Duyuru
Daraltma
Henüz duyuru yok.
İran, Amerikan kuvvetlerini gömmek için toplu mezarlar açmış -vidyo
Daraltma
X
-
Ynt: İran, Amerikan kuvvetlerini gömmek için toplu mezarlar açmış -vidyo
dıştan bakınca saçma gelebilir, ama bir de bunlara ABD'nin ortadoğuda saldırıda bulunacak askerlerindeki yapacağı psikolojik travmaları hesap edin uçsuz bucaksız ot bitmeyen çölde kazılmış boş mezarlar. adamlara kabus olur. Elhamdulillah.
-
Ynt: İran, Amerikan kuvvetlerini gömmek için toplu mezarlar açmış -vidyo
'İranlıların Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a) Sevgisi
Hz. Peygamber (S) efendimiz ve İslam'ı hedef alan çirkin ve küstah filme yönelik tepkiler başta İran olmak üzere İslam dünyasının dört bir yerinde gösteriler sürerken bugün İran'ın dört bir yerinde Amerika ve Siyonizm karşıtı gösterilerde İslam düşmanlarının müslümanlar aleyhinde oynamak istedikleri senaryolara dikkat çekildi..
Göze Çarpanlar...
İsrail'den Gazze'ye hava saldırısı ( 2127 )
Kuran'a artan ilgi büyük nimettir ( 2089 )
Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA- Göstericilerde, iğrenç filmin yapımcısı ve destekleyenler kınanırken, bu filmin yapımında rolleri olanların cezalandırılması istendi.
İran'ın dört bir yerinde kılınan Cuma namazlarının ardından düzenlenen gösterilerde, "Amerika'ya ölüm!", "İsrail'e ölüm!" gibi dünya emperyalizmi ve siyonizmi aleyhinde sloganlar atılırken, dünya müslümanlarının uyanık olmaları istenirken, İslam düşmanlarına karşı İslam ülkelerinin ortak tutum sergilemesi çağrısında bulunulu.
http://www.abna.ir/data.asp?lang=10&Id=347672
Yorum
-
Ynt: İran, Amerikan kuvvetlerini gömmek için toplu mezarlar açmış -vidyo
Zaman gazetesi tek ses: Şimdi ricat zamanı!
Ortadoğu'da, İslam'a ve peygamberine hakaret ettiği öne sürülen film nedeniyle başlayan şiddet olayları, Türkiye'deki İslamcıları ürkütmüşe benziyor. Fethullah Gülen'in açıklamasının ardından Zaman gazetesi yazarları da "saldırıların durdurulmasını" talep etti.
ABD'de yayınlandığı ve İslam ile onun peygamberine hakaret içerdiği öne sürülen "Müslümanların Masumiyeti" isimli filme tepkilerin giderek artması üzerine, ABD'nin bölgedeki müttefikleri İslamcılar, "ricat" çağrıları yapmaya başladılar. Türkiye'de de Fethullah Gülen ve Zaman gazetesi bu geri çekilme çağrılarının baş aktörleri olarak ortaya atılmış görünüyorlar.
Fethullah Gülen'in Hillary Clinton'a gönderdiği taziye mesajının ardından, bugün de herkul.org sitesinde Gülen'in bir videosu yayınlandı. Gülen, tepki göstermek için olaydan habersiz insanlara roket atarak konsolos öldürmenin Müslümanca bir tavır olmadığını söylerken, "İslam'ın dırahşan çehresini karartmaya kimsenin hakkı olmadığını" belirterek, "Müslüman'ın oyuna gelmemesi lazım." dedi.
Bulaç'tan 'provokasyon' uyarısı
Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç bugünkü yazısında, filmin "Kıpti, Yahudi, Amerikan Evanjelist, Neocon yapımı müptezellik" olduğunu söylerken, tepki göstermenin yerinde olduğu, ancak tepki verirken, bu işte herhangi bir dahli olmayan insanları hedef almak, ülkelerin elçiliklerine saldırılar düzenlemenin de doğru olmadığını vurguladı.
"Tepki ne kadar meşru ise, Bingazi'de dört Amerikalının öldürülmesi de gayri meşrudur" diyen Bulaç, Tayyip Erdoğan'ın konu hakkındaki beyanlarını da övdü. Erdoğan'ın dile getirdiği "İslamiyet'e hakaretlere karşı tedbirler"i de destekleyen Bulaç, İslam İşbirliği Örgütü'nün bu konu hakkında bir tasarı hazırlayarak Birleşmiş Milletler'e başvurması gerektiğini yazdı. Bulaç'ın önerileri arasında şu da yer aldı:
"Müslümanların sözüne itibar ettiği kanaat önderleri, alimleri, müçtehit ve yazarları İslam'a ve Hz. Peygamber'e hakaret içeren yazılı ve görsel ifadeleri tel'in ettiklerini açık bir dille ifade etmeli, ancak tepkilerin Libya'da olduğu gibi cana ve mala zarar verici mahiyette olmaması gerektiği konusunda kitleleri uyarmalıdırlar."
Bilici: 'Obama'yı vurdular!'
Bir başka Zaman yazarı Abdülhamit Bilici ise, Bingazi'de gerçekleşen ve ABD Büyüleçisinin ölümüne yol açan saldırının spontane gelişmiş bir saldırı olamayacağını belirterek, 11 Eylül günü gerçekleşmesinin de bir tesadüf olamayacağını iddia etti.
Bilici ayrıca, büyükelçiye yapılan saldırının aslında Obama'ya yapıldığını belirterek şöyle yazdı:
"Bir büyükelçinin, devlet başkanını temsil ettiği gerçeği hatırlanacak olursa, ABD demokrasisi ve özellikle Obama açısından bu saldırının mesajı daha da ürkütücü. Bush'un kovboy tarzı siyasetiyle yıkılan ABD'nin itibarını toparlamaya çalışan Obama, şayet sert tepki verirse kendini inkâr etmekle; aksi halde teröre karşı yumuşak olmakla suçlanacak. Kimi sağcı çevreler, Ortadoğu'daki değişim sürecinde halkların yanında yer alan Obama'ya, 'İşte Mübarek ve Kaddafi yerine seçtiğin yeni müttefikler' demeye başladı bile."
Bilici'nin şu satırları ise hayli ilginç:
"Tabii ki, Müslümanlar, haklı tepkilerini ortaya koyarken haksız duruma düşmemeyi öğrenmeli. Ama Müslümanların tepkisi bir sonuç. Asıl yapılması gereken, bu eylemleri tetikleyen sürece odaklanarak Çin'den Rusya'ya, Amerika'dan Avrupa'ya, Ortadoğu'dan Afrika'ya barışı tehdit eden karanlık yapıları ve küresel Ergenekon'u deşifre etmek. Bunun yapılacağı güne kadar daha çok film üretilecek ve daha çok kan dökülecek..."
Alkan'dan 'yenilgi' itirafı
Yine Zaman gazetesi yazarı Ahmet Turan Alkan da, film yapımcısının siyasi bir kışkırtıcı olduğunu itiraf ettiğini söylerken, filmin duyulmasının ardından, "'E, ne duruyoruz? Alın roketatarları, protesto edelim küffârı' der miyiz demez miyiz?" denileceğinin düşünüldüğünü iddia ediyor:
"Birileri aynen böyle düşündü; roketatarla protesto yaptılar ve bu ucuz filim (kesinlikle milyon doları bulmamıştır mâliyeti, her haliyle ucuz çünkü), yapımcısının kışkırtıcı zekâsını doğruladı. İnsanların zihnindeki resim, boğulmuş ABD Büyükelçisi'nin perişan fotoğrafıdır. Öteki karede ise, 'Anam babam sana fedâ olsun' pankartı taşıyan topluluğun öfkeli halleri. Adamların görmek istediği fotoğraf da bu zaten!"
Alkan, "özeleştiri" vererek şunları yazdı:
"Birileri, ne zaman öyle gerekse Müslümanları galeyana getirecek bu formülü kullanıyorlar ve biz Müslümanlar, bağıra çağıra kırıp-dökerek mukaddesatımızı savunuyoruz güyâ...
Bir hüsn-i mukabele tarzı geliştirememişiz; 'Beni kışkırtırsan ben de seni döverim'den ibaret bir vücut diline sahibiz. 'Terbiyesizlik yaparsan maskara olursun, seni dövmeden de pişman edebilirim' üslûbundan çok uzağız.
Neticede filmi çeken kışkırtıcılar, biz onları lüzumundan fazla ciddiye aldığımız ve tahmin ettikleri tepkileri gösterdiğimiz için emellerine erişmiş oldular. Aferin bize..."
Kamış: İslam'ın ruhuna hakaret
Diğer bir Zaman gazetesi yazarı Mehmet Kamış, açık provokasyonun ardından ortaya çıkan sonuçlarda bir gariplik olduğunu söyleyerek, "İslam'ın ve Müslümanların imajına darbe vurmak için yapılan provokasyonun çirkinliği, kepazeliği, alçaklığı bu kadar ayan beyan ortadayken, yanlış imajı beslemek için İslam dünyasının neden bu kadar iştahlı olduğunu sorgulamamız lazım" diye yazdı.
İslam'ın bugünkü "imaj"ının İslam karşıtlarının tezgahı olduğunu düşünen Kamış, "İnsani boyutta protesto etmeyi bilmeyen, baskı grubu olmaktan çok vahşet grubu olmayı tercih eden Müslümanlara, bu yaptıkları şeyin dinin ruhunu nasıl baltaladığını, İslam'ın evrensel mesajını nasıl da dar bir alana hapsettiğini nasıl anlatacağız?" diye sordu.
'Provokasyona şiddetle cevap fitnecilerin istediğini yapmaktır'
Zaman gazetesinin manşetten yayınladığı bir başka haberde de, dünyadan "İslam alimleri"nin görüşlerine yer verilerek Müslümanlar sağduyuya davet edildi.
İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu'nun görüşlerine yer verilen haberde, şiddete dönüşen saldırıların İslam'a zarar verdiği vurgulandı. Mısırlı alim Yusuf el-Kardavi'nin başkanı olduğu En Nusra el-Alemiye teşkilatınca yayımlanan ortak bildiride de ABD büyükelçiliklerine yönelik saldırıların durdurulması istendi. Bildiride, Hz. Muhammed'in elçilerin öldürülmesini yasakladığı belirtilerek, "Değerlere yönelik hakaretlerin fitne çıkarmaktan başka amacı yok. Bu gibi provokasyonlara şiddetle cevap vermek, fitnecilerin istediğini yapmaktır." denildi.
Haberde, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in de, "Film ne kadar pespaye, bayağı ve provokatif olursa olsun Müslümanların, ona insan öldürerek, büyükelçiliklere saldırarak, ilgisi olmayanları katlederek karşılık vermesinin İslam'a göre meşru bir gerekçesi olamaz." görüşlerine yer verildi.
(soL - Haber Merkezi)
http://haber.sol.org.tr/medya/zaman-...i-haberi-59664
Yorum
-
Ynt: İran, Amerikan kuvvetlerini gömmek için toplu mezarlar açmış -vidyo
Müslüman Kardeşler’e Silahları İHH Verdi!
İngiliz The Times gazetesi Libya’dan Türkiye’ye gelen bir kargo gemisinin Suriyeli mültecilere bugüne kadarki en büyük silah sevkiyatını yaptığını yazdı. Habere göre; İHH, silahları Müslüman Kardeşler’e verdi.
İngiltere'de yayımlanan The Times gazetesinde yayımlanan habere göre; Libya'dan Türkiye'ye gelen bir kargo gemisinin Suriyeli mültecilere bugüne kadarki en büyük silah sevkiyatını yaptı. Gazetenin Suriyeli muhalifler ile görüşerek hazırladığı haberde İskenderun Limanı'na gelen gemi, silahların bölüşülmesi konusunda Müslüman Kardeşler ve Özgür Suriye Ordusu arasında tartışma çıkardı. İddiaya göre kargoyu teslim alan İHH'dan (İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı) Özgür Suriye Ordusu birimleri arasında paylaşılması planlanan silahların büyük bölümünü yakın olduğu Müslüman Kardeşler'e verdi.
‘Hep yapıyorlar'
The Times'ın haberine göre; Libya Yardım ve Destek Ulusal Konseyi adlı örgütün organize ettiği İntisaar (Zafer) adlı kargo gemisinde SAM-7 uçaksavar füzeleri ve roket güdümlü bombaların (RPG) da bulunduğu 400 tonu bulan silahlar yer alıyordu. İskenderun Limanı'nda sevkiyatı teslim alacak kişi olarak İHH (İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı) üyelerinin adı verilmişti. Kargonun organize edilmesine yardım eden Özgür Suriye Ordusu üyesi Samar Srevel Times'a, “O an neler olacağı gayet açıktı. Müslüman Kardeşler Türkiye'deki bağlantıları sayesinde kargo ve geminin kontrolünü ele geçiriyordu. Hep aynı şeyi yapıyorlar. Paraları ve silahları ile etkinlik satın alıyorlar” dedi.
Yüzde 80'i geçti
İddiaya göre, şimdiye kadar insani yardım malzemelerinin de bulunduğu kargonun yüzde 80'i Suriye'ye geçirildi. Libya Yardım ve Destek Ulusal Konseyi üyesi ve geminin kaptanı Omar Mousaeeb, kargonun son bölümünü de Suriye'ye götürmeye hazırlandıklarını, ancak paylaşıldığından emin olmak için bizzat Suriye'ye gideceklerini söyledi. Mousaeeb, İskenderun Limanı yetkililerinin kargoyu serbest bırakması için bürokratik işlemlerin birkaç hafta sürdüğünü ancak geminin Türkiye ulaşmasına şükrettiklerini belirtti.
Times'a adının açıklanmaması şartıyla konuşan Hatay kentinden bir yetkili de geminin İskenderun'a geldiğini doğruladı. Gazete, gemiyi ve İskenderun Liman yönetimi tarafından onaylanan belgelerini gördüklerini belirtti.
İHH: Amaç karalama
İHH'dan yapılan açıklamada, “Yazı içeriğinde belirtilen silah sevkiyatının -ki bu haberin de doğruluğuna ilişkin delil mevcut değildir- içinde bulunması iddiası hukuki olmaktan çok, siyasi bir linç operasyonun yansımasıdır. Söz konusu haberin hiçbir hukuki ve ahlaki dayanağı yoktur. Haberin dayanağı, gerçek olup olmadığı dahi bilinmeyen bir grup kişinin beyanlarından ibarettir. Bu haberle çok tartışmalı bir konu olan Suriye meselesine hem Türkiye hem de İHH, silah sevkiyatı yapmakla itham edilerek, dahil edilmek istenmektedir. Herhangi bir somut delile dayanmaksızın, müvekkil İHH-İnsani Yardım Vakfı'nı karalama amaçlı, yayıncılık etiğiyle bağdaşmayacak şekilde yazılan bu haberin doğru olmadığını ve haksız ithamlar içerdiğini, yazı ile alakalı yasal yollara başvuracağız” denildi.
http://www.on4haber.com/haber/5442/m...lari-ihh-verdi
Yorum
-
Ynt: İran, Amerikan kuvvetlerini gömmek için toplu mezarlar açmış -vidyo
Velfecr velayet hattından kaymış, şayet o çizgide idiyse!
"Mursi'nin Tahran Konuşması ve Türkiye'de Baas Lobiciliği
08.09.2012, 04:27:50
| Yorum Yaz
Nureddin ŞİRİN
Suriye’deki rejim karşıtı muhalefet ve silahlı çatışmalarla ilgili başından beri ortaya koyduğumuz temel bir bakış açısı vardı: Bunu üç ana başlık altında özetleyebiliriz:
a- Suriye’deki baas rejimine karşı Suriye halkının özgürlük, adalet ve onur talebi meşrudur ve desteklenmelidir.
b- Suriye’deki değişim emperyalist müdahaleler ve silahlı eylemler yoluyla değil, halkın özgür iradesiyle sağlanmalıdır.
c- Amerika ve batılı müttefikleri, Suriye halkının meşru taleplerini istismar ederek bölgedeki emperyalizm ve Siyonizm karşıtı direniş güçlerini çökertmeye çalışmakta, bunun için de "Suriye'ye özgürlük getirme" adı altında kendi kontrollerinde güdümlü bir muhalefet ve silahlı güçler üretip bunları sahneye sürmektedir. Bunun için de emperyalizm ve siyonizmin bu komplosu deşifre edilmeli, bu şeytani planın gerçekleşmesinin önü alınmalıdır.
Biz İster Suriye’de, isterse başka bir ülkede, bütün hareketleri, gelişmeleri, olayları “emperyalizm ve siyonizmin karşısında olmak” ile “emperyalizm ve siyonizmin kontrolünde ve çizgisinde olmak” noktasında iki temel zemine ayırmaktayız. Eğer bir yerde emperyalizmin eli, projesi ve hamlesi varsa onun karşısında uyanık ve dirençli olmayı bir sorumluluk addediyoruz.
Bunun yanında, teorik ve pratik Baas yandaşlığı gibi bir yaklaşımın şiddetle karşısında olduğumuzu da her zaman belirttik. Ortada karmaşık ve zor bir durumun olduğunun farkındayız. Neyi feda edemeyeceğimizi de belirgin kılma durumundayız: Ne Suriye halkının meşru talepleri üzerinden planlarını sahneleyen emperyalizme geçit verebiliriz, ne de salt emperyalizm ve Siyonizm karşıtı bir söylemle, Suriye halkının haklı ve meşru taleplerine gözlerimizi yumabiliriz.
Fakat yer yer İranlı bazı yetkililerin de meseleyi Suriye’nin direniş eksenine verdiği desteği önceleyerek, Suriye halkının meşru taleplerini yüzeysel bir şekilde geçiştirdiklerini görüyoruz. Amerika, batılı ve bölgesel müttefikleriyle açıktan bir savaşa giren bir Suriye’yi destekleme güdüsü, -ki biz de bu noktada aynı yerdeyiz- Suriye halkının meşru taleplerinin fiilen yerini bulması iradesinden bir an olsun ayrılmamalı, Suriye halkının baas rejimine karşı haklı duruşunun üzeri hiçbir zaman gölgelenmemelidir.
Meselenin stratejik hassasiyeti noktasında devlet ricalinin açıklamaları kendi içinde zorluklar, barındırsa da, Suriye konusunda konuşan, yazan ve tutum sergileyen dost kalemler ve kişiler bağımsız bir söylem geliştirmede alabildiğince özgür olabilmelidir. Biz devlet diliyle konuşma ve ona göre tutum belirleme durumunda değiliz.
Bu bağlamda, kamuoyunda ortaya çıkan, sosyal medyada paylaşılan bir takım görüntülerin mutlaka sorgulanması gerektiğine inanıyoruz. Bizim bir ayrımımız mutlaka olmalı, eğrisiyle doğrusuyla her şey birbirine karışmamalıdır.
Örneğin, Hatay’da yapılan “savaşa hayır” adlı son yürüyüşte taşınan Esed posterleri ve atılan sloganlar bizim benimseyebileceğimiz ve savunabileceğimiz bir tablo değildir. Emperyalizm ve siyonizm karşısındaki duruşu Beşar Esed’i anlamlı kılsa da, tek partili diktatöryel bir sistemle iş başına gelen ve sonuçta halkın özgür iradesiyle seçilmemiş olan bir “devlet başkanı”nı bayraklaştırmak ve onun için “canımız kanımız Esed’e feda olsun” demek hem ilkesel hem de adalet açısından uygun değildir.
Yine aynı şekilde doğrudan ya da dolaylı olarak Suriye rejimi ve muhaberatı ile bağlantılı gündem oluşturmak ve kamuoyunu yönlendirmeye çalışmak, sonuçta “baas lobiliciliği”nden başka bir anlam ifade etmez. Birilerinin tercihi baştan böyle olabilir; onlar baas rejimini destekleyebilir ve Esed’i, uğruna canların feda edileceği bir “lider” olarak da görebilir. Ancak bizim bu tabloyu meşru görmemiz ve bu duruşu paylaşmamız kesinlikle mümkün olmadığı gibi, bu yöne evrilmek de asla doğru değildir.
Yine aynı şekilde bizler, Türkiye hükümetinin Suriye konusundaki politikalarını ağır bir şekilde eleştirebilir ve tartışabiliriz; nitekim Türkiye’nin Amerika, İngiltere, Fransa, Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerle stratejik ortaklığa girip güdümlü bir Suriye politikası izlemesinin şiddetle karşısındayız. Zira bu politikalar bölgeye daha büyük acıları yaşatacağı gibi, Türkiye içinde de onulmaz yaralar açabilecek bir boyut taşımaktadır.
Ancak, Türkiye hükümetinin politikalarını, başbakanın, dışişleri bakanının çıkışlarını reddetmek ve onlara tepki vermek ayrı bir şeydir; Türkiye’de açıkça baas rejimi ve Esed yandaşlığı yapmak, Türkiye’nin güvenliğini önemsemez bir aymazlığa düşmek ayrı bir şeydir.
Bizim makul, hikmetli ve güven veren yeni açılımların üzerinde durmaktan başka bir yolumuz yoktur.
Daha önce “Kofi Annan Planı” adı altında gündeme gelen formüle sıcak baktığımız gibi, Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin “Mısır, İran, Türkiye ve Suudi Arabistan”ın yeni bir inisiyatif üslenerek Suriye’de akan kanın durdurulması ve halkın kabulleneceği sivil bir değişimin sağlanması önerisine destek verme durumundayız. Zira Mursi’nin bu önerisi hem gerçekçi hem de makul bir öneridir.
Sloganlar çözüm getirmez, duyguları, öfkeleri, nefretleri alabildiğince yükseltmek mümkün; ama bu sonuçta çözüm değildir; aksine çözümsüzlüğü daha da derinleştirir; düşmanların arzu ve beklentilerini daha da yakın hale getirir.
Mursi'nin Tahran konuşması ve Müslümanların Mursi'den beklentileri üzerine
Mısır Cumhurbaşkanı Dr. Muhammed Mursi’nin bağlantısızlar toplantısı için gittiği İran’da yaptığı konuşmanın çevirisinde yaşanan skandal maalesef İslam Cumhuriyeti’nin üzerine bir gölge düşürmüştür. Bu durum, çevirmenin gafleti değilse eğer, kişisel keyfiliğinden ve sorumsuzluğundan başka bir anlam ifade etmez. Bunun için İslam Cumhuriyeti yetkililerinin işlenen bu affedilmez hatanın telafisi için net bir tavır sergilemesini talep ediyoruz.
Bazı kardeşler, Mursi’nin İran’da yaptığı konuşmayı Velfecr’de niçin yayınlamadığımızı soruyorlar. Haklılar, ancak bu kasti bir durum değil. Bununla ilgili daha kapsamlı bir haber ve analiz yayınlamayı tercih ettik. Onu da yakında yayınlayacağız inşaallah.
Onun için gecikmeli de olsa –ki bunda sağlık sorunlarımız da etkili oldu- Mursi’nin Suriye rejimine yönelik açıklamalarını prensip olarak haklı gördüğümüzü belirtmek istiyoruz öncelikle. Nitekim yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Suriye halkının haklı ve meşru talepleri hiçbir zaman göz ardı edilemez.
Fakat Mursi’nin, kendisinin bizzat içinde bulunduğu reel-politik denklemleri ve bu denklemlerin kendisini nasıl zora soktuğunu ve hiç de istemediği bir politikayı şimdilik de olsa uygulama durumunda kaldığını göz ardı etmemesi gerektiğini de düşünüyoruz.
Hepimizin iftiharı ve İslami kimliğimizin temel harcı durumundaki İhvan-ı Müslimin hareketinden gelen bir Cumhurbaşkanı’nın Amerikan emperyalizminin bölgedeki saldırgan komploları karşısında, başta Mısır halkı olmak üzere tüm dünya Müslümanlarının üzerine ağır bir utanç getiren Camp Davit anlaşması konusunda aynı gür tonda bir şeyler söylemesi gerekmez miydi?
Sayın Mursi'nin altı yıldır Gazze’deki Filistinlilere karşı Amerika ve siyonist rejim ile birlikte uygulanan insanlık dışı ambargonun derhal sona erdirilmesi noktasında da aynı cesaret ve iradeyi göstermesi gerekmez miydi?
Filistin İçişleri ve Güvenlik Bakanı Fethi Hammad, bakanlığının resmi sitesinde yayınlanan bir açıklamasında Mısır'ın yeni yönetimine "Gazze ambargosuna ortak olan zalim Mübarek rejiminden sürekli Rafah sınır kapısının kapatılması sebebiyle eziyet çekiyorduk. Peki, bugün devrim ve demokrasi Mısır'ından niçin eziyet çekiyoruz?" diye soruyor.
Sayın Mursi’nin Hammad'ın bu sorusu karşısında “Gazze’ye uygulanan kuşatmayı yarından itibaren tamamen kaldırıyoruz; artık Gazze’deki Filistinli kardeşlerimize uygulanan bu insanlık dışı ambargoyu tamamen ayaklarımızın altına alıyoruz” demesi gerekmez miydi?
Eğer, Amerika ve İsrail’in sadık ve yeminli işbirlikçisi Mübarek rejimi bir halk devrimi ile devrilip yerine halkın özgür iradesi ile İslamcı bir cumhurbaşkanı seçildiyse ve biz bunu “Mısır İslam devrimi” olarak tanımlayacaksak, bunun ilk meyvesi her şeyden önce, Siyonist rejim ile ilişkilerin fiilen bitirilip Kahire’deki Siyonist rejim elçiliğinin Filistin Büyükelçiliğine dönüştürülmesi olmayacak mıydı?
Bunun örneğini 11 Şubat 1979'da İran'da gerçekleşen İslam Devrimi'nin ilk gününde gördük. Yine 11 Şubat'ta Mısır'da gerçekleşen devrimin ardından da bunun geleceğini bekliyorduk.
Ben Mursi’nin İslami şahsiyetinden, Filistinlilere uygulanan bu zalimce ve barbarca kuşatmadan dolayı yanan yüreğinden bir kuşkum yok. Onun tüm samimiyetine güvenerek, kendisinin bunları zamana bıraktığını ve tedrici bir süreci seçtiğini düşünüyorum. İnanıyorum ki bunları zaman içerisinde adım adım gerçekleştirmeye çalışacaktır. Zira, Mısır gibi bir ülkede Cumhurbaşkanlığı mevkiine gelen birisinin nasıl stratejik sorun ve engellerle karşılaşabileceğini kestirmemek mümkün değil.
Fakat Sayın Mursi’nin, kendisinin içinde bulunduğu bu denklemleri, diğer deyimle acı gerçekleri göz ardı ederek, başkalarını doğrudan sorumluluk üslenmeye çağırması tutarlı bir söylem ve siyaset olmamıştır doğrusu. Kişi sadece kendisi için “haklı” olmamalı, halk deyimiyle “nalıncı keseri gibi hep tek tarafı yontmamalı” Hz. Resulüllah (s.a.v)’in buyurduğu gibi, “kendisi için istediğini kardeşi için de istemeli, kendisine kerih gördüğünü kardeşi için de kerih görmeli”…
İslam ümmetinin geleceğinde stratejik bir öneme sahip Mısır’da bir “devrim” sonucu Cumhurbaşkanı seçilen sayın Mursi’nin emperyalizm ve Siyonizm karşısında “devrimci” ve “cesur” adımları atması hepimizin en büyük arzusudur. İnanıyoruz ki Firavun Mübarek’i deviren Mısır halkının da, Tahrir’de tutuşan devrim ateşininin de en büyük beklentisi budur."
http://www.velfecr.com/mursinin-tahr...-2559y-tr.html
Yorum
Yorum