Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Ebu Talib

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #16
    Ynt: Ebu Talib

    Evet dedim ve kaybettim..İzmir marşıyla mı dönüyorduk? ;d

    Yorum


      #17
      Ynt: Ebu Talib

      [quote author=Süleyman bin Surad link=topic=24265.msg163913#msg163913 date=1352747253]
      Tarihten fazla nasiplenemediğin için mi isimleri böyle karıştırıyorsun?[/quote]

      ya bunları laf olsun diye mi yazıyorsun? yoksa gerçekten (ifade ede bilmek için kelime bulamıyorum) ... mısın? nerede ve hangi ismi karıştırdım?

      Kader-i ilahi öyle tecelli etmiş ne yapabilirim ki?
      kaderi ilahi mi? o zaman sana göre bir taraftan insanları günaha zorlayan, diğer taraftan da bu günahı işledikleri için onları cezalandıran haşa Allah c.c'dur. daha açık bir örnek: size göre Yahya a.s'ı peygamber olarak görevlendiren ve onu yahudilerin eli ile öldürten Allah c.c'dur. şu halde Allah c.c yahudilere kendi yaptırdığı fiil için ceza verecektir.

      dünyada çok az diktatör bu kadar çirkinleşebilmektedir ama sizin taptığınız mabud bu çirkinleri geçmiş durumda.


      Böyle lafı eğip bükmeden konuşman hoşuma gidiyor ama yanlışlarını da müsade edersen düzeltmem gerekiyor:
      ben hiç bir zaman laf eğip bükmedim, şuana kadar seninde bir yanlışı düzelttiğini göremedim.

      1.Hz Alinin sağ kolu o değil Eşterdir , Ammardır , Kakadır v.s. dir ..Muhammed bin Ebu bekire gelene kadar 50 tane isim çıkar böyle.O ancak ve ancak evlatlarından oluşan danışma konseyinde en zayıf halka olabilir.
      al işte, düzelteyim diyeceğin yerde daha da berbat ettin.

      1. burada saydığın Eşter, Ammar ve bunlara ek olarak Amr b. Hamk ve diğerleri r.a Osman'ın katilleri arasında değilmiydi ki?
      2. Muhammed b. Ebu Bekir hakkındaki sözlerin delilden yoksundur. O Ali a.s'ın has sahabelerindendir.


      2.Hz.Osmanı öldürdüğü şüpheldir..Sakalından tutmuştur, hakaret etmişitir ama yaygın kanaate göre öldürmeden defolup gitmiştir.
      kesinlikle şüpheli değildir ama hatta bu kısmını şüpheli olarak kabullensek bile Osman aleyhine Mısırlıları teşvik eden, onlara önderlik yaparak onları Osmanın evine getiren kendisidir.

      3.Kays bin Sadın yerine Muhammed bin Ebu Bekirin tayini - sizin kaynakların da öyle diyeceğini tahmin ediyorum-Hz .Muaviyenin diplomatik bir oyunu sonucunda gerçekleşen , normal seyirden uzak ve YANLIŞ bir karardır..Belki Muhammedin yeterizliğini gören Hz.Ali derinden bir keşke çekmişti..Bencede keşke Kays'ı harcamasaydı.
      konu ile uzaktan yakında bir ilgisi olmadığı için o bölüme girmeyeceğim. zira biz burada sebebi değil Ali a.s yanında onun konumunu konuşuyoruz. sebep her ne ise durum değişmiyor, Ali a.s Mısır gibi büyük bir ülkeyi kendi adına yönetmesi için onu görevlendirmiştir.

      Yorum


        #18
        Ynt: Ebu Talib

        O nedenle mi Hz.Ali ortalık yatıştığı ve duruma tam olarak hakim olduğu zamanda Hz.OSMANIN katillerine sıra geleceğini- sebin tabirinle kısasen GEBERTİLECEĞİNİ- herkese ilan ediyordu ve bunun sözünü veriyordu?
        bu nerede geçiyor? emevi-nasibi kaynaklarında mı? bu masallar Seyf b. Ömer adlı zındık birisinin masallarıdır, gerçekte Ali a.s asla böyle bir şey söylememiştir. inşaAllah Ali a.s'dan Osman'ın katillerinin öldürülmesini talep eden fasık Velid b. Ukbe'ye verdiği cevabı paylaşacağım.

        Yorum


          #19
          Ynt: Ebu Talib

          [quote author=Süleyman bin Surad date=1352679131 link=topic=24265.msg163805#msg163805] Her nekadar Hz diyemesem de büyük insan , yiğit insan.Ebu Talibin imanını tartışacak değilim..Meseleyi enine boyuna biliyorum..Ama ben bizim tarafta gördüğüm bu eksikliği paylaşayım dedim..Saygılar. [/quote]



          [quote author=Süleyman bin Surad date=1352747826 link=topic=24265.msg163916#msg163916]
          3.Kays bin Sadın yerine Muhammed bin Ebu Bekirin tayini - sizin kaynakların da öyle diyeceğini tahmin ediyorum-Hz .Muaviyenin diplomatik bir oyunu sonucunda gerçekleşen , normal seyirden uzak ve YANLIŞ bir karardır..Belki Muhammedin yeterizliğini gören Hz.Ali derinden bir keşke çekmişti..Bencede keşke Kays'ı harcamasaydı. [/quote]


          Mezhebi taasubun doruk noktasıdır bu.
          Bir yanda kendisini Hz. Peygamber ve Müslümanların selametine adayan, hayatı boyunca kimseye ihanet etmeyen dosdoğru bir insana Hazret demiyorsunuz.
          Ancak aynı başlık altında gerek Resullullah zamanında gerekse Ondan sonra; İslama ve İnsanlığa karşı çok büyük kötülükler yapmış; aldatmanın, ihanetin, zulmün ve fitnenin alasını işlemiş insanlara ise Hazret diyeceksiniz.

          Peygamberi ölümüne destekleyen amcası için Hz. demeden yazsanız neyse.
          Ancak ismini zikrederek "Hz. diyemesem de" tabiri de ne demek oluyor?
          Hazret deseniz mezhebiniz mi bozulacak?

          Nihayetinde Hazret "Sayın" anlamına geliyor.

          En sıradan insanlar bile bu şekilde birbirlerine hitap ederler,

          Böyle fedakar bir insanı saygıyla anmanız; Size değer mi katar, yoksa dinen bir sakıncası mı var?
          İnanılır gibi değil?

          Helal olsun Kardeşim!.


          [quote author=Elmeddin date=1357053731 link=topic=43.msg165339#msg165339] bu arada "Süleyman b. Surad" nicki ile rezil olduğun günleri unutmak veya insanlar o rezil olanın sen olduğunu bilmesinler mi diye "Ahmed Nazif" nickini aldın? [/quote]

          http://ahmednazif.blogspot.com.tr/

          Galiba bu Blog Site, Size ait.
          İlminize, araştırmacı kişiliğinize yakışıyor mu bu üslubunuz?
          http://www.youtube.com/user/TarihinTozu/videos https://vimeo.com/user12861987/videos

          Yorum


            #20
            Ynt: Ebu Talib

            Canım kardeşim! Elmeddin..Lafta ve hayali bir rezil etmenin keyfini sürdüğünü müşahede ediyorum..
            Ben böyle bir rezil olmayı değil tam tersini hatırlıyorum...Eğer müsaade edilirse kimin geçmişte rezil olduğunu ve şimdi de rezil olmaya devam ettiğini forum üyelerine göstermek benim için zor olmayacaktır..Hayali galibiyetlerle avunduğunuza göre işiniz gerçekten üzücü durumda.

            Yorum


              #21
              Ynt: Ebu Talib

              şu "Ali şiası biziz" diye yaptığın iddanı mı kast ediyorsun? http://www.velayet.com/index.php?topic=24264.0

              böyle devam et.

              Yorum


                #22
                Ynt: Ebu Talib

                Vayy canım kardeşim buralarda imiş..Seni biraz daha cesaretli görüm.. Nedense hemen nik iptaline gitmemişsin...

                Eğer cesaretini kaybetmeyip elin nikime saldırıya uzanmazsa sana çok şey öğreteceğim dostum..Çok şey öğreneceksin

                Yorum


                  #23
                  Ynt: Ebu Talib

                  [quote author=ahmed.nazif date=1392726110 link=topic=24265.msg172460#msg172460]
                  Vayy canım kardeşim[/quote]

                  kardeşim mi?

                  buralarda imiş..
                  her zaman buralardayım.

                  Seni biraz daha cesaretli görüm..
                  her halde uzun zamandır Amr b. As'ın biografisini inceliyordun, ondandır. başını onun biografisinden kaldırıp çevrene baktığında her kesi cesaretli görürsün, bu normaldir. çünkü kimse onun kadar ..... değildir: imam Ali a.s ve Amr b. As karşı karşıya

                  Nedense hemen nik iptaline gitmemişsin...

                  Eğer cesaretini kaybetmeyip elin nikime saldırıya uzanmazsa
                  Allah'ın, meleklerin ve tüm lanet edenlerin laneti yalancılara olsun. eğer sende de zerre kadar şeref varsa buna amin dersin. yav yalancı adam benim değil üyenin başlık açmasını engellemek veya üyeyi yasaklamak hatta üyeye uyarı bile verme yetkim yoktur. işte bu da forumda uyarı verilen ve yasaklanan üyelerin listesi:

                  http://www.velayet.com/index.php?board=151.0
                  http://www.velayet.com/index.php?board=152.0

                  bak bakalım, benim yasakladığım veya uyarı verdiğim bir tek üye var mı?


                  sana çok şey öğreteceğim dostum..Çok şey öğreneceksin
                  şimdiye kadar az çok bir şeyler öğrettim sana, mesela burada olduğu gibi: http://www.velayet.com/index.php?topic=24264.0

                  bundan sonra da hazırım.

                  Yorum


                    #24
                    Ynt: Ebu Talib

                    [quote author=ahmed.nazif date=1392726110 link=topic=24265.msg172460#msg172460]
                    Vayy canım kardeşim buralarda imiş..Seni biraz daha cesaretli görüm.. Nedense hemen nik iptaline gitmemişsin...

                    Eğer cesaretini kaybetmeyip elin nikime saldırıya uzanmazsa sana çok şey öğreteceğim dostum..Çok şey öğreneceksin

                    [/quote]


                    Ooo hoşgeldin kibir.

                    Yorum


                      #25
                      Ynt: Ebu Talib

                      ???

                      Yorum


                        #26
                        Ynt: Ebu Talib

                        [quote author=ahmed.nazif date=1392726110 link=topic=24265.msg172460#msg172460]
                        Vayy canım kardeşim buralarda imiş..Seni biraz daha cesaretli görüm.. Nedense hemen nik iptaline gitmemişsin...

                        Eğer cesaretini kaybetmeyip elin nikime saldırıya uzanmazsa sana çok şey öğreteceğim dostum..Çok şey öğreneceksin
                        [/quote]

                        Vallahi arkadaşım, yanlış anlama ama bu beylik sözlerin, senin iddiandan ne kadar uzak ve boş sözlere sahip olduğunun delilidir. Zira Elmeddin senin ismini yasaklamak ve senden korkmak şöyle dursun, adam bizzat kendi eliyle senin sitenin linkini vermiş. Herhalde kendi sitende de yetkisiz değilsin ve orası senin en özgür olduğun yer, orada dilediğini yazıp çizebiliyorsun ve buna rağmen Elmeddin oranın linkini açık yüreklilikle buraya koyduğuna göre, senin bu iddianın ancak kendi hakkında geçerli olabileceği aşikardır.

                        Bununla beraber, konuşmaları böyle beylik sözler veya çocuksu tartışmalar yerine daha ilmi yapmanı bekleriz. Aksi halde eğer sitendeki ilmi özellikten yoksun kişisel görüşlere dayanan ve edebi olarak da anlamsız olan yazılarını buraya yapıştıracaksan hiç lüzumu yoktur, çünkü zaten oradan girip okuyabiliyoruz ve bu zaten herkesin yaptığı bir iştir.

                        Yorum


                          #27
                          Ynt: Ebu Talib

                          [quote author=ahmed.nazif date=1392723671 link=topic=24265.msg172457#msg172457] Canım kardeşim! Elmeddin..Lafta ve hayali bir rezil etmenin keyfini sürdüğünü müşahede ediyorum.. Ben böyle bir rezil olmayı değil tam tersini hatırlıyorum...Eğer müsaade edilirse kimin geçmişte rezil olduğunu ve şimdi de rezil olmaya devam ettiğini forum üyelerine göstermek benim için zor olmayacaktır..Hayali galibiyetlerle avunduğunuza göre işiniz gerçekten üzücü durumda. [/quote]

                          Muhterem Kardeşim,

                          Beni bilen bilir ; Ben Şahsi polemik ve kişisel sataşmalarla münazara yapmam.
                          Akli ve nakli delilleri birlikte kullanarak çoğu zaman görsel olarak paylaşımda bulunurum.
                          Yazarken konu ile ilgili yazarım, karşımdaki şahıs ile ilgili değil.


                          Yazdığınız hayali keyif ve galibiyetlerle avunmaya ihtiyacım yok.
                          Forumdaki yazıları isteyen herkes okuyabiliyor.
                          (Gerçi bazen çok uzun, nakil ve kendi görüşlerinizin iç içe karıştığı uzun yazıları herkes okumaz, ben de bunları okumuyorum)
                          Dolayısıyla kimin ne yazdığı ve ne tavır gösterdiği ortadadır.

                          Ben argolu yazmam, yazanları da eleştiririm.

                          Süleyman bin Sürad ve ahmed nazif adıyla farklı nickler kullandığınız iddia edildi.
                          Ben de ahmed nazif Siz iseniz blog site "Size mi ait" diye sordum.
                          Yoksa bahsettiğiniz kelimeyi ön plana çıkarmak için yazmadım.

                          Benim hayallerimi eleştireceğinize, yazdıklarımı eleştirebilirsiniz :

                          -İlminiz, araştırmacı kişiliğiniz bu açtığınız konudaki ilk mesajınızla uygunluk arz ediyor mu? diye soruyorum

                          -Elmeddin'in eklediği video, meşhur bir Sahabe ile ilgilidir. Kendisine sürekli HAZRET denilen bir sahabe hem de.
                          Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bir Müslümana yakışan bir tavır mudur bu?

                          -Tarihte Seçkin Sahabe ve İslama hizmet etmiş kişilere gereken saygı ve önemi göstermeyen insanlar;
                          günümüzdeki bir çok Tarikat ve cemaat liderine ise hürmetler düzmektedirler.
                          Mesela Siz, Fethullah Gülen'e "Hocaefendi" diye hitap ediyor musunuz?


                          Saygılar, Allah'a emanet olun...
                          http://www.youtube.com/user/TarihinTozu/videos https://vimeo.com/user12861987/videos

                          Yorum


                            #28
                            Ynt: Ebu Talib

                            Bu konuyla ilgili sünni görüşü ifade ettiğim ve selefi olduğunu zannettiğim bir yazarla nerelerde ayrıldığım ile ilgili yazım:
                            Ebu Talib'in imanı meselesi ve okuduğunu yorumlama sıkıntısı çeken Tekhafızoğlu

                            "Nur Risaleleri’ne Eleştirel Bir Yaklaşım" adlı karalamadan alıntı:
                            6.3.5. Cehennem İçinde Özel Cennet (?)
                            Diyorsunuz ki: Amcası Ebu Tâlib’in imanı hakkında esahh nedir?
                            Elcevap: Ehl-i Teşeyyu’, imanına kail; Ehl-i Sünnet’in ekserîsi, îmânına kail değiller. Fakat benim kalbime gelen budur ki: Ebu Tâlib, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Risaletini değil; şahsını, zatını gayet ciddi severdi. O’nun -o gayet ciddi- o şahsi şefkati ve muhabbeti, elbette zâyie gitmeyecektir. Evet, ciddi bir surette Cenâb-ı Hakk’ın Habib-i Ekremini sevmiş ve himaye etmiş ve taraftarlık göstermiş olan Ebu Tâlib’in; inkâra ve inada değil, belki hicap ve asabiyet-i kavmiye gibi hissiyata binaen, makul bir iman getirmemesi üzerine Cehennem’e gitse de; yine Cehennem içinde bir nevi hususi Cennet’i, onun hasenatına mükâfaten halk edebilir. Kışta bazı yerde baharı halk ettiği ve zindanda -uyku vasıtasıyla- bazı adamlara zindanı saraya çevirdiği gibi, hususi Cehennem’i, hususi bir nevi Cennet’e çevirebilir...[1]

                            iddia:Bir-iki tefsir karıştıran, bir-iki hadis kitabına göz atan birinin bile doğru yanıtına rastlayacağı yukarıdaki soru, Said Nursî’nin verdiği cevapla çözüme muhtaç bir mesele hâline getirilmiştir.Müseyyeb İbn Hazn (r.a.) şöyle demiştir:
                            Ebu Talib’e ölüm (alâmetleri) geldiği zaman, Resulullah (s.a.v.) ona geldi ve amcasının yanında Ebu Cehil İbn Hişam ile Abdullah İbn Ebu Umeyye İbnü’l-Mugire de vardı. Resulullah (s.a.v.), Ebu Talib’e:
                            -Ey amca! Lâ ilahe illallah kelimesini söyle de bununla Allah katında sana şefaat için hüccet getireyim, dedi. Bunun üzerine Ebu Cehil ile Abdullah İbn Ebu Umeyye:
                            -(Ey Ebu Talib!) Abdulmuttalib milletinden yüz mü çeviriyorsun? diyerek men ettiler.
                            Resulullah da amcasına tevhit kelimesini arza devam ediyordu. O ikisi de devamlı olarak kendi söylediklerini tekrar ediyorlardı. Nihayet, Ebu Talib bunlara karşı söylediği son söz olarak:
                            -O (Ebu Talib) Abdulmuttalib milleti üzeredir, dedi ve lâ ilahe illallah demekten çekindi.
                            Ravi dedi ki: Resulullah (s.a.v.):
                            -Yemin ederim ki, hakkında mağfiret dilemekten nehyolunmadıkça muhakkak Allah’tan senin için mağfiret isteyeceğim, dedi.
                            Bunun üzerine Allah, "Kendilerinin cehennem ehlinden oldukları iyice belli olduktan sonra, -yakın akraba da olsalar- müşrikler için (Allah’tan) af ve mağfiret dilemek ne Peygamber’in ne de müminlerin yapacağı bir iştir." (Tevbe, 9-113) ayetini indirdi. Yine Allah, Ebu Talib hakkında (ayet) indirdi de Resulüne hitaben şöyle buyurdu: "Sen sevdiğin kimseye hidayet edemezsin; fakat Allah dilediğine hidayet eder. O, hidayete lâyık olanları daha iyi bilir." (Kasas, 28/56)[2]
                            Mekke’nin fethi zamanında Usame b. Zeyd (r.a.):
                            -Ey Allah’ın Elçisi! Mekke’deki evine inecek misin? diye sormuş. Resulullah (s.a.v.):
                            -Akîl, bize ev bıraktı mı ki? cevabını vermiş.
                            Akil ile Talib, Ebu Talib’e mirasçı olmuşlar; Cafer ile Ali miras diye bir şey almamışlardı. Çünkü, onlar Müslüman idiler. Akil ile Talib ise kâfir idiler.[3]
                            Eğer Ebu Talib Müslüman olmuş olsaydı, Hz. Cafer ve Hz. Ali (r.anhuma) elbette babalarına mirasçı olurlardı.[4]
                            Ebu Said el-Hudrî (r.a.)’den:Resulullah (s.a.v.)’ın yanında amcası Ebu Talib anıldı da:
                            "Kıyamet gününde şefaatimin amcama fayda vereceğini umarım. Şefaatimle amcam, topuklarına ulaşabilen ateşten bir çukura konulur da, o çukurda dimağının aslı kaynar." buyurdu.[5]Abbas b. Abdulmuttalib (r.a.):
                            -Ey Allah’ın Elçisi! Amcam Ebu Talib’e herhangi bir şeyle yarar sağladın mı? Çünkü o, daima seni korur ve senin için düşmanlarına karşı öfkelenirdi, dedi. Resulullah (s.a.v.):
                            -Evet, o şimdi dibi topuklarına kadar olan ateşten bir çukur içindedir. Ben olmasaydım, muhakkak cehennemin en derin çukurunda olacaktı, buyurdu.[6]
                            Ebu Talib hakkında başka sahih hadisler de vardır, biz bu kadarı ile iktifa edelim.
                            Görüldüğü gibi, Resulullah’ın Ebu Talib’e şefaati, sağladığı fayda hadislerde zikredilmiştir. Efendimiz’in yaptığı bu açıklamalara yapılacak her ziyade, boşboğazlıktan öteye gidemez. Cehennemin en hafif azabı bu azaptır ki, Resulün ifadesiyle "beyni fokur fokur kaynatır". Elbette, cehennem tabaka tabakadır; oradaki herkes aynı azaba düçar olmayacaktır. Nitekim, Semura b. Cundeb (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Nebiyyullah (s.a.v.) buyurmuştur ki:"Ateş, onlardan (cehennemliklerden) bazılarını topuklarına kadar; bazılarını dizlerine kadar; bazılarını oturağına kadar; bazılarını da boğazına kadar saracaktır."[7]
                            Said Nursi, kendisine sorulan soruya asarla cevap vermemiştir. Yanıtı, kendi reyinden ve zannından ibarettir. Oysa nassın olduğu konuda ne reye ne zanna yer vardır. O, "cehennem içinde bir nevi hususi cennet"in mümkün olduğunu ifade etmektedir -ki bunun muhal olduğunu ortaya koyduk-. Said Nursî’nin bunu imkân dairesinde görmesi, onun Muhyiddin b. Arabî’nin cennet ve cehennem hakkındaki görüşlerinden etkilendiğinin açık bir göstergesidir. Bu görüşü sırf Ebu Talib’e has olarak ortaya koyması, onun aynı zamanda Şianın da tesiri altında olduğunu göstermektedir. Sonra, ehl-i Sünnet bir muhitte yine ehl-i Sünnete mensup insanların sorduğu bir sualin cevabına ehl-i Teşeyyu’un (Şianın) kail olduğu görüşle başlamanın anlamı nedir?... Bunun anlamı, ehl-i Sünnete bağlı insanları yavaş yavaş Şianın görüşlerine alıştırmaya çalışmaktır. Nur Risaleleri’nde gizli gizli Şia propagandası yapılmıştır ki, bu, onun sadece bir yüzüdür.
                            [1] Mektubat, 366, Yirmi sekizinci Mektup/Sekizinci Risale Olan Sekizinci Mes'ele/Sekizinci Nükte.
                            [2] Buhārî, Tefsir, 234/292, Menâkıbu’l-Ensar, 39/103; Müslim, İman, 9/39.
                            [3] Müslim, Hacc, 80/439.
                            [4] Talib, Ebu Talib’in en büyük oğludur...
                            [5] Buhārî, Rikāk, 51/148, Menâkıbu’l-Ensar, 39/104, Cenâiz, 80/114; Müslim, Îmân, 90/360.
                            [6] Buhārî, Edeb, 115/231, Menâkıbu’l-Ensar, 39/102; Müslim, Îmân, 90/357.
                            [7] Müslim, Cenne, 12/33.

                            *
                            [color][size][font]
                            İddia 1:"Bir-iki tefsir karıştıran, bir-iki hadis kitabına göz atan birinin bile doğru yanıtına rastlayacağı yukarıdaki soru.."
                            Cevap 1:Rivayette geçen 'Bunun üzerine Allah, "Kendilerinin cehennem ehlinden oldukları iyice belli olduktan sonra, -yakın akraba da olsalar- müşrikler için (Allah’tan) af ve mağfiret dilemek ne Peygamber’in ne de müminlerin yapacağı bir iştir." (Tevbe, 9-113) ayetini indirdi.' kısmı için Razi, Nüzul sebeplerini 4 farklı madde halinde sıralar ve ilk maddeye şunu koyar:Alimler, bu ayetin sebep-i nüzulü hakkında şunları nakletmişlerdir:
                            1) İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: Allah, Mekke'nin fethini müyesser kılınca, Hz. Peygamber (s.a.s), ebeveyninden hangisinin kendisine en yakın zamanda öldüğünü sordu. Bunun üzerine, "Annen!" denildi. Hz. Peygamber de, annesinin kabrine gitti ve onun yanında durdu. Sonra da başı ucunda oturarak ağladı. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a), Hz. Peygamber'e "Sen, bizi kabirleri ziyaret etmekten ve ağlamaktan nehyettin. Ama sonra da sen, kabirleri ziyaret etmeğe başladın!" diye sorunca, Hz. Peygamber "Bu hususta bana müsaade edildi. Ben, annemin içine düştüğü azabı görüp ve Allah'tan anneme gelecek olan azâb hususunda da elimden hiçbir şey gelmeyince, ona merhametimden dolayı ağladım' dedi...

                            Görüldüğü gibi Razi'nin verdiği ilk sebep konumuzun tamamen dışında ve hatta Ebeveyn-i Resulullah'ın azabından bahsetmesi nedeniyle de müşkil bir rivayettir..Tekhafızoğlu'nun iddiası Mefatihu'l Gayb'ta fos çıkmıştır. Veya Razi , Tekhafızoğlu'nun algı tipine göre "doğru yanıtına rastlayacağı yukarıdaki soruyu, tefsirindeçözüme muhtaç bir mesele hâline" dönüştürmüştür..Oysa Buhari hadisi ayetin iniş sebebi hakkında çok açık ve netti! Aynı problem (?) Rivayet tefsirlerinin babası olan Tefsir-i Taberi'de de vardır..O da aynı şekilde 3 farklı alternatif sunar ve 2. ve 3. şıklarda maalesef (!) o da "doğru yanıtına rastlayacağı yukarıdaki soruyu, tefsirinde çözüme muhtaç bir mesele hâline" dönüştürmüştür..Aynen bunun gibi diğer tefsir kitaplarında da Tevbe Suresinin 113-114. ayetlerin Nüzul sebebi çok defa 3-4 alternatifli olarak verilir. Daha da ilginci bu rivayetleri verdikten sonra Suyûtî, İbn Hacer'in şu değerlendirmesine de yer vermektedir: Muhtemeldir ki bu ayet-i kerimenin birden çok sebebi vardır; bunların bir kısmı eski, bir kısmı ise daha muahhar sebeplerdir. Mesela bunlar­dan Ebu Tâlib'le ilgili olanı eski, geçmiş bir sebep iken Hz. Peygamber (sa)'in annesi Amine ile ilgili olanı daha sonra; hatta Hz. Peygamber (s.a.)'in Tebük'ten dönmesinden bile sonradır. Bunun yanında bazı âlimler de, rivayetlerin arasını bulma sadedinde ayet-i kerimenin bir kere Mekke-i Mükerreme'de,bir kere de Medine-i Münevvere'de olmak üzere iki kere nazil olmuş olabileceğinizikret­mişlerdir.[Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,201-212. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/484-487]Söz konusu ayetin nüzul tarihi ile nüzul sebebi olarak gösterilen Ebu Tâlib’in vefatı arasında tarihsel açıdan ciddi bir fark vardır. Ebu Tâlib’in mümin olduğunu savunanların hemen hepsinin ortak olarak dile getirdikleri bu görüşe göre, Ebu Tâlib’in vefatı ile ilgili ayetin nazil olduğu dönem arasında yaklaşık on yıllık bir zaman farkı bulunmaktadır. Zira Ebu Tâlib Mekke'de hicretten üç yıl önce vefat etmiştir. Tevbe suresi ise Medine döneminin sonlarında nazil olmuştur.[1] Şuhalde burada ciddi bir tarih yanılgısı bulunmaktadır.Bu hususa dikkat çeken Fahreddin Râzî, Tevbe süresinin Kıır'an'ın en son nazil olan surelerinden olduğunu, hâlbuki Ebu Tâlib’in vefatının hicretten önce vuku bulduğunu belirte­rek ayetin nüzul tarihi ile sebep gösterilen olay arasındaki tu­tarsızlığı dile getirmiştir.[2]Elmalılı da, söz konusu rivayetler esas alındığında mezkûr ayetin ya Mekke’de nazil olması ya da Allah Elçisinin bu ayetlerin nüzulüne kadar birçok seneler (kâfirler için) istiğfara devam etmiş olması lazım gelir.Bunun ikisi de hilafı zahir ve müsteb’addır, demektedir.[3] Konyalı Mehmet Vehbi Efendi de, ayetin Ebu Tâlib’le alakalı olduğu şeklindeki rivayetin zayıf olduğunu belirterek Râzî’nin yolunu tutmuştur.[4]
                            [1] Vahidî, Esbâbü'n-Nüzul, 197-198; Zemahşerî, Keşşaf. II, 479; Kurtubî, el- Cami’ li-ahkâmi’l-Kur'an, VIII, 253 (Tevbe 113); Musevî, el-Hücce, s. 304- 306.
                            [2] Fahreddin Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, XVI, 214.
                            [3] Elmalılı, Hak Dini. IV, 2627-2628.
                            [4] Mehmet Vehbi, Hülasatü’l-beyan, IV, 2134. (1)
                            Sonuç olarakTekhafızoğlu'nun hipermetrop bakışına göre ; Alusi , Mehmet Vehbi , Elmalılı ve Razi gibi pek çok değerli alim "Sahih hadislerdedoğru yanıtına rastlanacak soruyu, tefsirlerinde çözüme muhtaç bir mesele hâline" getirmekte ittifak eden müfessirler olması gerekmektedir..
                            Buhari Rivayeti hakkında muhalif iddia:Olayın vuku bulduğu dönemde Müseyyeb’in henüz Müslüman olmadığı, dahası Ebu Tâlib’in son anlarına şahit olmasının da söz konusu olmadığı belirtilmiş, muhtemelen bu hadiseyi başkalarından işittiği ve oğluna naklettiği bildirilmiştir...Öte yandan Buharî rivayetinin asıl kaynağını oluşturan Hz. Müseyyeb sadece oğlu Said’e rivayette bulunmuştur. Buharî’nin hadis kabul şartlarına göre tek ravisi bulunan kimselerden hadis kabul edilmez. Buna rağmen o, Ebu Tâlib ile alakalı rivayetini eserine almıştır.1

                            [/font][/size][/color]
                            *
                            [color][size][font]
                            Ebu Tâlib’in Ölmeden Önce Kelime-i Şahadet Getirdiği Rivayeti
                            Sünni siyer kaynaklarında Allah Elçisinin amcasına za­man zaman iman teklifinde bulunduğu bildirilmektedir. Ebu Tâlib, ölüm döşeğinde iken Allah Resulü hasta yatağında­ki amcasını ziyarete gelmiş ve fırsatı değerlendirip son defa sevgili amcasına iman teklifinde bulunmuştu. Ancak orada bulunan Mekkeli müşrikler, Hz. Muhammed’in Ebu Tâlib’in gönlünü kazanmasına mani olmuşlardı. Hz. Peygamber, amcasının son nefesinde bile olsa kelime-i şahadet getir­mesini çok arzulamakta idi. Bunun için ona “Amca sana şefaat edebilmem için kelime-i şahadet getir.” demesi üzeri­ne orada bulunan Mekkeli müşrikler, “Ey Ebu Tâlib! Yoksa Abdülmuttalib’in dininden vazgeçiyor musun?” diyerek onu tahrik etmişlerdi. Ebu Tâlib, “Hayır. Ben, Abdülmuttalib’in dini üzere kalıyorum.” diye cevap vermişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber, amcası için bundan sonra da dua ve istiğfar­dan vazgeçmeyeceğini; “Bana gelince vallahi de ben, bundan nehyedilmediğim sürece senin için istiğfar edeceğim.”2 söz­leri ile açıklamıştı. Böylece o, amcasına olan sevgisini ve bi­raz da kırgınlığını ifade etmişti.3 Sonrasında Hz. Peygamber, amcasının yanından ayrılmış, ardından Kureyşliler deçık­mışlardı. Yanında sadece Abbas kalmıştı. Ebu Tâlib ruhunu teslim ederken dudaklarım hareket ettirdiğini Abbas görüp kulağım ona yaklaştırdığında kelime-i şahadeti diliylesöyle­diğini işitmişti.İbn İshak ve İbnHişâm’ınnaklettiklerine göre Abbas, Ebu Tâlib’in son nefesini vermeden önce kelime-i şa­hadet getirdiğini duymuş ve bu haberi definden sonra uygun bir zamanda Hz. Peygambere:

                            -Ey kardeşimin oğlu! Allah’a yemin olsun ki kardeşim Ebu Tâlib, senin ondan istediğin o kelimeyi son anında söyledi, şeklinde haber verince, Allah Elçisi “Ben duymadım.” diyerek ona cevap vermişti. 4 Aynı olayı eserinde nakleden Çorumî ise, bu son anları şöylean­latmıştır: “...Abbas, Ebu Tâlib’in son anında kelime-i şahadet getirdiğini Hz. Peygambere “Ben, kulağımla işittim; ama senin bunu duyman Rabbimin onda hidayet halk etmesinin delili olacaktır.” diyerek haber verdiğindeResul-i Ekrem’in “Ona hidayet eden Rabbimehamdolsun.”deyip Allah Taala’ya çok­ça şükrettiği rivayet olunmuştur.5
                            Bazı âlimler, söz konusu dönemde Abbas’ın henüz Müslü­manlığını ilan etmediğini ileri sürerek bu rivayetin zayıf ol­duğunu ve ayrıca Abbas’ın böyle bir şeyi kolayca kabul edip Hz. Peygambere bildirmesinin de kolay olmadığını belirtirler. Onlar, Abbas’ın Müslüman olduktan sonra Ebu Tâlib lehi­ne olan bu rivayeti nakletse idi makbul ve muteber olacağını ifade etmişlerdir. Onlara göre Hz. Peygamberin "Ben duyma­dım." demesi de rivayeti kabul etmemesinden kaynaklanmak­tadır. Zira olayın kendisi doğru olsa da şahit müslüman ol­madığından dolayı şahadeti kabul edilemez.6 Zehebî, burada daha ileri giderek Sünni gelenekte Ebu Tâlib hakkında rivayet edilen ahad haberleri delil göstererek Abbas’ın bu rivayetinin uydurma olduğunu ve bunu Rafizîlerin ortaya çıkardığını ileri sürmüştür.7
                            Bu itiraza şöyle cevap verilmiştir: Hz. Abbas'ın Allah Elçisinin peygamberliğini tasdik ettiğini Peygamber Efendimiz biliyordu. Hz. Abbas, o zaman Müslümanlığını henüz açığa vurmamıştı. Kureyşlilerin zarar vermesinden çekiniyordu...Müşrikler Ebu Tâlib’in yanından çıkıp gittikten sonra ruhunu teslim ederken Müslümanlığını açıkladığını Hz. Abbas, orada yalnız olarak bulunduğundan dinleyebilmiştir.Bu haberle Hz. Peygambere müjdede bulunması üzerine onun da Allah’a şükür ve hamd etmesi, Ebu Tâlib ve Abbas’ın her ikisinin de özürlerinin Hz. Peygamberce kabul buyrulduğuna işarettir. Bu da Ebu Tâlib’in iman etmiş olarak vefat ettiğine dair güçlü bir delildir.8 Nitekim bazı Sünni âlimler, Şia’nın Ebu Tâlib’in mümin olduğuna dair ileri sürdüğü en önemli delillerden birinin Abbas kanalıyla nakledilen veİbn İshak ile İbn Hişâm’ınrivayet ettiği yukarıdaki hadise olduğu­na dikkat çekmişlerdir.9 Buharî’nin Said b. Müseyyeb’ten naklettiği rivayette Abbas ilavesi bulunmamaktadır. Buharı, yukarıda nakledilen ola­yı anlattıktan sonra filan ayetler inmiştir diyerek meseleyi kapatır.10 İbn Hacer ise, yukarıda nakledilen Abbas rivayeti­nin sahih rivayetlere (ya da Sünni rivayetlere) tearuz ettiğin­den zayıf olduğunu ileri sürmüştür.11 Zehebî de bu rivayeti naklettikten sonra kendi kanaatini şöyle açıklamıştır: “Bu sa­hih değildir. Şayet Abbas, Ebu Tâlib’in son anında kelime-i şahadet getirdiğini duymuşsa, niçin Hz. Peygambere “Senin amcan Ebu Tâlib’e bir faydan dokunmayacak mı?” diye sor­muştur. Yine Hz. Ali, babası öldüğünde Hz. Peygambere gelip “Senin sapık amcan öldü.” demiştir.”12 Zehebî, Ebu Tâlib’in aleyhindeki rivayetleri delil göstererek söz konusu Hz. Abbas rivayetinin sahih olmadığını açıklamaya çalışır. Ancak bu, tutarlı ve sağlam bir metot değildir. Çünkü ahad bir habe­re dayanarak yine ahad bir haberin sahih olmadığı iddia edilmektedir. Burada Abbas’ın söz konusu dönemde henüz Müslüman olmadığım ileri sürenler, Said’in babasının du­rumunu dikkate sunmazlar.Zira Müseyyeb, Mekke’nin fethi sıralarında Müslüman olmuş ve olayın vuku bulduğu sırada da Ebu Tâlib’in yanında değildi. Hâlbuki Abbas, bizzat olaya şahit olmuş ve birinci ravi olarak olayı nakletmiştir.

                            [/font][/size][/color]
                            *
                            [color][size][font]
                            Berzencîise, bu iki rivayetin birbirini nakzetmediğini be­lirterek bir orta yol formülü bulmuştur. Ona göre tearuz, ri­vayetlerin cem edilememesi durumunda söz konusu olabilir. Hâlbuki burada her iki rivayeti reddetmeden bir orta yol bu­lunması mümkündür. Rivayetlerden ilki, Mekke liderlerinin Ebu Tâlib’i ziyarete gelişi sırasında gerçekleşmiştir. Diğeri ise, hem Mekke liderlerinin hem de Hz. Peygamberin Ebu Tâlib’in yanından ayrılmasından sonra vuku bulmuş olmalı­dır. Böylece Ebu Tâlib’in kelime-i şahadet getirdiği şeklindeki Abbas rivayeti Buharî’nin rivayetini nesh etmiş olmaktadır.13 Öte taraftan İbn Hişâm rivayetinde Hz. Peygamberin “Ben duymadım.” şeklinde Abbas’a cevap vermesi, Ebu Tâlib’in böyle bir şey demiş olmasını inkâr anlamı taşımaz. Sadece bu sözleri kendisinin duymadığını ifade eder, zaten o sırada Allah Elçisi Ebu Tâlib'in yanında değildi. Duymamış olması gayet tabiidir, rivayetin sıhhatine halel getirmez. Berzencî, bu durumu izah ederken şöyle bir örnek verir: Bedir Savaşı günü Abbas, “Ben Müslümanım.” demesi üzerine Allah Resulü, ona; “Bilmiyorum, dış görünüşüne bakılırsa sen bizim karşımızdasın” şeklinde cevap vermiş, sonra da ondan fidye al­mıştır. Burada Hz. Peygamberin Abbas’ı tasdik ya da tekzip etmediğini görmekteyiz. Ebu Tâlib’in yukarda zikrettiği sözü de aynı çerçevede anlamak mümkündür.14 Yukarıda nakledilen Hz. Abbas rivayetinin sahih ve mute­ber olduğu kabul edildiği takdirde kendisinden önceki bütün rivayetleri nesh edeceğinde şüphe yoktur.15 Zira Ebu Tâlib, ruhunu teslim etmeden önce kalbinde olan imanım diliyle de ikrar etmiş olmaktadır. Çünkü iman önceki bütün günahları ortadan kaldırır. Bu itibarla Hz. Abbas rivayeti bir kat daha önem kazanmaktadır.
                            1 Aynî, Umdetü'l-kârî, XVII, 18.
                            2 Bkz. Buhâri, "Menâkıbu'l-ensar”, 40.
                            3 Olayın buraya kadar olan kısmını hemen hemen bütün siyer kaynakla­rında görmek mümkündür. Buradan sonraki kısmı ise daha ziyade Ebû Tâlib’in iman üzere öldüğünü kabul eden kaynaklar zikretmektedir.
                            4 Bkz. İbn Ebi’l-Hadîd, Şerhu Nehcü’-belağa, XIV, 71.
                            5 Ahmet Feyzi Çorumî, Ebu Tâlib’in Müslümanlığı, s. s.98-99.
                            6 Süheylî, Ravzu'l-unuf, II, 170; Zehebî, Siyer, I, 160; Kastalanî, Mevahib, I, 292. V 162
                            7 Zehebî, Siyer, I, 161.
                            8 Ahmet Feyzi Çorumî, Ebu Tâlib’in Müslümanlığı, s. 100-101.
                            9 İbn Hacer el-Askalani, el-İsabe, IV, 116.
                            10 Buharı, "Menâkıbu’l-Ensar", 40, “Cenaiz" 81, “Tefsir”, “Kasas” 1, “Ey- man" 19: Müslim, “İman” 39 (34); Nesâî, “Cenaiz” 102 (4, 90, 91); krş. Sofuoğlu, Sahih-i Buharı ve Tercemesi, VIII. 3630; İbrahim Canan, Kutub-i Süte Tercüme ve Şerhi, XIII, 128.
                            11 Berzencî, Sedadü’d-din, s. 390-391.
                            12 Zehebî, Siyer, I, 157. Ayrıca bk. Süheylî, Ravzu'l-unuf, II, 170.
                            13 Berzencî, Sedadü'd-din, s. 391.
                            14 Berzencî, Sedadü’d-din, s. 393.
                            15 Berzencî, Sedadü'd-din, s. 401. (1)

                            [/font][/size][/color]
                            *
                            [color][size][font]
                            Said b. Museyyeb’in baba­sından aktardığı rivayet hakkında muhalif değerlendirme
                            Ebu Tâlib’in ölüm döşeğinde iken Hz. Peygamberin iman teklifini kabul etmediği şeklinde Said b. Museyyeb’in baba­sından naklen aktardığı bu rivayet öncelikle şekil açısından eleştiriye tabi tutulmuştur. Hadisçiler, bu rivayetin mürsel rivayet olduğu hususunda hemfikirdirler. Zira Müseyyeb, Mekke’nin fethi sırasında Müslüman olmuştur. O, Ebu Tâlib'in ölümü esnasında hazır bulunmamışsa da bu hadi­seyi başka bir sahabeden işiterek rivayet etmiş olmalıdır. Şu halde Ebu Tâlib’in kelime-i şahadet getirdiği şeklindeki Hz. Abbas rivayetine bunu tercih etmemizi zorunlu kılacak bir durum yoktur. Zira Ebu Tâlib'in vefat ettiği dönemde hem Abbas, hem de Müseyyeb henüz İslam’a girmemişlerdi. Ayrıca olayın gerçekleştiği sırada Müseyyeb’in orada bulunmadığı, hadiseyi başkasından rivayet ettiği de anlaşılmaktadır. Kaldı ki Abbas, Ebu Tâlib’in kelime-i şahadet getirdiğini bizzat kendisi görmüş ve duymuştur. Onun Müslüman olmadığı­nı gerekçe göstererek ilgili rivayeti eleştirenler, Müseyyeb’in henüz Müslüman olmadığı ve olayı da doğrudan görmediği bir hadiseyi nakletmesini daha sıhhatli kabul edebilmişler­dir. Buradaki tenakuza dikkat çeken hadis âlimleri de vardır.
                            [/font][/size][/color]
                            *
                            [color][size][font]
                            Ay
                            Nitekim Aynî, bu meseleyle alakalı önemli bir değerlendirme­de bulunmuştur.O, Ebu Tâlib’in imanı konusunun ihtilaflı olduğunu belirttikten sonra, “İmam Buharı ve Müslim’in Ebu Tâlib’in küfür üzere öldüğü şeklindeki rivayeti nakletmesinin akabinde hadisçilerin Buharî’yi daha güvenilir buldukların­dan dolayı ekserisi Ebu Tâlib’in müşrik olduğu görüşünübe­nimsemiştir.Fakat hadis ilmi bakımından Buharî’nin rivayeti delil gösterilmeye elverişli değildir.Çünkü hadisi rivayet eden Müseyyeb, Mekke’nin fethi üzerine müslüman olmuş ve Ebu Tâlib’in ölümü esnasında orada hazır bulunmamıştır.[67]” di­yerek kendi kanaatini açıklamıştır. Öte taraftan İbn İshak’ın rivayeti, Abbas bin Abdullah bin Ma’bed ve Abdullah binAbbas’a dayanmaktadır ki, ikisi de sağlam ve güvenilir ravilerdir.68 Berzencî, “Ben Abdülmuttalib’in dini üzereyim.” ifadesinden hareketle Ebu Tâlib’in küfür üzere öldüğünü ifa­de eden İbn Hacer’i eleştirerek, söz konusu ifadeden hareket­le Ebu Tâlib’in küfür üzere öldüğünün kesin olduğunun ifade edilmesini doğru bulmaz. Ona göre Abdülmuttalib, yaşadığı dönemde Hanif dini üzere idi, yani tevhit inancına sahip idi. Böylece Berzencî, Ebu Tâlib’in enazından muvahhid sayılma­sıgerektiğini açıklamıştır.69İslam âlimlerinin önemli bir kısmı,Hz. Peygamberin ata­larının Allah’tan başka hiçbir şeye kulluk etmediklerini, puta tapmadıklarını, Allah'ın birliğini her daim kabul ettiklerini, dolayısıyla hepsinin muvahhit olduğunu kabul ederler.70 Aynı silsile içinde yer alan Ebu Tâlib’in de ataları gibi davrandığını, putlara asla tapınmadığını, ömrü boyunca Hz. Peygamberin yanında yer alıp ona destek olduğunu, şiirleriyle onu tas­dik edip doğruladığım rahatlıkla söyleyebiliriz. Şu halde Ebu Tâlib’in en kötü ihtimalle muvahhit olduğunda şüphe yoktur.71
                            [67] Aynî, Ümdetü’l-kârî, VIII, 180. 2.İddia: Abbas b. Abdülmuttalib (r.a.):
                            68 Aynî, Ümdetü'l-kârî, VIII, 180.
                            69 Berzencî, Sedadü’d-din, s. 398.
                            70 Bu konuda daha detaylı bilgi için bk. Akçay, age. tür. yer.
                            71 Berzencî, Sedadü’d-din, s. 401.

                            [/font][/size][/color]
                            *
                            [color][size][font]

                            İddia 2:Abbas b. Abdulmuttalib (r.a.):
                            -Ey Allah’ın Elçisi! Amcam Ebu Talib’e herhangi bir şeyle yarar sağladın mı? Çünkü o, daima seni korur ve senin için düşmanlarına karşı öfkelenirdi, dedi. Resulullah (s.a.v.):
                            -Evet, o şimdi dibi topuklarına kadar olan ateşten bir çukur içindedir. Ben olmasaydım, muhakkak cehennemin en derin çukurunda olacaktı, buyurdu.Görüldüğü gibi, Resulullah’ın Ebu Talib’e şefaati, sağladığı fayda hadislerde zikredilmiştir. Efendimiz’in yaptığı bu açıklamalara yapılacak her ziyade, boşboğazlıktan öteye gidemez. Cehennemin en hafif azabı bu azaptır ki, Resulün ifadesiyle "beyni fokur fokur kaynatır". Elbette, cehennem tabaka tabakadır; oradaki herkes aynı azaba düçar olmayacaktır. Nitekim, Semura b. Cundeb (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Nebiyyullah (s.a.v.) buyurmuştur ki:
                            "Ateş, onlardan (cehennemliklerden) bazılarını topuklarına kadar; bazılarını dizlerine kadar; bazılarını oturağına kadar; bazılarını da boğazına kadar saracaktır."
                            Şia der ki: Şii gelenekte hadis kafirlere Şefaat olmayacağı nedeniyle tenkit edilmiştir.
                            [/font][/size][/color]
                            *
                            [color][size][font]
                            Ebu Talib'in Müslümanlığı:
                            İmam Taberî ve İmamFahreddinRâzî
                            İmam Taberî ve İmam Fahreddin Râzî, “Ben mahşer gü­nünde anneme, babama ve amcam Ebu Tâlib’e şefaat ederim.” anlamında rivayet ettikleri hadisi şerifi Abdullah b. Ömer’den tahriç etmişlerdir. Çorumî, şefaat ancak mümin kullar için söz konusu olacağından rahatlıkla Ebeveyn-i Resul ve Ebu Tâlib’in Müslüman olduklarını söyleyebiliriz, demiştir.175
                            İbn Sa’d’ınnaklettiği bir rivayette Hz. Peygamberin amca­sı için Allah’tan merhamet dilediği belirtilir. Hz. Ali, babasının vefatını Hz. Peygambere iletince, Allah Elçisi üzülmüş, hüzün­lenmiş ve ağlamıştı. Sonra da Ali’ye dönüp: “Git onu yıka, ke­fenle ve hazırla.Allah onu bağışlasın ve ona rahmet etsin.” diye buyurmuştu.176
                            175 Ahmet Feyzî Çorumî, Ebu Tâlib’in Müslümanlığı s. 93.
                            176 İbn Sa'd, Tabakat, I, 123; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Tezkiratü’l-havas, I, 145.
                            Berzencî’ye göreEbu Tâlib’in şefaate muhatap olması ve azabının hafifletilmesi, haddi zatında uzak bir ihtimal değil­dir. Ona göre Ebu Tâlib, kelime-i şahadeti açıktan ifade etme­nin dışında bütün dini vazifeleri yerine getirmiştir. Bu duru­mu şöyle izah eder: “Şer’i vazifelerden pek çoğu- namaz gibi- söz konusu dönemde henüz farz kılınmamıştı. Namazın Miraç sırasında farz kılındığını, zekât, cihat, hac ve orucun Medine döneminde farz kılındığını bilmekteyiz. Şu halde geriye gü­zel ahlak sahibi olmak, sıla-i rahim, misafirlere ikramda bu­lunmak, zayıfları korumak vb. ahlaki değerler kalmaktadır. Bunları fazlasıyla yerine getiren birisi olarak Ebu Tâlib, kendi dönemindeki dini emirlere hakkıyla uymuş bir kimsedir. Şu halde Ebu Tâlib, kelime-i şahadeti açıktan söylemenin dışın­da dinin bütün emirlerini yerine getirmiştir, denilebilir.182

                            [/font][/size][/color]
                            *
                            [color][size][font]
                            Hz. Peygamberin Ebu Tâlib’e Hayrın Tamamını Dilemesi
                            Ebu Tâlib’in Müslüman olduğuna dair delil olarak göste­rilen hadis rivayetlerinden biri de Hz. Peygamberin amcası Ebu Tâlib için hayrın tamamını dilemesi şeklindeki rivayet­lerdir. Abbas b. Abdülmuttalib kanalıyla gelen bir rivayete göre Abbas, Hz. Peygambere şöyle bir soru yöneltmiştir: “Ebû Tâlib için neyi temenni edersin?” Hz. Peygamber: “Hayrın ta­mamını Rabbimden temenni ederim.” diye buyurdu.183 Hadis âlimlerinin güvenilir ve sahih bulduğu bu rivayet pek çok ha­dis kaynağında nakledilmektedir.184 İbn Abbas kanalıyla gelen bir başka rivayette, Hz. peygam­berin Ebu Tâlib’in cenazesine katıldığı ve onun için “Allah seni hayır ile mükâfatlandırsın, ey amca!” şeklinde dua ettiği bildirilmiştir.185 Yakubî’nin naklettiği hadis ise şöyledir: “Ebû Tâlib vefat etmişti. Hz. Peygamber çok üzülmüş ve acı his­setmişti. Cenazesinin yanına vardı ve onun sağ tarafını dört defa, sol tarafını da üç defa mesh etti. Sonra şöyle buyurdu: “Ey amca! Küçükken beni terbiye ettin, yetimken bana kefil oldun, büyüyünce bana yardım ettin.Benden yana Allah seni hayır ile mükâfatlandırsın.”186
                            182 Berzencî, Sedadü'd-din, s. 361-362.
                            183 İbn Sa'd, Tabakat, I, 124; Sıbt İbnü'l-Cevzî, Tezkiratü'l-havas, I, 146; Berzencî, Sedadu’d-din, s. 375-376.
                            184 îbn Sa’d, Tabakatü’l-kübra, I, 124; Nakdî, Mevahib, s. 266.
                            185 Sıbt İbnü’l-Cevzî, Tezkiratü’l-havas, I, 146; Beyhakî, Delailü’n-nübüvve,
                            II, 349; İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-nihaye, III, 123.
                            186 Sıbt İbnü’l-Cevzî, Tezkiratü’l-havas, I, 146.
                            Bu rivayetlerin değerlendirilmesinde hemBerzencîhem deMusevî, Hz. Peygamberin bir kimse için hayır temennisindebulunmasının söz konusu kişinin imanına delil olması ge­rektiğini ileri sürmüşlerdir.[6] Kur’an’da kâfirlerin azabının asla hafifletilmeyeceği, dolayısıyla şefaate nail olamayacakla­rı hususu dikkate alındığında Hz. Peygamberin amcası Ebu Tâlib hakkında hayır temennisinde bulunması, onun mümin olarak öldüğünü teyit eder. Şayet Hz. Peygamber amcası Ebu Tâlib’in imanını bilmeseydi rabbinden onun için bütün hayrı ister mi idi? Zira o, inkarcıların ebedi cehennemde kalacaklarını, Allah’ın onları asla affetmeyeceğini gayet iyi bilmekte idi. Buna rağmen Allah elçisinin bir kâfir için Allah’tan hayır talebinde bulunması düşünülemez.[7] Şayet Ebu Tâlib iman üzere ölmemiş olsa idi, Allah Elçisinin onun hakkında hayır dilemesi mümkün olmazdı. Zira kâfirler için bağışlanma di­lenmesi haramdır.[8]
                            190 İbnü’l-Cevzî ve Hatîb Bağdadî, yukarıdaki rivayetin mevzu olduğunu be­lirtmişlerdir (bk. İbnü’l-Cevzî, Kitâbü'l-mevzuat (nşr. Nureddin b. Şükrî),
                            III, 13; Hatib Bağdadî, TârihuBağdâd, 111,161).
                            [168] İbn Ebi Hadîd, age, IV. 312.
                            [169] Seyyid Muhammed Musevi, Peşaver Geceleri, s. 600-601.
                            [170] Buharî, “Menakıbu’l-Ensar”, 40, “Rikak”, 51; Müslim, “İman”, 360 (210). Aynca bk. Yusuf Salih eş-Şamî, Subulü’l-hüdâ ve'r-reşâd fi sireti hayri’l- ’ibâd, II, 566; Sofuoğlu, Sahih-i Buhan ve Tercemesi, VIII, 3631; İbrahim Canan, Kutub-i S itte Tercüme ve Şerhi, XIII, 129.
                            [171] Alûsî, Ruhu'l-Meani fi tefsiri'l-Kur’ani’l-azim, Beyrut trs., XI, 34. (Tevbe 9/113).
                            [172] Berzencî, Sedadü’d-din, s. 359-360.
                            [6] Bk. Berzencî, Sedadu’d-din, s. 375-376: Musevî, el-Hücce ale’z-zâhib, s. 93-94.
                            [7] Bk. Berzencî, Sedadu’d-dln, s. 375-376: Musevî, el-Hücce ale’z-zâhib, s. 93-94.
                            [8] Müfîd, İmânü Ebî Tâlib, s. 27-28.
                            [9] Musevî, el-Hücce ale’z-zâhib (naşirin mukaddimesi), s. 68; Aynca bk. Berzencî, Sedadü'd-din, s. 373 vd. (1)

                            [/font][/size][/color]
                            *
                            [color][size][font]
                            İddia 3:Said Nursi, kendisine sorulan soruya asarla cevap vermemiştir. Yanıtı, kendi reyinden ve zannından ibarettir.
                            Cevap 3:Görüldüğü gibi asar da muhteliftir. Buna rağmen Bediüzzaman Hazretlerinin yorumu muhtelif asar içinde bir telif ve akli bir izah olarak tatmin edici mahiyettedir.

                            [/font][/size][/color]
                            *
                            [color][size][font]
                            İddia 4 :Bu görüşü sırf Ebu Talib’e has olarak ortaya koyması, onun aynı zamanda Şianın da tesiri altında olduğunu göstermektedir.
                            Cevap 4: a-Said Nursi Hazretleri verdiği cevapta Ebu Talib'in imanını kesin olarak reddederken Ehl-i Sünnet içerisinde Ebu Talib'in imanına kail olanları da tashih etmiş olmaktadır..Onun cevabına bakıldığında :"Ebu Tâlib, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ınRisaletini değil; şahsını, zatınıgayet ciddi severdi." Ebu Talib'in Risaleti değil şahsını seviyordu demesi onun risaletle gelen hidayetten nasipsiz kalması anlamına gelmektedir..Çok tabidir ki peygambere Risalet yönünden bağımsız olarak duyulan şahsi sevginin iman noktasında geçerliliği yoktur..Bediüzzaman bu cevabıyla çok net bir şekilde Ebu Talib'in imanına kail olan bazı Sünni ulemanın da yanlışlarını tashih etmişve konuyu kesin bir şekilde halletmiştir..
                            b- Şia Sitesinin"gözdesi" Tekhafızoğlu:Böylesi bir cevap ; yani Ebu Talib'in Cehennemlik ama Efendimiz'in şefaatiyle Cehennem içinde hususi koşullara haiz olan biri olduğunun beyanı hiç bir şekilde Şiaya yaklaşma veya sempatik görünme olamaz..Onlar bu kadarlık bir olumlu bakıştan tatmin olabilecek bir güruh değildirler:..Şii-İmamiyye ve Zeydiyye’nin çoğun­luğu ile Mutezile ve Ehli Sünnetten bazı âlimler, Ebu Tâlib’in Müslüman olarak öldüğünü savunmuşlardır.[1] Şia’nın bu ko­nudaki tutumu da oldukça açıktır.Onlar, Ebu Tâlib’in kâfir olduğunu iddia edenlerin art niyetli Ehl-i Beyt düşmanları olduklarını iddia etmiş ve onların küfre girdiklerini ileri sür­müştür. Aleyhte görüş beyan edenlerin art niyetli olduklarını savunarak kendi görüşlerinin tartışılmaz olduğunu söylemek istemişlerdir. Örneğin Musevî, Ebu Tâlib'in küfür üzere öldü­ğünü iddia edenlerin temel hedeflerininAli düşmanlığıve yine Fars düşmanlığı olduğuna dikkat çekmiştir.
                            [1] İbn Ebi'l-Hadid, Şerhu Nehci'l-belağa, XTV, 66.
                            Bu nedenledir ki yazarın hayal aleminde kurduğu Bediüzzaman'ın Şiaya yakınlaşması değil onları küplere bindirecek bu tarz yorumlar gerçekte Şia'nın Bediüzzaman'a kini şekilde tezahür etmiş vedüşmanımın düşmanı dostumdur ilkesine göre Tekhafızoğlu Şia sitelerindekendisinden faydalanılanzat-ı muhteremkonumunda kitabı Şia taifesinin istifadesine arz edilmiştir.(2)

                            Bu arada,http://www.islamkutuphanesi.com/'un Şii çizgisinde yayın yaptığını söylemeye gerek yok. Bu siteye bakılınca Şia nezdinde kimin kitabından faydalanılacak kişi kimin de düşman olduğu rahatlıkla görülebilir..
                            c- Tek hafızoğlu'nun yarım porsiyonluk mantığına göre:
                            Kurtubi,ŞaraniveSubkigibi pek çok İslam âlimi, Ebu Tâlib’in kurtuluşa erdiğine hükmet­mişlerdir. Bunlara bu görüşleri söyleten saikin Şianın etkisi altına girmeleri olmalıdır..
                            [/font][/size][/color]
                            *
                            [color][size][font]
                            Sonuç:Bana göre; akli delillere açısından EbuTalib'iniman tarafı sanki ağır basmaktadır. Nakli deliller ise tersini söylemektedirler..Bu meselede Şia'nın getirdiği akli deliller hem ilginçtir hem de kendileri açısından güzel olmasına rağmen bizleryukarıdageçenBuhariMüslim hadisleri gereğince[her ne kadar içerikleri üzerine değişik değerlendirmeler olsa da sahihtirler , kabulümüzdürler ve bizim itikadımız onların belirlediği sınırlar dahilindedir]Ebu Talib'in iman etmediğine inanırız..Öte yandanEbu Talib'in Şiirlerinin iman ettiğine hiç şüphe yoktur. (3) Muvahhid olduğu da kesin gibidir..Atalarının dini üzerine olması Abdülmuttalib'le aynı konumda olduğu izlenimini vermektedir..Bir çok Sünni ulema da (Kitabın iddiasına göre; İmam Suyuti, Kurtubi, Şarani , Subki, Çorumi, Berzenci v.s.) onun imanı konusunda kafa karıştırıcı izahlara girişmiş ve Bediüzzaman'ın muhteşem tek cümlelik yorumu bu tartışmaya nihayet vermiştir :Ebu Tâlib, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ınRisaletini değil;şahsını, zatını gayet ciddi severdi. Ve sonuç çıkarmaya devam ediyorum; demek ki şiirlerindeki Nübüvveti tasdik manasına gelen (94-Ömrüme yeminle söylüyorum Ahmed,'i ve kardeşlerini devamlı seven her insan gibi vecd içinde sevdim...96-Muhammed peygamberin yardımında ısrarlıyım. Onun için mızraklarla ve atlarla savaşacağım. 101-Kulların sahibi onu yardımıyla destekledi veöyle bir din orta­ya koydu ki onun gerçekliği kaybolmayacaktır.) beyitleri de yine şahsi sevgi ve akrabalık hamiyetine yorulmalıdır..Ebu Talib yeğenine hem güveniyor hem de onun kesinlikle yalan söylemediğini biliyordu..Bu da Onun getirdiği Risaletin doğru olduğunun mantık planında tasdiki anlamına geliyordu..Ancak mantık planında ve şiirlerine yansıyan bu tasdiğiniman noktasında dile yansımaması , amcanın yeğenine tabi olma hususunda gurur yapması veya arkasından ayıplanma korkusu veya korktu ve o nedenle müslüman oldu denilmemesi gibi hissi veya benliğe ait sebeplere bağlanabilir..Yine de Ebu Talip, yeğenini ölümüne savunmasıyla hatırlanması gereken büyük bir civanmerttir.
                            [/font][/size][/color]
                            *
                            [color][size][font]
                            Bir Edep:Adı geçen kitaptan istifade ederek şöyle bağlayabiliriz ;Ehl-i Sünnet arkadaşların çoğunun ve muhtemelen Tekhafızoğlu'nun da bilmediği Alusi'nin değindiği bir inceliği hatırlatarak bitirelim: Müslüman olan çocuklarının yanın­da, kâfir olarak öldüğü kesin olarak bilinen bir kimsenin aley­hinde konuşmaktan Hz. Peygamberin bizleri men ettiği ma­lumdur. Zira ölülere hakaret yaşayanları rencide eder. Kâfir olarak öldükleri kesin olan kimseler hakkında bile Müslüman çocuklarının rencide olacağından hareketle aleyhte konuşul­masını yasaklayanAllah Resulü, elbette amcasının aleyhinde konuşulmasına rıza göstermez.Ebu Tâlib’in mümin olduğu­na dair bazı deliller varken ve bunu savunan bir kısım İslam âlimi mevcutken hâlâ Ebu Tâlib’in aleyhine konuşmak, onun çocuklarını ve yakınlarını fazlasıyla rahatsız edeceği kesindir.Ebu Tâlib’in Hz. Peygamberin amcası olduğuna göre onun hakkında aleyhte bir şeyler söylemek başta Allah Elçisine eziyet etmek anlamına gelir.Kurtubi, Şarani ve Subki gibi pek çok İslam âlimi, Ebu Tâlib’in kurtuluşa erdiğine hükmet­mişlerdir. Mademki Ebu Tâlib’in iman ettiğine ve kurtuluşa erdiğine kani olan ve bunu söyleyen önemli ilim adamları var­dır, takvaya ve ihtiyata uygun olanı seçmek, daha doğrusu Peygamberin emir ve buyruklarına uymak ve saygı göstermek için Ebu Tâlib hakkında olur olmaz sözlerden sakınılmalıdır. Çünkü Ebu Tâlib’e saldırmak, hakkında kötü ve ağır sözler söylemek Hz. Peygambere eziyet etmektir. Allah Elçisinin amcasına olan sevgisini herkes bilmektedir.Buna rağmen amcası aleyhinde söz söylemek kasıtlı olarak onu rencide etmek anlamına da gelir. Hz. Peygambere eziyet eden bir kimsenin de dinden çıkacağında şüphe yoktur. "
                            [/font][/size][/color]
                            *
                            [color][size][font]
                            (1) ( Şii-Sünni Polemiğinde Ebu Talib ve Dini Konumu , Halil İbrahim Bulut )
                            (2)http://www.islamkutuphanesi.com/turkcekitap/online/nurculugun_icyuzu/erreddualerresail.htm
                            (3)http://ahmednazif.blogspot.com/2013/06/hz_2.html#more

                            [/font][/size][/color]
                            *
                            [color][size][font]
                            Abdullah Tekhafızoğlu'nun Cevabı:Ahmed Nazif, benim yorumumu kaldırmadığını ifade etmişsin. O hâlde, bu konuda sadece bir noktaya temas edeceğim. Böylece, sana “demagog” derken haksız olmadığım ortaya çıkacak inşaallah. Benim iddiamın, Mefatihu’l-Gayb’da fos çıktığını iddia ediyorsun. Bu sokak ağzının değerlendirmesini site takipçilerine havale ediyorum. Razî, “âlimler, bu ayetin sebeb-i nüzulü olarak şunları nakletmişlerdir” diyerek Tevbe sûresinin 113. ayetini tefsir etmiştir. Sanki bizim nakillerimiz orada ele alınmamış gibi göstererek okuru yanıltmaya çalışmışsın. Bak o fos çıkan yerde ne denmiş: “Said İbnu’l-Müseyyeb’ten babasının şöyle dediği rivayet edilmiştir: ‘Ölüm, Ebu Talib’e çatınca, Hz. Peygamber (s.a.s.) ona, Amcacığım, Lâ ilâhe illallah de! Ben, bu cümleyle Allah katında seni savunurum… dedi. Bunun üzerine Ebu Cehil, Abdullah İbn Ümeyye: Abdulmuttalib’in dininden yüz mü çeviriyorsun?!.. deyince de Ebu Talib: ‘Benimsemiş olduğumuz din üzereyim’ dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.): ‘Allah beni yasaklamadığı sürece senin için mağfiret taleb edeceğim…’ deyince de, ‘Gerçekten sen sevdiğin kişiyi hidayete erdiremezsin2 (Kasas, 56) ayeti nazil oldu.” (Tefsir-i Kebir, 12/202-203) Fakat bundan daha ilginci, nakillerimizin “fos çıktığı” bu tefsirde Fahreddi er-Razî’nin Ahmed Nazif’in burada delil diye ileri sürdüğü birçok şeyi butlana erdirecek şu ifadeleridir: “Vahidî şöyle demektedir: ‘Hüseyin İbn el-Fadl, bu açıklamayı tuhaf gördü. Çünkü bu Tevbe sûresi, Kur'an’ın en son nazil olan sûrelerindendir. Hâlbuki Ebu Talib’in vefatı, İslâm’ın ilk yıllarında Mekke’de olmuştur.’Ben (Fahr-i Razî) derim ki, bana göre de, bu uzak görme, uzak görülmüştür. Zira, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in, o vakitte, o ayetin nazil olduğu vakte kadar, Ebu Talib için mağfiret talebinde bulunduğunun söylenmesinde ne sakınca var? Zira kâfirlere karşı sert ve şiddetli davranma, bu sûrede ortaya çıkmıştır. Belki de müminler kendilerinin, kâfir olan ebeveynlerine mağfiret talebinde bulunmalarının caiz olduğu kanaatindeydiler. Hz. Peygamber (s.a.s.) de bunu yapıyordu. Sonra bu sûre nazil olunca, Allah onları bundan nehyetti. Bu genel olarak uzah ihtimal görülmez.” İşte imamın sözleri bunlar… Sanki bu tefsirde bunlar anlatılmamış gibi okuru yanıltmaya çalışmak islâm ahlâkına uygun değildir. Sırf şu açıklamam senin bile senin diğer sözlerini çürütecek kudrettedir. Makalenin sonunda imaen de olsa tekfir etmişsin. Susacağım. Bir de şunu söyleyeyim: Ben âlim değilim, amatör bir ilim talebesi sayılırsam benim için yüksek bir mertebedir. Evet, copy-pestçiyim, control+n’ci olmaktan da Allah’a sığınırım.
                            [/font][/size][/color]
                            *
                            [color][size][font]
                            Benim Cevabım:Sayın Abdullah Bey , yazınızın üst kısmında verdiğiniz bilgilere bakınca gerçekten havalara giresim geldi..Çünkü yazıma verdiğiniz cevap öylesine zayıf ki , bu zayıflık egomu okşamadı değil..Hatta müthiş (!) demagog , söz ustası(!) gibi hissettirip bir gurur verme tehlikesi var diye düşünmeden edemedim..Ben ne demişim ve siz ne demişsiniz hayret doğrusu!..Karşımda belli bir seviyede birikimi olan biriyle yazıştığımın farkındayım..Ama bir o kişiye, bir de şu verdiği cılız cevaba bakıyor ve hayretimi gizleyemiyorum..Benim argümanlarımı ya güzel okumamışsınız, ya gününüzde değilsiniz, ya da beni çok hafife aldınız ki bu gülünç cevabı vererek olayı savabileceğinizi zannettiniz..
                            Tekrar edeyim :
                            İddianız:"Bir-iki tefsir karıştıran, bir-iki hadis kitabına göz atan birinin bile doğru yanıtına rastlayacağı yukarıdaki soru.."
                            Cevabım:Tefsirler de bu durumn 3-4 alternatifli açıklamalar halinde irdelenmiştir..Tefsirlere bakan ilgili ayetlerin sebep-i nüzulü hakkında kesin bir yargıya değil bir alternatif silsilesine muhatap olur..Şöyle demişim:Rivayette geçen 'Bunun üzerine Allah, "Kendilerinin cehennem ehlinden oldukları iyice belli olduktan sonra, -yakın akraba da olsalar- müşrikler için (Allah’tan) af ve mağfiret dilemek ne Peygamber’in ne de müminlerin yapacağı bir iştir." (Tevbe, 9-113) ayetini indirdi.' kısmı için Razi, Nüzul sebeplerini 4 farklı madde halinde sıralar ve ilk maddeye şunu koyar:Alimler, bu ayetin sebep-i nüzulü hakkında şunları nakletmişlerdir:
                            1) İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: Allah, Mekke'nin fethini müyesser kılınca,
                            Hatalarınız ve Cevabınızın yetersizliği:
                            1.Bir kere siz buraya cevap vermediniz..Razi, neden 4 alternatif sıraladı ve birinciye sizin iddianızdaki rivayeti yerleştirmedi?
                            2."Ben (Fahr-i Razî) derim ki, bana göre de, bu uzak görme, uzak görülmüştür."
                            kısmına sarılmışsınız ama burada Fahreddin Razi ayetin nüzul sebebi ile ilgili bu ikinci alternatifin olabilirliğinden öteye giden bir şey söylemiyor..Bu sözleri ayetin nüzul sebebi olarak ihtimaldahilinde de olsa bu 2. maddeyi saymayan kişiye yöneliktir..Razi özetle şunu demektedir: "Bu alternatif te geçerlidir..Bunun olabilirliği de yatsınamaz"..Ancak Razi , bu olasılığı 2. maddeye koymakla tercihinin birinciden yana olduğunu hissettirmiştir..Görüldüğü gibi ben okuyucuyu yanıltmıyorum ama siz yanıltıyorsunuz..Eğer okuyucuyu yanıltmak gibi küçük hedeflerim olsaydı (bkz: "er-reddü ale'r resail" yazarı ; umarım ürküp gitmezsiniz de o kitabı bu sayfalarda bir güzel ameliyata yatırırız , o zaman görürüz kimin niyeti neymiş diye) alıntı yaptığım kitaptaki şu kısmı aynen kopyalardım:Razi , Hz. Ali'den yapılan şu rivayetin ayetin içeriğiyle örtüştüğünü belirtir:Hz Ali'den şu rivayet edilmiştir: "Bir gün müşrik ebeveynine mağfiret talebinde bulunan bir adamı işitince, şöyle dedi: "Ben o adama, "müşrik oldukları halde ebeveynine mağfiret talebinde mi bulunuyorsun?" deyince o adam: "İbrahim de, ebeveyni müşrik olduğu halde, onlar için mağfiret talebinde bulunmamış mıdır?" cevabını verdi. Bunun üzerine ben bunu Allah'ın Resulüne söyleyince, işte bu ayet-i kerime nazil oldu. Görüldüğü gibi kitabın yazarı nüzul sebepleri içerisinde 3. yü öne çıkarmış ; bu rivayeti Razi'nin ayetin iniş sebebiyle örtüştürdüğünü iddia etmiş ve üzerine "Burada Razi'nin ayetin nüzul sebebi olarak bu rivayeti ön plana çıkardığı anlaşılmaktadır..Zaten o , ayetin zahirinde Ebu Talib'in dini konumuyla alakalı herhangi bir şeyin olmadığını da dile getirmiştir" diyerek bağlamıştır..Yazarı , Doç. Dr. Halil İbrahim Bulut'tur..Bu verdiğim pasaj ise 108-109. sayfada geçmektedir..Ve ben bu kısmı sorgulamadan alıntılamadım..Herzaman olduğu gibi ilgili kaynağa bizzat bakmaya çalıştım ve gördüm kiRazi , tam olarak öyle bir şey söylememiş..Yani ne onun dediği gibi 3. madde , ne sizin dediğiniz gibi 2. madde: eğer kitabın e-kitap versiyonu aslına sadık ise birinci rivayet Razi'nin tercihini yansıtmaya daha layıktır..Her halükarda Razi, bu işi dört alternatifin biri olarak incelediğine göre sizin iddianız havada kalmıştır..
                            3.Sonunda imaen de olsa tekfiri nerden çıkarıyorsunuz ? Böyle bir şey yok..Kitabın bir pasajını aktardım sadece..Şimdi Şeyhülislam'ın Hz. Ali'nin faziletlerinde nasıl iskontoya giddiğinin belki en az yüz delilinden onlarcasını alıntılayacağım..Eğer iddia ettiğin gibi ilim talebesi isen (ki bende öyleyim) orada ilmi kriterlerle karşıma çıkarsın..En sağlam olduğun yerlerden biri Reddi Şems ise bilki orada da büyük mağlubiyet yaşayacaksın , darmaduman edeceğim senin kitabını..Risale-i Nura yapmaya çalıştığın Reddiyedeki yalan yanlış "ctrl+c" lerinin hepsinin ipliğini pazara çıkaracağım..Oradan nasıl ki ben kitapta gördüğüm pasajı kaynağından sorgulayıp titiz davranıyor ve kitabın yanlışlarını aksettirmiyorsam sen de yaptığın alıntıya tam vakıf olmadan kopyalamanın ne feci bir zulüm olduğunu göreceksin , sayın din kardeşim.[/font][/size][/color]

                            Yorum


                              #29
                              Ynt: Ebu Talib

                              Bu konuyla ilgili sünni görüşü ifade ettiğim ve selefi olduğunu zannettiğim bir yazarla nerelerde ayrıldığım ile ilgili yazım:
                              Ebu Talib'in imanı meselesi ve okuduğunu yorumlama sıkıntısı çeken Tekhafızoğlu
                              "Nur Risaleleri’ne Eleştirel Bir Yaklaşım" adlı karalamadan alıntı:
                              6.3.5. Cehennem İçinde Özel Cennet (?)
                              Diyorsunuz ki: Amcası Ebu Tâlib’in imanı hakkında esahh nedir?
                              Elcevap: Ehl-i Teşeyyu’, imanına kail; Ehl-i Sünnet’in ekserîsi, îmânına kail değiller. Fakat benim kalbime gelen budur ki: Ebu Tâlib, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Risaletini değil; şahsını, zatını gayet ciddi severdi. O’nun -o gayet ciddi- o şahsi şefkati ve muhabbeti, elbette zâyie gitmeyecektir. Evet, ciddi bir surette Cenâb-ı Hakk’ın Habib-i Ekremini sevmiş ve himaye etmiş ve taraftarlık göstermiş olan Ebu Tâlib’in; inkâra ve inada değil, belki hicap ve asabiyet-i kavmiye gibi hissiyata binaen, makul bir iman getirmemesi üzerine Cehennem’e gitse de; yine Cehennem içinde bir nevi hususi Cennet’i, onun hasenatına mükâfaten halk edebilir. Kışta bazı yerde baharı halk ettiği ve zindanda -uyku vasıtasıyla- bazı adamlara zindanı saraya çevirdiği gibi, hususi Cehennem’i, hususi bir nevi Cennet’e çevirebilir...[1]

                              iddia:Bir-iki tefsir karıştıran, bir-iki hadis kitabına göz atan birinin bile doğru yanıtına rastlayacağı yukarıdaki soru, Said Nursî’nin verdiği cevapla çözüme muhtaç bir mesele hâline getirilmiştir.Müseyyeb İbn Hazn (r.a.) şöyle demiştir:
                              Ebu Talib’e ölüm (alâmetleri) geldiği zaman, Resulullah (s.a.v.) ona geldi ve amcasının yanında Ebu Cehil İbn Hişam ile Abdullah İbn Ebu Umeyye İbnü’l-Mugire de vardı. Resulullah (s.a.v.), Ebu Talib’e:
                              -Ey amca! Lâ ilahe illallah kelimesini söyle de bununla Allah katında sana şefaat için hüccet getireyim, dedi. Bunun üzerine Ebu Cehil ile Abdullah İbn Ebu Umeyye:
                              -(Ey Ebu Talib!) Abdulmuttalib milletinden yüz mü çeviriyorsun? diyerek men ettiler.
                              Resulullah da amcasına tevhit kelimesini arza devam ediyordu. O ikisi de devamlı olarak kendi söylediklerini tekrar ediyorlardı. Nihayet, Ebu Talib bunlara karşı söylediği son söz olarak:
                              -O (Ebu Talib) Abdulmuttalib milleti üzeredir, dedi ve lâ ilahe illallah demekten çekindi.
                              Ravi dedi ki: Resulullah (s.a.v.):
                              -Yemin ederim ki, hakkında mağfiret dilemekten nehyolunmadıkça muhakkak Allah’tan senin için mağfiret isteyeceğim, dedi.
                              Bunun üzerine Allah, "Kendilerinin cehennem ehlinden oldukları iyice belli olduktan sonra, -yakın akraba da olsalar- müşrikler için (Allah’tan) af ve mağfiret dilemek ne Peygamber’in ne de müminlerin yapacağı bir iştir." (Tevbe, 9-113) ayetini indirdi. Yine Allah, Ebu Talib hakkında (ayet) indirdi de Resulüne hitaben şöyle buyurdu: "Sen sevdiğin kimseye hidayet edemezsin; fakat Allah dilediğine hidayet eder. O, hidayete lâyık olanları daha iyi bilir." (Kasas, 28/56)[2]
                              Mekke’nin fethi zamanında Usame b. Zeyd (r.a.):
                              -Ey Allah’ın Elçisi! Mekke’deki evine inecek misin? diye sormuş. Resulullah (s.a.v.):
                              -Akîl, bize ev bıraktı mı ki? cevabını vermiş.
                              Akil ile Talib, Ebu Talib’e mirasçı olmuşlar; Cafer ile Ali miras diye bir şey almamışlardı. Çünkü, onlar Müslüman idiler. Akil ile Talib ise kâfir idiler.[3]
                              Eğer Ebu Talib Müslüman olmuş olsaydı, Hz. Cafer ve Hz. Ali (r.anhuma) elbette babalarına mirasçı olurlardı.[4]
                              Ebu Said el-Hudrî (r.a.)’den:Resulullah (s.a.v.)’ın yanında amcası Ebu Talib anıldı da:
                              "Kıyamet gününde şefaatimin amcama fayda vereceğini umarım. Şefaatimle amcam, topuklarına ulaşabilen ateşten bir çukura konulur da, o çukurda dimağının aslı kaynar." buyurdu.[5]Abbas b. Abdulmuttalib (r.a.):
                              -Ey Allah’ın Elçisi! Amcam Ebu Talib’e herhangi bir şeyle yarar sağladın mı? Çünkü o, daima seni korur ve senin için düşmanlarına karşı öfkelenirdi, dedi. Resulullah (s.a.v.):
                              -Evet, o şimdi dibi topuklarına kadar olan ateşten bir çukur içindedir. Ben olmasaydım, muhakkak cehennemin en derin çukurunda olacaktı, buyurdu.[6]
                              Ebu Talib hakkında başka sahih hadisler de vardır, biz bu kadarı ile iktifa edelim.
                              Görüldüğü gibi, Resulullah’ın Ebu Talib’e şefaati, sağladığı fayda hadislerde zikredilmiştir. Efendimiz’in yaptığı bu açıklamalara yapılacak her ziyade, boşboğazlıktan öteye gidemez. Cehennemin en hafif azabı bu azaptır ki, Resulün ifadesiyle "beyni fokur fokur kaynatır". Elbette, cehennem tabaka tabakadır; oradaki herkes aynı azaba düçar olmayacaktır. Nitekim, Semura b. Cundeb (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Nebiyyullah (s.a.v.) buyurmuştur ki:"Ateş, onlardan (cehennemliklerden) bazılarını topuklarına kadar; bazılarını dizlerine kadar; bazılarını oturağına kadar; bazılarını da boğazına kadar saracaktır."[7]
                              Said Nursi, kendisine sorulan soruya asarla cevap vermemiştir. Yanıtı, kendi reyinden ve zannından ibarettir. Oysa nassın olduğu konuda ne reye ne zanna yer vardır. O, "cehennem içinde bir nevi hususi cennet"in mümkün olduğunu ifade etmektedir -ki bunun muhal olduğunu ortaya koyduk-. Said Nursî’nin bunu imkân dairesinde görmesi, onun Muhyiddin b. Arabî’nin cennet ve cehennem hakkındaki görüşlerinden etkilendiğinin açık bir göstergesidir. Bu görüşü sırf Ebu Talib’e has olarak ortaya koyması, onun aynı zamanda Şianın da tesiri altında olduğunu göstermektedir. Sonra, ehl-i Sünnet bir muhitte yine ehl-i Sünnete mensup insanların sorduğu bir sualin cevabına ehl-i Teşeyyu’un (Şianın) kail olduğu görüşle başlamanın anlamı nedir?... Bunun anlamı, ehl-i Sünnete bağlı insanları yavaş yavaş Şianın görüşlerine alıştırmaya çalışmaktır. Nur Risaleleri’nde gizli gizli Şia propagandası yapılmıştır ki, bu, onun sadece bir yüzüdür.
                              [1] Mektubat, 366, Yirmi sekizinci Mektup/Sekizinci Risale Olan Sekizinci Mes'ele/Sekizinci Nükte.
                              [2] Buhārî, Tefsir, 234/292, Menâkıbu’l-Ensar, 39/103; Müslim, İman, 9/39.
                              [3] Müslim, Hacc, 80/439.
                              [4] Talib, Ebu Talib’in en büyük oğludur...
                              [5] Buhārî, Rikāk, 51/148, Menâkıbu’l-Ensar, 39/104, Cenâiz, 80/114; Müslim, Îmân, 90/360.
                              [6] Buhārî, Edeb, 115/231, Menâkıbu’l-Ensar, 39/102; Müslim, Îmân, 90/357.
                              [7] Müslim, Cenne, 12/33.

                              İddia 1:"Bir-iki tefsir karıştıran, bir-iki hadis kitabına göz atan birinin bile doğru yanıtına rastlayacağı yukarıdaki soru.."
                              Cevap 1:Rivayette geçen 'Bunun üzerine Allah, "Kendilerinin cehennem ehlinden oldukları iyice belli olduktan sonra, -yakın akraba da olsalar- müşrikler için (Allah’tan) af ve mağfiret dilemek ne Peygamber’in ne de müminlerin yapacağı bir iştir." (Tevbe, 9-113) ayetini indirdi.' kısmı için Razi, Nüzul sebeplerini 4 farklı madde halinde sıralar ve ilk maddeye şunu koyar:Alimler, bu ayetin sebep-i nüzulü hakkında şunları nakletmişlerdir:
                              1) İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: Allah, Mekke'nin fethini müyesser kılınca, Hz. Peygamber (s.a.s), ebeveyninden hangisinin kendisine en yakın zamanda öldüğünü sordu. Bunun üzerine, "Annen!" denildi. Hz. Peygamber de, annesinin kabrine gitti ve onun yanında durdu. Sonra da başı ucunda oturarak ağladı. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a), Hz. Peygamber'e "Sen, bizi kabirleri ziyaret etmekten ve ağlamaktan nehyettin. Ama sonra da sen, kabirleri ziyaret etmeğe başladın!" diye sorunca, Hz. Peygamber "Bu hususta bana müsaade edildi. Ben, annemin içine düştüğü azabı görüp ve Allah'tan anneme gelecek olan azâb hususunda da elimden hiçbir şey gelmeyince, ona merhametimden dolayı ağladım' dedi...Görüldüğü gibi Razi'nin verdiği ilk sebep konumuzun tamamen dışında ve hatta Ebeveyn-i Resulullah'ın azabından bahsetmesi nedeniyle de müşkil bir rivayettir..Tekhafızoğlu'nun iddiası Mefatihu'l Gayb'ta fos çıkmıştır. Veya Razi , Tekhafızoğlu'nun algı tipine göre "doğru yanıtına rastlayacağı yukarıdaki soruyu, tefsirindeçözüme muhtaç bir mesele hâline" dönüştürmüştür..Oysa Buhari hadisi ayetin iniş sebebi hakkında çok açık ve netti! Aynı problem (?) Rivayet tefsirlerinin babası olan Tefsir-i Taberi'de de vardır..O da aynı şekilde 3 farklı alternatif sunar ve 2. ve 3. şıklarda maalesef (!) o da "doğru yanıtına rastlayacağı yukarıdaki soruyu, tefsirinde çözüme muhtaç bir mesele hâline" dönüştürmüştür..Aynen bunun gibi diğer tefsir kitaplarında da Tevbe Suresinin 113-114. ayetlerin Nüzul sebebi çok defa 3-4 alternatifli olarak verilir. Daha da ilginci bu rivayetleri verdikten sonra Suyûtî, İbn Hacer'in şu değerlendirmesine de yer vermektedir: Muhtemeldir ki bu ayet-i kerimenin birden çok sebebi vardır; bunların bir kısmı eski, bir kısmı ise daha muahhar sebeplerdir. Mesela bunlar­dan Ebu Tâlib'le ilgili olanı eski, geçmiş bir sebep iken Hz. Peygamber (sa)'in annesi Amine ile ilgili olanı daha sonra; hatta Hz. Peygamber (s.a.)'in Tebük'ten dönmesinden bile sonradır. Bunun yanında bazı âlimler de, rivayetlerin arasını bulma sadedinde ayet-i kerimenin bir kere Mekke-i Mükerreme'de,bir kere de Medine-i Münevvere'de olmak üzere iki kere nazil olmuş olabileceğinizikret­mişlerdir.[Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,201-212. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/484-487]Söz konusu ayetin nüzul tarihi ile nüzul sebebi olarak gösterilen Ebu Tâlib’in vefatı arasında tarihsel açıdan ciddi bir fark vardır. Ebu Tâlib’in mümin olduğunu savunanların hemen hepsinin ortak olarak dile getirdikleri bu görüşe göre, Ebu Tâlib’in vefatı ile ilgili ayetin nazil olduğu dönem arasında yaklaşık on yıllık bir zaman farkı bulunmaktadır. Zira Ebu Tâlib Mekke'de hicretten üç yıl önce vefat etmiştir. Tevbe suresi ise Medine döneminin sonlarında nazil olmuştur.[1] Şuhalde burada ciddi bir tarih yanılgısı bulunmaktadır.Bu hususa dikkat çeken Fahreddin Râzî, Tevbe süresinin Kıır'an'ın en son nazil olan surelerinden olduğunu, hâlbuki Ebu Tâlib’in vefatının hicretten önce vuku bulduğunu belirte­rek ayetin nüzul tarihi ile sebep gösterilen olay arasındaki tu­tarsızlığı dile getirmiştir.[2]Elmalılı da, söz konusu rivayetler esas alındığında mezkûr ayetin ya Mekke’de nazil olması ya da Allah Elçisinin bu ayetlerin nüzulüne kadar birçok seneler (kâfirler için) istiğfara devam etmiş olması lazım gelir.Bunun ikisi de hilafı zahir ve müsteb’addır, demektedir.[3] Konyalı Mehmet Vehbi Efendi de, ayetin Ebu Tâlib’le alakalı olduğu şeklindeki rivayetin zayıf olduğunu belirterek Râzî’nin yolunu tutmuştur.[4]
                              [1] Vahidî, Esbâbü'n-Nüzul, 197-198; Zemahşerî, Keşşaf. II, 479; Kurtubî, el- Cami’ li-ahkâmi’l-Kur'an, VIII, 253 (Tevbe 113); Musevî, el-Hücce, s. 304- 306.
                              [2] Fahreddin Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, XVI, 214.
                              [3] Elmalılı, Hak Dini. IV, 2627-2628.
                              [4] Mehmet Vehbi, Hülasatü’l-beyan, IV, 2134. (1)
                              Sonuç olarakTekhafızoğlu'nun hipermetrop bakışına göre ; Alusi , Mehmet Vehbi , Elmalılı ve Razi gibi pek çok değerli alim "Sahih hadislerdedoğru yanıtına rastlanacak soruyu, tefsirlerinde çözüme muhtaç bir mesele hâline" getirmekte ittifak eden müfessirler olması gerekmektedir..
                              Buhari Rivayeti hakkında muhalif iddia:Olayın vuku bulduğu dönemde Müseyyeb’in henüz Müslüman olmadığı, dahası Ebu Tâlib’in son anlarına şahit olmasının da söz konusu olmadığı belirtilmiş, muhtemelen bu hadiseyi başkalarından işittiği ve oğluna naklettiği bildirilmiştir...Öte yandan Buharî rivayetinin asıl kaynağını oluşturan Hz. Müseyyeb sadece oğlu Said’e rivayette bulunmuştur. Buharî’nin hadis kabul şartlarına göre tek ravisi bulunan kimselerden hadis kabul edilmez. Buna rağmen o, Ebu Tâlib ile alakalı rivayetini eserine almıştır.
                              Ebu Tâlib’in Ölmeden Önce Kelime-i Şahadet Getirdiği Rivayeti
                              Sünni siyer kaynaklarında Allah Elçisinin amcasına za­man zaman iman teklifinde bulunduğu bildirilmektedir. Ebu Tâlib, ölüm döşeğinde iken Allah Resulü hasta yatağında­ki amcasını ziyarete gelmiş ve fırsatı değerlendirip son defa sevgili amcasına iman teklifinde bulunmuştu. Ancak orada bulunan Mekkeli müşrikler, Hz. Muhammed’in Ebu Tâlib’in gönlünü kazanmasına mani olmuşlardı. Hz. Peygamber, amcasının son nefesinde bile olsa kelime-i şahadet getir­mesini çok arzulamakta idi. Bunun için ona “Amca sana şefaat edebilmem için kelime-i şahadet getir.” demesi üzeri­ne orada bulunan Mekkeli müşrikler, “Ey Ebu Tâlib! Yoksa Abdülmuttalib’in dininden vazgeçiyor musun?” diyerek onu tahrik etmişlerdi. Ebu Tâlib, “Hayır. Ben, Abdülmuttalib’in dini üzere kalıyorum.” diye cevap vermişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber, amcası için bundan sonra da dua ve istiğfar­dan vazgeçmeyeceğini; “Bana gelince vallahi de ben, bundan nehyedilmediğim sürece senin için istiğfar edeceğim.”2 söz­leri ile açıklamıştı. Böylece o, amcasına olan sevgisini ve bi­raz da kırgınlığını ifade etmişti.3 Sonrasında Hz. Peygamber, amcasının yanından ayrılmış, ardından Kureyşliler deçık­mışlardı. Yanında sadece Abbas kalmıştı. Ebu Tâlib ruhunu teslim ederken dudaklarım hareket ettirdiğini Abbas görüp kulağım ona yaklaştırdığında kelime-i şahadeti diliylesöyle­diğini işitmişti.İbn İshak ve İbnHişâm’ınnaklettiklerine göre Abbas, Ebu Tâlib’in son nefesini vermeden önce kelime-i şa­hadet getirdiğini duymuş ve bu haberi definden sonra uygun bir zamanda Hz. Peygambere:[/font]
                              -Ey kardeşimin oğlu! Allah’a yemin olsun ki kardeşim Ebu Tâlib, senin ondan istediğin o kelimeyi son anında söyledi, şeklinde haber verince, Allah Elçisi “Ben duymadım.” diyerek ona cevap vermişti. 4 Aynı olayı eserinde nakleden Çorumî ise, bu son anları şöylean­latmıştır: “...Abbas, Ebu Tâlib’in son anında kelime-i şahadet getirdiğini Hz. Peygambere “Ben, kulağımla işittim; ama senin bunu duyman Rabbimin onda hidayet halk etmesinin delili olacaktır.” diyerek haber verdiğinde[font]Resul-i Ekrem’in “Ona hidayet eden Rabbimehamdolsun.”deyip Allah Taala’ya çok­ça şükrettiği rivayet olunmuştur.5[/font]
                              Bazı âlimler, söz konusu dönemde Abbas’ın henüz Müslü­manlığını ilan etmediğini ileri sürerek bu rivayetin zayıf ol­duğunu ve ayrıca Abbas’ın böyle bir şeyi kolayca kabul edip Hz. Peygambere bildirmesinin de kolay olmadığını belirtirler. Onlar, Abbas’ın Müslüman olduktan sonra Ebu Tâlib lehi­ne olan bu rivayeti nakletse idi makbul ve muteber olacağını ifade etmişlerdir. Onlara göre Hz. Peygamberin "Ben duyma­dım." demesi de rivayeti kabul etmemesinden kaynaklanmak­tadır. Zira olayın kendisi doğru olsa da şahit müslüman ol­madığından dolayı şahadeti kabul edilemez.6 Zehebî, burada daha ileri giderek Sünni gelenekte Ebu Tâlib hakkında rivayet edilen ahad haberleri delil göstererek Abbas’ın bu rivayetinin uydurma olduğunu ve bunu Rafizîlerin ortaya çıkardığını ileri sürmüştür.7[font]
                              Bu itiraza şöyle cevap verilmiştir: Hz. Abbas'ın Allah Elçisinin peygamberliğini tasdik ettiğini Peygamber Efendimiz biliyordu. Hz. Abbas, o zaman Müslümanlığını henüz açığa vurmamıştı. Kureyşlilerin zarar vermesinden çekiniyordu...Müşrikler Ebu Tâlib’in yanından çıkıp gittikten sonra ruhunu teslim ederken Müslümanlığını açıkladığını Hz. Abbas, orada yalnız olarak bulunduğundan dinleyebilmiştir.Bu haberle Hz. Peygambere müjdede bulunması üzerine onun da Allah’a şükür ve hamd etmesi, Ebu Tâlib ve Abbas’ın her ikisinin de özürlerinin Hz. Peygamberce kabul buyrulduğuna işarettir. Bu da Ebu Tâlib’in iman etmiş olarak vefat ettiğine dair güçlü bir delildir.8 Nitekim bazı Sünni âlimler, Şia’nın Ebu Tâlib’in mümin olduğuna dair ileri sürdüğü en önemli delillerden birinin Abbas kanalıyla nakledilen veİbn İshak ile İbn Hişâm’ınrivayet ettiği yukarıdaki hadise olduğu­na dikkat çekmişlerdir.9 Buharî’nin Said b. Müseyyeb’ten naklettiği rivayette Abbas ilavesi bulunmamaktadır. Buharı, yukarıda nakledilen ola­yı anlattıktan sonra filan ayetler inmiştir diyerek meseleyi kapatır.10 İbn Hacer ise, yukarıda nakledilen Abbas rivayeti­nin sahih rivayetlere (ya da Sünni rivayetlere) tearuz ettiğin­den zayıf olduğunu ileri sürmüştür.11 Zehebî de bu rivayeti naklettikten sonra kendi kanaatini şöyle açıklamıştır: “Bu sa­hih değildir. Şayet Abbas, Ebu Tâlib’in son anında kelime-i şahadet getirdiğini duymuşsa, niçin Hz. Peygambere “Senin amcan Ebu Tâlib’e bir faydan dokunmayacak mı?” diye sor­muştur. Yine Hz. Ali, babası öldüğünde Hz. Peygambere gelip “Senin sapık amcan öldü.” demiştir.”12 Zehebî, Ebu Tâlib’in aleyhindeki rivayetleri delil göstererek söz konusu Hz. Abbas rivayetinin sahih olmadığını açıklamaya çalışır. Ancak bu, tutarlı ve sağlam bir metot değildir. Çünkü ahad bir habe­re dayanarak yine ahad bir haberin sahih olmadığı iddia edilmektedir. Burada Abbas’ın söz konusu dönemde henüz Müslüman olmadığım ileri sürenler, Said’in babasının du­rumunu dikkate sunmazlar.Zira Müseyyeb, Mekke’nin fethi sıralarında Müslüman olmuş ve olayın vuku bulduğu sırada da Ebu Tâlib’in yanında değildi. Hâlbuki Abbas, bizzat olaya şahit olmuş ve birinci ravi olarak olayı nakletmiştir.
                              Berzencîise, bu iki rivayetin birbirini nakzetmediğini be­lirterek bir orta yol formülü bulmuştur. Ona göre tearuz, ri­vayetlerin cem edilememesi durumunda söz konusu olabilir. Hâlbuki burada her iki rivayeti reddetmeden bir orta yol bu­lunması mümkündür. Rivayetlerden ilki, Mekke liderlerinin Ebu Tâlib’i ziyarete gelişi sırasında gerçekleşmiştir. Diğeri ise, hem Mekke liderlerinin hem de Hz. Peygamberin Ebu Tâlib’in yanından ayrılmasından sonra vuku bulmuş olmalı­dır. Böylece Ebu Tâlib’in kelime-i şahadet getirdiği şeklindeki Abbas rivayeti Buharî’nin rivayetini nesh etmiş olmaktadır.13 Öte taraftan İbn Hişâm rivayetinde Hz. Peygamberin “Ben duymadım.” şeklinde Abbas’a cevap vermesi, Ebu Tâlib’in böyle bir şey demiş olmasını inkâr anlamı taşımaz. Sadece bu sözleri kendisinin duymadığını ifade eder, zaten o sırada Allah Elçisi Ebu Tâlib'in yanında değildi. Duymamış olması gayet tabiidir, rivayetin sıhhatine halel getirmez. Berzencî, bu durumu izah ederken şöyle bir örnek verir: Bedir Savaşı günü Abbas, “Ben Müslümanım.” demesi üzerine Allah Resulü, ona; “Bilmiyorum, dış görünüşüne bakılırsa sen bizim karşımızdasın” şeklinde cevap vermiş, sonra da ondan fidye al­mıştır. Burada Hz. Peygamberin Abbas’ı tasdik ya da tekzip etmediğini görmekteyiz. Ebu Tâlib’in yukarda zikrettiği sözü de aynı çerçevede anlamak mümkündür.14 Yukarıda nakledilen Hz. Abbas rivayetinin sahih ve mute­ber olduğu kabul edildiği takdirde kendisinden önceki bütün rivayetleri nesh edeceğinde şüphe yoktur.15 Zira Ebu Tâlib, ruhunu teslim etmeden önce kalbinde olan imanım diliyle de ikrar etmiş olmaktadır. Çünkü iman önceki bütün günahları ortadan kaldırır. Bu itibarla Hz. Abbas rivayeti bir kat daha önem kazanmaktadır.
                              1 Aynî, Umdetü'l-kârî, XVII, 18.
                              2 Bkz. Buhâri, "Menâkıbu'l-ensar”, 40.
                              3 Olayın buraya kadar olan kısmını hemen hemen bütün siyer kaynakla­rında görmek mümkündür. Buradan sonraki kısmı ise daha ziyade Ebû Tâlib’in iman üzere öldüğünü kabul eden kaynaklar zikretmektedir.
                              4 Bkz. İbn Ebi’l-Hadîd, Şerhu Nehcü’-belağa, XIV, 71.
                              5 Ahmet Feyzi Çorumî, Ebu Tâlib’in Müslümanlığı, s. s.98-99.
                              6 Süheylî, Ravzu'l-unuf, II, 170; Zehebî, Siyer, I, 160; Kastalanî, Mevahib, I, 292. V 162
                              7 Zehebî, Siyer, I, 161.
                              8 Ahmet Feyzi Çorumî, Ebu Tâlib’in Müslümanlığı, s. 100-101.
                              9 İbn Hacer el-Askalani, el-İsabe, IV, 116.
                              10 Buharı, "Menâkıbu’l-Ensar", 40, “Cenaiz" 81, “Tefsir”, “Kasas” 1, “Ey- man" 19: Müslim, “İman” 39 (34); Nesâî, “Cenaiz” 102 (4, 90, 91); krş. Sofuoğlu, Sahih-i Buharı ve Tercemesi, VIII. 3630; İbrahim Canan, Kutub-i Süte Tercüme ve Şerhi, XIII, 128.
                              11 Berzencî, Sedadü’d-din, s. 390-391.
                              12 Zehebî, Siyer, I, 157. Ayrıca bk. Süheylî, Ravzu'l-unuf, II, 170.
                              13 Berzencî, Sedadü'd-din, s. 391.
                              14 Berzencî, Sedadü’d-din, s. 393.
                              15 Berzencî, Sedadü'd-din, s. 401. (1)
                              Said b. Museyyeb’in baba­sından aktardığı rivayet hakkında muhalif değerlendirme
                              Ebu Tâlib’in ölüm döşeğinde iken Hz. Peygamberin iman teklifini kabul etmediği şeklinde Said b. Museyyeb’in baba­sından naklen aktardığı bu rivayet öncelikle şekil açısından eleştiriye tabi tutulmuştur. Hadisçiler, bu rivayetin mürsel rivayet olduğu hususunda hemfikirdirler. Zira Müseyyeb, Mekke’nin fethi sırasında Müslüman olmuştur. O, Ebu Tâlib'in ölümü esnasında hazır bulunmamışsa da bu hadi­seyi başka bir sahabeden işiterek rivayet etmiş olmalıdır. Şu halde Ebu Tâlib’in kelime-i şahadet getirdiği şeklindeki Hz. Abbas rivayetine bunu tercih etmemizi zorunlu kılacak bir durum yoktur. Zira Ebu Tâlib'in vefat ettiği dönemde hem Abbas, hem de Müseyyeb henüz İslam’a girmemişlerdi. Ayrıca olayın gerçekleştiği sırada Müseyyeb’in orada bulunmadığı, hadiseyi başkasından rivayet ettiği de anlaşılmaktadır. Kaldı ki Abbas, Ebu Tâlib’in kelime-i şahadet getirdiğini bizzat kendisi görmüş ve duymuştur. Onun Müslüman olmadığı­nı gerekçe göstererek ilgili rivayeti eleştirenler, Müseyyeb’in henüz Müslüman olmadığı ve olayı da doğrudan görmediği bir hadiseyi nakletmesini daha sıhhatli kabul edebilmişler­dir. Buradaki tenakuza dikkat çeken hadis âlimleri de vardır.
                              Nitekim Aynî, bu meseleyle alakalı önemli bir değerlendirme­de bulunmuştur.O, Ebu Tâlib’in imanı konusunun ihtilaflı olduğunu belirttikten sonra, “İmam Buharı ve Müslim’in Ebu Tâlib’in küfür üzere öldüğü şeklindeki rivayeti nakletmesinin akabinde hadisçilerin Buharî’yi daha güvenilir buldukların­dan dolayı ekserisi Ebu Tâlib’in müşrik olduğu görüşünübe­nimsemiştir.Fakat hadis ilmi bakımından Buharî’nin rivayeti delil gösterilmeye elverişli değildir.Çünkü hadisi rivayet eden Müseyyeb, Mekke’nin fethi üzerine müslüman olmuş ve Ebu Tâlib’in ölümü esnasında orada hazır bulunmamıştır.[67]” di­yerek kendi kanaatini açıklamıştır. Öte taraftan İbn İshak’ın rivayeti, Abbas bin Abdullah bin Ma’bed ve Abdullah binAbbas’a dayanmaktadır ki, ikisi de sağlam ve güvenilir ravilerdir.68 Berzencî, “Ben Abdülmuttalib’in dini üzereyim.” ifadesinden hareketle Ebu Tâlib’in küfür üzere öldüğünü ifa­de eden İbn Hacer’i eleştirerek, söz konusu ifadeden hareket­le Ebu Tâlib’in küfür üzere öldüğünün kesin olduğunun ifade edilmesini doğru bulmaz. Ona göre Abdülmuttalib, yaşadığı dönemde Hanif dini üzere idi, yani tevhit inancına sahip idi. Böylece Berzencî, Ebu Tâlib’in enazından muvahhid sayılma­sıgerektiğini açıklamıştır.69İslam âlimlerinin önemli bir kısmı,Hz. Peygamberin ata­larının Allah’tan başka hiçbir şeye kulluk etmediklerini, puta tapmadıklarını, Allah'ın birliğini her daim kabul ettiklerini, dolayısıyla hepsinin muvahhit olduğunu kabul ederler.70 Aynı silsile içinde yer alan Ebu Tâlib’in de ataları gibi davrandığını, putlara asla tapınmadığını, ömrü boyunca Hz. Peygamberin yanında yer alıp ona destek olduğunu, şiirleriyle onu tas­dik edip doğruladığım rahatlıkla söyleyebiliriz. Şu halde Ebu Tâlib’in en kötü ihtimalle muvahhit olduğunda şüphe yoktur.71
                              [67] Aynî, Ümdetü’l-kârî, VIII, 180. 2.İddia: Abbas b. Abdülmuttalib (r.a.):
                              68 Aynî, Ümdetü'l-kârî, VIII, 180.
                              69 Berzencî, Sedadü’d-din, s. 398.
                              70 Bu konuda daha detaylı bilgi için bk. Akçay, age. tür. yer.
                              71 Berzencî, Sedadü’d-din, s. 401.
                              İddia 2:Abbas b. Abdulmuttalib (r.a.):
                              -Ey Allah’ın Elçisi! Amcam Ebu Talib’e herhangi bir şeyle yarar sağladın mı? Çünkü o, daima seni korur ve senin için düşmanlarına karşı öfkelenirdi, dedi. Resulullah (s.a.v.):
                              -Evet, o şimdi dibi topuklarına kadar olan ateşten bir çukur içindedir. Ben olmasaydım, muhakkak cehennemin en derin çukurunda olacaktı, buyurdu.Görüldüğü gibi, Resulullah’ın Ebu Talib’e şefaati, sağladığı fayda hadislerde zikredilmiştir. Efendimiz’in yaptığı bu açıklamalara yapılacak her ziyade, boşboğazlıktan öteye gidemez. Cehennemin en hafif azabı bu azaptır ki, Resulün ifadesiyle "beyni fokur fokur kaynatır". Elbette, cehennem tabaka tabakadır; oradaki herkes aynı azaba düçar olmayacaktır. Nitekim, Semura b. Cundeb (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Nebiyyullah (s.a.v.) buyurmuştur ki:"Ateş, onlardan (cehennemliklerden) bazılarını topuklarına kadar; bazılarını dizlerine kadar; bazılarını oturağına kadar; bazılarını da boğazına kadar saracaktır."
                              Ebu Talib'in Müslümanlığı:
                              İmam Taberî ve İmamFahreddinRâzî
                              İmam Taberî ve İmam Fahreddin Râzî, “Ben mahşer gü­nünde anneme, babama ve amcam Ebu Tâlib’e şefaat ederim.” anlamında rivayet ettikleri hadisi şerifi Abdullah b. Ömer’den tahriç etmişlerdir. Çorumî, şefaat ancak mümin kullar için söz konusu olacağından rahatlıkla Ebeveyn-i Resul ve Ebu Tâlib’in Müslüman olduklarını söyleyebiliriz, demiştir.175
                              İbn Sa’d’ınnaklettiği bir rivayette Hz. Peygamberin amca­sı için Allah’tan merhamet dilediği belirtilir. Hz. Ali, babasının vefatını Hz. Peygambere iletince, Allah Elçisi üzülmüş, hüzün­lenmiş ve ağlamıştı. Sonra da Ali’ye dönüp: “Git onu yıka, ke­fenle ve hazırla.Allah onu bağışlasın ve ona rahmet etsin.” diye buyurmuştu.176
                              175 Ahmet Feyzî Çorumî, Ebu Tâlib’in Müslümanlığı s. 93.
                              176 İbn Sa'd, Tabakat, I, 123; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Tezkiratü’l-havas, I, 145.
                              Berzencî’ye göreEbu Tâlib’in şefaate muhatap olması ve azabının hafifletilmesi, haddi zatında uzak bir ihtimal değil­dir. Ona göre Ebu Tâlib, kelime-i şahadeti açıktan ifade etme­nin dışında bütün dini vazifeleri yerine getirmiştir. Bu duru­mu şöyle izah eder: “Şer’i vazifelerden pek çoğu- namaz gibi- söz konusu dönemde henüz farz kılınmamıştı. Namazın Miraç sırasında farz kılındığını, zekât, cihat, hac ve orucun Medine döneminde farz kılındığını bilmekteyiz. Şu halde geriye gü­zel ahlak sahibi olmak, sıla-i rahim, misafirlere ikramda bu­lunmak, zayıfları korumak vb. ahlaki değerler kalmaktadır. Bunları fazlasıyla yerine getiren birisi olarak Ebu Tâlib, kendi dönemindeki dini emirlere hakkıyla uymuş bir kimsedir. Şu halde Ebu Tâlib, kelime-i şahadeti açıktan söylemenin dışın­da dinin bütün emirlerini yerine getirmiştir, denilebilir.182
                              Hz. Peygamberin Ebu Tâlib’e Hayrın Tamamını Dilemesi
                              Ebu Tâlib’in Müslüman olduğuna dair delil olarak göste­rilen hadis rivayetlerinden biri de Hz. Peygamberin amcası Ebu Tâlib için hayrın tamamını dilemesi şeklindeki rivayet­lerdir. Abbas b. Abdülmuttalib kanalıyla gelen bir rivayete göre Abbas, Hz. Peygambere şöyle bir soru yöneltmiştir: “Ebû Tâlib için neyi temenni edersin?” Hz. Peygamber: “Hayrın ta­mamını Rabbimden temenni ederim.” diye buyurdu.183 Hadis âlimlerinin güvenilir ve sahih bulduğu bu rivayet pek çok ha­dis kaynağında nakledilmektedir.184 İbn Abbas kanalıyla gelen bir başka rivayette, Hz. peygam­berin Ebu Tâlib’in cenazesine katıldığı ve onun için “Allah seni hayır ile mükâfatlandırsın, ey amca!” şeklinde dua ettiği bildirilmiştir.185 Yakubî’nin naklettiği hadis ise şöyledir: “Ebû Tâlib vefat etmişti. Hz. Peygamber çok üzülmüş ve acı his­setmişti. Cenazesinin yanına vardı ve onun sağ tarafını dört defa, sol tarafını da üç defa mesh etti. Sonra şöyle buyurdu: “Ey amca! Küçükken beni terbiye ettin, yetimken bana kefil oldun, büyüyünce bana yardım ettin.Benden yana Allah seni hayır ile mükâfatlandırsın.”186
                              182 Berzencî, Sedadü'd-din, s. 361-362.
                              183 İbn Sa'd, Tabakat, I, 124; Sıbt İbnü'l-Cevzî, Tezkiratü'l-havas, I, 146; Berzencî, Sedadu’d-din, s. 375-376.
                              184 îbn Sa’d, Tabakatü’l-kübra, I, 124; Nakdî, Mevahib, s. 266.
                              185 Sıbt İbnü’l-Cevzî, Tezkiratü’l-havas, I, 146; Beyhakî, Delailü’n-nübüvve,
                              II, 349; İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-nihaye, III, 123.
                              186 Sıbt İbnü’l-Cevzî, Tezkiratü’l-havas, I, 146.
                              Bu rivayetlerin değerlendirilmesinde hemBerzencîhem deMusevî, Hz. Peygamberin bir kimse için hayır temennisindebulunmasının söz konusu kişinin imanına delil olması ge­rektiğini ileri sürmüşlerdir.[6] Kur’an’da kâfirlerin azabının asla hafifletilmeyeceği, dolayısıyla şefaate nail olamayacakla­rı hususu dikkate alındığında Hz. Peygamberin amcası Ebu Tâlib hakkında hayır temennisinde bulunması, onun mümin olarak öldüğünü teyit eder. Şayet Hz. Peygamber amcası Ebu Tâlib’in imanını bilmeseydi rabbinden onun için bütün hayrı ister mi idi? Zira o, inkarcıların ebedi cehennemde kalacaklarını, Allah’ın onları asla affetmeyeceğini gayet iyi bilmekte idi. Buna rağmen Allah elçisinin bir kâfir için Allah’tan hayır talebinde bulunması düşünülemez.[7] Şayet Ebu Tâlib iman üzere ölmemiş olsa idi, Allah Elçisinin onun hakkında hayır dilemesi mümkün olmazdı. Zira kâfirler için bağışlanma di­lenmesi haramdır.[8]
                              190 İbnü’l-Cevzî ve Hatîb Bağdadî, yukarıdaki rivayetin mevzu olduğunu be­lirtmişlerdir (bk. İbnü’l-Cevzî, Kitâbü'l-mevzuat (nşr. Nureddin b. Şükrî),
                              III, 13; Hatib Bağdadî, TârihuBağdâd, 111,161).
                              [168] İbn Ebi Hadîd, age, IV. 312.
                              [169] Seyyid Muhammed Musevi, Peşaver Geceleri, s. 600-601.
                              [170] Buharî, “Menakıbu’l-Ensar”, 40, “Rikak”, 51; Müslim, “İman”, 360 (210). Aynca bk. Yusuf Salih eş-Şamî, Subulü’l-hüdâ ve'r-reşâd fi sireti hayri’l- ’ibâd, II, 566; Sofuoğlu, Sahih-i Buhan ve Tercemesi, VIII, 3631; İbrahim Canan, Kutub-i S itte Tercüme ve Şerhi, XIII, 129.
                              [171] Alûsî, Ruhu'l-Meani fi tefsiri'l-Kur’ani’l-azim, Beyrut trs., XI, 34. (Tevbe 9/113).
                              [172] Berzencî, Sedadü’d-din, s. 359-360.
                              [6] Bk. Berzencî, Sedadu’d-din, s. 375-376: Musevî, el-Hücce ale’z-zâhib, s. 93-94.
                              [7] Bk. Berzencî, Sedadu’d-dln, s. 375-376: Musevî, el-Hücce ale’z-zâhib, s. 93-94.
                              [8] Müfîd, İmânü Ebî Tâlib, s. 27-28.
                              [9] Musevî, el-Hücce ale’z-zâhib (naşirin mukaddimesi), s. 68; Aynca bk. Berzencî, Sedadü'd-din, s. 373 vd. (1)
                              İddia 3:Said Nursi, kendisine sorulan soruya asarla cevap vermemiştir. Yanıtı, kendi reyinden ve zannından ibarettir.
                              Cevap 3:Görüldüğü gibi asar da muhteliftir. Buna rağmen Bediüzzaman Hazretlerinin yorumu muhtelif asar içinde bir telif ve akli bir izah olarak tatmin edici mahiyettedir.
                              İddia 4 :Bu görüşü sırf Ebu Talib’e has olarak ortaya koyması, onun aynı zamanda Şianın da tesiri altında olduğunu göstermektedir.
                              Cevap 4: a-Said Nursi Hazretleri verdiği cevapta Ebu Talib'in imanını kesin olarak reddederken Ehl-i Sünnet içerisinde Ebu Talib'in imanına kail olanları da tashih etmiş olmaktadır..Onun cevabına bakıldığında :"Ebu Tâlib, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ınRisaletini değil; şahsını, zatınıgayet ciddi severdi." Ebu Talib'in Risaleti değil şahsını seviyordu demesi onun risaletle gelen hidayetten nasipsiz kalması anlamına gelmektedir..Çok tabidir ki peygambere Risalet yönünden bağımsız olarak duyulan şahsi sevginin iman noktasında geçerliliği yoktur..Bediüzzaman bu cevabıyla çok net bir şekilde Ebu Talib'in imanına kail olan bazı Sünni ulemanın da yanlışlarını tashih etmişve konuyu kesin bir şekilde halletmiştir..
                              b- Şia Sitesinin"gözdesi" Tekhafızoğlu:Böylesi bir cevap ; yani Ebu Talib'in Cehennemlik ama Efendimiz'in şefaatiyle Cehennem içinde hususi koşullara haiz olan biri olduğunun beyanı hiç bir şekilde Şiaya yaklaşma veya sempatik görünme olamaz..Onlar bu kadarlık bir olumlu bakıştan tatmin olabilecek bir güruh değildirler:..Şii-İmamiyye ve Zeydiyye’nin çoğun­luğu ile Mutezile ve Ehli Sünnetten bazı âlimler, Ebu Tâlib’in Müslüman olarak öldüğünü savunmuşlardır.[1] Şia’nın bu ko­nudaki tutumu da oldukça açıktır.Onlar, Ebu Tâlib’in kâfir olduğunu iddia edenlerin art niyetli Ehl-i Beyt düşmanları olduklarını iddia etmiş ve onların küfre girdiklerini ileri sür­müştür. Aleyhte görüş beyan edenlerin art niyetli olduklarını savunarak kendi görüşlerinin tartışılmaz olduğunu söylemek istemişlerdir. Örneğin Musevî, Ebu Tâlib'in küfür üzere öldü­ğünü iddia edenlerin temel hedeflerininAli düşmanlığıve yine Fars düşmanlığı olduğuna dikkat çekmiştir.
                              [1] İbn Ebi'l-Hadid, Şerhu Nehci'l-belağa, XTV, 66.
                              Bu nedenledir ki yazarın hayal aleminde kurduğu Bediüzzaman'ın Şiaya yakınlaşması değil onları küplere bindirecek bu tarz yorumlar gerçekte Şia'nın Bediüzzaman'a kini şekilde tezahür etmiş vedüşmanımın düşmanı dostumdur ilkesine göre Tekhafızoğlu Şia sitelerindekendisinden faydalanılanzat-ı muhteremkonumunda kitabı Şia taifesinin istifadesine arz edilmiştir.(2)
                              Bu arada,http://www.islamkutuphanesi.com/'un Şii çizgisinde yayın yaptığını söylemeye gerek yok. Bu siteye bakılınca Şia nezdinde kimin kitabından faydalanılacak kişi kimin de düşman olduğu rahatlıkla görülebilir..
                              Tek hafızoğlu'nun yarım porsiyonluk mantığına göre:
                              Kurtubi,ŞaraniveSubkigibi pek çok İslam âlimi, Ebu Tâlib’in kurtuluşa erdiğine hükmet­mişlerdir. Bunlara bu görüşleri söyleten saikin Şianın etkisi altına girmeleri olmalıdır..
                              Sonuç:Bana göre; akli delillere açısından EbuTalib'iniman tarafı sanki ağır basmaktadır. Nakli deliller ise tersini söylemektedirler..Bu meselede Şia'nın getirdiği akli deliller hem ilginçtir hem de kendileri açısından güzel olmasına rağmen bizleryukarıdageçenBuhariMüslim hadisleri gereğince[her ne kadar içerikleri üzerine değişik değerlendirmeler olsa da sahihtirler , kabulümüzdürler ve bizim itikadımız onların belirlediği sınırlar dahilindedir]Ebu Talib'in iman etmediğine inanırız..Öte yandanEbu Talib'in Şiirlerinin iman ettiğine hiç şüphe yoktur. (3) Muvahhid olduğu da kesin gibidir..Atalarının dini üzerine olması Abdülmuttalib'le aynı konumda olduğu izlenimini vermektedir..Bir çok Sünni ulema da (Kitabın iddiasına göre; İmam Suyuti, Kurtubi, Şarani , Subki, Çorumi, Berzenci v.s.) onun imanı konusunda kafa karıştırıcı izahlara girişmiş ve Bediüzzaman'ın muhteşem tek cümlelik yorumu bu tartışmaya nihayet vermiştir :Ebu Tâlib, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ınRisaletini değil;şahsını, zatını gayet ciddi severdi. Ve sonuç çıkarmaya devam ediyorum; demek ki şiirlerindeki Nübüvveti tasdik manasına gelen (94-Ömrüme yeminle söylüyorum Ahmed,'i ve kardeşlerini devamlı seven her insan gibi vecd içinde sevdim...96-Muhammed peygamberin yardımında ısrarlıyım. Onun için mızraklarla ve atlarla savaşacağım. 101-Kulların sahibi onu yardımıyla destekledi veöyle bir din orta­ya koydu ki onun gerçekliği kaybolmayacaktır.) beyitleri de yine şahsi sevgi ve akrabalık hamiyetine yorulmalıdır..Ebu Talib yeğenine hem güveniyor hem de onun kesinlikle yalan söylemediğini biliyordu..Bu da Onun getirdiği Risaletin doğru olduğunun mantık planında tasdiki anlamına geliyordu..Ancak mantık planında ve şiirlerine yansıyan bu tasdiğiniman noktasında dile yansımaması , amcanın yeğenine tabi olma hususunda gurur yapması veya arkasından ayıplanma korkusu veya korktu ve o nedenle müslüman oldu denilmemesi gibi hissi veya benliğe ait sebeplere bağlanabilir..Yine de Ebu Talip, yeğenini ölümüne savunmasıyla hatırlanması gereken büyük bir civanmerttir.
                              Bir Edep:Adı geçen kitaptan istifade ederek şöyle bağlayabiliriz ;Ehl-i Sünnet arkadaşların çoğunun ve muhtemelen Tekhafızoğlu'nun da bilmediği Alusi'nin değindiği bir inceliği hatırlatarak bitirelim: Müslüman olan çocuklarının yanın­da, kâfir olarak öldüğü kesin olarak bilinen bir kimsenin aley­hinde konuşmaktan Hz. Peygamberin bizleri men ettiği ma­lumdur. Zira ölülere hakaret yaşayanları rencide eder. Kâfir olarak öldükleri kesin olan kimseler hakkında bile Müslüman çocuklarının rencide olacağından hareketle aleyhte konuşul­masını yasaklayanAllah Resulü, elbette amcasının aleyhinde konuşulmasına rıza göstermez.Ebu Tâlib’in mümin olduğu­na dair bazı deliller varken ve bunu savunan bir kısım İslam âlimi mevcutken hâlâ Ebu Tâlib’in aleyhine konuşmak, onun çocuklarını ve yakınlarını fazlasıyla rahatsız edeceği kesindir.Ebu Tâlib’in Hz. Peygamberin amcası olduğuna göre onun hakkında aleyhte bir şeyler söylemek başta Allah Elçisine eziyet etmek anlamına gelir.Kurtubi, Şarani ve Subki gibi pek çok İslam âlimi, Ebu Tâlib’in kurtuluşa erdiğine hükmet­mişlerdir. Mademki Ebu Tâlib’in iman ettiğine ve kurtuluşa erdiğine kani olan ve bunu söyleyen önemli ilim adamları var­dır, takvaya ve ihtiyata uygun olanı seçmek, daha doğrusu Peygamberin emir ve buyruklarına uymak ve saygı göstermek için Ebu Tâlib hakkında olur olmaz sözlerden sakınılmalıdır. Çünkü Ebu Tâlib’e saldırmak, hakkında kötü ve ağır sözler söylemek Hz. Peygambere eziyet etmektir. Allah Elçisinin amcasına olan sevgisini herkes bilmektedir.Buna rağmen amcası aleyhinde söz söylemek kasıtlı olarak onu rencide etmek anlamına da gelir. Hz. Peygambere eziyet eden bir kimsenin de dinden çıkacağında şüphe yoktur. "
                              (1) ( Şii-Sünni Polemiğinde Ebu Talib ve Dini Konumu , Halil İbrahim Bulut )
                              (2)http://www.islamkutuphanesi.com/turkcekitap/online/nurculugun_icyuzu/erreddualerresail.htm
                              (3)http://ahmednazif.blogspot.com/2013/06/hz_2.html#more
                              Abdullah Tekhafızoğlu'nun Cevabı:Ahmed Nazif, benim yorumumu kaldırmadığını ifade etmişsin. O hâlde, bu konuda sadece bir noktaya temas edeceğim. Böylece, sana “demagog” derken haksız olmadığım ortaya çıkacak inşaallah. Benim iddiamın, Mefatihu’l-Gayb’da fos çıktığını iddia ediyorsun. Bu sokak ağzının değerlendirmesini site takipçilerine havale ediyorum. Razî, “âlimler, bu ayetin sebeb-i nüzulü olarak şunları nakletmişlerdir” diyerek Tevbe sûresinin 113. ayetini tefsir etmiştir. Sanki bizim nakillerimiz orada ele alınmamış gibi göstererek okuru yanıltmaya çalışmışsın. Bak o fos çıkan yerde ne denmiş: “Said İbnu’l-Müseyyeb’ten babasının şöyle dediği rivayet edilmiştir: ‘Ölüm, Ebu Talib’e çatınca, Hz. Peygamber (s.a.s.) ona, Amcacığım, Lâ ilâhe illallah de! Ben, bu cümleyle Allah katında seni savunurum… dedi. Bunun üzerine Ebu Cehil, Abdullah İbn Ümeyye: Abdulmuttalib’in dininden yüz mü çeviriyorsun?!.. deyince de Ebu Talib: ‘Benimsemiş olduğumuz din üzereyim’ dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.): ‘Allah beni yasaklamadığı sürece senin için mağfiret taleb edeceğim…’ deyince de, ‘Gerçekten sen sevdiğin kişiyi hidayete erdiremezsin2 (Kasas, 56) ayeti nazil oldu.” (Tefsir-i Kebir, 12/202-203) Fakat bundan daha ilginci, nakillerimizin “fos çıktığı” bu tefsirde Fahreddi er-Razî’nin Ahmed Nazif’in burada delil diye ileri sürdüğü birçok şeyi butlana erdirecek şu ifadeleridir: “Vahidî şöyle demektedir: ‘Hüseyin İbn el-Fadl, bu açıklamayı tuhaf gördü. Çünkü bu Tevbe sûresi, Kur'an’ın en son nazil olan sûrelerindendir. Hâlbuki Ebu Talib’in vefatı, İslâm’ın ilk yıllarında Mekke’de olmuştur.’Ben (Fahr-i Razî) derim ki, bana göre de, bu uzak görme, uzak görülmüştür. Zira, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in, o vakitte, o ayetin nazil olduğu vakte kadar, Ebu Talib için mağfiret talebinde bulunduğunun söylenmesinde ne sakınca var? Zira kâfirlere karşı sert ve şiddetli davranma, bu sûrede ortaya çıkmıştır. Belki de müminler kendilerinin, kâfir olan ebeveynlerine mağfiret talebinde bulunmalarının caiz olduğu kanaatindeydiler. Hz. Peygamber (s.a.s.) de bunu yapıyordu. Sonra bu sûre nazil olunca, Allah onları bundan nehyetti. Bu genel olarak uzah ihtimal görülmez.” İşte imamın sözleri bunlar… Sanki bu tefsirde bunlar anlatılmamış gibi okuru yanıltmaya çalışmak islâm ahlâkına uygun değildir. Sırf şu açıklamam senin bile senin diğer sözlerini çürütecek kudrettedir. Makalenin sonunda imaen de olsa tekfir etmişsin. Susacağım. Bir de şunu söyleyeyim: Ben âlim değilim, amatör bir ilim talebesi sayılırsam benim için yüksek bir mertebedir. Evet, copy-pestçiyim, control+n’ci olmaktan da Allah’a sığınırım.
                              Benim Cevabım:Sayın Abdullah Bey , yazınızın üst kısmında verdiğiniz bilgilere bakınca gerçekten havalara giresim geldi..Çünkü yazıma verdiğiniz cevap öylesine zayıf ki , bu zayıflık egomu okşamadı değil..Hatta müthiş (!) demagog , söz ustası(!) gibi hissettirip bir gurur verme tehlikesi var diye düşünmeden edemedim..Ben ne demişim ve siz ne demişsiniz hayret doğrusu!..Karşımda belli bir seviyede birikimi olan biriyle yazıştığımın farkındayım..Ama bir o kişiye, bir de şu verdiği cılız cevaba bakıyor ve hayretimi gizleyemiyorum..Benim argümanlarımı ya güzel okumamışsınız, ya gününüzde değilsiniz, ya da beni çok hafife aldınız ki bu gülünç cevabı vererek olayı savabileceğinizi zannettiniz..
                              İddianız:"Bir-iki tefsir karıştıran, bir-iki hadis kitabına göz atan birinin bile doğru yanıtına rastlayacağı yukarıdaki soru.."
                              Cevabım:Tefsirler de bu durumn 3-4 alternatifli açıklamalar halinde irdelenmiştir..Tefsirlere bakan ilgili ayetlerin sebep-i nüzulü hakkında kesin bir yargıya değil bir alternatif silsilesine muhatap olur..Şöyle demişim:Rivayette geçen 'Bunun üzerine Allah, "Kendilerinin cehennem ehlinden oldukları iyice belli olduktan sonra, -yakın akraba da olsalar- müşrikler için (Allah’tan) af ve mağfiret dilemek ne Peygamber’in ne de müminlerin yapacağı bir iştir." (Tevbe, 9-113) ayetini indirdi.' kısmı için Razi, Nüzul sebeplerini 4 farklı madde halinde sıralar ve ilk maddeye şunu koyar:Alimler, bu ayetin sebep-i nüzulü hakkında şunları nakletmişlerdir:
                              1) İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: Allah, Mekke'nin fethini müyesser kılınca,
                              Hatalarınız ve Cevabınızın yetersizliği:
                              1.Bir kere siz buraya cevap vermediniz..Razi, neden 4 alternatif sıraladı ve birinciye sizin iddianızdaki rivayeti yerleştirmedi?
                              2."Ben (Fahr-i Razî) derim ki, bana göre de, bu uzak görme, uzak görülmüştür."kısmına sarılmışsınız ama burada Fahreddin Razi ayetin nüzul sebebi ile ilgili bu ikinci alternatifin olabilirliğinden öteye giden bir şey söylemiyor..Bu sözleri ayetin nüzul sebebi olarak ihtimal dahilinde de olsa bu 2. maddeyi saymayan kişiye yöneliktir..Razi özetle şunu demektedir: "Bu alternatif te geçerlidir..Bunun olabilirliği de yatsınamaz"..Ancak Razi , bu olasılığı 2. maddeye koymakla tercihinin birinciden yana olduğunu hissettirmiştir..Görüldüğü gibi ben okuyucuyu yanıltmıyorum ama siz yanıltıyorsunuz..Eğer okuyucuyu yanıltmak gibi küçük hedeflerim olsaydı (bkz: "er-reddü ale'r resail" yazarı ; umarım ürküp gitmezsiniz de o kitabı bu sayfalarda bir güzel ameliyata yatırırız , o zaman görürüz kimin niyeti neymiş diye) alıntı yaptığım kitaptaki şu kısmı aynen kopyalardım:Razi , Hz. Ali'den yapılan şu rivayetin ayetin içeriğiyle örtüştüğünü belirtir:Hz Ali'den şu rivayet edilmiştir: "Bir gün müşrik ebeveynine mağfiret talebinde bulunan bir adamı işitince, şöyle dedi: "Ben o adama, "müşrik oldukları halde ebeveynine mağfiret talebinde mi bulunuyorsun?" deyince o adam: "İbrahim de, ebeveyni müşrik olduğu halde, onlar için mağfiret talebinde bulunmamış mıdır?" cevabını verdi. Bunun üzerine ben bunu Allah'ın Resulüne söyleyince, işte bu ayet-i kerime nazil oldu. Görüldüğü gibi kitabın yazarı nüzul sebepleri içerisinde 3. yü öne çıkarmış ; bu rivayeti Razi'nin ayetin iniş sebebiyle örtüştürdüğünü iddia etmiş ve üzerine "Burada Razi'nin ayetin nüzul sebebi olarak bu rivayeti ön plana çıkardığı anlaşılmaktadır..Zaten o , ayetin zahirinde Ebu Talib'in dini konumuyla alakalı herhangi bir şeyin olmadığını da dile getirmiştir" diyerek bağlamıştır..Yazarı , Doç. Dr. Halil İbrahim Bulut'tur..Bu verdiğim pasaj ise 108-109. sayfada geçmektedir..Ve ben bu kısmı sorgulamadan alıntılamadım..Herzaman olduğu gibi ilgili kaynağa bizzat bakmaya çalıştım ve gördüm kiRazi , tam olarak öyle bir şey söylememiş..Yani ne onun dediği gibi 3. madde , ne sizin dediğiniz gibi 2. madde: eğer kitabın e-kitap versiyonu aslına sadık ise birinci rivayet Razi'nin tercihini yansıtmaya daha layıktır..Her halükarda Razi, bu işi dört alternatifin biri olarak incelediğine göre sizin iddianız havada kalmıştır..
                              3.Sonunda imaen de olsa tekfiri nerden çıkarıyorsunuz ? Böyle bir şey yok..Kitabın bir pasajını aktardım sadece..Şimdi Şeyhülislam'ın Hz. Ali'nin faziletlerinde nasıl iskontoya giddiğinin belki en az yüz delilinden onlarcasını alıntılayacağım..Eğer iddia ettiğin gibi ilim talebesi isen (ki bende öyleyim) orada ilmi kriterlerle karşıma çıkarsın..En sağlam olduğun yerlerden biri Reddi Şems ise bilki orada da büyük mağlubiyet yaşayacaksın , darmaduman edeceğim senin kitabını..Risale-i Nura yapmaya çalıştığın Reddiyedeki yalan yanlış "ctrl+c" lerinin hepsinin ipliğini pazara çıkaracağım..Oradan nasıl ki ben kitapta gördüğüm pasajı kaynağından sorgulayıp titiz davranıyor ve kitabın yanlışlarını aksettirmiyorsam sen de yaptığın alıntıya tam vakıf olmadan kopyalamanın ne feci bir zulüm olduğunu göreceksin , sayın din kardeşim.
                              [/font]

                              Yorum


                                #30
                                Ynt: Ebu Talib

                                [quote author=Aşk Kervanı date=1392822810 link=topic=24265.msg172574#msg172574]
                                Muhterem Kardeşim,

                                Beni bilen bilir ; Ben Şahsi polemik ve kişisel sataşmalarla münazara yapmam.
                                Akli ve nakli delilleri birlikte kullanarak çoğu zaman görsel olarak paylaşımda bulunurum.
                                Yazarken konu ile ilgili yazarım, karşımdaki şahıs ile ilgili değil.


                                Yazdığınız hayali keyif ve galibiyetlerle avunmaya ihtiyacım yok.
                                Forumdaki yazıları isteyen herkes okuyabiliyor.
                                (Gerçi bazen çok uzun, nakil ve kendi görüşlerinizin iç içe karıştığı uzun yazıları herkes okumaz, ben de bunları okumuyorum)
                                Dolayısıyla kimin ne yazdığı ve ne tavır gösterdiği ortadadır.

                                Ben argolu yazmam, yazanları da eleştiririm.

                                Süleyman bin Sürad ve ahmed nazif adıyla farklı nickler kullandığınız iddia edildi.
                                Ben de ahmed nazif Siz iseniz blog site "Size mi ait" diye sordum.
                                Yoksa bahsettiğiniz kelimeyi ön plana çıkarmak için yazmadım.

                                Benim hayallerimi eleştireceğinize, yazdıklarımı eleştirebilirsiniz :

                                -İlminiz, araştırmacı kişiliğiniz bu açtığınız konudaki ilk mesajınızla uygunluk arz ediyor mu? diye soruyorum

                                -Elmeddin'in eklediği video, meşhur bir Sahabe ile ilgilidir. Kendisine sürekli HAZRET denilen bir sahabe hem de.
                                Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bir Müslümana yakışan bir tavır mudur bu?

                                -Tarihte Seçkin Sahabe ve İslama hizmet etmiş kişilere gereken saygı ve önemi göstermeyen insanlar;
                                günümüzdeki bir çok Tarikat ve cemaat liderine ise hürmetler düzmektedirler.
                                Mesela Siz, Fethullah Gülen'e "Hocaefendi" diye hitap ediyor musunuz?


                                Saygılar, Allah'a emanet olun...
                                [/quote]
                                Değerli Kardeşim;
                                Hoca efendi diye hitap ediyor musun diye soruyorsunuz..Bu sorunun konumuzla ilgisi yok ama belki yazılarımdaki bakış açısını belirleme ve beslenme kaynaklarımı öğrenme adına bilgi edinmek istiyorsunuz..Her hangi bir şey saklamayacağım..Kitap ve sünnet ile ilgili temel kaynaklardan sonra benim 2 beslenme kaynağım var: Risale-i Nur ve Hocaefendi'nin serleri..Allah'ın bana en büyük lütuflarından biri bu 2 değerli şahısla tanışmam ve manevi iklimlerine girmem olmuştur..Konu harici girilen bu şahsi meselenin bu soru ve cevap ile kapatılacağını umut eder saygılar sunarım..

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X