Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Ebuzer-i Gıfârî'

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #31
    Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

    Tarihin Cinayeti



    Osman'ın, İslam'ın zıddına olan işleri kendi zamanında herkese açık ve belliydi. Resulullah'ın (s.a.a) yarenlernnden bir grup da onun bu değersiz işlerini devamlı olarak eleştiriyordu. Daha sonraki asırlarda mutaassıp muhaddisler ve tarihçiler halifenin, Resulullah'ın (s.a.a) mücahit dostu Ebuzer'i sürgün etme suçunu örtbas etmek için, nice yalanlar ve yorumlar nakletmişlerdir.

    Gerçi bu yorumlar o kadar esassızdır ki bunların yalanı hiç bir insaflı ve alim kimseye gizli değildir; ama yine de konun tekmili ve olaylardan hebersiz kimselere yardımcı olmak için bunlardan bazılarını zikredip değerlendireceğiz.


    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

    Yorum


      #32
      Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

      Buhari'nin İftirası



      İslam tarihinde ilk kez Ehl-i sünnet muhaddis'lerinden 'Muhammed bin İsmail Buhari', Osman'ı savunup kendi sahihinde şöyle demiştir: "Ebuzer, sadece 'Kenz' ayetinin içeriği ve tefsiri hakkında Muaviye ile muhalefet etmiştir; Osman ile hiç bir ihtilafı yoktu! Ebuzer, halkın kendi aleyhine tahrik olduğunu görünce kendi isteği ile Medine'yi terk edip Rebeze'ye göçtü!!"

      İşte, Buhari'nin kendi yazdıkları:

      Zeyd bin Vahap diyor ki: "Ben Rebeze'de Ebuzer ile görüştüm. Neden orada kaldığını sordum."

      Dedi ki: "Şam'da idim. Muaviye ile Kenz ayeti hakkında ihtilafımız oldu. O, ayetin sadece Ehl-i kitap hakkında olduğunu; ben de hem Ehl-i kitap, hem de müslümanlar hakkında olduğunu söylüyordum. O beni, halifeye şikayet etti. Halife, beni Şam'dan Medine'ye getirtti. Medine'ye vardığımda halk bana muhalefet etti. Sanki beni tanımıyorlardı. Ben olayı, Osman'a anlattığımda o, bana dedi ki: "İstersen Medine'de kal, istersen halkın itirazından kurtulmak için başka bir yere git!!" Böylece burayı seçtim. Eğer bana siyah bir köleyi hükümran olarak verse yine ona itaat ederim!!"[67][67]

      Buhari bu asılsız hikayeyi nakletmekle, Ebuzer ile hakim sulta arasında olan büyük ihtilafları ve Ebuzer'in sürülmesine sebep olan hakikati örtbas edip olayı başka türlü göstermek istiyor. Ancak tarihin mütevatir metinleri, geçmiş sayfalarda da açıkladığımız gibi hakikatleri sergileyerek, en küçük belirsizlik dahi bırakmamıştır.

      Buna ilaveten, Buhari'nin naklini doğru bile farz etsek, Ebuzer'in Rebeze'ye gidişi kendi isteği üzere gerçekleştiyse, peki ya Şam'a gitmesi nasıl yorumlanacak? Acaba Ebuzer, kendi gönlüyle mi gitmişti, yoksa halife mi onu Rebeze'den önce oraya sürmüştü?!

      Osman, hicretin 30. yılları sırasında Kur'an'ı toplattırıp, Kufe, Basra, Şam gibi büyük şehirlere birer nüsha yollayarak, "Bütün Kari'ler bu Kur'an'ın yüzünden okumalıdır; ta ki lehçe ve diğer ihtilaflar ortadan kalksın",diye emir yayınladı.

      Aynı zamanda ilk kez Kenz ayeti hakkında Osman ile Ubeyy bin Kâb'ın arasında ihtilaf çıktı. Halife şöyle dedi: "Ayette 'Atıf Vavı' yoktur. Ayetin ikinci kısmı sadece Ehl-i kitap hakkında nazil olmuştur." Ama Ubeyy bin Kâb ayette 'Atıf Vavı'nın olduğunda ısrar ediyordu. Buna göre ayetin manası müslüman ve gayri müslüman herkesi kapsıyordu.

      Bunların arasındaki ihtilaf o kadar şiddetlendi ki Ubeyy bin Ka'b: "(Vav'ı) yerine bırak, yoksa kılıcımı kılıfından çekerim" dedi. Osman çaresiz kalıp (Vav'ı) yerine koydu.[68][68]

      Burada şunu sormak gerekir: Nasıl oldu da Ubeyy bin Kâ'b'ın, halife ile olan muhalefeti bu maceraların yarısını bile doğurmadı da, bu ayet hakkında Ebuzer'in Muaviye ile olan ihtilafı bu büyük hadiseye yol açtı; böylece Ebuzer, Şam'dan Medine'ye getirildi; daha sonra da halkın baskısı altında kalarak Medine'yi terk etti?!


      Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

      Yorum


        #33
        Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

        Belazuri'nin İftirası



        Meşhur tarihçi Belazuri kendi kitabı Ensab-ul Eşraf'da Ebuzer ile halife hakkında bir takım hakikatleri beyan etmiştir. Fakat bahsin sonunda asılsız bir hikayeyi de nakletmekle, açıkça hakikati tahrif etmiştir.

        O, Buşr bin Havşeb adlı birisinden o da babasındanşöyle naklediyor: "Ben Rebeze çölünden geçiyordum. Yaşlı ve ak sakallı birisinin çadırda yaşadığını gördüm. Bu kimdir diye sordum.

        Dediler ki: "Ebuzer, Resulullah'ın (s.a.a) sahabisi."

        Ona dedim ki : "Burası Benî Gifar kabilesinin yeri değil."

        Dedi ki: "Ben buraya zorla gelmişim."

        Daha sonra Buşr diyor ki: "Ben bu olayı Said bin Musayyib'e dedim. O, Ebuzer'i yalanlayarak şöyle dedi: "O, kendi isteğine göre Medine'yi terk edip Rebeze'ye göçmüştür!!"[69][69]



        Belazuri'nin Rivayetinin Değerlendirmesi



        Buşr bin Havşeb'in babasından naklolunan hadisenin son bölümü bir kaç delile göre yalandır.

        1- Ebuzer'i yalanlamak, Resulullah'ı (s.a.a) yalanlamaktır. Çünkü Resulullah (s.a.a), onun hakkında şöyle buyurmuştur: "Göğün altında ve yerin üzerinde Ebuzer'den daha doğru konuşan birisi yoktur."

        2- Ebuzer'in sürgün edileceğinin, Resulullah (s.a.a) tarafından haber verildiğini bütün tarihçiler ve muhaddisler nakletmiştir. Biz de geçmiş sayfalarda Muruc-uz Zehep'den bu konuyu nakletmiştik.

        3- Nasıl olurda bir şahıs İslam merkezini terk edipte sahraya göçer? Acaba normal birisi böyle bir şeyi yapar mı? Kaldı ki Belazuri'nin kendisi Ebuzer'den "Osman, beni sahraya sürdü" sözünü de nakletmiştir!![70][70]

        4- Belazuri'nin kendisi, bu konunun tersini başka bir yerde şöyle yazıyor: "Ebuzer'in Rebeze'de ölüm haberini duyan Osman, 'Allah rahmet etsin' dedi. Ammar da hazır bulunduğu o toplulukta şöyle dedi: "Evet Allah, Ebuzer'e rahmet etsin."

        Osman, Ammar'ın sözüne kızıp, ona hakaret etti ve daha sonra şöyle dedi: "Ebuzer'i sürdüğümden pişman olduğumu mu sanıyorsun?"

        Bu sırada Ammar'a kırbaç vurmalarını emretti. Bununla da yetinmeyerek şöyle dedi: "Sen de Rebeze'ye gitmelisin!!"

        Ammar, Rebeze'ye gitmeye hazırlanmıştı. Benî Mahzum kabilesi, Ammar ile yıllar önce dostluk ve birbirlerini savunma ahdi bağlamışlardı. Hz. Ali'nin (a.s) huzuruna vararak O'ndan, Osman ile konuşup Ammar'ın sürgüne gönderilmesine mani olmasını istediler.

        Ali (a.s), Osman'a dedi ki: "Allah'tan kork. Sen salih ve müslüman birisini sürgün ettin ve sürgün yerinde öldü; şimdi de başka bir büyük şahsiyeti mi sürmek istiyorsun?!"

        Ali (a.s) ile Osman arasında tartışma büyüdü. Osman dedi ki: "Sen sürgüne daha layıksın!"

        Ali (a.s) buyurdular ki: "Olsun. Beni sürecek isen, hadi ne bekliyorsun?"

        Bu esnada Muhacirler toplanıp Osman'a dediler ki: "Seninle iki kelime konuşmak isteyeni sürmen doğru değildir."

        Bu muhalefetler karşısında Osman, Ammar'ı sürgün etmekten vazgeçti.[71][71]

        Bu açık deliller karşısında Belazuri'nin, Said bin Musayyib'in sözlerine itimat etmesini anlamak mümkün değil!

        Bu deliller hakikati belirtmek için yeterli değil mi?

        Belazuri'nin, Ebuzer'in hakkında yazdığı ve naklettiği bu çelişkili sözleri, araştırmacıları gerçekten hayrete düşürmüştür.

        O, bir taraftan Ali (a.s) ve Ammar'ın, Osman ile tartışmasını naklediyor, diğer taraftan da diyor ki: Osman'a sordular: "Ebuzer, kendisini senin sürdüğünü söylüyor. Bu nasıl olur?"

        Osman cevaben: "Hayır böyle bir şey yoktur. Ebuzer'in İslam'daki fazileti benim yanımda sabittir" diyor.[72][72]

        Bu çelişkiler nasıl yorumlanabilir?


        Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

        Yorum


          #34
          Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

          Taberi'nin Cinayeti



          Ebuzer'in sürgün edilmesini nakledip onun hakkını zayi edenlerden bir diğer meşhur tarihçi de Ebu Cafer Taberi'dir. O, kendi tarih kitabında olayı öyle bir şekilde nakletmiştir ki rivayetin metni ve senedi onun yalan olduğunu açıkça gösteriyor.

          Biz onun rivayetini değerlendirmeden önce, okuyucularımızın, rivayette geçen şu bölüme dikkat etmelerini istiyoruz:

          "...Hicretin 30. yılında Ebuzer, Şam'dan Medine'ye sürüldü. Bu konuda çok şeyler söylenmiştir. Ben onları söylemek istemiyorum. Ama bu konuda Muaviye'yi mazur görenler görüşü "Sürri"nin bana naklettiği şu hikayeye dayanmaktadır:

          İbn-i Sevda (Abdullah bin Saba)'nın bu işte eli vardı. O, Şam'a geldiği gün, Ebuzer'le görüşüp, ona şöyle dedi:

          "Ey Ebuzer! Muaviye, müslümanların malını, Allah'ın malı olarak adlandırıp, bu yoldan müslümanların malını kendine çekip, onların adını mahvederek onları mahrum kıldı."

          Ebuzer, Muaviye'nin yanına giderek şöyle dedi: "Neden müslümanların malını, Allah'ın malı diye adlandırıyorsun?"

          Muaviye şöyle cevap verdi: "Allah, sana rahmet etsin ey Ebuzer! Bizler Allah'ın kulları değil miyiz? Mal Allah'ın malı, kullar Allah'ın kulları ve emir de Allah'ın emri değil midir?"

          Ebuzer: "Böyle söyleme" dedi.

          Muaviye cevap verdi: "Ben demiyorum mal Allah'ın malı değildir. Ben Müslümanların malıdır diyorum."

          Abdullah bin Saba, Ebu Derda ve Ubade bin Sabit'in peşi sıra gidip, onları da tahrik etmek istedi. Abu Derda, onu tutuklayıp Muaviye'ye götürerek dedi ki: "Ebuzer'i senin aleyhine tahrik eden işte budur."

          Ebuzer, Şam'da oturuyor ve Tahrim suresinin Kenz ayetini okuyordu. Zenginleri fakirler ile eşitliğe davet ediyor ve onları tahrik ediyordu. Zenginler onu, Muaviye'ye şikayet ettiler. O da Osman'dan talimat istedi. Osman da onun yol harcını verip iyi davranmasını emretti.

          Ebuzer, Medine'ye vardığında Osman: "Şam halkı neden seni şikayet ettiler?" dedi.

          Ebuzer, cevap verdi: "Allah'ın malı dememeliler ve zenginler de mal biriktirmemelidirler." Böylece bir tartışma oldu. Daha sonra Ebuzer, Osman'dan Medine'yi terk etmek için izin istedi. Osman dedi: "Medine'yi daha kötü bir yerle mi değiştiriyorsun?"

          Ebuzer: Resulullah (s.a.a) buyurdular ki: "Medine'de Baras hastalığı yayılırsa orayı terk et!"

          Osman: "Peki, Resulullah'ın (s.a.a) emrine uy." dedi.

          Ebuzer de Medine'yi terk edip Rebeze'de ikamet ederek, orada bir de cami yaptı. Osman, bir kaç tane deve, iki tane de köle bağışlayıp mesaj yolladı. Ve hicretten sonra göçebe olmasın diye de bazen Medine'ye uğramasını istedi.[73][73]

          Taberi'nin rivayeti işte budur. Şimdi bakalım senet bakımından ne derece itimat edilebilir?


          Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

          Yorum


            #35
            Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

            Taberi'nin Rivayetinin Değerlendirmesi



            Taberi'nin rivayetinin ravileri beş şahıstır:

            1-Sürrî

            2-Şuayb bin İbrahim

            3-Atiyye bin Said-il Ufiyy-il Kufî

            4- 4- Seyf bin Ömer

            5- 5- Yezit Fak'âsî

            Bu şahısların rivayetleri, hadis alimlerinin nazarında değersiz ve itibar edilmeyecek niteliktedir. Çünkü Sürrî, yalancı ve hadis uyduran biridir. Şuayb bin İbrahim de muhaddisler yanında durumu meçhuldür. Doğru sözlülüğü veya yalancılığı bilinmeyen biridir.

            Seyf bin Ömer de hadis uyduran biridir. Hadis otoriteleri onun rivayetlerine itibar etmezler.

            Yezid bin Fak'asî de meçhul birisidir.

            Atiyyet-u Ufî ise tartışmalı birisidir. Bazıları, onun rivayetini vusuk (itibar edilen), bazıları da zayıf biliyorlar. Eğer Şia olduğuna ihtimal verilse bile onun adına uydurmuşlardır. Taberi kendi tarihinin 3-4-5. ciltlerinde 701. rivayette hicretin 11'inden 37'sine kadar olan olayları nakletmiştir ve bu dönemin hakikatlerini maalesef ters yüz ederek vermiştir.

            Bu kişilerden sadece 3-4-5. ciltlerde rivayetler nakletmiş. 5. ciltten sonra ise ilginçtir ki diğer ciltlerde, bunlardan hiç bir rivayete rastlanmıyor.

            Acaba Sürrî ve Seyf bin Ömer'in bilgileri, tarihin bu hassas dönemini mi kapsıyordu? O da öyle bir dönem ki sadece mezhep olaylarına içeriyordu.

            Hayır, onlar bu tür yönlendirici rivayetleri tahrif ederek gerçeklerin üzerini örtüp gizlemeye çalışmışlardır.

            Bu rivayetlere dikkat eden kimse bunların hepsinin sahte olduğunu ve birileri tarafından maksatlı olarak uydurulduğu kanaatine varır. Taberi'nin hakikatleri bilmediği sanılmasın, ama ne var ki taassup insanı böyle yapıyor işte!

            Maalesef bu sahte ve meçhul rivayetleri, Taberi'den sonraki tarihçiler de -İbn-i Esakir, İbn-i Esir ve İbn-i Haldun gibi- kendi kitaplarında konuyu incelemeden -gerçekleri yazmıştır- düşüncesiyle nakletmiş ve maalesef sonraki tarihler de yalanlarla dolmuş ve birbiri ardınca tarihi rivayet diye nakletmişlerdir.

            Ama Tarih-i Taberi müsnet olup rivayetlerin senedi belli olduğundan yalan rivayetleri ayırt etmek mümkündür. Önceden de işaret ettiğimiz gibi bu rivayetlerin senedinde yer alan râvîler muteber kimseler değildir.[74][74]

            Buraya kadar Taberi'nin rivayetinin senedini eleştirdik. Şimdi itibar derecesini tam olarak görmemiz için, bir de muhtevasını incelememiz gerekir.


            Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

            Yorum


              #36
              Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

              Taberi'nin Rivayetinin Muhtevası



              Rivayetin muhtevası senedinden daha rezil bir durumdadır. Bunu bir kaç açıdan değerlendirebiliriz:

              1- 1- Bu rivayette Taberi kendi değişine göre Ebuzer'in sürgünü hakkında çok şeyler vardır dedikten sonra, maalesef bunları nakletmekten çekinmiş ve sadece Muaviye'yi savunmaya geçmiştir. Böyle birtutum sergilemek, garezden başka bir şey değil de nedir?

              2- 2- Ebuzer'in, Medine'den Şam'a olan sürgünü es geçilmiş sadece Şam'dan Medine'ye gelmesi söz konusu edilmiştir. Faraza eğer Ebuzer'in, Muaviye ile olan muhalefeti Abdullah bin Saba'nın tahrikiyle olmuştu da peki onun Medine'den Şam'a olan sürgününün sebebi ne idi? Acaba onun, Osman'ın yanlış Ve İslam dışı uygulamalarıyla mücadele etmekten başka suçu var mıydı? Şam'da da aynı mücadeleyi Muaviye'nin aleyhine yapınca tekrar Medine'ye gönderildi.

              3- 3- Bugünkü İslam alimleri, Abdullah bin Saba diye birisinin asla dünyaya gelmediğini ve yaşamadığını, böyle bir şahsın, zalim ve hain tarihçiler tarafından, Osman'ın ve Muaviye'nin cinayetlerini ört bas etmek için çıkarılmış hayali ve masaldan ibaret bir şahıs olduğunu ve çıkan muhalefet ve isyan hareketlerinin körükleyicisi olarak göstermek için uydurulduğunu söylemişlerdir.. Halbuki bu kıyam ve muhalefetlerin sebebi çok açıktır. Sebep, zamanın halifelerinin tutum ve ve davranışları, İslamî esasları açık bir şekilde çiğnemeleriydi. Böylece Abdullah bin Saba'nın, Ebuzer'i tahrik etme meselesinin hiçbir muteber tarihi senedi yoktur ve sadece bir masaldan ibarettir.

              4- 4- Geçmiş sayfalarda Mes'udi'den naklettiğimiz gibi Ebuzer'i Şam'dan Medine'ye intikal ettirirken, ona çok kötü muamele yapılmasının yanında, çıplak devenin üzerine bindirip beş tane acımasız vahşiyi de onu, Medine'ye götürmekle görevlendirdiler. Bu acımasız insanlar deveyi süratlehareket ettirerek, ona istirahat hakkı vermeden, Medine'ye getirdiler. Medine'ye geldiklerinde Ebuzer'in paçaları yaralanmış ve duyduğu acıdan az kalsın ölecek duruma gelmişti.

              5- 5- Ebuzer'in beyt-ul malı, "Allah'ın malı" olarak adlandırılmasından hoşlanmadığı meselesini ileride açıklayacağız inşaallah.

              6- 6- Ebuzer gibi bir şahsiyetin İslam merkezi ve mukaddes Medine şehrini kendi isteği ile terk edip, sahraya göçmesi mümkün müdür? Geçmiş sayfalarda da naklettiğimiz gibi Ebuzer'in, Osman'a olan itirazlarından birisi de, onu Medine'yi terk edip sahraya gitmeğe mecbur etmesiydi. Buna göre Ebuzer'in böyle akılsız bir işi yapması nasıl mümkün olabilir?

              7- 7- Geçmiş sayfalarda delillerini de getirdiğimiz gibi Osman ile Muaviye, Ebuzer'e altın-gümüş hediye ederek susturmaya çalışıyorlardı. Ama Ebuzer, cesurca onları reddedip, tek dinar dahi onlardan almadı.

              Bu hakikatlere nazaran, Osman'ın, Ebuzer'e köle ve develer bağışlamasına hangi saf ve akılsız inanır?


              Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

              Yorum


                #37
                Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

                İbn-i Ebil Hadid Ve İbn-i Esir'in Hakk'ı Zayi Etmesi



                Ebuzer'in sürgün meselesini değiştirip, Osman'ı günahsız çıkaranlardan dördüncüsü de İzzettin bin Esir'i Cezrî'dir. O, Taberi'nin mevzu hikayesinin senetlerini keserek nakletmiştir. O, hicretin 30. yılının hadiselerini beyan ederken şöyle diyor: "Bu yıl da Ebuzer'in macerası meydana geldi. "Muaviye, onu Şam'dan Medine'ye yolladı. Bu konuda çeşitli sebepler zikretmişler. Mesela demişler ki, "Muaviye'nin ona kötü sözler söyledi ve ölümle tehdit etti; sonra da Medine'ye kadar çıplak deve ile gönderdi. Ebuzer, Medine'den zorla sürgün edildi" falan. Ama bu sözler doğru değildir. Eğer doğru olsa bile Osman, mazur bilinmeli ve bu konuda ona itiraz edilmemeli ve eleştirilmemeldir; çünkü müslümanların hakimi, ümmeti terbiye edip, cezalandırmaya yetkilidir."[75][75]

                İbn-i Ebil Hadid de bu olayın benzerini beyan edip Osman'ı, Ebuzer'i sürme işinde suçsuz gösterip, onun bu çirkin işine yorumlar çıkarmıştır. O, şöyle yazıyor: "Osman'ın, Ebuzer'i sürmedeki mazereti, müslümanlar arasında fitnenin yükselmesinden duyduğu korkuydu ve öyle sanıyordu ki Ebuzer'i sürmekle bu ateş sönecektir. Bunun için İslam camiasının yüce maslahatı gereği onu sürdü!! Ümmetin fertlerinin, İslam hakimi tarafından böyle cezalandırılması caiz ve ahlaki yönden de çok doğrudur."

                Daha sonra şunları ekliyor: "Elbette bizim alimlerimiz bu yorumları, amellerinin makul bir tevili ve yorumu olan kimse hakkında yaparlar; ama Muaviye gibi işi iyiye yorumlanmayacak kimsenin yaptıklarını tevil etmezler."[76][76]

                İslam'da hakimin bir takım yetkileri olduğu doğrudur ve ihtiyaç olduğunda bazılarını ıslah edebilir. Ancak bu şahıslar İslam'ın aleyhine çalışıp hak sözü inkar ettiklerinde. Ama herhangi bir müslüman halifeyi, İslamî esaslara riayet etmeğe ve Resulullah'ın (s.a.a) ve halifelerin yolundan gitmeğe davet ederse, acaba halifenin böyle birisini de cezalandırması ve onu bu davetinden dolayı sürmesi mi gerekir, yoksa böyle bir halife zalim olup, müslümanların onu hilafetten almaları mı?

                Ebuzer asla halifeyi, Allah'ın kitabından ve Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinden başka bir şeye davet etmedi. Onu, hesapsız kitapsız bağışlarda bulunmaktan ve haksız yere çirkef Emevileri savunmaktan alıkoymaya çalışıyordu. Şimdi bu ikisinden hangisi sürgüne ve ıslaha daha layıktır, Ebuzer mi yoksa halife mi?!


                Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                Yorum


                  #38
                  Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

                  Osman, Suçluları Cezalandırmaktan Çekiniyordu



                  Eğer Osman, gerçekten suçluları cezalandırmak istiyor idiyse, fitnelerin baş müsebbi olarak lanse edilmeğe çalışılan Abdullah bin Saba'yı neden cezalandırmadı? Ne Muaviye, ondan şikayetçiydi ne de halife onun elinden bıkmıştı. Muaviye ve halife, nedense silahlarını sadece hilafette olan fesat ve adaletsizlik ve tavizle mücadele eden Ebuzer gibilerin üzerine çevirmişlerdi!!

                  Eğer halifenin bu tip icraatı(iddiaedildiği gibi) gerçekten toplumdaki düzeni koruma amaçlı yapılıyorduysa, o zaman neden Hürmüzan ve Ebu Lû'lu'nun kızı Cufeyne'yi öldüren Ubeydullah bin Ömer'i cezalandırmadı? Halifenin de tasdik ettiğine göre bunların ikisi de günahsız idiler. Sadece suçları İranlı veya katil ailesinden olmalarıydı.

                  Evet, Ömer'in oğlu Ubeydullah, günün ortasında acımasızca iki günahsızın kanını döktü. Halife onu serbest bıraktı ve İslam'ın hükmünü ona uygulamadı. Ali (a.s), onun katlini istediğinde halife: "Ömer'in ailesi acı çekmişlerdir. Bu acılarına birde biz acı katmayalım" diyerek özür getirdi!!!

                  Halifenin kendisi Ubeydullah'ı idam ile cezalandırmadığına mazeret üreterek, İbn-i Esir ve İbn-i Ebil Hadid gibilerin tevil zahmetini azaltmıştır! Ama halifenin getirdiği mazeret, İbn-i Esir'in mazereti gibi, İlahi ölçüler karşısında mantıksız ve esassızdır. Buna göre de Ali (a.s) ve diğer hür müslümanların itirazlarına maruz kalmıştır.


                  Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                  Yorum


                    #39
                    Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

                    Halifenin Mazereti



                    Osman, hilafete geldiğinde kürsüye çıkıp şöyle dedi: "Allah'ın mukadderatı böyleydi ki Ubeydullah, Hürmüzan'ı öldürsün!! Fakat Hürmüzan, müslüman idi ve müslümanlardan başka da varisi yoktur. Ben de müslümanların halifesi olarak Ubeydullah'ı affediyorum. Siz de affediyor musunuz?"

                    Bir grup "Evet", dediler.

                    Ama Emir-ül Müminin (a.s) şöyle buyurdular: "Bu fasığı cezalandır, çünkü o, büyük bir günah işlemiş ve suçsuz yere bir müslümanı öldürmüştür."

                    Daha sonra Ubeydullah'a yönelip şöyle buyurdu: "Ey Fasık! Eğer bir gün seni ele geçirirsem, kendim seni katl cürmüne göre öldüreceğim."[77][77]

                    Mikdat kalkarak şöyle dedi: "Ey Halife! Hürmüzan'ı Allah ve Resul'ü âzâd etmişti. Sen, Allah ve Resulünün hakkını bağışlayamazsın."[78][78]

                    Halife suçluları cezalandırmakla, toplumun emniyetini mi sağlamalı, yoksa kendi ünvanından istifade edip mütecaviz ve cinayetkarların kan dökmesini serbest mi bırakmalıdır?

                    Ali (a.s) ve bazı müslümanların ısrar etmesine rağmen halifenin müslümanlardan, Ubeydullah'ı affetmelerini istemesi Allah'ın hükmünü değiştirir mi?!

                    Eğer halife gerçekten ümmetin ıslahını ve suçluları cezalandırmayı istiyor idiyse, neden Velit bin Ukbe bin Ebi Muayt, Kufe mescidinde sarhoş olarak sabah namazını dört rekat kıldı ve mihraba kusarak(!!), aşk şiirleri okudu? Kufeli'lerin, bu durumu toplu halde halifeye bildirmelerine, Ammar'ın da onun yüzüğünü parmağından çıkarıp, halifeye göndermesine ve de Muhacir ve Ensar'ın baskısına rağmen, şarap içme haddini onun hakkında icra etmedi!![79][79]

                    Evet, Velit, halifenin üvey kardeşi olduğu için şarap içme suçundan yargılanıp, cezalandırılamazdı. Onun yerine şâhitler kırbaçlandılar![80][80]

                    Hem biz hem de iki koca tarihçi (İbn-i Esir ve İbn-i Ebil Hadid) biliyoruz ki Ebuzer, asayişi bozmuyor ve kıyam etmiyordu. Ancak yağmacılar, sömürgeciler ve Beyt-ul malı kendi hesabına yatırıp mal mülk sahibi olanlar ıslah olmuyor ve adalete uymuyorlardı.

                    Bu iki meşhur alim nasıl olur da Ebuzer'in hakkını çiğneyip, Osman'ın yaptığı cinayetleri örtbas edebiliyorlar?!

                    İbn-i Esir, Osman'a olan itiraz ve eleştirileri gizleyip, Taberi'ye uyarak şöyle diyor: "Onları nakletmekten çekiniyorum!" Ama hakikatin onun gibileri tarafından gizlenemeyeceğini bilemeyecek kadar gafildi. O, hakikatleri gizledi. Diğer tarihçiler, muhaddisler hakkı batıldan ayırt edip, onun asıl niyyetinin ortayaçıkmasına vesile oldular. Elbette İbn-i Esir'in hakikati bilmediği söylenemez. Ancak tassup hakikatleri böyle yok ediyor işte!


                    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                    Yorum


                      #40
                      Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

                      İmadüddin Bin Kesir'in Kin Ve Garezi



                      İbn-i Kesir Dimişki de Ebuzer'in sürgünüyle ilgili rivayetleri daha değişik şekilde tahrif etmiş ve münasebetsiz bir şekilde süslemiştir olayı. O Ebuzer'in, Osman'ın ve Muaviye'nin hatalarına itiraz etmesinin sebebini belirtmeden şöyle diyor: "Ebuzer, mal ve servet toplamaya muhalif idi. Zaruri ihtiyaçtan fazla mal olmamasına inanıyordu. O, zaruretten fazlasının fakirlere verilmesi gerektiğini söylüyor ve Kenz ayet-i kerimesine istinat ediyordu. Muaviye ise ona, bu sözleri yaymaktan sakınmasını istedi. Ama o, dinlemedi. Muaviye, Osman'ın yanına haberci yollayıp, onu şikayet etti.

                      Osman, Ebuzer'i Medine'ye getirtti. Ebuzer, Medine'ye vardığında Osman, onu kınayıp tekrar Şam'a dönmesini istedi. Ebuzer kabul etmedi. Osman da Rebeze'ye gitmesini emretti."

                      İbn-i Kesir şöyle devam ediyor: "Rebeze'ye gitmek için onun kendisinin, Osman'dan izin istediğini söylüyorlar. Çünkü diyordu ki Resulullah (s.a.a) bana şöyle buyurdu: "Medine'nin genişleyip, sınırlarının Sal' denen yere ulaştığını gördüğünde, Medine'yi terk et." Şimdi Medine büyüyüp Sal'a ulaşmıştır. Böylece Resulullah'ın (s.a.a) emrine uyarak Medine'yi terk etmeliyim."

                      Osman, onun bu talebini kabul etti. Hicretten sonra göçebe olmasın diye de ara sıra Medine'ye uğramasını emretti. Böylece Ebuzer, ölümüne kadar Rebeze'de ikamet etti ve hicretin 32. yılında vefat etti.[81][81]


                      Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                      Yorum


                        #41
                        Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

                        İbn-i Kesir' in Sözlerinin Değerlendirilmesi



                        İbn-i Kesir' in naklettiği konular bir kaç yönden tartışmalıdır:

                        1- 1- Ebuzer'in, mal toplamaya muhalif olma iftirası, yeni bir iftira değildir. Çok eskiden beri bu iftira ona yapılıyordu. Bazı muasır Sünni yazarlar, işin boyutunu, bu Allah ve Resül dostunu bir Sosyalist olarak tanıtma küstahlığına kadar götürmüşlerdir ki bir kaç sayfa sonra bu konudan bahsedeceğiz.

                        2- 2- Ebuzer'in kendi isteğiyle Rebeze'ye gitme meselesi önceden de değindiğimiz gibi küllüyyem asılsız ve yalandır. Osman'ın cinayetini ört bas etmek için çıkarılmıştır. Geçmiş sayfalarda da naklettiğimiz gibi tarihi belgeler Osman'ın, Ebuzer'i zorla Rebeze'ye sürdüğüne şahitliketmektedir. Çünkü Ebuzer'in sürgün olayında Ali (a.s) kaç kişiyle beraber onu uğurladılar. Bu durum Osman'a ağır gelmiş ve Hz. Ali'yi (a.s) de sürgün ile tehdit etmiştir.

                        Buna ilaveten Ebuzer gibi birisinin İslam merkezini terk edip sahrada ikamet etmeyi seçmesi nasıl kabul edilebilir.? Aksine Ebuzer, kendisini hicretten sonra sahraya sürmesinden dolayı Osman'ı şikayet ediyordu.

                        3- İbni-i Kesir'in Ebuzer'in diliyle Resulullah'tan (s.a.a) naklettiği "Medine büyüyüp Sal'a bölgesine kadar genişlediğinde o şehri terk et"rivayeti, Taberi'nin rivayetidir. Onun da ravilerinin güvenilir olmadıklarını geçmiş sayfalarda belirtmiştik. Artık böyle bir rivayetin değerini ne olduğunu açıklamaya bile gerek yoktur.[82][82]

                        4- 4- Hepsinden daha gülünç olanı da Osman'ın, Ebuzer'e bazen Medine'ye uğramasını ve göçebe olmamasını tavsiye etmesidir!

                        Bu cümle de Sal' konusuna değinen rivayetin bir parçası olarak nakledilmiştir. Onun da itibarsızlığını söylemiştik zaten. Açıktır ki bu söz, Ebuzer'in sözünün etkisini yok etmek için söylenmiştir. Ebuzer şöyle demişti: "Osman, beni hicretten sonra göçebe yaptı."

                        Buna ilaveten Ebuzer'in, hicretin 30. yılında sürüldükten sonra vefat yılı olan 32. yıla kadar Osman'ın emrine uyarak Medine'ye uğradığını hiç bir tarihçi nakletmemiştir!


                        Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                        Yorum


                          #42
                          Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

                          Ebuzer Bir Sosyalist miydi?



                          Resulullah'ın (s.a.a) mücahit sahabesine yapılan iftiralardan birisi de onun sosyalist düşünceler taşıdığıdır. Bu iftira da yeni bir şey değildir. Eskiden beri Osman'ın yandaşları, onu savunmak için Ebuzer'e bu iftiraları atmışlardır. Bazı tarihçiler de bu konuya değindikleri için bunu biraz açmamız uygun olur. Bu lekeyi Ebuzer'e sürenler tarihten bir kaç delil getirmişlerdir. İşte onların delilleri ve cevaplarını zikrediyoruz:

                          1- 1- Ebuzer'e bu lekeyi süren ilk kimse Ebu Cafer Taberi'dir. Daha sonra İbn-i Kesir Dimeşki de bu konuyu Taberi'den alıp bir şeyler eklemiştir. Taberi'nin naklinin özeti şöyledir:

                          Ebuzer, Medine ve Rebeze arasında göçebe olmaması için git gel yapıyordu. Bir gün Osman'ın toplantısına varıp ona şöyle dedi: "Zenginlerin fakirleri ezmesine karşı çıkmakla yetinmeyip, fakirlere bizzat yardım ve iyilik yapmanız gerekir. Sonra zekat veren kimseler de iyidir ki sadece bununla yetinmeyip, komşulara ve mu'min kardeşlerine de iyilik yapsınlar."

                          Kâ'b-ul Ahbâr dedi ki: "Zekatını veren kimsenin malında artık kimsenin hakkı kalmaz."

                          Ebuzer, Kâ'b'ın cevabına çok kızıp, asasıyla başına vurarak, onun başını kırdı.



                          Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                          Yorum


                            #43
                            Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

                            Sosyalizm mi Yoksa Allah Yolunda İnfak Mı ?



                            Bu konu senet ve metin yönünden kabullenilemez. Çünkü bunun râvileri itimat edilmez beş kişidir ki geçmiş sayfalarda onların hakkında bahsetmiştik. Bu rivâyetin muhtevası da Ebuzer'in sosyalist bir düşünce taşıdığına delil gösterilemez. Çünkü onun zekattan sonra infaka davet etmesi, sünnet bir şeye davet etmekti. Nitekim "İyidir" kelimesiyle beyan edip, "farz" tabiri kullanmaması bunu açıkça göstermektedir. Bu tabir de onun bir sosyalist düşündüğünü kesinlikle göstermez.

                            Bu kitabın geçmiş sayfalarında "El-Emval" kitabından naklettiğimiz rivayet Ebuzer'in görüşünü tasdik etmektedir. Şüphesiz müslümanların malında farz kılınan hukuka ilaveten, komşularına, yakınlarına, din kardeşlerine yardım yapması sünnettir. Bu, sünnete uyan kimsenin, eşitlik istediğine delil olmaz. Taberi ve İbn-i Kesir'e göre Ebuzer'in, ihtiyaçtan fazla malı olana karşı oluşu,[83][83]onların bu olaydan çıkardıkları şahsi bir görüştür.[84][84]

                            2- Ebuzer'e sosyalist diyenlerin diğer delilleri de şu hadisedir.

                            Bir gün Osman etrafındakilere sordu: "Malının zekatını verdikten sonra, yine de başkalarının hakkı var mıdır?"

                            Kâb'ul Ahbar : "Hayır" dedi.

                            Ebuzer, asayı onun göğsüne vurarak, Bakara suresinin 177. ayetini okudu.

                            Bu olay da Ebuzer'in sosyalist olarak düşündüğünü göstermez. Çünkü istinat edilen ayette bir takım insani ve hukuki haklar zikredilmektedir ki Sosyalistler onları kesinlikle kabul etmemektedirler.

                            Ayet-i kerimede beyan olunan malî hakları verebilmek için insanın onlara sahip olması gerekir. Ama malik olma ve sahiplenme olmadıktan sonra fakir ve fukaralara zekat vermenin bir anlamı kalmaz, oysa sosyalist düşüncede olanlar malikiyet olayına inanmamaktadırlar.

                            Öte yandan ayetin tefsirinde gelen bir çok hadis, zekata ilaveten müslümanların mallarında bir takım müstehap hakların da bulunduğunu ortaya koymaktadır. Buna göre Ebuzer'in görüşü Kur'ân, Sünnet ve sahabenin naklettiği hadislere mütabık bir görüştür, başka bir şey değildir.

                            3- 3- Bunların üçüncü delilleri de Ebuzer ile Kâ'b'ın arasında geçen tartışmadır. Abdurrahman bin Af öldüğünde geride korkunç bir servet bırakmıştı. Kâ'b, onun hakkında olumlu konuşup "Allah ona dünya ve âhiret hayrını vermiştir" deyince, Ebuzer, ona şöyle dedi: "Ey Yahudi tohumu! Bu kadar mal ve servet miras bırakan birisini rahmetle anıyor ve Allah'ın ona, dünya ve ahiret saadeti vereceğini mi sanıyorsun ki onun için bu kadar ümitleniyorsun?"

                            Şüphesiz Ebuzer'in itirazı Abdurrahman ve onun gibi hiçbir şeye sahip olmazken onca mal mülkü nasıl topladıklarınaydı; öyle ki öldükten sonra külçe altınları baltayla parçalayıp, varislerin arasında taksim etmekten baltacıların elleri kabarmıştı! Servetinin sekizde biri dört hanımı arasında taksim edildiğinde, her birine seksen bin dinar düştü!

                            O, bu serveti ticaret, ziraat veya fabrikalarından elde etmemişti. Müslümanların Beyt-ul malından alınan, halife tarafından bağışlanan mallar idi bunlar.

                            Buna göre Ebuzer'in itirazı böyle servetler içindi. Bu, bütün mal sahipleri hakkında aynı görüşü benimsediğine delil teşkil etmez

                            Böyle büyük bir şahsiyet nasıl Sosyalist olabilir? O, Allahın Resulü'yle onca yıl beraber olup gece gündüz O'ndan fezy aldığı halde, zekatın hangi mala geldiğini ve zekat vermek için en azından nisab haddi kadar mal sahibi olmak gerektiğini bilmiyor muydu?!

                            O, halifeyi Allah'ın kitabına uymaya davet ediyor ve "Onların malından zekat al" ayetini okuyordu.

                            O, devamlı Osman'ı, Resulullah (s.a.a) ve iki halifeye uymasını hatırlatıyordu. Resulullah'ın (s.a.a), Ebu Bekir ve Ömer'in uygulamaları sosyalist düşüncelere mi dayanıyordu ki Ebuzer'inki de öyle olsun? Ebuzer bu sözleriyle, Osman'ı, Beyt-ul malı taksim etmede Resulullah'a (s.a.a) uymasını ve bu adaletsizlik ve ölçüsüzlükleri terk etmesini istiyordu.

                            4- 4- Ebuzer'i sosyalist bilenlerin diğer bir delilleri de daha önceki sayfalarda belirtip değerlendirdiğimiz Kenz ayeti üzerinde Muaviye ile olan tartışmasıdır. Ama Buhari'den naklolunan bu tartışma da buna delil olamaz. Çünkü bu ikisinin ihtilafı ayetin muhtevası üzerinde değildi. Zira her ikisi de ayetten malların bir miktarının fakirlere verilmesi gerektiği husunda hemfikirlerdi. İhtilaf bunun kapsamındaydı. Müslümanları da kapsıyor mu, yoksa sadece Ehl-i kitaba mı mahsustur? Muaviye altın ve gümüşü yığmanın Ehl-i kitaba haram olduğunu savunuyordu. Ebuzer ise, bu konuda müslüman veya gayri müslüman olanlar arasında bir fark olmadığını ve her ikisini de kapsadığını iddia ediyordu.

                            5- 5- Diğer bir delilleri ise Ebuzer'in, müslümanların malını, Allah'ın malı bilmesidir.


                            Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                            Yorum


                              #44
                              Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

                              Bu sözün cevabı şöyledir:

                              1- 1- Ebuzer, sadece Beyt-ul malı "Malullah" biliyordu ve şahsi mülkiyetleri kabul ediyordu. Muaviye, yeşil sarayı yaptırdığında Ebuzer ona şöyle dedi: "Bu saray eğer Beyt-ul maldan yapılmışsa, müslümanlara hiyânet etmişsin ve eğer kendi şahsi malından yaptırmış isen israf etmişsin." O, bu sözüyle malı açıkça ikiye ayırmıştır ve de hiyanet ve israftan men etmiştir; asıl tasarruf hakkından değil. Halbuki eğer Ebuzer, sosyalist olsaydı, asıl tasarrufundan men ederdi.

                              Buna ilaveten, Muaviye ona üç yüz dinar yolladığında şöyle dedi: "Eğer bu para bu yıl benim Beyt-ul maldan kesilen hakkım ise kabul ediyorum. Yok eğer hediye ise benim ona ihtiyacım yoktur."

                              Böylece o, malı iki kısma bölerek, bir kısmının Beyt-ul mal olduğunu ve emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker yaptığı için kesmişlerdi. Diğer bir kısım da şahsi malıdır ki başkalarına hediye verilebilir.

                              İnsanın kendi malı olmayan bir malı başkalarına nasıl hediye verebilir? Bunun için sosyalist düzende hediye ve bağış yoktur. Çünkü kimse mal sahibi değildir. Ancak herkes çalıştığı iş karşılığında veya ihtiyacı kadar devletten maaş alabilir.

                              2- 2- Ebuzer'in Beyt-ul mala "Allah'ın malı" demesi Resulullah'a (s.a.a) uyduğundandır. Öyle ki Resulullah da şöyle buyurmuştur: "As'ın çocukları otuz tane olduğunda Allah'ın malını kendilerine çekip, birbirlerine devredecekler."

                              Ömer bin Hattap da Beyt-ul malı Allah'ın malı diye adlandırıyordu. Ebu Hureyre, Bahreyn valiliğinden ayrılıp, aşırı servetle Medine'ye geldiğinde Ömer, ona şöyle dedi: "Ey Allah'ın ve kitabının düşmanı, Allah'ın malını çaldın değil mi?"[85][85]

                              Emir-ül Müminin Ali (a.s) da defalarca hutbelerinde Beyt-ul malı, Allah'ın malı diye adlandırmıştır.

                              Örneğin Nehc-ü Belağa'nın "Şıkşıkıye" hutbesi diye meşhur hutbesinde şöyle buyuruyor: "...Osmanın yakınları elele vererek bahar otları yiyen develer gibi Allah'ın malını yediler."[86][86]

                              Diğer bir hutbede de şöyle buyurmuştur: "Eğer Beyt-ul mal benim şahsi malım olsaydı, onu müslümanların arasında eşit bir şekilde taksim ederdim ve kimseyi birbirinden ayırt etmezdim, kaldı ki bu mal, Allah'ın malıdır.[87][87]

                              Yine diğer bir hutbede şöyle buyuruyor: "...Ama beni üzen şudur ki bu ümmetin yönetiminin akılsız ve fasit insanların eline düşüp Allah'ın malını kendilerine alıp elden ele dolaştırmalarından korkuyorum..."[88][88]

                              İşte görüldüğü gibi Beyt-ul mala "Allah'ın malı" denmesi yeni ve sadece ebuzerin icadı olan bir şey değildi ve bizzat Allah Resulü'nün zamanından beri İslam toplumunda yaygın bir tabirdi.


                              Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                              Yorum


                                #45
                                Ynt: Ebuzer-i Gıfârî'

                                Peygamber Aşığı



                                Hicret'in 9. yılının Recep ayıydı. Resulullah (s.a.a) Müslümanlara, İslam sınırlarına tecavüz eden ve İslam'ı yok etme talaşında olan Rumlarla savaşmak için hazırlanmalarını emretti. Müslümanlar zor günler yaşıyordu ve havaların en sıcak ve yakıcı günleriydi. Müslümanlardan bazıları çeşitli bahanelerle savaşa katılmakatan çekindiler. Resulullah (s.a.a) ve vefalı yareni Medine'den hareket ettiler. İslam ordusu ilerledikçe, sıkıntılarda artıyordu. Birisi ordudan geri kaldığında kaldığında müslümanlar Resulullah'a gelerek bunu haber veriyor, Allah Resulü de cevaplarında şöyle buyuruyordu: "Bırakın onu; eğer onda bir hayır olursa, Allah çok geçmeden onu size ulaştırır. Eğer onda bir hayır yoksa, Allah sizi ondan kurtarmıştır."

                                Bir ara ordunun arkasından bakanlar Ebuzer'i de görmediler ve şöyle söylenmeğe başladılar: Ebuzer-i Gıfâri de geri kaldı. Galiba geri dönmek niyetinde. Resulullah'a gelerek durumu haber verince Allah Resulü bu sefer de aynı soğukkanlılıkla sözünü tekrarladı: "Bırakın onu; eğer onda bir hayır olursa, Allah çok geçmeden onu size ulaştırır. Eğer onda bir hayır yoksa, Allah sizi ondan kurtarmıştır."

                                Ebuzer'in zayıf ve yaşlı devesi, güçlükle yürüyebiliyordu. O başkalarından geri kalmamak istiyordu, ama bu mümkün olmuyordu. Ve bilahare deve artık tamamiyle durmuş, hareket edemiyordu. Ebuzer her ne pahasına olursa olsun deveyi yerinden kaldırmaya ve yürütmeğe çalıştıysa da buna muvaffak olamadı. Çbalarının faydasız olduğunu görünce, mecburen deveden indi ve yükünü omuzlarına alarak yola düştü. Ordu epeyce uzaklaşmıştı. Ebuzer hızlı adımlarla ilerlemeğe çalışıyordu; ama başaramıyordu; yorgundu; susuzluk ve sıcaktan bitkin düşmüştü. Omuzundaki ağır yükü de bir başka problemdi. Zaman geçtikçe Ebuzer ile ordu arasındaki mesafe de açılıyordu. Bir süre sonra ordu artık görünmez oldu. Görünen tek bir şey vardı, o da uçsuz bucaksız kurak bir çöldü. Çevresine bakındı; epey ötede bir dağ ve dağın üzerinde birkaç parça siyah bulut vardı. Ebuzer dağa ulaşıp bulutların gölgesinde biraz dinlenmek için ve belki orada biraz su da bulma ümidiyle oraya doğru hareket etti.

                                Dağa vardığında yerin yaş olduğunu gördü. Evet yanılmıyordu. Biraz önce yağmur yağmıştı. Biraz su bulabilmek için gezinmeğe başladı; ancak görünürlerde su diye bir şey yoktu. Tan umudunu kesmek üzereydi ki, büyük bir taşın üzerindeki çukurlukta, yağmur suyunun biriktiğini gördü. Su çok temiz ve berraktı.

                                Ebuzer'in gözlerinde şimşekler çaktı. Üzerindeki yükü bir kenara bırakarak, yere diz çöktü ve bir avuç su içti. Su Ebuzer'e ferahlık vermişti. Her iki avucuyla bir daha içmek istedi; fakat bir anda Resulullah'ı (s.a.a) ve İslam ordusunu düşündü. Kendi kendine söylenmeğe başladı: "Otuz bin müslüman benim gibi susuzdur. Habibib Resulullah da kesin susuzdur ve içmeye su bulamıyordur. Hayır, ben bu susyu içmeyeceğim ve Peygamber'e götüreceğim. O içmediği müddetçe ben de bu sudan içmeyeceğim."

                                Ebuzer vakit kaybetmeksizin yanındaki su kabını doldurarak yola koyuldu. Susuzluktan yanıyordu; ama o gitmeğe karalıydı. O suratle ilerliyor, ama bir türlü orduya ulaşamıyordu.

                                Güneş batmak üzereydi. Ebuzer, artık orduya ulaşamıyacağını sandığı bir sırada, uzakta bir karartı gözüktü gözüne. Adımlarını sıklaştırdı; epeyce ilerledikten sonra O karatının İslam ordusu olduğunu farketti. Ebuzer sevincinden ne yapacağını bilemiyordu. Ordudan da bazıları uzaktan bir karatının kendilerine doğru ilerlediğini farketmişti. Ama mesafe uzak olduğu için, onun Ebuzer olup olmadığı belli değildi. Bunu görenlerden biri Resulullah2ın yanına koşarak: "Ya Resulallah, orduya doğru bir karartı gelmektedir; yaya birisi olsa gerek" dedi.

                                Allah Resulü (s.a.a) karartıya biraz baktıktan sonra "Bu gelen Ebuzer olsa, ne iyi olur!" buyurdu.

                                Biraz sonra Resulullah'ın yanındaki birisi sevinçle haykırdı: "Allah'a and olsun ki tâ kendisidir; Ebuzer'dir bu!"

                                Resul-i ekrem (s.a.a) gelenin Ebuzer olduğunu görünce şöyle buyurdu: "Allah-u Teâlâ Ebuzer'i bağışlasın. O yalnız yaşıyor; yalnız ölecek ve mahşer günü de yalnız kalkacaktır!"

                                Ebuzer Resulullah'ı görünce bütün yorgunluk ve susuzluğunu unutmuştu; koşar adımlarla ilerlemeye başladı; Allah Resulü'ne ulaştığı sırada susuzluk ve bitkinlikten bayılıp yere yığıldı. Resul-i Ekrem (s.a.a) onun üzerindeki yükü açarak bir kenara bıraktı. Ebuzer'in susuzluktan dudaklarının çatladığını görünce, etrafındakilerden su getirmelerini istedi.

                                Ebuzer güçlükle gözlerini açarak, çok ince ve zayıf bir sesle "Kendi su kabımda su var ya Resulallah" dedi!

                                Resulullah hayretle sordu: "Peki suyun vardı da neden içmedin?

                                Ebuzer güçlükle konuşmaya başladı: "Aman babam sana feda olsun; yolda gelirken biraz su buldum. Sizin de susuz olabileceğinizi düşünerek, onu imeyip size getirdim. Siz içtikten sonra ben de içerim diye düşündüm!!"

                                İşte Peygamber aşığı Ebuzer ve Peygamber'den sonra ona reva görülenler!


                                Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X