Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Tarihten Günümüze İran Amerika İlişkileri (1)

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Tarihten Günümüze İran Amerika İlişkileri (1)


    İran Amerika ilişkileri 1800’li[1] yıllara kadar gitmektedir.

    Haziran 1883 yılında Amerika İran’da bir konsolosluk açarak Benjamin Samuel Green isimli üst düzey bir diplomatı Tahran’a gönderdi. İran devleti de 1856 yılında Mirza Ebu’l Hasan Şirazi’yi[2] ve daha sonra 1888 yılında da Hacı Hasankuli Han Sadrusaltanat’ı resmi temsilcisi olarak Amerika’ya gönderdi.

    Konsolosluk haddindeki iki ülke ilişkileri 1944 yılına kadar devam etti. Yirminci yüzyılın başlarına kadar Tahran’daki Amerika’nın üst düzey diplomatı olan Vallece Murray, Amerika’nın bu ülkedeki ilk elçilerinden biri oldu.

    Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA- İkinci dünya savaşı sonrası İran, müttefik ordularının İran topraklarından çıkmasının zorunluluğunu belirtti. Ancak Stalin Kızıl Ordunun İran’ın kuzey bölgesinden çıkmasına karşı çıktı. Ahmet Kavvam adlı diplomatın Moskova’daki girişimleri de sonuç vermeyince İran, Sovyetler Birliğini Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine şikayet etti. Sovyetler birliği buna tepki olarak İran topraklarındaki askerlerini çıkarmadığı gibi İran toprakları olan Azerbaycan ve Kürdistan’da kendine kukla rejimler kurdu. Bunun üzerine Amerika Birleşik Devletlerinin 1946 yılındaki başkanı Harry S. Truman, Sovyetler Birliğine İran topraklarından çıkmaması halinde benzer bir girişimde bulunacağı bir ültimatom verdi. Stalin o zaman atom bombasına sahip tek ülke olan Amerika’nın askeri bir müdahalesinden çekindiğinden askerlerini İran topraklarından çıkarmak zorunda kaldı.
    Bu olaydan sonra İran- Amerika askeri ilişkileri gelişmeye başladı. 1947 yılında iki ülke arasında 10 milyon dolarlık bir silah anlaşması imzalandı. Ama gerçekte bu anlaşmanın değeri 70 milyon dolar düzeyindeydi. 1949 yılında Amerikan Kongresi, İran’la ortak savunma yasası gereği bu ülkeye 27 milyon dolarlık bir askeri yardım paketini onayladı. Ve yine aynı yıl ortak savunma yasasında yapılan değişiklikle İran’ı Güney Kore ve Filipin kategorisinden çıkararak o zaman 131 milyon dolarlık askeri yardım alan Türkiye ve Yunanistan kategorisine yükseltti. Böylece İran’da Türkiye ve Yunanistan gibi Amerika’dan yıllık 131 milyon dolar askeri yardım almaya başladı.
    ***
    İngiltere ve Sömürü Düzeni
    Petrol sanayinin millileştirilmesi, İran halkının sultacılarla mücadelede ülkenin siyasi ve ekonomik bağımsızlığının şahdamarlarından birinin kontrolünü ele geçirmek açısından bir dönüm noktası sayılmaktadır.
    20 Mart 1951 tarihinde İran ve İngiltere arasında geçen gergin bir siyasi dönemin ardından, İngiliz sömürge devletinin eli, İran petrol sanayisinden kesildi. 20 Mart 1951 tarihinde, İran meclisi birçok iç ve dış komplolara rağmen, petrol sanayisinin millileştirilmesi tasarısını onayladı. İran petrol sanayisinin millileştirilmesi demek tüm arama, çıkarma ve kullanma işlemleri İran hükümeti tarafından gerçekleştirmek demektir.
    İran petrol sanayisinin millileşmesi hareketi sadece İran tarihinde değil, Ortadoğu’nun siyasi gelişmeler tarihinde de bir dönüm noktası sayılmaktadır. Mısır eski lideri Cemal Abdunnasır, Suveyş kanalının millileştirilmesi hareketini İran petrol sanayisinin millileştirilmesinden esinlenerek gerçekleştirmiştir. İran’da gerçekleşen bu inkılabi hareket İngiliz sömürü devleti elebaşlarını derin bir şoka sokmuştur. Bu yüzden petrol sanayinin millileştirme hareketini engellemek için birçok komploya başvurmuş, ancak bu amaçlarına ulaşamamıştır. İran’da petrol sanayisinde yaşanan bu önemli gelişme ile birlikte sömürgeci İngiltere’nin Ortadoğu’daki konumu önemli oranda sarsılmış ve nihayetinde bölgeden çekilme sürecini başlatmıştır.
    Petrolün bulunması İran’ın siyasi ve coğrafi önemini arttırırken, Sovyetler Birliği ve İngiltere’nin ardından Amerika’nın da siyasi müdahaleleri için bir sebep niteliğindeydi. Ruslar İran’ın kuzeyindeki petrollerin çıkarılması ve ihraç edilmesi iznini aldıklarını iddia ederken, İngiltere de güneydeki petrolleri sahiplenmeye başlamışlardı. Bu dönemde İran’ın kukla hükümetleri ve sömürgeciler arasında anlaşmalar imzalandı. Bu arada asıl petrol havzalarının ülkenin güneyinde olması, ayrıca Fars Körfezi ve serbest sulara kolaylıkla ulaşılması nedeni ile İngiltere hükümeti İran’ın zenginliklerini yağmalamak için diğerlerine nazaran daha üstün bir konuma sahipti. İran’ın gelişmesi, ilerlemesi, kalkınması ve yabancılardan bağımsızlaşması için kullanılması gereken petrolden İran halkına düşen pay, sadece onun siyah rengi idi.
    İngiltere İran’a petrollerini çıkarma ve ihracatından kaynaklan çok az miktarda bir pay ödüyordu. 2. Dünya savaşı sırasında İran’ın coğrafi konumu Nazi Almanya’sına karşı Sovyetler Birliğine müttefik güçler tarafından yardım ulaştırmak için büyük önem arz etmekteydi. Dolayısıyla İran’ı, Müttefik güçlerin zafer köprüsü olarak adlandırmaktaydılar. İran, o dönemde Ortadoğu’daki en büyük petrol üreticilerinden biri idi. Bu durum 2. Dünya savaşında Müttefik güçlerin zaferindeki İran’ın konumunu en iyi şekilde göz önüne sermektedir. Tabi ki Müttefik güçlerin zaferi, İran alt yapısının yok olması, tahıl depolarının tükenmesi ve dolayısı ile İran halkının yoksullaşmasına sebep olmuştur.
    2. dünya savaşı ardından sömürgeci güçlerin İran petrol sanayisindeki istilasının sona erdirilmesi için ciddi mücadeleler verildi. Bu mücadele sırasında iki siyasi şahsiyetin önemli ve tartışılmaz etkileri oldu. Ulusal kanattan Dr. Muhammed Musaddık ve Irak’ta İngiliz sömürüsüne karşı uzun yıllar mücadele tecrübesine sahip olan ve bu mücadeleyi İran’da da sürdüren Ayetullah Kaşani.
    Gerçekleşen mücadeleler Dr. Musaddık’ın halkçı ve yasal hükümetinin kurulmasına sebep oldu. İngiltere, petrol sanayisinin millileştirilmesini engellemek amacı ile İran’ın iç siyasetinde ve uluslararası alanda geniş çaplı komplo ve eylemelere başvurdu. İran petrol sanayisinden yabancı uzmanların geri çekilmesi ve petrol alımında İran’a ambargo uygulanması, İngiltere’nin İran halkının zenginliklerini yağmalamak için başvurduğu düşmanca politikalardı. Londra, İran petrol firması ve İngiltere arasında imzalanan anlaşmalara dayanarak millileştirme hareketinin yasadışı olduğunu kabul ettirmek için, Lahey adalet divanına başvurdu. Fakat sömürgeci İngiltere devletinin, her iki girişimi de sonuçsuz kaldı.
    Yabancı uzmanların geri çekilmesi ile İranlı uzmanlar, petrolü çıkarmaya devam ederek, İngiltere’nin yağmacı elini İran’dan tamamen kesmeyi başardılar. Bu arada petrol müşterilerine indirim siyaseti uygulanarak, ambargo politikası da akamete uğratıldı. Uluslararası alanda da Lahey adalet divanı, dönem başbakanı Dr. Muhammed Musaddık’ın güçlü ve hukuki savunması ile İran lehine oy verdi. Böylece yaşlı sömürü düzeni İran halkından ağır bir siyasi yenilgi aldı. Bu süreçte Amerika’nın İran’daki müdahaleleri başladı. İran’da bazı siyasi akımlar Amerika’ya yaklaşarak İngiltere’nin sömürgeci siyasetleri veya Sovyetler Birliğinin tehditlerine son verebileceklerini düşünüyorlardı. Fakat Amerika’nın sömürgeci mahiyeti de kısa bir süre içinde gün yüzüne çıktı. İran politika sahnesinde direkt etkinliğinin bittiğini hisseden İngiltere, Amerikan hükümetinin yardımı ile İran petrol sanayisini millileştiren akımın liderleri arasında ihtilaf çıkarma siyasetine katıldı. Daha sonra Ağustos 1953 tarihindeki darbeyi planlayarak uygulamaya koydular. Amerika’nın bizzat yaptığı bu askeri darbeyle petrol sanayisinin millileştirme sevinci İran halkının kursağında kaldı.
    Petrol sanayisinin millileştirilmesi İran’ın mücadele tarihinde bir dönüm noktası sayılırken, 1953 Ağustos darbesi de Amerika ve İngiltere’nin dünyadaki müdahaleci tarihine kara bir sayfa daha eklemiştir. Kendilerini dünyadaki özgürlük ve demokrasi önderleri olarak tanıtan ülkeler, 1953 tarihli darbe sayesinde Muhammed Rıza Pehlevi’yi İran’a geri getirerek, 25 yıllık bir diktatörlük dönemini İran’a dayattılar. Fakat bu olay İran halkının daha da güçlü bağlarla birbirine kenetlenmesine sebep oldu. İran halkı sonunda Amerika’nın İran sömürüsüne son vermekle kalmayıp, İran’daki şahlık dönemini noktalayarak, İran tarihinde yeni bir dönem başlattı.
    İran’da petrol sanayinin millileştirilmesi şartları ve günümüzde başını Amerika’nın çektiği batılı güçlerin İran’ı barışçıl nükleer enerjiden yararlanma hakkından mahrum bırakmaya yönelik tehditleri ve stratejileri ile benzerlikler arz etmektedir.
    Amerika’nın 1953 yılında gerçekleştirdiği bu darbe, CIA’nın başka bir ülkenin darbeyle devirdiği ilk ülke olma özelliğini taşımaktadır. Darbenin ardından tekrar ülkeye dönen Muhammed Rıza Şah, yaptığı ilk açıklamada saltanatını önce Allah’a sonrada Amerika’ya borçlu olduğunu söylemiştir.
    Amerika’nın 1953 yılında gerçekleştirdiği darbenin etkileri uzun yıllar sürdü. Amerika yaptığı darbeyi 2000 yılında dönemin Dışişleri bakanı Madeleine Albright itiraf etmiş ve yaptığı konuşmada şunları söylemiştir:
    Amerika, 1953 yılında dönemin sevilen başbakanı Muhammed Musaddık’ın devrilmesinde önemli bir rol oynamıştır.
    Daha sonra ABD başkanı Barack Obama 4 Haziran 2009'da Mısır'da yaptığı konuşmada ABD’nin yaptığı darbeyi resmen kabul etmiştir.

    #2
    Ynt: Tarihten Günümüze İran Amerika İlişkileri (1)

    İran İslam Devriminden Sonraki İki Ülke İlişkileri

    İran’da Şubat 1979 yılında gerçekleşen İran İslam Devriminin ardından Amerika ile tüm siyasi ilişkiler resmen sona ermiştir.

    “Amerika’ya ölüm” ve “Büyük Şeytan” sloganları 32 yıldır İran’daki en önemli sloganlardandır. Bu sloganlar Amerika’yı oldukça rahatsız etmektedir.

    Muhammed Rıza Şah’ın 37 yıllık saltanatı döneminde ülkedeki ticaret şirketlerinden bankalara kadar her şey Amerika’nın kontrolü altındaydı. Amerika’nın İran’da uyguladığı siyaset sonucu İran’ın tüm ticaret alt yapısı, tarım, sanat… yok edilmişti. İran sadece Amerika ve yabancı malların pazarına dönüştürülmüştü. Devlet kurumlarının denetimi de Amerikalıların kontrolü altında bulunmaktaydı.

    1953 darbesi, tüm İranlılara bunu göstermiştir ki Şah İngiltere’nin olmasa bile Amerika’nın bir kuklasıdır. Ağustos darbesi, Amerika’nın ülkedeki nüfuzunu o kadar çok arttırmıştır ki hatta siyaset, kültür, ekonomi, askeri alanda bile ABD’nin kontrolü altına girmiştir. Bu 25 yıllık hükümet döneminde İran Amerika’nın bölgedeki kukla bir devletine dönüşmüş ve onun istekleri dışında hiçbir şey yapamaz duruma gelmiştir!! Bu yıllarda Amerikalı askeri ve ekonomi danışmanları İran’daki şahlık nizamını korumak için birbiri ardınca İran’a gelmekte ve Washington’un emirleri doğrultusunda hareket etmekteydiler. Bunun sonucu İran bölgede Amerika’nın siyasetini uygulayan bir ülke, Amerika’nın askeri ve ticari malları için çok büyük bir Pazar ve bu ülke ABD kültürünün yayılma üssüne dönüşmüştü. Bu dönemde Amerikalıların siyasi, ekonomik ve hayati menfaatlerini temin ettiği İran kadar önemli başka bir ülke yoktur. Bu durum o kadar ileri boyutlara çıkmıştı ki İran’da Amerikan Kapitülasyonu uygulanmaya konulmuştur.

    İran’daki Amerikalıların sayısının artması, tüm alanlarda diplomatik ilişkilerin gelişmesi, rejimin bütün programlarının Amerika’nın ekseninde geliştirilmesi… gibi tüm alanlarda Amerika’nın İran üzerindeki hakimiyeti zirve yapmıştı. Bu şartlar altında “siyasi zorbalık” düzeni de İran toplumuna hakim olmuştu. Öyle ki bir çok analistlerin de dediği gibi Amerikan darbesinden sonraki döneme “kukla devlet” demektedirler.

    Muhammed Rıza Şah’ın Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkileri o kadar iyi boyuttaydı ki petrolün gelirinin neredeyse tamamı Amerika’dan silah almak için aktarılmaktaydı. O dönemde bir çok İranlı Şah’ın bu yolla Amerika’ya tam bir hizmette bulunduğunu söylemekteydiler. (şu anki Suudi Arabistan başta olmak üzere Katar, Kuveyt, BAE… gibi ülkeler petrol gelirlerinin çoğunu Amerika’ya silah alımı için vermektedirler!) bütün bu gelişmeler İran toplumunu rahatsız etmekte ve ülkede her geçen gün artan yabancı istilası ve tam bir kukla ülkeye dönüşülmesi insanları İslam devrimine sürükledi. Dolayısıyla o dönemde başlayan İslami ayaklanmaların sloganlarından birisi “Amerika’ya ölüm”, “Şah’a ölüm”dü. Halk ne zaman “Amerika’ya ölüm” diye bağırsa gerçekte Şah’a ölüm sloganı da onun için de yatmaktaydı veya tam tersi. O dönemlerde başlayan bu tür sloganlar halen aynı şekilde devam etmektedir. o günlerde Allah-u Ekber sloganından sonra Amerika’ya ölüm sloganı atılmaktaydı. Şu anda da “Allah-u Ekber, Hamaney Rehber, Amerika’ya ölüm, İsrail’e ölüm…” şeklinde devam etmektedir.

    Amerika’ya ölüm, Şah’a ölüm sloganlarını imam Humeyni (r.a) sürgünden döndüğü zaman Tahran’da Beheşt-i Zehra’da yaptığı konuşmada da bulunabilir. İmam orada şu sözleri sarf etmişti: “Bizler, onlara nesillerimize hıyanet ettikleri için muhalifiz. Petrolümüzün tamamını Amerikalılara verdiler, bizim petrolümüz var. Onlar ise burada askeri üs yaptılar. Buraya bizim askerlerimizin kullanmasını bilmediği silahlar getirdiler. Biz, 50 yıldır baskı altında yaşmaktayız. Ne basınımız, ne radyomuz ne de televizyonumuz vardı. Bu beyin kendisi kendisini kabul etmiyor, halkta kabul etmiyor. Ordu da kabul etmiyor. Sadece Amerika onu desteklemektedir.” Zaten Amerika’nın yaptığı darbe sonrası Şah’ın yaptığı konuşma bunun bir kanıtıdır.

    Dolayısıyla İran İslam Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki düşmanca ilişkilerin köklerini bulmak için bir taraftan İran’ın muasır tarihine ve Şah’ın Amerika’nın bir kuklası olmasına ve diğer taraftan İmam Humeyni’nin düşünce ve mücadelesine bakmak gerekmektedir. İmam Humeyni’nin kıyamının çeşitli dönemlerinde yapmış olduğu konuşma ve yazılarında da bunu bulmak mümkündür.

    İmam Humeyni’ye göre batılı ülkelerin İran ve İslam dünyasına bakış açıları aynıdır, ancak Amerika’nın nüfusunun öteki sömürgeci güçlere göre daha etkin olmasından dolayı, İmam Humeyni 1963 yılından sonra Amerika’ya karşı konuşmalarını odaklaştırarak saldırmaya başladı. Böylece Amerika’nın müdahaleci rolünü ortaya koyarak Şah’la mücadelesini taktiksel bazda yaparak Amerika’nın Şah üzerindeki etkinliğini kırmaya çalıştı. Bu sebepten dolayı “Büyük Şeytan Amerika” sözünü o günlerde sloganlaştırmıştır. Bu sözcüğün anlamı, yani Amerika ve batılı ülkeler İslam toplumlarındaki karışıklıkların sebebidir.

    Amerika’nın Vietnam’da yenilgisi, anti emperyalist birkaç devletin ortaya çıkması ve İran’da kapitülasyonun tecrübe edilmesi gibi etkenler imam Humeyni’nin kıyamında çok büyük bir etken olmuş ve İran’da İslami bir kıyamın takviye edilmesine sebep olmuştur. Başka bir ifadeyle 1961 yılında İmam Humeyni için kapitülasyon ve İsrail’in genişleme planlarıyla mücadeleden daha önemli bir şey yoktu. Çünkü imam bu ülkelerin içyüzleri ve İran’la ilişkileri hakkında şöyle düşünmekteydi: “Bizler, zayıf milletleriz ve dolarımız yoktur. Amerika’nın çizmelerinin altından çıkmalıyız. Amerika İngilizlerden daha kötü, İngilizler de Amerikalılardan daha kötüdür; Sovyetler birliği her ikisinden de kötüdür. Hepsi birbirinden daha kötüdür. Hepsi birbirinden besbeterdir, lakin bugün bizim derdimiz Amerika’yladır.”

    İmam Humeyni’nin Amerika’ya bakış açısı ve aynı şekilde İran’da uyguladığı kapitülasyonlardan dolayı Amerikalı yetkililere tam anlamıyla kötümserdi ve onları “Kur’an Düşmanları” olarak tanıtmaktaydı.

    İmam Humeyni, hile, düzenbazlık, yalan ve hedefe ulaşmak için mümkün olan her yoldan istifade etmeyi şeytani hükümetlerin özelliklerinden bilmekte ve şeytani hükümetleri, diktatörlükleri reddetmekteydi. Süper güçlerin siyasetlerini şeytani biliyor ve kendilerinden zayıf ülkeleri istila etmelerini ve savaş açmalarına yormaktaydı.

    İmam Humeyni Amerika’nın konumunu belirttiğinde bir taraftan dini ve İslami sözcükler kullanmakta bir yandan da milli özellikleri olan kelimeleri seçerek Amerika’nın aşağılanmasını sağlamaktaydı.

    İmam Humeyni Amerika için şu inanca sahipti: “Amerika devleti, dünya ülkeleri arasında en güçlü ülke unvanıyla sultası altında bulunan ülkelerin maddi kaynaklarını daha çok yutmak için hiçbir çabadan kaçınmamaktadır. Amerika, dünya mahrum ve mustazaf halklarının bir numaralı düşmanıdır. Sultası altında bulunan dünya ülkelerinin siyasi, ekonomik, kültürel ve askeri hegemonyası için hiçbir cinayetten çekinmemektedir. Amerika, uluslar arası Siyonizm tarafından organize edilen geniş propaganda ağı yardımıyla dünyanın mazlum halklarını istismar etmektedir. Amerika, gizemli ve hıyanetçi ellerle, suçsuz halkın kanını öğle emmektedir ki sanki dünyada ondan başka kimsenin hayat hakkı yoktur. İran, bu büyük şeytanla her türlü ilişkisini kesmeyi istediği için bugün bu savaşlarla karşı karşıya kalmıştır. Amerika, Irak’ı bizi ekonomik olarak ortadan kaldırmak için bizim üzerimize saldı. Maalesef Asya ülkelerinin çoğu bizimle mücadeleye girişti. Müslüman milletler bilmelidir ki İran, Amerika’yla resmen savaş halindedir ve şehitlerimiz, gençlerimiz, odu ve Devrim Muhafızları İran ve aziz İslam’ı korumak için Amerika’nın karşısında durmaktadır.” Bundan dolayı İmam Humeyni, şöyle buyurmaktaydı: “Her ne kadar feryat edebiliyorsanız Amerika’ya karşı haykırın. Çünkü Amerika hiçbir halt edemez.”

    Amerika ve öteki süper güçler karşısındaki imamın tutumu bir slogandan ibaret değildi, bilakis tarihin farklı dönemlerinde bunu pratik olarak ispatlamıştır. Buna şöyle bir örnek verilebilir. Rehineler İran tarafından tutulduğunda Londra Times dergisi imam Humeyni ile yaptığı röportajda imam şöyle demiştir: “Biz tüm dünyaya ‘süper güçler’in de iman gücüyle yenilebileceğini göstermek istiyoruz. Biz, Amerika devletinin tüm gücüyle karşısında direnmekte ve hiçbir güçten korkmuyoruz… bizler Amerika’yı iyi tanıyoruz ve biliyoruz ki onun karşısında direnebileceğimizi ve şerefimizi koruyacağımızı biliyoruz. Biz Amerika’ya karşı galip gelmeliyiz ve onu tüm bölgede yenilgiye uğratmalıyız. Bizler haksızlıklar karşısında teslim olmayacağız. Ve zalimlerle uzlaşmayacağız… biz kolay bir şekilde Amerika’nın azgınlıkları karşısında durabiliriz. Amerika’nın bizi yenmesi mümkündür, ancak devrimimizi değil. Dolayısıyla ben, galip geleceğimize itminan duymaktayım.”

    Amerika Başkanı James Earl "Jimmy" Carter, rehine krizinden dolayı İran’la olan tüm diplomatik ilişkileri kestiğini duyurduğunda imam bunu hemen kabul etmiş ve bunun Müslümanlar için çok güzel bir gelişme olduğunu söylemiştir.

    Dolayısıyla tüm bu gelişmelerden dolayı İran İslam Cumhuriyeti istikrara kavuştuktan sonra camilerde, resmi ve siyasi konuşmalarda “Amerika’ya ölüm” sloganının yanı sıra İran’ın politik camiasında bile Amerika’ya “Büyük Şeytan” olarak hitap edilmektedir. Bütün bunlar İran’ın Amerika’ya karşı olan nefretini ortaya koymaktadır.

    Amerika ile İran arasındaki ilişkilerin sona ermesinden sonra günümüze kadar uzanan engeller şunlardan ibarettir:

    Yorum


      #3
      Ynt: Tarihten Günümüze İran Amerika İlişkileri (1)

      İran’ın Amerika’ya yönelttiği suçlamalar:

      Amerika Şah devrildikten sonra Şah’a sığınma hakkı vermiştir.

      Amerika’nın İran topraklarına gizlice askeri çıkartma yaptığı Tebes olayı.

      Amerika’nın İran’da darbe girişimleri.

      Irak’ı İran’a saldırtması ve savaş sırasında Irak’a olağanüstü yardımları.

      İran’a karşı en ağır ekonomik yaptırımların uygulanması.

      Amerika’nın İran’ın yolcu uçaklarına saldırması. (ABD, İran – Irak savaşı sırasında İran’ı geri çekilmeye zorlamak için İran’ın yolcu uçaklarını düşürmüş bu saldırılar sonucu yüzlerce İranlı hayatını kaybetmiştir.)

      Amerika’nın İran’ın petrol terminallerine saldırması. (İran – Irak savaşının sonunda İran’ı geri çekilmesi için İran’ın Körfezdeki petrol terminallerini vurmuştu)

      Amerika’nın İran’ın gemilerini vurması. (İran – Irak savaşı sırasında İran’ı geri çekilmeye zorlamak için İran’ın yük gemileri ve sivil kayıklarını vurmuştu.)

      Amerika, İran İslam Cumhuriyetini yıkmak için terör örgütleri kurarak İran’a saldırtmaktadır. (Halkın Münafıkları Örgütü, Cundullah, Sepah-i Sahabe-i İran, Pjak gibi terör örgütleri şu ana kadar İran’da binlerce kişinin ölümünden sorumludur.)

      Amerika’nın uluslar arası toplumda İran’ı inzivaya sürüklenmesi için girişimlerde bulunması.

      İran’ı şer devletleri listesine alması.
      İran’ın savunduğu ilkeler:

      · Amerika tarafından el konulan İran’ın tüm gayri menkul ve paralarının serbest bırakılması

      · Amerika’nın İran’a karşı mücadele eden terör örgütlerine verdiği desteğe son vermesi.

      · Amerika’nın Irak, Afganistan, Bahreyn… ve bölge ülkelerindeki askeri varlığına son vermesi.

      · İran’a uygulan tüm ambargoların kaldırılması.
      Amerika’nın Savunduğu İlkeler:

      · İran’ın Arap ve İsrail konularına karışmaması (Hamas, İslami Cihat ve Hizbullah gibi örgütleri İsrail’e karşı desteklememesi.)

      · İsrail’i resmi olarak tanıması ve devamlı olarak tehdit etmemesi.

      · İran’ın Bahaiyyet ve kadın konularında ayrımcılık yapmaması.

      · İran’ın “Amerika’ya ölüm” siyasetini ve Amerika düşmanlığını yaymaktan vazgeçmesi.

      Amerika devletinin yanı sıra Amerikan halkının yaklaşık olarak 135 milyonunu oluşturan Protestanlar (Evangelical) da İran’la her türlü ilişkiye karşı çıkmakta ve İran İsrail anlaşmazlığında İsrail’in yanında yer almaktadırlar.
      Devam edecek… Kaynaklar:

      İran İslam Cumhuriyetinin Dış siyaseti, Ruhullah Ramazani.

      İran’ın siyasi ve içtimai tarihindeki değişiklikler, Ali Rıza Ezgadi.

      Şah’ın son seferi, William Huckras.

      İran’ın dış ilişkileri, Ali Rıza Ezgadi.

      Richard Cottam, "Inside Revolutionary Iran" The Middle East Journal, No 2, SpringT p.172,1989.

      İttilaat gazetesi.

      İslam devrimi gelişmeler ve zemineler, Menuçer Muhammedi.

      İran’ın meşruteden devrime kadarki tarihi, Bakır Akıli.

      İmamın kelam yolunu araştırma.

      ABNA.İR


      [1] - Hüseyin Hamidi Niya “Amerika Birleşik Devletleri” Tahran 2003. Birinci baskı.

      [2] - The Middle East and the United States: A Historical and Political Reassessment, yazar; David W. Lesch، 2003, ISBN 0-8133-3940-5 s. 56.

      Yorum

      YUKARI ÇIK
      Çalışıyor...
      X