Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Ebuzer-i Gıfârî'

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Ebuzer-i Gıfârî'

    CÜNDEB BİN CÜNÂDE EBUZER-İL GIFÂRÎ'NİN (R.A) KISACA HAYATI


    Ebuzer-i Gıfârî'nin inişli çıkışlı yaşantısı mücadeleyle başladı ve mücadeleyle son buldu. O, fesat ve yanlışlıkla mücadele edenlerin kahramanı; uşaklık edenlerin ve nifakçıların en büyük düşmanıdır.

    O, Gifar kabilesinden idi. Bu kabile Mekke ile Medine arasında ikamet ediyordu. Hepsi de putperest ve müşrik idi. Ayrıca yağmacılık ve soygunculukta; kötülükte çok meşhur idiler.

    O, çevresinin inancı tesirinde kaldığından gençliğinde putperest idi; ama temiz kalpli ve aydın fikirli olduğundan Resulullah'ın (s.a.a) huzuruna varmadan önce putperestliği bırakmış ve tek olan Allah'a inanmıştı. O, temiz kalpliliği ve aydın fikirliliği sayesinde tevhide hazırdı. Küçük bir hadise onun tamamen inancını değiştirip put perestliği (babalarının dinini) terk etmesine neden oldu.



    Bu Hadise Ne İdi?



    O, bir gün sahraya koyun otlatmak için çıkmış ve putperestlik inancı gereğince putunu da yanına almıştı. Tuvalet ihtiyacı duyduğu için putu yere koyarak ondan uzaklaşmıştı. Döndüğünde karşılaştığı sahne onu çok şaşırttı! Bir tilkinin putu pislettiğini ve putunun da onun karşısında sessiz kaldığını görünce, kalbinin nurunu örten perde kenara itildi ve şöyle söyledi: "Bu nasıl bir İlahtır; sahradaki bir tilkiden kendisini koruyamıyan, beni nasıl koruyacak?!"

    O, bu olayı gördükten sonra puta tapmayı bırakıp, bir olan Allah'a inanarak O'na tapmaya başladı. O, Resulullah'ı (s.a.a) ziyaret etmeden üç yıl önce namaz kılıyordu. Bir gün ondan: "Namaz kıldığında hangi kıbleye yöneliyordun?" diye sorduklarında O: "Allah'ın yönelttiği yere doğru."cevabını verdi.[1][


    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

    #2
    Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

    Hak Dini Aramada



    Zikrettiğimiz gibi Ebuzer'in temiz kalpli oluşu, onu tevhide kavuşturdu ve putu terk etmesine neden oldu. Ama bu kadarı ona yetmiyordu. Marifetini tamamlama ve gerçek dini bulma çabasındaydı. Onu Allah'a daha çok bağlayacak, manevi ve ruhi tekamüle eriştirecek bir din arıyordu.

    Ebuzer, bu araştırma sırasında birisinin Mekke'den kalkıp peygamberlik iddiasında bulunduğunu duydu. Daha fazla bilgi alabilmek için kardeşini Mekke'ye yolladı. Kardeşi döndüğünde kısaca şöyle bir haber getirmişti: "O, insanları iyi işlere davet ediyor, kötülükten alıkoyuyor ve yüce ahlakî erdemlere davet ediyor."

    Bu kısa haber Ebuzer'i tatmin etmedi. Kendisinin şahsen gidip yakından araştırması gerektiğini anlayınca ekmeğini, suyunu alıp, Mekke'ye doğru yola koyuldu. Mekke'ye vardığında gördü ki Peygamber ile görüşmek kolay değil. Bir taraftan onu tanımıyor, evini bilmiyor, diğer taraftan da orada baskı söz konusu idi. Eğer Kureyş, birisinin gelip Muhammed'i (s.a.a) görmek ve O'nun getirdiklerini öğrenmek istediğini duyduklarında onun suyunu ısıtırlardı. Bu yüzden akşama kadar bir yolunu bulamadı. Gece karardığında Mescid-ül Haram'da kalmak istiyordu. Onun yabancı birisi olduğu, Hz. Ali'nin (a.s) dikkatini çekmişti. Ali (a.s), ona yaklaşarak: "Sen hangi kabiledensin?" diye sordu. O: "Gifar kabilesinden" diye cevap verdi. Ali (a.s), şefkat ve merhamet dolu bir dille onu evine davet etti. O, Ali'nin (a.s) davetini kabul etti ve geceyi orada geçirdi, ama sırrını ona açmadı. Hz. Ali de bir şey sormadı.

    Ebuzer, ertesi gün de kaybettiğini aradı, ama hiç bir netice alamadı. Akşamleyin Mescid-ül Haram'a dönüp geceyi orada geçirmek istiyordu. Yine Ali (a.s), ona yaklaşarak şöyle dedi: "Kendi evinin yolunu tanımanın zamanı gelmedi mi daha?"

    Hz. Ali'nin (a.s) şefkatli daveti üzerine bir gece daha O'nun evinde yattı. Yine ne Ali (a.s) ondan sordu, ne de o, kendi kalbindeki sözü ona açtı. Ancak evi terk ederken dedi ki: "Başkasına söylemeyeceğine söz verirsen sana bir şey söylemek istiyorum. Ali (a.s), ona söz verdi. Ebuzer, Mekke'ye gelmekteki hedefinin ne olduğunu O'na açıkladı. Kardeşinin yeterli haberler getiremediğini, kendisinin O'nu yakından görmek istediğini ve sözlerini duymak istediğini söyledi.

    Ali (a.s) ona şu cavabı verdi: "Ben yarın seni, Peygamber'in (s.a.a) olduğu yere götüreceğim, ama Resulullah'ın (s.a.a) düşmanları bu durumu bilseler sana eziyet ederler. İyisi mi sen beni takip et. Eğer yolda Peygamber'in (s.a.a) düşmanlarıyla karşılaşırsam bir şeyle meşgul oluyormuş gibi kendimi göstereceğim. Bu sırada sen yoluna devam et, ben sana ulaşırım. Eğer onlarla karşılaşmazsam beni takip eder, girdiğim eve sen de girersin."

    Böylece günün birinde Hz. Ali'yi (a.s) takip ederek, Peygamber'i (s.a.a) görme şerefine nail oldu. [2][2]

    Başka bir nakle göre de Ebuzer, Peygamber'in (s.a.a) huzuruna vardığında Arap cahiliyye geleneğine göre selam verdi; "Günün hayır olsun" diye. Peygamber de (s.a.a) İslam'a göre cevap verdi; "Aleyke-s Selam." Ebuzer dedi ki: "Şiirini oku." Peygamber: "Ben şiir söylemiyorum; benim söylediğim Kur'an-ı Kerim'dir ki O da Allah'ın sözünden başka bir şey değildir." Ebuzer: "Benim için biraz Kur'an'dan okuyunuz o zaman." dedi.

    Resulullah (s.a.a), Kur'an'ın surelerinden birisini okumaya başladı. Ebuzer dikkatle O'nu dinliyordu. Az sonra Ebuzer yüksek sesle şöyle dedi: "Eşhedu en la ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden Abduhu ve Resuluh."

    Peygamber (s.a.a): "Hangi kabiledensin?" diye sordu. Ebuzer cevabında: "Gifar kabilesindenim"dedi. Resulullah (s.a.a), tebessüm etti ve onu süzmeye başladı. Ebuzer, kendisinin müslüman oluşundan, Resulullah'ın (s.a.a) hayrete düştüğünü biliyordu. Çünkü onların kabilesi yağmacılık, soygunculuk ve yan kesicilikle meşhur idi. Yeni ve henüz zayıf olan bir dine böylesine bir kabileden gelip katılma şaşılacak bir şeydi. Daha sonra Resulullah (s.a.a) buyurdular ki: "Allah istediğine hidayet verir. Evet, İslam dini, bütün kavimler ve milletler için gelmiştir. Bütün kabileler hidayet olabileceği gibi, Ebuzer de Allah'ın hidayet ettiği kimselerden birisiydi."[3][3]

    Ebuzer, dördüncü ya da beşinci iman eden kimseydi.[4][4] İslam'ın zuhur ettiği ilk günlerde iman edenlerden olduğu için, İslam'da öncülüğe sahipti.

    Kur'an-ı Kerim'in de açıkladığına göre, Resulullah'ın (s.a.a) Peygamberliğinin ilk günlerinde iman edenlerin makamı büyüktür.[5][5] Mekke'nin fethinden önce iman edenler, fazilet ve manevi makam bakımından Mekke'nin fethinden ve İslam'ın yayılmasından sonra iman edenlerden daha üstündür. Yine bu konuda Kuran'ı Kerim'de şöyle okuyoruz: "...Fethten önce mallarını harcayan ve savaşan başkalarıyla bir değildir. Onların, fetihten sonra mallarını harcayan ve savaşanlara karşı derece bakımından büyük bir üstünlükleri var..."[6][6]


    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

    Yorum


      #3
      Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

      İslam'ın İlk Davetçisi



      Ebuzer, müslüman olduğunda Resulullah (s.a.a), halkı gizli olarak İslam'a davet ediyordu. Henüz açık davet ortamı oluşmamıştı. O gün Resulullah (s.a.a) ile beraber müslümanların sayısı beş kişiydi. Bu duruma göre Ebuzer, gizlice iman edip, kimse bilmeden Mekke'yi terk etmeliydi. Ama Ebuzer, çok mücadeleci ve ateşliydi. Sanki bâtılı ortadan kaldırmak ve insanları doğu yola davet etmek için yaratılmıştı.

      Arapların, bir takım ağaçlardan yaptıkları putlara tapmalarından daha büyük yanlışlık ve bâtıl bir şey olamazdı. İşte Ebuzer buna dayanamayıp, bir süre Mekke'de kaldıktan sonra Resulullah'ın (s.a.a) huzuruna vararak vazifesinin ne olduğunu sordu. Resulullah (s.a.a) buyurdular ki: "Sen kendi kavminin arasında İslam'ı tebliğ edebilirsin. Şimdi kendi kabilene dön ve benim emirlerimi bekle."

      Ebuzer dedi ki: "Allah'a yemin ederim ki kavmime dönmeden önce bu halka, İslam'ın sesini duyuracağım ve böylece bu yasağı çiğneyeceğim."

      Bu karar üzerine Kureyş, Mescid-ül Haram'da konuşmakla meşgulken Mescide girerek yüksek sesle: "Eşhedu en la İlahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden Abduhu ve Resuluh" diye bağırdı.

      Tarihin yazdığına göre bu ses, açıkça Kureyş'i savaşa çağıran ilk sesti. Bu ses, arkası olmayan ve Mekke'de akrabası bulunmayan yabancı ve meçhul bir insanın sesiydi.

      Resulullah'ın (s.a.a) tahmin ettiği şey gerçekleşmişti. Bu sesi duyan Kureyş, ona doğru hücum ederek, acımasızca onu dövdüler.

      Bu haber Resulullah'ın (s.a.a) amcası Abbas'a ulaştı. Abbas, Mescid-ul Harama gelerek kendisini Ebuzer'in üzerine attı. Onu müşriklerin şerrinden kurtarmak için şöyle dedi: "Sizin hepiniz tüccarsınız ve ticaret kervanlarınız Gifar kabilesinin yakınından geçiyor. Yarın Kureyş'in ticareti tehlikeye düşüp hiç bir ticaret kervanı oradan sağlam geçemeyecektir."

      Abbas'ın bu sözleri Kureyş'e tesir etti ve onu böylece serbest bıraktılar. Ama Ebuzer çok ateşli, fevkalade cesur ve mücadeleci olduğundan ertesi günü yine aynı yere gelerek, daha önce söylediği sözünü tekrarladı. Yine Kureyş'liler başına üşüşerek, onu şiddetli bir şekilde dövdüler. Abbas önceki günkü söylediklerini tekrarlayarak Ebuzer'in canını kurtardı.[7][7]

      Söylendiği gibi eğer Abbas olmasaydı, Ebuzer'e kurtuluş yoktu. Ebuzer, başına gelen bu olayla İslam için mücadelede geri çekilecek birisi değildi. Bir kaç gün sonra Kâbe'yi tavaf ederken bir kadının, Kâbe'nin yanına konulan 'Asaf' ve 'Naile' adlı iki puta hitap ederek dertlendiğini gördü ve çok üzüldü. Kadına, onların faydasız olduğunu bildirmek için şöyle dedi: "Bu ikisini birbiriyle evlendirsene!"

      Kadın, Ebuzer'in söylediğine kızarak şöyle bağırdı: "Sen müslüman olmuşsun." Kadının bağırmasıyla Kureyş'in gençleri Ebuzer'in başına toplanıp onu dövmeye başladılar. Ama Beni Bekr kabilesinden bir grup ona yardımcı olarak, onların pençesinden kurtardılar.[8][8]


      Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

      Yorum


        #4
        Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

        Gifar Kabilesinin Müslüman Oluşu



        Resulullah (s.a.a), yeni gelen öğrencisinin mücadeleci ve kıyamcı ruhunu çok iyi biliyordu. Ama henüz bunun zamanı olmadığı için, onu kavminin yanına yollayarak, onları İslam'a davet etmesini emretti.

        Ebuzer, kendi kabilesine dönerek Allah (c.c.) tarafından peygamber geldiğini ve inanılacak olan Allah'ın bir olduğunu söylüyor ve onları iyi ahlaklı olmaya, kötülüklerden korunmaya davet ediyordu. Önce Ebuzer'in kardeşi ve annesi müslüman oldu. Daha sonra da kabilesinin yarısı müslüman oldu. Resulullah'ın (s.a.a) Medine'ye hicretinden sonra da geri kalan yarısı müslüman oldu. Eslem kabilesi de onlara bakarak müslüman oldu ve Resulullah'ı (s.a.a) ziyaret ettiler.

        Ebuzer, Bedir ve Uhud savaşından sonra Medine'ye dönüp Resulullah'a (s.a.a) katılarak orada ikamet etti.


        Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

        Yorum


          #5
          Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

          Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyt'ini Müdafaa



          Ebuzer, Resulullah'ın (s.a.a) en büyük yaranından ve en değerli sahabilerinden idi. İslam'ın ilk günlerindeki iman yapısı en sağlam olanlardan biriydi. Gerek Resulullah'ın (s.a.a) hayatında gerekse dünyadan göçtükten sonra, gerçek İslam'ı yaşamaktan ve gerçekçi olmaktan, hiç bir tehdit ve vaadler onu değiştiremedi.

          O, Resulullah'ın (s.a.a) vefatından sonra büyük bir ihtilaf doğmasına rağmen, devamlı olarak Allah Resulü'nün Ehl-i Beyt'inin yanında yer aldı ve onları savunmak için tüm gücünü sarf etti.

          Resulullah'ın (s.a.a) sahabilerinin arasında Ebuzer, O'nun Ehl-i Beyt'ini aşırı seven ikinci şahıstır. Ölünceye dek Hz. Ali'den (a.s) başkasının halifeliğini kabullenmedi. Onun, Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i beyt'ini çok sevdiğine dair delil gerekmez. Çünkü çok açıkça Hz. Ali'yi (a.s) savunmuştur. Bunlardan bazılarını aşağıda sunuyoruz:

          1- Ebu Bekir hilafete getirildiği gün Ebuzer, topluluk içerisinden kalkarak Kureyş'e hitaben şöyle dedi:

          "Ey Kureyş toplumu! Resulullah'ın (s.a.a) yakınlarını terk ettiniz.( İslam hükümetini gerçek yolundan saptırdınız.) Çok geçmez Araplar İslam dininden çıkarlar veya bu dinin gerçekçi olduğundan şüpheye düşerler. Eğer hükümeti asıl sahibine (Ehl-i beyt'e) bıraksaydınız müslümanlar arasında asla ihtilaf olmazdı ve iki kardeş birbirine kılıç çekmezdi.

          Resulullah'ın (s.a.a) hakiki halifesini tayin etmede hak ve adalet unutulmuş, güç ve zorbalık, gerçek mantığın yerini almıştır. Layık olmayanlar ona göz diktikleri için çok kanlar dökülecektir.

          Siz, büyüklerinizin Resulullah'tan (s.a.a) öyle duyduklarını biliyorsunuz: "Halifelik benden sonra Hz. Ali'nin (a.s) ve çocuklarınındır." Ama Resulullah'ın (s.a.a) emrini attınız ve onun vasiyetini unuttunuz. Fani dünyayı, ahirete tercih ettiniz ve ebedi hayatı geçici hayat için sattınız.

          Siz, geçmiş ümmetlerin yolunu tuttunuz. Onlar da kendi peygamberlerinin yolunu terk edip, geriye döndüler ve Allah'ın dinini değiştirdiler. Sizler de onları takip ettiniz ve doğru yoldan ayrıldınız. Şimdi bu sapmaların sonucunu görecek ve Allah'ın azabına duçar olacaksınız."[9][9]

          2- 2- O, Osman'ın hilafeti dönemindeki hac merasimi sırasında, çeşitli yerlerden gelen binlerce Allah'ın evinin misafirlerine, yüksek sesle hitap ederek şöyle dedi:

          "Ey Millet! Beni tanıyanlar için çok iyi, tanımayanlara ise ben kendimi tanıtıyorum: 'Ben, Cundeb bin Cünade; Ebuzer Gifarî'yim.

          Ey millet! Ben Allah'ın Resulü'nden duydum ki şöyle buyurdular: "Benim Ehl-i Beyt'im sizin aranızda Nuh'un gemisi gibidir. Ona binen kurtuluşa erer, terk eden ise boğulur." Yine Hazret'in şöyle buyurduklarını duydum: "Ben sizin aranızda kıymeti biçilmez iki emanet bırakıyorum. Birisi Allah'ın yüce kitabı Kur'an-ı Ker'im, diğeri de Ehl-i Beyt'imdir. Bu ikisine uyduğunuz müddetçe asla sapmazsınız..."

          Ebuzer'in bu sözleri, kalabalık hac mevsiminde Hz. Ali'nin (a.s) haklılığına canlı bir senet olduğundan, Osman bunu duyar duymaz çok üzüldü.

          Ebuzer, Medine'ye döndüğünde bu konuşmasından dolayı suçlanarak tutuklandı.

          Ebuzer, cevabında şöyle dedi: "Resulullah (s.a.a) bana böyle bir şey söyleyeceğimi buyurmuştu. Ben de O'nun emrine uyarak böyle bir konuşmayı yaptım."

          Osman, onun bu sözü için şahit istedi. O da Ali (a.s) ve Miktad'ı şahit gösterdi. Onların şahâdetiyle Ebuzer serbest bırakıldı.[10][10]

          3- 3- Ebuzer, bir kez daha Resulullah'ın (s.a.a) mescidinin kapısına dayanıp, halkı uyandırıcı ateşli bir konuşma yaparak, Ehl-i Beyt'in (a.s) hakkını müdafaa etti ve şöyle dedi: "Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyt'i bizim ışık ve güneşimiz; nur veren ayımız gibidirler. Ali bin Ebi Talip (a.s), Resulullah'ın (s.a.a) vasisi ve ilminin varisçisidir."

          Daha sonra şöyle devam etti: "Ey Resulullah (s.a.a) hakkında şaşkınlığa düşen müslüman! Halife tayininde Resulullah'ın (s.a.a), O'na öncelik verdiğine dair ki sözünü dinleseydiniz ve gerçek halifesini halife tanısaydınız, Allah (c.c.) yerden ve gökten sizi nimetlendrirdi. Ne Allah'ın velisinin hakkı zayi olurdu, ne de Allah'ın ve Resulü'nün hükmü değişirdi.

          Eğer Resulullah'tan (s.a.a) sonra O'nun Ehl-i Beyt'inin hilafetini kabul etseydiniz, Allah'ın hükümlerinin uygulanışında bir ihtilafla karşılaştığınızda cevabını, ilim ve hikmet kaynağı olan Kur'an-ı Kerim'den ve Resulullah'ın (s.a.a) sünneti olan kaynağından su içenlerden alırdınız.

          Ama Resulullah'ın Ehl-i Beyt'ine düşman olduğunuz için, bedbahtlık sizi bekliyor. Zalimler yakında kaderinizi değiştirip, zulme duçar olduğunuzu anlayacaksınız."[11][11]


          Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

          Yorum


            #6
            Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

            Ebuzer'den Daha Doğru Konuşan Yoktur



            Resulullah (s.a.a), Ebuzer'in şahsiyeti ve büyüklüğü hakkında çeşitli sözler buyurmuştur. Ama doğru konuşması hakkında buyurduğu söz hepsinden daha açık ve güzeldir.

            Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor: "Göğün altında ve yerin üzerinde Ebuzer'den daha doğru konuşan bir kimse yoktur."[12][12]

            Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Ebuzer, acaba Peygamber ve imamdan da mı daha doğru konuşandı?

            İmam-ı Cafer-i Sadık (a.s) bir örnek vererek bunun cevabını buyurmuştur. Birisi imam Cafer-i Sadık'a (a.s) şöyle soru sordu: "Resulullah (s.a.a), Ebuzer'i nasıl en doğru konuşan olarak tanıtabilir. Halbuki Ali (a.s) ve Hasaneyn yeryüzünün en doğru konuşanlarıydı."

            İmam Cafer-i Sadık (a.s) buyurdular ki: "Yılın 12 ayının 4 tanesi muhterem ve aziz aydır. O aylarda savaşlar ve cihat haramdır. Bu dört ay Recep, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem'dir. Ramazan ayı bunlardan daha üstün ve saygın olmasına rağmen bu aylardan sayılmamıştır. (Zira Ramazan ile o aylar, fazilet açısından kıyaslanamaz."

            Daha sonra şöyle buyurdu: "Biz Ehl-i Beyt ile hiç kimse kıyas edilemez." Ebuzer'in bu açıdan üstünlüğü diğer normal insanlaragöredir. Masumlara göre değil. Evet İmam Sadık'ın (a.s) da buyurduğu gibi: "Hiç kimse Ehl-i Beyt'le kıyaslanamaz."[13][13]

            Resulullah'ın (s.a.a), Ebuzer'in doğru konuşmasına şahâdet vermesine rağmen, halifenin ondan şahit istemesi gerçekten şaşılacak bir durumdur. Acaba Resulullah'ın (s.a.a) o büyük sahabisinin doğrulukla meşhur olduğunu bütün müslümanlar biliyordu da, sadece halife mi bilmiyordu; yoksa onun işine gelmeyen bir takım sözler söylediği için mi şahit istiyordu!?


            Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

            Yorum


              #7
              Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

              Zahitliği Ve Kendinden Geçmişliği



              Ebuzer, çok zahit birisiydi. Sade yaşantısında Hz. Resulullah'a (s.a.a) uyuyordu. Hiç bir zaman dünya ve onun güzellikleri onu etkileyemedi ve onu doğru yoldan hiç bir şey saptıramadı. Onun zahitliği hakkında Resulullah'ın (s.a.a) şu sözü yeterlidir: "İsa bin Meryem'in zahitliğini görmek isteyen, Ebuzer'in zahitliğine baksın."[14][14]

              Şüphesiz Ebuzer'in zahitliği ve kendinden geçmişliği, aldığı İslami eğitim ve öğretiminden kaynaklanıyordu. Kendisinin de böyle bir eğilimi olmasının yanında, bu hasleti bizzat Hz. Resulullah'ın (s.a.a) zahitliğinin tesirinden elde etmişti. Hatta kendisi Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmektedir: "Kıyamet günü bana en yakın olanınız, dünya malına aldanmayanınız ve benim zamanımda olduğu gibi ölecek olanınızdır."[15][15]

              Ebuzer'in yaşantı tarzı, Resulullah'tan (s.a.a) sonra Rebeze'de can verinceye kadar onun zahitliğine canlı bir şahittir.

              Osman'ın halifelik döneminde İslam hükümetine servetler akıyordu. Bu nedenle müslümanların durumu çok iyiydi. Bir grup dünya ve dünyanın ziynetlerine aldanmış kimseler -ki fazilet ve takvada asla Ebuzer'e yetişemezlerdi- köle, para, pul sahibi olmuşlardı. Oysa bunların hiç birisinde Ebuzer'in gözü yoktu. O, mal ve servetlerin gerçek sahiplerine ulaşması için çalışıyordu. Osman'ın Beyt-ul malı kendi yakınlarına peşkeş çektiğini görünce onu şiddetle eleştirmeğe başladı.

              Osman, ona bir şeyler vermekle susturacağını sanıyordu. Onun için 200 dinar ayırıp iki kölesiyle Ebuzer'e yolladı. Ebuzer, kölelere sordu: Osman aynı şekilde diğer müslümanlara da verdi mi?

              - Hayır.

              -Ben de onlardan birisiyim. Eğer bir şey onların arasında taksim olunursa bana da ulaşır; yoksa asla kabul etmem!

              -Halife, bu parayı kendi şahsi malından verdi ve asla haram karışmamıştır.

              -Ben şimdilik bu paraya muhtaç değilim. Şu anda hiç ihtiyacı olmayan birisiyim.

              -Biz senin evinde hiç bir şey görmüyoruz. Sen nasıl hiç bir şeye muhtaç olmadığını söylersin?

              -Benim şu gördüğünüz cübbemin altında kaç günden kalma iki parça ekmeğim var. Acıkırsam bundan bir kaç lokma yer ve onunla yetinirim. Böyle dinarlara ihtiyacım kalmaz. Bu paraları Osman'ın kendisine verin ve ona şöyle söyleyin: "Bu paralara benim ihtiyacım yok. Halkın muhakemesi seninle benim aramızda kalsın. Adil olan Allah, kıyamet günü hakiki hakimliği yapacaktır." [16] [16]

              O, fevkalade zahitliğinin yanısıra, büyük ve adil bir ruha sahipti. Her gün sabahleyin okuduğu duada Allah'tan, alçak insanlara muhtaç olmamasını niyaz ederdi.

              Bir gün Cebrail-i Emin, Resulullah'ın (s.a.a) yareninden birisinin şeklinde O hazrete inmişti. Bu sırada Ebuzer, O hazretin yanına vardı. Cebrail: "Kim bu, ya Resulullah?" diye sordu. Hazret: "Ebuzer" diye cevap verdiler. Cebrail şöyle dedi: "O göklerde, yerdekinden daha meşhurdur. Ona sorar mısınız sabahları hangi duayı okuyor?"

              Ebuzer, Resulullah'ın (s.a.a) cevabında zikri geçen duayı okudu.[17][17]



              Müslümanlardan birisi, Ebuzer'in eski bir elbiseyle namaz kıldığını görünce şöyle sordu:

              - Bundan başka elbisen yok mu?

              - Olsaydı giyinirdim.

              - Kaç gün önce iki kat elbisen vardı.

              - Onları, benden daha çok ihtiyacı olan birisine verdim.

              - Yemin ederim ki senin daha fazla ihtiyacın var.

              - Allah, seni affetsin; dünyayı büyük görüyorsun. Omuzumda gördüğün cübbeden başka bir cübbem daha var ki onu mescide gittiğimde giyiniyorum. Kaç tane keçim var, sütünden istifade ediyorum. Kaç tane merkebim var, yükümü taşıyor. Evde işlerimi yapıp, yemeklerimi pişirecek hizmetçim de var. Allah'ın nimetlerinden bundan daha fazla ne isteyebiliriz ki?

              O, keçilerini sağdığında sütünü komşularına dağıtırdı, bazen kendisine bile kalmazdı.[18][18]


              Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

              Yorum


                #8
                Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

                Korkusuzca Açık Konuşması



                Ebuzer, çok açık konuşurdu. Hiç bir zaman hakkı gizlemezdi. O, korkusuz ve mücadeleci bir ruha sahip olmasına rağmen, Resulullah'ın (s.a.a) sözleri onu daha fazla korkusuz ve mücadeleci kılıyordu. Resulullah'tan (s.a.a) naklettiği yedi düstur şüphesiz onun ruhuna tesir etmiştir. O, diyordu ki Resulullah (s.a.a), yedi şeyi bana tavsiye ettiler:

                1- Fakirleri sevmemi ve onlardan ayrılmamamı;

                2- 2- Yaşantımda kendimden daha aşağı kimselere bakmamı;

                3- 3- Hiç bir zaman kimseden bir şey istemememi;

                4- 4- Yakınlarımdan kopmamamı ve bana kötülük de yapsalar onlara iyilik etmemi;

                5- 5- Her ne kadar acı da olsa hakkı söylememi;

                6- 6- Allah yolunda başkalarının kınamasından korkmamamı;

                7- 7- Mukaddes "La havle ve la kuvvete illa billah-il aliyy-il azim" zikrini çok söylememi."[19][19]

                Ebuzer, kendi dostlarına bile hakkı söylemekten ve onları eleştirmekten çekinmezdi. O, Bazı müslümanların gayri meşru yoldan ele geçirdikleri makam ve aşırı serveti gördüğünde susamazdı. Onlar, dostlukla yaklaşsalar dahi onlardan uzaklaşırdı.

                Bir gün, Ebu Musa Aş'ari, Ebuzer'i görür görmez "Aferin benim kardeşime" dedi. Ebuzer, onu kendisinden uzaklaştırdı ve şöyle dedi: "Ben, senin kardeşin değilim. Sen kaymakam ve vali olmadan önce senin kardeşin idim."

                O, Ebu Hureyre'nin de gösterdiği aşırı ilgiye tepki gösterdi.[20][20]


                Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                Yorum


                  #9
                  Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

                  Yapıcı Ve Mertce Eleştiri



                  Söylediğimiz gibi Ebuzer, hakkı ve haklı olanı çok açık bir şekilde söylemekten çekinmezdi. Osman'ın hilafeti döneminde birisi ona şöyle sordu: "Halifenin görevlileri vergiyi arttırmışlar; onların malından o miktarı çalmamız doğru mudur?"

                  Ebuzer, böyle bir yolu mertlik bilmediği için ona: "Bu yol doğru değildir. Çaresi malını korumak için kıyam edip, haddinden fazla vermemektir."

                  Halife yanlısı olan Kureyş gençlerinden birisi, bu durumu görünce kızarak dedi ki: "Halife, senin fetva vermeni yasaklamamış mı?"

                  Ebuzer'in kızdığı yüzünden belli oluyordu. Korkusuzca ona şu cevabı verdi: "Allah'a and olsun ki eğer kılıcı benim boğazıma dayasalar, ben Resulullah'tan (s.a.a) duyduğum hadisi, boynum kesilmeden önce söyleyebilirsem, söylerim."[21][21]

                  Şüphesiz böyle açık konuşmak bazılarını gocunduruyor, bazılarını da meşakkate düşürüyordu. Ama Ebuzer, onun bunun rızasını kazanmak için hakkı söylemekten çekinmezdi.

                  O, Rebeze'de sürgün olduğu günlerde, üzülerek açık ve doğru sözlerinin getirdiği kötü sonuçlara bakıp, şöyle diyordu: "Ben o kadar Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker yaptım ki hakkı savunmam arkadaşlarımı benim başımdan dağıttı; şimdi ise yalnız kalmışım."[22][22]


                  Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

                    Halifelik Fitnesiyle Başlayan Mücadele



                    Ebu Bekir ve Ömer'in hilafeti döneminde az da olsa Resulullah'ın (s.a.a) sünneti uygulanıyor ve mal dağılımında kısmi adalet sağlanıyordu. Osman halifeliğe geldiğinde, toplumsal adaleti çiğneyerek halkın malını kendi keyfine göre istediğine bağışlıyordu.

                    İslam mücahitleri cephelerde şehitler vererek düşmanları yenip, ganimetler alıyorlar ve Osman'ın başında bulunduğu İslam devletinin merkezine gönderiyorlardı. Halife de bunları kayıtsız şartsız kendi akrabalarına ve yakınlarına dağıtıyordu. Takvalı, ilimli, faziletli şahıslar ise çeşitli bahanelerle bu ganimetlerden mahrum bırakılıyordu. Halifenin İslam dışı yaptığı bu haksızlıklar o kadar arttı ki büyük sahabiler dahi onu kınadılar. Bu durum tarihin siuah sayfaları arasında kayda geçti. Şimdiye kadar tarihçilerin hiç birisi onu savunmamış ve bugünkü tarihçilerin de hepsi, onun yaptıklarının Resulullah'ın (s.a.a) sünnetine uygun olmadığını açıkça belirtmişlerdir.

                    Osman'ın yaptığı hilaflardan birisi de Beyt-ul malın büyük bir kısmını, amcası Hakem bin Ebil As'a ve onun oğlu, kendisinin damadı olan Mervan'a bağışlamasıdır.

                    Eğer bu şahıslar salih kimseler olsalardı halifenin işi normal sayılabilirdi belki. Ancak bu baba ve oğulun İslam tarihinde çok kötü geçmişleri vardır. Onların Resulullah'a (s.a.a) açıkça düşmanlık ettikleri herkesçe malumdur.


                    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                    Yorum


                      #11
                      Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

                      Hakem Bin Ebil As Kimdir?



                      Resulullah (s.a.a), Mekke'de davetini açığa vurduğunda o, Resulullah'a (s.a.a) muhalefet etmişti. Ebu Lehep, Utbe bin Ebi Muayt ve Ebu Cehil gibi İslam'ın en azılı düşmanlarıyla beraber Resulullah'a (s.a.a) karşı her türlü düşmanlıklarını yaptılar.[23][23]

                      Tanınmış İslam tarihçisi İbn-i Hişam şöyle diyor: "Resulullah'a (s.a.a) komşu olup ona eziyet edenler Ebu Leheb , Hakem bin Abi-l As ve Utbe bin Abi Muayt idi." [24] [24]

                      Hakem bin Abi-l As, cahiliyye devrinde Resulullah'ın (s.a.a) komşusuydu. İslam'ın ilk zamanlarında o, Allah Resulü'nü çok eziyet ederdi. O, Resulullah'ın (s.a.a) en kötü komşularından idi.

                      Hakem, Mekke'nin fethinden sonra zahiri olarak müslüman oldu ve Medine'ye geldi. Ama doğru dürüst bir inancı yoktu.

                      Resulullah (s.a.a) yürüdüğünde o, Hazretin peşi sıra yürüyüp çeşitli edalar çıkarıp, göz kaş oynatarak, Hazret'i maskaraya alacak şekilde hakaret ederdi.

                      Resulullah (s.a.a) namaz kıldığında O'nun taklidini yapardı. Bunlara ilaveten Resulullah'ın (s.a.a) özel yaşantısına burnunu sokardı. Resulullah (s.a.a), bir gün hanımlarından birisinin evindeyken izinsiz odaya girdi. Resulullah (s.a.a), onu tanıdı ve elinde bir asayla dışarı çıkıp şöyle buyurdular: "Beni bu lanetten rahatlatacak kimse yok mu?" Daha sonra şöyle buyurdular: "Bu adam bu şehirde kalmamalı."

                      Böylece onları Taif şehrine sürgün etti. Bu iki şahıs Resulullah'ın (s.a.a) vefatına kadar Taif'de kaldılar. Resulullah'ın (s.a.a) vefatından sonra Osman, Ebu Bekir'den onları Medine'ye döndürmesini istedi. Ebu Bekir kabul etmedi ve şöyle dedi: "Resulullah'ın (s.a.a) sürdüğünü ben geri döndüremem."

                      Ebu Bekir'den sonra Ömer halifeliğe geldiğinde Osman, yine aynı şeyi istedi. O da kabul etmeyerek Ebu Bekir'in verdiği cevabı verdi.

                      Osman'ın kendisi hilafete geldiğinde onları Medine'ye döndürdü ve şöyle dedi: "Bunlar için ben, Resulullah (s.a.a) ile konuşmuştum. Resulullah (s.a.a), onları Medine'ye döndürecekti ama ecel müsaade etmedi!!" [25][25]

                      Abdullah bin Amr bin As şöyle diyor: "Resulullah'ın (s.a.a) huzurundayken hazret şöyle buyurdular: "Şimdi lanetlenmiş birisi meclise gelecek." Ben, az önce Ömer'in Resulullah'ın (s.a.a) yanına gelmek için elbisesini giydiğini görmüştüm. Kalbim Ömer'in geleceği korkusuyla sıkışıyordu. Aniden Hakem bin Ebi-l As içeri girdi."[26][26]

                      Hâkim şöyle yazıyor: "Resulullah (s.a.a), Hakem'i ve çocuklarını lanetledi."

                      Hakem bin Ebi-l As'ın İslam tarihindeki kötü geçmişi kimseye gizli değildir. Resulullah'a (s.a.a) kötü davranmasından dolayı İslam'ın merkezinden sürülmesine ve de Hz. Resulullah (s.a.a) tarafından lanetlenmesine rağmen Osman, onu Medine'ye döndürerek, onlara saygınlık kazandırdı.


                      Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                      Yorum


                        #12
                        Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

                        Mervan



                        Hakem oğlu Mervan da babası gibi kötü bir geçmişe sahipti. Resulullah (s.a.a) tarafından sürülmüştü.

                        Hâkim Nişâburî kendi Müstedrek kitabında şöyle naklediyor: "Medine'de yeni doğan çocukları Resulullah'a (s.a.a) getiriyorlardı. Mervan da dünyaya geldiğinde, onu Resulullah'ın (s.a.a) huzuruna getirdiler. Hazret, onun hakkında şöyle buyurdular: "Bu mel'un oğlu mel'undur."[27][27]

                        Resulullah (s.a.a), bir gün Hakem'i gördü ve şöyle buyurdu: "Benim ümmetim bu adamın çocuklarından çok işkenceler görecektir."[28][28]

                        Ayşe, Mervan'a şöyle diyordu: "Sen babanın sulbündeyken Resulullah (s.a.a) babanı lanetledi."[29][29]



                        Osman'ın Beyt-ul Maldan Başıboş Harcamaları



                        Bu baba ve oğulun böyle kötü geçmişi olmasına rağmen Osman, yalnızca Resulullah'ın (s.a.a) hükmünü çiğneyerek onları Medine'ye geri getirmekle kalmadı, onları halifelik makamının en yakınları durumuna getirdi. Hesapsız olarak halkın malı olan beyt-ul maldan bunlara bağışta bulunuyordu. Şimdi örnek olarak bunlardan bir kaçına değinmek istiyoruz:

                        1- 1- Osman, Kuzâa kabilesinin (Yemen'de olan bir kabile) zekatını Hakem'e bağışladı. Hakem, Taif'ten Medine'ye döndüğünde üzerinde çok eski bir elbise vardı. Öyle ki bütün Medine'lilerin dikkatini çekmişti. Halifenin evine girip çıktıktan sonra en pahalı elbise ve börkü giyinmişti.[30][30]

                        Abdullah bin Yesâr şöyle diyor: "Osman, Medine çarşısında Beyt-ul malın haznedarını görüp ona, Hakem bin Ebi-l As'a bir miktar para versin diye emir verdi. Hazneci parayı vermedi. Osman, onun vermediğini görünce sıkıştırdı ve şöyle dedi: "Sen bizim haznecimizsin; sana verdiğimizi almalı ve emir vermediğmizde ise susmalısın."

                        Hazneci şöyle dedi: "Yalan söylüyorsun. Ben senin ve yakınlarının haznecisi değil, müslümanların haznecisiyim."

                        Bu tartışmadan sonra Cuma günü Osman, Cuma hutbesi okurken hazneci anahtarları getirip şöyle seslendi: "Millet! Osman zannediyor ki ben onun ve yakınlarının haznecisiyim. Hepiniz bilmelisiniz ki ben, siz müslümanların haznecisiydim. Şimdi anahtarları getirdim" diyerek Osman'a doğru fırlattı. Osman, anahtarları alarak Zeyd bin Sabit'e verdi.[31][31]

                        Belazuri şöyle yazıyor: "Halkı, Osman'a karşı isyan ettiren sebeplerden birisi, Hakem bin Ebi-l As'ı, Kuzâa kabilesinin zekatını toplamakla görevlendirip, toplanan üç yüz bin dirhemin hepsini ona bağışlamasıydı."[32][32]

                        Ehl-i Sünnetin diğer bazı alimleri bu konuyu şöyle yazıyorlar: "Halkın, Osman'a karşı kıyam etmesine sebep olan şeylerden birisi, Resulullah'ın (s.a.a) sürgün ettiğini Medine'ye döndürüp, ona yüz bin dirhem bağışlamasıydı."[33][33]

                        2- Osman, Afrika'dan gelen ganimetlerin humusu olan beş yüz bin dinarı damadı Mervan'a bağışladı. [34] [34]

                        İbn-i Esir şöyle yazıyor: Afrika'nın ganimetinin humusunu Medine'ye getirdiler. Mervan, onu beş yüz bin dinara satın aldı; ama Osman onların parasını ondan almadı ve bedavaya sahihiplenmiş oldu.[35][35]

                        Buna ilaveten Osman, Mısır'dan gelen humusu da Mervan'a bağışladı. Allah'ın emrine uyuyorum diyerek akrabalarına iyilik yapıp, Beyt-ul malı onlara peşkeş çekiyordu.[36][36]

                        Bunlar, hesapsız olarak halifenin Mervan'a bağışladıklarından bir bölümüdür. Bunlara ilaveten (Hz. Fatıma'nın elinden zorla alınan) Fedek arazisini de İslâm devletinin halis malı olarak Mervan'a bağışladı.[37][37] Mervan'dan sonra da Fedek, Mervan'ın çocuklarına miras olarak kaldı. Böylece Resulullah'tan (s.a.a) kızına yetişen malı, ne miras olarak ne de babasının bahşişi olarak ona vermediler. Ama Osman, onu Mervan'a bağışladı ve çocukları onu miras olarak sahiplendiler. Yetmiş yıldan sonra Ömer bin Abdulaziz, onu Hz. Fatıma'nın (a.s) evlatlarına geri verdi.[38][38]

                        Osman'ın beyt-ul mal sofrasından yiyenler sadece Hakem ve Mervan değildi. Osman'ın diğer yakınları da Beyt-ul malı dağıtıyorlardı. Bunların bazı örneklerini de şöyle zikredebiliriz:

                        3- 3- Osman, damadı ve amcası oğlu Mervan'ın kardeşi, Haris bin Hakem'e de yüz bin dirhem bağışladı.[39][39] Buna ilaveten zekat olarak halifeye gelen develeri de Haris'e bağışladı.[40][40]

                        Osman, bunlarla da yetinmeyip Medine'nin çarşısında Resulullah'ın (s.a.a) müslümanlara vakfettiği yeri de Haris'e verdi. [41] [41]

                        4- Yine Osman'ın yakınlarından olan Said bin As'a -ki o, sarhoş ve ayyaşın tekiydi ve İslam tarihinde de iyi bir geçmişe sahip değidi. Babası da Bedir savaşında Hz. Ali'nin (a.s) eliyle öldürülmüştü- yüz bin dirhem bağışladı.

                        Böylece bu korkunç bahşişlere ancak halifenin yakını olamakla hak kazanabiliyordu insanlar!!

                        Bunun üzerine İslam'ın büyüklerinden bir grup halifenin bu işlerine itiraz ettiler. Halife onlara şöyle cevap veriyordu: "Onlar benim yakınlarımdır ve yakınlarına iyilik etmek her müslümanın vazifesidir. Ben de vazifemi yerine getirdim!!" [42] [42]

                        Halifenin özrü kabahatinde büyüktür. Çünkü İslam'ın yakınlarına iyilik yapmayı emretmesi doğrudur; fakat insanın kendi malından bağışlayarak iyilikte bulunmayı emretmiştir, yoksa başkalarının malını yakınlara yedirmenin hiçbir sevabı olmadığı gibi çok büyük bir günahtır da.

                        5- 5- Osman, yedi yüz bin dirhem Abdullah bin Halit bin Useyd'e verdi.[43][43]

                        Yakubi şöyle yazıyor: "Osman, kızını Abdullah bin Halit bin Useyd'e verdi ve Basra'nın valisi Abdullah bin Amir'e Beyt-ul maldan ona, altı yüz bin dirhem vermesini emretti." [44] [44]

                        6- 6- İki yüz bin dirhem Ebu Sufyan'a bağışlamıştır ki tarihte onun yaptıkları kimseye gizli değildir. [45]


                        Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                        Yorum


                          #13
                          Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

                          Beyt-ül Malı Taksim Etmede Hz. Hz. Ali'nin (a.s) Örnek Adaleti



                          Ali (a.s), kısa müddetli olan halifelik döneminde, Osman'ın tersine Beyt-ul malı taksim etmede en küçük taviz bile vermiyordu. Hiç kimseyi diğerine tercih etmiyordu. Valilerden her hangi birisinin bunu ihlal ettikleri raporunu alır almaz onları sorguluyor ve şiiddetle cezalandırıyordu.

                          Emir-ül Mü'minin (a.s), Mekke'nin valisi Kusam bin Abbas'a şöyle bir mektup yazdı: "Beyt-ul maldan sana gelenleri fakirler ve çoluk çocuk arasında taksim et. Bu malların sadece fakirlere dağıtılmasına dikkat et. Eğer artarsa buradaki fakirleri doyurmak için bize yollamalısın."

                          Ali (a.s), beyt-u malın müsthak olan yerlerinde kullanılmasına özen gösteriyor ve kimsenin, ihtiyacı olmadan bir dinar dahi almasına müsaade etmiyordu.

                          Emir-ül Mü'minin'nin (a.s) hilafeti döneminde Abdullah bin Zam'a (O Hazretin yareninden), Hazretin huzuruna varıp bir miktar Beyt-ul mal istediler. Emir-ül Mü'minin ona şöyle buyurdu: "Bu mallar ne benimdir, ne de senin. Bütün müslümanların malıdır. İslam askerlerinin kılıcı sayesinde toplanmıştır. Eğer sen de mücahitler gibi cephelerde çarpıştınsa onların aldığı kadar sen de alırsın. Yoksa ben, onların zahmetinin karşılığını başkasına veremem."[46][46]

                          Osman da Ali (a.s) gibi İslami ölçülere göre Beyt-ul malı taksim etseydi, öldürülmeyecek ve kendisinden sonra müslümanlar arasında böyle karışıklıklar da yaşanmayacaktı.

                          Emir-ül Mü'minin (a.s)'nin kendi hükümeti döneminde İsfahan'dan, bir gün bir miktar Beyt-ul mal geldi. Onun üzerinde bir parça da ekmek vardı. Ali (a.s) malları yedi kısma böldü. Daha sonra parça ekmeği de yedi kısma böldü. Her malın üzerine bir parça da ekmek koydu. Sonra ilk kim alsın diye kura çekti. [47][47]

                          Emir-ül Mü'minin (a.s), Kur'an-ı ölçü olarak aldığı için Beyt-ul malın dağıtımında Arap-Acem, siyah-beyaz vb. ayırımı yapmazdı.

                          Bir gün, birisi Arap olan ve kölelikten serbest bırakılan iki kadın Hz. Ali'nin (a.s) yanına gelerek ihtiyaçları olduğunu dile getirdiler. Hazret, onlara eşit bir şekilde buğday ve de 40 dirhem verilmesini emretti. Arap kadın itiraz ederek şöyle dedi: "Neden bizi eşit olarak görüyorsun? Ben, ondan üstünüm!" İmam (a.s) buyurdular: "Allah'ın kitabında İsmail oğulları İshak oğullarına üstün kılınmamıştır."


                          Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                          Yorum


                            #14
                            Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

                            Aşırı Servet Ve Mallar



                            Osman, Beyt-ul maldan sadece yakınlarını zenginleştirmekle kalmayıp, dünyaperest kimselerin de meşru ve gayri meşru yoldan zenginleşmelerine sebep olmuştu. Bunlardan bazılarını aşağıda zikredeceğiz:

                            1- Halifenin kendisi, zamanının en zenginlerinden idi. Peşin olarak yüz elli bin ve bir milyon dirhemi ve gayri menkul olarak bağ-bahçe, deve-koyun gibi yüz bin dinar değerinde serveti vardı.

                            2- Abdurrahman bin Avf, Osman'ın yandaşlarından biriydi. Osman'ın zamanında öldü ve çok sayıda serveti kaldı. O öldükten sonra, paralarını keseler içerisinde halifenin huzuruna yığdıklarında, paranın diğer tarafında olan görünmüyordu. Dört kadını arasında taksim edildiğinde her birine 80 bin dinar düştü.

                            3- 3- Zeyd bin Sabit'in şaşılacak bir serveti vardı. Öyle ki ölümünden sonra işlenmemiş altınları baltayla kırılarak, çocukları arasında paylaştırıldı.

                            4- 4- Talha'nın mirasından biri de yüz öküz derisi altın idi. Osman, mısırlılar tarafından muhasara altına alındığında şikayetlenip şöyle dedi: "Ben ona kaç öküz derisi altın hediye ettim. Ama o benim bu iyiliklerim karşısında beni öldürmek istiyor." [48] [48]

                            Bunlar halifenin, müslümanların malından bağışladıkları ve halifenin göz yummasıyla meşru ve gayri meşru yollardan elde edilen servetlerden birer örnekti. Hepsini zikretmeye kalkışacak olursak çok uzun süreceği malumunuzdur.

                            Burada aziz okuyucularımıza Emir-ül Mü'minin Hz. Ali'nin (a.s) 'Şıkşıkiye' hutbesinin bir kısmını sunmamızda yarar var:

                            Hazret şöyle buyurmuştur: "Üçüncüsü (Osman), iş başına geldiğinde, yemekten ve boşalmaktan başka bir işi yoktu. Sadece kendisi Beyt-ul malı dağıtmıyordu, yakınları da (Beni Umeyye) baharda yeşil ota saldıran develer gibi Beyt-ul malı yediler. Ama onun durumu dağıldı ve kötü ameli ölümünü yaklaştırdı. Müslümanların malını ona buna dağıtması ve israf etmesi onu yıktı ve ömrüne son verdirdi."[49][49]

                            Osman'ın bu tutumu, Hz. Ali'nin (a.s) hilafetinde çok zorluklar çıkarmıştır. Çünkü Osman'ın zamanında milyoner olanlar, Hz. Ali'nin (a.s) adil hükümetinde menfaatlerini tehlikede gördüler ve asayişi bozup adaletin icra olmasına mani oldular. Ali (a.s), hilafetinin ilk günlerinde Osman'ın bol keseden dağıttığına işaret ederek şöyle buyurdu: "Osman'ın ona buna bağışladığı tarlaları ve malları çok yakında Beyt-ul mal sandığına geri döndüreceğim."[50][50]


                            Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                            Yorum


                              #15
                              Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

                              Servet Sahiplerine Uyarı



                              Geçmişte açıkladığımıza göre Ebuzer'in halifeyle mücadelesinin sebebi belli oldu. Ebuzer, Resulullah'a (s.a.a) verdiği ahdin hükmü ve de hakkı ve adaleti savunmak için İslam'ın onun boynunda olan risaleti gereğince, halifenin yanlış işleri karşısında direnip onu eleştiriyordu. Ayrıca halifenin bağışlarıyla mal servet sahibi olanları da, Allah'ın azabından korkutuyordu. O, gittiği her yerde çarşıda, pazarda, camide, sokakta, para ve mal stok edenleri kınayıcı şu âyet-i kerimeyi okuyordu: "Altını, gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamayanları elemli bir azapla müjdele."[51][51] Bu ayeti okumakla Osman'ın hükümetini baltalayıp, onları ateş ehli olarak tanıtıyordu.

                              Osman, Ebuzer'in eleştirilerinden üzüntü duyduğunu ve bunlardan vazgeçmesini belirten bir mesaj yolladı. Ebuzer ise mesajın cevabında ona şöyle bir cevap yolladı:

                              "Osman, beni Allah'ın kitabını okumamdan mı alıkoymak istiyor? Eğer Osman'ı kızdırmam ile Allah'ı razı ediyor isem, onu razı edip Allah'ı gazablandırmamdan daha iyidir."[52][52]

                              Böyle açık sözlülük, Ebuzer'in ayrımcılık ve adaletsizlik karşısında yılmadan direnişinin simgesidir. O, Halifelik makamına eleştirilerinden kesinlikle vazgeçmeyeceğini bildirdi. Ama teorilerini icra etmeden meydana gelen bir hadise Ebuzer ile halifenin irtibatını kesti.


                              Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                              Yorum

                              YUKARI ÇIK
                              Çalışıyor...
                              X