Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Ehl-i Şia Kardeşlerime Sorularım

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #46
    Ehl-i Şia Kardeşlerime Sorularım

    [quote author=Hz_Ömer link=topic=18763.msg113230#msg113230 date=1293209561]
    [b]39- Ebu Abdillah’tan (Cafer es-Sadık) şöyle dediğini rivayet ederler:

    “Bu işin sahibi bir adamdır ki onu ismiyle sadece kafir isimlendirir…” [3] (yani ondan ismiyle bahseden veya hitap eden kafirdir!)

    Ebu Muhammed el-Hasen el-Askeri’den, mehdinin annesine şöyle dediğini rivayet ederler:

    “Bir erkek çocuk taşıyacaksın adı Muhammed’dir Benden sonra o kaim olacaktır…” [4]

    Bunda zıtlık yok mudur? Birinde ona ismiyle hitap edenin kafir olacağı söylenmekte, bir diğerinde el-Hasen el-Askeri’nin onu Muhammed olarak isimlendirdiği söylenmekte!

    Abdullah ibn Cafer es-Sadık, İsmail ibn Cafer es-Sadık’ın öz kardeşiydi Anneleri de Fatıma bintu Huseyn ibn Ali ibn Huseyn ibn Ali ibn Ebi Talip idi Yani anlayacağımız iki taraftan da Huseyni ve seyyid idiler Acaba neden seyyid Abdullah ibn Cafer, babası hayattayken vefat eden kardeşinden sonra imametten mahrum kaldı?[/quote]
    bu iki hadis arasında çelişki söz konusu değildir. hadislerin varid olma sebepleri vardır. ve hadisler bunlara göre değerlendirilir. sebebi vürud hakkınd abilgi için link: sebebi vürud nedir?

    "Kaimin a.s adını ancak kafir anar" hadisin imamın a.s kayıp olduğu ilk devirler için geçerli olduğu söylenmiştir. çünkı o dönemlerde imamı a.s ısrarla arıyor ve ele geçırmeğe çalışıyorlardı. özellikleri nedir ve s. gibi bilgileri gizlemek bu yüzden farz idi. yani o devir için Onun a.s adını anmak, özelliklerini yaymak ele geçirilmesine vesile ola bilirdi, bu yüzden ismini ve özelliklerini gizlemek gerekiyordu.

    Yorum


      #47
      Ehl-i Şia Kardeşlerime Sorularım

      birinci soruya cevap vermiştik ben başlığı unutmuşum seccad adem kardeşimin hatırlatması üzerine gördüm kaldığım yerden cevaplamaya devam ediyorum.. gerçi soran kardeşimiz siteye gelmeyeceğini söylemiş sanki ama soruların cevapsız kalması olmas..

      Pak şia mektebinin şanına sahihliğine ilmi mantıklı oluşuna yakışmaz.. bi iznillah cevaplarına devam edelim:

      "-2- “Nehcu’l-Belâğa” kitabının yazarı –ki bu kitap Şiilerce itibar edilen bir kitaptır- Ali’nin (radıyallahu anhu) hilafetten uzak durduğunu ve “Bırakın başkasına öncelik tanıyayım” [1] dediğini rivayet eder Bu, Şia mezhebinin batıllığına delildir Zira iddia ettiklerine göre onun halife ve imam tayin edilmesi Allah tarafından emredilmiş olan ve uyulması gereken bir farzdı ve Ebu Bekr (radıyallahu anhu) bunu onun elinden almak istemişti!"

      burda bir kaç yanlış var öncelikle Nehcül Belağa bir kaç nüsha var özellikle sünnilerce kaleme alınan çok uydurmaları olduğu söylenmekte.. ben görmüş değilim ama alıntılara baktığımda baya farklı.. Bizim elimizdeki Kadri Çelik'in tercüme ettiği ve Seyyid Razinin derlediği Nehcül Belağa şiada esas alınan nüshadır. Ve delillerinizi eğer şiileri suçlayacaksanız bundan getirmeniz gerekmektedir.. Gerçi burdaki alıntı Furuu kafiden verilmiş dip nota baktığımızda.. ama bunun da orjinal alıntısını paylaşırsanız ne söylendiğini daha net görme imkanımız olur.. böyle başkasının ağzından rivayet edildi mi saptırma yanlış anlama ve tahrif söz konusu olabiliyor.

      Eğer İmam Ali a.s. dediğiniz gibi söylemişse bu gerçekten de İmamet diye bir şeyin olmadığına delildir..

      Ancak bu sadece imametin değil hilafetin bile olmadığına böyle bir makamın ve sorumluluk icraat makamınn olmadığında delildir.. Çünkü

      Halifelik bile sünnilere göre layık olanın oturması gereken bir makamdır. Ali a.s. sünnilere göre bu makama ya layıktır ya değildir. en layık varken az layık tercih edilemez bu vebaldir çünkü hilafet islamın icrasının zirvesidir. en layık olanın en ehil olanın burada olması gerekir. ki emanetleri ehline verin nassı da bunu emretmektedir.

      Hal böyle olunca Ali a.s. sanki bir hediyeyi birine veriyormuş gibi bırakın başkasına öncelik tanıyayım demesi caiz olmaz. sanki kapıdan geçmek gibi bir şey mi başkasına öncelik tanınacak? Eğer başkasın ondan daha layıksa o zaman ben ona layık değilim falanca layıktır onun olması müslümanları işlerini yoluna koyar demesi gerekmez miydi?. ama öyle demiyor da sanki basit bir şeyi devrediyor gibi.. Eğer kendisi layıksa zaten başkasına devretmesi caiz olmaz çünkü layıkıyyet aynı zamanda sorumluluk da yükler.. Eğer bir adam toplumda onları en iyi yönetecek haramları yok edip iyilikleri yayacaksa bu durumda geri durup başkasına verelim demesi ve haramları daha az def edecek birine o makamı vermesi caiz olmaz. Çünkü bu durumda Allah'ın kendine verdiği yetenek ve faziletlerin gereğini ve kendine yüklediği sorumlulukları yerine getirmemiş olur.. yani burada düpedüz hilafetle dalga geçilmiş gibi.. Bu ise İmam Ali a.s. gibi imameti açıkça bildirilmiş ve Ehlibeytten olduğu kesin, dinin onun uğraş ve kılıcı üzerinde yükseldiği birine asla yakışmaz..

      Dolayısıyla onun hiç bir şekilde böyle bir sözü söylemesi mümkün değil. Sadece şiiler açısından değil sünniler açısından da caiz değildir.. Ve söylememiştir..

      bir diğer sorun İmameti elinden almak istemişti denerek bizim işaret ettiğimiz nakil tahrifi yapılmış. .İmametin alındığını ya da alınmak istendiğini hiç bir şii söylemez.. Çünkü imamet öyle gasbedilebilecek kulların alabileceği bir makam değil şiaya göre Allah tarafından verilen bir makamdır.. öyleyse Ebubekir bunu onun elinden almak istemişti denmesi batıl bir sözdür.. Eğer burda kastedilen hilafetse almak istemekle kalmamış almıştır.. ki yine batıl düşüyor burda geçen söz...

      "-3- El-Kuleyni, “el-Kâfi” adlı kitabında şöyle der:

      “İmamlar ne zaman öleceklerini bilirler Onlar ancak kendi seçimleriyle ölürler” [1]

      El-Meclisi ise “Biharu’l-Envar” adlı kitabında şöyle bir söz aktarır:

      “İmam ya öldürülür ya da zehirlenir” [2]

      Eğer imam, el-Kuleyni’nin dediği gibi gaybı biliyor idiyse, yiyecek ve içecek olarak ona sunulan şeylerde ne olduğunu da biliyor demektir Eğer zehirliyse onu yemez, bilerek yerse de intihar etmiş olur! Nebi (sallallahu aleyhi ve selem) kendisini öldürenin ateşte olduğunu haber vermiştir Şia, kendi imamları için böyle bir şeyden razı mıdır?"


      bu soruya cevap vermiştik tekrar edelim: imamlar gaybın tamamını bilmezler. bildirildiği kadarını bilirler.. dünyanın öteki tarafındaki bir olayı bilirlerken bildirilmedikçe hemen yakınındaki bir olayı bilemezler.. bu da hadislerde geçmektedir.. zehiri bilememeleri doğaldır.. bu bir

      ikincisi bazı imamlar örneğin İmam Rıza a.s. zehiri bile bile içti.. Çünkü içmese yüzleri maskeli adamlar ellerinde kılıçla memunun infaz emrini bekliyorlardı.. İmam hayatını biraz daha uzatabilmek ve zehirlendiğini şiilerine anlatabilmek için zehiri bile bile içti..

      bilerek içmesi intihar değildir bu durumda. Memun l.a. ona açıkça söyledi buradan canlı çıkamazsın diye.. bu durumda içmemesi daha önceki intiharı anlamına gelir.. içmesi en azından belki sonra öleceği hatta belki de zehirin etkisini göstermeme ihtimalini barındırdığından tercih edilmelidir. çünkü sebepler Allah'ın elindedir bazen onları iptal edebiliyor.. bundan dolayı İmam bu yolu seçti...

      "- el-Kuleyni, el-Kâfi adlı kitabında[3] şöyle der:

      “Ashabımızdan çoğu, Ahmed ibn Muhammed’den o da Abdullah ibn Haccal’dan, o Ahmed ibn Ömer el-Halebi’den ve o, Ebu Basir’den şöyle aktarır: Ebu Abdullah’ın yanına girdim ve dedim ki: ‘Canım sana feda olsun, sana bir mesele hakkında soracağım, işte burada biri benim sözlerimi işitiyor’ Ebu Abdullah diğer ev ile aradaki perdeyi kaldırdığında oradakini gördü ve dedi ki: ‘Ey Ebu Muhammed sormak istediğini sor!’ Dedim ki: ‘Canım sana feda olsun…’ Sonra bir müddet sustu ve şöyle dedi: ‘Bizim yanımızda Fatıma’nın mushafı vardır Onlar ne bilecekler Fatıma’nın mushafı nedir?’ dedim ki: ‘Fatıma’nım mushafı nedir?’ O, ‘İçerisinde sizin Kuran’ınızın üç misli gibi bir Mushaf vardır Vallahi onun içinde sizin Kuran’ınızdan tek bir harf bile yoktur’ dedi Dedim ki: ‘Vallahi ilim budur’ dedi ki: ‘O elbette ilimdir”

      Acaba Rasul (sallallahu aleyhi ve selem) ve ashabı, Fatıma’nın mushafını biliyor muydu? Eğer rasul olduğu halde o bilmiyor idiyse, Ehli Beyt onun bilmediği bir şeyi nasıl bildi? Eğer biliyor idiyse, onu ümmetten neden saklamıştı? Allahu Teala şöyle buyurmakta:

      يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَمِن رَّبِّكَ وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ

      “Ey peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et Eğer bunu yapmazsan, risaleti tebliğ etmemiş (yerine getirmemiş) olursun” (el-Maide/67)
      [3] Kuleyni usulul-Kâfi, (1/239)


      bir kere Fatıma s.a. mushafı Kur'an değildir. Kur'andan başka ve şiilerin Kur'an yerine onu gerçerli gördükleri bir kitap değildir. Şiiler de sünniler de tüm ekoller gibi aynı kitaba Kur'an demektedirler ve bu kitap Allah tarafından korunmaktadır.

      Mushaf kelimesi Kur'an'dan geçen bir kelime değildir. Kur'an için kullanmak şer'i değil insanların (sünnilerin) gelenek haline getirdikleri bir anlamdır.. sayfalanmış şey demektir. sünniler Kur'an'ın sayfalanmış şekline kitap haline mushaf dedikleri için mushaf dendiğinde Kur'an'ı anlarlar. Ama bu anlam dini bir anlam değil ki.. Kur'an'da Kur'an'ın ez zikr el kitab el furkan.. gibi başka adları var ama bunların arasında mushaf yok.. Yani şimdi sünnilerden başkası başka kitaba mushaf deseler bu günah mı?

      günah değilse, bu kitabı Kur'an yerine geçirdikleri Kur'an'ı inkar ettikleri anlamına mı gelir? Hayır..

      tersine sünniler Kur'an'da El kitab kelimesinin Kur'anın başka adı olduğuna dair ayeti görüp bildikleri halde başka bir yazarın kitabına El Kitap diyebilmektedirler.. el kitap dediklerinde evvelden Kur'an değil o yazarın kitabı anlaşılır ve kastedilirdi. Şimdi hangi şii, bir sünniyi siz Kur'an'ın adı olan el kitabı başka kitap için kullanıyosunzu başka bir Kur'an'ınınız mı var diye iftiraya maruz bırakıyor?..

      Fatıma Mushafı Peygamber s.a.a. zamanında yoktu.. Ve içeriğinde de müslümanların uyacakları inanç ve ibadet konuları yoktur. FAtıma çok üzüldüüünden kendisine edilen zulümler ve babasının yokluğundan dolayı Allah onu teselli amaçlı cebraili gönderdi ve bu kitapla ödüllendirdi. Ona gelecekle ilgili bazı bilgileri verdi.. o da bunları Ali a.s.'a okudu Ali a.s bun kitap haline getirince buna el mushaf dediler..

      bunda müslüman halka yönelik sorumluluk taşıyan bir mesaj yoktur ki Peygamberin s.a.a. bunu tebliğle yükümlü olsun.. O hazret s.a.a. üzerine ne düşmüşse eksiksiz tebliğ etmiştir.. Allah'ın insanlardan bazlarına özel bilgi veremeyeceği iddia ediliyorsa ya da verdiğini neden Peygamber s.a.a. tebliğ etmedi deniyorsa bu başka bir konudur mushafla ilgisi yoktur. Sorulursa onun da cevabını veririz inş...

      Yorum


        #48
        Ehl-i Şia Kardeşlerime Sorularım

        "16- Kulluk sadece Allah’a olmalıdır

        بَلِ اللَّهفَاعْبُدْ

        Allahu Teala şöyle der: “Hayır! Ancak Allah’a kulluk et” (ezZümer/66)

        Öyleyse niçin kendilerine Abdulhuseyn (Hüseyin’in kulu) Abduali (Ali’nin kulu), Abduzzehra (Zehra’nın kulu) Abdulimam (imamın kulu) olarak isimler veriyorlar? Niçin imamlar çocuklarını bu şekilde isimlendirmemişlerdi? Ayrıca Hüseyin’in (radıyallahu anhu) ölümünden sonra bu ismin ‘Hüseyin’in hizmetçisi, kölesi’ anlamında kullanılması da mantıklı değildir, zira ölmüş bir kimseye hizmet etme gibi bir durum söz konusu olamaz!"


        kulluk mutlak olarak Allah'adır.. ve başkasına edilmez doğru.. Ancak burdaki abd köle anlamındadır. hizmetçi anlamındadır. bu arapçanın bir sorunudur arapçayı kullanan şiilerin değil.. nitekim rabbetül beyt kelime kelime düşünürsek evin rabbi anlamına gelir. Ama kullanımı böyle değil Ev hanımı demek.. şimdi birisi annem rabbetül beyt dese evde siz annenize mi tapıyorsunuz diyeceğiz? hiç bir arap bunu demez.. çünkü annem ev hanımdır demektir bu..

        burdaki abdül Hüseyn ise Hüseyn a.s.'ın hizmetçisi anlamına gelir.

        bir insan hayattayken ona hizmetçi olabildiği gibi şehid olduktan sonra da hizmet edebilir.. yan onun türbesinde olarak ona hizmet edebilir, ya çoluk çocuğuna bakarak hizmet edebilir, ya da mirasını istediği gibi değerlendirerek ona hizmet edebilir.. Hatta onun yolunda olduğunu beyan için bile insan onun kölesiyim diyebilir.. bunda ne şirk unsuru vardır ne de bir abartma.. ben de keşke Hüseynin hizmetçisi olabilme şerefine erebilsem..

        hamd sadece Allah'a mahsustur, diyor ayette başka bir ayette Muhammed Allah'ın resulüdür diyor Yani hamd edilen demektir muhammed.. şimdi hamd sadece Allah'a mahusus ama Peygamberimize de hamd ediliyor, O, Allah'a eş mi koşulmuş olunuyor.. hayır buralarda derece ve sınır farkı vardır. Allah'a hamd kayıtsız şartsız ve kimseden izinsizdir.. sınırsızdır.. Ama Muhammed s.a.a. 'e hamd Allah'ın izni ile olduğundan O'na bağlıdır sınırlıdır şartlıdır.. Abd kelimesi de böyledir... Daha bunun çok örnekleri bulunmaktadır ama biz uzatmıyoruz..

        "17- Ali (radıyallahu anhu), Allah tarafından bildirilmiş bir halife ise niçin Ebu Bekr’e, Ömer’e ve Osman’a (radıyallahu anhum) biat etmiştir?

        bu arada soruların numaralandırılması yanlış olmuş. .az önceki mesajda 3 soru vardı burda 16dan başlamış galiba.. acaba başka yerden kopy mi diye düşündüm..

        Eve Ali a.s. Allah tarafından bildirilmiş bir İmam'dır. Halife değil.. Halife insanların kendilerinin ele geçirebileceği bir dünyevi makamdır.. yönetim işidir.. Ama imamet öyle değil.. Allah verir..

        İmam Ali a.s. üç halifeye biat etmemiştir şii kaynaklarına göre.. Eğer sorularınız şianın iddialarını batıl çıkaracak nitelikte olsun istiyorsanız şianın kendi iddialarını ve de kendi kitaplarından çıkarmalısınız.. İmam Ali a.s.'ın üç halifeye biat ettiği sünnilerin ona iftirasıdır..

        Eğer acizdi denilecek olursa, aciz bir kişi imamete layık olamaz! Onu ancak güçlü biri hak eder

        şimdi Peygamberler vardır ki niceleri dünyada yönetilmişlerdir yönetici olamamışladır. bunlar aciz miydi?.. acizlerse neden Peygamber seçildiler?.. Bu düpedüz güç kimdeyse o haktır mantığından yola çıkılarak yapılmış bir iddia.. Acziyet sadece maddi dünya ölçüleriyle ölçülecekse vay halimize..

        "Eğer güç yetiriyordu ama yapmadı denilecek olursa bu da hıyanet olur Hain bir kimse de imameti hak etmez, yönettiği kimseler kendisine emanet edilmez! Elbette ki bunların tümünden o uzaktır… Doğru bir cevapları varsa, nedir bu cevap?"

        hayır güçlü bile olsa insanlar demokrasiyi koymuşlar ve diyelim ki İmam Ali a.s.'ı seçmediler. Napmalıdır?.. insanları zorlayarak mı onlara başkan olmalıdır?.. öyle yapmak insanların cehenneme gitme özgürlüklerine müdahale demek değil midir?..

        Şimdi Allah güçlü.. Ama kendine sövenler (haşa) bile var.. Allah müdahale etmiyor aciz mi? yoksa insanların İlahı olmaya layık mı değil!.. böyle mantık yürütülebilir mi? İnsanların denenmeleri özgür tercihleri ve bu tercihleri sonunda azap ya da mükafatı hak edişleri nasıl pratiğe dökülecek?.. sınavın anlamı ne? sultanlar ben güçlüyüm haklıyım diyebilir zorla başa geçebilirler.. ama meşru bir İmam bunu yapsa bu durumda meşruluğu mu kalır! bu durumda ona sen zorba bir sultansın denmez mi?.. Eğer insanlar onu istiyorlar ama zorba güçler müdahale edip insanları çeliyorlarsa.. bu durumda İmam yine kendisini hakkı anlatmalıdır anlatır ve insanlar zorbalara karşı onun yanında yer alırsa mücadele eder.. yoksa napsın?..

        İmam Ali a.s. rivayetlerde var kendisine neden kıyam etmediği soruluyor. İmam diyor yarın gelin kıyam edelim.. 15 kadar kişi geliyor.. Şimdi bu durumda İmam onlara soruyor bu kadar mıyız.. bu kadarla mı kıyam edeyim!..

        napsaydı İmam Ali a.s. boğazında kemik gözünde diken beklemekten ve mümkün olduğu kadar yaptıkları hataları aza indirmetken başka seçeneği var mıydı?..

        "20- Şia, Muaviye’nin kafir olduğunu iddia etmekteler Ancak Hasanın (radıyallahu anhu) onun lehine hilafetten vazgeçtiğini görüyoruz Ya Hasan (radıyallahu anhu) hilafeti bir kafire bıraktı ki o masumdur ve bu onun masumluğuna aykırıdır veya Muaviye müslümandır"


        şianın Muaviyeye kafir dediğini nereden çıkarıyorsunuz?.. deliliniz nedir?. paylaşmalısınız..

        İmam Hasan a.s. da yalnız kalıyor. Babasına yapılan ihanetler ona da fazlasıyla yapılıyor. ordusundaki komutanlar muaviyenin altın keseleriyle satın alınıyor.. kendisini koruyacak üç beş kişiden başka samimi taraftarı kalmıyor.. üç kez suikaste uğruyor üçünden de çelik yelek kendisini kurtarıyor.. arkasında namaz kılan adam namaz daha bitmeden İmamın altındaki seccadesini ganimet diye çekip alıyor..

        böyle bir ortamda İmam napmalıydı?.. sizce Muaviye gerçekten de hilafete layık mıydı? biz size soralım.. bir yerde o haksızdı Ali a.s.'a karşı diyorsunuz.. o halde Ali a.s.'a karşı hilafet iddiasında da haksızdı. Bu haksızlık başta böyleydi de sonra değiişti o bu makama hak mı kazandı? hangi değişiklikle, ve hangi amelle?.. Peki bu durumda İmam Hasan a.s. sizce onunla neden barıştı?.. İmam Hasan a.s.'ı nasıl görüyorsunuz hak etmeyen, babasının katili Ehlibeyte 80 yıl cuma hutbelerinden lanet okutacak birini neden hilafete bıraktı?.. sizce bu kadar mı bilinçsizdi İmam Hasan a.s.!! ki Peygamber onun için barıştığınızla barışır savaştığınızla savaşırım siz bendensiniz ben sizdenim dediği İmam Hasan a.s... Ehli sünnete göre Muaviye hak halife mi!.. değil diye biliyoruz.. çünkü hilafet 30 yıl hadisini delille Muaviyeyi halife değil sultan sanıyorlar.. bu durumda sizce neden Hasan a.s. böyle davrandı.. bir de kendinize sorun. yani siz Muaviyenin İmam Hasan a.s.'dan daha mı layık olduğunu iddia ediyorsunuz hilafete değilse bunların anlamı nedir?..

        "21- Acaba Rasul (sallallahu aleyhi ve selem) Şiilerin yaptığı gibi Huseyn’in türbesinin toprağına mı secde etmekteydi? Eğer evet derlerse, Kâbe’nin rabbine yemin olsun ki bu yalandır! Eğer hayır derlerse, deriz ki: Rasul’ün yapmadığı bir şeyi niçin yapmaktasınız? Şunu da biliyoruz ki onların bazı rivayetlerinde Cibril’in Rasullah’a Kerbela’nın toprağından getirdiği geçmektedir"


        evet Kerbela toprağına secde etmemiştir Peygamberimiz. Ancak sünniler olarak samimiysei bu durumda siz de hayatında bir kez bile topraktan başkasına secde etmeyen peygamberin bu amelini tatbik edin.. şiileri suçlamadan önce Peygamberin bir kez bile secde etmediği sergileri kaldırıp atın..

        soğuk yerlerde bunu nasıl uygulayacaksınız?.. camiler halı döşeli..

        işte bu durumu bilen Ehlibeyt İmamları kerbela toprağının pres haline getirilmiş şekline secdeyi efdal görmüşlerdir. İmam Zeynül Abidin a.s. hayatı boyunca kerbela toprağından başka bir toprak üzerine secde etmemiştir.. hep ağlamıştır o toprağı gördükçe..

        şia fıkhında secde kerbela toprağı üzerine olacak diye bir kayıt ve emir yoktur.. ancak kural Peygamberin s.a.a yaptığı gibi toprak üzerine secde etmektir.. kerbela toprağı toprak değil mi neden onun üzerine secde caiz olmasın.. dahası bu toprağı burda da geçtiği gibi Peygamber hayatı boyunca saklamış gördüğünde ağlamışsa bunun üzerinde secde neden daha faziletli olmasın!..

        bidat olan kerbela ya da başka toprak üzerine secd etmek değil halı vs. sergi/yaygılar üzerine secde etmektir.. Ki bunu da şiiler değil sünniler yapmakta..

        "22- Şia inancına göre, Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabı, onun ölümünden sonra dinden dönmüşlerdir Sorumuz şudur: Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabı, onun ölümünden önce “İsna Aşera” şii miydiler de ölümünden sonra Ehli Sünnete döndüler? Yoksa tam tersi miydi? Çünkü değişim bir halden başka bir hale geçişle olur"


        isna aşera değil isna aşeriyye.. önce bunu düzeltelim.. bu şiayı hiç tanımadığınız anlamına gelmekte..

        biz şiiler hak olmak için şia adını kullanmayı şart görmüyoruz.. usulü din maddeleri arasında da furuu din maddeleri arasında da adının şia olması diye bir madde yok.. önemli olan imamete inanmaktır.

        Ashabın tamamı denmiş burası da yanlış. Şiiler Peygamberin vefatından sonra tüm ashabın irtidat ettiğini iddia etmez..

        ve bir yanlış daha o da Peygamberin s.a.a. vefatıyla ashabın irtidat ettiğini yani dinden döndüğünü bidatlar çıkardığını iddia eden sadece şiiler değildir. Sünniler de bunu söylerler. Hem de Sahihi Buhari, Müslim başta olmak üzere ne muteber sünni kaynaklarda geçen hadislerde, ashabın hem de ileri gelenlerinin O hazretin vefatıyla birlikte irtidat ettikleri yazılıdır. Kevser havuzu başından uzaklaştırılanlar hadislerinde bu konuya değinilir. merak edenler bizim burda alıntıladığımız: Hadis bölümündeki "ben gördüm" başlığına müracaat etmeleri ya da direkt yerlerine bakmak isterlerse hadis kitaplarının kitabul fitne bölümlerine bakmaları yeterlidir..

        irtidat nasıl oldu denirse.. İmam Ali a.s.'ın imametini 124bin sahabe gadiri hum'da inandı kabul ettiler ve İmam a.s.'a orada kurulan çadırlarda biat ettiler.. ancak sonra bu biatlarından vazgeçerek irtidat etmiş oldular. bir kısmı hariç ki bunlardan bazıları hiç biat etmezken bazıları da dinden çıktılar diye ridde savaşları adı altında Ebubekirin savaştığı kişiler oldu..

        "26- Rasulullah (sallallahu aleyhi ve selem) hicret esnasında Ebu Bekr’i (radıyallahu anhu) arkadaş edinmiş, onun yanında ve hayatta olmasını dilemiş, buna karşılık Ali’yi (radıyallahu anhu) kendi yatağında, ölme ihtimalinin bulunduğu bir durumda bırakmıştır
        Eğer Ali (radıyallahu anhu) vasıyyet edilmiş imam, atanmış halife olsaydı, o ölebileceği bir konumda bırakılıp Ebu Bekr hayatta bırakılır mıydı? Ebu Bekr ölse imamete ve imamet zincirine onun ölümünün bir zararı yoktu! Sorumuz şudur: hayatta kalmaya veya ölüm yatağına hangisi daha layıktı? Eğer denilirse ki Ali gaybı biliyordu, peki orada kalmasının Rasul’ün (sallallahu aleyhi ve selem) yanında olmaktan ne gibi bir üstünlüğü vardı?"

        Peygamber s.a.a. konuştuğunda kendi nefsinden konuşmadığı gibi bir iş yaptığında da kendi nefsinden yapmaz konuşması gibi yaptıkları da vahiyledir.. Vahyin kaynağı Allahsa gaybı bilendir ve İmam Ali a.s.'ı imam atayandır..

        İmam Ali a.s.'ın Peygamber s.a.a.'ten sonra halife olarak atandığı hicretten önce de sabit bunu Ali a.s. da herkes de biliyordu.. Yakın akrabalarına duyur ayeti gelince Peygamberin teklifine sadece O olumlu cevap verince benden sonra halifemsin demiştir Ali a.s. için..

        Ali a.s.ın bunu bildiğine göre Peygamber s.a.a.'ten sonra yaşayacağını da biliyordu anlamına gelir. bu durumda onun Hicret sırasında Peygamber s.a.a. yatağında yatması bir fazilet ve fedakarlıktır denmiş ki bu doğru gibi duran bir söz olmasına rağmen biz doğru görmüyoruz. Çünkü tüm ihtimaller göz önüne alınmamış.. bir kere tüm risk ölüm üzerine değildir.. Öldürülmeyeceğini bilse de bir insanın tehlikeye atılması cesaret ve fedakarlık işidir.. kimin eli kızgın ateşi avucuna alıp bir süre tutmaya cesaret edebilir?.. ve kim bundan dolayı ölmeyeceğini bilse bile bu fiili atılabilir?.. zor..

        Ölmese de kılıçlarla sakat kalma ve acı çekme ihtimali vardır.. burada fazilet ölçmek istiyorsak o zaman şöyle diyebiliriz.. bir çok insana hadi ölmeyeceksin sana garanti git Peygamberin yatağında yat dense çok faziletli ve Peygambere s.a.a kesin inananların dışında hatta cesurların dışında kim bunu yapabilir?.. bu bir..

        İmam Ali a.s. bunu biliyordu o ve faziletliydi ölmeyeceğini biliyordu demek de tam olarak geçerli değil. Çünkü biz biliyoruz ki ölüp de dirilenler de var.. bunun örneğin mu'min 11. ayet, öldürülüp yüz yıl sonra diriltilen başka bir insan.. vs. dir.. bu da sıfır bir ihtimal değildir..

        bir şeye inanmak başkadır yapmak başkadır. inanmak kolay yapmak güçtür.. Bunu ancak kesin iman sahipleri aşar.. ki bu da fazileti gerektirir. İmam Ali a.s.'da da bu fazlasıyla vardı..

        Resul s.a.a. yanında kalmaktan daha üstündü. Çünkü Resul s.a.a.'in ölmeyeceği az çok belli idi. ve bu onun sağlıklı yolu tutacağız emin hareket edeceği ve yanındakinin de ölmeyeceği en azından ölüm konusunda yatağında yatan kadar riskli olmadığı anlamına gelir..

        ve bir de Ebubekir bu olayı anlatan tevbe 40. ayete göre yakalansalar bile öldürülecek değildi.. Peygamberin peşinde idiler onu Mekkeden çıkmaya mecbur bırakmışlardı düşmanlıkları onunla idi Ebubekirle değil. Bunu ayetteki müşrikler o iki kişiden biri olarak onu (peygamberi) mekkeden çıkardıklarında.. ifadesi bunu göstermektedir.. Çıkan iki kişi olmasına rağmen ayette iki kişiden biri olarak çıkardıklarında diyor.. yine ayetten anlaşıldığına göre Allah sukunetini ve yardımını Ebubekirden uzak tutup onu istisna edip Peygamberinin üzerine indirdiğini söylemesi ayette Ebubekirin bu yolculuktan dolayı faizlet sahibi olamadığını ispatlamaktadır..

        Oysa peygamberin s.a.a. yatağında yatan Ali a.s içn Hicret zamanında inen ayet:

        " İnsanlardan öylesi de vardır ki; kendisini Allah'ın rızasına satar. Ve Allah, kullarına çok merhametlidir." Bakara 207


        Ebubekrin arkadaş edinildiğine ve bunun onu faziletine delil olduğuna dair iddiaya gelince.. bu doğru değildir. Çünkü rivayetlere göre böyle bir arkadaşlığı Peygamber s.a.a. seçmiş değildir.. sünni rivayetlerin aksine Peygamber s.a.a. 'in hicretinden Ebubekirin haberi bile yok ve mutad/alışılmış olduğu üzere Peygamberin yanına geliyor ama evinde Ali a.s'ı görünce Peygamberin gittiğini ve ne tarafa gittiğini ondan öğreniyor.. Peşi sıra gidiyor. Yani böyle bir arkadaşlığı yanıdan hiç kimseyi kovma adeti olmayan Peygamber s.a.a. seçmiyor ki.. bu onun için fazilet olsun.. Zaten fazilet olduğuna dair iddiaları ateyin zahiri olarak açıkça reddettiğini görüyoruz, bu sitede açıklandı daha önce..

        Yorum


          #49
          Ehl-i Şia Kardeşlerime Sorularım

          sıradaki sorudaki hadislerin geçtiği furuu kafi elimde olmadığı için hadislere bakma imkanım yok.. Değerli alimimize sordum cevap geldiğinde biz de burda paylaşacak ve kaldığımız yerden devam edeceğiz inşaAllah. bu günlük bu kadarıyla yetiniyoruz..

          Yorum


            #50
            Ehl-i Şia Kardeşlerime Sorularım

            29- El-Kuleyni, El-Kâfi adlı kitabında “Kadınlar Taşınmaz Mallardan Miras Alamazlar” adı altında bir bölüm açmıştır Bu bölümde Ebu Cafer’den şu sözünü nakleder:

            “Kadınlar ne toprak, ne de gayrimenkul olan bir şeye mirasçı olabilirler” [1]

            Et-Tusi, et-Tehzib’de[2], Meyser’den şu sözünü nakleder:

            “Ebu Abdillah (as)’a kadınların miras haklarını sordum, şöyle dedi: “Tuğla, bina, kereste, şeker kamışı vs gibi şeylerin değerinde hakları vardır ancak toprak ve gayrimenkullerde onların miras hakları yoktur”

            Yine Muhammed ibn Muslim’den, o da Ebu Cafer’den (as) :

            “Kadınlar ne toprak ne de gayrimenkulde miras hakkına sahiptirler”

            Abdulmelik ibn A’yun, -ikisinden birinden(as)- şöyle aktarır:

            “Kadınların ev yada taşınmaz mallardan hiçbir payları yoktur”

            Bu rivayetlerin hiçbirinde ne Fatıma (radıyallahu anha), ne de başka biri için bir tahsiste bulunulmuştur Buna binaen Fatıma’nın (radıyallahu anha), Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) mirasını talep etme hakkı yoktur (onların rivayetlerine göre böyledir)


            Çok değerli Alimimiz, Musa Aydından aldığım bilgilere göre bu hadislerin olduğu doğrudur ve hadisler sahihtir de.. Ancak çıkarılan burdaki hüküm yanlıştır. Çünkü bu hadisler tüm mirasa şamil değildir. sadece eşlerle sınırlıdır. Yani kadınlar eşlerinden gayri menkul miras alamazlar..

            Anne baba ve başka miraslara şamil olmayan bu hadislerdek hükümlere göre fetva verilmiştir. Oysa Fatıma s.a.'nın söz konusu olan mirası buna dahil olmayıp Babası'ndan s.a.a. kalan mirasıdır..

            Aynı şekilde Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve selem) sahip olduğu her şey imama aittir Muhammed ibn Yahya, Ahmed ibn Muhammed’den, o Amr ibn Şemr’den, o Cabir’den, o da Ebu Cafer’den: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve selem) şöyle dedi: “Allahu Teala Adem’i yarattı ve ona dünyadan bir parça verdi Adem’e verilen, Allah’ın rasulünedir Allah’ın rasulüne ait olan da Muhammed’in soyundan olan imamlara aittir”[3]

            Rasulullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra gelen ilk imam, Şia’nın itikadına göre Ali’dir (radıyallahu anhu) Buna göre Fedek arazisini istemek Fatıma’nın (radıyallahu anha) değil daha çok Ali’nin (radıyallahu anhu) hakkıdır Onun böyle bir şey yaptığını göremiyoruz Bilakis şöyle demiştir:

            “Eğer isteseydim saf bal, temiz buğday ve ipek giysiler gibi dünya zevklerine giden yolu seçebilirdim Fakat Hicaz ve Yemame'de hiç doymayanlar ve bir ekmeği bile bulamayanlar varken, arzularım beni peşinden sürükleyemez ve iştahım beni güzel yemekler yemeğe götüremez…”[4]

            [1] Kuleyni Furuu’l kafi (7/127)
            [2] (9/253)
            [3] Kuleyni Furuu’l kafi Kitabul hucce babu ennel arda kulluha lil imam aleyhisselam (c1 s476)
            [4] Nehcul Belağa (1/ 211)


            hak ve batılın baya karıştığını görmekteyiz burada.. bir kere yeryüzünün tamamı İmamların a.s.'dır bu doğru.. Ancak bu nihai ve genel anlamda böyledir. Hukuki anlamda değil. yani bu hadislerin devamında şiiler gelirler humuslarını verirler ve İmamlara sorarlar elimizdeki malları size getirelim mi, İmamlarsa bunlara biz size onları bağışladık derler.. Yani yeryüzünün tamamı İmamlarındır hükmü tüm mülk Allah'ındır demek gibidir. bununla burda büyüklenmek ve kendinizi malların mutlak sahibi olmak sizin hakkınız değildir kendinizi aldatmayın mülk Allah'ındır başta onundu sizden çekip alacak yine onun olacak demektir bir nevi. İmamlarındır demekse Rabbi Teala istese onları sizden alır ve onların tamamını imamlara verir. Ve siz de İmamların size muhtaç olduğu gibi batıl bir inanç taşıyamazsınız demektir..

            Fedek Peygambere s.a.a. aitti. diğer mallar gibi o da Fatıma s.a.a'ya miras kaldı. Burda bunu isteyecek olan Kur'an'i ve şeri hükümlere göre Fatıma s.a.'dır Ali a.s. değildir. Eğer mülk imamlarındır diye lafzi ve mukayyed bir anlam çıksa o zaman hiç bir şiinin üzerine zekat ya da humus düşmez çünkü kendilerinin değil.. hatta her bir malda İmama sormaları gerekir hiç tasarruf yetkileri olmaz kendileri için bile harcayamazlar.. Ki şiilerin böyle bir inancı yoktur.. Gerekli şer'i borçlar verildikten sonra İmamlar şiilerine o malları bağışlamışlardır.. Bundan sonraki tasarruf yetkileri şer'i usullere göre malların bağışlandığı şiilere aittir.

            Ali a.s.'ın dünya malına düşkün olmadığı doğrudur. Ama o düşkün değil de Fatıma düşkün mü? Fatıma s.a.'ın Fedeki istemesi malı istemesi olarak mı anlıyoruz. Değildir.. Fedek Ehlibeyt inancına göre tüm yeryüzünü temsil eder. Müslümanların yaşadığı her yeri temsil eder. Fatıma s.a. Babasından s.a.a. fedeki isterken babasından kalan tüm emanetleri, yani müslümanların tüm ülkelerini istiyordu ki o kocası 1. İmam Ali a.s.'a devredilsin.. kendisi için bir şey istemiyordu.. Gerçi ifadelerde bu yoktur ama bunu daha sonraki Ehlibeyt imamlarının Abbasilerden fedeki isterkenki sözlerinden anlıyoruz. Zamanın İmamı (yanılmıyorsam Musa Kazım a.s. Harun'dan l.a.) Fedeki istedi. Harun da sınırlarını sorunca İmam tüm ülke topraklarını saydı.. Fatıma s.a.'ı Fedekte malesef mala düşkün gibi göstermektedirler bu itiraz sahipleri..

            "30- Ebu Bekr (radıyallahu anhu) mürtedlerle niçin savaşmış ve niçin “Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) vermiş oldukları bir deve yularını dahi vermekten kaçınsalar onlarla savaşırdım” demiştir?

            Şia şöyle demektedir:

            “Ali (radıyallahu anhu), insanların dinden dönmelerinden korktuğu için Rasulullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) yazmış olduğu mushafı çıkarmamıştı”

            O halifeydi, onların iddialarına göre bazı sıfatları ve ilahi bir desteği bulunmaktaydı Bununla birlikte o, insanların mürted olmalarından korkarak yanındaki mushafı çıkartmıyor ve insanların sapıklık içinde kalmalarına razı oluyor! Buna karşılık ise Ebu Bekr (radıyallahu anhu) bir deve yularını vermeyen mürtedlerle savaşıyor… "


            bu bölümde Ebubekir ve Ali a.s.'ı kıyas var ama soru yok. Sanırız bir sentez yapılmış, ve sünni Ebubekir inancı ile Şii Ali a.s. inancı karşı karşıya konmuş bu ikisinin yaptığından hangisi doğru denmiş? şiilerin inancı doğru olup Ali a.s. gerçekten de Mushafı açıklamadıysa Ebubekirin dini önemsemesindeki hassasiyet şii inancındaki Ali a.s.'da yok. bu durumda ya şiilerin Ali a.s. inancı yanlış ya da Ebubekir daha faziletli.. denmek istenniş sanırız.. soru olmadığı için biz böyle sorulduğunu düşünüp cevabımızı buna göre yazacağız..

            Bir kere birinci hata Ebubekirin öyle olduğuna inanmayız ki biz şiiler. Ridde savaşları kelime anlamı dinden çıkanlarla yapılan savaşlar demek.. Ebubekirin savaştığı kimselere bakıyoruz dinden çıkmamışlar.. Dedikleri biz sana biat etmedik. (Ehlibeytten Ali a.s.a biat etmek isterdik ama o böyle bir biat almadı) dolayısıyla sizi meşru saymıyoruz ki zekatımızı size verelim biz zekatımızı kendimiz veririz.. Ebubekir Ehlibeyt taraftarı olan bu insanların, kendi gasbını ortaya dökeceklerinden korktuğu için çok sert tavır takındı ve bunları dinden çıkmakla suçlayıp savaş açtık. Başlarına Halid b. Velidi gönderdi örneğin Malik B. Nuveyrenin kabilesine.. Halid'in oradaki cürümleri ve o kabilenin durumunu merak edenler sitede ilgili başlığa müracaat edebilirler..

            Ali a.s.'a gelince.. O Peygamber s.a.a.'in defin işlemini tamamlayınca Ebubekire biat etmeye zorlandığından dolayı eve kapandı ve evden çıkmayacağını söyledi çünkü Kur'an'ı cem ediyorum dedi.. Kur'an'ı cem etti. Onun kenarlarında hadisler bulunuyor ve her ayetin iniş sebeplerini ve anlamlarını, nasih mensuh olanları tek tek açıklıyordu.. Ayet olarak farklı bir nitelik ve niceliğe sahip değildi. Kur'an aynı Kur'an'dı. Oysa halife ve yandaşları ona ihtiyacı olmadığını söylediler. İmam a.s. da bundan sonra bir daha bunu göremeyeceksiniz dedi.. Ve Kur'anı bir daha çıkarmadı..

            Onun, Ebubekirlerin topladığı Kur'an'ı batıl ya da muharref gördüğünden değildi bu tavrı.. Ümmetin değer bilmemesi ve İmamı tanıdıkları halde nankörlükleri nedeniyle bu açıklamalara ve ümmeti ihtilaftan kurtaracak yol göstericiliğine layık olmayışlarıydı. Kur'an konusunda her biri farklı yorum ve tevilin nedenlerinden biri de işte İmam a.s.'ın açıklamalarının olmayışındandı o zaman da bu zaman da..

            Eğer halifenin topladığı Kur'an muharref olsaydı O zaman burdaki eleştiri yerinde olur ve Ali a.s. vebalde olurdu. Ki hiç bir şii o Kur'an'ın muharref olduğuna inanmamaktadır. Ümmetin Kur'an hakkında ihtilafa düşecek olmaları ise kendi iradeleriyle seçtikleri bir kaçınılmaz sonuçtu. Zaten İmama değil de yetkisiz kimseye biatlarıyla bunu hak ve tercih etmişlerdi..

            "31- Ehli Sünnet ve’l-Cemaat ve tüm fırkalarıyla Şia, Ali’nin (radıyallahu anhu) cesurluğu ve yenilmezliği konusunda icma etmişlerdir O, Allah rızası söz konusu olunca kınayanın kınamasından korkmazdı İşte bu cesaret, hayatının başından, İbn Mulcem’in eliyle öldürülmesine kadar bir an bile kesintiye uğramadı Bilindiği gibi Şia açıkça onun Nebi’den sonra doğrudan vasi olduğunu söylemektedirler
            Acaba Ali’nin (radıyallahu anhu) şecaati Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) öldükten sonra kesintiye mi uğramıştı ki Ebu Bekr’e (radıyallahu anhu) biat etmişti? Ondan sonra Ömer el-Faruk’a ve daha sonra da Osman Zinnureyn’e (radıyallahu anhum) biat etti Acaba Ali (radıyallahu anhu) –kendisini bundan tenzih ederiz- bu üç kişinin hilafet süreleri boyunca bir kez olsun Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) minberine çıkarak hilafetin kendisinden zorla alındığını, kendisinin buna daha layık olduğunu açıklamaktan aciz miydi? Cesareti ve atılganlığıyla bilinen bir kimse olduğu halde niçin böyle bir şey yaparak hakkını istemedi? Ayrıca kendisini seven ve yanında olacak olan birçok kimse de vardı…"


            evet Ali a.s. cesur güçlü ve atılgan idi.. Ancak bir despot değildi, sultan değildi, zorba değildi, Ümmetin tercihine kendilerini cehennem ya da cennete götürecek yolları kendileri tercih ettiklerinde onlara sabreden ve iradelerine saygı duyan biri idi.. Tıpkı Allah'ın kendisine sövenlere bile yaşam hakkı tanıdığı ve onların şah damarını kesmediği bir süreye kadar yaşattığı gibi.. Çünkü burası sınav dünyası..

            isyan etmeyişi bundandı.. gerçi bu soru cevaplandı ama burda farklı olarak neden bir kere olsun hutbeye çıkıp hakkını savunmadı diye..

            bunu da yaptı.. defalarca kez hilafetin hakkı olduğunu herkese duyurdu.. Hatta Fatıma s.a. hayattayken onu bir katıra bindirip ev ev tüm ashabı dolaştığı ve bu hakkını istediği ama ashabın Ebubekirden önce gelseydin biat hakkı senindi ama biz artık ona ettiğimiz biatı bozamayız dedikleri kitaplarımızda yazılıdır. hatta bağımsız kaynaklarda bile.. Muaviye bunu daha sonra kullanacak Ali a.s.'a sana kimse hak vermedi yalnız bıraktı sen haksızsın demeye getirdiği bir mektup yollayacaktı..

            Sünniler İmam Ali a.s.'dan kaç tane sahih hadis naklettiler ki, bu gerçekleri görseler.. sünni tarih ve hadis kitapları Ali a.s.'a yalancı diyen Ebu hureyre ve Ali a.s.'ın katillerini öven onlarla beraber yiyip içenlerce oluşturuldu. Bu durumda bu hak bilgilerin nasıl ulaşmasını beklenir. Bulamayınca da yok diyerek nasıl şiiler suçlanır.. Şiileri şiilerin inandıkları şahsiyet Ali a.s.'dan sorgulamalı değil misiniz? Bununla ilgili kaç tane şii tarih kitabı okudunuz..

            örneğin bizim rivayetlerimize göre Ali a.s. halifelerin hiç birine biat etmedi.. Ebubekire biat konusunda sıkıntı yaşadı zorbalığa baş vurdular orada bile biat etmek için elini açamadılar Ebubekire uzatmaya güçleri yetmedi. Ebubekir elini uzatıp Ali a.s'ın yumruğuna değdirdi ondan sonra dediler durumu kurtarmak için Ali (a.s.) biat etti..

            minareyi çalan kılıfını hazırlar.. yoksa milleti nasıl susturacaklar..

            Yorum


              #51
              Ehl-i Şia Kardeşlerime Sorularım

              - Şia, imam Cafer es-Sadık’ın (onların inançlarına göre Caferi mezhebinin kurucusudur) şu sözünü övünçle rivayet ederler:

              “Ebu Bekr’den iki kez dünyaya geldim” [5]

              Çünkü onun nesebi iki yoldan Ebu Bekr’e dayanmaktaydı:

              Birincisi: Annesi Fatıma binti Kasım ibn Ebi Bekr
              İkincisi: Anneannesi Esma bintu Abdirrahman ibn Ebi Bekr (Fatıma bintu Kasım’ın annesi)

              Daha sonra Şia’nın, es-Sadık’tan, dedesi Ebu Bekr’i (radıyallahu anhu) kötüleyen uydurma rivayetler aktardıklarını görüyoruz

              Sorumuz şöyledir:

              O, nasıl olur da bir yönden dedesiyle övünürken diğer bir yönden onu kötüler? Bu gibi şeyler, zamanının en fakihi olarak kabul edilen ve Şia’nın imamı olan bir kimseden değil ancak cahil bir kimseden sadır olabilir


              İmamların s.a. nesebi baba tarafından hesap olunur ve onlar göz önüne alınarark O tertemiz soy olan Peygamber s.a.a.'e atfedilir.. Anne tarafından onların başka yerlere çıkmaları tertemiz nurların kendilerine baba tarafından gelmelerine engel değildir. Nitekim kadınların kocalarından etkilendiği ve onlara göre çocuklarının üzerinde karakter bakımdan da genetik bakımdan da daha pasif oldukları malumumuzdur.. bu bir..

              ikincisi, bir insanın kocasının kötü oluşu onun da kötü olmasını mı gerektirir?.. ya da babası kötü olan her kızın da mı kötü olması gerekir. Firavunun eşi Asiyenin durumu ortadadır.. Yine bir alimden bir cahil, bir cahilden bir alim doğar sözü bu alandaki gözlemleri özetler.. Soy konusunda sorun yoktur..

              bir önemli ayrıntı daha.. Muhammed b. Ebubekirin gerçek babasının kim olduğu konusundadır.. Rivayetlere göre Muhammed'in annesi Ebubekire kız olarak gelmiş değildir. Onun önceki kocası yanlış hatırlamıyorsam hz. Cafer b. Ebu Talib idi.. Bu rivayete göre Muhammedin annesi Ebubekire geldiğinde onu karnında getirmişti.. Zaten Muhammed'in babası diye meşhur olan Ebubekire düşman ama Ali aşığı ve hep onun yanında olmasının hikmetlerinden birinin de bu olabileceği üzerinde durulmaktadır..

              soy konusunda şartlanan kafaların burda yanıldıkları nokta İmam Cafer-i Sadık a.s.'ın Ebubekirle övünmesi meselesidir ki bu tamamen batıldır.. Zaten zıttına olan rivayet de bunu ortaya koymaktadır..

              Ali Erbili, Keşful Gumme Fi marifetil Eimmede geçen bu rivayetin sıhhatinden biz kuşkuluyuz..

              en son ihtimal, bu rivayet doğru bile olsa burdan İmam a.s.'ın Ebubekirle övündüğü anlamı da çıkmaz. Nitekim şöyle de düşünülebilir: ben iki yolla ona bağlı olmama rağmen onun gibi olmadım... Yani övünme tek ihtimal değildir..

              "35- Şia, Ömer’in, Ali’ye kin beslediğini iddia etmektedirler Ancak Ömer (radıyallahu anhu), Beyti Makdis’in anahtarlarını teslim almak için Medine’den ayrıldığında yerine Ali’yi (radıyallahu anhu) tayin etmişti[1] ve bu durumda kendisine bir şey olursa Ali’nin halife olacağını da biliyordu… Bu nasıl bir kindir?"


              Ömer'in Ali a.s. ve Ehlibeyt taraftarlarıyla çok sorununun olduğunu sadece şia değil tüm tarih kitapları yazmaktadır.. Örneğin bu sitede paylaşılan ve buharide geçen, Ömer'in, Abbas ve Ali a.s.'a hitaben: biliyorum ki size göre Ebubekir gasıp hain fasıktı, ve yine biliyorum ki ben de öyleyim.. demesi Ömer'in Ali a.s. hakkındaki görüşlerini açıklaması bakımından önemlidir.. Ömer hilafeti kendine geçirinceye kadar kıyasıya mücadele etmiştir gözünü hiç bir şey görmemiştir ancak hilafete oturduktan sonra artık geçti Ebubekire biat bir oldu bittiye geldi artık kim böyle yaparsaa.. diye Ali a.s.'a biat esnasında yapılanları dile getirmiştir bir nevi.. Ancak bütün bunlara rağmen Ali a.s.'ın ümmeti daha büyük felaketlerden kurtarmak ve imamet görevi gereği onlara yardımcı olmak sadedinde yaptıkları Ömer'in ve diğer halifelerin Ali a.s.'a kayıtsız kalmalarını önlemiştir. Onlar Ali a.s.'a danışmışlar ve onun ilminden işlerine yaradığı yerlerde istifade etmişlerdir..

              Ömer'in Ali a.s.'ın kendi yerine geçmesinde sakınca görmediği görüşü yanlıştır. Bunu vefatı sırasında yaptığı şura vasiyetinden anlıyoruz. O müttefikleri olan Ebu Ubeyde b. Cerrahı anarak hayatta olması durumunda hilafeti ona bırakacağını beyan ettikten sonra o öldüğü için, şurayı bırakmıştır. Şura üyelerini de Ali a.s.'ı seçmeyecek çoğunlukta olacak şekilde atamıştır.. Ki yerine Osmanı bıraktığına dair de düzenlemeyi Osman'ın dostlarına haber vermiştir daha ölmeden önce..

              Eğer Ali a.s.'a husumeti olmayaydı onca zulümlerin sebebi olmazdı..

              "39- Ebu Abdillah’tan (Cafer es-Sadık) şöyle dediğini rivayet ederler:

              “Bu işin sahibi bir adamdır ki onu ismiyle sadece kafir isimlendirir…” [3] (yani ondan ismiyle bahseden veya hitap eden kafirdir!)

              Ebu Muhammed el-Hasen el-Askeri’den, mehdinin annesine şöyle dediğini rivayet ederler:

              “Bir erkek çocuk taşıyacaksın adı Muhammed’dir Benden sonra o kaim olacaktır…” [4]

              Bunda zıtlık yok mudur? Birinde ona ismiyle hitap edenin kafir olacağı söylenmekte, bir diğerinde el-Hasen el-Askeri’nin onu Muhammed olarak isimlendirdiği söylenmekte!"

              İmam-ı Zaman a.f.'i adıyla çağırmanın yasak oluşu tedbir gereğidir. Çünkü eğer bir kere bu yayılır da şiiler Mehdi a.f. die birinden söz etselerdi gaybeti suğra (küçük gizlilik) döneminde İmam'ın a.s. hayatı riske girebilirdi. bu yüzden gizliliğin sağlanabilmesi için onun adıyla anılması yasaklanmıştır. Ancak bu yasak onun gaybeti kübrasından itibaren kalkmıştır.. Gerçi onun zuhuruna kadar adıyla hitabın iyi olmadığına dair rivayetler varsa da hüküm bu yönde değildir..

              İmam'ın a.s., İmamı zaman a.f.'in annesine taşıyacağı çocuğun adını söylemesi tamamen onu böylesine kutsal bir doğumun sorumluluğuna hazırlaması içindir.. Ki bu hadis de İmamı Zaman a.f.'in adıyla anılmasının yasak olduğu gaybeti suğra zamanında meşhur olmamıştır sır olarak saklanmıştır diye düşünmekteyiz..

              bir başka nedense annesi çocuğunu tehlikeye atacak türden bir açıklamada bulunmayacağından emin olan İmam a.s. ona söylemekte bir beis görmemiş olabilir..

              Malum olduğu üzre İmam-ı Zaman a.f.'in hayatı kendisinden bahseden ve zalimleri yok edip saltanatlarını başlarına geçireceği hadislerinden dolayı dehşete kapılmış Abbasilerin onu öldürme niyetlerinden dolayı riskte idi. bu adı ile hitap etmemek ondan dolayı bir tedbirdi..

              "Abdullah ibn Cafer es-Sadık, İsmail ibn Cafer es-Sadık’ın öz kardeşiydi Anneleri de Fatıma bintu Huseyn ibn Ali ibn Huseyn ibn Ali ibn Ebi Talip idi Yani anlayacağımız iki taraftan da Huseyni ve seyyid idiler Acaba neden seyyid Abdullah ibn Cafer, babası hayattayken vefat eden kardeşinden sonra imametten mahrum kaldı?"


              İmamete seçilmenin tek şartı soy değildir. İmamlar evet İbrahim a.s. soyundan olmak zorundadırlar. Ama aynı zamanda zalim olmamalılar. Yani hayatlarında tek günah bile işlese kişi kendi nefsinin zalimi olacağından dolayı imam olma vasfını yitirmiş olur..

              Şianın 12 imam inancı uyduruk bir iddia değildir. İmamet Allah'ın atadığı bir makamdır. Allah 12 imamı atamış bunu Peygamber s.a.a. de insanlar ilan etmiştir ki insanların inanma zaruretleri meydana gelsin ve böylece huccet tamamlansın..

              bir de İmam Hasan a.s. ile İmam Hüseyin a.s. ikisi de imamete ehilken önce İmam Hasan a.s. imam oldu.. Bu atamayla ilgili bir olaydır.. insanların keyiflerine göre değildir..

              12 İmamla ilgili hadisler ve kabuller sadece şiaya ait mütevatir bilgiler olmayıp sünnilerce de kabul gören rivayetlerdir..

              (devam edecek inşaAllah..)

              Yorum


                #52
                Ehl-i Şia Kardeşlerime Sorularım

                [quote author=Hz_Ömer link=topic=18763.msg113249#msg113249 date=1293260676]
                Allah Razı oLsun wAllahi ben sizin bahs ettiğiniz kişi değilim yeni üye oLdum Allahu Alem

                Sorularla biraz daha ilmi cevap verilirse Memnun oLurum Şimdi br kaç soru sorup inşAllah Yazdıklarınızı cevaplıyım :


                1- Fatıma’nın (radıyallahu anha) Ebu Bekr (radıyallahu anhu) zamanında aşağılandığını, kaburgasının kırıldığını evininin yakılmaya ve Muhsin olarak adlandırdığı bebeğinin düşürtülmeye yeltenildiğini iddia etmekteler

                Soru şudur: Tüm bunlar olurken Ali (radıyallahu anhu) neredeydi? Onca cesaret ve yiğitliğine rağmen neden hakkını onlardan almadı?


                2- Sahabenin büyüklerinin çoğunun -özellikle de Ebu Bekr ve Ömer’in- Ehli Beytle evlilik yoluyla akrabalıklarının oluştuğunu görmekteyiz Onlardan birçok hanım almışlar veya tam tersi olmuştur Şia veya Ehli Sünnet tarihçileri bu konuda ittifak etmişler ve rivayetler aktarmışlardır Nebi (sallallahu aleyhi ve selem) Ebu Bekr’in (radıyallahu anhu) kızı Aişe (radıyallahu anha) ve Ömer’in (radıyallahu anhu) kızı Hafsa (radıyallahu anha) ile evlenmiştir İki kızı (Rukayye ve Ummu Gülsüm) halifelerin üçüncüsü Osman (radıyallahu anhu) ile evlenmişler ve bundan dolayı da o ‘zinnureyn’ olarak isimlendirilmiştir Ayrıca (Osman’ın) oğlu Eban ibn Osman da Abdullah ibn Cafer ibn ebi Talib’in kızı Ummu Gülsüm ile evlenmiştir Mervan ibn Eban ibn Osman ise, Hasen ibn Hasen ibn Ali ibn Ebi Talib’in kızı Ummu’l-Kasım ile evli idi Zeyd ibn Amr ibn Osman, Sekine bintu Hasen ile; Abdullah ibn Amr ibn Osman ibn Affan ise, Hasen bin Ali’nin kızı Fatıma ile evlenmişti

                Ehli Beytin sahabeyi sevdiklerini ispatlamak için bu üç halifenin evlendikleri kimseleri söylememiz sanırız yeterlidir, sahabeden diğerlerinin Ehli Beyt’ten evlendikleri kimseleri sıralamaya ise gerek yoktur[2]

                Yine Ehli Beytin, çocuklarına sahabenin isimlerini verdiklerini görmekteyiz Ehli Sünnet yada Şia’dan olan tarihçiler bunda müttefiktirler Örneğin Ali (radıyallahu anhu), Şia kaynaklarında geçtiğine göre Leyla bintu Mesud el-Hanzaliyye’den olan oğlunu Ebu Bekr olarak isimlendirmiştir Ali (radıyallahu anhu), Benî Haşim’den çocuğunu Ebu Bekr olarak isimlendiren ilk kişidir[3] Aynı şekilde Hasen ibn Ali oğullarını Ebu Bekr, Abdurrahman, Talha ve Ubeydullah olarak isimlendirdi[4] Hasen bin Hasen bin Ali de bu gibi isimlerle isimlendirmişti[5] Musa el-Kazım da kızını Aişe olarak isimlendirmişti Yine Ehli Beytten Zeynelabidin bin Ali [6] ve Ali bin Ebi Musa er-Rıda [7] gibi, Ebu Bekr olarak künyelendirilenler de vardı

                Ömer olarak isimlendirenlere gelince, Ali (radıyallahu anhu) bunlardandı Oğlunu Ömer el-Ekber olarak isimlendirdi Annesi Ummu Habib bintu Rabia idi Ömer kardeşi Huseyn (radıyallahu anhu) ile birlikte öldürülmüştür Diğeri Ömer el-Esğardır, annesi es-Sahba et-Tağlibiyye’dir Onun bu oğlu kardeşlerinden sonra da yaşamıştır[8]
                Hasen ibn Ali de oğullarını Ebu Bekr ve Ömer olarak isimlendirmiştir [9] Ali ibn Huseyn ibn Ali[10], Ali Zeyenelabidin, Musa el-Kazım, Huseyn ibn Zeyd ibn Ali, İshak ibn Hasen ibn Ali ibn Huseyn, Huseyn ibn Ali ibn Hasen ibn Huseyn ibn Hasen ve daha birçokları aynı şekilde çocuklarını bu isimlerle isimlendirmişlerdir Uzatmamak için bu kadarıyla yetiniyoruz[11]

                Kızlarını Aişe olarak isimlendirenlere gelince, bunlar arasında Musa el-Kazım [12] ve Ali el-Hadi’yi [13] sayabiliriz Burada bu ikisiyle yetinelim

                2] Sahabenin ehli beytle yaptıkları evlilikler hakkında daha geniş bir bilgiye ulaşmayı arzulayan kardeşlerimiz, İmamiyye mezhebi fakihlerinden Alaüddin El- Müderris’in ed-durrul mensur min turasi ehli’l-beyt isimli eserinde geniş ve zengin bir malumat bulabilirler
                [3] El- irşad lil Müfid (s354); Ebu’l- ferec el isfahani eş-şii, Mukatelü’t-tâlibîn (s91); Tarihu’l- Yakubi eş-şii (c2, s213)
                [4] Mesudi eş-şii et-tenbih vel irşad, (s263)
                [5] Ebu’l- ferec el isfahani eş-şii, Mukatelü’t-tâlibîn (s188); Darul marife baskısı
                [6] Ali Erbili, Keşful Gumme Fi Marifetil Eimme (3/26);
                [7] Ali Erbili, Keşful Gumme Fi Marifetil Eimme (2/317);
                [8] El- irşad lil Müfid (s354); Hûi, Mucemü Ricalil hadis, (c13, s51); Ebu’l- ferec el isfahani eş-şii, Mukatelü’t-tâlibîn (s84); Umdetü’t- talib, (s361); Meclisi, Cilaul Uyun,(s 570)
                [9] El- irşad lil Müfid (s194); Müntahal âmal, (c1, s240); Umdetü’t- talib, (s81); Meclisi, Cilaul Uyun,(s 582); Hûi, Mucemü Ricalil hadis, (c13, s29, 8716); Keşful Gumme (2/201)
                [10]El- irşad lil Müfid (2/155); Keşful Gumme (2/294)
                [11] Bunun tafsilatı Mukatelü’t-tâlibîn de ve diğer imamiye kaynaklarında bulunmaktadırMisal olarak Alaüddin El- Müderris’in ed-durrul mensur min turasi ehli’l-beyt (s65-69)
                [12] El- irşad (s302); el fusulul mühimme (242); Keşful Gumme (3/26)
                [13] El- irşad lil Müfid (2/312);



                3- Hasan ibn Ali (radıyallahu anhuma), hakkından feragat ederek Muaviye (radıyallahu anhu) ile mücadele etmedi Halbuki o sırada Ensar da, savaşta yeterli olacak kadar asker de onun yanında toplanmıştı Buna mukabil kardeşi Huseyn (radıyallahu anhu) yanındaki az bir grupla Yezid’e karşı savaşmak için çıkmıştı Halbuki o an hakkını bırakıp anlaşma yapması mümkündü Şüphesiz onlardan biri hak, diğeri batıl üzere idi Eğer elinde imkan bulunduğu halde Hasan’ın (radıyallahu anhu) savaşmaması doğru ise, Huseyn’in (radıyallahu anhu) anlaşma yapma imkanı bulunduğu halde savaşması batıl idi Yok Huseyn’in zayıf durumda olduğu halde savaşması doğru idiyse, Hasan’ın (radıyallahu anhu) savaşı bırakması batıl idi
                İşte bu Şia’yı istemedikleri bir duruma sokmaktadır Eğer ikisi de doğrudur derlerse zıt olan iki şeyi bir araya getirmiş olurlar Bu durum onların temellerini yıkmaktadır Eğer Hasan’ın (radıyallahu anhu) yaptığının batıl olduğunu söylerlerse, onun imametinin de batıl olduğunu söylemeleri gerekir Onun imametinin batıllığı ise babasının imametinin de batıllığını gerektirir Zira onu vasiyet eden babası idi ve onların inançlarına göre imamların masum olması gerekmektedir ve sadece kendileri gibi masum olan birini vasiyet edebilirler
                Eğer Huseyn’in (radıyallahu anhu) yaptığının batıl olduğunu söylerlerse, onun imametinin ve masumluğunun da batıl olduğunu söylemeleri gerekir Eğer onun masumluğu ve imameti batıl olursa, ondan sonra onun soyundan olan kimselerin de imameti batıl olur Çünkü onların imametinin aslı -teselsül yoluyla geçtiği için- Huseyn’dir (radıyallahu anhu) Bir şeyin aslı batıl olduğunda ondan doğan şeyler de batıl olur


                4- el-Kuleyni, el-Kâfi adlı kitabında[3] şöyle der:

                “Ashabımızdan çoğu, Ahmed ibn Muhammed’den o da Abdullah ibn Haccal’dan, o Ahmed ibn Ömer el-Halebi’den ve o, Ebu Basir’den şöyle aktarır: Ebu Abdullah’ın yanına girdim ve dedim ki: ‘Canım sana feda olsun, sana bir mesele hakkında soracağım, işte burada biri benim sözlerimi işitiyor’ Ebu Abdullah diğer ev ile aradaki perdeyi kaldırdığında oradakini gördü ve dedi ki: ‘Ey Ebu Muhammed sormak istediğini sor!’ Dedim ki: ‘Canım sana feda olsun…’ Sonra bir müddet sustu ve şöyle dedi: ‘Bizim yanımızda Fatıma’nın mushafı vardır Onlar ne bilecekler Fatıma’nın mushafı nedir?’ dedim ki: ‘Fatıma’nım mushafı nedir?’ O, ‘İçerisinde sizin Kuran’ınızın üç misli gibi bir Mushaf vardır Vallahi onun içinde sizin Kuran’ınızdan tek bir harf bile yoktur’ dedi Dedim ki: ‘Vallahi ilim budur’ dedi ki: ‘O elbette ilimdir”

                Acaba Rasul (sallallahu aleyhi ve selem) ve ashabı, Fatıma’nın mushafını biliyor muydu? Eğer rasul olduğu halde o bilmiyor idiyse, Ehli Beyt onun bilmediği bir şeyi nasıl bildi? Eğer biliyor idiyse, onu ümmetten neden saklamıştı? Allahu Teala şöyle buyurmakta:



                يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَمِن رَّبِّكَ وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ


                “Ey peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et Eğer bunu yapmazsan, risaleti tebliğ etmemiş (yerine getirmemiş) olursun” (el-Maide/67) Not: Cevap biraz geniş oLursa sevinirim


                5- el-Kuleyni’nin el-Kâfi adlı kitabının birinci kısmında, Şia’nın, Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve selem) hadislerini ve Ehli Beytin sözlerini aktaran ravilerinin isimleri verilmiştir Bunlardan bazıları şöyledir:

                Mufaddal ibn Ömer, Ahmed ibn Ömer el- Halebi, Ömer ibn Eban, Ömer ibn Uzeyne, Ömer ibn Abdilaziz, İbrahim ibn Ömer, Ömer ibn Hanzala, Musa ibn Ömer, Abbas ibn Ömer… Bu isimlerin ortak yönü hepsinin de -ravinin kendisinin veya babasının isminin- Ömer olmasıdır! Acaba neden bu kişiler Ömer adıyla adlandırılmışlardır?!



                6- Allahu Teala şöyle Buyuruyor



                “Sabredenleri müjdele! Onlara bir musibet dokunduğunda ‘Biz Allah’a aidiz ve ona döneceğiz’ derler İşte onlar için rablerinden bir mağfiret ve rahmet vardır İşte onlar hidayete erenlerdir”
                (el-Bakara/155-156)


                وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاء والضَّرَّاء وَحِينَ الْبَأْسِ

                Yine şöyle buyurur: “Fakirlikte, hastalıkta ve savaşın şiddetlendiği anda sabredenler…” (el-Bakara/177)



                Nehcu’l-Belâğa’da şöyle geçer:

                “Ali (radıyallahu anhu), Nebi (sallallahu aleyhi ve selem) vefat ettikten sonra ona hitaben şöyle dedi: ‘Eğer sen bizleri yas tutmaktan alıkoymasaydın ve sabrı emretmeseydin…(tercume eksik)”[4]

                Yine şöyle demiştir:

                "Kim musibet anında elini dizine vurursa ameli boşa gitmiştir" [5]

                Farsça olarak yazılmış olup Arapçaya tercüme edilen Munteha’l-Âmal kitabının yazarının aktardığına göre[6]; Huseyn, kız kardeşi Zeyneb’e Kerbela’da şöyle demiştir:

                “Kardeşim! Allah adına ahit alıyorum, senin de bu ahdi tutman gerekir Eğer öldürülürsem, şehadetimden dolayı yakanı yırtma, yüzünü tırnaklama, feryat edip yakınma!”

                Ebu Cafer el-Kummi, Emirulmuminin’in şöyle dediğini aktarır:

                “Siyah giyinmeyiniz! Çünkü o Firavun’un giysisidir” [7]



                وَلَا يَعْصِينَكَفِي مَعْرُوفٍ


                Tefsiru’s-Safi’de, “İyilikte (marufta) sana karşı gelmemeleri…” (el-Mumtehine/12) ayetinin tefsirinde şöyle geçer:

                “Nebi (sallallahu aleyhi ve selem) siyah elbiseler giymemek, yakalarını yırtmamak, feryat ederek ağlamamak üzere kadınlarla biatlaştı”

                El-Kuleyni’ye ait olan Furuu’l-Kâfi adlı eserde Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve selem), Fatıma’ya (radıyallahu anha) şöyle vasiyet ettiği geçer:

                “Ben öldüğümde yüzünü tırnaklayıp yolma, feryat etme, ağıt yakma!”[8]

                Evet, Şiilerin alimi olan ve es-Saduk lakaplı Muhammed ibn Huseyn ibn Babeveyh el-Kummi şöyle der:

                “Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve selem) eşsiz sözlerinden biri de şudur: “Ağıt yakmak cahiliye işlerindendir”[9]

                Aynı şekilde alimleri el-Meclisi, en-Nuri, el-Burucerdi’nin de Rasulullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) naklettikleri gibi:

                “Lanetlenmiş iki ses vardır ki Allah onlardan nefret eder: Musibet anında feryat ve nağmeli ses; yani ağıt ve şarkı”

                Tüm bu rivayetlerden sonra soru şudur:

                Şia neden rivayetlerle kendilerine ulaşan bu doğrulara uymuyor? Kimi tasdikleyeceğiz: Rasulullah’ı ve Ehli Beyti mi; yoksa mollaları mı?



                [4] Nehcul Belağa (s576); Müstedrekü’l- vesail,(2/445)
                [5] Es-Saduk el hisal (s621); vesailü’ş-şia, (3/270)
                [6] (1/248)
                [7] Ebu Cafer Muhammed bin Babeveyh el Kummi, Men Lem Yahduruhul Fakih (1/232); ve el Hur el Amili bunu Vesaili’ş-şia (2/916) da rivayet etmektedir
                [8] (5/527)
                [9] Men la yahduruhul fakih (4/271-272) te bunu es-saduk rivayet etmektedir El-Hur el-Amili bunu Vesaili’ş-şia (2/915) da rivayet etmektedirYusuf el-bahrani el hadaikun nâdıra



                7- Eğer tatbirin[10], ağıt yakmanın, göğüslere vurmanın onların iddia ettikleri[11] gibi büyük bir ecri varsa, neden mollalar kendileri bunu yapmıyorlar?

                [10] Tatbir: aşurede şiilerin yaptığı kafayı kanatma işidir bkztebrizi sıratu’nnecat (1/432)
                [11] İrşadul vesail (s184)


                8- Ali (radıyallahu anhu), Allah tarafından bildirilmiş bir halife ise niçin Ebu Bekr’e, Ömer’e ve Osman’a (radıyallahu anhum) biat etmiştir? Eğer acizdi denilecek olursa, aciz bir kişi imamete layık olamaz! Onu ancak güçlü biri hak eder Eğer güç yetiriyordu ama yapmadı denilecek olursa bu da hıyanet olur Hain bir kimse de imameti hak etmez, yönettiği kimseler kendisine emanet edilmez! Elbette ki bunların tümünden o uzaktır… Doğru bir cevapları varsa, nedir bu cevap?


                Ali’nin (radıyallahu anhu) halife olduktan sonra önceki halifelere muhalefette bulunduğunu göremeyiz Ne insanlar için farklı bir Kuran ortaya çıkarmış, ne onların yaptığı bir şeyi kınamıştır Bilakis onun minberden şöyle dediği mütevatir olarak bilinir:

                “Bu ümmetin Nebisinden sonra en faziletlileri Ebu Bekr ve Ömer’dir”

                O ne muta nikahını meşru kıldı, ne Fedek arazisini talep etti, ne hacda insanlara muta nikahını vacip kıldı, ne ezana “hayya ala hayri’l-amel” ifadesini koydu, ne de “essalatu hayrun minennevm” ifadesini kaldırdı

                Eğer Ebu Bekr ve Ömer kafir iseler ve hilafeti gasp etmiş iseler –iddia ettikleri gibi- niçin bunu açıklamadı? Halbuki yönetime geçmişti, elinde güç vardı Bilakis tam tersini yaptığını ve o ikisini övdüğünü görmekteyiz Ya gücü yetmedi, yada ümmete ihanet etti ve gerçekleri açıklamadı demeniz gerekir ki bundan onu tenzih ederiz

                [/quote]

                soruların cevapları daha önce verilmiş burda tekrar ediyoruz:

                Yorum


                  #53
                  Ehl-i Şia Kardeşlerime Sorularım

                  -1-

                  [quote author=Qom_u_aşk link=topic=19012.msg115079#msg115079 date=1295082543]
                  "ŞİA’NIN İNANÇLARININ DOĞURDUĞU KAÇINILMAZ SONUÇLAR"

                  Şia inançları o kadar mükemmeldir ki kurtulmamız için kaçınılmaz olarak bunlara sığınmak zorundayız, harfi harfine uymak ve inanmak zorundayız.. Rabbime şükürler olsun ki ben 35 yıl kafamda cevap bulamadım onca çelişkilerden sonra, bardağı taşıran son sünni kaçınılmaz sonuç olan zulme razı oluş noktasında isyan ettim ve yeni arayışa girdim. Rabbim zulme baş kaldırım sayesinde bana Şiayı gösterdi.. ve 35 yıl sonra hayatımda tüm taşların yerine oturduğu ve tüm sorularımın cevaplandığı Ehlibeyt mektebini bana gösterdi.

                  nasıl ve neden şii olduğum, ihl, ilahiyat sonrasında, hep ihlde çalışmış biri olarak müslümanların merkezinde yaşamış ve mücadele etmiş biri olarak sünnilikte neyi bulamadım da şii oldum ve şii olurken hiç bir tane şii tanımadığım birinden etkilenmediğim halde nasıl araştırdım gibi bir sürü konularda tamamı gerçek hikayemi buradan okuyabilirsiniz:



                  Ben de bu yüzden kendimi Kutsal Şia Ehlibeyt mektebinin yayılması için vakfettim..

                  1- Şia’nın inancına göre Ali (radıyallahu anhu) masum imamdır Sonra yine kendileri, Ali’nin (radıyallahu anhu) kızı -Hasan ve Hüseyn’in kardeşi- Ümmü Gülsüm’ü Ömer ibnu’l-Hattab ile evlendirdiğini itiraf ederler[1] Böylece şu iki durumdan biri geçerli olur:

                  Birincisi: Ali (radıyallahu anhu) masum değildir, çünkü o kızını kafir birisiyle evlendirmiştir(!) Bu ise mezheplerinin temellerine aykırıdır Hatta bu, onun dışındaki imamların da masum olmadıkları sonucunu getirir


                  bu eksik bilgi ve batıl kıyastan oluşan iki aşamalı yanlışlar sürecidir. çünkü bir kere İmam Ali a.s. kızını Ömerle evlendirmemiştir. İkincisi eğer böyle bir evlilik olsa bile bunda Ali a.s.'ın bir dahli yoktur. Üçüncüsü şia akildelerine göre Peygamber doğuşundan itibaren hayatının her anından masumdur ve bundan dolayı sünni rivayetlerde var olan kızlarını müşriklerle evlendirdiğine dair bilgiler de Ali a.s. ile ilgili sizin dediklerinizi yalanlamaktadır.

                  "İkincisi: Ömer (radıyallahu anhu) müslümandır, zira Ali (radıyallahu anhu) onun damadı olmasına razı olmuştur

                  Bu iki durum onları çıkmazda bırakmaktadır

                  biz Ömer'in müslüman olmadığını söylemedik. Böyle bir zanla bizi borçlu çıkarma çabanız boşunadır. bu iki durum bizi çıkmazda bırakmamakta tersine sizin bizi sıkıştırma niyetinizi ele vermektedir.. En azından bu nasıl izah edilmelidir diye sormak objektif olduğunuzu gösterir. Ama burda kastınızın ön yargılı ve öğrenmeden niyetinizin yargılamak olduğunu ele veren ifadeler mevcuttur.

                  2- Şia inancında, Ebu Bekr ve Ömer (radıyallahu anhuma), ikisi de kafirdirler Ancak Şia’nın masum imam olarak kabul ettikleri Ali’nin (radıyallahu anhu) o ikisinin hilafetini kabul ettiğini, her ikisine de biat ettiğini, onlara karşı çıkmadığını görmekteyiz


                  hayır bizm böyle bir inancımız yoktur. Şia hiç bir zaman Ehli kıbleyi tekfir etmez. Peygamberin lafı ve uygulaması üzerine bir şey koymaz onu değiştirmez. Ehlibeyt mektebi şia İslamı tüm zamanlarda Peygamberin s.a.a. tıpa tıp aynı uygulama ve sözlerini taşımıştır, İslamın değişmeden günümüze taşınmasını sağlamış tek ekoldür..

                  İmam Ali a.s. hiç bir halifeye biat etmemiştir. Etmiştir diyen rivayetler ya sahih değildir ya da o rivayetlerden çıkarılan sonuçlar çarpıtılmaktadır. bu konuda delil getirirseniz daha somut olur ve rivayetler üzerine konuşurz inşaAllah..

                  İmam Ali a.s.'ın karşı çıkmadığı isyan etmediği doğrudur. Ama bu onun onların hilafetini meşru kabul ettiğini göstermez. ya gücünün olmadığını ya da müslümanların bir iç savaşa düçar olup kafirler tarafından ortadan kaldırılabilecek şekilde zayılatacağını düşündüğünü gösterir. hatta başka bir sürü maslahatları.. nitekim bizim inancımıza göre eğer İmam Ali a.s. karşı çıksaydı erken bir kerbela faciası yaşanacaktı. ve yine İmam Ali a.s. imametiyle tek emirul müminin olma icraatına sahipti. diğer imamların bu uygulama durumları olmadı. Bu yüzden insanlığın imameti görebilmeleri ve nasıl bir adalet uyguladıkları ve yönetimin nasıl olması gerektiği hususnda fikir sahibi olabilmeleri için bu şarttı.. işte bu ilahi hikmet gereği Ali a.s.'ın 25 yıl sabretmesi gerekiyordu. Ki kendisi bunu Nehcul Belağada 25 yıl boğazımda kemik gözümde diken olduğu halde sabrettim diye açıklamaktadır.

                  İslam kardeşim hakikati görme isteğinizden dolayı size tavsiyemiz mutlaka nehcül belağayı okuyun onda göreceksiniz ki İmam kendisi bizzat neden kıyam etmediğini ve önündeki seçenekleri nasıl değerlendirdiğini anlatmaktadır..

                  Bu, ya Ali’nin masum olmadığını gösterir; zira o, zalim olan iki kafire bilerek biat etmiştir Bu ise zalime zulmünde yardım etmektir ve masumluğu ortadan kaldırır; çünkü masum olan bir kimse böyle bir şeyi asla yapmaz

                  hayır bunlar masumiyeti ortadan kaldırıan durumlar olmadığı gibi biz masumiyeti bunlarla da ispatlıyor değiliz ki bunlar masumiyeti ortadan kaldıran durumlar olsun.. Masumiyeti biz daha kat'i Kur'an ayetlerindeki somut objektif delillerle kanıtlamaktayız...

                  burdaki olay ıslahtır. Ali a.s. insanlar kabul etse de etmese de İmam'dı. insanlar kabul etmediler ve yanlış tercihle başkasını halife seçtiler. bu onlar için bir kayıp yanılgı ve zarardı. İş seçimle kalmadı ve bu yanlışın icraatta Müslümanlara açabileceği zararların boyutu tahmin bile edilemezdi. burda şimdi görevi İmam olan Ali a.s.'ın çekip gitmesi ya da inzivaya çekilmesi düşünülebilir mi? İmam, iktidara seçilse de imamdır seçilmese de tıpkı Peygamberlerin reddedilmesi onların risaletlerine bir zarar getirmediği ve engellemediği, sorumluluklarını ortadan kaldırmadığı, onların yine ıslah ve tebliğ yükümlülüklerinin ve faaliyetlerinin sürdüğü gibi..

                  Yani şimdi Ali a.s. biat etmedi onların hiç bir zulmünü onaylamadı düzeltebildiklerini düzeltti. siz şimdi Ali a.s.'ın hükumetin kötülüklerini onayladığını ve onlara bu konuda destek verdiğini iddia edebiliyor musunuz? siz edemezseni Ali a.s.'ın masumiyetine inanan bizler nasıl iddia edebilir böyle bir çelişkiye düşebiliriz? Siz bir tek kendinizde mi akıl var sanıyorsunuz..

                  Tersine şia asla çelişkiye düşmez ve sizin bildiğinizden çoook daha derindir.. bunu burda kalırsanız göreceksini inşaAllah..

                  "Veya bu yaptığı şey doğrudur ve o ikisi mümin, sadık ve adil halifelerdir Bu durumda ise Şia, o ikisini tekfir ederek, onlara hakaret ederek, lanet ederek, hilafetlerinden razı olmayarak imamlarına muhalefet etmiş olur!

                  hayır burdaki mantık hatası toptancılıkla değerlendirme mantığıdır. Halifeler masum değildi ki her yaptıkları doğru olsun ve Ali a.s. onlara itaat etsin, Onlar tamamen batıl ve kendilerinden hiç hayır çıkmayan insanlar değil ki Ali a.s. onlara yardım etmekle onların yanlışlarının ortağı olsun.. iyilerine destek verdi kötülerini önlemeye çalıştı önleyemediklerinin şerrindense kendi tabiilerini sakındırdı..

                  başka napsındı?..

                  O zaman bir ömür kafirleirn sultası altında yaşayan peygamberleri de siz o kötülüklere ortak edin?.. Onlara isyan etmediler savaşmadılar diye?:..

                  Doğrusu şaşkınlığa düşmekteyiz: Ebu’l-Hasan Ali’nin (radıyallahu anhu) tuttuğu yolu mu izleyeceğiz, Şia’nın tuttuğu yolu mu?!


                  bu sloganik süslü bir sözden başka bir şey değildir ne samimiyet barındırı ne hakikat.. çünkü eğer şiayı anlamak istiyorsanız önce sorarsınız.. bu nasıl izah ediliyor diye.. ama sormadan şiadan tek kitap okumadan kendiniz yargılamış kendiniz asmışsınız.. bunun neresi samimiyet.. şiaya mı sordunuz ki bu sonuçları kabul ediyor musunuz diye ki sonuçta şiaya mı uyacağız Ali a.s.'a mı uyacağız diye şaşkın kalmış numarası yapıyorsunuz?..

                  3- Ali (radıyallahu anhu), Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve selem) vefatından sonra birçok hanımla evlendi ve onlardan çocukları oldu Bu çocuklardan bazılarının isimleri şöyledir: Abbas ibn Ali ibn Ebi Talib, Abdullah ibn Ali ibn Ebi Talib, Cafer ibn Ali ibn Ebi Talib, Osman ibn Ali ibn Ebi Talib Anneleri de Ummulbenin bintu Huzam bin Dârim’dir[2]

                  Ubeydullah ibn Ali, Ebu Bekr ibn Ali Anneleri Leyla bintu Mesud ed-Dârimiyye’dir[3]

                  Yahya ibn Ali, Muhammed el-Esğar ibn Ali, Avn ibn Ali Anneleri Esma bintu Umeys’dir [4]

                  Rukayye bintu Ali, Ömer ibn Ali (otuz beş yaşında vefat etmiştir) Anneleri Ummu Habib bintu Rebia’dır[5]

                  Ummulhasen bintu Ali, Ramle el-Kubra bintu Ali Anneleri Ummu Mesud bintu Urve bin Mesud es-Sakafi’dir[6]

                  Sorumuz şudur: Bir baba ciğerparesini en büyük düşmanının ismiyle isimlendirir mi? Nasıl olur da Ali (radıyallahu anhu) oğullarını düşmanlarının isimleriyle isimlendirir? Ayrıca, çocuklarına Ebu Bekr, Ömer ve Osman ismini veren ilk Kureyşlinin Ali (radıyallahu anhu) olduğunu biliyor muydunuz?!

                  Uslup ve yöntem aynıdır. sormadan yargılamak şia adına düşünüp sonra da yanlıştır böyle olmaz demek..

                  Bi kere şiaya sordunuz mu Ali a.s. neden bu adları koydu diye? madem şiayı yargılıyorsunuz o halde onların cevaplarını alacak sonra yargıya ulaşacaksınız

                  diğer yandan sizin büyük gördüklerinizi şia da mı büyük görmekte, gördüklerinizi mi görmek zorunda; ya da sizin unutup görmek istemediğiniz büyükleri küçülttünüz die şia da mı böyle yapmak zorunda? bu ne batık kıyas ve başkasına hükmetme arzusu?.. sorun şiaya neden bu adları koymuş diye ondan sonra sıkıntınız kalırsa o zaman söyleyin... ama öyle asıp kesmek yok.. ancak kendinizi kandırırsınız..

                  Dipnotlar:
                  [1] Bu evlilik şii bilginler tarafından da doğrulanmaktadır : Kuleyni el-Kâfi furu (6/115); Tusi, Tehzibu’l- Ahkam ( Babu adedin nisa) c8, s148 , c2, s 380, Tusî, El istibsar (3/ 380); el Mazendarani, Menakıbı Âli Ebî Talib, (3/162); Âmili, Mesalikü-l efham (1/ Kitabun Nikah); Murtaza Alemül Hüda, Eş Şafi, (s116); İbni Ebi’ l- hadis, Şerhu Nehcil Belağa, (3/124); Erdebili, Hadikatu’ş-şia (s277); Şoşteri, Mecalisü’l- mü’minin, (s 76,82); el- Meclisi, Biharu’l- Envar, (s621); Daha fazla bilgi için bkz Ebu Muaz İsmaili, Zevacü Ömer b Hattab min Ümmi Gulsüm b Ali b Ebi talib – Hakikatun La İftiraun

                  Eğer siz bu evliliğin olduğunu iddia ediyor bu konuda rivayetleri kabul ediyorsanız o halde paylaşın hangi delilinizde geçiyor.. sizin kendi eserlerinizden.. kendi eserlerinizi kabul edebilecek misiniz bakalım merak ediyorum.. çünkü bu konu burada daha önce gündem oldu ve arkadaşlarınız çekip gitti.. incelerseniz başlıklar arasında konuyu bulursunuz..

                  [2] Keşful Gumme Fi Marifetil Eimme
                  [3] Age ayrıca bkz el- İrşad (s167); Mucem’ul huî, (21/66)
                  [4] Age
                  [5] Age ayrıca bkz el- İrşad (s167); Mucem’ul huî, (13/45)
                  [6] Ali Erbili, Keşful Gumme Fi Marifetil Eimme (2/66); ayrıca Ali (Ra)’ın çocuklarının isimlerinin bulunduğu diğer şii kaynaklar için bkz Prof Faysal Nur, İmamet ve’n- Nas, (s683-686)

                  4- “Nehcu’l-Belâğa” kitabının yazarı –ki bu kitap Şiilerce itibar edilen bir kitaptır- Ali’nin (radıyallahu anhu) hilafetten uzak durduğunu ve “Bırakın başkasına öncelik tanıyayım” [1] dediğini rivayet eder Bu, Şia mezhebinin batıllığına delildir Zira iddia ettiklerine göre onun halife ve imam tayin edilmesi Allah tarafından emredilmiş olan ve uyulması gereken bir farzdı ve Ebu Bekr (radıyallahu anhu) bunu onun elinden almak istemişti!

                  Nehcül Belağada bu ibare nerede var? bize delil getirin. Tam tersine kitap bunun zıttına sözlerle doludur..

                  5- Fatıma’nın (radıyallahu anha) Ebu Bekr (radıyallahu anhu) zamanında aşağılandığını, kaburgasının kırıldığını evininin yakılmaya ve Muhsin olarak adlandırdığı bebeğinin düşürtülmeye yeltenildiğini iddia etmekteler

                  Soru şudur: Tüm bunlar olurken Ali (radıyallahu anhu) neredeydi? Onca cesaret ve yiğitliğine rağmen neden hakkını onlardan almadı?

                  bir kere bu konu sünni kitaplarda da vardır. hem de en sahihlerinde bile bunun işaretleri vardır. Reddedilemeyecek şekilde. mesela bunlardan birisi buhari müslim ve diğerlerinde geçen hiç kimsenin inkar edemediği Fatıma s.a.'nın Ebubekire biat etmemesi olayıdır. Size göre Ebubekir emirel muminin idi fatıma da sahabe ve size göre yine zamanın imamına biat etmeden ölen cahiliye ölümüyle ölüyordu buyrun o zman bize izah edin Fatıma neden biat etmeden öldü? Cahiliye ölümüyle mi öldü?..

                  Ali a.s. sorumlu bir İmam'dı. onca acılar içinde yine de sabretti. Çünkü İmamet görevi aile ve şahsi davalardan çok daha ileriydi. çakalların sabredilmeyecek olaylara katlanmaları zor değildir ama Aslanların gücü varken sabredebilmeleri çok daha büyük davaların ve hikmetlerin olduğunun ispatıdır. Ali a.s. bizim gibi cahil değildi ki kabilecilik soyculuk ailecilik yapsın.. İmametini unutsun.. İmametinin çiğnenmesi eşinin (ki Fatıma bize göre Resul'den bir parçadır onu üzen Resulü üzmüştür) incinmesinden çok daha feci idi.. daha büyük zararlar açıyordu ümmet üzerine.. Ama ona sabreden buna da sabretti. çünkü amaç din ve imametin devam etmesiydi..

                  6- Sahabenin büyüklerinin çoğunun -özellikle de Ebu Bekr ve Ömer’in- Ehli Beytle evlilik yoluyla akrabalıklarının oluştuğunu görmekteyiz Onlardan birçok hanım almışlar veya tam tersi olmuştur Şia veya Ehli Sünnet tarihçileri bu konuda ittifak etmişler ve rivayetler aktarmışlardır Nebi (sallallahu aleyhi ve selem) Ebu Bekr’in (radıyallahu anhu) kızı Aişe (radıyallahu anha) ve Ömer’in (radıyallahu anhu) kızı Hafsa (radıyallahu anha) ile evlenmiştir İki kızı (Rukayye ve Ummu Gülsüm) halifelerin üçüncüsü Osman (radıyallahu anhu) ile evlenmişler ve bundan dolayı da o ‘zinnureyn’ olarak isimlendirilmiştir Ayrıca (Osman’ın) oğlu Eban ibn Osman da Abdullah ibn Cafer ibn ebi Talib’in kızı Ummu Gülsüm ile evlenmiştir Mervan ibn Eban ibn Osman ise, Hasen ibn Hasen ibn Ali ibn Ebi Talib’in kızı Ummu’l-Kasım ile evli idi Zeyd ibn Amr ibn Osman, Sekine bintu Hasen ile; Abdullah ibn Amr ibn Osman ibn Affan ise, Hasen bin Ali’nin kızı Fatıma ile evlenmişti

                  Ehli Beytin sahabeyi sevdiklerini ispatlamak için bu üç halifenin evlendikleri kimseleri söylememiz sanırız yeterlidir, sahabeden diğerlerinin Ehli Beyt’ten evlendikleri kimseleri sıralamaya ise gerek yoktur[2]


                  vurgulama bize aittir. ki Ehlisünnetin kendi içinde çelişkilerin bulunduğu malumdur. hemen her konuda birbirine zıt rivayetleri barındırı ehli sünnet kaynakları.. ki bu durumda bizim kabul etmediğimiz ve gerçeği yansıtmayan bilgilerle önce sünniler kendilerini yargılamalılar bunlara zıt riayetler neden diye.. sonra şiaya sormaları daha isabetli olur. Çünkü kendi içlerindeki çelişkili zıt rivayetleri incelediklerinde göreceklerdir ki bir çok mevzuu şiaya gelmeden hallolmuş olacak ve şiayı daha iyi anlayacaklardı. eğer ben önceden sünni rivayetleri okumamış olsaydım şii olmam ve şii iddiaları anlayabilmem mümkün olmayacaktı..

                  kaldı ki bir evlilik var diye evlendiğiniz aile ile aynı inancı sahip olacağınız düşüncesi yanlıştır. çünkü:

                  1- Peygamber s.a.a. kızlarını aldığı yahudilerle aynı inançta mıydı?

                  2- Peygamberin evlendiği eşi ailesinin inançlarından ayrı değerlendirilirse, bu hem olumlu hem de olumsuz anlamda neden Ehlibeytin evlilikleri için söz konusu olmadın?

                  3- Peygamber s.a.a. hep ideal gördüğü evlilkler mi yapmıştır? onun evliliklerinde düşmanların düşmanlıklarını azlatıp onları hidayete akrabalık bağıyla daha rahat ulaştırma amacı yok muydu? Neden Ehlibeyt böyle bir yolu takip etmesin ki?.

                  4- Günümüzde evlilikleri görüyorsunuz kan davalılar arasında bile, savaş halindeki ülkelerin vatandaşları bile birbirleriyle evlenmiyor mu? şimdi her evlilik olan yerde dünürler aynı inançta ve dostlar diye kim iddia edebilir?..

                  Yine Ehli Beytin, çocuklarına sahabenin isimlerini verdiklerini görmekteyiz Ehli Sünnet yada Şia’dan olan tarihçiler bunda müttefiktirler Örneğin Ali (radıyallahu anhu), Şia kaynaklarında geçtiğine göre Leyla bintu Mesud el-Hanzaliyye’den olan oğlunu Ebu Bekr olarak isimlendirmiştir Ali (radıyallahu anhu), Benî Haşim’den çocuğunu Ebu Bekr olarak isimlendiren ilk kişidir[3] Aynı şekilde Hasen ibn Ali oğullarını Ebu Bekr, Abdurrahman, Talha ve Ubeydullah olarak isimlendirdi[4] Hasen bin Hasen bin Ali de bu gibi isimlerle isimlendirmişti[5] Musa el-Kazım da kızını Aişe olarak isimlendirmişti Yine Ehli Beytten Zeynelabidin bin Ali [6] ve Ali bin Ebi Musa er-Rıda [7] gibi, Ebu Bekr olarak künyelendirilenler de vardı

                  Ömer olarak isimlendirenlere gelince, Ali (radıyallahu anhu) bunlardandı Oğlunu Ömer el-Ekber olarak isimlendirdi Annesi Ummu Habib bintu Rabia idi Ömer kardeşi Huseyn (radıyallahu anhu) ile birlikte öldürülmüştür Diğeri Ömer el-Esğardır, annesi es-Sahba et-Tağlibiyye’dir Onun bu oğlu kardeşlerinden sonra da yaşamıştır[8]
                  Hasen ibn Ali de oğullarını Ebu Bekr ve Ömer olarak isimlendirmiştir [9] Ali ibn Huseyn ibn Ali[10], Ali Zeyenelabidin, Musa el-Kazım, Huseyn ibn Zeyd ibn Ali, İshak ibn Hasen ibn Ali ibn Huseyn, Huseyn ibn Ali ibn Hasen ibn Huseyn ibn Hasen ve daha birçokları aynı şekilde çocuklarını bu isimlerle isimlendirmişlerdir Uzatmamak için bu kadarıyla yetiniyoruz[11]

                  Kızlarını Aişe olarak isimlendirenlere gelince, bunlar arasında Musa el-Kazım [12] ve Ali el-Hadi’yi [13] sayabiliriz Burada bu ikisiyle yetinelim



                  bu konu yukarıda geçti. ancak eklemeliyiz ki Ehlibeyt bu adlarla sünniler arasında meşhur olmamış ve hakiki örnek gördükleri insanların adlarını seçmişlerdir.. Mesela Osman bin Affatnı Emeviyi değil Osman bin Huneyfi Seçtikleri gibi.. Sünnilerde Ebubekirin oğlu Muhammed meşhur mdur? niçin?..

                  Dipnotlar:

                  [1] Nehcul Belağa (s136,322,366,367)

                  bu eserden kapak bilgilerini yani yayınevi ve mütercimi hakkında ayrıntılı bilgi istiyor ve bu sayfaların scanını istiyoruz. çünkü ben de nehcül belağayı okudum kardeşlerim de ellerinden hiç düşürmezler hiç birimiz bu iddiayı orda görmediğimiz gibi tersine bunun zıtlarıyla dolu bir kita Nehcül Belağa..

                  [2] Sahabenin ehli beytle yaptıkları evlilikler hakkında daha geniş bir bilgiye ulaşmayı arzulayan kardeşlerimiz, İmamiyye mezhebi fakihlerinden Alaüddin El- Müderris’in ed-durrul mensur min turasi ehli’l-beyt isimli eserinde geniş ve zengin bir malumat bulabilirler
                  [3] El- irşad lil Müfid (s354); Ebu’l- ferec el isfahani eş-şii, Mukatelü’t-tâlibîn (s91); Tarihu’l- Yakubi eş-şii (c2, s213)
                  [4] Mesudi eş-şii et-tenbih vel irşad, (s263)
                  [5] Ebu’l- ferec el isfahani eş-şii, Mukatelü’t-tâlibîn (s188); Darul marife baskısı
                  [6] Ali Erbili, Keşful Gumme Fi Marifetil Eimme (3/26);
                  [7] Ali Erbili, Keşful Gumme Fi Marifetil Eimme (2/317);
                  [8] El- irşad lil Müfid (s354); Hûi, Mucemü Ricalil hadis, (c13, s51); Ebu’l- ferec el isfahani eş-şii, Mukatelü’t-tâlibîn (s84); Umdetü’t- talib, (s361); Meclisi, Cilaul Uyun,(s 570)
                  [9] El- irşad lil Müfid (s194); Müntahal âmal, (c1, s240); Umdetü’t- talib, (s81); Meclisi, Cilaul Uyun,(s 582); Hûi, Mucemü Ricalil hadis, (c13, s29, 8716); Keşful Gumme (2/201)
                  [10]El- irşad lil Müfid (2/155); Keşful Gumme (2/294)
                  [11] Bunun tafsilatı Mukatelü’t-tâlibîn de ve diğer imamiye kaynaklarında bulunmaktadırMisal olarak Alaüddin El- Müderris’in ed-durrul mensur min turasi ehli’l-beyt (s65-69)
                  [12] El- irşad (s302); el fusulul mühimme (242); Keşful Gumme (3/26)
                  [13] El- irşad lil Müfid (2/312);


                  -2-

                  Ehlibeytin kapsamı sünnilerin kendi içlerinde vahdet sağlanmış bir konu değildir. kimine göre tüm sahabe ve ümmet ehlibeyt olabilmektedir. bu durumda herkes herkesle evlenmiş olur.. yine kimine göre Peygamber s.a.a. hanımları da ehlibeyttendir.. onların yakın akrabaları da ehlibeytten sayılırsa bu durumda da ehlibeyt sahabe ile evlenmeyecekse kimle evlenecek!!

                  yine ehlibeyttin tüm aileleri ve çocukları bizde masum değil ki!! onların yaptıkları fiileri doğru görelim ve şiayı siz borçlu çıkarabilesiniz?..
                  [/quote]

                  bu ve diğer soruların cevapları oradan okuyabilirsiniz..



                  Yorum


                    #54
                    Ehl-i Şia Kardeşlerime Sorularım

                    soruların bir kaç maddesini karşılaştırdım eskiden kelimesi kelimesine aynıları sorulmuş ben de hepsi aynı mı diye diğer maddeleri karşılaştırmadan eski cevabı aynen buraya taşıdım.. o linki de inceleyin. eğer cevapsız soru varsa belirtin inşaAllah cevaplayalım..

                    Yorum


                      #55
                      : Ehl-i Şia Kardeşlerime Sorularım

                      BİSMİLLAH maşallah kardeşlerime sualleri ne cevabsız nede delilsiz bırakıyorlar. insafı ve önyargısı, bağnazlığı olmayan her mümin kardeşimin ittifakla tasdik edeceği bilgiler. haassaten elmeddin vede qumu aşk kardeşimin gayretlerini takdire şayan bulup, tebriklerimi bildiririm. MEVLA(CC) bizlerin sizlere olan muhabbetini vede kardeşliğini pekiştirmesini nasib etsin. ilminiz vede ameliniz sıratı mustakim üzere olsun. amin.

                      Yorum


                        #56
                        Ynt: Ehl-i Şia Kardeşlerime Sorularım

                        Allah hepinizden razı olsun, şiiliye yeni keçmiş ve sorularına cevab arayan bu kardeşinize çok yardımcı oldunuz. İçimdeki sıkıntıların bir çoku geçdi, çok rahatladım. Rabbimde sizi sıkıntılardan arındırsin, ebedi rahatliğa kovuşdursun inşaallah..

                        Yorum


                          #57
                          Ynt: Ehl-i Şia Kardeşlerime Sorularım

                          [quote author=Ammar bin Yasir link=topic=18763.msg130780#msg130780 date=1314871744]
                          Allah hepinizden razı olsun, şiiliye yeni keçmiş ve sorularına cevab arayan bu kardeşinize çok yardımcı oldunuz. İçimdeki sıkıntıların bir çoku geçdi, çok rahatladım. Rabbimde sizi sıkıntılardan arındırsin, ebedi rahatliğa kovuşdursun inşaallah..
                          [/quote]
                          Ehlibeytin mazlumiyetine dair yanık bağırlı şiilerden gelecek güzel tatmin edici cevaplar hiç bitmez inşaallah. Eğer başka konular varsa onları da sorun kardeşlerimiz cevapsız bırakmayacaklardır..

                          Yorum


                            #58
                            Ynt: Ehl-i Şia Kardeşlerime Sorularım

                            Allahın selamı hepinizin üzerine olsun. Deyerli şii kardeşlerimden sormak istediyim bir konu var, eger beni bu konuda bilgilbdirirseniz size çok müteşekkil olurum.. Bilmek istediyim şu: Ehli Beytin Ehli Aba olduğu artık, tabiri caizse, su keçirmez bir gerçek. Allah razı olsun tüm delilleriyle bunu ortaya koydunuz bendede artık hiç bir şübhe kalmadı, insaf sahibi hiç kimsede bence buna şübhe etmemeli. Ama bilmek istediyim, peki diger 9 imamımızında Ehli Beytden olduğuna deliller varmıdır? Ve neden imamlarımızın diger evlatlarıda Ehli Beytden sayılmıyor, yalnız imamet sahibi kişiler Ehli Beytden sayılıyor? Lütfen delilleri ile cevaplarmısınız, Sünni kaynakları olursa daha etkili olur tabiiki.. Şimdiden her kese teşekkür ederim. Allaha emanet olun..

                            Yorum


                              #59
                              Ynt: Ehl-i Şia Kardeşlerime Sorularım

                              Ammar bin Yasir kardeşim şu linkte sorunuzun cevabı var buyurun inceleyin...

                              Yorum


                                #60
                                Ynt: Ehl-i Şia Kardeşlerime Sorularım

                                Allah razı olsun, bir çok bilgiler edindim, beni çok aydınlatdınız. ama burada soruma tam olarak cevab bulamadım gibi geldi. bunlar her halde 12 imamımızın velayetine delillerdir. benim bilmek istediyim o hazretlerin de Ehli Beytden olduğuna deliller varmıdır? ve neden imamlarımızın bütün evlatları digilde yalnız imamet sahibleri Ehli Beytden sayılıyor? bununda delilleri varmı?

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X