İran Amerika ilişkileri 1800’li[1] yıllara kadar gitmektedir.
Haziran 1883 yılında Amerika İran’da bir konsolosluk açarak Benjamin Samuel Green isimli üst düzey bir diplomatı Tahran’a gönderdi. İran devleti de 1856 yılında Mirza Ebu’l Hasan Şirazi’yi[2] ve daha sonra 1888 yılında da Hacı Hasankuli Han Sadrusaltanat’ı resmi temsilcisi olarak Amerika’ya gönderdi.
Konsolosluk haddindeki iki ülke ilişkileri 1944 yılına kadar devam etti. Yirminci yüzyılın başlarına kadar Tahran’daki Amerika’nın üst düzey diplomatı olan Vallece Murray, Amerika’nın bu ülkedeki ilk elçilerinden biri oldu.
Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA- İkinci dünya savaşı sonrası İran, müttefik ordularının İran topraklarından çıkmasının zorunluluğunu belirtti. Ancak Stalin Kızıl Ordunun İran’ın kuzey bölgesinden çıkmasına karşı çıktı. Ahmet Kavvam adlı diplomatın Moskova’daki girişimleri de sonuç vermeyince İran, Sovyetler Birliğini Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine şikayet etti. Sovyetler birliği buna tepki olarak İran topraklarındaki askerlerini çıkarmadığı gibi İran toprakları olan Azerbaycan ve Kürdistan’da kendine kukla rejimler kurdu. Bunun üzerine Amerika Birleşik Devletlerinin 1946 yılındaki başkanı Harry S. Truman, Sovyetler Birliğine İran topraklarından çıkmaması halinde benzer bir girişimde bulunacağı bir ültimatom verdi. Stalin o zaman atom bombasına sahip tek ülke olan Amerika’nın askeri bir müdahalesinden çekindiğinden askerlerini İran topraklarından çıkarmak zorunda kaldı.
Bu olaydan sonra İran- Amerika askeri ilişkileri gelişmeye başladı. 1947 yılında iki ülke arasında 10 milyon dolarlık bir silah anlaşması imzalandı. Ama gerçekte bu anlaşmanın değeri 70 milyon dolar düzeyindeydi. 1949 yılında Amerikan Kongresi, İran’la ortak savunma yasası gereği bu ülkeye 27 milyon dolarlık bir askeri yardım paketini onayladı. Ve yine aynı yıl ortak savunma yasasında yapılan değişiklikle İran’ı Güney Kore ve Filipin kategorisinden çıkararak o zaman 131 milyon dolarlık askeri yardım alan Türkiye ve Yunanistan kategorisine yükseltti. Böylece İran’da Türkiye ve Yunanistan gibi Amerika’dan yıllık 131 milyon dolar askeri yardım almaya başladı.
***
İngiltere ve Sömürü Düzeni
Petrol sanayinin millileştirilmesi, İran halkının sultacılarla mücadelede ülkenin siyasi ve ekonomik bağımsızlığının şahdamarlarından birinin kontrolünü ele geçirmek açısından bir dönüm noktası sayılmaktadır.
20 Mart 1951 tarihinde İran ve İngiltere arasında geçen gergin bir siyasi dönemin ardından, İngiliz sömürge devletinin eli, İran petrol sanayisinden kesildi. 20 Mart 1951 tarihinde, İran meclisi birçok iç ve dış komplolara rağmen, petrol sanayisinin millileştirilmesi tasarısını onayladı. İran petrol sanayisinin millileştirilmesi demek tüm arama, çıkarma ve kullanma işlemleri İran hükümeti tarafından gerçekleştirmek demektir.
İran petrol sanayisinin millileşmesi hareketi sadece İran tarihinde değil, Ortadoğu’nun siyasi gelişmeler tarihinde de bir dönüm noktası sayılmaktadır. Mısır eski lideri Cemal Abdunnasır, Suveyş kanalının millileştirilmesi hareketini İran petrol sanayisinin millileştirilmesinden esinlenerek gerçekleştirmiştir. İran’da gerçekleşen bu inkılabi hareket İngiliz sömürü devleti elebaşlarını derin bir şoka sokmuştur. Bu yüzden petrol sanayinin millileştirme hareketini engellemek için birçok komploya başvurmuş, ancak bu amaçlarına ulaşamamıştır. İran’da petrol sanayisinde yaşanan bu önemli gelişme ile birlikte sömürgeci İngiltere’nin Ortadoğu’daki konumu önemli oranda sarsılmış ve nihayetinde bölgeden çekilme sürecini başlatmıştır.
Petrolün bulunması İran’ın siyasi ve coğrafi önemini arttırırken, Sovyetler Birliği ve İngiltere’nin ardından Amerika’nın da siyasi müdahaleleri için bir sebep niteliğindeydi. Ruslar İran’ın kuzeyindeki petrollerin çıkarılması ve ihraç edilmesi iznini aldıklarını iddia ederken, İngiltere de güneydeki petrolleri sahiplenmeye başlamışlardı. Bu dönemde İran’ın kukla hükümetleri ve sömürgeciler arasında anlaşmalar imzalandı. Bu arada asıl petrol havzalarının ülkenin güneyinde olması, ayrıca Fars Körfezi ve serbest sulara kolaylıkla ulaşılması nedeni ile İngiltere hükümeti İran’ın zenginliklerini yağmalamak için diğerlerine nazaran daha üstün bir konuma sahipti. İran’ın gelişmesi, ilerlemesi, kalkınması ve yabancılardan bağımsızlaşması için kullanılması gereken petrolden İran halkına düşen pay, sadece onun siyah rengi idi.
İngiltere İran’a petrollerini çıkarma ve ihracatından kaynaklan çok az miktarda bir pay ödüyordu. 2. Dünya savaşı sırasında İran’ın coğrafi konumu Nazi Almanya’sına karşı Sovyetler Birliğine müttefik güçler tarafından yardım ulaştırmak için büyük önem arz etmekteydi. Dolayısıyla İran’ı, Müttefik güçlerin zafer köprüsü olarak adlandırmaktaydılar. İran, o dönemde Ortadoğu’daki en büyük petrol üreticilerinden biri idi. Bu durum 2. Dünya savaşında Müttefik güçlerin zaferindeki İran’ın konumunu en iyi şekilde göz önüne sermektedir. Tabi ki Müttefik güçlerin zaferi, İran alt yapısının yok olması, tahıl depolarının tükenmesi ve dolayısı ile İran halkının yoksullaşmasına sebep olmuştur.
2. dünya savaşı ardından sömürgeci güçlerin İran petrol sanayisindeki istilasının sona erdirilmesi için ciddi mücadeleler verildi. Bu mücadele sırasında iki siyasi şahsiyetin önemli ve tartışılmaz etkileri oldu. Ulusal kanattan Dr. Muhammed Musaddık ve Irak’ta İngiliz sömürüsüne karşı uzun yıllar mücadele tecrübesine sahip olan ve bu mücadeleyi İran’da da sürdüren Ayetullah Kaşani.
Gerçekleşen mücadeleler Dr. Musaddık’ın halkçı ve yasal hükümetinin kurulmasına sebep oldu. İngiltere, petrol sanayisinin millileştirilmesini engellemek amacı ile İran’ın iç siyasetinde ve uluslararası alanda geniş çaplı komplo ve eylemelere başvurdu. İran petrol sanayisinden yabancı uzmanların geri çekilmesi ve petrol alımında İran’a ambargo uygulanması, İngiltere’nin İran halkının zenginliklerini yağmalamak için başvurduğu düşmanca politikalardı. Londra, İran petrol firması ve İngiltere arasında imzalanan anlaşmalara dayanarak millileştirme hareketinin yasadışı olduğunu kabul ettirmek için, Lahey adalet divanına başvurdu. Fakat sömürgeci İngiltere devletinin, her iki girişimi de sonuçsuz kaldı.
Yabancı uzmanların geri çekilmesi ile İranlı uzmanlar, petrolü çıkarmaya devam ederek, İngiltere’nin yağmacı elini İran’dan tamamen kesmeyi başardılar. Bu arada petrol müşterilerine indirim siyaseti uygulanarak, ambargo politikası da akamete uğratıldı. Uluslararası alanda da Lahey adalet divanı, dönem başbakanı Dr. Muhammed Musaddık’ın güçlü ve hukuki savunması ile İran lehine oy verdi. Böylece yaşlı sömürü düzeni İran halkından ağır bir siyasi yenilgi aldı. Bu süreçte Amerika’nın İran’daki müdahaleleri başladı. İran’da bazı siyasi akımlar Amerika’ya yaklaşarak İngiltere’nin sömürgeci siyasetleri veya Sovyetler Birliğinin tehditlerine son verebileceklerini düşünüyorlardı. Fakat Amerika’nın sömürgeci mahiyeti de kısa bir süre içinde gün yüzüne çıktı. İran politika sahnesinde direkt etkinliğinin bittiğini hisseden İngiltere, Amerikan hükümetinin yardımı ile İran petrol sanayisini millileştiren akımın liderleri arasında ihtilaf çıkarma siyasetine katıldı. Daha sonra Ağustos 1953 tarihindeki darbeyi planlayarak uygulamaya koydular. Amerika’nın bizzat yaptığı bu askeri darbeyle petrol sanayisinin millileştirme sevinci İran halkının kursağında kaldı.
Petrol sanayisinin millileştirilmesi İran’ın mücadele tarihinde bir dönüm noktası sayılırken, 1953 Ağustos darbesi de Amerika ve İngiltere’nin dünyadaki müdahaleci tarihine kara bir sayfa daha eklemiştir. Kendilerini dünyadaki özgürlük ve demokrasi önderleri olarak tanıtan ülkeler, 1953 tarihli darbe sayesinde Muhammed Rıza Pehlevi’yi İran’a geri getirerek, 25 yıllık bir diktatörlük dönemini İran’a dayattılar. Fakat bu olay İran halkının daha da güçlü bağlarla birbirine kenetlenmesine sebep oldu. İran halkı sonunda Amerika’nın İran sömürüsüne son vermekle kalmayıp, İran’daki şahlık dönemini noktalayarak, İran tarihinde yeni bir dönem başlattı.
İran’da petrol sanayinin millileştirilmesi şartları ve günümüzde başını Amerika’nın çektiği batılı güçlerin İran’ı barışçıl nükleer enerjiden yararlanma hakkından mahrum bırakmaya yönelik tehditleri ve stratejileri ile benzerlikler arz etmektedir.
Amerika’nın 1953 yılında gerçekleştirdiği bu darbe, CIA’nın başka bir ülkenin darbeyle devirdiği ilk ülke olma özelliğini taşımaktadır. Darbenin ardından tekrar ülkeye dönen Muhammed Rıza Şah, yaptığı ilk açıklamada saltanatını önce Allah’a sonrada Amerika’ya borçlu olduğunu söylemiştir.
Amerika’nın 1953 yılında gerçekleştirdiği darbenin etkileri uzun yıllar sürdü. Amerika yaptığı darbeyi 2000 yılında dönemin Dışişleri bakanı Madeleine Albright itiraf etmiş ve yaptığı konuşmada şunları söylemiştir:
Amerika, 1953 yılında dönemin sevilen başbakanı Muhammed Musaddık’ın devrilmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Daha sonra ABD başkanı Barack Obama 4 Haziran 2009'da Mısır'da yaptığı konuşmada ABD’nin yaptığı darbeyi resmen kabul etmiştir.
Yorum