Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

HZ. EBU BEKR (R.A)'DAN TAVSİYELER

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #16
    Ynt: HZ. EBU BEKR (R.A)'DAN TAVSİYELER

    [quote author=gulistan_2 link=topic=5291.msg43855#msg43855 date=1248129784]
    oooldu kardesim, görürsek iletiriz
    yukaridaki aciklamalari bir bir asip, bir bir cürütüp, bir bir iddialarinizi kanitlamadiginiz sürece, "dir dir" deyip durmaktan öte bir deger kaydedemezsiniz!

    [/quote]


    Ah keşke Hz Ebubekir(ra) kadar İslam'a hizmetin olsada gam yemiyecem. Onun ayağının tozu olamayız.

    Yorum


      #17
      Ynt: HZ. EBU BEKR (R.A)'DAN TAVSİYELER

      [quote author=islam-devleti link=topic=5291.msg43796#msg43796 date=1248097056]
      Hz Ebu Bekir(ra), Hz Ali(ra) nın dediği gibi İslamın Kahramanıdır.

      - Bir gün Hz. Ali,

      “Ey insanlar! İnsanların en kahramanı kimdir, biliyor musunuz?” dedi. Arkadaşları,

      “Ey Müminlerin Emiri! Sensin” diye cevap verince Hz. Ali,

      “Ben kiminle savaş meydanlarında karşı karşıya gelmişsem, tam bir şekilde hakkımı ondan almışımdır. Fakat siz bana insanların en kahramanını haber veriniz?” dedi. Onlar,

      “O halde insanların en kahramanı kimdir? Biz bilmiyoruz, sen bize haber ver!” dediler. Hz. Ali,

      “Ebubekir’dir. Çünkü Bedir gününde, biz peygambere bir gölgelik inşa ettik. Peygamberle beraber kim kalacak ki, peygambere müşriklerden birisi hücum etmesin?” dedik. Andolsun, Ebubekir müstesna, bizden hiç bir kimse bu ağır göreve, cesaret edip, yanaşmadı. O, kılıcını kınından çekerek peygamberin yanıbaşında durdu. Peygambere gelen birisi olursa mutlaka onu karşılar ve defederdi. İşte bu, insanların en korkusuzu, en kahramanıdır” dedi

      Mecma,’ IX/46

      Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/5
      [/quote]

      Bu sözlere ancak gülünür 8)
      Ne büyük bir kahramanmış ya
      Evet, Hz. Peygamber'in ehlibeytine (Hz. Fatıma'nın evine) saldırı emri vermekte, onu halife tanımadıklarından ona zekat vermeyen müslümanları ateşe atıp yakmakta, Hz. Peygamber'in hadislerini toplatıp yakmakta ve hadis yazımını yasaklamakta kahramanlık yapmıştır, bunları inkar etmiyoruz.
      "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

      Yorum


        #18
        Ynt: HZ. EBU BEKR (R.A)'DAN TAVSİYELER

        (9)

        PEYGAMBER (S.A.A)’İN EMRİNDEN YÜZ ÇEVİRMEK


        Bir gün Resul-ü Ekrem (s.a.a) ilk defa olmak üzere Ebu Bekir ve Ömer’e emrederek “Zussedye”’yi öldürmelerini istedi. Ama onlar Resulullah’ın emrini yerine getirmediler. Zussedye veya Zulhuysere; Harkus b. Zuheyr-i Temimi’dir. Bu lakapla tanınan bu şahıs haricilerin ele başlarındandı.[1]

        İbn-i Esir “Usd’ul-Gabe” adlı kitabında onu sahabe olarak sayılmayan şahıslar arasında yazmıştır. Aynı zamanda Buhari’den naklen Ebu Said-i Hudri’nin şöyle bir hadis söylediğini nakleder: Bir gün Resulullah mal taksim ederken Beni Temim’den olan Zussedye şöyle dedi: “Ya Resulellah! Adaletle taksim et!”

        Resulullah (s.a.a): “Vay olsun sana! Eğer ben adaletli davranmayacaksam peki kim adaletli davranacaktır!” (Bu hadis Sahih-i Müslim’de de nakledilmiştir.)

        Resulullah (s.a.a) onun çıkarmış olduğu bozgunluk ve serkeşliklerine son vermek için onun öldürülme emrini vermeye karar vermişti. Ama bu serkeş şahıs, namazda yapmış olduğu riya ve gösterişle Ebu Bekir ve Ömer’i kendisine celbetti. Ebu Bekir ve Ömer de Peygamber (s.a.a)’in emrinin tersine onu öldürmekten vazgeçtiler!!!

        İbn-i Hacer es Savaik’ul-Muhrika ve Ebu Ya’li ise kendi Müsned kitabında, Sünen ve Sahih yazarlarına tabi olarak Zussedye’nin hal tercümesinde Enes b. Malik’ten şöyle dediğini naklederler:

        Peygamber (s.a.a)’in zamanında namazıyla bizi şaşkınlığa uğratan birisi vardı. Biz onun ismini Resulullah’a söyledik. Hazret onu tanımadı. Sıfatlarını söyledik yine tanımadı. Biz onun hakkında konuşuyorken o şahısının kendisi çıka geldi. Biz: “Ya Resulellah! İşte bu adamdır” dedik.

        Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:

        “Siz bana, yüzünde şeytanın belirtileri olan birisinden bahsediyorsunuz.”

        Zussedye, Peygamber (s.a.a) ve ashabın yanına gelerek selam vermeden oturdu!

        Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Allah aşkına söyle bakalım; acaba bizim karşımızda durduğunda kendi kendine; bu grup arasında benden daha iyisi yoktur, demedin mi?”

        Zussedye: Evet, Allah’a yemin olsun ki aynısını dedim, dedi. Daha sonra mescide girerek namaz kılmaya başladı.

        Resulullah (s.a.a): “Kim bu adamı öldürebilir?”

        Ebu Bekir: Ben, dedi. Yerinden kalkarak onu öldürmek için hareket etti. Bu esnada o namaz kılmaktaydı. Ebu Bekir: Sübhanellah! Namaz kılan birisini nasıl öldüreyim? Halbuki Peygamber (s.a.a) namaz kılan birisinin öldürülmesini yasaklamıştır!” dedi.

        Ebu Bekir dışarı çıkınca Resulullah (s.a.a): “Onu öldürmedin mi?!” dedi.

        Ebu Bekir: “Namazla meşgul olan birisini öldüremedim, zaten siz de namaz kılan birisinin öldürülmesini yasaklamıştınız!” dedi.

        Resulullah (s.a.a) tekrar huzurunda bulunanlara: “Kim onu öldürebilir?” diye buyurdu:

        Ömer: Ben, dedi. Daha sonra yerinden kalkarak onu öldürmek için içeri girdi. Bu esnada Zussedye anlını secdeye koymuştu. Ömer de: “Ebu Bekir benden daha iyi biliyor” diyerek geri döndü.

        Resulullah (s.a.a): “Ne yaptın?!” diye sordu.

        Ömer: “Onu secde halinde gördüm ve öldürmek istemedim.”

        Resulullah (s.a.a) tekrar şöyle buyurdu: “Onu kim öldürebilir?”

        Hz. Ali (a.s): “Ben” dedi.

        Resul-ü Ekrem: “Evet, eğer sen onu görebilir isen öldürebilirsin.”

        Hz. Ali (a.s) da onu öldürmek için mescide gitti ama Zussedye gitmişti.

        Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Eğer bu adam öldürülseydi, ümmetinden iki kişi arasında bile ihtilaf çıkmazdı.”

        Hafız Muhammed b. Musa Şirazi bu hadisi, Yakup b. Süleyman, Mukatil b. Süleyman, Yusuf Kattan, Kasım b. Selam, Mukatil b. Hayyad, Ali b. Harb, Seddi, Mücahit, Katade, Vakiy’, İbn-i Cureyh ve diğerlerin tefsirlerinden tahriç ettiği bir kitabında nakletmiştir.

        İleri gelen bazı alimler de bu hadisi, doğruluğu kesin olan hadislerden bilmişlerdir. Örneğin: İbn-i Abdurabbih el-Endülüsi “İkd’ul-Ferid” adlı eserinin birinci cildinin sonlarında “Ashab-u Ehva”nın sözlerine ulaştığında bu hadisi nakletmiştir.

        Sonra onun sonunda şöyle söylemektedir: Peygamber (s.a.a) buyurdular ki: “Bu adam benim ümmetim arasında çıkan ilk boynuzdur. Eğer onu öldürseydiniz hatta iki kişi arasında bile ihtilaf doğmazdı. Beni İsrail yetmiş iki fırkaya ayrıldı, bu ümmet de çok yakında yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır; bir fırka hariç diğerleri cehennem ateşinde olacaklardır.”

        ------------------------------
        [1] - Peygamber (s.a.a)’in bu haricinin öldürülmesi konusunda ısrar etmesinin sebebini 11. başlıkta okuyunuz.
        "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

        Yorum


          #19
          Ynt: HZ. EBU BEKR (R.A)'DAN TAVSİYELER

          (10)

          TEKRAR PEYGAMBER (S.A.A)’İN EMRİNDEN YÜZ ÇEVİRME


          Ebu Bekir ve Ömer’in, Hz. Peygamber (s.a.a)’in açık nassı karşısında içtihat yaptıkları yerlerden birisi de Resulullah’ın bu mürtet unsurunun öldürülmesi için ikinci bir defa onlara emir vermesidir. Ama onlar yine aynen birinci defasında olduğu gibi Resulullah’ın emrini yerine getirmediler.

          Ebu Said-i Hudri şöyle rivayet ediyor:

          Ebu Bekir Resulullah huzuruna gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Ben filan dereden geçerken namaz kılmakta olan takvalı ve güzel simalı bir adam gördüm.

          Resulullah (s.a.a) Ebu Bekir’e: “Git onu öldür!” diye emretti.

          Ebu Bekir gidip onu namaz halinde görünce, onu öldürmekten vazgeçerek Peygamber (s.a.a)’in yanına geri döndü!

          Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Ömer’e dönerek: “Sen git onu öldür!” diye emretti.

          Ömer de gidip onu Ebu Bekir’in gördüğü halde görünce, onu öldürmeyip geri dönerek şöyle dedi: Ya Resulellah! Huşu ile namaz kıldığını gördüğümden dolayı onu öldürmekten sakındım.

          Resul-i Ekrem (s.a.a) (Hz. Ali’ye dönerek): “Ya Ali! Git o adamı öldür” diye emretti. Hz. Ali (a.s) gidip onu göremeyince geriye dönerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Onu bulamadım.” İşte burada Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:

          “Bu adam ve onun gibi düşünenler Kur’ân okurlar ama henüz Kur’ân’ın okuma sesi ağızlarında tamamlanmamışken okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar! Daha sonra da okun yaya geri dönmediği gibi dine geri dönmezler. Onları öldürün ki onlar yeryüzünde en kötü insanlardır.”

          Hatırlatma:

          Kim, harici olan bu mürtet adam hakkındaki iki hadisi dikkatle incelerse, iki ayrı günde Resul-ü Ekrem’in Ebu Bekir ve Ömer’e bu mürtet ve harici adamı öldürmelerini emrettiğini ama Ebu Bekir ve Ömer’in küstahlıkla bu emri yerine getirmediklerini çok iyi görecektir.

          Birinci hadis (Enes b. Malik’in hadisi), Peygamber (s.a.a)’in bu adamı daha önce tanımadığını işte bu yüzden Hazretin onun hakkında bir emir vermediğini ama onu görüp de tanıdıktan ve bencilliğiyle birlikte yüzünde şeytani belirtiler de görünce, onun öldürülme emrini verdiğini açıkça gözler önüne sermektedir.

          Ömer ve Ebu Bekir’i şaşkınlığa sürükleyen bu adamın, birici gün mescitte namaz kılarken ölüm emri verilmiştir. Ahmed b. Hanbel’in Ebu Said-i Hudri’den naklettiği hadis açıkça şöyle diyor: Ebu Bekir haricilerden olan bu şahısı, mescitte değil etraftaki derelerden birinde namaz kılarken gördü. Onun namazdaki huşu ve huzusu onu hayranlığa düşürdü. Ebu Bekir de bu durumu Peygamber (s.a.a)’e bildirdi. Peygamber (s.a.a) de hemen onun öldürülmesini emretti. Binaen aleyh bu iki rivayet iki çeşit vakıa hakkında nakledilmiştir. Onlar (Ebu Bekir ve Ömer) Peygamber (s.a.a)’in açık nassı karşısında içtihat ederek kendi görüşlerine göre davranmışlardır.
          "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

          Yorum


            #20
            Ynt: HZ. EBU BEKR (R.A)'DAN TAVSİYELER

            HARİCİLER KİMLERDİR?


            Hariciler İslâm dininden çıkarak imam Ali (a.s) ile savaşan kimselerdir. Onlar Sıffin savaşında hakemiyeti zorla Hz. Ali’ye kabullendirerek daha sonra da hakemiyeti bahane ederek adil bir lider olan Hz. Ali'ye karşı ayaklandılar. O zamanlar hariciler sekiz bin kişi veya daha fazlaydılar.

            Emir’ul-Müminin Ali (a.s) onları davet ederek Allah ve kıyamet gününü onlara hatırlatmak ve yanlışlıklarını düzeltmek istedi. Ama onlar Hz. Ali’nin bu davetini kabul etmeyip ondan kafir olduğunu itiraf etmesini, daha sonra tövbe ederek Allah’ın onu bağışlamasını istediler.!!!

            Hz. Ali (a.s) Haricilerin davetini kabul etmediklerini görünce, Abdullah b. Abbas’ı elçi olarak onlara doğru gönderdi. Abdullah b. Abbas da kendi görevini iyice yaptı ve sağlam delillerle onların yanlışlıklarını meydana çıkararak onlardan kendi başlarına hareket etmekten vazgeçmelerini istedi. Ama Hariciler kendi sapıklıklarında ısrarlıydılar. Sanki kulakları sağırlaşmış kalpleri taşlaşmıştı.

            Hariciler kendi görüşleriyle muhalefet eden her Müslüman’ın kafir olduğu kanısına vardılar. Bu nedenle onların kanı, malı ve namusu onlara helal idi! İşte bu yüzden Müslümanların aleyhine ayaklanarak kimi buldularsa öldürdüler. Öldürülen Müslümanlardan birisi de Habbab b. Eret Temimi’dir. Onu öldürüp hamile olan karısının da karnını parçaladılar!

            Onların bu şekilde ayaklanmaları ve fesatları şiddetlenince, Emir’ul-Müminin Ali (a.s) onlara nasihatte bulunarak Kur’ân, Sünnet, Müslümanların gidişatı ve Müslümanların resmi halifesinin emirlerine uymalarını istedi.

            Ama onlar kendi sapıklıklarında ısrarlıydılar. Aynen Hz. Nuh’un kavmi gibi onun sözlerini duymamak için kulaklarını parmaklarıyla tıkıyorlardı! Müslümanların imamı karşısında dikilip savaş hazırlıkları yapmaya başladılar.

            “Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın”[1]

            “Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak öldürülmeleridir.”[2]

            Yukarıdaki ayetlerin hükmü uyarınca Hz. Ali (a.s) da onlarla savaştı. Haricilerden on kişiden fazla kurtulamadı. Hz. Ali (a.s)’ın ordusundan da on kişiden fazla şehit olan olmadı. Elbette Hz. Ali (a.s) bu haberi Haricilere bir sohbetleri esnasında vermişti ama onlar itina etmemişlerdi.

            Daha sonra sapıklardan bir başka grup, Haricilerden savaşta öldürülmeyen bu küçük gruba katıldılar ve Sıffin’deki hakemiyet olayını ve Haricilerin görüşlerini teyit ettiler. (Ne Hz. Ali (a.s)’ın ve ne de Muaviye’nin hilafete layık olmadıklarını savundular.) Bu grup da hükümete karşı ayaklandı.

            Bu fertlerden bir grup Nafi’ b. Ezrak’ın önderliğinde Irak’ta, bir grup da Necdet b. Amir-i Harevre’nin önderliğinde Yemame’de ayaklandı.

            Necdet şu akideyi de Haricilerin akidesine ekledi; Müslümanlardan her kim onlarla beraber savaşmak için kıyam etmezse, kafirdir. Kendi mezheplerini o kadar genişlettiler ki, muhsine zinasının[3] hükmünü iptal ettiler, hırsızın elinin koltuktan kesilmesini olmak üzere vacip bildiler. Adet halinde olan kadının namaz kılmasını farz bildiler ve burada zikredilmesinin yeri olmayan diğer bidatler ortaya çıkardılar.

            Günümüzde bile bu gruptan bazı fırkalar, İslâm devletlerinin köşe bucaklarında bulunmaktadırlar. Meşhur gezgin İbn-i Betute hicretin 6. asrında onları Umman’da görmüştür. Sefer name adlı eserinin birinci cildinin 172. sayfası ve sonraları bu konuya aittir. O şöyle yazmıştır: “Umman halkı “İbazi” mezhebine mensuptur. Cuma namazını öğleyin dört rekat kılarlar; namazdan sonra cemaat imamı Kur’ân’dan birkaç ayet okur ve sözlerini aynen hutbe gibi söyler. Ebu Bekir ve Ömer’e karşı meyil gösterirler. Ama Osman ve Ali hakkında bir şey söylemezler. Ali’nin ismini söylemeleri icap ettiğinde kinaye ile “O adam!!!” derler. Lanetli Abdurrahman b. Mülcem’den övgüyle bahseder ve “O, fitnenin kökünü kesen çok layık birisiydi!” derler.

            Daha sonra İbn-i Betute şöyle diyor: Kadınları arasında zina pek yaygındır. Onlar gayret ve namusa sahip değillerdir. Kendi kadınlarına zina yaptırmaktan çekinmezler! Ben bir gün Ezd kabilesinden olan Sultan Umman Ebu Muhammed b. Nebhan’ın yanında oturmuştum. Çok genç, güzel ve açık yüzlü bir kadın gelip onun karşısında durarak şöyle dedi: Ey Ebu Muhammed! Şeytan başımda taşkınlık yapmıştır!

            Sultan: Git şeytanı dışarı çıkar, dedi.

            Kadın: Sana sığınmışken bu işi nasıl yapabilirim, dedi.

            Sultan: Git ne istersen onu yap, dedi.

            Bu güzel kadın gidince Sultan şöyle dedi: Bu işi yapmak isteyen bu kadın ve onun gibileri sultanın güvencesi altındadırlar. Onun baba ve akrabaları onu bu işten alıkoyma hakkına sahip değillerdir. Eğer onu öldürürlerse kısas yoluyla öldürülürler. Zira o kadın sultana sığınmıştır!” Kendi kendime dedim ki; Allah doğru buyurmuş, Resulü de tebliğ etmiştir. Zira buyurmuştur ki: “Ya Ali! Zina zade, annesi hayız halinde kendisine hamile kalan ve münafıktan başka sana kimse buğzetmez.” [4]

            Haricilerin öldürülmesi hakkında Peygamber (s.a.a)’den birçok hadis nakledilmiştir; özellikle tertemiz Ehl-i Beyt yoluyla. Ehl-i Sünnet yoluyla bu fırkayı niteleyen bir hadisi nakletmemiz yeterlidir:

            Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Kur’ân okurlar ama daha bitmemişken İslâm’a tabi olanları öldürürler. Putperestleri yardıma çağırırlar, okun yaydan çıktığı gibi İslâm’dan çıkarlar. Eğer onları görmüş olsaydım Ad kavminin öldürülmesi gibi onları öldürürdüm.”[5]

            Bir başka hadiste ise şöyle buyuruyor: “Eğer onları görürsem, Semud kavminin öldürülmesi gibi onları öldürürüm.”

            Yine Resulullah (s.a.a) başka bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Onlar yaşları az olan bireylerdir. Fikir açısından aptaldırlar. Peygamber’in sözlerini naklederler, Kur’ân okurlar ama henüz kelimeleri bitmemişken okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar. Onları ne zaman görürseniz öldürün. Zira kıyamet günü onların katillerine mükafat verilecektir.”[6]

            Bu türden sahih hadisler ve Müslümanları Haricilere karşı savaşmaya teşvik eden rivayetlerin tümü onların kafir olduklarına delalet etmektedir. Hadis şöyle buyuruyor: Onları öldürmek aynen Ad ve Semud’u öldürmek gibidir.[7]

            “Haricilerin yeryüzünün en aşağılık insanları” olduğuna dair her iki fırkanın (Şia ve Sünni) rivayetleri mütevatirdir. Örneğin şu rivayet: Ebuzer Gıfari ve Rafi’ b. Amr-i Gıfari Peygamber (s.a.a)’den şöyle buyurduğunu naklederler: “Benden sonra, ümmetimden öyle bir kavim ortaya çıkacak ki, Kur’ân okuyacaklar ama henüz kelimeleri bitmemişken okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar. Bunlar yeryüzünün en aşağılık insanlarıdırlar.”[8]

            Yazar: Resulullah’ın sözü “Henüz kelimeleri bitmemiş iken...” yani okudukları Kur’ân’ı anlamazlar anlamındadır. Okudukları şeylerden faydalanmazlar. Okudukları esnada ağızlarından çıkan harfler ve kelimelerden başka hiçbir şeye sahip değillerdir. Onların kalpleri, yaptıkları ameller yüzünden örtülüdür. Kur’ân’ın nurundan bir zerre bile oraya girmez. Onların Kur’ân okumaları kabul edilmez. Onlar için güzel bir amel yazılmaz.

            Yine Ebu Berze Peygamber (s.a.a)’in Hariciler hakkında şöyle dediğini naklediyor: “Kur’ân okurlar ama henüz gırtlaklarından dışarı çıkmamışken okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar ve bir daha dönmezler. Onlar sürekli Müslümanların aleyhine kıyam ederler. Onların son fertleri ise Deccal ile zuhur edecektir. Öyleyse onları gördüğünüz vakit öldürün! Onlar en kötü halktırlar! Onlar yeryüzünün en aşağılık insanlarıdırlar!”[9]

            Yazar: Eğer bunlar yeryüzünün en aşağılık insanları veya en kötü insanlarından iseler, öyleyse putperestlerden, dini inkar edenlerden daha tehlikelidirler. İşte bu onların küfrü için yeterlidir.

            Buhari Ebu Said-i Hudri’den şöyle nakleder: Bir gün Peygamber (s.a.a) bir malı halk arasında taksim ediyordu. Beni Temim’den olan Zussedye gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Adaletle taksim et.” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Vay olsun sana! Ben de adil olmayacaksam peki adil kimdir? Ben adil olmazsam sen zarar görürsün.”

            Ömer: İzin veriniz de başını vurayım[10] dedi.

            Resul-ü Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu: “Onu bırak; onun öyle dostları vardır ki siz namaz ve oruçlarınızı onların oruç ve namazları karşısında küçük ve az sayarsınız. Kur’ân okurlar ama henüz boğazlarından çıkmamışken okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar. Onların okları, kılıçları ve elbiseleri hiç kimsenin kanına değmemiştir. Onların alınları fazla secde yüzünden nasır bağlamıştır. Onların önderi şu siyah yüzlü adamdır. Onun bir pazusu aynen kadın göğsü gibidir veya aynen göğüs gibi hareketlidir. Müslümanlar tefrikaya düştükleri vakit bunlar ayaklanacaklardır.”

            Ebu Said raviye şöyle dedi: Şahit ol ki ben bunu Peygamber (s.a.a)’den duydum. Yine şunu da söylüyorum ki, Ali b. Ebu Talip onlar ile savaşacaktır. Ben de onunla beraber olacağım. Daha sonra o adamı getirdiler. Onu gördüğümde aynen Peygamber (s.a.a)’in buyurduğu gibi olduğunu gördüm.[11]

            Hariciler, onların davranışları ve ruhsal durumları hakkında Ehl-i Beyt yoluyla ulaşan hadisler mütevatirdirler. Ehl-i Sünnet yoluyla nakledilen hadisler oldukça fazladır. Yeri geldiğinde her iki fırkanın (Şia ve Sünni) kendi kitaplarına bakmak gerekir. Özellikle Kütüb-ü Sitte ve Ehl-i Sünnet’in ileri gelen alimlerinin Müsned kitaplarına müracaat edilebilir.

            Bu rivayetler, peygamberlerin sonuncusu Resul-ü Ekrem’in (s.a.a) nübüvveti ve İslâm’ın alametlerindendir. Zira onda gelecekten haber verilmiştir; ki Peygamber (s.a.a)’den sonra sabah şafağı gibi insanlara aşikar oldu. Halk bu fertlerin İslâm’dan çıkmalarını çok iyi bir şekilde gördü. Onlar Emir’ul-Müminin Hz. Ali’nin aleyhine ayaklandılar. Tam bu sırada halk iki gruba ayrıldı. Nitekim Resul-ü Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştu: “İki gruptan hakka en yakın olanı, onları öldürecektir.”

            Hariciler bahsini, Taberani’nin “Evsat” adlı kitabında Hz. Ali (a.s)’ın has ashabından ve komutanlarından olan Cundep b. Zuheyr’den naklettiği bir hadisle sona erdiriyoruz.

            Cundep b. Zuheyr şöyle diyor: “Hariciler Hz. Ali’nin ordusundan ayrılarak onun aleyhine ayaklandıkları zaman Hz. Ali (a.s) ile beraber onlarla savaşmak için çıktım.

            Onların Kur’ân okudukları zaman çıkardıkları sesi aynen arı vızıltısı gibi duyuyorduk! Onlara yaklaştığımız vakit aralarında takvalı şahıslar gördük. Ben onları izlemekten rahatsız oldum.

            Ben gruptan ayrılarak atımdan indim, atımın yularını tutup mızrağıma yaslanarak şöyle dedim: “İlahi! Eğer bunlarla savaşmak senin dinine hizmetse, bana rehberlik yap. Eğer bu iş günahsa, beni ondan koru!” Tam bu sırada Hz. Ali (a.s) çıka geldi.

            Hz. Ali (a.s) bana yaklaştığı vakit şöyle buyurdu: “Ey Cundep! Allah’ın gazabından korun.” Daha sonra İmam (a.s) atından indi ve namaz kılmaya başladı.

            Bu arada bir şahıs gelerek şöyle dedi: Ey Emir’el-Müminin! Haricilerle işiniz mi var?

            İmam: “Neden?”

            Şahıs: Çünkü onlar nehri geçerek gittiler.

            İmam: “Hayır! Nehri geçmediler.”

            Şahıs: Sübhanellah!

            Hemen o şahsın ardı sıra başka birisi gelerek: Hariciler nehri geçerek gittiler, dedi.

            İmam: “Hayır! Onlar nehri geçmediler.”

            Şahıs: Sübhanellah.

            Daha sonra başka birisi gelerek şöyle dedi: Onlar nehri geçerek gittiler.

            İmam: “Onlar nehri geçmediler ve geçmeyecekler. Allah ve Peygamberinin de buyurduğu gibi onlar nehrin diğer tarafında öldürüleceklerdir.”

            Daha sonra Hz. Ali (a.s) atına binerek bana hitaben şöyle buyurdu: “Ey Cundep! Onlara Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetine davet edecek bir elçi göndereceğim ama onlar itina göstermeyerek onu ok yağmuruna tutacaklardır.

            Ey Cundep! Bizden on kişi öldürülmeyecek; onlardan da on kişiden fazlası kurtulamayacaktır.”

            Daha sonda şöyle buyurdu: “Kim bu Kur’ân’ı alarak bu grubu Allah’ın kitabına ve Peygamberinin sünnetine davet etmek, bu yolda öldürülmek ve bunun karşılığında ise Allah’ın cennetine gitmek istiyor?”

            Beni Amir b. Sa’sa’a kabilesinden bir genç olumlu cevap verdi. Bu genç Kur’ân’ı alarak onlara doğru hareket etti ama onlara yaklaşır yaklaşmaz ok yağmuruna tutuldu ve şehit oldu.

            Hz. Ali (a.s): “Hamle edin!” dedi.

            Cundep şöyle devam ediyor: Ben bu ellerimle öğle namazından önce onlardan sekiz kişiyi öldürdüm. Aynen İmam Ali’nin söylediği gibi bizden on kişi bile öldürülmedi, onlardan da on kişiden fazlası kurtulamadı!

            ----------------------------------
            [1] - Hucurat / 9.
            [2] - Maide / 33.
            [3] - İki evli erkek veya kadının zina yapmasına Muhsine zinası denir. Eğer şeriat mahkemesinde zina yaptıkları ispatlanırsa, her ikisinin de taşlanarak öldürülmesi gerekir. Evli olmadıkları takdirde zina yapmış olurlarsa, her ikisine yüz kırbaç vurulmalıdır. (M.)
            [4] - Yenabi’ul-Mevedde, s. 252; İhkak’ul-Hak, Tusteri, c. 7, s. 222; el-Gadir, Emini, c. 4, s. 322.
            [5] - Sahih-i Müslim, c. 1, s. 393, Ebu Said-i Hudri’den naklen.
            [6] - a.g.e. c. 1, s. 394, iki yolla Ebu Said-i Hudri’den naklen.
            [7] - a.g.e. c. 1, s. 396, Hz. Ali (a.s)’dan naklen.
            [8] - a.g.e. c. 1, s. 398.
            [9] - a.g.e. c. 1, s. 395.
            [10] - Keşke Resulullah ilk defasında onu öldürmeleri emrini verdiğinde Ömer, o zaman onun başını vursaydı!
            [11] - Sahih-i Buhari, c. 2, s. 184, Sahih-i Müslim, c. 1, s. 393, Müsned-i Ahmed, c. 3, s. 56.
            "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

            Yorum


              #21
              Ynt: HZ. EBU BEKR (R.A)'DAN TAVSİYELER

              (11)

              EBU BEKİR’E ZEKAT VERMEYENLERLE SAVAŞ


              Ebu Bekir’e zekat vermekten kaçınanlar, onun hilafetinde tereddütleri olduğu için ona zekat vermeyen kimselerdi. Bu şahıslar zekatın gerçekte vacip olup olmadığı konusunda tereddüde düşmemişlerdi. Nitekim Muhammed Hasaneyn Heykel, “es-Sıddîk Ebu Bekir” adlı kitabında şöyle yazıyor:

              Ünlü muhaddisler ve hadis hafızları şöyle rivayet ederler: Ebu Bekir sahabeyi toplayarak bu şahıslarla savaşmak konusunda istişare etti. Ömer ve başka bir grubun görüşü, Allah ve Resulüne inanmış bir toplulukla savaşılmaması, tam aksine onlardan İslâm düşmanlarının aleyhine yararlanılması doğrultusundaydı. Bu fikri taşıyanlar, çoğunluğu teşkil etmekteydi. Ama savaş fikrini savunanlar azınlıktaydı. Anlaşıldığı üzere bu konu hakkında iki grup arasında uzun tartışmalar vuku bulmuştur. Sonunda Ebu Bekir, azınlığın görüşünü teyit etmek zorunda kaldığı göze çarpmaktadır?!

              O kendi görüşünün teyidinde oldukça sıkı davrandı. Bunun delili ise kendi söylediği sözdür. Zira Ebu Bekir’in kendisi şöyle söylemiştir: “Allah’a yemin olsun ki, eğer onlar Peygamber (s.a.a)’e verdikleri yıllık zekatlarını benden esirgerlerse, onlarla savaşacağım.”

              Ama bu kararın kötü sonucunu sezebilen Ömer şöyle dedi: Sen, Peygamber (s.a.a)’in; “Ben Allah’ın birliğini ve Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğunu itiraf etmeyenlerle savaşmaya memurum. Kim bunu itiraf ederse onun canı ve malı benim tarafımdan güvencededir. O’nun hakkını yerine getirmeyenler hariç; ki onların hesabı Allah’a aittir.” buyurduğu kimselerle nasıl savaşabilirsin?!..”

              Ama Ebu Bekir Ömer’in sözlerini hiçe sayarak korkusuzca şöyle dedi: “Allah’a yeminler olsun ki, namaz ile zekat arasında fark bırakanlarla savaşacağım. Zira zekat mal hakkıdır.” Peygamber (s.a.a) de şöyle buyurmuştur: “Zekatın hakkını yerine getirmeyenler hariç.”

              Yazar: Allah, Ebu Bekir’i bağışlasın! O, Peygamber (s.a.a)’in açık nassını görmezlikten gelmek ve onu kendi siyasetinin gerektirdiği gibi yorumlamak istiyordu?! Zira o gün öldürülenler, Allah ve Resulüne inammış, namaz ile zekat arasında hiçbir fark bırakmıyorlardı. Onlar sadece zekatı Ebu Bekir’in hükümetine vermek istemiyorlardı. Çünkü Ebu Bekir’in halifeliği, taşıdıkları tereddüt yüzünden onlar için ispatlanmamıştı. İşte bu yüzden onlar zekatı Ebu Bekir’e vermemekte mazur, hatta haklıydılar.

              Buna göre onlar zekatı vermemekle mal hakkını ve zekat hakkını yerine getirmiş oldular. Zira onların mal ve zekat haklarından birisi de o mallar hakkında onların, sadece Allah’ın, Resulünün veya Allah ve Peygamber tarafından görevlendirilen ve velayet hakkı olan bir kimsenin hükmüyle görevlerini yerine getirmeleriydi.

              Eğer onların özür ve mazeretleri Ebu Bekir’e ulaşacak olsaydı, Ebu Bekir’in, zekatı ödemeleri için onlara zaman tanıması mümkündü. Ama bu biçareler Ebu Bekir’e nasıl ulaşabilirlerdi ki onlar da haklı görülsün!

              Gördüğünüz gibi Sahih kitapları bu türden, müminlerin kanlarının dökülmemesi gerektiğini belirten hadislerle doludur. Bu hadislerin bazıları mutlak (kayıtsız-şartsız) bazıları ise geneldir. Aynı zamanda bu mutlak ve genel hadisleri kayıtlandıracak ve onlarla savaşı câiz kılacak herhangi bir delil de yoktur.

              Ebu Bekir’in söylediği “Zekat, mal hakkıdır” cümlesi kayıt ve şart değildir. Zira mükelleflerin zekatı vermelerinden başka diğer bir anlam anlaşılmamaktadır. Bu cümle Peygamber (s.a.a)’in hak halifesinin zekatı onlardan istemesini ve almasını vurgulamaktadır. Ama eğer onlar zekatı vermekten kaçınırlarsa, savaş çıkarılmaksızın zor kullanarak onlardan almak gerekir. Onlarla savaşmak, genel olarak açık naslarda kanlarının dökülmesinin haram olduğu hükmüyle çelişmektedir. Önceden de söylediğimiz gibi Ebu Bekir’in sadece şüphe etmesi genel delilleri kayıtlandıramaz.

              Şimdi bu genel rivayetlerden bir kısmını Sahih-i Müslim’den naklediyoruz: O rivayetlerden birisinde şöyle aktarılır: Hayber Savaşında Hz. Resul-ü Ekrem sancağı Hz. Ali’nin eline verince şöyle buyurdu: “Git ve etrafına bakma!” Ali (a.s) bir kaç adım gittikten sonra durdu ama etrafına bakmadı. Daha sonra yüksek bir sesle: Ya Resulellah! Onlarla hangi esasa göre savaşayım?” diye sordu.

              Resulullah (s.a.a): “Allah’ın birliğini ve Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğunu itiraf edinceye dek onlarla savaş. Eğer bu sözü ikrar ederlerse, canlarını korumuşlardır. Ama bu sözün hakkını icra etmezlerse, o başka. Onların hesapları ise Allah’a aittir.”[1]

              Yine Sahih-i Buhari ve Müslim’den senet zinciri ile Üsame b. Zeyd’in şöyle dediği rivayet edilir: Resulullah (s.a.a) bizi Hurka’ya[2] gönderdi. Sabah tan vakti kafirlere saldırdık ve onları yendik. Ben ve Ensar’dan birisi kafirlerden birisini araya aldık. O bu durumu görünce; “Lâ ilâhe illallah” dedi. Ensar’dan olan arkadaşım onu öldürmekten çekindi. Ama ben aldırış etmeyerek mızrakla onu öldürdüm.

              Savaştan döndüğümüzde bu haber Peygamber (s.a.a)’e ulaşınca, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey Üsame! O, lâ ilâhe illallah dedikten sonra mı onu öldürdün?”

              Ben: O bu sözüyle kendisini korumaya çalışıyordu” dedim.

              Peygamber (s.a.a) sözlerini o kadar tekrar etti ki, ben; keşke o günden önce Müslüman olmamış olsaydım, diye arzu ettim.

              Yazar: Üsame, Allah’a iman, namaz, zekat, oruç, hac, Peygamber (s.a.a)’in ashabı olma, cihat vb. tüm amellerinin bu günahı gideremeyeceğini zannettikten sonra o arzuyu dile getirmiştir. O, bu güzel amellerin bu günah vasıtası ile yok olduğunu anlamıştır.

              Üsame’nin sözünden onun, bu işinin ardından bağışlanmayacağından korktuğu anlaşılmaktadır. İşte bu yüzden; “Keşke bu olaydan sonra Müslüman olmuş olsaydım” diye arzu etmektedir. Zira Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İslâm, kendisinden önceki (kötü) amelleri temizler.”

              Saygıdeğer okuyucuların, sadece Üsame’nin bu sözünden “Lâ ilâhe illallah” diyen birisinin ne kadar saygın olduğunu anlamaları yeterlidir.

              Buhari “Ali ve Halid’in Yemen’e gönderilmesi” babında şöyle nakleder: Bir adam kalkarak şöyle dedi: Ya Resulellah! Allah’tan kork!

              Resulullah şöyle buyurdu: “Vay olsun sana! Ben yeryüzü halkının Allah’tan çekinenlerinden daha lâyık değil miyim?”

              Halid: “Ya Resulellah! Onun boynunu vurayım mı?” dedi.

              Resulullah (s.a.a): “Hayır, belki de o namaz kılar!”

              Bu hadisi Ahmed b. Hanbel Ebu Said-i Hudri’den de nakleder.[3] Bu hadisin bir benzerini İbn-i Hacer-i Askalani “el-İsabe” adlı kitabının, münafık Sarhuk’un biyografisinde nakletmiştir. Onu öldürmek için getirdiklerinde Resul-ü Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu: “O namaz kılıyor muydu?”

              Cevaben: “Evet, halk onu gördüğü vakit namaz kılar” dediler.

              Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Allah beni namaz kılanları öldürmekten men etmiştir.”

              Aynı şekilde Zehebi, Amir b. Abdullah Yesar’ın hal tercümesinde Mizan’ul-İ’tidal’da kendisi Enes b. Malik’ten şöyle rivayet eder: Resulullah’ın yanında bir adamın ismini söyleyerek onun münafıkların sığınağında olduğunu söylediler. Onun hakkında fazla konuşulunca, Peygamber (s.a.a) katledilmesi emrini verdi. Daha sonra şöyle buyurdu: “Namaz kılıyor mu?” Cevaben: Evet, kendisine faydası olmayan namaz kılar. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Allah beni, namaz kılanları öldürmekten men etmiştir.”

              Yazar: Keşke Halid b. Velid namaz kılan Malik b. Nüveyre’nin ihtiramını korusaydı ve onun kanını dökmekten çekinseydi. Abdullah b. Ömer ve Ebu Katade-i Ensari, Malik b. Nüveyre’nin öldürüldüğü gün onlarla birlikte sabah namazı kıldığını söylemişlerdir. Ama Halid b. Velid, Malik’in güzel karısına aşık olduğundan ona ulaşmak için kocasını öldürdü!!

              Sahih-i Buhari ve Müslim’de kendi senetleri ile Abdullah b. Ömer’in şöyle dediği rivayet edilir: Bir gün Peygamber (s.a.a), Mina’da Kâbe’ye işaret ederek şöyle buyurdu: “Bu şehrin nasıl bir şehir olduğunu biliyor musunuz?” Halk cevaben Allah ve Resulü daha iyi bilir, dedi.

              Resulullah (s.a.a): “Bu şehir muhteremdir. Bugünün nasıl bir gün olduğunu biliyor musunuz?”

              Halk cevaben: Allah ve Resulü daha iyi bilir, dedi.

              Resulullah (s.a.a): “Bugün muhterem bir gündür. Allah da aynen bugün, bu ay ve bu şehir gibi sizin kan, mal ve namusunuzu muhterem kılmıştır.”

              Ehl-i Sünnet’in muteber ve güvenilir hadis kitapları, buna benzer hadislerle doludur. Bu hadisler, bu hususta Müslümanlar için hiçbir şüpheye yer bırakmamaktadır. Bu hadislerin hükmüyle hiçbir Müslüman’ın halifeye zekat vermekte ihmalkarlık ve kusur ettiği için öldürülmesi, özellikle de onun bu ihmalkarlık ve kusuru, halifenin oturduğu makamın hak olup olmadığı hakkındaki şüpheden kaynaklanmış olursa, asla câiz değildir. Nitekim Peygamber (s.a.a) vefat ettiği zaman Arap kabilelerinden bazılarının durumu aynen böyleydi. Fitne ve taşkınlık o kadar ilerledi ki, Araplardan bir çoğu İslâm’dan çıktılar. Muhacir ve Ensar da hilafet hakkında kavga ve kargaşa çıkardılar. Her birinin ayrı bir görüşü vardı. Hatta Ensar üç ayrı görüşe sahipti.

              Tam bu kargaşalıkta Ebu Bekir’e biat edildi. (Önceden de söylendiği gibi) Ebu Bekir’e biat, Allah’ın Müslümanları onun şerrinden koruduğu bir hata idi.

              Buna göre, tüm bunlara rağmen Ebu Bekir’e biatin ve ümmetin görüş birliğinde olduğu söylentilerinin şüphe ve tereddütlere maruz kalması oldukça doğaldır. Hatta ortama hakim durum, işin başlangıcında anlattığımızdan daha vahimdi.

              Buna binaen, Ebu Bekir’in hilafetinin sahih olup olmadığı hakkında şüphesi olan, onun emir ve yasaklarının şer’i açıdan farz olup olmadığında tereddüde kapılan imanlı ve mümin şahıslar azarlanmamalı ve işkence edilmemeliydi.

              -----------------------------------
              [1] - Sahih-i Müslim, c. 2, s. 324 (Fezail-i Ali Babı).
              [2] - Hurka; Umman bölgesinde bir yer ismidir. (M.)
              [3] - Müsned-i Ahmed, c. 3, s. 4.
              "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

              Yorum


                #22
                Ynt: HZ. EBU BEKR (R.A)'DAN TAVSİYELER

                (12)

                MALİK B. NÜVEYRE’NİN HALİD B. VELİD’İN EMRİ İLE ÖLDÜRÜLMESİ VE EBU BEKİR’İN OLAYA DUYARSIZ KALMASI


                Bu macera Bitah’da (Malik b. Nüveyre’nin arazisinden bir yerin ismi) meydana geldi. O gün İslâm ordusunun tüm yetkileri Ebu Bekir tarafından Halid b. Velid’e verilmişti. O, istediği şeyi yapmaya yetkiliydi!

                Halid, Malik’in kabilesi arasında sadece Müslümanları öldürmekle yetinmedi; ölüleri musle[1] bile etti. İmanlı ve mümine kadınları esir etti. Allah’ın haram kıldığı mal ve namusları ayaklar altına aldı ve câiz bildi. Şer’i hükümleri tatil etti. Benim görüşüme göre hatta cahiliyet döneminde bile eşine rastlanılmayacak işler yaptı.

                MALİK B. NÜVEYRE KİMDİR?

                Malik b. Nüveyre-i Temimi-yi Yerbui, Beni Temim kabilesinin ileri gelenlerinden ve Beni Yerbu’nun seçkin şahsiyetlerindendi. Malik, tam manasıyla cömertlik, cesurluk ve yiğitlik açısından örnek verilmekteydi. Malik bu açıdan padişahlar sırasında yer almıştı. Malik Müslüman olunca, Beni Yerbu kabilesinin tüm bireyleri onun vasıtası ile İslâm’ı kabul etti.

                Resulullah (s.a.a), ona karşı olan güven ve itimadından dolayı onu kendi kavminin zekatlarını toplaması için görevlendirdi.

                MALİK B. NÜVEYRE’NİN SUÇU VE ONUN EBU BEKİR’E ZEKAT VERMEKTEN KAÇINMASI

                Malik b. Nüveyre’nin suçu onun Ebu Bekir’in hükümetine zekat ve sairi şeyleri vermemesiydi. Bu durum ise Malik’in, meydana gelen olayları incelemek ve dini görevlerini belirlemekle meşgul olduğu bir dönemde meydana çıktı.

                Malik’in Ebu Bekir’e zekat vermemesi ne İslâm’a karşı olan şüphesinden, ne Müslümanlar arasında ihtilaf ve kargaşa çıkarmaktan, ne de halife ile savaşmak istediğinden dolayı idi. Bilakis Müslümanlar arasında Ebu Bekir’in hilafeti şiddetle tartışıldığı bir sırada Halid b. Velid ona saldırdı.

                Bu dönemde Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyti ve onların dostları Hz. Ali’yi halife olarak istiyor, Ömer, Ebu Bekir, Ebu Übeyde, Salim (Ömer’in kölesi) ve onların taraftarları ayrı bir görüşü savunuyor, Muhacirlere Medine’de ev veren Ensar da ayrı bir görüşü savunuyordu.

                Onların itirazı öyle bir hadde ulaştı ki, liderleri olan Sa’d b. Übade’yi ayak altına alıp çiğnediler. Sa’d da onlardan ve hükümetlerinden kenara çekilerek şöyle yemin etti: Eğer yardımcı bulursam Ebu Bekir ve Ömer’in aleyhine ayaklanacağım. Sa’d ne onların Cuma namazına katıldı, ne de herhangi bir toplantılarında oturdu. Sonunda Havran[2] şehrinde vefat etti.

                Onlar Hz. Ali (a.s)’ı biate zorlamak için sabahtan akşama kadar Allah’ın zikri söylenilen evini muhasara ettiler. Peygamber (s.a.a)’in emanetinin ihtiramını korumadılar. Hz. Fatıma (a.s)’ın miras, mülk ve humusunu sahiplendiler!!

                Buna göre akıl sahibi ve kendi kabilesi arasında önemli bir makama sahip olan Malik b. Nüveyre’nin ortamı incelemesi, Medine’de iş başına gelen ve hükümeti ele geçirirken kendi düşman ve muhaliflerini susturmak ve mağlup etmekle meşgul olan bir kimseye itaat etmekten sakınması gayet normaldi.

                Malik b. Nüveyre’nin üzerindeki görevi tam olarak yerine getirmek için zekatı Ebu Bekir’e vermekten çekinmesi işte bundan dolayı idi.

                Bu yüzden Ebu Bekir ve onun memurları Malik’e bu karışık ortamı inceleyip hakikati bulana dek zaman tanımalı ve ona ansızın saldırılmamalıydılar. Zira o zekatı inkar etmiyordu. Zekat ile namaz arasında fark koymuyordu. O, Ebu Bekir veya diğer Müslümanlarla savaşmayı gerekli bilen birisi değildi.

                Malik ve kabilesinin zekat vermekten kaçınmasının gerçek yüzü buydu. Bu konunun delili ise onun kendi kabilesine yaptığı nasihattir. O şöyle nasihat etmişti: Dininiz üzerinde baki kalın, Velid ile tartışmaktan çekinin. Malik, askerleri ile birlikte hazır durumda olan Halid’in Bitah’a saldırmasını önlemek için kendi adamlarının dağılmalarını emretti. Hatta onları bir noktada toplanmaktan bile menetti. Bu tedbir ise, kimsenin orayı karargah yaptığını düşünmemesi içindi.[3]

                --------------------------------------
                [1] - Musle; Öldürülen şahısın bedenindeki el, ayak, burun, kulak vb. organları kesmektir. Musle, İslâm geldikten sonra haram kılınmıştır. Resulullah (s.a.a), kuduz bir köpeği bile musle yapmaktan men etmiştir. (M.)
                [2] - Suriye şehirlerinden bir şehrin ismi.
                [3] - Muhammed Hasaneyn Heykel, “es-Sıddık Ebu Bekir” kitabının 144. sayfasında bu sözleri açıkça beyan etmiştir. Abbas Mahmut Akkad da “Abkariyat-u Halid” adlı kitabında Malik’in zekat vermekten çekinmesinin, düşmanlık ve savaş çıkarmaktan dolayı olmadığını yazmakta ve onun şiirlerini yanlış olarak mana etmektedir.
                "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                Yorum


                  #23
                  Ynt: HZ. EBU BEKR (R.A)'DAN TAVSİYELER

                  HALİD’İN BİTAH’A GİTMESİ


                  Halid b. Velid Esed ve Gaftan kabilelerinin işini bitirince askerleriyle birlikte Malik b. Nüveyre’nin bölgesinden bir yer olan Bitah’a gitmeye karar verdi. Malik önceden Bitah’ı boşalttı. O, önceden de söylediğimiz gibi kendi kabile bireylerini de dağıttı. Bunun sebebi ise İslâm’ın korunması için Halid ile aralarında meydana gelebilecek kötü bir olayı durdurmaktı.

                  Ensar (Medine askerleri), Halid’in Malik b. Nüveyre’ye doğru harekete geçsek istediğini anlayınca, olaya karşı çıkarak şöyle dediler: “Halife bu emri bize vermemiştir. O bize, Buhaze kabilesi ile işimiz bitince orada onun mektubunu beklememizi emretmiştir.”

                  Halid Ensar’a cevaben şöyle dedi: “Halife size böyle bir emir vermemiştir. O bana Malik’i de takip etmemi emretmiştir. Komutan benim, haberler de bana ulaşır. Halifenin emir ve fermanı bana ulaşmasa da, şu anda elimde öyle bir fırsat vardır ki, halifeye haber verecek olursam bu fırsat elden çıkar. Bu yüzden onu elde etmeden önce halifeye haber vermeyeceğim. Aynı şekilde eğer bir olayla karşılaşır ve bu konuda halifenin kendisi emir vermemiş olsa da, bizim kendimiz olayı tam olarak bilirsek ona göre davranır ve halifeden görevimizi belirlemesini beklemeyiz. Şimdi Malik bizim yakınlarımızdadır. Ben ve benimle beraber olanlar Malik’e doğru yola koyuluyoruz.”

                  Tüm tarih yazarları Halid ve yandaşlarının “Bitah” bölgesine vardıklarında orada kimsenin bulunmadığını söylemişlerdir. Önceden de söylediğimiz gibi Malik kendi adamlarına evlerine gitmelerini ve İslâm üzerinde baki kalmalarını söylemişti. Aynı zamanda Halid ile tartışmamalarını da tembihlemişti.[1]

                  Halid’in Ensar’dan birisi ile yaptığı konuşmayı, Hasaneyn Heykel “es-Sıddık Ebu Bekir”[2] kitabında ve Akkad ise “Abkariyyet-u Ömer”[3] adlı kitapta nakletmişlerdir.

                  Gördüğünüz gibi Ensarlının sözü oldukça açıktır. Şöyle ki halife onlara, Malik’e doğru yola çıkmalarını emretmemiştir. Ama Halid, halife Ebu Bekir’in bu emri ona gizli olarak verdiğini iddia etmiştir! Buna göre halife kamu oyunda “Bitah” faciasında sorumlu tutulmaması için hileye baş vurmuştur. Görünüşte sorumlu sadece Halid b. Velid olacak ve bu konuda halifenin özrü de kabul edilecekti. Aynı şekilde halife onun özrünü de kabul ederek yorumlamada bulunacak ve yanlışlık yapmış olduğunu da diyebilecekti!!! Bu konu Ebu Bekir’in siyasette ne kadar derin ve ileri görüşlü birisi olduğunu göstermektedir!

                  -------------------------------------
                  [1] - Es-Sıddık Ebu Bekir, M. Hasaneyn Heykel, s. 144.
                  [2] - a.g.e. s. 143 ve sonrası.
                  [3] - a.g.e. s. 267.
                  "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                  Yorum


                    #24
                    Ynt: HZ. EBU BEKR (R.A)'DAN TAVSİYELER

                    MALİK VE KABİLESİNDEN BİR GRUBUN ÖLDÜRÜLMESİ


                    Halid’in adamları Bitah’a vardıklarında orada kimseyi bulamadılar. Halid kendi adamlarını onları takip etmeleri için görevlendirdi. Askerler Malik b. Nüveyre ve Beni Yerbu’dan birkaç adamı getirerek Halid’e teslim ettiler. Daha sonra öyle bir facia yaşandı ki, ondan bir bölümünü tam bir hüzün ve esef ile naklediyoruz. “İnna lillah ve inna ileyhi raciun”[1]

                    Taberi kendi senedi ile Ebu Katade’den şöyle dediğini rivayet eder: Halid’in askerleri Malik ve adamlarını muhasara edip geceleyin göz altına aldıklarında, Malik ve adamları silaha el attılar. Biz onlara Malik ve adamlarına): “Biz Müslüman’ız dedik.”

                    Onlar da: “Biz de Müslüman’ız” dediler.

                    Biz tekrar: “Peki yanınızda taşıdığınız bu silahlar da nedir?” dedik.

                    Onlar: “Peki siz neden silah taşıyorsunuz?” dediler.

                    Cevaben: “Eğer doğru söylüyor da kötü bir niyetiniz yoksa, silahlarınızı yere bırakın” dedik. Onlar da silahlarını yere bıraktılar. Daha sonra sabah namazı kıldık. Onlar da bizimle beraber sabah namazı kıldılar.

                    Yazar: Namazdan sonra onların silahlarını topladılar. Daha sonra onları tutuklayıp ellerini bağlayarak esir bir şeklide Halid’in yanına götürdüler. Bu grubun içerisinde Malik’in karısı Leyla de bulunmaktaydı.

                    Malik’in hanımı olan Minhal’in kızı Leyli, tarihçilerin ve Abbas Mahmut Akkar’ın da “Abkariyat-u Halid” adlı kitabında yazdığı gibi güzellik açısından özellikle de göz ve bacak güzelliği bakımından Arap kadınlarının en meşhurlarındandı. Onun hakkında şöyle derler: Göz ve bacak güzelliği bakımından onun gibi bir kadın görülmemiştir. Halid’in aklını başından alan da bu güzellikti. Malik ve Halid arasında şiddetli bir tartışma çıkarken, Malik’in güzel karısı da onların kenarındaydı. Sonunda Halid b. Velid: Ey Malik! Seni öldüreceğim, dedi.

                    Malik: Senin yandaşın (Ebu Bekir) mi böyle bir emri verdi? dedi.

                    Halid: Allah’a and olsun ki, seni öldüreceğim, dedi.

                    Bu konuşma esnasında Abdullah b. Ömer ve Ebu Katade de oradaydılar. Onlar Halid’le Malik ve onun öldürülmemesi hakkında konuştular. Ama onların sözü Halid’e tesir etmedi.

                    Malik: “Ey Halid! Bizi Ebu Bekir’in yanına gönder de o nasıl uygun görürse, bizim hakkımızda hüküm versin. Zira sen, suçu bizden daha fazla olanları bile onun yanına gönderdin” dedi.

                    Tekrar Abdullah b. Ömer ve Ebu Katade Ensari Halid’den, Malik ve adamlarını Ebu Bekir’in yanına göndermelerini istemede ısrar ettiler. Ama Halid kabul etmedi!

                    Halid: Onu öldürmekten vazgeçmem mümkün değildir, dedi. Daha sonra Zırar b. Ezver-i Esedi’ye Malik’in boynunu vurmasını emretti.

                    Bu arada Malik karısına bakarak Halid’e hitaben şöyle dedi: Benim ölümüme sebep olan şudur! Halid: Tam tersine, İslâm’dan dönmenle ölümüne sebep olan Allah’tır, dedi!!

                    Malik: Ben Müslüman’ım dedi. Ama Halid: “Ey Zırar! Boynunu vur!” diye emretti. O da Malik’in boynunu vurdu.[2] Halid, Malik’in karısını kendi çadırına götürerek aynı akşam onunla cinsel ilişkiye girdi. Aynı asırda yaşayan şair Ebu Zuheyr Sa’di, bu konu hakkında şöyle diyor:

                    “Hücuma uğrayan kabileye söyle ki, Malik’ten sonra bu gece çok uzun olacaktır. Halid, Malik’in karısına tecavüz ederek sabahladı. O, daha önce de bu kadını arzuluyordu! Halid hiçbir şeyi gözetmeden kendi hevesine ulaştı. O gecenin sabahı Halid bir kadına sahipti. Ama Malik hiçbir şeye sahip değildi, kendisi de öldürülmüştü. Malik’ten sonra yetim çocuk ve dul kadınların velisi kimdir? Kim idam edilmiş fakirlerin düşüncesindedir? Beni Temim, küçüğe büyüğe herkes, ümit kaynakları olan kendi kahramanlarının ölüm musibetlerine uğradılar.”

                    Halid, Malik’in kabilesinden alınan esirleri hapsetmelerini emretti. Çok soğuk bir gecede onları hapsettiler. Daha sonra Halid’in sözcüsü şöyle seslendi: “Esirleri giyindirin.” Bu kelime Kenane dilinde kinaye olarak öldürün anlamındadır. Gerçek anlam ise öldürülmekti. Bu emir ile o gece tüm esirler öldürüldü!

                    Halid kendi ordusundaki cellatlarına bu sesi duyduklarında onların tümünü öldürmelerini emretmişti. Bu da cinayetin sorumluluğundan kurtulmak için planlanmış bir hileydi. Ama bu cinayet, Ebu Katade ve onun gibi açık gözlü kimselerden saklı kalmadı. Bu konu sadece orduyu oluşturan hayvan sıfatlı kimseler için hile yoluyla gizli kaldı.

                    Bu, halifenin yola çıkardığı ordunun komutanı Halid b. Velid ile Beni Temim kabilesinin reisi olan Malik b. Nüveyre’nin arasında geçen olayın gerçek yüzüydü. İsteyenler, tarihçilerin ve sire yazanların yazdıkları şeylerden anlattıklarımızı elde edebilirler. Bu tarihi gerçeğin yanı sıra siyasi amaçlarla dönemin liderlerinin şahsiyetini ve komutanların itibarını korumak için uydurulan çelişkili bir takım uyduruklar da mevcuttur. Biz bu uyduruk sözleri de dikkatle inceledik. Bu araştırmamızın sonucu şudur: Halid b. Velid’e olan sevgi ve onu savunmak amacıyla gerçekleri ayaklar altına almak istemişlerdir. Allah söylediğimiz her şeye vekildir!

                    -----------------------------------------
                    [1] - “Biz O’ndanız ve O’na döneceğiz.” Bu ayeti musibet vakti söylerler. (M.)
                    [2] - İbn-i Hallakan’ın “Vefayat’ul-A’yan” adlı kitabında Vesime b. Fırat’ın hal tercümesinde yazdığına göre, Malik’in kesilmiş kafasını kazanın yemek pişirilmek için altına bırakılan üç taşını kamil etmek amacıyla altına bıraktı.
                    "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                    Yorum


                      #25
                      Ynt: HZ. EBU BEKR (R.A)'DAN TAVSİYELER

                      EBU KATADE ENSARİ VE ÖMER B. HATTAB’IN HALİD VE DAVRANIŞLARINA KARŞI İTİRAZLARI


                      Muhammed Hasaneyn Heykel “es-Sıddık Ebu Bekir” adlı kitabında şöyle yazıyor: Ebu Katade, Halid’in Malik b. Nüveyre’yi öldürmesine ve karısına tecavüz etmesine oldukça sinirlendi. Bu yüzden Halid’in ordusundan ayrılarak Medine’ye geri döndü. Aynı zamanda, Halid b. Velid’in komutanlığını üstlendiği hiçbir orduya katılmayacağına dair yemin etti.

                      Malik b. Nüveyre’nin kardeşi Mütemmim b. Nüveyre de onunla beraberdi. Bu ikisi Medine’ye vardıklarında Ebu Katade sinirli bir halde Ebu Bekir’le görüşerek Halid’in Malik’i nasıl öldürdüğünü ve karısı Leyli’ye tecavüz ettiğini ona anlattı. Aynı zamanda Ebu Katade, Halid’in komutası altında hiçbir orduya katılmayacağına dair yemin ettiğini de ekledi. Ama Halid’in yaptığı işlerden oldukça etkilenen Ebu Bekir, Ebu Katade’nin şikayetlerini dikkate almayarak “İslâm’ın yalın kılıcı!” hakkında söylenilmesi gerekenleri söylemedi.

                      Heykel şöyle ekliyor: “Sayın okurlar Ensar’dan olan bu adamın (Ebu Katade) halifenin öfkelenmesinden korkup geri adım attığını mı sanıyorlar? Hayır. O Halid’in bu davranışına karşı oldukça sinirliydi. Bu yüzden Ömer b. Hattab’la görüşerek dolayı ona da anlattı. Ebu Katade Halid b. Velid’i, heva ve hevesleri dini görevlerine galebe çalmış bir insan olarak gösterdi.”[1]

                      Heykel daha sonra şöyle diyor: Ömer onun söylediklerini teyit ederek Halid b. Velid’i azarlayıp eleştirmede onunla ortak oldu. Halid b. Velid’in davranışlarına oldukça sinirlenen Ömer, Ebu Bekir’in yanına giderek Halid’in kılıcından zulüm ve fesadın yağdığını ve onu bu iğrenç davranışlarından dolayı tutuklatması gerektiğini de ekledi. Ama Ebu Bekir kendi atadığı hakimlerden hiçbirisini tutuklayamıyordu. Bu yüzden Ebu Bekir Ömer’in, Halid b. Velid’i eleştirmede oldukça ısrarlı olduğunu görünce, Ömer’e hitaben şöyle dedi: Ey Ömer! Yeter artık. Halid Allah’ın hükmünü yorumladı ama yanıldı. Onu azarlamaktan vazgeç artık!

                      Ama Ömer Ebu Bekir’in cevabına kanaat etmedi. Aynı şekilde Halid’i eleştirmeye devam ediyordu. Ebu Bekir Ömer’in, Halid’i haddinden fazla eleştirdiğini görünce şöyle dedi: “Hayır Ey Ömer! Ben Allah’ın kafirler için keskin kıldığı kılıcı kılıfına sokamam!”

                      Heykel şöyle ekliyor: Ömer bütün bunlara rağmen Halid’in davranışını oldukça aşağılayıcı biliyor ve yerinde oturamıyordu. Ömer, Halid’in rahat bir şekilde yerinde durmasına ve hiçbir günah işlememiş gibi gösterilmesine nasıl razı olabilir ve susabilirdi!

                      Ömer, Ebu Bekir’le yeniden konuşması gerektiğini, Halid’in Allah’ın düşmanı olduğunu, Müslüman bir adamı öldürdüğünü ve karısına tecavüzde bulunduğunu hatırlatması gerektiğini lazım biliyordu. Bu davranış karşısında onun cezalandırılmamasının insafsızlık olduğunu düşünüyordu.

                      Ömer’in bu şekilde ısrarı, Ebu Bekir’in Halid’i çağırarak ondan ne yaptığını sormasına sebep oldu. Bu nedenle Halid Medine’ye geldi. Halid Medine’ye girdiğinde üzerinde savaş zırhı ve başındaki miğferine ise birkaç ok taktığı halde Mescide girdi.

                      Ömer, Halid b. Velid’in bu şekilde Peygamber (s.a.a)’in mescidinde yürüdüğünü görünce, yerinden kalkarak miğferindeki okları çıkarıp kırdı ve ona hitaben şöyle dedi: Müslüman bir adamı öldürüp de onun karısına tecavüz mü ettin?! Allah’a yeminler olsun ki seni recm ettireceğim (taşlattıracağım).

                      Suskun bir şekilde duran Halid yaptıklarından dolayı özür bile dilemedi. Daha sonra Ebu Bekir’le mülakat etti. Malik b. Nüveyre’nin olayını ve onun hakkında nasıl tereddüt ettiğini anlatarak bağışlanmasını istedi. Ebu Bekir de onun özrünü kabul ederek savaşta işlediği tüm suçları görmezlikten geldi!!!

                      Ama Ebu Bekir Halid’i, henüz öldürülmüş kocasının kanı kurumamış bir kadınla evlenmesinden ve onunla cinsel ilişkide bulunmasından dolayı onu azarladı. Zira o zamanın Arapları esir aldıkları kadınlarla ilişkide bulunmayı büyük bir ayıp biliyorlardı.

                      Yazar: İslâm, kocası ölmüş bir kadınla iddeti dolmadan önce evlenmeyi haram kılmıştır. Eğer böyle bir kadınla evlenilir de iddeti bitmeden onunla cinsel ilişkiye girilirse, bu kadın o adama ebedi olarak haram olur. Halid, Malik’in karısını esir bilse bile, esir bir kadınla cinsel ilişki şer’i açıdan temizlendikten (iddet süresi bittikten) sonra helal olur. Ama yukarıdaki olayda (Malik’in karısı mevzusunda) henüz şer’i temizlenme olmamıştı. Bilakis onun kocası öldürülmüştü. Halid işte böyle bir halde onun karısıyla cinsel ilişkiye girdi!!

                      Daha sonra Heykel şöyle ekliyor: Ömer, Halid’in bu davranışı hakkındaki görüşünü unutmadı. Ebu Bekir ölüp de Ömer’e halife adı altında biat edilince, Ömer’in ilk yaptığı iş, Ebu Bekir’in öldüğünü Şam’daki askerlere duyurmak ve bu haberi götüren şahısla da Halid’in ordunun komutanlığından azledilme hükmünü göndermek oldu.

                      Heykel şöyle devam ediyor: Ömer, Halid’in Malik b. Nüveyre ve karısına yaptıkları çirkeflikleri asla unutmadı. Öyle ki, tüm tarihçiler, Halid’in sonraları komutanlıktan azledilmesinde bu düşüncenin oldukça etkili olduğunda görüş birliğine varmışlardır.

                      -----------------------------------
                      [1] - Gerçekten Halid’i öyle mi gösteriyordu? Yoksa Halid’in kendisi gerçekten böyle bir şahıs mıydı? Genellikle böylesine iğrenç davranışlar yapmıyor muydu? Hz. Ali (a.s) ne kadar da güzel-söylemiştir: “Bir şeyi sevmek insanı kör ve sağır yapar...” (M.)
                      "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                      Yorum


                        #26
                        Ynt: HZ. EBU BEKR (R.A)'DAN TAVSİYELER

                        NE KADAR ŞAŞIRTICI!


                        İnsanı hayretlere ve şaşkınlığa sürükleyen işlerden birisi de; Halid b. Velid komutanlık makamından alınana dek bu kanların boşa akıtılması, Müslümanların namusunun zedelenmesi, ilahi haramların câiz kılınması ve dini hükümlerin tatil edilmesidir. Bu müddet zarfı içerisinde Halid b. Velid’in geniş yetkilere sahip olması ve birinci halife ölüp de ikinci halife iş başına gelinceye ve onu makamından azledinceye dek onun istediği her şeyi özgürce yapmasıdır.

                        Ebu Bekir’in “Bitah” cinayeti konusundaki görüşü, onun Kur’ân ve Sünnetin açık nasları karşısındaki şahsi görüşlerinden sadece birisidir. Ebu Bekir kendi görüşünü, onlara uymaktan daha öncelikli bilmiştir!
                        "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                        Yorum


                          #27
                          Ynt: HZ. EBU BEKR (R.A)'DAN TAVSİYELER

                          EBU BEKİR’İN GÖRÜŞÜ HAKKINDA BİR AÇIKLAMA


                          M. Hasaneyn Heykel “es-Sıddık Ebu Bekir” adlı kitabında Ebu Bekir’in görüş ve istidlali hakkında şöyle diyor: Ebu Bekir ortamın, bu gibi olayların onda tesir meydana getirmesinden daha tehlikeli olduğunu görüyordu. Zira bir veya birkaç kişinin, Halid’in nass karşısındaki içtihadıyla hatayla öldürülmesi, hükümeti tehdit eden tehlikeden ve Arap bölgelerinde hükümet aleyhine ayaklanmalardan daha önemli değildi.

                          Yazar: M. Hasaneyn Heykel’in, Halid b. Velid hakkında söylediği sözlerde içinde mübalağa olmadığını söylemeye gerek yoktur. Zira ortamın çok hassas olmasına rağmen halifenin Halid b. Velid’i bu cinayetten dolayı en azından azletmesi imkanı da mevcuttu. Onun yerine Ömer, Ebu Übeyde, Muaz b. Cebel, Sa’d b. Ebu Vakkas vb. gibi şahısları atayabilirdi. Aynı zamanda ilk fırsatta Halid’i yargılayabilir ve ilahi hükümler gereğince onu cezalandırabilirdi.

                          Bunlara ilave olarak Heykel’in konuyu karıştırması ve devleti tehdit eden tehlike ve kıyamdan söz etmesi de mübalağasız değildir. Zira Malik b. Nüveyre’nin, Halid’in emriyle öldürüldüğünde Müslüman olma meselesi ne Halid’in, ne de Ebu Bekir’in tereddüt edebileceği bir konu değildi.

                          Aynı şekilde Halid’in Malik’in iddet içerisinde olan karısıyla cinsel ilişkiye girmesi, tüm Müslümanların icmasıyla ilahi haddin icra olmasını ve böylece Halid’in recm edilmesini (taşlanmasını) gerektiriyordu. Ömer imkan bulduğunda işte bunu yapmayı planlıyordu.

                          Yine Heykel’in söylediği: “Bir veya birkaç adamın öldürülmesi hükümeti tehdit eden tehlikelerden daha önemli değildi” sözü, adam öldürmenin hafife alınması demektir. Halbuki Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Kim bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur.”[1]

                          Yine şöyle buyurmaktadır: “Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir.”[2]

                          Yine şöyle buyuruyor: “Yine onlar ki, Allah ile beraber (tuttukları) başka bir tanrıya yalvarmazlar, Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan günahı (nın cezasını) bulur.”[3]

                          Yine Heykel şöyle yazıyor: “Bu komutan (Halid) halifenin -görüşünde sadece yanlışlık yaptığından dolayı sorumludur- ortama hakim belanın bunun vasıtasıyla bertaraf edilmesi gereken bir şahsiyetti. Bu belalar ancak onun vesilesi ile önlenebilirdi!!!”

                          Halbuki Halid, Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı bir adamın katiliydi. Halid, Allah’ın cinsel ilişkiyi haram kıldığı bir kadına tecavüz etmişti.

                          Buna göre Halid, bu haram fiillerin hatalısı değil istekçisiydi. İkinci halife onu alı koyana dek bu işlerine devam etti. Önceden de söylediğimiz gibi Ebu Bekir, bu olaylardan sonra onu azledip yerine başkalarını atama imkanına sahipti.

                          Yine Heykel şöyle yazıyor: “Arap geleneklerinin tersine bir kadınla evlenmek ve şer’i olarak temizlenmeden önce onunla cinsel ilişkiye girmek savaşa giden bir cengaver için savaş hükmüyle esir almak ve onlara malik olmak bu gibi tehlikeli durumlarda hiç de önemli değildir.”

                          Yine şöyle devam ediyor: “Eğer bu davranışların dini kanunlarla uyumluluğuna bakılması gerektiğini kabul etmek zorunda kalırsak yine de Halid gibi büyük şahsiyetlerin istisna edilmesi gerekir. Özellikle bu durum hükümetin zararına ve onu tehlikeye atmaktaydı.”

                          Yazar: Bu ve bundan önceki sözler Ebu Bekir’den öteye Heykel gibi büyük bir şahsiyeti sevindiren bir mevzudur. Zira bu yolla kendi vicdanlarını rahatlatmak istemişlerdir. Ama ben Heykel’in, Müslümanların namusunun ayaklar altına alınmasını bu denli değersiz sayacağını zannetmiyorum. Yine onun bu ibaretlerle, Halid için câiz kıldığı şeyleri fatih olan her savaşçı için câiz kılacağını tasavvur etmiyorum! Zira Heykel de tüm Müslümanlar gibi bunun benzeri davranışların (sadece) İslâm ile savaş halinde olan kafilerin topraklarını fetheden fatihlere câiz kılındığını bilmektedir. Ama Malik b. Nüveyre ve kabilesi namaz kılan, zekat veren ve ahrete inanan müminlerdi. Malik b. Nüveyre sadece Ebu Bekir’in hilafetinin başlangıcında gerçeklerin daha iyi aydınlığa kavuşması için ona itaat etmekten çekindi.

                          Bu sözlerin Muhammed Hasaneyn Heykel gibi şahıslardan çıkması oldukça şaşırtıcıdır. Daha da şaşırtıcısı Heykel’in Ebu Bekir’in ağzıyla şöyle söylemesidir: “İlahi hükümlerin Halid gibi büyük şahsiyetlere uygulanması lazım değildir.” Halbuki onun şunu bilmesi gerekir ki Allah (c.c) cenneti kendisine itaat eden kimseler için yaratmıştır; isterse bu itaatkar kul Habeşi zenci olsun. Aynı şekilde cehennem ateşini de kendiside karşı isyan eden günahkarlar için yaratmıştır; isterse bu günahkar Kureyş efendisi olsun.

                          Bilinmesi gerekir ki, Allah’ın hiçbir kuluyla akrabalık bağı yoktur. Bütün insanlar O’nun karşısında aynı seviyededir. Öyle ki zorbacı bir adamın, hakkın kendisinden alınması için rezil edilmesi gerekir; zavallı ve çaresiz bir insanın da hakkını alabilmesi için kollanması ve değer verilmesi gerekir.

                          Buna ilave olarak eğer ilahi hükümlerin uygulanması herhangi bir tehlikeye sebep oluyorsa bu hükmün tehlike kalkıncaya dek ertelenmesi gerekir. Ama halife ne onu erteledi, ne de tehlike kalkıncaya dek sabredip ilahi hükümleri uyguladı! Onun yaptığı tek iş bu suçları affetmek oldu. Tam anlamıyla o katillerden razı idi!!

                          Aynı şekilde Heykel şöyle yazıyor: “Müslümanların Halid'in kılıcına ihtiyaçları vardı! Ebu Bekir’in Bitah olayından sonra Halid’i huzura çağırdığı gün ona Halid’e daha çok ihtiyaç vardı. Zira yalancı Müseyleme (peygamberlik iddia eden) Beni Huneyfe kabilesinden kendisine tabi olan kırk bin savaşçıyla Yemame’de Bitah yakınlarındaydı. Onun ayaklanması İslâm’da meydana gelen en şiddetli kargaşaydı.

                          Buna göre acaba Malik b. Nüveyre’nin öldürülmesi veya Halid’in aşık olduğu güzel Leyla yüzünden Halid b. Velid’in azledilmesi, Müslümanların ordusunun kendi başına bırakılması ve Allah’ın dininin tehlikeye atılması mı gerekirdi?!!

                          Halid ilahi ayetlerden, kılcı ise Allah’ın yalın kılıcıydı!!! Bu yüzden Ebu Bekir’in siyaseti de şu olmalıydı ki onu Medine’ye çağırdığı zaman sadece onu azarlamakla yetinmeli ve aynı o zamanda da onu Müseyleme ile savaşmak için Yemame’ye göndermeliydi.”

                          Yazar: Heykel bu konuyu birkaç defa tekrar etmiştir. Biz de sırası geldikçe cevap verdik. Şimdi bir defa daha söylüyoruz ki: Halife Halid’i azlederek onun yerine onun gibi birisini atama imkanına sahipti. Eğer örneğin bu işin yapılmasında Halid’e ihtiyaç vardıysa acaba bu yüzden ilahi hükümler tatil mi edilmeliydi? Önceden de söylediğimiz gibi ilahi hükümlerin tatil edilmesi mümkün değildir; onun icrası ertelenebilir. Buna göre bu hükümlerin tam olarak tatil edilmesinin sebebi ne idi ki sanki ne caniler varmış, ne de bir cinayet meydana gelmiş?!!

                          Evet Halid’in azledilmesi ve hemen Allah’ın hükmüyle recm edilmesi (taşlanması) gerekirdi. Eğer bu hükmün icrası herhangi bir tehlike doğuracak olsaydı –önceden de söylediğimiz gibi- tehlike kalkıncaya dek hükmün icrası ertelenmeliydi. Zira tüm İslâm alimlerinin icmasıyla bu hükmün hiçbir surette iptal edilmesi câiz değildi.

                          Yine Heykel şöyle yazıyor: “Belki de Ebu Bekir’in Halid’e o gün Müseyleme’ye karşı savaşa gitme görevini vermesi, Ömer’le Halid hakkında aynı görüşü taşıyan Medine halkına Halid’in hadise (olay) adamı olduğunu göstermekti! Ona vermiş olduğu yeni ferman ile onu yutması için ateşin önüne atmak ve hayatına son vermek istemiştir. Böylece Malik b. Nüveyre ve Leyla hakkındaki davranışın cezasını en kötü bir şekilde görmüş olacaktı. Ama bu savaştan galip olarak çıktığı ve birçok ganimetlerle geri döndüğü takdirde tüm Müslümanlar susacak, onun önceki amellerini unutacak ve Bitah’da işlediği cinayetten artık bahsetmeyeceklerdi!!!

                          Yemame savaşı Halid’in zaferi ile sonuçlandı ve onu temizledi! Gerçi bu olaydan sonra Halid, Müslümanların ve Müseyleme’nin taraftarlarının kanı kurumadan yine bir kızla zina yaptı. Ebu Bekir Halid’i bu kıza tecavüzünden dolayı Leyli’ye olan tecavüzünden daha çok azarladı...”[4]

                          Yazar: Üstad Heykelin söylediği: “Ebu Bekir, Halid’in Leyli’ye tecavüzü konusunda sadece onu azarlamakla yetindi” sözünde şunu bilmelidir ki, Allah (c.c) böyle durumlarda böyle bir mütecavizi azarlamakla yetinmez. Bilakis Kur’ân’ın nassı böyle bir adamın recm edilmesi (taşlanması) gerektiği doğrultusundadır. Ama Ebu Bekir Sıddık! bu nassı kendi görüşüyle yorumladı ve pratikte kendi görüşünü daha öncelikli bildi. Bunun kendisi de “nass karşısında içtihadın” ilgi çekici örneklerinden biridir!

                          Siz sayın okurlar doğru ve tam bir dikkatle bizimle Heykelin Ebu Bekir’in diliyle söylediği söze bir göz atınız. Acaba üstat Heykel ve Ebu Bekir, zina eden bir adamın Yemame savaşına gönderilmesi yerine ilahi hükümler doğrultusunda recm edilerek (taşlanılarak) öldürülmesi gerektiğini bilmiyorlar mıydı?!

                          Acaba onlar, Yemame savaşı ve onun tehlikelerinin zinakar Halid’i temizleyemeyeceğini bilmiyorlar mıydı? Zira Allah’ın emri şöyledir: “Ancak tövbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başka.”[5]

                          Günahkarların temizlenmesi sadece tövbe, pişmanlık ve iyi amellerle Allah’a dönmektir. Yemame savaşı ve onun ateş dolu kuyusu Allah’ın kat’i hükmünü ve Peygamber (s.a.a)’in sağlam sünnetini değiştiremez. Evet eğer bu hükmün icra edilmesinde herhangi bir mani veya engel meydana gelirse, dini hakimin bu hükmü ilk fırsatta icra etmesi gerekir.

                          Yemame savaşından sonra Halid’in pençesine düşen ve Leyli’ye yapılan muamelenin aynısı ona da yapılan kız belki de evliydi ve kocası vardı. İşte bu yüzden Ebu Bekir bu defa Halid’i Malik b. Nüveyre’nin karısına yaptığı hareketten dolayı onu azarladığından daha fazla azarladı. Eğer Halid’in bu kıza tecavüzü zina-i muhsine (kocası olan kadınla yapılan zina) ve onun mahremlerinden birisi olmasaydı, Ebu Bekir’in Halid’i çok fazla azarlaması sebepsiz olacaktı. Hatta bu azarlama yersiz bile olurdu.

                          Gördüğünüz gibi Heykel’in sözleri tam bir açıklıkla, halife Ebu Bekir’in daha çok nasıl maslahat görürse öyle davrandığını ve nasların gerektirdiği şeylere sırt çevirdiğini göstermektedir.

                          Bu anlam el-Ezher Üniversitesinin büyüklerinin genelinin Ebu Bekir ve Ömer hakkındaki görüşleridir. Onlar bu konuyu 1329 h. k yılında ve ondan sonraki yıllarda Mısır’a olan seferimde açıkça söylediler!

                          Ömer’in Kur’ân ve Sünnetin açık nasları karşısındaki içtihadı daha fazla olmasına rağmen önceden de söylediğimiz gibi Halid b. Velid’in bağışlanması konusunda Ebu Bekir’le aynı görüşü taşımıyordu.

                          Hasaneyn Heykel şöyle yazıyor: Ömer tam bir azim ve sarsılmaz bir inançla şuna inanıyordu ki, Halid Müslüman bir adama saldırmış ve onun karısıyla iddeti bitmeden cinsel ilişkiye girmiştir. Bu yüzden onun komutanlık makamında baki kalmaması gerekirdi. Zira bu çirkin ameli tekrar yapabilir, Müslümanları bozabilir ve onların Araplar arasındaki konumunu lekeleyebilirdi.

                          Daha sonra Heykel şöyle diyor: “Halid’in Leyli’ye yaptığı amelden dolayı onu cezalandırmadan serbest bırakmak doğru değildir. Halid’in Malik karşısındaki davranışını içtihat bile bilecek olursak, karısına yaptığı muamele doğru değildir. Bu Ömer’in câiz bilmediği bir mevzuuydu. İşte bu yüzden Ömer Leyli’nin bir an evvel serbest bırakılması gerektiğini ve Halid’in de recm edilerek öldürülmesi gerektiğini ısrarla söylüyordu. Halid’in Allah’ın kılıcı (seyfullah) olması ve sürekli galip gelen komutan bahanesiyle Halid’den vazgeçmiyordu. Zira bu özür kabul edilseydi Allah’ın haram kıldığı şeyler, Halid vb. şahıslar için câiz olacaktı. Bu ise Müslümanların için, Allah’ın kitabının ihtiramı hakkında en kötü örnek olacaktı. İşte bu yüzden Ömer Halid’in beraatına fetva vermedi. Bilakis defalarca kendi itirazını dile getiriyor, halifeden Halid’i cezalandırmasını istiyordu...”

                          Bunlar, Heykelin “es-Sıddık Ebu Bekir” adlı kitabının 151. sayfasında “Ömer’in görüşü ve onun bu konudaki delilleri” adı altında söylediği sözlerdir.

                          ---------------------------------
                          [1] - Maide / 32.
                          [2] - Nisa / 93.
                          [3] - Furkan / 68.
                          [4] - Es-Sıddık Ebu Bekir, M. Hasaneyn Heykel, s. 152.
                          [5] - Furkan / 70.
                          "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                          Yorum


                            #28
                            Ynt: HZ. EBU BEKR (R.A)'DAN TAVSİYELER

                            İNSAFTAN BİR ZERRE


                            Üstad Mahmud Akkad, Malik b. Nüveyre’nin öldürülmesi konusunda değişik görüşleri naklettikten sonra Halid’i savunurken şöyle diyor: “Bu görüşlerin içerisinde kat’i olarak bilinen tek şey, Malik b. Nüveyre’nin öldürülmesinin vacip olduğu konusu kesin değildi. Malik, Buzahe olayından sonra Fezare vs. kabilesinin büyüklerinin halifenin yanına gönderilmesinden bu işi için daha layıktı. Yani Halid’in onu da diğerleri gibi halifenin yanına göndermesi gerekirdi. Diğer bir mesele de şu ki, Halid b. Velid’in Malik’in karısıyla yattığı ve onu yanında bulundurduğu kesindir. Halife (Ebu Bekir) ile olan mülakatından sonra da onu kendisiyle beraber Yemame’ye götürdü.”

                            Daha sonra Akkad şöyle yazıyor: Bu konu ispatlandıktan sonra şöyle söylememiz gerekir: Bitah vakıası Halid’in yaşam tarihinde karanlık bir sayfadır. Onun silinmesi ve onun hakkında söylenenlerin yazılmaması daha iyi olurdu...”[1]

                            Yazar: “Malik b. Nüveyre’nin öldürülmesinin vacip oluşu kesin ve kat’i değildi” cümlesi hakkında şöyle söylüyoruz: Malik’in öldürülmesinin haram oluşu oldukça açık ve kesindi. Onun öldürülmesi büyük günahlardan birisidir. Aynı zamanda kısası da gerektirmekteydi. Zira Bitah vakıasına insafla bakan, Ömer, Ebu Katade ve Medine halkının Halid’in bu iğrenç davranışına karşı itirazlarının sebebini anlayan bir şahıs, Malik’in Müslüman oluşu hakkında en küçük bir şüphenin bile olmadığını çok iyi bilmektedir. Malik’in hayatının son anlarında söylediği son söz ise “Ben Müslümanlığımda bakiyim” cümlesi idi.

                            Bunlara ek olarak Ömer ve Ebu Bekir’in onun Müslüman olarak dünyadan gittiğinde görüş birlikleri vardı. Zira Ömer Ebu Bekir’e şöyle dedi: “Halid zina yapmıştır; onu recm ettir.” Halife ise şöyle cevap verdi: “Ben onu recm ettirmem; zira içtihat yapmış ve hataya düşmüştür!”

                            Ömer: “O Müslüman bir adamı öldürmüştür. Malik’in kısası adıyla onu öldür!” dedi.

                            Ebu Bekir cevabında; “O mürtet bir adamı öldürmüştür” demedi; bilakis şöyle dedi: “Ben onu bu sebeple öldüremem; çünkü içtihat etmiş, hataya düşmüştür.”

                            Bu sözler bile Ebu Bekir’in Malik’in Müslüman olduğunu itiraf ettiğini göstermektedir. İşte bu yüzden Malik’in kan pahasını Müslümanların Beyt’ül-Malından ödedi. Aynı zamanda Malik’in akrabalarından esir olarak alınan kadın ve erkekleri serbest bıraktı. Halid gibi onlara esir muamelesi yapmadı!

                            Halid’in Malik’in karısı ile evliliği ve ona olan bağlılığı hakkında şöyle söylüyoruz: Eğer Halid’in Leyla ile cinsel ilişkide bulunması içtihat ve hata idiyse, daha sonraları, hele özellikle de halife ile mülakatından sonra onu yanından ayırmaması ve sürekli kendi yanında bulundurmasının ne anlamı vardı?

                            Onun ne gibi bir mazereti olabilir? Peki halife neden onu Yemame’ye götürmesine ve henüz idde halinde olmasına rağmen onunla zina yapmasına izin verdi?!!

                            “Silinmesi daha iyi olurdu” sözü hakkında ise şöyle söylüyoruz: Bize göre Halid’in hayatındaki bu karanlık sayfayı silmek halifenin göreviydi. Daha sonra sıra Halid’e gelmekteydi ki bu büyük ayıbı kendisinden uzaklaştırsın.

                            ---------------------------
                            [1] - Abkariyat-u Halid, s. 134.
                            "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                            Yorum


                              #29
                              Ynt: HZ. EBU BEKR (R.A)'DAN TAVSİYELER

                              MALİK HAKKINDA SON SÖZ


                              Sözümüzü Malik’in Araplar arasında ve İslâm’daki yeri ve makamı açısından ve Bitah vakıasında onun ve kabilesinin başına gelenleri yazan şahsiyetlere değinerek sona erdiriyoruz.

                              Bu konuda sayın okuyucuların; Tarih-i Taberi, Cemheret’un-Neseb-i İbn-i Kelbi, Kamil-i İbn-i Esir, er-Ridde ve’l-Futuh-i Seyf b. Amr, el-Muveffakiyyat-i Zübeyr b. Bekkar, Ağani-yi Ebu’l-Ferec-i İsfahani, Delail-i Sabit b. Kasım, Nezhet’ul-Menazir-i İbn-i Şahne, Muhtasar-i Ebu’l-Fida, Şerh-i Nehc’ül-Belağa-i İbn-i Ebi’l-Hadid (1. cilt, Ömer hakkındaki bölüm) ve diğer sire, mu’cem ve şerh-i hal kitaplarına müracaat etmeleri yeterlidir.

                              Şimdi İbn-i Hallakan’ın, Vuseyme b. Musa b. Fırat el-Veşşa-i Farisî’nin hal tercümesinde, Vuseyme b. Vakidi adlı kitaptan naklen Vefayat’ul-A’yan adlı tarihinde getirdiği şeyi naklediyoruz.

                              İbn-i Hallakan şöyle yazıyor: Malik b. Nüveyre büyük bir adamdı. Padişahlar sınıfından birisiydi. Arap arasında onun ismi örnek olarak verilir ve şöyle söylenirdi: “Delikanlıdır ama Malik gibi değil.”

                              Malik cesur, şair ve kendi kabilesi arasında saygın bir şahıstı. İleri görüşlü, kendisine tabi olanlar oldukça fazla ve gayretli birisiydi. Peygamber (s.a.a)’in huzuruna grup grup varan Arap kabileleri arasında o da Peygamber (s.a.a)’in huzuruna müşerref olarak İslâm’ı kabul etti. Resul-i Ekrem (s.a.a) de onu, kendi kabilesi arasında yıllık zekatı toplama görevine atadı...”

                              Olayı Malik’in Halid ile olan hadisesine kadar anlatarak şöyle yazıyor: İkisi arasında olan müzakere uzadı ve sonunda Halid: Ben seni öldüreceğim dedi. Malik cevaben: Ebu Bekir mi bu emri sana verdi? dedi. O anda huzurda bulunan Abdullah b. Ömer ve Ebu Katade Malik’in lehine konuştularsa da Halid onlara hiçbir itinada bulunmadı.

                              Malik şöyle dedi: Ey Halid! Bizi, suçu bizimkinden daha büyük olanlar gibi Ebu Bekir’in yanına gönder de onun kendisi bizim hakkımızda hükmetsin. Ama Halid cevaben: “Eğer seni öldürmezsem Allah beni bağışlamasın” dedi. Daha sonra Zırar b. Ezver, Malik’in boynunu vurmasını emretti.

                              Bu esnada Malik karısı Leyli’ye baktı ve Halid’e: “Ölümüme sebep olan budur” dedi. Bu kadın çok fazla güzeldi.

                              Halid cevaben: “Hayır! İslâm’dan dönmenle ölümüne sebep olan Allah’tır” dedi.

                              Malik: “Ben İslâm dini üzere bakiyim” dedi. Ama Halid: “Ey Zırar! Onun boynunu vur” dedi. Zırar da onun boynunu vurdu. Daha sonra Malik’in başını yemek kazanın altına bıraktılar!!

                              İbn-i Kelbi “Cemheret’un-Neseb” adlı kitapta şöyle yazıyor: Malik Bitah’da öldürüldü. Halid onun karısına sahiplenerek onunla zifaf odasına girdi. Bu konuda Ebu Zuheyr-i Sa’di şöyle diyor: “Hücuma uğrayana de ki...” Daha önceden naklettiğimiz şiiri aktarmaktadır. Daha sonra İbn-i Hallakan, Ömer’le Ebu Bekir arasında geçen sözleri şöyle nakleder:

                              Ömer Halid’e itiraz unvanında Ebu Bekir’e: “O zina yapmıştır; onu recm ettir.”

                              Ebu Bekir: “Onu recm ettirmem. Zira o içtihat etmiş hata yapmıştır!”

                              Ömer: “O Müslüman bir adamı öldürmüştür. Onu kısas yoluyla öldür.”

                              Ebu Bekir: “Onu kısas yoluyla öldüremem; zira içtihat etmiş ve hataya düşmüştür!!”

                              Ömer: “En azından onu ordu komutanlığından uzaklaştır!”

                              Ebu Bekir: “Allah’ın kafirlerin başı üzerinde keskinleştirdiği kılıcı kılıfına sokamam.”

                              İbn-i Hallakan olayı anlatmaya devam ederek şöyle yazıyor: Mütemmim b. Nüveyre gelerek Ebu Bekir’in önünde durup yayına yaslanarak şu şiiri okudu: “Ey Ezur’un oğlu! Rüzgar evlerin arkasından eserken, ne de iyi birisini öldürdün! Onu Allah’a davet ettikten sonra ona hıyanet mi yaptın? Eğer o senden ona sığınmanı isteseydi sana hıyanet yapmazdı!”

                              Bu halde Ebu Bekir’e işaret etmekteydi. Ebu Bekir de cevaben şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki, ben onu davet etmedim ve ona hıyanette yapmadım.” Daha sonra Mütemmim şöyle ekledi: “Malik korkusuzca bir cesurdu. Zırhlı zırhsız savaşa giderdi. O, gecenin sessiz karanlığında zavallıların sığınağıydı. O hiçbir zaman gizlide kötü bir iş yapmazdı. Sima ve sıfatları çok iyiydi; namuslu biri idi.”

                              Daha sonra ağladı ve elini yayından çekerek yere yığıldı. İbn-i Hallakan sonra macerayı Vefayat’ul-A’yan kitabında sonuna kadar anlatmaktadır. Bu kitapta Malik’in cesareti ve kişiliği hakkında oldukça ilgi çekici konular mevcuttur. İstekliler bu kitaba müracaat edebilirler.

                              Tarihçiler, sire yazarları ve şerh-i hal yazarları arasında Malik b. Nüveyre macerasını açıklayan şahsiyetlerden birisi de meşhur İbn-i Hacer-i Askalani yani Ebu’l-Fazl Ahmed b. Ali’dir. O, “el-İsabe” adlı kitabının birinci kısmında şöyle yazmaktadır: Malik b. Nüveyre b. Hamza b. Şidad b. Abd b. Sa’lebe b. Yerbu-i Temimi-yi Yerbuî’nin künyesi, Ebu Hanzala; lakabı ise Ceful (gayretli) idi.

                              Merzbani ise şöyle söylemiştir: O, büyük bir şairdi. O, cahiliyet döneminde Beni Yerbu’nun dilaver ve büyüklerinden sayılan bir savaşçıydı. Peygamber (s.a.a) onu kendi kabilesi arasında yıllık zekatı toplamakla görevlendirdi. Peygamber (s.a.a)’in vefat haberi ona ulaşınca zekatı halifeye vermeyerek kendi kabilesi arasında dağıttı. Bu konuda şöyle söyledi: “Korkusuzca dedim ki, mallarınızı geri alın. Daha sonra gelecek gözlemciden korkmayın. Eğer işin başına korkutucu birisi gelip de dini ayakta tutarsa, ona itaat ederek; Din Muhammed’in dinidir deriz.”

                              Malik ve adamlarına sığınma hakkı verdikten sonra onları öldürdüler. Onu öldürdükten sonra beden ve kesilmiş başını musle yaptılar (burun, kulak vs. organlarını kestiler). Karısı tecavüze uğradı. Bütün bunların hepsinde ilahi hükümler tatil edildi. İlahi haramlar ayaklar altına alındı. Bütün bunların hepsinde tek bahaneleri “İçtihat etti ama hataya düştü” sözüydü. İnna lillah ve inna ileyhi raciun!

                              Yazar: İbn-i Hacer’in “Malik, zekatı halifeye vermedi” sözü, Malik’in sahip olduğu takva ve ihtiyatı göstermektedir. Zira o, şer’i olarak Peygamber (s.a.a)’in yerine geçecek olan ve ona itaat edilmesi gerekli birisinin iş başına geçmesine kadar sabretmeyi amaçlıyordu. Böylece zekatı ona verecekti. Zira okuduğu şiir de ona delalet etmektedir.

                              “Mevcut zekatı kabilesi arasında dağıttı” sözüne gelince; bilinmesi gerekir ki, onu kavimi arasındaki fakir-fukaraya verdi; zira onun kendisi bu zekatı kavminin zenginlerinden almıştı. Peygamber (s.a.a) tarafından da zekatı kullanma yetkisine sahipti. Onu topladığı zaman Peygamber (s.a.a) henüz hayattaydı. İşte bu yüzden Malik bu zekatı kullanabileceği kanaatindeydi. Böylece onu meşru bildiği yerde harcadı. Malik öksüz yetim ve kimsesiz kadınlara ilgi göstermekte oldukça meşhurdu. Nitekim onunla aynı asırda yaşayan şair şöyle demiştir: “Ondan sonra yetimlere, dul kadınlara ve fakir erkeklere kim bakacaktır.”

                              Malik’in birinci şiirden (korkusuzca mallarınızı geri alın dedim) kastı şudur: Onun kendi kabilesinden zekatı toplamakta ve kavminin fakirlerine dağıtmada hiçbir kötü niyeti yoktu. Bir gözlemci geldiği takdirde de korkulacak bir iş yapmamıştı.

                              İkinci şiirinin ikinci satırında İbn-i Hacer İbn-i Sa’d’dan Tabakat’ta Vakii’den naklen Malik’in hal tercümesinde İsabe’den ve onun haşiyesi olan İstiab’da “eta’na” (itaat ederiz) kelimesi gelmiştir.

                              Alem’ul-Huda Seyyid Murtaza da “eş-Şafi” adlı eserinde bu kelimeyle onu zikretmiştir ve Malik’ten daha başka beyitler de nakletmiştir. Bunları delil getirerek şöyle söylüyor: Peygamber (s.a.a)’in vefat haberi Malik’e ulaşınca, kendi kabilesi arasında zekat toplamaktan çekinerek şöyle dedi: “Sabredin bakalım Peygamber (s.a.a)’in yerine kim geçecek, bakalım ne olacak.”

                              Malik’in kendisi de şiirlerinde bu konuya değinmektedir. Ama üstat Heykel “es-Sıddık Ebu Bekir” kitabında ve üstat Akkad “Abkariyat-u Halid” adlı kitaplarda söz konusu “eta’na” (itaat ederiz) beytini “mena’na” (men ederiz-vermeyiz) lafzıyla nakletmişlerdir.

                              Zannediyorum ki bunlar da, söz konusu beyti Malik’i sevmeyip de Ebu Bekir’le Halid’i savunan kimselerden almışlardır! Her iki nakile göre de Malik’in İslam’dan döndüğünü gösteren hiçbir şey yoktur. Zira şiirde “eta’na” (itaat ederiz) kelimesi olursa, açıktır ki Malik şöyle demek istemiştir: “Eğer birisi hak üzere Peygamber (s.a.a)’in yerine geçerse ona itaat ederiz.” Eğer “mene’na” (men ederiz-vermeyiz) kelimesi olursa, şöyle söylemek istemiştir: “Eğer birisi haksız yere Peygamber (s.a.a)’in yerine geçip de bize emretmek isterse, ona mani oluruz.” Zira bu beytin sonunda şöyle söylemektedir: “Din Muhammed’in dinidir” deriz. Buna göre onlar yine Muhammed (s.a.a)’in dini üzerineydiler. Çünkü Peygamber (s.a.a) Malik’i, kendi kavminin zekatını toplamakla görevlendirmişti ve Malik öylece bu makamda bakiydi. Aynı zamanda Malik’in itaat edeceği Peygamber (s.a.a)’in hak halifesi de henüz belirlenmemişti.

                              Buna göre o, Peygamber (s.a.a)’in hak halifesinin iş başına geçmesini bekliyor ve ona itaat etmek istiyordu. İşte bu yüzden Halid’den, Ebu Bekir’le bu konuda konuşması için onun yanına göndermesini istedi. Ama Halid onun bu isteğini kabul etmeyerek öldürülmesini emretti.
                              "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                              Yorum


                                #30
                                Ynt: HZ. EBU BEKR (R.A)'DAN TAVSİYELER

                                (13)

                                HADİS YAZIMININ YASAKLANMASI


                                Hakim-i Nişaburi kendi tarih kitabında zincirleme senetle Ebu Bekir’in şöyle dediğini nakleder: Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu: “Kim benden bir ilim veya hadis yazarsa, o ilim veya hadis baki kaldığı müddetçe ona sevap yazılır.”

                                Hadisçiler Ebu Bekir vasıtasıyla Peygamber (s.a.a)’den 142 hadis nakletmişlerdir. Siyuti “Tarih’ul-Hulefa” adlı eserinde Ebu Bekir’in biyografisinde özel bir bölümde hadisi 89. hadis olarak nakletmiştir.

                                Yukarıdaki hadisin içeriği Hz. Ali (a.s)’den Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Mes’ud, Ebu Said-i Hudri, Ebu Derda, Enes b. Malik, Muaz b. Cebel ve Ebu Hureyre’den değişik yollarla nakledilen hadislerle teyit edilmiştir. Hadis şudur: “Kim ümmetime 40 hadis öğretirse (veya onlar için saklarsa), Allah (c.c) onu kıyamet günü alimler ve fakihler zümresinde haşr eder.”

                                Bir rivayette şöyle nakledilir: “Allah onu büyük bir fakih olarak haşr eder.” Ebu Derda’nın rivayetinde ise şöyledir: “Ben kıyamet günü onun şahidi ve şefaatçisi olacağım.” İbn-i Mes’ud’un rivayetinde ise “Ona, cennetin hangi kapısından isterseniz girin” söylenir.

                                Abdullah b. Ömer’in rivayetinde ise şöyle nakledilir:

                                “İsmi alimlerin sayfasına yazılır ve şehitlerin sırasında haşr olur.”

                                Buna rağmen Ebu Bekir ve Ömer’in hilafet döneminde Peygamber (s.a.a)’in hadisleri toplanmadı. Ebu Bekir kendi hilafeti döneminde Peygamber (s.a.a)’in beş yüz hadisini toplamalarını emretti. Bir gece oldukça rahatsızlandı. Aişe şöyle diyor: Babamın bu şekilde olması beni çok endişelendirdi. O gecenin sabahı bana şöyle dedi: “Kızım! Yanında olan hadisleri bana getir!” Hadisleri onun yanına götürdüğüm zaman onların hepsini yaktı!”

                                Bu rivayeti İmaduddin İbn-i Kesir “Müsned-i Sadık”da Hakimi Nişaburi’den nakleder. Ebu Ümeyye Ahvas b. Müfezzel Gülabi de bu hadisi Kenz’ul-Ummal, c. 5, s. 237’de 4845. hadis olarak nakleder.

                                Zohri, Urve b. Mes’ud’dan şöyle nakleder: Ömer Peygamber (s.a.a)’in hadislerini toplamak istediği zaman ashapla istişare etti. Onlar da bu işi yapmasını tavsiye ettiler. Ömer bu konu hakkında bir ay düşündü. Daha sonra bir gün şöyle dedi: “Ben hadisleri toplamak istedim. Ama daha sonra sizden önce yazdıkları kitaba gösterdikleri ilgi yüzünden Allah’ın kitabını unutan bir kavmi hatırladım. Allah’a and olsun ki, Allah’ın kitabını hiçbir şeye karıştırmayacağım.” Bu rivayet de Kenz’ul-Ummal, c. 5, s. 239’da 4860. hadis olarak nakledilmiştir.

                                İbn-i Abdülbirr “Cami’ul-Beyan’il-İlm ve Fazlihi” adlı kitapta bu hadisi nakletmiştir. Bu kitabın özetinin 33. sayfasına müracaat edebilirsiniz.

                                Ebu Veheb’in de şöyle dediği nakledilir: İbn-i Mes’ud’un şöyle dediğini duydum: Ömer b. Hattab Peygamber (s.a.a)’in hadislerinin yazılması için emir vermek istedi. Ama daha sonra şöyle dedi: “Hayır! Allah’ın kitabıyla beraber başka bir kitap daha olmayacaktır.” Bu hadis Kenz’ul-Ummal, s. 239’da 4861. hadis olarak nakledilmiştir. İbn-i Abdülbirr de bu hadisi “Cami’ul-Beyan’il İlmi ve Fazlihi” adlı kitabının 32. sayfasında nakletmiştir.

                                Yine Yahya b. Ca’de şöyle nakleder: Ömer Peygamber (s.a.a)’in “sünnetini” yazmak istedi. Ama daha sonra onun yazılmaması gerektiğini anladı. Daha sonra İslam beldelerine şöyle bir yazı gönderdi: “Yanında yazılı bir hadis olan, onu imha etmelidir.”

                                Bu hadis de “Cami’ul-Beyan’il-İlm” adlı kitapta nakledilmiştir. İbn-i Hüseyme bu hadisi nakletmiştir. Kenz’ul-Ummal’da da 4862. hadis olarak nakledilir.

                                Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir’den şöyle dediği nakledilir: Ömer b. Hattab’ın zamanında hadisler oldukça arttı. Ömer de bu hadislerin tümünü kendisine getirmelerini emretti. Hadisler getirilince hepsinin yakılmasını emretti.

                                Muhammed b. Sa’d Tabakat adlı eserinde c. 5, s. 140’da Muhammed b. Ebu Bekir’in biyografisinde bu hadisi nakletmiştir.

                                Abdullah b. Ömer şöyle rivayet eder: Ömer, tarihi yazdırmak için emir vermek istediğinde bir ay boyunca Allah’tan yardım istedi. Daha sonra iyice kararını aldı. Ama sonraları şöyle dedi: “Ben sizden önce yaşayan ve yazdıkları kitaplara gösterdikleri ilgiden dolayı Allah’ın kitabını terk eden ümmeti hatırladım.”

                                Bu hadisi İbn-i Teymiye Selefi “et-Tuyuriyat” adlı kitapta sahih senetlerle nakletmiştir. Siyuti de Tarih’ul-Hulefa adlı kitabında bu hadisi nakletmiştir.

                                Ömer’in hilafeti döneminde dostlarından birisi gelerek ona şöyle dedi: Ey Emir’el-Müminin! Biz Medain’i (Sasanilerin başkenti) fethettiğimizde İranlıların ilimlerini ve hikmetli sözlerini içeren kitaplara rastladık.” Ömer kendine mahsus kırbacını getirmelerini emretti. Daha sonra kırbaçla bu kitaplara o kadar vurdu ki parça parça oldular. Daha sonra Yusuf suresinin başlarındaki şu ayeti okudu: “Nuhnu nequssu aleyke ehsen’el-qasas”[1] Sonra da vay olsun sana! Allah’ın kitabından daha güzel kitap da mı vardır...?! dedi.

                                Bu hadisi sünen ashabı nakletmiştir. İbn-i Ebi’l-Hadid, Şerh-i Nehc’ül-Belağa, c. 3, s. 122’de Ömer’in hal ve hareketlerini yazarken bu hadisi nakletmiştir.

                                Burada İslam ümmetinin maslahatı Halifenin bu kitapları incelemeleri için emir vermesini gerektirmekteydi. Aynı zamanda tıp, matematik, fizyoloji, coğrafya, geçmiş ümmetlerin tarihi ve İslam açısından mubah ve faydalı ilimleri korumaları gerekirdi. Onların tümünün yakılmasının ne anlamı vardı! İslam yakılan bu kitaplardan nasıl bir kâr elde edebilirdi?!

                                Emir’ul-Müminin Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır: “İlim müminin yitik malıdır; onu nerede bulursanız alın; müşriklerin elinde olsa bile.”

                                Yine şöyle buyurmaktadır: “Hikmet müminin yitik malıdır; onu bekçilerin elinde olsa bile almak gerekir.”

                                Bu iki hadisi İbn-i Abdülbirr “Cami’ul-Beyan’il-İlm” adlı kitabında Hz. Ali (a.s)’dan nakleder.[2]

                                Ömer’in ilim ve hadislerin yazılmasına mani olduğu konusunu belirten rivayetler mütevatirdir. Şia ve Sünni bunu değişik yollarla nakletmişlerdir. Hatta Ömer işi öyle bir hadde ulaştırdı ki, Peygamber (s.a.a)’in hadislerini yazmaları hususunda ashabı şiddetle sakındırdı. Hatta ashabın ileri gelenlerini, hadisleri başka şehirlerde yaymamaları için Medine’de zorunlu ikamete zorladı.

                                Abdurrahman b. Avf şöyle diyor: Allah’a and olsun ki Ömer ölmeden önce Abdullah b. Huzeyfe, Ebu Derda, Ebuzer, Ukbe b. Amir gibi Peygamber (s.a.a)’in ashabını toplayarak onlara: “Neden Peygamber (s.a.a)’in hadislerini her tarafa yaydınız?” dedi. Onlar cevap olarak şöyle dediler: “Bizi bu işten men mi ediyorsun?”

                                Ömer: “Hayır! Ama benim yanımda kalacaksınız. Allah’a and olsun ki ben hayatta olduğum müddetçe yanımdan ayrılmaya hakkınız yoktur...!”

                                Bu hadisi Muhammed b. İshak nakletmiştir. Kenz’ul-Ummal, c. 5, s. 339’da 4865. hadis olarak da gelmiştir.

                                Bu yoldan kaynaklanan bozukluğun telafisi mümkün değildir. Keşke birinci ve ikinci halife sabahtan akşama kadar Allah’ı zikreden Hz. Ali ve Peygamber (s.a.a)’in seçkin Ehl-i Beyti ile bir araya gelseydi. Keşke Ehl-i Beyt’ten, Peygamber (s.a.a)’in hadis ve sünnetini bir kitap halinde toplamalarını isteselerdi. Böylece sonra gelenler yani tabiin, tabiinden sonra gelenler ve daha sonraki nesiller aynen Kur’ân gibi onu miras alsalardı. Zira Peygamber (s.a.a)’in sünnetinde Kur’ân’ın müteşabih ayetlerini açıklayan sözler vardı. Bu sözler bu müteşabihlerin genelliğini özelleştirmekte, mutlak ve kayıtsız olanları ise kayıtlı ve şartlı yapmaktaydı. Böylece akıl sahipleri Allah’ın kitabını anlayabilecekti. Çünkü Peygamber (s.a.a)’in sünnetinin korunmasıyla Allah’ın kitabı korunmuş olacak, onun ortadan kalmasıyla da Kur’ân hükümlerinin bir çoğu ortadan kalkmış olacaktı.

                                Böylece artık sünnetin korunması ilk iki halifenin inayet ve onların içtihat güçlerine bırakılmayacaktı. Eğer onlar bu işi yapsalardı (Hz. Ali ve Beni Haşim’den yardım isteselerdi), ümmet ve sünnet, Peygamber (s.a.a)’e isnat edilen yalan ve gerçeği olmayan şeylerden korunmuş olacaktı. Zira eğer ilk asırda Peygamber (s.a.a)’in sünneti bir kitapta yazılmış olsaydı, Müslümanlar onu mukaddes sayarlardı. Böylece hadis uydurma kapısı tüm yalancıların yüzüne kapatılmış olurdu. Ama ilk iki halife bu fırsatı kaçırdığı için Peygamber (s.a.a) adına yalan söyleyenler çoğaldı. Siyaset, hadisleri evirip çevirmeye başladı. Uydurukçular takımı Peygamber (s.a.a)’in sünnetini kendi heva ve heveslerinin oyuncağı haline getirdi. Bu iş özellikle de Muaviye’nin döneminde en şiddetli halini aldı. Bu uydurukçuların işleri revaç bulmaya ve batılları pazarı ateşli bir şekilde çalışmaya başladı.

                                İlk iki halife Peygamber (s.a.a)’in sünnetini, yukarıda değindiğimiz şekilde bir araya toplama gücüne sahiptiler. Böylece Müslümanlar bu yalancıların ve profesyonel hadis üreticilerinin şerrinden korunmuş olacaklardı.

                                Sayın okuyucuların da tahmin edebileceği gibi ilk günlerdeki sahabeler, Peygamber (s.a.a)’in sünnetinin yazılması gerektiğini bizden daha iyi anlamışlardı. Ama yıllardan beri göz diktikleri ve ona ulaşmak için her şeyi göz önüne aldıkları bir takım dünya menfaatlerinden dolayı bu işi yapmadılar. Bu düşünceleri, Peygamber (s.a.a)’in toplanacak olan açık nasları ve sayısızca hadisleri ile uyum sağlamıyordu. Zira o zaman hiç kimse bu hadislerin Peygamber (s.a.a)’den nakledildiğinde şüphe etmeye ve onun anlamlarını değiştirmeye cesaret edemeyecekti. Biz de işte buradan bu konuyu ele alarak kitabı tedvin etmeyi düşündük. Feinne lillah ve inna ileyhi raciun.

                                Peygamber (s.a.a) şahsen Kur’ân’ı, sünneti ve peygamberlerin mirasını kendi vasisi olan Hz. Ali b. Ebi Talib’e emanet etti. Böylece onları batılın kendisine yol bulması mümkün olmayan bir İmamda topladı; ve bu emanetleri kendisinden sonra gelecek imamlara bırakması için Hz. Ali’ye vasiyette bulundu. Bu İmamlar, Peygamber (s.a.a)’in iki ağır emanetinden birisi ve Kevser havuzunda Peygamber (s.a.a)’e gelinceye dek Kur’ân’dan ayrılmayan Ehl-i Beyt İmamlarıdır.

                                Sahih bir hadiste Peygamber (s.a.a)’den şöyle nakledilir: “Ali Kur’ân iledir; Kur’ân da Ali iledir. Bu ikisi Kevser havuzunda bana gelinceye dek birbirinden ayrılmazlar.”

                                Bu hadisi Hakim Nişaburi[3] sahih senetlerle Ümmü Seleme’den nakleder. Daha sonra Hakim şöyle diyor: “Bu hadis sahih senetlere sahiptir. Ama Buhari ve Müslim nakletmemişlerdir!!!” Zehebi de “et-Telhis” adlı kitabında hadisin sahih olduğunu itiraf ettikten sonra onu nakletmiştir.

                                Burada saygı değer okuyucuların dikkatini, Hz. Ali ile Kur’ân arasında olan bu “birliktelik ve beraberlik” konusuna çekmemiz çok uygun olur:

                                1- Bu “birliktelik ve beraberlik” her an ve lahzada devam etmektedir. Zira Kevser havuzunun başında Peygamber (s.a.a)’e ulaşıncaya dek birbirlerinden ayrılmazlar.

                                2- İkisi arasındaki ayrılığın reddedilmesi, ebediyete dek nefyetme anlamı veren “len” kelimesiyle gerçekleşmiştir; “la” veya diğer nefy edatları ile değil...

                                -----------------------------------------
                                [1] - “Ey Muhammed! Biz, sana bu Kur’an’ı vahyetmekle en güzel kıssaları gerçek bir kıssa olarak aktarmaktayız.” (Yusuf / 3)
                                [2] - Müstedrek-i Cami-u Beyan’il-İlm ve Fazlih, s. 51.
                                [3] - Müstedrek, c. 3, s. 124.
                                "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X