIRTMA OLAYINI NIYE YAZMADIN BURAYA
        [/quote]
        Veya soylede yorumlanabilirdi ruyasi Allah c.c bize gonderdigi Peygammer efendimizin gozbebegi canindan bir parcasi kizi Fatima a.s in evini atese verip kapisini uzerine yikip olmesine sebep olacaksin.
        [/quote]

        Ya da Allah'ın bir izzet onuru ve hakkı olduğu için İmam Ali a.s.'a ve Eşine bağışladığı Fedek'i zorbalıkla gasbettiği Zamanın imamı Ali a.s.'a biat etmeyip onu biata zorladığı ya da Peygamber s.a.a.'e suikast düzenlediği şeklinde de.. ve bu ümmeti nasıl bu hale getirebiliriz diye düşünceye sevk edeceği şeklinden

        Yorum


          #5
          Hz. EBÛ BEKR

          Bir Başka Açıdan Ebu Bekir ve Sakife Sonrası yaşananlar...

          http://www.velayet.com/index.php?topic=8481.0

          Yorum


            #6
            Hz. EBÛ BEKR

            [quote author=Gulsum link=topic=16256.msg101845#msg101845 date=1283082706]
            [quote author=Musavi link=topic=16256.msg101844#msg101844 date=1283081986]
            HZ.FATIMA ANAMIZIN EVINE SALDIRTMA OLAYINI NIYE YAZMADIN BURAYA
            [/quote]
            Veya soylede yorumlanabilirdi ruyasi Allah c.c bize gonderdigi Peygammer efendimizin gozbebegi canindan bir parcasi kizi Fatima a.s in evini atese verip kapisini uzerine yikip olmesine sebep olacaksin.
            [/quote]
            aynen katılıyorum..
            Hüseyin'in şehadeti üzre müminlerin kalbinde bir aşk vardır, o aşk asla soğumaz.
            Hz.Peygamber (saa)

            Yorum


              #7
              Hz. EBÛ BEKR

              1. Halife Ebubekir'i daha iyi tanıyabilmek için şu linke de bakmanız önerilir:
              http://www.welayet.com/index.php?topic=5088.0
              عاشق اگر رنگی از معشوق نگیرد در عشق خودش صادق نیست

              Yorum


                #8
                Hz. EBÛ BEKR

                Benim bildiğim, Resulullah miraca çıktığında ebubekir daha müslüman olmamıştı. Nasıl olup da onu ilk tasdik eden ebubekir oluyor?

                Yorum


                  #9
                  Hz. EBÛ BEKR

                  Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

                  "Cebrail aleyhisselâm yanıma gelerek elimden tuttu ve bana ümmetimin gireceği cennet kapısını gösterdi."

                  Hz. Ebu Bekr atılıp:

                  "Ey Allah'ın Resulü! Ben o sırada seninle olmayı ne kadar isterdim, ta ki ona ben de bakayım!" dedi.

                  Aleyhissalatu vesselam:

                  "Ey Ebu Bekr, ümmetimden cennete ilk girecek kimse olman sana yetmez mi!" karşılığında bulundular."

                  Ebu Davud, Sünnet 9, (4652).




                  Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

                  "Nezdimizde bir eli(ihsanı) bulunan hiç kimse yoktur ki, o ihsan sebebiyle biz ona (misliyle veya daha fazlasıyla) karşılıkta bulunmayalım. Ancak Ebu Bekr bundan hariç. Çünkü, onun nezdimizde yardım varsa da, onun karşılığını Kıyamet günü ona Allah verecektir. Bana Ebu Bekr'in malı kadar kimsenin malı faydalı olmadı. Benim müslüman olmasını teklif ettiğim herkesten bir zorluk gördüm, Ebu Bekr hariç. Zira o teklifim karşısında hiç tereddüd etmeden kabul etti. Eğer kendime bir dost (halil) ittihaz etseydim, mutlaka Ebu Bekr'i dost edinirdim. Haberiniz olsun, arkadaşınız Allah Teâla'nın dostu (halilullah'tır)."

                  Tirmizi, Menakıb, (3662).

                  Yorum


                    #10
                    Hz. EBÛ BEKR

                    en üstün sahabedir

                    Yorum


                      #11
                      Hz. EBÛ BEKR

                      en üstün sahabedir
                      delil?

                      Yorum


                        #12
                        Hz. EBÛ BEKR

                        en üstün sahabedir iddiasına delil gerekmez.

                        Ebubekir sahabenin en üstünü olabilir. bu konuda teferruatlı araştırmaya rastlamadım ama ben bu " en üstün"ü en zengin diye anlıyorum..

                        çünkü sahabe kelimesinin dini fazilet ve yüce makam anlamına gelmediğini defalarca ayet ve hadislerden ispatladık. kafirler ve müşrikler için de sahabe kelimesi kullanılabiliyor. birinin sahabe olması onun sahabe olmayandan üstün olduğu anlamına gelmez. daha doğrusu herkes sahabedir. çünkü sahabe arkadaş demektir, herkes birilerine arkadaştır. arkadaş aynı mekanı aynı zamanda paylaşmış kimseler demektir.

                        eğer peygamberin sahabesi denmek isteniyorsa bu da üstünlük vasfı değildir. çünkü Yusuf a.s.'ın sahabesinden ikisi müşrikti bu bizzat Kur'an'ın beyanı. Cehennemliklerden bile sahabe ismiyle bahseden Kur'an, ehl kelimesi kullanmıyor. ehli cehennem demiyor, ashabı cehennem/ nâr diyor. yani cehennem ashabı/sahabeleri...

                        Yorum


                          #13
                          Ebubekir

                          Kimse aliden ustun olamaz ve onunla yarışamaz.ben kimin mevlası isem alide onun mevlasıdır.resulullah saa

                          Yorum


                            #14
                            Ynt: Hz. EBÛ BEKR

                            BİSMİLLAH

                            mah14 yazdıklarının delili nerde?

                            biliyorsun bu forumda her söylediğine delil isteniyor.

                            [quote author=mah14 link=topic=16256.msg101840#msg101840 date=1283081136]
                            Sevgili Peygamberimiz bir gün Eshâb-ı kirâm ile sohbet ederken, “Şehîdliğin fazîletlerini” anlatıyorlardı. Şehîdlerin şefâ’ati hakkında buyurdu ki:

                            - Kıyâmet gününde şehîdler, mahşer yerine gelirlerken, orada bulunan Peygamberler ayağa kalkarlar. Onlar, çocukları, akrabâları ve dostlarından 70 bin kişiye şefâ’at ederler.

                            Gazânız mübârek olsun

                            Bu sözleri işiten Hz. Nevfel, Resûlullah efendimizden, şehîd olmak için duâ istedi. Resûlullah efendimiz de duâ ettiler.

                            Bir müddet sonra, muhârebeye çıkıldı. Peygamber efendimiz de aralarında bulunuyordu. Bu muhârebe Hz. Nevfel’in duâsından sonraki ilk muhârebe idi. Ve bu muhârebede Hz. Nevfel şehîd düşerek, arzûsuna kavuştu.

                            Peygamber efendimiz ve Eshâbı, muhârebeden dönüyorlardı. Karşılamaya gelenler arasında, Hz. Nevfel’in hanımı, çocukları ve yaşlı annesi vardı.

                            Yaşlı annesi, “Gazânız mübârek olsun” dedikten sonra Resûlullaha, oğlunu sordu. Peygamber efendimizin gözleri nemlendi. Oğlunun şehîdlik haberini vermeye mübârek kalbi dayanamadı. Elleriyle arkayı işâret edip, yoluna devam etti.

                            Hz. Nevfel’in annesi, Peygamber efendimizin hemen arkasından gelen, Allahın arslanı Hz. Ali’ye de aynı şekilde oğlunu sordu. O da şehîdlik haberini veremeyip, arkayı işâret etti.

                            Yaşlı kadın daha sonra, Hz. Ömer’e ve Hz. Osman’a rastladı. Onlara da oğlunun durumunu sordu. Onlar da cevap veremeyip Resûlullahın yaptığı gibi arkayı işâret ettiler.

                            En son gelen Hz. Ebû Bekir idi. Kadıncağız büyük bir ümitle sevgili Peygamberimizin azîz arkadaşına yaklaşarak aynı şeyleri sordu.

                            Hz. Ebû Bekir kendi kendine düşündü:

                            “Yâ Rabbî! Ne kadar zor bir durumdayım. Eğer doğruyu söylersem, mahzûn kalbleri üzmüş olacağım. Bunu yapmaktan sevgili Peygamberimiz çekindi. O’na nasıl aykırı davranabilirim. Sen bana öyle bir şey ilhâm et ki, bu gariplerin yüreği daha fazla yanmasın Allahım!”

                            Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!..

                            Daha sonra, Hz. Ebû Bekir, bütün kalbiyle:

                            - Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!.. diye bağırdı.

                            İşte o sırada, yaydan fırlamış ok gibi bir atlı, yıldırım hızıyla yanlarına yetişerek dedi ki:

                            - Buyur yâ Sıddîk, beni mi çağırdın?

                            Bu atlı, Hz. Nevfel’den başkası değildi.

                            Sonra, Cebrâil aleyhisselâm gelip, Peygamber efendimize şunları söyledi:

                            - Yâ Resûlallah! Hak teâlânın selâmı var. “Eğer Peygamberin mağara arkadaşı Sıddîk, bir kere daha (ALLAH) deseydi, yüceliğim hakkı için, bütün şehîdleri diriltirdim. Çünkü, Ebû Bekir, câhiliyye devrinde bile yalan söylememiştir” buyurdu.

                            Bu hâdiseden sonra, Hz. Nevfel senelerce yaşadı. Nihâyet, “Yemâme” cenginde tekrar şehîdlik şerbetini içti.
                            [/quote]

                            birde hem şii hemde sunni kardeşlerim yukarıda alıntıladığımın doğruluğu yada yanlışlığını delilleriyle anlatırsanız.

                            bu anlatılan hadis bir şahitle geçiştirilecek bir hadis değil

                            varsa böyle bir hadis bir çok kişinin bu olaya şahitlik etmiş olması lazım diye düşünüyorum.

                            Yorum


                              #15
                              Ynt: Hz. EBÛ BEKR

                              Biz Hz. Ebu Bekir'in Peygamberin yanında ona arkadaşı olduğunu Peygamberin ashabının önde gelenlerinden olduğunu, Peygamberin ona akraba olduğunu vs. inkar etmiyoruz. Ancak burda rivayet edilen hikayeyi doğru saymamız mümkün değidir. Çünkü bu durumda Yüce İslam dininin bir çok hükmü tehlikeye girmektedir. Şöyle ki:

                              Bu olayı olmuş gibi aktaran bilmelidir ki, Peygamberi ki o yüce Resul'ü aciz konuma koymuştur. Peygamber s.a.a. insanların en şefkatlisi, ve şehitlere ve ailelerine dahası tüm insanlığa rahmet olarak gönderilmiş biridir. Böyleyken, cihada götürdüğü bir askerin, yolunu gözleyen annesine bir şey diyemiyor. onu teselli edecek bir söz bulmaktan, davasını anlatmaktan, o korkulu anneyi teselli etmekten aciz kalıyor..

                              bu hikayeyi uyduran sünni geleneği de ya bilmiyor ya da, Ebubekiri övmek için sünni geleneği bile bile terk ediyor. Çünkü tüm sünni hikayelerde Ebubekir hemen Peygamberin ardından gelir. oysa burda nedense en sona kalmış.

                              Nevfel, "Ya sıddık" diye bağırıyor.

                              Sıddık lakabı hakkında İmam Ali a.s. buyuruyor ki: en büyük sıddık benim, kim bu sıfatı benden başkasına atfederse o yalancıdır.

                              Bu hadisi büyük Ehli sünnet uleması hadisçilerinden İmam Nesei, sünenün neseisine almayıp özel olarak topladığı hadisleri içeren "Hasaisi Aleviyye" (Ali'nin özellikleri) adlı kitabında nakletmektedir. Ebubekirin değil Ali a.s.'ın sıddık lakabına sahip olduğuna dair başka delillerin olmasının yanısıra, Ebubekire sıddık lakabını Peygamberin verdiğini iddia edenler yanılmaktadır. Bizzat bu konuyu ele alan hadiste mirac olayını kabul eden Ebubekir için denir ki: "bundan sonra ona sıddık lakabı verildi" yani veren belli değil..

                              Cebrail gelip Resulün mağara arkadaşı diye iltifat ediyor. Oysa biz mağara yolculuğuyla ilgili Hak Teala'nın Ebubekiri Peygamber'den nası ayırdığını biliyoruz. Tevbe suresi ayetine bakın:

                              "40. Eğer siz ona (Peygamber’e) yardım etmezseniz, (biliyorsunuz ki) inkâr edenler onu iki kişiden biri olarak (Mekke’den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, “Üzülme, çünkü Allah bizimle beraber” diyordu. Allah da onun üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz birtakım ordularla onu desteklemiş, böylece inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise en yücedir. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir." Tevbe suresi 40.

                              burda deniyor ki Allah güven duygusunu Peygamberin üzerine indirdi, iki kişi oldukları halde Ebubekiri ayırdı. Oysa başka ayetlerde Allah mü'minerin üzerine güven duygusunu indiriyor. burda ne var da Ebubekiri bırakıp sadece Peygamberin üzerine güven duygusunu indiriyor? Eğer Ebubekir bu hikayede söz edildiği gibi çok faziletli arkadaş olaydı Allah o ikisinin üzerine güven ve sükuneti indirdi denirdi. yine Peygamberi Mekke'den çıkardıklarında diyor, onu yine ayırıyor.. Peygambere arkadaş olması ise Kur'an'a göre bir fazilet sayılmaz. Çünkü Yusuf a.s.'ın zindandaki iki arkadaşı müşrikti ve Yusuf a.s. onlara ey zindan sahabem diye sesleniyor.

                              Allah'ın biriyle beraber olması da ona fazilet katmaz, çünkü Allah kötülerle de beraber oluyor, ki onların günahlarına şahit olup onlara ceza hazırlasın.. Yani Allah'ın birlikte olduğu kimseye bundan dolayı faziletidir diyemeyiz.

                              Ebubekirin cahiliye döneminde bile yalan söylemediğni uyduran kimse hesaplamamış ki Ebubekir Peygamberin biricik kızı Fatıma s.a.'ya yalan söylemiştir hem de Peygamberin ağzından ona iftira atarak..

                              hayır biz kimseye iftira atmıyoruz. tüm sünni kitaplar rivayet ederler ki Ebubekir Fatıma'yı Fedekten mahrum edince bunun nedeni olarak şöyle bir hadisi gösterir:

                              "Ben Peygamberden duydum ki o şöyle dedi: Biz Peygamberler miras bırakmayız, bıraktıklarımız ancak ilimdir ya da sadaka olur"

                              bu uydurma bir sözdür. Çünkü Fatıma buna şöyle cevap veririr:

                              Peygamberler miras bırakmışlardır: ayette: "biz Süleymanı babası Davud'a mirascı kıldık yine, Zekeriyya a.s. Allah'a,: benim soyumdan bana mirasçı olacak bir erkek evlat ver" diye dua ettiği yazar ayette.

                              Peygamberin s.a.a. İmam Ali a.s.'ı kendinden sonra halife bıraktığı tüm kitaplarda açıkça yazılıdır. Örneğin bunlardan birisi Ehli sünnetin ilk dönem muteber İslam tarihi kitaplarından İbnul Esirin El Kamil fi Tevarih adlı kitabının, İstanbul Bahar yayınlarından çıkan baskısında 2. cildin 64. sayfasında der ki: Ali aranızdaki temsilcim ve benden sonra halifemdir.

                              Gadiri hum'da Peygamberimizin Ehlibeytten olan 1. imam Ali a.s.'ı tüm sahabeye halife ve imam olaran veli olarak tanıttığı 130 kadar sünni kaynakta yazmaktadır. Ama Ebubekir bunu inkarla Ali a.s.'ı kendine biata çağırdılar. Fatıma'nın Ebubekire biat etmemesi de üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir delildir..

                              Yorum

                              YUKARI ÇIK
                              Çalışıyor...
                              X