Bismillah,
Günümüzde devam eden savaş din ile dinsizliğin savaşı değildir. Tarihin hiçbir döneminde de din, dinsizlik ile savaşmamıştır. Din bilakis, dine karşı bir savaş vermiştir" Dr.Şeriati
ABD’nin başını çektiği küresel emperyalist cephe daima kendine teslim olmayan ve ona hizmet etmeyen ideoloji ve toplumlarla doğrudan veya dolaylı bir şekilde savaş halinde olagelmiştir.Yıllarca Müslüman beldelerini işgal ve istila ederek milyonlarca Müslüman ve mazlum halkların kanını döken emperyalist şer odakları aslında bu vahşi yöntemin nihai bir çözüm olmadığını, kendilerine maddi ve manevi cihetten pahalıya mal olduğunu fark ettiler. Bu sebepten dolayı daha az masraflı ama daha kolay netice alabilecekleri yeni stratejiler bulmanın yollarının aradılar.İşte bu noktada vardıkları sonuç
ine karşı din stratejisinin desteklenmesi ve uygulanmasıdır.
“Dine karşı din stratejisi” tarih boyunca her zaman var olmuştur. İslam tarihinde peygamberimizin vefatı ile gündeme gelen bu strateji özellikle Muaviye zamanında kurumsallaşarak farklı tonlarda günümüze kadar gelerek muhataplarınca da halen etkin bir metod olarak kullanılmaktadır.
Acaba yaşadığımız zaman diliminde bizim bu ifadeden kast etiğimiz şey nedir? Bilindiği üzere özelde İslamiyet’in genelde bütün ilahi ve semavi dinlerin gelmesindeki temel amaç özgürlük, aklın kullanılması dirilik, canlılık, itiraz, sorgulama gibi değerler bütünü ile bireyin donanarak hakkın, adaletin, dürüstlüğün, yüksek ahlakın ve şahsiyetin kimlikleştiği Allah’tan başka kimseyi ‘güç’kabul etmeyen ve ondan başkasına boyun eğmeyen şahsiyeti oluşturmaktır.
Bunun karşında dünyevi kişiler tarafından geliştirilen ve bahsimiz olan stratejik din anlayışı ise, atalarımızdan gördüğümüz şekilde taklit üzere hareket etmemizi, onları sorgulamadan kabul etmemizi, aklımızı ve yeni bilgileri asla kullanmamamızı, , robot gibi hareket etmemizi, böylece artık düşünmeyi, sorgulamayı, eleştirmeyi bırakarak birileri tarafından meydana getirilen din anlayışını kabullenerek, ona teslim olarak bu zihniyete hizmet etmeyi ifade etmektedir. Bu stratejik din anlayışında hoşgörü, tolerans, din ve inanç çeşitliliğine açık olması söz konusu olmayıp buradaki hedef genel anlamda küresel ve NATO emperyalizminin çıkarları ile uyumlu olmasıdır.
Bugün özellikle emperyalist cephe tarafından yerli işbirlikçileri yardımı ile güzel bir şeklinde paketlenerek kimi zaman‘Amerikan İslamı’ veya ‘ılımlı İslam’ kimi zaman ‘Tekfirci İslam’ gibi bir takım farklı anlayışlarla İslam toplumlarının hizmetine sunulan, emperyal güçlerin hesabına çalışan ve onların menfaatini kollayan bu yeni stratejik din anlayışındaki temel amaçlar şunlardır:
1-Fıtratı bozulmuş, insani erdemlerini ve onurunu kaybedip, kendine ve Rabbine yabancılaşmış, haz ve çıkar peşinde koşan, bireyselleşmiş, bencil birey oluşturmak ve toplumu köleleştirmek.
2-Toplumun temelini teşkil eden Müslüman gençleri de İslami kimliklerinden uzaklaştırmak, cihad ve şehadet başta olmak üzere temel Kur’ani referanslara yabancılaştırmak, bireyin seküleştirilmesini sağlayarak, dünyevileştirerek kapitalist kültürün tüketim aracı haline getirmektir.
Özellikle bu iki özelliği İslam toplumunda egemen kılabilmenin en etkili yolu ise dini söylemelere sahip bir hükümetin ve iktidarın varlığıdır. Şekilsel olarak topluma sunulan ve iktidar aracılığı ile topluma kabul ettirilen din anlayışı ile kitleler daha kolay yönlendirilecek ve emperyalist çıkarlara karşı gelebilecek toplumsal tepkiler ortadan kaldırılacaktır.Mesela bir İngiliz ürünü olan Suudi Arabistan’daki vahabi şeriatı, sözde Harameyn’in hizmetkarı büyük kral sayesinde oluşturulan bu stratejik katı din anlayışı ile toplum uyutularak emperyalistlerin oyunları ve çıkarları karşısında teslim olmuş durumdadırlar.
Bu cihetten baktığımızda BOP güncellenmiş yönü ile Ortadoğu’daki halk kıyamları ile ortaya çıkan yeni yapı için Türkiye’ye atfen tarif edilen ‘Model Ülke’ tabiri ve projesi günümüzde oluşturulan dine karşı din stratejisinin amacını ortaya koymaya yetmektedir. Emperyalist şer cephesi halkların adalet ve özgürlük arayışını destekliyormuş ve despot kâhyalarına karşı çıkıyormuş gibi yaparak, mazlum halkları yine kendi çıkarları ekseninde, Batı yanlısı demokratik tağuti rejimlere, yani yıllarca bunca kanı akıtan, bunca soygunu gerçekleştiren sözde demokrasi rejimine doğru yönlendirmeye çalışmaktadır. Bunun içinde nüfüsunun büyük çoğunluğu Müslüman olan Ortadoğu ve Kuzey Afrika başta olmak üzere bütün İslam devlet ve toplumlarını kontrol altına almak ve yönlendirmek için bu güç odaklarının kendi oluşturdukları model ülke örnekliğine ihtiyaçları vardır. Bu hedeflenen model ülke ile kendi içinde olabildiğince tutucu, baskıcı, mezhepçi, ötekileştirici ve tek tip bir din anlayışının hüküm sürdüğü, buna karşılık ise dış siyasette tamamen küresel emperyalizmin çıkarlarına hizmet eden ve teslimiyetçi bir ülke oluşması amaçlanmaktadır.
Özellikle son yıllarda Ortadoğu’da meydana gelen halk kıyamlarının yönünü değiştirmek ve emperyalist çıkarlar doğrultusunda yönetimlerle şekillendirmek için bu halklara Türkiye özelinde sunulan model ülke projesine bu açıdan bakmak gerekir.
Dine karşı din stratejisi ile kapitalist ilişkiler ağı ve liberal değerler sistemini, “değişim” adı altında Müslümanların özümseyeceği bir çerçeveye bürüyerek başta Türkiye olmak üzere İslam dünyasındaki direniş ve muhalefet ruhuna sahip Müslüman kesimlerin, değişim ve dönüşümü sağlanacaktır. Bu proje ile kapitalist sistemi içselleştiren ve onunla bütünleşen bir “ılımlı İslam” modeli Türkiye üzerinden diğer İslam ülkelerine transfer edilmek istenmektedir. Bu proje ile Batı tipi modernitenin Müslümanlar tarafından içselleştirilerek Müslüman kesimler kapitalist hegemonya ile bütünleşecektir.
Emperyalistler, dine karşı din stratejisini temel alarak uygulamaya koydukları model ülke tezi ile Batılı güç odaklarının özgürlük, insan hakları ve demokrasi adı altında Türkiye modeli üzerinden Müslüman bölge ülkelerinde etnik, mezhebi ve dinsel çatışma, kan, gözyaşı, ölüm ile biten sonuçlar almayı hedeflemektedirler. Bu strateji ile direnişçi ve mücadele ruhu öldürülerek Suriye örneğinde görüldüğü gibi Sünnilik-Şialık temelinde İslam dünyasının ayrıştırılarak çatışmalara zemin hazırlanacaktır. Bu proje ile Türkiye ve İslam dünyasındaki siyasal İslami hareketler iğdişlenerek kapitalist hegemonyaya teslim edilecektir. Özellikle son zamanlarda medyaki dezenformasyon ve prokatif haberler başta olmak üzere bir takım istihbarati kurgu ve düzmecelerle Türkiye ile İran’ın karşı karşıya getirilmesi gayretlerine bu açıdan bakmak gerekmektedir.
Zikretmeye çalıştığımız gerekçelerden dolayı ve bu projenin uygulanabilmesi için ise direniş cephesi İran-Suriye-Hizbullah-Hamas-İslami Cihad’ın oluşturduğu direniş zincirinin koparılması gerekmektedir. Bu zincirin stratejik noktalarından birisi Suriye halkasıdır. Daha öce bu zncirin önemli noktalarından olan Hizbullah ve Hamas’a yönelik saldırılar Siyonist İsrail aracılığı yapan ama bu direniş noktalarını aşamayan küresel şer cephesi bugün halkanın en etkin noktası olan Suriye’yi teslim alma işini Ortadoğu halkına model ülke olarak sunulan muhafazakar Türkiye hükümeti ile yaparak amaçlarına ulaşmaya çalışmaktadır. Emperyalistler bu yöntemle hem sahne arkasında olacaklar hem de zalim, mazlum gibi bir takım sihirli İslami söylemlere sahip sözde İslamcı bir hükümeti ön plana sürerek ortadoğu halklarının desteğini alarak şeytani amaçlarına ulaşamaya çalışacaklardır.
Bu açıdan bu model ülke projesi için Suriye’deki anti-emperyalist yapının yıkılarak emperyalist çıkarlarla uyumlu bir yönetimin gelmesi elzemdir. Özellikli ortadoğu ülkeleri için düşünülen bu din anlayışının Türkiye önderliğinde model ülke olarak uygulanabilmesi için Arap dünyasında stratejik açıdan önemli olan Suriye direniş halkısının kırılması gerekmektedir. Başrolde gösterilerek gaza getirilen hükümet Suriye direnişinin kırılması için elinden geleni ardına koymamaktadır Bu konuda medyanın tanınmış yazarlarından Serdar Turgut "Başbakan Erdoğan, İslam dünyasının lideridir" başlıklı yazısında, bu proje ile ilgili olarak şunları ifade ediyor: “Türkiye modelliğinde 21 'inci yüzyıla damgasını vuracak önemli gelişme, İslam dünyasında gerçekleşiyor. İslam dünyasında tüm dünyanın gidişatını değiştirebilecek kadar güçlü bir kültürel devrim yaşanıyor. Bu toplumların en dinamik, en belirleyici kesimi olan bu gençler, artık dinlerini yaşayışta da, siyasetin yapılmasında da ılımlılık istiyorlar. Bütün bu ülkeleri dolaşıp yüzlerce insanla mülakatlar yapan ünlü gazeteci Robin Wright, bu yeni tavrı anti-cihat kültürü olarak adlandırıyor...Geçmiş yılların intifadasında ön sıradaki gençler, artık İsrail güçlerine karşı pasif direnişin başını çekiyorlar. İslami dünyadaki gençler, artık görüşlerinden ve inançlarından taviz vermeden daha ılımlı, daha güzel bir yaşam istiyorlar ve Batı dünyasına da düşman değil ama o dünyayla kendi koşullarını belirledikleri şekilde eklemlenmek istiyorlar. Yükselişte olan anti-cihat kültürü işte budur ve bu nüfus artık dünyalarında hep savaş açan görüşler istemiyor. Filistin'de de Suriye'de de Mısır'da da aslında bu oluyor ve bu yüzden oralardaki liderler ne kadar direnirlerse dirensinler bu değişimi önleyemeyecekler; çünkü artık değişimin zamanı geldi. O genç nüfus zaten uydulardan izledikleri Türk televizyon dizileriyle toplumsal ilişkilere (özellikle kadın-erkek ilişkilerine) de özlem duymaya başladıkları Türkiye'deki siyasi olgunluğu ve gelişmişlik düzeyini arzuluyorlar ve bunu kendi ülkelerinde gerçekleştirmek için ölmeye de hazırlar. Başbakan Erdoğan o meşhur laiklik konuşmasını işte bu dinamiği kavradığından yaptı. O konuşma aslında hayatlarında ılımlı bir yaşamı arayan ve anti-cihat kültürle yetişmiş o gençlere istedikleri siyasi yönelimi verdi.”
İşte küresel emperyalistlerin ve onların yerli işbirlilçileri “Ilımlı İslamcılar”ın Müslüman nesilleri getirmek istedikleri nokta Müslümanlar arasında direnişçilik ruhunu bitirmek ve egemen güçlerin adalet, hakkaniyet ve ahlaki sapmalarına karşı tepkisini yok etmektir.Yani topluma yüzeysel, işe yaramayan, karşılığı olmayan; bir ahlak, bir kimlik, bir medeniyet bilinci vermeyen türde bir dindarlık hakim kılınmaya çalışılmaktadır. Türkiye’de oluşturulmaya çalışılan bu dini anlayış ile toplum şekilsel açıdan daha çok dindarlaştırılmaya çalışılırken dış siyasette ise daha çok emperyalizme hizmet eder hale getirilmektedir. İşte bu da dine karşı din stratejisinin asıl amacıdır.
Bugün direniş ve anti-emperyalist cephenin lideri konumundaki İslami İran’a ve direnişin diğer ayaklarına yönelik medyada laik-dinci-muhafazakar satılmış kalem, basın yayın organlarının ve bir takım siyasetçilerin kutsal dini argümanların anlamlarını tersyüz ederek saldırmalarına ve şeytanlaştırma çabalarına bu açıdan bakmak gerekmektedir.
MEHMET YETKİN
Günümüzde devam eden savaş din ile dinsizliğin savaşı değildir. Tarihin hiçbir döneminde de din, dinsizlik ile savaşmamıştır. Din bilakis, dine karşı bir savaş vermiştir" Dr.Şeriati
ABD’nin başını çektiği küresel emperyalist cephe daima kendine teslim olmayan ve ona hizmet etmeyen ideoloji ve toplumlarla doğrudan veya dolaylı bir şekilde savaş halinde olagelmiştir.Yıllarca Müslüman beldelerini işgal ve istila ederek milyonlarca Müslüman ve mazlum halkların kanını döken emperyalist şer odakları aslında bu vahşi yöntemin nihai bir çözüm olmadığını, kendilerine maddi ve manevi cihetten pahalıya mal olduğunu fark ettiler. Bu sebepten dolayı daha az masraflı ama daha kolay netice alabilecekleri yeni stratejiler bulmanın yollarının aradılar.İşte bu noktada vardıkları sonuç

“Dine karşı din stratejisi” tarih boyunca her zaman var olmuştur. İslam tarihinde peygamberimizin vefatı ile gündeme gelen bu strateji özellikle Muaviye zamanında kurumsallaşarak farklı tonlarda günümüze kadar gelerek muhataplarınca da halen etkin bir metod olarak kullanılmaktadır.
Acaba yaşadığımız zaman diliminde bizim bu ifadeden kast etiğimiz şey nedir? Bilindiği üzere özelde İslamiyet’in genelde bütün ilahi ve semavi dinlerin gelmesindeki temel amaç özgürlük, aklın kullanılması dirilik, canlılık, itiraz, sorgulama gibi değerler bütünü ile bireyin donanarak hakkın, adaletin, dürüstlüğün, yüksek ahlakın ve şahsiyetin kimlikleştiği Allah’tan başka kimseyi ‘güç’kabul etmeyen ve ondan başkasına boyun eğmeyen şahsiyeti oluşturmaktır.
Bunun karşında dünyevi kişiler tarafından geliştirilen ve bahsimiz olan stratejik din anlayışı ise, atalarımızdan gördüğümüz şekilde taklit üzere hareket etmemizi, onları sorgulamadan kabul etmemizi, aklımızı ve yeni bilgileri asla kullanmamamızı, , robot gibi hareket etmemizi, böylece artık düşünmeyi, sorgulamayı, eleştirmeyi bırakarak birileri tarafından meydana getirilen din anlayışını kabullenerek, ona teslim olarak bu zihniyete hizmet etmeyi ifade etmektedir. Bu stratejik din anlayışında hoşgörü, tolerans, din ve inanç çeşitliliğine açık olması söz konusu olmayıp buradaki hedef genel anlamda küresel ve NATO emperyalizminin çıkarları ile uyumlu olmasıdır.
Bugün özellikle emperyalist cephe tarafından yerli işbirlikçileri yardımı ile güzel bir şeklinde paketlenerek kimi zaman‘Amerikan İslamı’ veya ‘ılımlı İslam’ kimi zaman ‘Tekfirci İslam’ gibi bir takım farklı anlayışlarla İslam toplumlarının hizmetine sunulan, emperyal güçlerin hesabına çalışan ve onların menfaatini kollayan bu yeni stratejik din anlayışındaki temel amaçlar şunlardır:
1-Fıtratı bozulmuş, insani erdemlerini ve onurunu kaybedip, kendine ve Rabbine yabancılaşmış, haz ve çıkar peşinde koşan, bireyselleşmiş, bencil birey oluşturmak ve toplumu köleleştirmek.
2-Toplumun temelini teşkil eden Müslüman gençleri de İslami kimliklerinden uzaklaştırmak, cihad ve şehadet başta olmak üzere temel Kur’ani referanslara yabancılaştırmak, bireyin seküleştirilmesini sağlayarak, dünyevileştirerek kapitalist kültürün tüketim aracı haline getirmektir.
Özellikle bu iki özelliği İslam toplumunda egemen kılabilmenin en etkili yolu ise dini söylemelere sahip bir hükümetin ve iktidarın varlığıdır. Şekilsel olarak topluma sunulan ve iktidar aracılığı ile topluma kabul ettirilen din anlayışı ile kitleler daha kolay yönlendirilecek ve emperyalist çıkarlara karşı gelebilecek toplumsal tepkiler ortadan kaldırılacaktır.Mesela bir İngiliz ürünü olan Suudi Arabistan’daki vahabi şeriatı, sözde Harameyn’in hizmetkarı büyük kral sayesinde oluşturulan bu stratejik katı din anlayışı ile toplum uyutularak emperyalistlerin oyunları ve çıkarları karşısında teslim olmuş durumdadırlar.
Bu cihetten baktığımızda BOP güncellenmiş yönü ile Ortadoğu’daki halk kıyamları ile ortaya çıkan yeni yapı için Türkiye’ye atfen tarif edilen ‘Model Ülke’ tabiri ve projesi günümüzde oluşturulan dine karşı din stratejisinin amacını ortaya koymaya yetmektedir. Emperyalist şer cephesi halkların adalet ve özgürlük arayışını destekliyormuş ve despot kâhyalarına karşı çıkıyormuş gibi yaparak, mazlum halkları yine kendi çıkarları ekseninde, Batı yanlısı demokratik tağuti rejimlere, yani yıllarca bunca kanı akıtan, bunca soygunu gerçekleştiren sözde demokrasi rejimine doğru yönlendirmeye çalışmaktadır. Bunun içinde nüfüsunun büyük çoğunluğu Müslüman olan Ortadoğu ve Kuzey Afrika başta olmak üzere bütün İslam devlet ve toplumlarını kontrol altına almak ve yönlendirmek için bu güç odaklarının kendi oluşturdukları model ülke örnekliğine ihtiyaçları vardır. Bu hedeflenen model ülke ile kendi içinde olabildiğince tutucu, baskıcı, mezhepçi, ötekileştirici ve tek tip bir din anlayışının hüküm sürdüğü, buna karşılık ise dış siyasette tamamen küresel emperyalizmin çıkarlarına hizmet eden ve teslimiyetçi bir ülke oluşması amaçlanmaktadır.
Özellikle son yıllarda Ortadoğu’da meydana gelen halk kıyamlarının yönünü değiştirmek ve emperyalist çıkarlar doğrultusunda yönetimlerle şekillendirmek için bu halklara Türkiye özelinde sunulan model ülke projesine bu açıdan bakmak gerekir.
Dine karşı din stratejisi ile kapitalist ilişkiler ağı ve liberal değerler sistemini, “değişim” adı altında Müslümanların özümseyeceği bir çerçeveye bürüyerek başta Türkiye olmak üzere İslam dünyasındaki direniş ve muhalefet ruhuna sahip Müslüman kesimlerin, değişim ve dönüşümü sağlanacaktır. Bu proje ile kapitalist sistemi içselleştiren ve onunla bütünleşen bir “ılımlı İslam” modeli Türkiye üzerinden diğer İslam ülkelerine transfer edilmek istenmektedir. Bu proje ile Batı tipi modernitenin Müslümanlar tarafından içselleştirilerek Müslüman kesimler kapitalist hegemonya ile bütünleşecektir.
Emperyalistler, dine karşı din stratejisini temel alarak uygulamaya koydukları model ülke tezi ile Batılı güç odaklarının özgürlük, insan hakları ve demokrasi adı altında Türkiye modeli üzerinden Müslüman bölge ülkelerinde etnik, mezhebi ve dinsel çatışma, kan, gözyaşı, ölüm ile biten sonuçlar almayı hedeflemektedirler. Bu strateji ile direnişçi ve mücadele ruhu öldürülerek Suriye örneğinde görüldüğü gibi Sünnilik-Şialık temelinde İslam dünyasının ayrıştırılarak çatışmalara zemin hazırlanacaktır. Bu proje ile Türkiye ve İslam dünyasındaki siyasal İslami hareketler iğdişlenerek kapitalist hegemonyaya teslim edilecektir. Özellikle son zamanlarda medyaki dezenformasyon ve prokatif haberler başta olmak üzere bir takım istihbarati kurgu ve düzmecelerle Türkiye ile İran’ın karşı karşıya getirilmesi gayretlerine bu açıdan bakmak gerekmektedir.
Zikretmeye çalıştığımız gerekçelerden dolayı ve bu projenin uygulanabilmesi için ise direniş cephesi İran-Suriye-Hizbullah-Hamas-İslami Cihad’ın oluşturduğu direniş zincirinin koparılması gerekmektedir. Bu zincirin stratejik noktalarından birisi Suriye halkasıdır. Daha öce bu zncirin önemli noktalarından olan Hizbullah ve Hamas’a yönelik saldırılar Siyonist İsrail aracılığı yapan ama bu direniş noktalarını aşamayan küresel şer cephesi bugün halkanın en etkin noktası olan Suriye’yi teslim alma işini Ortadoğu halkına model ülke olarak sunulan muhafazakar Türkiye hükümeti ile yaparak amaçlarına ulaşmaya çalışmaktadır. Emperyalistler bu yöntemle hem sahne arkasında olacaklar hem de zalim, mazlum gibi bir takım sihirli İslami söylemlere sahip sözde İslamcı bir hükümeti ön plana sürerek ortadoğu halklarının desteğini alarak şeytani amaçlarına ulaşamaya çalışacaklardır.
Bu açıdan bu model ülke projesi için Suriye’deki anti-emperyalist yapının yıkılarak emperyalist çıkarlarla uyumlu bir yönetimin gelmesi elzemdir. Özellikli ortadoğu ülkeleri için düşünülen bu din anlayışının Türkiye önderliğinde model ülke olarak uygulanabilmesi için Arap dünyasında stratejik açıdan önemli olan Suriye direniş halkısının kırılması gerekmektedir. Başrolde gösterilerek gaza getirilen hükümet Suriye direnişinin kırılması için elinden geleni ardına koymamaktadır Bu konuda medyanın tanınmış yazarlarından Serdar Turgut "Başbakan Erdoğan, İslam dünyasının lideridir" başlıklı yazısında, bu proje ile ilgili olarak şunları ifade ediyor: “Türkiye modelliğinde 21 'inci yüzyıla damgasını vuracak önemli gelişme, İslam dünyasında gerçekleşiyor. İslam dünyasında tüm dünyanın gidişatını değiştirebilecek kadar güçlü bir kültürel devrim yaşanıyor. Bu toplumların en dinamik, en belirleyici kesimi olan bu gençler, artık dinlerini yaşayışta da, siyasetin yapılmasında da ılımlılık istiyorlar. Bütün bu ülkeleri dolaşıp yüzlerce insanla mülakatlar yapan ünlü gazeteci Robin Wright, bu yeni tavrı anti-cihat kültürü olarak adlandırıyor...Geçmiş yılların intifadasında ön sıradaki gençler, artık İsrail güçlerine karşı pasif direnişin başını çekiyorlar. İslami dünyadaki gençler, artık görüşlerinden ve inançlarından taviz vermeden daha ılımlı, daha güzel bir yaşam istiyorlar ve Batı dünyasına da düşman değil ama o dünyayla kendi koşullarını belirledikleri şekilde eklemlenmek istiyorlar. Yükselişte olan anti-cihat kültürü işte budur ve bu nüfus artık dünyalarında hep savaş açan görüşler istemiyor. Filistin'de de Suriye'de de Mısır'da da aslında bu oluyor ve bu yüzden oralardaki liderler ne kadar direnirlerse dirensinler bu değişimi önleyemeyecekler; çünkü artık değişimin zamanı geldi. O genç nüfus zaten uydulardan izledikleri Türk televizyon dizileriyle toplumsal ilişkilere (özellikle kadın-erkek ilişkilerine) de özlem duymaya başladıkları Türkiye'deki siyasi olgunluğu ve gelişmişlik düzeyini arzuluyorlar ve bunu kendi ülkelerinde gerçekleştirmek için ölmeye de hazırlar. Başbakan Erdoğan o meşhur laiklik konuşmasını işte bu dinamiği kavradığından yaptı. O konuşma aslında hayatlarında ılımlı bir yaşamı arayan ve anti-cihat kültürle yetişmiş o gençlere istedikleri siyasi yönelimi verdi.”
İşte küresel emperyalistlerin ve onların yerli işbirlilçileri “Ilımlı İslamcılar”ın Müslüman nesilleri getirmek istedikleri nokta Müslümanlar arasında direnişçilik ruhunu bitirmek ve egemen güçlerin adalet, hakkaniyet ve ahlaki sapmalarına karşı tepkisini yok etmektir.Yani topluma yüzeysel, işe yaramayan, karşılığı olmayan; bir ahlak, bir kimlik, bir medeniyet bilinci vermeyen türde bir dindarlık hakim kılınmaya çalışılmaktadır. Türkiye’de oluşturulmaya çalışılan bu dini anlayış ile toplum şekilsel açıdan daha çok dindarlaştırılmaya çalışılırken dış siyasette ise daha çok emperyalizme hizmet eder hale getirilmektedir. İşte bu da dine karşı din stratejisinin asıl amacıdır.
Bugün direniş ve anti-emperyalist cephenin lideri konumundaki İslami İran’a ve direnişin diğer ayaklarına yönelik medyada laik-dinci-muhafazakar satılmış kalem, basın yayın organlarının ve bir takım siyasetçilerin kutsal dini argümanların anlamlarını tersyüz ederek saldırmalarına ve şeytanlaştırma çabalarına bu açıdan bakmak gerekmektedir.
MEHMET YETKİN