Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Yakın Tarihte ve Günümüzde Yeşil Kuşak İslamcıları ya da Aynadaki Düşman (1)

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Yakın Tarihte ve Günümüzde Yeşil Kuşak İslamcıları ya da Aynadaki Düşman (1)

    BİSMİHİ TEALA

    HAMD ALEMLERİN RABBİ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN

    RABB'İMDEN HAK İLE BATILI AYIRIP DOĞRULARLA OLMAYI MUAVVAK KILMASINI DUA EDERİM

    Selamun Aleykum Azizi ve Değerli kardeşlerim;


    Yakın Tarihte ve Günümüzde Yeşil Kuşak İslamcıları ya da Aynadaki Düşman (1)

    Çift kutuplu dünyada,İngiltere ve daha sonrada ABD,İslam ülkelerinde ve özellikle Sovyetler Birliğinin içerisindeki azınlıklar arasında İslami hareketlere ciddi destekler vermişlerdir. Brzezinskinin ´´İslam dostlarımızda bastırılmalı düşmanlarımızda desteklenmeli''cümlesi, ABDnin o günkü stratejilerini açıklayan en önemli cümledir. Destekten ziyade, hatırı sayılır Ulema ve yazar çizer takımı Yeşil Kuşak Projesi kapsamında gönüllü yada zorunlu olarak yer almış, bizzat bir çok İslami Akım(!) bu zamanlarda ortaya çıkarılmıştır.

    1979daki İran İslam Devriminden sonra, İslamın kendi öz içinden çıkan ve İslamın o zamana kadar öne çıkmamış olan, yani alışılagelmiş kalıpların dışında, bir halk devrimi ile iktidarı ele geçirip, İslam Cumhuriyetini kuran anti-Emperyalist İslam, o zamana kadar hem Batıda, hemde İslam Dünyasında olan bütün ezberleri bozmuştu. Batının siyasal ve sosyal alandaki devrim ve değişimlerle ilgili teorileri İslam Devriminden sonra yerle bir olmuş, dinlerle özellikle İslam diniyle ilgili teorileri ise tamamen iflas etmişti. Emperyalistlerin İslam ülkelerindeki bağımsızlık mücadelelerinde tanıştığı, milli değerlerin arasında yeri olan kültürel İslam yada tarihteki başarılarla övünen, günümüzde yaşamayan kutsalları tarihte sıkışmış mitolojik İslamın aksine, İslam Devrimi geçmişten, bugüne ve geleceğe doğru kesintisiz bir süreç içinde toplumu dönüştürme becerisini göstermiş, tarihin akışını tersine çevirmiştir.

    Devrimin sıcaklığıyla, duygusal yada hamasi olarak lehte ve alehte gelişen tavırlar zamanla durulmuştur. Devrimin başında ateşli taraf olan niceleri çeşitli nedenlerle desteklerini çekmişlerdir. Irakın İrana saldırdığı yıllarda o zamana kadar hiç olmadığı şekilde mezhep meseleleri ile olay açıklanmaya çalışılmış,eli kalem tutanların çoğu Saddamı Sünni(!) yapıp, İranın Şii devrimini yaymak için Iraka saldırdığı noktasında yoğun propaganda yapmışlardır. 8 sene süren savaş boyunca dünyanın geneline yakın bölümünde bu savaş Şii-Sünni savaşı şeklinde lanse edilmiştir. Batı ve bölgedeki Arap rejimleri Saddama savaş boyunca her türlü desteği vermişlerdir. Yeni devrim yapmış içeride bir çok problemle uğraşan İrana birde Emperyalistlerin maşası Saddam musallat olmuştu. 1980de İrandaki gelişmelere paralel olarak, Sovyetler Birliği Afganistanı işgal etmişti. İranın aksine Afgan Cihadı tüm popüleritesiyle kamuoyuna sunulmuş, İslami piyasada şu anda adı sanı duyulmayan şahıslar neredeyse Evrensel manada Halife ilan edilmeye kalkışılmışlardır. Örnek olsun diye Gulbettin Hikmetyar örneğini verelim. Bu şahıs o zamanlarda evrensel halife diye bir çok çevrede pazarlanılan bir şahıstı. Afganistana giden şahıslar tarafından övüle övüle bitirilemeyen bu şahıs, Sovyetler Birliği Afganistandan çıktıktan sonra,sıradaki hedeflerinin İran olduğunu defalarca söylemişti. Kaderin garip bir cilvesi bu Hikmetyar, Talibanın Afganistanı ele geçirmesinden sonra 8 sene İranın korumasında İranda yaşamak zorunda kalmıştır. O zamanlar Afganistandan ve bu şahıstan haber getirenlerin bir çokları, İran üzerinden Afganistana gitmişler ve İranla ilgili bir çok yalan yanlış söylemi yayan insanlar olmuşlardı. Mitolojik yada Ütopik İslamın yaverleri İrana gittiklerinde sükutu hayale uğrayıp, İranı olumsuzlamışlar, ne gariptir ki Afganistanla ilgili meselelerde ise tam tersine olumlayıp kutsala yakın tavırlar sergilemişlerdir.

    1980lerin sonunda Sovyetler Birliğinin(Reel Sosyalizm) tarihe gömülmesi, ABD’nin kendisini dünyaya, soğuk savaşın galibi ve tek süper güç olarak ilan etmesi, yeni bir döneme girildiğinin göstergesiydi. Nitekim Amerika o zamanda Küreselleşme(Globalleşme) tezini bütün dünyaya empoze etmeye başlamıştı. Fukuyamanın Tarihin Sonu tezi o zamanın en ünlü teziydi. Bu teze göre, insanlık gelebileceği en yüksek aşamaya gelmiştir. Amerikanın önderliğinde Liberal Demokrasi insanlığın geleceği en son ve mükemmel aşamadır. Kitlesel iletişim araçları Medya, internet v.s. dünyayı Global bir köy haline getirmiştir. O halde Küreselleşmeye herkes kapılarını açmalıdır. Amerika, Avrupa devletleri ve bazı gelişmiş ülkelerin dışında dünyanın diğer devletlerinin içinde bulunduğu durum bu yeni sisteme elverişli değildir. Yapılması gereken Küreselleşmeye entegre olmamış bu ülkelerin ehlilleştirilip bu sisteme hazır hale getirilmesidir. Küreselleşmeyle amaçlanan, dünyanın tek süper gücü Amerikanın koruması ve himayesi altında, tüm dini, etnik ve milli farklılıkların Demokratik çatı altında eritilip, ülkelerin serbest piyasa ekonomisine geçilmesi hedeflenmekteydi. O zamana kadar farklılıklardan doğan, kaos ve çatışma ortamlarından denge ve düzen oluşturmaya çalışan Emperyalist zihniyet , Küreselleşmeyle birleştirici ve kuşatıcı, sınırları kaldırıcı türden bir siyaseti harekete geçirmiştir. Tüm bunlarla amaçlanan ülkeler ve halklar nezdinde tam kontrol ve Global Sermayenin serbest hareket etmesinin sağlanmasıydı.

    Bu dönemde tüm dünyada ve ülkemizde Küreselleşme her kesim tarafından tartışılmaya başlanmıştır. Soğuk Savaş konzeptine göre oluşturulmuş sistem ve yapıların bu yeni sisteme ayak uydurması kolay değildi. Yani ülkemizde olduğu gibi Askeri Vesayet altında, dış düşmana endeksli milli, sivil ve bürokrat yapıların alışılageldiği şekilde birden bu değişime entegre olması mümkünde görünmüyordu. O zamana kadar Kemalist rejimin baskısı altında yaşayanlar için Küreselleşme daha rahat hareket alanı sağlayacak ve hatta belli çevreler için can simidi şeklinde ortaya konulacaktı. Her kesim kendi inanç ve ideolojisi nispetinde, Küreselleşmeye entegre olacağını ifade etmeye o zamanlarda başlamıştı. Garip bir şekilde hatırı sayılır İslami Yapılar ve İslami Yazar ve çizertakımı, liberallerle beraber bu değişime çok çabuk ayak uydurmuşlardı. Dinlerarası Dialog, Sivil Toplum ve Medina Vesikası gibi tez ve çalışmalar, bu gelişmelere paralel olarak gündeme gelmiştir. Dünyada büyük ölçekli Global Şirketler birleşirken, Avrupa ülkeleri Avrupa Birliğini kurarlarken, Türkiyedeki bazı İslami yapılarda, o zamanların yine ünlü tezlerinden olan Oliver Royun ‘’Siyasal İslamın İflası’’tezini kabullenerek, İslamın zaten liberal ve demokratik bir din olduğunun ateşli savunucuları durumuna gelmişlerdi. Bir zamanların ateşli İslamcıları, Siyasal İslamın iflas ettiğini söylerken, bir taraftandanda en keskin Demokratik Liboşlar haline geliyorlardı. İşin vehameti kendileri böyle değişirken bu değişimleri İslamdan delillendirerek bulundukları durumu mübahlaştırıyorlardı.

    Global Ölçekten bakıldığında, İslam, özellikle İran örneğinde olduğu gibi Batı ve Batılı ideolojilerin karşısında anti Emperyalist bir yapıdaydı. Bu tip bir İslam Amerika ve Müttefikleri için direk bir tehdit algısı yaratmıştı. Küreselleşmenin amacı daha önceden söylediğimiz gibi dini ve etnik farklılıkların giderilip toplumları Küreselleşmeye açık hale getirmekti. Normal mantıksal analiz İranda vücut bulan anti Emperyalist İslamın yok edilmesi, yahut etkisinin kırılması ve bununla beraber alternatif olarak Küreselleşmeyle uyumlu bir İslamın ortaya çıkarılmasını gerekli kılmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken bu yeryüzünün lanetlilerinin bu tür analizleri, nasıl ve kimlerle yaptığının belirlenmesidir. Genelde bu tür kararlar ve izlenecek metotlar, zamanın gereği açık olarak alınırken, realitenin gereği gibi takip edilmemesi sonucunda, olaylardan ancak olduktan sonra haber alınılıyor. Birbirinden bağımsız gibi görünen bir çok hadisenin aslında belli bir amaca yönelik olduğunun anlaşılması ancak dakik ve sahih bilgilenme ve Stratejik düşünme yetisi sayesinde mümkündür. Stratejik düşünme ve analitik metotları anlama ve kullanma noktasında İslami yapılar olması gerekenin çok gerisindedir.

    Bu tür meselelerde çoğunlukla asıl meselelerle, tali yani ikincil meseleler birbirlerine karıştırılmaktadır. Dahada önemlisi Stratejistlerin Satranç tahtasına benzettikleri bu tür politik olaylarda, oyuncularla taşlar birbirlerine karıştırılmaktadır.

    Konumuza geri dönersek, Yeni Dünya Düzenide denilen aslında Post-Modern Emperyalizm Küreselleşmenin, 4 temel alanı vardı. Bu 4 alan, Amerikanın hegemonyacı gücünüde temsil ediyordu. Ekonomik, Siyasi, Askeri ve İstihbarat alanları. Ekonomik olarak Amerika dünyanın en büyük gücüydü. Siyasi olarak Sovyetler Birliğinin iflası yani reel Sosyalizmin sonunun gelmesiyle, Amerika siyasi alandada rakipsizdi. Askeri alandada Amerika dünyanın en güçlü ve en gelişmiş teknolojisine sahipti. İstihbarat alanındada hakeza öyle. Bu alanların dışında belkide bu alanlardan daha önemli olan Kültürel alandada Amerikanın dünyada çok büyük cazibesi vardı. Amerikan kültürü ve yaşam tarzı tüm dünyada tartışmasız bir çekim gücüne sahipti. Bütün bu üstünlüklerine rağmen Amerika stratejisini daha 90lı yılların başlarından itibaren güç merkezli olarak uygulamaya koymuştur. ABD 23 İslam ülkesi ve Kuzey Koreyi Küreselleşme karşısındaki en büyük engel olarak gösterip hedefe koymuştur. 1993 yılında Sibernetik savaş Doktrini projesini geliştiren John Arquilla Elinde Çekiç olan, her şeyi çivi olarak görür diyerek bu güce endeksli stratejiyi çok iyi şekilde açıklamıştır. 11.Eylülde bu çivilerin tamda Amerikan Hegemonyasını temsil eden Dünya Ticaret Merkezine ve Pentagona saplanması Amerikayı birden Asimetrik Savaşın mağduru haline getirdi. 11.Eylülde karizması iyice çizilen Amerika bu sefer deli danalar gibi saldıracak yer aramaya başladı.


    Hüseyin BELGİ
    Allah'a emanet olun...
YUKARI ÇIK
Çalışıyor...
X