Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Nasreddin Hoca Fıkraları 2

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Nasreddin Hoca Fıkraları 2



    Yalnız Ağzını Açtı

    Geveze bir adam bir defasında bir toplantıda konuştuğunda, Hoca sık sık esner. Toplantıya katılanların hepsi de evlerine dönerler. Geveze adam Hoca’ya: “Hoca! Hoca! Siz ağzınızı hiç açmadınız” der. Hoca da hemen şöyle cevap verir:
    - “Ne yapmalıydım yani? Ağzımı öyle açtım ki, az kalsın ağzım parçalanacaktı.”


    Bu Keçi Mi Yoksa Fil Miydi?

    Hoca’nın pek güzel, haşarı bir kuzusu varmış. Komşusu, ikide birde “Hoca” dermiş, “ne olur, şu kuzuyu kes de bize bir ziyafet çek” Hoca “o benim eğlencem” der, ama bir türlü dediğini yapmazmış. Adam, Hoca’ya muziplik olsun diye bir gün kuzuyu keser. Hoca’yı da davet edip bir ziyafet çeker, sonradan da işi anlatır. Hoca, bu duruma çok üzülür. Komşusunun bir tiftik keçisi varmış. O da onu tutup keser ve afiyetle yer. Komşusu, keçisinin kaybolduğuna yanar yakılır, her mecliste, “tüyü şöyle uzundu, boyu böyle güzeldi” diye devamlı keçisinden bahsetmeye başlar. Bir yıl geçer, her sohbette keçi bahsi bir türlü tükenmez. Nihayet bir gün her şeyden bezmiş olan Hoca, dayanamaz ve oğluna şöyle der:
    - “Deli gönül diyor ki, çıkar şu keçinin postunu ortaya da keçi miydi, fil miydi, görsün herkes!”


    Gecelik Kavuğu

    Hoca, bir akrabasına gece yatısına gitmiş. Nihayet yatma vakti gelince, kendisine ayrılan odaya girip soyunmuş. Sıra gecelik kavuğu giymeğe gelmiş. Hoca, kavuğu başına geçirir geçirmez boğulacak gibi olmuş. Kavuk, adamakıllı bol ve uzun olduğundan Hoca’nın boynuna geçivermiş. Ne yaptıysa kavuğu başına uyduramayan Hoca, mendilini çıkarıp kavuğu ortasından sıkıca bağlamış ve başında durabilecek bir duruma getirmiş. Sabahleyin ev sahibi kavuğu görünce:
    - “Hocam, kavuğu boğmuşsun!..” demiş. Hoca da:
    - “Birader, ben onu boğmasaydım, o beni boğacaktı!...”


    Hoca ve Çaylak

    Hoca bir gün ciğer almış, evine gidiyordu. Bir çaylak geldi, elinden ciğeri kapıp gitti. Başka bir gün Hoca sokakta giderken elinde ciğer bulunan bir adama rastladı, hemen davrandı ve adamın elinden ciğeri kaptı, yüksek bir taşın üstüne çıkıp oturdu. Adamcağız sordu:
    - “Bre Hoca nedir bu yaptığın?” Hoca şu cevabı verdi:
    - “Kendimi denemek için ben çaylak oldum!”


    Kafasını Unutmasın

    Akşehir’in zenginlerinden birinin köşküne ziyarete gelen Hoca’yı kapıda karşılayan hizmetçi efendisinin evde olmadığı konusunda diretince Hoca:
    - “Efendine söyle bir daha evden çıkarken ikinci kattaki pencerenin kenarında kafasını unutmasın!”


    Benim ne yediğimi niçin sormazsınız

    Nasrettin Hoca, bir köyde vaaz veriyormuş. Laf arasında Hazreti İsa’nın göğün dördüncü
    katında olduğunu söylemiş... Vaazdan sonra, bir kadın Hoca'ya yanaşmış :
    - “Hazreti İsa, orada ne yer, ne içer?” demiş.
    Hoca’nın tepesi atmış :
    - “Ey hatun, köyünüze geleli şunca zaman oldu, benim ne yiyip, içtiğimi sormazsın da, Allah’ın peygamberini sorarsın!


    Şair Hoca

    Bir gece Hoca, birdenbire uyanır; mışıl mışıl uyuyan karısını dürter :
    -Kalk, çabuk şu mumu yak, aklıma bir şiir geldi, hemen yazıvereyim!
    Deyince, karısı kalkıp mumu yakar, diviti ve kağıdı Hoca'nın önüne koyar. Hoca, çabuk çabuk bir şeyler yazdıktan sonra yatmak üzereyken karısı merakla sorar :
    -Efendi, şu yazdığını oku bakalım bana!
    Hoca nazlanmadan yazdığı şiiri okur :
    -'Yeşil yaprak arasında kara tavuk kızıl burnu'


    Farz

    Nasreddin Hoca'nın evine bir gün üç molla misafirliğe gelir. Üçü de birbirinden obur şeylermiş. Hoca ne yemek çıkarmışsa silip süpürmüşler. O kadar ki sahanlarda yemek bitince, bunu da "sünnettir" diye ekmekle iyice sıyırırlarmış. Bu sırada odaya Hoca'nın oğlu girmiş. Mollalar Hoca'yı memnun etmek için:
    - Aman ne güzel çocuk...Adı ne bunun?” diye sormuşlar.
    Hoca:
    - “Adı Farzdır,” demiş. Mollalar şaşırıp birbirlerine bakmışlar:
    - “Bu ne biçim isim Hoca Efendi? demişler. Şimdiye kadar böyle bir isim hiç duymamıştık.” Hoca hemen taşı gediğine koymuş:
    - “Ya, sünnet diyeyim de onu da mı yiyin? “


    Allah Biliyor

    Nasreddin Hoca bir cimri tanıdığının evine gittiğinde tanıdığı ona bayat ekmek ile bir tabak bal ikram etmiş. Nasreddin Hoca bayat ekmeği dişi kesmeyince sinirinden balı kaşıkla yemeye başlamış. Ev sahibinin gözü yerinden oynamış :
    - “Aman efendim, bal ekmekle yenmez ise, insanin içini sıyırır” Nasreddin Hoca hiç ses çıkarmadan balı bitirmiş ve :
    - “Kimin içinin sıyrıldığını Allah biliyor”


    Balık Başı

    Hoca yolculuk sırasında mola verip bir hana girer, bu sırada hana bir başka yolcu daha girer ve ikisi birden hancıdan yiyecek bir şeyler isterler. Fakat hancı yiyecek olarak sadece bir balık olduğunu söyler ve bunu paylaşmalarını önerir. Bunun üzerine Hoca
    - “Ben balığın sadece başını yiyecem” der. Hancı bunun nedenini sorar, Hoca’da:
    - “Balık başı zekayı arttırır,balık başı yiyen insan akıllı olur” der. Bunun üzerine diğer yolcu hemen atılır ve Hocaya:
    - “Balık başını niye sen yiyeceksin, ben yemek istiyorum” der. Hoca da itiraz etmez ve balığın koca gövdesini Hoca yer ve bir güzel karnını doyurur, diğer yolcu ise sadece balığın başını yer ve sonra Hocaya seslenir:
    - “Sen koca gövdeyi yedin karnını doyurdun ben sadece kafayı yedim aç kaldım” der Hoca da bunun üzerine:
    - “Bak nasıl da hemen akıllandın”


    Ateş Düşünce

    Hoca'ya misafir olan arkadaşı acele edip mantıyı hemen ağzına atınca boğazı yanmış. Boğazının yandığını belli etmemek için başını tavana doğru dikmiş ve sormuş :
    -Hocam bu tavanı ne zaman yaptınız. Hoca hemen :
    -Boğazına ateş düştüğü zaman..


    Baklava

    Hoca akşamleyin eve doğru yürürken, baklava seven bir köylüyle karşılaşır.
    -Hocam, biraz önce bir adam büyük bir tepsi baklava götürüyordu...
    -Bana ne!
    -Fakat adam tepsiyi sizin eve götürüyordu.
    -O zaman sana ne!


    Yemek

    Bir gün Hoca köyde gidiyormuş. Birkaç yaramaz çocuk onu taşlamaya başlamışlar. Nasreddin Hoca onlara bağırmış:
    - Şayet beni taşlamaya son verirseniz, size ilginç bir haber vereceğim.
    Yaramazlar bunu kabul ederler.
    - Peki, bize ne haberi vereceksin?
    - Muhtar bedava yemek veriyor. Orada istediğiniz kadar pasta börek yiyebilirsiniz.
    Çocuklar mümkün olduğu kadar çabuk muhtarın evine koşmuşlar. Bizim Hoca bu parlak fikrine bir kez daha sevinmiş ve kendi kendine:
    - 'Ben de oraya gideyim, belki doğru olabilir', demiş.


    Davetsiz Misafir

    Hoca, günlerden bir gün evine dönerken büyük bir konağa bir sürü insanın girip çıktığını görmüş.
    Konaktan çıkanlardan birine yaklaşıp içerde neler olduğunu sorunca, adam: “düğün var” demiş.
    Düğün lafını duyan Hoca’nın gözünde kızarmış tavuklar, hindiler, tepsi tepsi pilavlar canlanmaya başlamış. Hemen oradan boş bir kâğıt bulup bir zarfa koymuş, sonra da doğru konağa gitmiş. Uşaklardan birine: “Efendini göreceğim, çok saygı değer birinden mektup getiriyorum...” demiş.
    Uşak hemen Hoca’nın önüne düşmüş, onu efendisinin huzuruna çıkarmış. Hoca “Şenliğiniz mübarek olsun. Zamansız geldiğim için bağışlayın” deyip, mektubu vermiş. Ve hemen ilk davette sofraya çökmüş, derhal iştah ile atıştırmaya başlamış. Düğün sahibi Hoca’nın getirdiği zarfı bir zaman elinde evirip çevirdikten sonra, “Efendi, bir yanlışlık olmasın. Bu zarfın üzeri yazılı değil” diye sormuş.
    Hoca da başını sofradan dahi kaldırmadan cevap vermiş:
    - “Kusura bakmayın efendi hazretleri, biraz aceleye geldi. Esasında onun içi de yazılı değildir!”


    Soğuk Hoşaf

    Nasreddin Hoca bir gün arkadaşını ziyaret etmek için yola çıkıyor. Hava öyle sıcak ki, Hoca’nın dili damağına yapışmış bir halde terliyor.
    Hoca köye vardığında, arkadaşı şöyle söylüyor: “Ah Hoca, ne oldu böyle? Sen ne kadar da yorgun görünüyorsun. Gel, eve gidelim ve buz gibi bir soğuk hoşaf içelim. Sen onu içersen, dinlenirsin.” Arkadaşı Hoca’yı eve getirmiş. Kaynatılmış erik hoşafını kurulan sofraya koymuş. Hoca’ya da küçük bir kaşık vermiş! “Beraberce hoşafı içelim” diyerek kendisi de büyük bir kaşık almış. Daha sonra soğuk hoşafı içmeye başlarlar. Hoca şöyle söylenir: “Ne kadar da lezzetli. Fakat hoşaf bu küçük kaşıkla içilmiyor.” Ev sahibi de yanan göğsünü serinletmeye çalışır. Arkadaşı hoşafı içtikçe, bir eliyle de midesini tutar. “Ahh, çok yorulmuşum, hoşafı içersem, tekrar hayatıma kavuşurum.” Der.
    Adam içini çektiğinde, Hoca kendi kendine şöyle söylenir: “devamlı içini çeken ve ölmek isteyen ne utanmaz bir adammış bu?”
    Bunun üzerine sabrı tükenen Hoca şöyle söyler:
    “Hey, arkadaş! Devamlı ölmeye ne var? Büyük kaşığı bana ver ki, ben de kendimi öldürebileyim.”


    Aklımda Olacağına Midemde Olsun

    Bayram gecesi Hoca’nın karısı tatlı pişirmiş. Karı koca, konuşa gülüşe yemişler, birazı da artmış, bunu da sabaha yeriz deyip kalkmışlar. Uykuları gelince de yatmışlar. Yatmışlar amma Hoca’yı bir türlü uyku tutmamış. Nihayet karısını dürtmüş:
    - “Hanım kalk, kalk aklıma pek önemli bir şey geldi, durma, kalk.” Karısı telaşla kalkıp:
    - “Ne var, hayrola” deyince
    - “Şu artan tatlıyı getir”. Karısı, tabağı getirince
    - “Çök yanıma” demiş. Oturup tabağı bir güzel temizlemişler. Sonra
    - “Şimdi yatalım, uyuyalım. Hiç olmazsa tatlı karnımızda olsun.”


    Büyük Yangın

    Hoca’nın karnı pek açıkmış. Sofradaki çorbaya kaşığını daldırıp hemen ağzına almış, yutmuş. Fakat çorba çok sıcakmış. Ağzı, boğazı müthiş bir surette yanan Hoca, hemen sokağa fırlamış, bağırıp kaçmaya başlamış.
    - 'Savulun dostlar, karnımda yangın var.'


    Üzerine

    Hoca, arkadaşlarıyla şirin bir köye gezmeğe gitmiş. Akşama kadar yiyip içerek eğlenmişler. Burasını pek beğenen arkadaşları, her biri bir yemeği üzerine almak şartıyla birkaç gün daha kalmağa karar vermişler. Kafileden birisi:
    - “Böreği benim üzerime!” demiş. Ötekisi:
    - “Eti benim üzerime!”
    - “Meyvesi benim üzerime!” demiş.
    Herkes üzerine bir yemek alırken Nasreddin Hoca:
    - “Arkadaşlar, bu ziyafetler aylarca bile sürse buradan ve aranızdan ayrılırsam Allah’ın lâneti de benim üzerime!...”


    Ekmek ve Kar

    Kahvede bir masa sohbetinde yeni yemekler bulma fikri ortaya atıldı. Hoca bunu sonuna kadar dikkatlice dinledi ve gayri ihtiyari:
    - “Ben de bir defa kar ile ekmek yemeğini hazırlamıştım, ama o benim bile hoşuma gitmedi”, demiş.


    Bayram Günü

    Hoca bir gün yabancı bir memlekete gitmiş. Bakmış ki, bu şehrin bütün halkı yiyip içmekte, eğlenmekte... Hocayı da davet ederek bir şeyler ikram etmişler. Hoca doyduktan sonra şöyle söylemiş:
    - “Tuhaf şey! Bu ne ucuz şehir böyle?” demiş. Bu sözü duyan adamın birisi:
    - “Efendi, sen deli misin? Bugün bayramdır. Herkes evinden pişmiş bir şeyler getirir, biz de burada yer, içer, eğleniriz” demiş. Hoca bunun üzerine:
    - “Keşke her gün bayram olsaydı, herkes mutlu olurdu” demiş.


    Hoca'nın Tehdidi

    Hoca büyük bir açlık hissetmeye başladığı anda uzak bir köye gelir. Oraya vardıktan sonra bütün çiftçileri muhtarın yanına çağırttırır ve kızgınlıkla şöyle der:
    - “Ben köyünüzde kaldığım müddetçe bana yeterince yemek vereceksiniz. Aksi halde gittiğim son köyde beni aç bıraktıklarında onlara yaptığımın aynısını size de yaparım.”
    Onu büyük bir büyücü sandıklarından önce korkarlar. Bundan dolayı da istediği kadar ona yemek verirler. Birkaç gün sonra tekrar yola koyulmak istediğinde köydeki meraklının biri sorar:
    -“Eğer size yiyecek bir şey vermeseydik ne yapardınız?” Hoca o zaman gülerek cevap verir. -“O zaman aç olarak yoluma devam ederdim. Son gittiğim köyde de aynı şeyi yapmıştım.”


    Hoca'nın Şansı

    Günün birinde Hoca ve komşuları yiyecekler üzerine konuşmaya dalmışlardı. Hoca bu konuşmayı sevmiş ve konuştukça da konuşmaya devam etmişti. Bazen konuşur, bazen de dinlerdi. Oradakilerden biri Hoca’ya:
    - “Hocam şu anda neye sahip olmak istersin?” diye sordu. Bunun üzerine Hoca düşünmeden:
    - “Helvam olsun isterim. Uzun zamandan beri helva yemeye fırsatım olmadı” diye cevap verdi. Bunun üzerine komşusu:
    - “Hocam bu niye böyle?” diye sordu. Hoca da:
    - “Evet, unumuz olduğunda şekerimiz yoktur. Şu anda biraz şekerimiz var, fakat yağımız yok. Yağı bulduğumuzda da, un bulamayız. Bu yüzden helva yemedim” diye devam etti.
    - “Çok doğru Hocam! Hepsinin tam olarak bulunduğu bir anınız olmadı mı?” diye arkadaşları sordu. Bunun üzerine Hoca:
    - “Ha, o zaman da ben evde değildim” diye cevap verdi.


    Hepsinin Tadı Aynı

    Hoca, eşeğine iki küfe üzüm yüklemiş, evine götürüyormuş. Şehre girince çocuklar başına üşüşüp “Hoca Hoca” demişler, “bize birer salkım üzüm ver”. Hoca, çocukların çokluğunu görünce her birine üçer beşer üzüm vermiş. “Hoca” demişler “bu kadar az verilir mi?” Hoca demiş ki:
    - “Çocuklar, küfelerdeki bütün üzümlerine tadı da bir tanesinin tadı da aynı. Az yemekle çok yemek arasında bir fark yok ki.”


    Boş Mideyle Uyku

    Hoca bir gün misafirliğe gitmiş. Ev sahipleri de yemek yemişler. Hoca’yı da yemek yedi sanmışlar ve yemek getirmemişler. O da sıkılmış, bir şey söyleyememiş. Konuşulmuş, görüşülmüş, şerbetler içilmiş, Hoca’yı öbür odaya götürüp yatağını göstermişler. “Allah rahatlık versin” deyip gitmişler. Hoca, aç karnına bir türlü uyuyamamış. Sağa dönmüş, sola dönmüş, ama yine de uyuyamamış. Kalkıp ev sahiplerinin odasına gitmiş, kapıyı çalmış. “Hayrola Hocam ne var” demişler. Hoca demiş ki:
    - “Efendim, yumuşak bir yatak yapmışsınız, rahatım kaçtı, uyuyamadım. Bilirsiniz, biz fukaralıktan yetişmiş adamlarız. Siz bana bir kül pidesi verin de yarısını yatak, yarısını yorgan yapayım, mışıl mışıl uyuyayım.”


    Suyunun Suyu

    Günün birinde komşu köyden Ahmet adında biri elinde hediye bir tavukla çıkagelir ve o akşam Hocanın evinde misafir olur. Bir hafta sonra Ahmet'in arkadaşı olduğunu söyleyen bir başka kişi yine gelir ve Hoca onu da evinde bir gece en güzel şekilde ağırlar. Bir zaman sonra Ahmet'in arkadaşının arkadaşı olduğunu söyleyen biri daha gelir, Hoca onu da sofraya oturtur ve önüne bir kase sıcak su koyar. Bu işe şaşan adama Hoca tebessümle:
    - "Bu Ahmet'in tavuğunun suyunun suyu" der.


    Mum Ateşi

    Koyu bir sohbet sırasında Hoca soğuk kıştan hiç rahatsız olmadığını hatta geceleri evde ısınmak için ateş bile yakmadığını söyler. Fakat kimse buna inanmaz. En sonunda iddiaya tutuşurlar. Şayet Hoca ateş olmadan köyün meydanında sabaha kadar beklerse ona yemek ısmarlayacaklar, yok eğer bekleyemezse Hoca hepsine evinde bir akşam yemeğe davet edecektir. Hoca sabaha kadar meydanda bekler, sabah olunca iddiayı kazandığından bahisle yemeği isteyince birisi itiraz eder:
    - "Olmaz Hoca efendi ben gördüm, 300 metre ilerideki evde bir mum yanmaktaydı. Bu nedenle bahsi kaybettin. Hoca ne kadar direndiyse de adamlarla başa çıkamaz ve mecburen bir akşam yemeğe Hocanın evine cümbür cemaat doluşurlar. Hoca ise yemeği hazırlamak için mutfağa geçer fakat onca zaman geçmesine rağmen bir türlü yemeğin gelmediğini gören davetliler sonunda mutfağa gelince bir de ne görsünler. Hoca tavandan astığı kocaman bir kazanın altına koymuş bir mum ve kaynamasını beklemiyor mu! Hep bir ağızdan:
    - "İlahi Hocam! Hiç koca kazanla yemek mum ateşiyle kaynar mı?" derler. Hoca hemen taşı gediğine koyar:
    - "300 metreden bir adamı ısıtan mum alevi 3 santimden bir kazanı neden ısıtmasın!?"


    Tilki

    Günün birinde Hoca komşu köyle gitmiş. Köye geldiğinde büyük bir heyecan varmış. Köylüler ona bir tilkinin birçok tavuğu, kazı, ördeği ve hindiyi yediğini anlatmışlar. Köylüler tilkiyi yakalamış, intikam almak için de hayvanı basit bir şekilde değil, aksine işkence yaparak öldürmek istemişler. Hoca’ya sormuşlar:
    - Hoca, bize öğüt verir misin? Hoca cevap vermiş:
    - Evet, tabii arkadaşlar. Siz her şeyi bana bırakın. Köylülerde Hoca’ya güvenmişler. Hoca paltosunu ve kavuğunu çıkarıp her ikisini de tilkiye giydirmiş. Daha sonra tilkiyi salıvermiş. Köylüler Hoca’ya sormuşlar:
    - Neden böyle yaptın? Hoca cevap vermiş:
    - Korkmayın, ahali! Tilkiyi gören herkes onu imam zannedecek. Böylece o birkaç gün aç kalacak.
    İleri Dönük
    Komşu kasabaya hamama giden Hoca'yı tanımayan hamamcı Hoca'nın sade kıyafetine bakıp pek itibar etmez. Eski bir havluyla pörsümüş bir sabun verir fakat Hoca çıkışta giyimine göre hiç beklenmeyecek şekilde hamamcıya ve çalışanlarının her birinin eline birer altın sayınca hepsi şaşırır. Ertesi hafta yine gelen Hoca'ya pek itibar ederler, en güzel havlulardan ve parfümlü sabunlardan verirler. Bir güzel yıkarlar, keselerler, masaj yaparlar fakat Hoca çıkışta geçen hafta aldıkları gibi altın geleceği için avucu kaşınarak bekleyen sadece hamamcıya değeri düşük bir bakır para vererek:
    - "Geçen hafta verdiğim altınlar bu haftaki ücrettir, bu bakır para ise geçen haftanın." der.


    Bulgur

    Rüzgarlı bir günde eşeğiyle giden Hoca aynı zamanda bulgur pilavı da yemeye çalışmaktadır ama kaşığı ağzına götürene kadar rüzgardan hepsi savruluyormuş. Hoca’yı görenler ne yiyorsun diye sormuşlar. Hoca’da gülerek:
    - “Eğer böyle giderse hiçbir şey.”


    Ölü

    Hoca Yolculuğu sırasında tenha bir yer olan mezarlıkta elbiselerini yıkar kuruması için astığı bir sırada kuvvetli bir rüzgar esip giysilerini alıp götürmüş. Hoca da giysilerinin ardınca koşarken birkaç yolcuya rastlamış. Yolcular, böyle çıplak halde mezarlıkta ne aradığını sormuşlar. Hoca da “Görmez misiniz, çıplak bir ölüyüm, su dökmeye çıktım, şimdi yine kabrime gidiyorum” demiş.


    Haddini Bil

    Hoca tarlada çalışırken yorulunca ceviz ağacının gölgesine oturur ve kendi kendine:
    -"Şu işe bak kocaman kabaklar yerdeki ufacık sapa bağlı, küçücük cevizler koca ağaçta asılı.." daha Hoca bunları düşünürken ağaçtan kafasına bir ceviz düşünce hemen:
    -"Ey büyük Allah'ım bu kulunu affet, senin işinin hikmetinden sual olunmaz ya şu ağaçta kabak gibi cevizler yetişseydi halim nice olurdu."


    Dert Çekme

    Hoca Nasreddin çift sürerken boyunduruğun kayışı kopar. Hoca derhal başından sarığını çıkarıp kayışı yerine bağlar. Kısa bir zaman sonra tülbent de dayanamayıp kopar. Hoca tülbende hitap ederek:
    -"Sen de gör, zavallı kayış ne bela çekermiş" der.


    Bu Nasıl Ülke

    Nasreddin Hoca, bir kış günü köye gitmek için yola çıkar. Her taraf buz tutmuştur. Birden çevresini köpekler sarar. Taş almak için eğilir. Ama hangi taşa el atsıysa bir türlü yerinden kıpırdatamaz. Köpeklere bakarak elini açar:
    -"Ey Allah'ım bu nasıl ülke? Taşları bağlayıp köpekleri salmışlar."


    Bulmak Zevki

    Hoca yine bir gün merkebini kaybetmiş, çarşıda bağıra bağıra:
    - Benim merkebimi kim bulursa, yularıyla, semeriyle müjde olarak ona vereceğim, diyerek herkese bildirmiş. Birisi:
    - “Hoca, merkebi semeriyle, yularıyla bulana tekrar verdikten sonra, ha kaybetmişsin, ha kaybetmemişsin bir şey fark eder mi? Bundan sen ne kazanmış olacaksın!”
    Diye sormuş, Hoca gülerek:
    - “İyi amma, ya bulmak zevkini o kadar önemsiz mi zannediyorsun”


    Uykusu Kaçmış Da!

    Bir yaz gecesi Hoca’nın uykusu kaçmış. Uykusuzluktan ve can sıkıntısından evde duramayınca kendini sokağa atmış. Yolda, nöbetçi subaşıya rastlamış. Subaşı:
    - “Hoca, böyle gece yarısı burada ne arıyorsun?...” diye sorunca Hoca, esneyerek cevap vermiş:
    - “Hiç, uykum kaçtı da onu arıyorum.”


    Eski Zamandan

    Hoca yer altında bir ahır yapmak hevesine kapılmış. Toprağı kaza kaza her şeyden habersiz bir halde komşunun ahırına geçmiş. Bir sürü öküz görünce koşa koşa karısının yanına gitmiş.
    - “Hanım, hanım!” diye bağırmış. “Müjdemi isterim! Eski zamandan kalma bir ahır ve birçok öküz buldum”.


    Korkunç Hata

    Hocanın uykusu kaçmıştı ve pencereden dışarıyı seyrediyordu. Bir anda ilerideki ağaçların arasında hayalete benzer iki şeyi havada dans eder gibi gördü. Hemen okunu hazırlayıp pencereyi açarak fırlattı. İsabet ettirmişti. Fakat bir anda sevinmesi yerini şaşkınlığa döndü çünkü hayalet sandığı görüntü karısının gündüz yıkayıp kuruması için astığı kendi entarileriydi. Hoca "ne korkunç bir hata" diye söylendi. Çok şükür Allah'ım ya içinde bende olsaydım.


    Hesaba Ekle

    Komşu köyde birinden alacağı olan Hoca ne kadar bastırdıysa da bir türlü parasını alamaz. Tekrar evinin yolunu tutan Hoca oldukça yorulmuş bir o kadar da acıkmıştır. Az sonra bir fırının önüne yaklaşan Hoca yeni pişmiş ekmeklerin kokusunu da duyunca açlığı ikiye katlanmış. Ama işe bak ki kesede tek kuruş yok ekmek almaya. Derken fırına girmiş bir bakmış etrafta kimsecikler yok. Utanarak bir ekmeği aldığı gibi oradan sıvışmış. İleride çökmüş bir ağacın altına ve başlamış yalvarmaya: Ey büyük Allah'ım senin merhametin sonsuzdur, ne kadar aç olduğumu sen daha iyi biliyorsun hata ettim bir günaha girdim, affet beni... Fırıncıya olan borcumu da alacaklı olduğum adamın hesabına ekle.


    Böyle Olmalı

    Hoca kıyı boyunca uzun bir yolculuk yapmaktadır. Fakat gel gör ki bu sıcak havada suyu da bitince susuzluktan dudakları bile kurumuştur. Ne kadar kendini sıksa da susuzluğa dayanamaz ve biraz olsun belki susuzluğumu dindirir diye deniz suyundan içmeye karar verir. Ama nerede! Susuzluğunu dindirmesi bir yana Hoca tuzlu suyu içince içi bir kat daha yanar. Yola bir miktar devam edince bir tatlı su birikintisine rast gelir ve kana kana içer. Sonrada kavuğunu çıkararak içine su doldurur ve kendinden emin adımlarla denizin kıyısına gelir ve kavuğundakini denize doğru savurarak:
    - “Bırak kabarmayı, dalgalanıp köpürmeyi su dediğin böyle olur.”


    Hak etmiş

    Hoca su içmek için bir çeşmenin başına gelir fakat bakar ki çeşmenin ağzı bir ağaç parçasının ucuna bez sarılarak kapatılmış. Ayağını çeşmenin duvara yaslayıp şöyle bir asılınca tıkacın yerinden çıkmasıyla birlikte çeşmeden fışkıran su Hoca'yı baştan aşağı ıslatır. Homurdanarak yerinden kalkan Hoca:
    - Belli ki hak etmişsin de ağzını böyle ot tıkamışlar.


    Kalıp

    Hoca özel bir iş için şehre iner. Fakat ne kadar uğraştıysa da bir türlü istediği sonucu elde edemez. Bir arkadaşının tavsiyesizle 40 gün boyunca şehrin en büyük camiinde her vakit dua eder fakat sonunda yine bir şey çıkmaz. Ertesi gün sabah namazına yakındaki küçük bir camiye gider ve çaresizlik içerisinde yana yakıla ihlasla Allah'a yalvarır. Hoca'nın duası kabul olur ve öğlene kalmaz hemen işini istediği gibi halleder. Sonra büyük camiye giderek bağırmaya başlar:
    - “Kalıbından utan, küçücük caminin yaptığını 40 günde yapamadın.”


    Ayın yeri

    Hoca bir gece kuyudan su çekmeye gider fakat bir de ne görsün. Ay kuyuya düşmüş. Bir koşu eve gider ve çengeli alır. Sallar kuyuya fakat ne kadar uğraştıysa da bir türlü çıkaramaz. Bir ara çengel kuyunun dibinde bir taşa takılınca Hoca gayretle asılır, ıkınır, sıkılır... Tam o sırada çengel sıyrılır ve Hoca sırt üstü yere serilir. Bir bakar ki ay gök yüzünde:
    - “Eh kolay olmadı ama sonunda yerine koyduk.”


    Birlikte Gelin

    Hoca kilerden bir şeyler almak için içeri girer fakat içerisi karanlık olduğundan bir anda içi patates dolu bir eleğin kafasına düşmesiyle kendini yerde bulur. Biraz sonra kedini toparlar ve ayağa kalkar. Bir kaç adım atmıştı ki ayağı eleğe geçince tekrar yere düşer. Başından sonra sırtını da inciten Hoca birazda sinirle eleğe bir tekme savurur. Elek duvardan seker ve Hoca'nın alnını çizer. Hoca sonunda dayanamaz ve duvarda asılı yatağan kılıcına sarılarak:
    - “Hadi bakalım elekler! Şimdi hanginiz gelse umurumda değil.”


    Yenisi

    Günün birinde Hoca'nın karısı ölür. Fakat Hoca'da ciddi bir üzüntü belirmez. Bir müddet sonra eşeğide ölünce hoca yas tutmaya başlar. Bu işe şaşıran komşuları sorar:
    - "Bu nasıl iş Hocam karın öldüğüne bu kadar üzülmedin, eşeğin öldü bir haftadır ağzını bıçak açmıyor?"
    - "Karım öldüğünde hepiniz, üzülme daha genç ve güzel yeni bir hatun buluruz diye beni teselli ettiniz fakat hiç kimse yeni bir eşek alalım demiyor."


    Daha ne kadar gideceğiz?

    Hoca ile hanımı dört günlük yola daha yeni çıkmışlar. Hoca yola çıkar çıkmaz hanımına:
    - "Daha ne kadar gideceğiz hatun?" diye sormuş. Hanımı hocanın sorusunu şu şekilde cevaplandırmış:
    - "Bugün ile yarın gidersek daha iki günlük yolumuz kalır." Bunun üzerine hoca:
    - "Desene hatun, yolu yarıladık."


    Bizim Çocuklar

    Nasreddin Hoca’nın karısı ölür. Ölen karısından beş
    çocuğu olan Hoca, beş çocuğu olan bir dul kadınla
    evlenir. Hoca’nın yeni eşinden de iki çocuğu olur. Bir
    gün karısı feryadı basar:
    - “Hoca Hoca yetiş! Senin çocuklarla benim çocuklar bir olmuş, bizim çocukları dövüyorlar.”


    Öldü

    Hoca Konya’dayken biri gelip:
    -Karın öldü! demiş.
    Hoca:
    -Nasıl olsa boşayacaktım, ölsün! diye cevap vermiş


    Anahtar

    Hoca bir gün anahtarını kaybetmiş. Bahçede döne döne anahtarını arıyormuş. Hanımı sormuş:
    - "Hocam, anahtarı nerede düşürdün?",
    - "be kadın," demiş Hoca, "nerede düşürdüğümü bilsem, hiç arar mıyım?"


    Ciğer

    Nasreddin Hoca evine sık, sık ciğer getirdiği halde bir türlü onları yemek kendisine nasip olmaz. Her seferinde hanımı :
    - Kahrolası kedi ciğeri yedi, hınzır hayvan ciğeri yemiş, canı çıkasıca sarman kedi ciğeri aşırmış, diye bahaneler uyduruyormuş. Bir gün dayanamamış Hoca. Hemen bir kenarda duran baltayı kapıp, mutfak dolabına yerleştirmiş. Hanımı:
    - “Ne yapıyorsun Hoca demiş, baltanın dolapta işi ne?” Hoca cevap vermiş:
    - “Hanım hanım, sen bizim kediyi hâlâ tanıyamamışsın. Üç akçelik ciğere tenezzül eden hayvan kırk akçelik baltayı bırakır mı sanıyorsun?.”


    Biraz Daha Gideyim mi?

    Bir gece yatakta karısı Hoca’ya “Efendi biraz ileri gider misin?” der. Hoca üstünü başını toplar, giyinir ve yola düşer. Epey bir yol aldıktan sonra sabahleyin bir tanıdığına rastlar. Adam:
    - “Yahu Hocam böyle sabah sabah nereye gidiyorsun?” der. Hoca da şöyle seslenir adama:
    - “Vallahi bilmiyorum, yalnız sen bizim eve git, hanıma sor bakalım; daha gideyim mi, gitmeyeyim mi?”


    Görürsem Söylerim

    Bir arkadaşı Nasreddin Hoca’ya gelmiş.
    - Bana bak Hoca, kulağını bükmesi benden... Şu karına bir şey söyle, sabahtan aksama kadar ev ev dolaşıyor, konu komşu bırakmıyor... Söyle de azıcık evinde
    otursun. Hoca:
    - “Peki, görürsem söylerim...”


    Evlilik Hazırlığı

    Hoca habire döşeme tahtalarını söküp tavana, tavan tahtalarını da söküp döşemeye çakıyor. Bunu gören komşular merâkla olayın nedenini sormuşlar.
    - “Yakında evleneceğim, demiş Hoca, İnsan evlenince evin altı üstüne gelir derler ya, bende bari şu tamirle iki masrafı bir edeyim dedim!”


    Aklı

    Nasreddin Hoca'ya bir gün:
    - “Karın aklını kaybetti..” demişler. Hoca düşünmeye başlamış.
    - “Ne düşünüyorsun hocam?” diye sormuşlar.
    - “Bizim karının aklı zaten yoktu ki, kaybetsin. Acaba başka bir şey mi kaybetti diye düşünüyorum”


    Nasıl

    Hoca bir gün karısının bilgisi denemek amacıyla sorar.
    - “Karıcığım, ölü bir adamın, ölmüş olduğunu nasıl anlarsın?” Karısı şu cevabı vermiş:
    - “Kendisine sorarım.“


    Kaybettin

    Nasreddin Hoca, bir gün eşeğiyle odun getirir. Karısına:
    - “Hatun, eşek çok yoruldu, onu bir yemleyiver,” diye seslenir. Karısı da:
    - “Efendi, benim isim var, sen yemleyiver,” der.
    Hoca sıcaktan iyice bunalmış vaziyette kendini minderin üzerine atar.
    - Olmaz! Hiç halim yok, veremem, sen ver der.
    Eşeğin yemini sen vereceksin ben vereceğim derken iş kızışır. Kim önce konuşursa eşeğe o yem vermek üzere bahse tutuşurlar. Az sonra kadın, el işini alarak komşuya gider. Aradan biraz zaman geçer. Eve bir hırsız girer. Hoca’yı görünce kaçacak olur. Ama Hoca'dan hiç ses ve tepki gelmediğini anlayınca kaçmaktan vazgeçer. Ortalıkta ne var ne yoksa koca bir çuvala doldurur. Hoca’nın gözleri önünde çuvalı yüklenerek evden çıkar. Karısı epey zaman sonra eve girip evin halini görür. Eşyaların yerinde yeller esmektedir. Telaşla:
    - “Bu ne hal? Efendi! diye çığlık atar.”
    Hoca yattığı yerden doğrularak:
    - “Haydi bakalım Hatun, bahsi kaybettin. Eşeğin yemini sen vereceksin.”


    Sen düştün

    Nasreddin Hocanın bir gün karısı ölmüş. Bir ay sonra dul bir kadınla evlenmiş. Evlendiği kadın Hocaya sürekli eski kocasını anlatıyormuş. Yine bir gün yatakta kocasını anlatıyordu. İşte benim eski kocam şöyle yapardı, böyle yapardı... Hoca sinirlenmiş ve kadına bir tekme atmış ve kadın yere düşmüş. Kadın sormuş aman hoca niye attın beni. Hocanın da cevabı hazır:- “Eee yatakta bi sen yatıyorsun bi ben bide eski kocan üçümüz sığamadık sende düştün”


    Evlilik

    Hocaya evlilik ne demektir diye sormuşlar Hocada:
    -Gündüzleri çifte hırlama, geceleri çifte horlama


    Gezgin

    Arkadaşları Hoca'ya, takılırlar:
    -"Hoca, sizin hanım akşama kadar kapı kapı dolaşıyor."
    -"Olur mu canım dediğiniz kadar dolaşsaydı bize de bir ara uğrardı!"


    Ocak

    Hoca, bir gün evde ocak yakmağa kalkmış. Üfler, üfler, bir türlü yakamazmış. Ne yaptıysa kâr etmemiş. Buna fena halde kızan Hoca, yukarı çıkıp karısının hotozunu aldığı gibi ocak başına inmiş. Hoca, hotozu kendi başına takarak başlamış yine ocağı üflemeğe. Bu sefer odunlar, bir iki üfleyişte parlayıverince Hoca, söylenmeğe başlamış:
    - Meğer ocak da bizim hatundan korkarmış; hotozu görür görmez imana geldi!...


    Kimi Kimden Sorarsınız?

    Hoca’nın karısı ölür. Cenazesinin evden çıkarılacağı sırada imam, usule uyarak cemaate hitaben sorar:
    - Merhumeyi nasıl bilirsiniz?
    Herkes beraberce:
    - 'İyi biliriz!... ' der denmez koşa koşa imamın yanına gelen Hoca:
    - “Aman, aman! Sen onu benden sor; kimi kimden soruyorsun!”


    Kim Tuhaf?

    Hoca, bir gün yolda giderken, birisi ona gülünç bir soru sormuş:
    - “Hoca, senden önce ve senden sonra evlenenleri tuhaf bulmuyor musun?”
    - “Her ikisini de tuhaf buluyorum”, demiş Hoca.
    - “Neden böyle”, diye bir daha sormuş arkadaşı.
    - “Neden mi? Benden önce evlenenlere, bana hiç öğüt vermedikleri için kızıyorum. Benden sora evlenenler de, onlara hiç öğüt vermediğim için, bana kızıyorlar.”


    Dişi Mi Yoksa Erkek Miydi?

    Biri Hoca’ya sormuş:
    - “Gagasında zeytin dalı ile Nuh Peygamber’e geri gelen güvercin dişi miydi yoksa erkek miydi?”
    - “Tabii ki, erkekti, şayet dişi olsaydı, o kadar süre ağzını kapalı tutamaz ve zeytin dalını getiremezdi.”


    Fark Var

    Bir gün Hoca’ya sormuşlar:
    - “Hocam, bir adam karısını öperse orucu bozulur mu?”
    Hoca şu cevabı vermiş:
    - Yeni evlenmişlerse bozulur, amma ikinci senede bilmem. Üçüncü senede ha bir tahtayı öpmüş, ha karısını, o zaman orucu bozulmaz.


    Hangisi

    Hoca’nın bir zamanlar iki karısı vardı. Bunlardan biri yaşlı diğeri genç ve güzeldi. Bunlar bir gün Hoca’ya beklenmeyen bir soru sorarlar:
    - “Akşehir gölünde kayığımız devrilse hangimizi kurtarırsın?”
    Hoca cevap vermeden kurtulamayacağını anlayınca, yaşlı karısına döner ve şöyle der:
    - “Hanım sen biraz yüzme biliyordun galiba?”


    Kapalı Kapının Ardından

    Hoca’nın karısı geceleri komşu komşu gezermiş. Buna pek canı sıkılan Hoca, bir gece, karısı yine evde yokken kapıyı arkasından sürgülediği gibi yatağına yatmış. Kadıncağız, geç vakit eve döndüğü zaman çalmış çalmış açtıramamış kapıyı. Hoca’nın kızdığını anlayarak, yalvarıp yakarmaya başlamış:
    - Vallâhi, billâhi, bir daha seni yalnız bırakıp bir yere gitmeyeceğim canım kocacığım! Aç kapıyı; bu saatte ben nereye gideyim?.. Kadın, bakmış olacak gibi değil, bağıra, bağıra: - Bari, demiş, kendimi şu kuyuya atayım da kurtulayım!. Ve eline geçirdiği büyük bir taşı, kapı önündeki kuyuya atarak bir kenara çekilmiş.
    Hoca, bir süre yine aldırmamış, sonra hiddeti geçerek: “Şu hatunu kuyudan kurtarayım!” deyip kapıyı açmış. Fakat tam o sırada kadın, evden içeri girivermiş; kapıyı kapadığı gibi Hoca’yı sokakta bırakıp bağırmaya başlamış:
    - Yeter artık senden çektiğim, bana rahat yüzü göstermedin; her gece arkadaş dedin, sohbet dedin gezip tozdun. Alacağın olsun senin!...
    Hoca, karısının feryadı üzerine sokaklara dökülen komşulara dönmüş:
    - Dostlar demiş, görenler ve bilenler Allah için söylesin!


    Yaşı Hakkında Mı?

    Bir komşu Hoca’ya koşa koşa gelmiş:
    - Aman Hoca! Bizim evde karılarımız kavga ediyorlar, çabuk gel, demiş.
    Hoca hiç aldırış etmeden şöyle sormuş:
    - “Yaş hakkında mı, yoksa görünüş hakkında mı?”
    - “Hayır, başka bir şey hakkında, diye cevaplandırmış komşu!”
    - “Öyle ise evine git ve merak etme şimdiye kadar çoktan barışmışlardır.”


    Mum Işığı

    Karısı doğururken kadın kimse bulamayınca mumu Hocaya tutturmuşlar. Bir çocuk dünyaya gelmiş, arkadan bir tanesi daha başını gösterince Hoca hemen püf demiş, mumu söndürmüş. Ebe kadın,
    “Aman Hoca ne yaptın?”
    “Ne yapayım”, demiş Hoca,
    - “Mumun ışığını gören dışarıya fırlayacak!”


    Bana göstermede

    Düğünden sonra Hoca ilk defa gelini görecektir. Yüzündeki yaşmağı kaldırınca birde ne görsün sanki dünyanın en çirkin kadını karşısında duruyor! Hoca olduğu yerde donakalmış. Bu sırada yeni gelin mahcup bir şekilde mahrem olmayan akrabalarını öğrenmek için sorar:
    - "Emrindeyim Hocam. Kimlere yüzümü gösterebilirim?" diye sorunca Hoca:
    - "Bana göstermede kime istersen gösterebilirsin."


    Sorumluluk

    Hoca'nın yanına telaşla gelen bir komşusu:
    - "Yetiş Hocam evin yanıyor!" Hoca gayet sakin:
    - Biz evlenirken hanımla yaptığımız anlaşmaya göre ben çalışıp kendimizi geçindirdiğim sürece evle ilgili her türlü sorumluluk ona aittir. Şimdi sakin ol ve karımı bulup bunları ona anlat.


    Mavi Boncuk

    Nasreddin Hocanın iki tane hanımı varmış. Bunlara değişik zamanlarda birer mavi boncuk vererek kesinlikle diğer eşine veya başka bir kimseye göstermemesini tembih etmiş. Bir gün hanımlar Hoca'nın yanına gelerek sormuş:
    - "Hocam hangimizi daha çok seviyorsun?" Hoca hemen işi bağlamış.
    - Sadece mavi boncuk verdiğimi daha çok seviyorum.
YUKARI ÇIK
Çalışıyor...
X