Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Nasreddin Hoca Fıkraları 3

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Nasreddin Hoca Fıkraları 3



    Kaybolan Akıl

    Hoca’ya, “senin karın aklını kaybetti” demişler. Düşünceye dalmış. “Ne düşünüyorsun” demişler. Hoca hemen, “bizim karının zaten aklı yoktu, acaba nesi kayboldu diye onu düşünüyorum” demiş.


    Onunla Yaşamak İstemiyorum

    Hoca boşanmak istiyormuş, bundan dolayı mahkemeye gitmiş.
    Kadı birkaç bilgi edinmek istemiş ve Hoca’ya karısının adını sormuş:
    - “Bilmiyorum” demiş Hoca
    - “Kaç yıldır evlisiniz?”
    - “Kırk yıldır.”
    - “Kırk yıldır evlisiniz de nasıl olur da hanımınızın ismini bilmezsiniz?”
    - “Ne yapayım; onunla geçinmek istemedikten sonra ismini öğrenmeme ne gerek var”


    Düğüm atmayı ihmal etme

    Her baba gibi Nasreddin Hoca da kızının iyi yetişmesi için elinden gelen herşeyi yapmış. Hoca, kızına iğneye ip takmasına gelinceye kadar bütün bildiklerini öğretmenin sevincini yaşamaktaymış. Nihayet hocanın kızı gelin olmuş. Ata bindirilip baba evinden ayrılıp dünya evi, diye tavsif edilen yeni bir hayatın başlayacağı eve doğru bir hayli mesâfe almış. Bu sırada Nasreddin Hoca, koşa koşa gelin olan kızının arkasından gelip çok önemli bir şey unutmuşçasına kızının kulağına gizlice şöyle demiş:
    - "Kızım, aman dikkat et! Sakın ola iğneye ip taktıktan sonra düğüm atmayı ihmal etme. Sonra dikiş tutturamazsın."


    Pamuk

    Nasreddin Hoca karin ne olduğunu bilmiyormuş. Bir gün sabah kalkmış ki her taraf kar. Tabi karın ne olduğunu bilmiyor pamuk zannetmiş. Hemen karısının başına gitmiş:
    - “Karı karı kalk! Her taraf pamuk dolu. Yatağı yorganı getir de dolduralım.
    ertesi gün olmuş Hoca:
    -Karı karı kalk! Her gün çocuklar çişini kaçırdığı yatağa bugünde yastık yorgan kaçırdı demiş.


    Gürültü

    Hocanın kızı müthiş bir gümbürtü duyup seslenir:
    - Baba, bu ses nedir ?
    - Hiç kızım hiç, kavuk merdivenden yuvarlandı da.
    - A! baba, kavuktan bu kadar çok ses çıkar mı?
    - Çıkar kızım çıkar. İçinde ben olursam çıkar.


    Kurban

    Hoca, bir sabah fırtına sesi ile uyanmış.Pencereden dışarı bakmış, ne görsün ?! Kuruması için ipe astıkları gömlek düşmüyor mu?! Başlamış bağırmaya:
    -"Hatun kalk kurban kesmemiz lazım." Sabahın körü neye uğradığını şaşıran kadın telaşla sormuş:
    - Kurban nereden çıktı efendi.
    - Gömleğim, gömleğim ipten düştü.
    - Gömlek düştü diye kurban kesildiği nerede görülmüş?!
    - Deme öyle hatun, ya içinde ben olsaydım !! (Az sadaka çok belayı def eder)


    Hoca'nın Evi Yanıyor

    Bir gün aniden Hoca’nın evi yanmaya başlar. Herkes neyi taşıyabildiyse yanan evden kurtarmaya çalışır. Bu sırada Hoca gülerek evine gelir. Bunu gören komşulardan biri daha fazla dayanamayarak şöyle sorar:
    - “Hoca, senin evin yanıyor, sen de hiçbir şey olmamış gibi gülerek duruyorsun.” Fakat Hoca:
    - “Tabii gülerim. Nihayet kendimi bu viran kulübeden kurtardım” der.


    İnşallah

    Hoca akşamdan ertesi günün planını yapıyordu.
    - "Eğer yarın hava güzel olursa ormana ağaca giderim, iyi olmazsa hamama." Karısı Hoca'yı uyarır:
    - "İnşallah de Hocam." Hoca:
    - Hanım ne var bunda yarın hava ya iyi olur ya kötü ne var bunda.
    Ertesi gün olur ve güneşi gören Hoca ormanın yolunu tutar. Köyden epeyce uzaklaşmıştır ki askeri bir birlikle karşılaşır. Askerler Hoca'ya Sivrihisar'ı tarif etmesini isterler fakat askerle uğraşmak istemeyen Hoca bilmiyorum deyince komutan kızar. Kavuğundan utan bir de yalan söylüyorsun! Çabuk düş önümüze ve en kısa yoldan bizi Sivrihisar'a götür.! Hoca askerlerle birlikte onca yolu teper ve Sivrihisar’a ulaşıp serbest kalınca tekrar evinin yoluna koyulur. Ancak gece yarısından sonra eve varabilen Hoca ayaklarına karasular inmiş, yarı ölü vaziyette kapının önüne yığılır. Kapının tokmağını güçlükle çalar. Karısı içerden "kim o ?" diye seslenince, Hoca:
    - İnşallah benim karıcığım.


    Gözlük

    Hoca yatağından aniden doğrulur ve:
    - "Kalk hatun, hemen gözlüklerimi ver." diyerek karısını kaldırır. Gözlükleri uzatan karısı buna anlam veremez ve:
    - "Ne yapacaksın gözlükleri Hocam?" diye sorar. Hoca:
    - “Sorma hanım bir güzel rüyadaydım ama bazı yerlerini gözlüğüm olmadan tam seçemedim.”


    Kedi Nerede

    Hoca oğluyla eve üç kilo et gönderir ve anana söyle akşama bunu yemek yapsın diye tembihler. Akşam eve gelir ve yemeği isteyince hanımı öğlen gelen misafirlere eti yedirdiğinden kedi yedi diye bir yalan uydurur. Hoca bu işe bozulur. Tutar kediyi kantara çeker bakar aşağı yukarı üç kilo gelir. Sonra karısına çıkışarak:
    - "Eğer elimdeki etse, kedi nerede!?"


    Kaynana

    Hoca'nın karısı bir kurnazlık düşünmektedir. Derken akşam eve aç dönene Hoca'nın önüne ateşten yeni indirdiği çorbayı koyar. Unutarak dolu kaşığı ağzına götüren kadının ağzı sıcak çorbadan yanınca bir anda gözlerinde ateş fışkırır ve ağlamaya başlar. Karısının ağlamasına bir anlam veremeyen hoca ne olduğunu sorunca, karısı:
    - "Rahmetli annemi hatırladım, o da pek severdi bu çorbayı." der. Hoca kaynanasına pek sevdiğinden rahmetliyi hayırla anarak çorbaya kaşığı sallar. Hoca'da sıcak çorbadan nasibini alınca onunda gözleri yaşarır. Karısı neden ağladığını sorar, Hoca'da:
    - "Bir anda rahmetli kayınvalidemin yerinde senin olabileceğin aklıma geldi de."


    Aksi

    Hocanın kaynanası ırmakta çamaşır yıkarken kaybolur. Bütün köylü seferber olur dere boyunca cesedini aramaya koyulurlar. Fakat Hoca akıntının tersiden doğru giderek:
    - "Sizde onu benim kadar tanısaydınız, hayattayken ne aksi bir kadındı."


    İkisinide Kabul

    Hoca bir gün kızlarını ziyarete karar verir. Büyük kızının kocası çiftçidir ve tarlaya tohum ektiklerini bir kaç hafta içinde yağmur yağarsa kaldırılan mahsülden kazandıkları parayla kocasının kendisine elbise alacağını söyler. Küçük kızının kocası kerğiç ustasıdır ve bir çok kerpiç yaptıklarını ve bunları kurumaları için güneşe bıraktıklarını eğer bir kaç haftada yağmur yağmazsa kerpiçleri satarak kazanacakları para ile kocasının kendisine yeni bir elbise alacağını söyler. Hoca söylene söylene evinin yolunu tutar:
    - "Birisi güneş istiyor, diğeri yağmur ama sonuçta Allah ikisine de istediğini verir.


    Sonuç

    Evlerinin önündeki gürültüye uyanan Hoca ne olduğunu anlamak için bir yorgana sarılarak dışarı çıkar. İki adamı birbirine kapışmış görünce, ayırmak için giden Hocanın sırtındaki yorganı bir anda birisi sıyırıp alır ve adamların ikisi birden kaçarlar. Duruma şaşıran Hoca eve girer. Karısı:
    - "Nedir adamların dertleri gece yarısı bağrışıyorlar?" der. Hoca:
    - "Bizim yorganmış. Bak yorgan gitti kavga bitti.


    Karanlık

    Hava kararınca karısı Hoca'dan:
    - "Efendi, sol tarafında fener olacaktı ver de yakayım." der. Hoca:
    - "Karanlıkta ben nerden bileyim sol tarafım neresi!"


    Gençlik, ihtiyarlık

    Nasreddin Hoca'nın da bulunduğu bir mecliste gençlikten ve ihtiyarlıktan bahsediliyormuş.
    Herkes de insanın genç iken kuvvetli olduğunu, fakat ihtiyarladıkça bu kuvvetini kaybettiğini söylerler.
    Yalnız hoca bunu kabul etmez:
    - “Hayır, hiç de doğru değil, der. Bir insan gençliğinde ne kadar kuvvetli ise ihtiyarlığında da o derece kuvvetlidir.” Hemen itiraz ederler. Ama Hoca bunu kabul etmez:
    - “Tecrübemle biliyorum, ısrar etmeyin!” der,
    - “Bu tecrübe nedir?”, diye merakla sorarlar.
    Bunun üzerine hoca şu cevabı verir:
    - “Bizim evin bahçesinde bir büyük taş vardır. Çok eski zamandan beri orada durur. Gençken kaç sefer denedim, ama yinede yerinden kımıldatamadım. Demek oluyor ki insan gençliğinde ne derece kuvvetli ise, yaşı ilerleyip ihtiyarladıktan sonra da bu kuvvet değişmiyor.”


    Kaybolan Ayaklar

    Çocuklar bir gün dere kenarında oynuyormuş.Nasreddin Hoca’yı gören çocuklar, ‘hadi Hoca’ya şaka yapalım’ demişler.Çocuklar ayaklarını birbirine dolaştırıp:
    - Hocam ayaklarımız karıştı, bulamıyoruz, demişler.Hoca şöyle bir bakmış eline bir sopa
    almış.Çocukların ayaklarına ufaktan dokunmaya başlamış.Çocuklar hemen ayaklarını çekmişler. Hoca:
    - Gördünüz mü? Nasıl da buldunuz ayaklarınızı, demiş.


    Çocukluğa Özlem

    Günün birinde Hoca evine gidiyormuş. Yolda birkaç çocuğa rastlamış. Dinlenmek ve çocukları seyretmek için bir taşın üzerine oturmuş. Aniden bir çocuk Hoca’nın kavuğunu kapmış ve onu diğer çocuklara atmış. Hoca, kavuğunu geri almak için, öfkeyle fırlayıp çocukların arkasından koşmuş. Hoca, çocukların arkasından koşamayacak kadar yorulmuş ve kavuksuz olarak eve dönmüş. Karısı onu görünce çok şaşırmış ve sormuş:
    - Bey, kavuğun nerede? - Ah! Kavuk çocukluğunu özlemiş, şimdi komşu çocukları ile yolda oynuyor.


    Kasatura

    Hoca henüz talebe iken bir kasatura taşıdığını gören subaşı durdurunca. Efendim ben öğrenciyim bunu kitaplardaki yanlışları kazımak için kullanıyorum der. İyi ama der subaşı bu fazla büyük değil mi? Hocada :
    -"Bazen yanlışlar o kadar büyük oluyor ki bu bile yetmiyor efendim?" der.


    Eşeğe Ters Binme

    Günün birinde Nasreddin Hoca, Sivrihisar’a gitmeye karar vermiş ve eşeğine binmiş. Fakat binerken hata yapmış ve eşeğin üzerine ters olarak oturmuş. Babası kızmış ama o kendini şöyle savunmuş:
    - “Tek suçlu ben miyim? Neden eşeğe bağırmıyorsun? Eğer o ters dursaydı, ben de doğru binecektim.”


    Kapı

    Bir gün annesi ona:
    - “Yavrum, dereye çamaşır yıkamaya gidiyorum. Ben gelinceye kadar sakın kapıdan ayrılma” der.
    Biraz sonra amcası gelir.
    - “Git annene haber ver! Akşama size geleceğiz.”
    Küçük Nasreddin, amcası gider gitmez hemen evin kapısını çıkarıp sırtına yükler ve derenin yolunu tutar. Annesi, oğlunu sırtında kapı ile görünce büyük bir şaşkınlık içinde şöyle sorar:
    - “Oğlum bu kapı ne?” Nasreddin,
    - “Sen bana kapıdan ayrılma dememiş miydin? İşte bende kapıdan ayrılmadım” der.


    Minare

    Küçük Nasreddin ve ailesi şiddetli bir depremden dolayı, Sivrihisar köyünü terk etmek zorunda kalmış. İlk olarak vardıkları yerde bir cami görmüş. Hoca, bir adamın minareden bağırdığını görünce şaşırmış.
    Nasreddin Hoca daha fazla dayanamamış ve:
    - “Hey sen! Yardım için bağırdığını biliyorum. Fakat bunu, bu dalsız yüksek ağaca tırmanmadan evvel düşünmeliydin” diye bağırmış.


    Güneş Mi Yoksa Ay Mı?

    Günün birinde öğretmen sınıfta Nasreddin’e sormuş:
    -“Anlat bana bakalım, güneş mi yoksa ay mı bizim için daha önemlidir?”
    - “Tabii ki ay, zira güneş gündüz parlar. Fakat ay buna karşılık gece parıldar ve bize yolumuzu gösterir”.
    Öğretmen bu cevaba gülmesine rağmen, uzun uzun düşünmüş.
    - “Hayatını kolaylaştıran kişiler şansı hiç düşünmezler. Fakat kendilerinin korktuğu gece olunca, şansın ne olduğunun farkına varırlar ve karanlığı yok eden ayı görmeyi ümit ederler”.
    Öğretmen bunun arkasından tekrar sormuş:
    - “Pekala, eski ayları daha sonra ne yaparlar?” Nasreddin şüphe etmeksizin cevap vermiş:
    - “Ha... Onu da kırpar kırpar yıldız yaparlar”.


    Ayakkabılar Yol İçindir

    Bir gün çocuklar, yüksek bir ağacın dibinde tartışmaya başlamışlar; “bu ağaca kimse çıkamaz” demişler. Hoca da ileriden görünmüş. Hoca’yı görür görmez, “bahse girişelim de çıkınca pabuçlarını çalalım” demişler ve koşup Hoca’ya, “bu ağaca kimse çıkamaz” demişler. “Sen ne dersin Hoca?” diye sormuşlar. Hoca, “ben çıkarım” demiş. “Peki” demişler, “yiğitsen çık da görelim”. Hoca pabuçlarını çıkarıp koynuna koymuş, ağaca tırmanmaya başlamış.
    - “Hoca, pabuçlarını ne diye koynuna koydun?”
    - “Ne olur, ne olmaz belki ağaçtan öteye bir yol görünür”.


    Terzi

    Annesi küçük Nasreddin’i terziye çırak olarak verir. Aradan iki yıl geçmiştir. Bir gün annesi oğlundan bir şeyler dikmesini isteyince, Nasreddin:
    Anneciğim şimdiye kadar işin yarısını öğrendim, bu ise dikilmiş şeyleri sökmektir. Ömrüm yeterse terzi amca elbise dikmeyi de öğretecek.


    Kazma Kılıfı

    Çocuklar bir tek çizme bulup Hoca'ya getirmişler:
    - Bu nedir? Diye sormuşlar.
    - Bilmeyecek ne var? Demiş, Hoca; kazma kılıfı!


    Tedbir

    Adamın biri Hoca’dan bir hafta sonra kesinlikle vereceği sözüyle bir miktar borç ister. Hoca parasını geri alacağından ümitsiz nasıl olduysa parayı istemeyerek vermiş bulundu. Bir hafta sonra adam sözünde durunca Hoca bu işe çok şaşırdı.Bir zaman sonra aynı adam:
    - “Hocam bak geçen sefer tam zamanında borcumu ödemiştim bana tekrar borç verir misin?” Hoca:
    -“ Kusura bakma arkadaş geçen sefer beni çok şaşırttın. Tekrar eski fikrime dönmek istemem.”


    Herkesi Memnun Edemezsin

    Hoca komşu köye gitmek için yola çıkar. Yolda bunları gören bir köyün delisi gülerek:
    - “Hocam eşeğin boşta ama siz yürüyorsunuz.” Deyince Hoca hemen oğlunu eşeğe bindirmiş giderken yolda karşılaştıkları bir ihtiyar:
    - “Ayıp kardeşim, ihtiyar babasını yürütüyor kendi eşeğe binmiş.” Diye Hoca’nın oğlunu yadırgar.
    Bunun üzerine Hoca eşeğe kendi biner. Biraz sonra bir grup kadın karşılarına çıkar:
    - “İnsaf et Hocam el kadar çocuğu yürütüyorsun kendin eşeğe biniyorsun.” Derler. Hoca tutar oğlunun elinden ve arkasına oturur ve beraber yola devam ederken katırcı ile karşılaşırlar katırcı:
    - “Yazık Hocam zavallı bir eşeğe bu sıcakta iki kişi binilir mi hiç?” Sonunda Hoca dayanamaz hayatta bir kişinin herkesi memnun etmesi mümkün değildir der ve oğluyla birlikte eşeği sırtlanıp giderler.


    İleri Dönük

    Komşu kasabaya hamama giden Hoca'yı tanımayan hamamcı Hoca'nın sade kıyafetine bakıp pek itibar etmez. Eski bir havluyla pörsümüş bir sabun verir fakat Hoca çıkışta giyimine göre hiç beklenmeyecek şekilde hamamcıya ve çalışanlarının her birinin eline birer altın sayınca hepsi şaşırır. Ertesi hafta yine gelen Hoca'ya pek itibar ederler, en güzel havlulardan ve parfümlü sabunlardan verirler. Bir güzel yıkarlar, keselerler, masaj yaparlar fakat Hoca çıkışta geçen hafta aldıkları gibi altın geleceği için avucu kaşınarak bekleyen sadece hamamcıya değeri düşük bir bakır para vererek:
    - "Geçen hafta verdiğim altınlar bu haftaki ücrettir, bu bakır para ise geçen haftanın." der.


    Turşucu

    Nasreddin Hoca turşuculuk yapıyormuş.
    - “Haydi turşucu geldi, turşucuuuu...” diye bağırdığında eşeği anırıyormuş. Durum bir kaç defa tekrarlanınca Hoca, Karakaçan’ın kulağına eğilmiş:
    - “Yeter be! Turşuyu sen mi satıyorsun yoksa ben mi?!”


    İnek

    Hoca dişten tırnaktan arttırıp kara gün için biraz para biriktirmiş. Parayı bir keseye doldurup ağzını sıkıca bağlamış. Önce bahçesinin bir köşesine gömmüş. Ama içi rahat etmemiş, hırsız gömdüğü yeri bulacak endişesine kapılmış ve keseyi oradan alıp başka yere gömmüş...
    Orayı da beğenmemiş bu kez başka yere gömmüş. Derken bahçede neredeyse kazmadığı yer kalmamış. Nereye gömse gönlü bir türlü rahat etmiyor, “burasını da hırsız bulur” diyormuş.
    Öyle şaşkın şaşkın elinde para kesesi bahçenin ortasında düşünüp dururken gözüne köşedeki tümsek ilişmiş. “Tamam, demiş, tam yerini buldum.”
    Para kesesini uzun bir sırığın ucuna iliştirip o tümseğe çakmış. Kendi kendine, “hırsız kuş değil ya, sığırın tepesindeki para kesesini alsın,” diyerek evine gitmiş.
    Hoca bütün bunları yaparken, meğer adamın biri kendisini gözetliyormuş. Hoca eve girer girmez adam bahçeye atlamış. Sırığı çıkarıp ucundaki para kesesini aldıktan sonra da tepesine biraz sığır pisliği sürerek eski yerine çakmış ve çekip gitmiş.
    Gel zaman, git zaman Hoca’ya para gerekmiş. Bahçeye gelip bakmış ki sırığın ucundaki para kesesi yerine sığır pisliği var.
    Başını iki yana sallayarak kendi kendine söylenmiş:
    - “Allah Allah, ben buraya adam çıkmaz diyordum, nasıl oldu da inek çıkabildi?”


    Alış - Veriş

    Nasreddin Hoca bir gün heybe almak için pazara gider. Güzel bir heybe görüp pazarcı ile pazarlık yapar ve 1 akçeye anlaşırlar. Tam oradan ayrılacaktır ki daha güzel bir heybe dikkatini çeker:
    - Kaç akçe şu heybe muhterem?
    - 2 akçe hocam.
    - Aldım gitti, diyen hoca elindekini bırakır ve onu alıp tam gidecekken pazarcı seslenir:
    - Hocam. Bu heybe 2 akçe. Sen 1 akçe verdin.
    Hoca sinirlenir:
    - Bre cahil adam! Sana önce 1 akçe verdim. Sonra da 1 akçelik heybe bıraktım! İkisi eder 2 akçe. Daha benden neyin parasını istersin!


    Yelpaze

    Nasreddin Hoca, geçim sıkıntısından tavuk tüyünden yelpaze yapıp satmaya başlamış.Müşteriler yelpazeyi kullanıp denemiş, tüyler hemen dağılmaya başlamış.
    - “Bu nasıl yelpaze, sallar sallamaz tüyleri dökülmeye başladı,” demiş müşteriler. Hoca :
    - “Kullanmasını bilmek lazım, yelpazeyi sıkı tutarak, başınızı iki tarafa sallarsanız olur”


    Peşin Para

    Hoca bir komşusundan ödünç para almıştı. Borcunu vaktinde ödeyemedi. Alacaklı bir gün kapısını vurdu:
    - Kusura bakma Hoca Efendi, alacağımı istemeye geldim. Hoca’nın o anda kesesinde bir akçesi bile yoktu. Komşusuna:
    -Bak şu bahçenin kenarındaki çalıları görüyor musun? Buradan geçen koyunların yünleri bu çalılara takılacak. Bu yünleri toplayacağım. Eğirtip iplik yaptıracağım. İpliği satıp sana borcumu ödeyeceğim.
    Hoca’nın yine şakalaştığını sanan komşusu gülmeye başladı.
    - “Alem adamsın Hoca!” der. Alacaklının güldüğünü görünce Hoca da:
    - “Peşin parayı görünce nasıl da gülersin değil mi!”


    Kırk Yıllık

    Hoca'dan sirke isteyen komşusuna benim sirke kırk yıllıktır bunun için veremem deyince adam:
    -"Olsun Hocam ne eksilir biraz versen?" der ama Hoca yaman bir defa sirke vermeyecek ya:
    -"Hiç olurmu efendi her gelene biraz versen kırk yıl sirke elde kalır mı?"


    Katır

    Nasreddin Hoca bir gün pazara gider, bir at almak ister. Bir katır getirirler, bunu al, derler. Hoca da bu katırdır, bilirim, dediği halde ısrar ederler. Hoca çaresiz kalıp katırı alır. Üzengi vurup üzerine bineyim derken, katır bir çifte atar. Hoca da:
    - "Bilirim sen benim bildiğim eski katırsın, beni bana komadılar" der.


    Ticaret

    Hoca 10 akçeye aldığı 10 odunu, 9 akçeye satıyormuş
    -"Hocam bu ne iştir hiç böyle ticaret olur mu?" demişler. Hocada
    -"Önemli olan işi nasıl yaptığın değil, insanların seni iş yaparken görmesidir."


    Karşılık

    Yedi kör, nehirden karşıya geçirmesi için Hoca'yla adam başı iki akçeye anlaşırlar. Akıntının arttığı bir yerde ikisi suda kaybolunca körler hocaya çıkışır. Hoca da:
    -"Ne bağırıyorsunuz dört akçe eksik verirsiniz".


    Cimri

    Cimrinin biri çaya düşmüş. "Elini ver, elini ver" diye bağırmışlar. Ama adam elini uzatmamış.Tam boğuluyormuş ki ! Hoca seslenmiş:
    - Yahu! o vermeyi bilmez."Elimi al " diye bağırsanıza.


    Göl Maya Tutar mı?

    Hoca göl kenarında oturmuş.Elinde yoğurt kasesi.Göle maya çalıyormuş. Bunu gören komşusu şaşırıp sormuş:
    -Hoca Efendi hiç göl maya tutar mı?
    -Tutmaz bilirim tutmaz. Ama! ya tutarsa !


    Bu Mümkün Değil

    Hoca, bir ara, zeytin satmaya heveslenmiş. Bir küfe zeytin alarak pazarda satmaya başlamış. Kadının biri zeytin küfesine yaklaşıp fiyatını sormuş ve zeytini pahalı bulmuş. Hoca:
    - “Hele bir tane ye de tadına bak!...” demiş. Kadın:
    - “Baksam ve beğensem bile peşin para ile alacak değilim.” Deyince, Hoca:
    - “Canım sen yabancı mısın? Rahmetli kocanla dostluğumuz vardı. Ne olacak, sonra verirsin parasını! Lakin şu zeytinden bir tane tad da gör!..” Demiş. Kadın ise nazlanmakta devam etmiş:
    - “İmkânsız, bugün oruçluyum. Üç yıl önce Ramazanda hastalanmıştım da bir hafta oruç tutamamıştım. Bugünlerde o borcumu ödüyorum.” Bu söz üzerine Hoca, başını sallamış:
    - “Haydi, güle güle git! Ben vazgeçtim bu alışverişten.
    Zira Allah’a olan borcunu üç yıl sonra ödeyen bir kimse, kulun zeytin borcunu kim bilir ne zaman verir!...”


    Ödül

    Hoca bir gün yeni aldığı güzel ve çok pahalı sarığını kaybeder. Bir arkadaşı sorar:
    - “Hoca sarığın kaybolmasına çok mu üzüldün?”
    - “Hayır. Sarığımın tekrar geleceğini adım gibi biliyorum. Çünkü sarığımı bulana yarım gümüş vereceğim.”
    - “Bu kadar az bir ödüle karşılık senin sarığını bulan adam eminim o sarığı geri getirmez. Zira senin sarığın en azından 90 gümüş eder. Anladın mı Hoca?”
    - Evet, işte ben de bunu bildiğim için herkese sarığımın değersiz bir sarık olduğunu ilân ettim ya!”


    Kara Tavuk

    Hoca, kümesindeki bir kara tavuğu, pazara götürüp satmak ister. Adamın biri alıcı olur, tavuğu şöyle bir gözden geçirdikten sonra:
    - Rengini beğenmedim, beyaz olsaydı satın alırdım!...der. O anda Hoca’nın aklını bir kurnazlık gelir, bakkaldan hemen iki kalıp sabun alarak hayvanı yıkamağa başlar. Tabii, hayvanın tüyleri yine simsiyah kalır. Hoca, kendisini hayretle seyreden müşteriye dönerek:
    - Aferin boyacıya!.. Hiç de cimri değilmiş; öyle has, öyle bol boya kullanmış ki hayvanın rengini ağartmak mümkün olmadı!... der.
    Bu söz, müşteriyi güldürür ve müşteri tavuğu satın alıverir.


    Taşıma Parası

    Hoca, yükte ağır pahada az birtakım eşyasını bir hamalın sırtına vurup giderken kalabalık bir yerde adamı gözden kaçırır. Sağa sola bakınır, arar, sorar; ortalıkta yok!... On gün sonra, hamala rastlar. Hoca, var gücüyle kaçmaya başlar. Bunu görenler daha sonra Hoca’ya kaçışının sebebini sordukları zaman şu cevabı alırlar:
    - “Adamın sırtına on gün önce benim yükü taşıyorken kaybettim. Ya benden on günlük taşıma parası isteseydi halim nice olurdu?...”


    Öğüte Değil Paraya İhtiyacım Var

    Günün birinde Hoca sevdiği zengin arkadaşı Ali’yi ziyaret etmiş. Hoca arkadaşına:
    - “Bana biraz borç para ver?” demiş.
    - “Ne için?” diye sormuş arkadaşı.
    - “Yüz kuzu satın almak istiyorum”, demiş Hoca.
    - “Şayet paran yoksa, kuzuları da alamazsın!”
    bunun üzerine Hoca:
    - “Senden öğüt değil para istemiştim arkadaşım.”


    Para Sevgisi

    Cimrinin biri, Hoca’ya, “demek Hocam” der, “parayı sende seviyorsun, fakat neden?” Hoca hemen cevap verir:
    - Adamı, senin gibilere muhtaç etmez de ondan.


    Çamurlu Kuyruk

    Hoca bir gün eşeğini satmak için pazara götürmüş. Yolda eşeğin kuyruğuna çamur bulaşmış. Hoca bunu görür görmez, onu kesip heybeye koymuş.
    Pazara geldiğinde bir müşteri eşeği satın almak istemiş. Fakat ilk önce eşeğin bir sakatlığı olup olmadığını araştırmak istemiş. Bu sırada onun kuyruğunun olmadığını görmüş ve:
    - “Hey! Bu ne biçim eşek ki? Henüz kuyruğu da yok”, demiş.
    Bunun üzerine Hoca şöyle cevap vermiş:
    - “Merak etme! Merak etme! Kuyruk yabanda değil. Pazarlıkta uyuşursak heybeden çıkarıp veririm”.


    Beş Kuruş

    Hoca’nın bakkala elliüç akçe borcu varmış. Hoca bir gün, birkaç eşi-dostuyla çarşıdan geçerken bakkal onu görüp dükkândan fırlamış. Hoca’nın karşısına geçip eliyle para işareti yapmaya başlamış, “borcunu vermezsen seni tanıdıklarının yanında rezil ederim” demek istemiş. Hoca, görmezlikten gelerek başını başka tarafa döndürmüş. Bakkal o tarafa geçmiş, yine aynı işareti yapmış. Bakkalın, bu hareketi devamlı yapması, Hoca’yı fena halde sinirlendirmiş, dostları da işi anlamışlar. Artık sabrı tükenen Hoca, “gel buraya” diye hiddetle bakkalı çağırmış; “bana bak” demiş, “benim sana ne kadar borcum var?” Bakkal, “elliüç akçe” demiş. Hoca, “peki” demiş, “yarın gel yirmisekiz akçesini al, öbür gün gel, yirmisini daha vereyim; etti mi kırksekiz, geriye ne kalır? Topu topu beş akçe. Be hey zalim adam, beş akçeceğiz için beni çarşıda, ele güne karşı rezil etmekten utanmaz mısın?”


    Çekirdeğinde Ağırlığı Var

    Hoca, hurma yerken çekirdeklerini çıkarmıyormuş. Karısı: “Efendi, hurmayı, çekirdeğiyle mi yiyorsun” deyince “elbette ben hurmayı aldığım zaman hurmacı da hurmayı çekirdekleriyle tarttı da bana verdi” demiş.


    Hoca'nın Çilekleri

    Bir gün Hoca erken saatlerde güzel bahçesine gider ve birkaç çilek diker. Fakat akşam olduğunda da onları söker ve beraberinde eve getirir.
    Bu sırada bir tanıdık:
    - “Bu ne iştir Hoca?” diye sorar. O da:
    - “Ortaklık bozuldu, ne olur ne olmaz. Herkes kendi malını göz önünde tutmalı”, der.


    Yeni Uşak

    Nasreddin Hoca’nın yeni bir uşağa ihtiyacı varmış. Komşusu Ahmet ona:
    - “Ben sana Hasan’ı tavsiye ederim. O çok çalışkan bir işçidir,” demiş. Nasreddin Hoca:
    - “İyi, onu bana gönder!” Demiş. Birkaç hafta sonra Ahmet, Hoca’ya sormuş:
    - “Hasan’dan memnun musun?”
    - “Evet, o çok iyi çalışıyor, fakat bana biraz pahalıya mal oluyor. Benden her gün para istiyor.”
    - “Bu kadar parayla ne yapıyor ki?” Diye sormuş komşusu. Hoca:
    - “Bunu bilmiyorum, şimdiye kadar hiç vermedim ki!”


    Uzayan Maşa

    Hoca, bedestende dolaşırken tellâlın bir kılıç sattığını görür:
    - “Bu kılıç gazidir. On altına satıyorum; bedavadır, bedava!...”
    Tellâlın yanına varan Hoca, bu kılıcın bu kadar pahalı satılmasındaki kerameti sorar. Tellâl:
    - “Hocam, bu kılıç, düşmana uzatıldığı vakit tam beş arşın uzayıverir! “ Hoca, içinden “ya, öyle mi?” der ve koşa koşa eve gelerek büyük mangal maşasını alıp tekrar bedestene döner; maşayı sallaya sallaya bağırmaya başlar:
    - “On altına; bedava, bedava!” Hoca’yı görenler gülüşerek:
    - “Bir akça bile etmeyen adi bir ocak maşası on altın eder mi?” Derler. Hoca da onlara şu cevabı verir:
    - “Ya, siz adi bir kılıcı biraz önce on altına satıyordunuz!.. “
    - “Ama o kılıç, cenkte beş arşın uzar!” Hoca:
    - “Eee der, bu maşa da bizin hatunun bana kızıp da şöyle bir kaldırdığı zaman 50 arşın, belki de daha fazla uzuyor.....! “


    Siz Dışarı Çıkın

    Nasreddin Hocanın kadılık yaptığı zamanlarda, bir adam tarafından bir köpek öldürülmüş. Bu suçundan dolayı o şahsı mahkemeye vermişler. Gün gelince mahkeme salonu tıka-basa dolmuş tabii. Salonu dolduranların gürültü yapmaları dolayısıyla rahatsız olan Nasreddin Hoca, sinirlenerek şöyle demiş:
    - "Bu kalabalık da neyin nesi? Yahu! Siz dışarı çıkın da ölenin akrabalarından kimler varsa onlar gelsin içeri."


    Geç Yiğidim

    Hoca Akşehir’de bir akşam evine dönerken karşıdan iri yarı bir köpeğin geldiğini görür. İster ki köpek kaçsın veya kenara çekilsin ama hayvan üstüne üstüne gelmekte. Korkutmak için köpeğe hoşt der ama ne çare ki köpek cevap olarak kocaman dişlerini göstererek hırlar. Hoca bakar ki iş kötü, pabuç pahalı hemen kenara çekilir ve hafifçe eğilerek köpeğe döner:
    - “Geç yiğidim geç!...”


    Komadılar

    Nasreddin Hoca bir gün at pazarına gider, bir beygir almak ister. Buna bir katır getirirler, beygirdir bunu al, derler. Hoca da bu katırdır, bilirim, dediği halde ısrar ederler. Hoca çaresiz kalıp katırı alır. Üzengi vurup üzerine bineyim derken, katır bir çifte atar. Hoca da:
    - “Bilirim sen benim bildiğim eski katırsın, beni bana komadılar”


    O Bizden Daha Kirli

    Hoca bir gün göl kenarında karısıyla birlikte çamaşır yıkamaya gider. Tam işe başlayacakları sırada bir karga gelir ve sabunu kaptığı gibi havalanır. Karısı:
    - “Yetiş efendi sabunu kuş kaptı” dediyse de Hoca kılını bile kıpırdatmaz.
    - “Telaşlanma karıcığım baksana simsiyah olmuş zavallı, o bizden daha kirli, varsın temizlensin.”


    Kurdun Kuyruğu

    Nasreddin Hoca ve arkadaşı kurt avına gitmiş. Arkadaşı kurdun inine girmiş, Nasreddin Hoca da inin önünde bekliyormuş. O sırada kurt inine geri dönmüş. Nasreddin Hoca'da kurt içeri girerken kuyruğundan yakalamış. Kurt eşinmeye başlamış, ortalık toz duman içinde kalmış. Nasreddin Hoca'nın arkadaşının gözüne toz gitmiş. Onun bir şeyden haberi olmadığından içerden bağırmış.
    - “Hoca efendi bu toz duman da neyin nesi? Nereden geliyor?” Diye sorunca, Hoca demiş ki:
    - “Eğer kurdun kuyruğu koparsa, tozun nereden geldiğini anlarsın”


    Göl Kuşları

    Hoca, bir gün eşeğine binmiş, uzak bir yere gidiyormuş. Hava çok sıcak olduğundan eşek yorulmuş ve susamış. Bir göl görmüş ve eşeği sulamak ve dinlendirmek için göle doğru sürmüş, eşek de suyu görünce koşmaya başlamış ve nerdeyse hocayı düşürecekmiş. Göl kenarına gelince eşek göldeki kurbağalardan ürkmüş ve durmuş. Hocada düşmediği için sevinerek, eşekten iner ve cebinden çıkardığı bozukluk paraları göle atarak;
    - “Aferin göl kuşları. Bu parayla helva alıp yeyin,” demiş.


    Sıkarken Öldü

    Nasrettin hoca bir gün yolun kenarında kedisini yıkıyormuş. Yoldan geçen arkadaşı hocaya:
    - “Hocam kediyi yıkama ölür.”
    demiş. Hoca aldırış etmemiş ve yıkamış. Arkadaşı dönüşte hocayı tekrar yolun kenarında görmüş. Kedi ölmüştü. adam:
    - “Hocam ben size kediyi yıkamayın ölür demedim mi? demiş. Hoca:
    - “Ben kediyi yıkarken ölmedi ki sıkarken öldü.”


    Düşünür

    Tavuğu 5, papağanı 50 akçeye satan adama Hoca sorar.
    -Hemşerim bu nasıl kuş 50 Akçe istersin?
    -Hocam bu kuşa papağan derler ve konuşur. Hoca hemen eve koşar, kümesten hindisini kaptığı gibi pazara döner, başlar bağırmaya.
    -Bu gördüğünüz kuş sadece 100 Akçeye, gel, gelll! Herkesten çok papağan satan şaşar bu ise ve sorar.
    -Hocam 100 Akçe çok değil mi bir hindi için?
    -Sen 50 ye satıyorsun ama
    -Dedim ya hocam benim kuş konuşur ama
    -Öyleyse, benimki de düşünür!


    Aynı Fikir

    Hoca, gençliğinde, cimriliği ve kıskançlığı ile tanınmış olan bir adamın kazlarından birini yolda yakalayıp cübbesinin altına saklamış. Epeyce yol aldığı halde hayvancağız hiç sesini çıkarmamış. Hoca, bir ara “Şu kaza bir bakayım, öldü mü, kaldı mı?” diyerek cübbesinin ucunu kaldırmış. Bu sırada kaz, gagasını açarak sanki “sussss!” der gibi sesler çıkarmaya başlamış:
    - Tısss, Tısss!
    Hoca, hemen cübbesini örtmüş ve:
    - Aferin kaz oğlu, ben de sana bunu tembih edecektim!... deyivermiş.


    Tarifi Bende

    Günün birinde Hoca et yemeği yemek ister. Kasaptan bir kilo et satın alır. Tarifi kağıda yazıp cebine koyar. Evine giderken, bir karga Hoca’ya doğru uçar, eti kapar ve kaçar. Hoca çaresizdir. Ama hemen elindeki tarifi hatırlar ve tarifi cebinden çıkartarak kuşa doğru şöyle bağırır:
    - “Hey, aptal karga tarifi unuttun!


    Horoz

    Hoca köyünde en yakın kasabaya tavuklarını götürmek için kafese koyar. Yola koyulduktan sonra kendi kendine:
    - “Bu cehennem sıcağına zavallı tavuklar dayanamazlar. Onları kafesten çıkarıp salıvereyim!” diye düşünür.
    Fakat tavukları salar salmaz hepsi dört bir tarafa dağılıvermişler. Hoca küplere biner ve horozu yakalar:
    - “Sen ne biçim kılavuzsun? Güneş doğmadan önce karanlıkta ötmesini biliyorsun da güpegündüz o şehrin yolunu nasıl bilmezsin?”


    Yas

    Hoca’nın tavuğu kaybolmuş. Bir siyah bez bulmuş, parça parça kesmiş, her parçayı delip her tavuğun boynuna takmış. Bunları görenler,
    - “Hoca demişler, bu ne?”
    - “Analarının yasını tutuyorlar, demiş.”


    Kör Dövüşü

    Nasreddin Hoca, gençliğinde dilenen bazı insanlar görür. Epey bir zaman adamları inceler.
    Dilenciler kör oldukları için çevredeki insanlar onlara pek çok yardım verirler. Fakat dilenciler bir türlü doymak bilmezler. Hoca, dilencilerin yanlarına yaklaşır. Cebinden para kesesini çıkartıp şakırdatır. Daha sonra dilencilere:
    - Alın bu paraları da aranızda bölüşün, diyerek yanlarından biraz uzaklaşır ve adamları izlemeye koyulur. Kör dilenciler, para kesesinin içlerinden birine verildiğini sanarak parayı kapmak için birbirlerine girerler:
    - Kese sende!
    - Ben de yok sende!
    - Çabuk benim payımı verin, yoksa ben size yapacağımı bilirim! gibi sözlerle açgözlü dilenciler, birbirlerine vurmaya, küfretmeye başlarlar ama keseyi de bir türlü ele geçiremezler.
    Hoca bunları gözlerken:
    - Hey gidi açgözlü iki dünya körleri hey! diye söylenirken biri:
    - Ne oluyor Hoca? diye soru sorar. Hoca:
    - Ne olacak, kör dövüşü nedir bilmiyorsan öğren, der.


    Postacılar

    Nasrettin Hoca`nın bir gün paraya çok ihtiyacı olmuş ve Allah`a mektup yazmış. Mektupta; "Allah’ım bana yüz altın gönderir misin?" yazıyormuş. Gitmiş
    mektubunu postaneye vermiş. Postacılar bakmışlar ki mektup Allah`a gidecek, merak edip mektubu okumuşlar ve kendi aralarında altın toplamışlar
    fakat 99 tane çıkmış. Bir zarfın içine koyup, Nasrettin Hoca`nın evine bırakmışlar ve kapının arkasından dinliyorlarmış.
    - “Nasrettin Hoca mektubu açıp altınları saymış ve Allah`a dua edip; "Allah’ım bi daha şu postacılarla gönderme, hiç güven olmuyor."


    Karanlık

    Hoca, bir gün yüzüğünü kaybetmiş.Aramış, aramış bulamamış.Canı sıkılmış, sokağa çıkmış.Orada da sağa sola bakınmaya başlamış. Yoldan geçen komşusu durup sormuş.
    - Ne arıyorsun Hocam.
    - Evde yüzüğümü kaybettim de.
    - İlahi hoca, öyleyse neden burda arıyorsun?!
    - Eee!! içerisi pek karanlıkta.


    Tecrübe

    Hoca yüksek bir ağacın üzerine çıkmış bir adam görür. Ağacın altında beş on kişi ne yapalım diye konuşurlarken Hoca yaklaşır, olup biteni sorar.
    -"Görmez misin, herif aşağı inemiyor" derler. Hoca:
    - "Ne kadar ahmak adamlarsınız, şu kadarcık işi halledemiyorsunuz" diye çıkışır. Sonra bir ip getirmelerini ister. İp gelince Hoca ağaca çıkıp bir ucunu adamın beline sıkıca bağlar, diğer ucunu da aşağıdakilere atar. Adamlar 1,2,3 deyip ipe öyle yüklenirler ki adam tutunduğu dalla birlikte aşağı yere yapışır ve ölür. Hoca şaşar bu işe,
    -"Geçen gün bir kuyudan böyle ip ile bir adam çıkardık idi, ölmedi, bu niçin öldü" diye söylenir.


    Ümit
    Hoca eşeğini kaybetmiş ve arıyor, bu arada da neşeli bir türkü tutturmuş. Birisi sorar:
    -Hocam, eşeğini kaybettiğin halde sen türkü söylüyorsun.
    -Son bir ümidim, eşeğin tepenin arkasında olabilir. Eğer değilse, bekle ve gör o zaman sen bendeki feryadı!


    Testi

    Hoca bir gün oğlunu çeşmeye göndermiş ve iki tokat atarak testiyi eline tutuşturmuş ve sakın ha suyu getirirken düşürüp testiyi kırma demiş. Merakla kendisine bakanlara:
    -" Ne yani testiyi kırdıktan sonra ne diye tembihleyecektim.


    Patlıcan Nedir?

    Hoca’nın beş altı yaşlarında bir oğlu vardı, bir gün bir patlıcan göstererek:
    - “Bu nedir?” Diye çocuğa sormuşlar, çocuk da:
    - “Gözü açılmadık sığırcık yavrusu!”
    Diye karşılık verince, bu sırada orada bulunan Hoca göğsünü kabartarak:
    - “Vallahi dostlar, bunu ben kendisine söylemedim. Çocuk akıllıdır kendi kafasıyla buldu” demiş.


    Kendimi Balık Sandım

    Birkaç ahbabı Hoca’ya gelip rica ederler:
    - Gel, hep beraber gölde balık avlayalım!...
    Derler. Hoca razı olur. Göl kenarında, ahbapları balık ağlarını suya atar atmaz o da göle balıklama dalar. Eşi dostu bağırırlar:
    - Hoca, ne yapıyorsun?
    Hoca, başını sudan çıkararak cevap verir:
    - Kendimi balık sandım da!...


    Göl Yerine Otlak

    Hoca gençliğinde, Sivrihisar’dan Akşehir’e ilk gelişinde Akşehir gölünü görünce şaşakalmış. Yanındaki arkadaşına:
    - Eğer buraya su doldurmamış olsalardı hayvanlar için ne güzel bir otlak olurdu, değil mi?... demiş.


    Yabancısıyım

    Bir gün bizim Hoca şehrinden pek fazla uzak olmayan bir köyü ziyaret etmiş. Gezerken bir köylü ona:
    - “Bugün günlerden hangi gündür” demiş.
    Bizim Hoca:
    - “Bilmem ki! Ben buranın yabancısıyım.”

    #2
    Ynt: Nasreddin Hoca Fıkraları 3

    ilahi nasrettin hoca

    Yorum

    YUKARI ÇIK
    Çalışıyor...
    X