Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Tayyip Tevbe Etti Mi? (Tayyip Erdoğana Açık Mektup)

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Tayyip Tevbe Etti Mi? (Tayyip Erdoğana Açık Mektup)

    Euzu billahi mineş şeytanir racim
    Bismillahir rahmanir rahim
    Elhamdulillahi Rabbil Alemin. Vessalatü vesselamu ala Rasulina Muhammedin ve Alihit Tayyibinet Tahirin. Ve la'netullahi alal a'daihim ecmain.


    Bilindiği gibi Türkiye Cumhuriyeti için yeni anayasa çalışmaları var. Henüz teknik heyet oluşturup anayasa metni yazmaya başlamadılar. Kulis çalışmalarının yapıldığı bu günlerde nabız yoklanıyor siyaset kuralları çerçevesinde siyasiler ya da kamuoyu bu işe hazırlanıyor.

    Yine malum olduğu üzere bu anayasa değişikliği ilk olmayıp daha önce bir kaç kez geçirilmiş bir süreç ve çalışma. Bu ülkenin halkı olarak ve Tayyib Erdoğan’a oy vermiş de biri olarak anayasa çalışmalarında kendilerine faydalı olacak bir katkım olsun istedim ve bazı hatırlatmaların yeri ve zamanı olduğunu düşündüm.

    Herkes katkıda bulunacaktır elbette ama bizim de bu ülkede doğmuş büyümüş, bu halkın vergileriyle ilahiyat mezunu olmuş, ve yine bu ülke yasaları çerçevesinde yayımlanmış kitaplarla bilgi sahibi olmuş bir ilim adamı araştırmacı olarak kendimi bu konuda sorumlu hissetmem, böyle bir yazıyı kaleme almamı gerektirmiştir. Yabancı dilim yok ve okuduğum tüm eserler, dinlediğim tüm bilginler Türkçe ve dolayısıyla hakim olan devletin onayından ve kontrolünden geçmiş tam bir yerli malı ürünüdür.

    Anayasa çalışmaları için Avrupa anayasaları, ve önceki anayasa metinleri gözden geçiriliyor, tecrübelerden ve akademisyenlerin birikimlerinden yararlanılacak. Ancak tüm bu katkı sunanlar arasında bizim katkımızın bambaşka yeri olacağını düşünüyor bu açıdan teklifimizin fayda getireceğini düşünüyor, üstelik hayati önemi haiz olduğu konusunu da iddialı şekilde beyan ediyoruz.

    Tayyib Erdoğan Arap ülkelerini gezdiğinde yaptığı konuşmalarda anayasa hazırlığında olan Mısır'a, anayasanın Laik olması konusunda tavsiyelerde bulundu ve büyük tepki çekti. Hatta Mısır Ezher şeyhleri Erdoğan'ı, söylediği tavsiyenin İslam'a aykırı olduğu gerekçesiyle, tevbe etmeye çağırdı.

    Şeyh'e kesinlikle katılıyorum ve Laikliğin İslam ile tamamen zıt, biri olduğunda diğerinin ortadan kalkacağını vurguluyorum. Laiklik, din adamları sınıfının yönetim makamında bulunmaması anlamına geldiği gibi, dini hüküm ve normların yönetim yasalarında bulunmaması, yönetimin gerek icracı gerekse icra biçimi bakımından dini niteliğe dayanmaması anlamına gelmektedir. Dine dayanmayan bir düzenin, din adamlarınca yönetilmeyen, en etkili yönetim kademesinde din adamlarının bulunmadığı yapılanmanın dinsiz olacağı çok kesindir ve çok açıktır.

    Erdoğan'ın insan laik olmaz, Müslüman olur, devlet Müslüman olmaz laik olur demesi tam anlamıyla bir saptırma ve polemiktir. Kimse devletin bir canlı şahıs olup, iradesiyle dini tercihte bulunması gerektiğini, ve öteki dünyada hesaba çekileceğin söylemiyor. Ancak burada devletin dinî ya da laik olmasından kastedilen konu, devletin şekillenişini din mi belirleyecek yoksa insanların ürettiği yasalar ve değerler mi belirleyecek konusudur. Bu soruya, devlet laik olmalıdır diyenler, devletin anayasası ve yasalarında, başbakan ve cumhur başkanı olmak üzere yönetim kademelerinde Kur'an ya da Kur'an’a göre hükmedecek insanların olmaması gerekir diyenlerdir.

    Laikliği devlet düzeninde gerekli ve iyi görenler bu görüşlerini dinden almış değillerdir. Bu soruyu dine sorduklarında, İslam Dininin asla hayatın hiç bir yerinde laikliğe yaşam hakkı tanımadığını açıkça göreceklerdir. Din örneğin Maide suresi 44. Ayette: "Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kafirlerdir" diyerek hükmettiği yasaları dine dayandırmayanların Müslüman olamayacaklarını ilan etmektedir. Ve Ezher şeyhinin dediği de bundan dolayı "Tayyib Erdoğan tevbe etmelidir" olmuştur.

    Gerçekten de yönetimde dinden en iyi anlayan ve dini yaşamada en samimi olan insanların bulunması ve bu insanların devleti dini kural ve normlarla yönetmesi insanlığı menfaatinedir ve hem dünyada hem de ahirette kurtuluşlarının yegane yoludur. Başka türlü yöneticilerin de yönetilenlerin de huzurlu olması ve amaçladıkları refah adalet ve hakkaniyetin gerçekleşmesi mümkün değildir. Bu sadece bu dünya için değil ahiret için de böyledir. Ve üstelik ahirette bu dünyada çekilen ıstırapların kıyaslanmayacak kadar feci olacağını bu dinin kitabı Kur'an bir çok kez tekrarlamıştır.

    Bu nedenle ben de Tayyib Erdoğan’ı tez elden uyanmaya, gittiği yanlış laik yolu terk edip İslam dininin kural ve yöntemlerine göre düşünme ve hareket etmeye çağırıyorum. Bu hem kendi hem de ülkesinin menfaatinedir ve kurtuluşunun tek yolu da budur.

    Tayyib Erdoğan anayasayı İslam'a göre yapmalıdır.

    Bunun şu siyasi ortamda kolay olacağını söylemiyorum. Ama bunun tersi hiç de ondan kolay olmayacaktır. Laik bir anayasanın vebali ve ülkeden götüreceklerinin bedeli İslami bir anayasa yapmanın getirecekleriyle kıyaslanmayacak kadar çok olacaktır. Hem bu dünyada hem ahirette. Tıpkı önceki anayasaların ülke ihtiyaçlarını gidermediği, insanlığı mutlu etmediği ve zulmü bir türlü gidermeyip daha da artırdığı gibi..

    1- İnsan akıllı bir varlıktır. Ve dindar olsun dindar olmasın tüm akıllar kabul eder ki yasalar her insan için eşit olmalıdır. Hiç bir fert sınıf veya gurup kayırılmamalıdır yasa yapıcı tarafından bu faaliyetinde. Ancak bu durumda tüm akılların kabul ettiği eşit adil ve herkese özgürlük getirip hiç bir fert ya da zümrenin diğeri üzerine üstünlüğü ve egemenlik kurması gibi bir olumsuzluğun olmayacağı eşit rekabetin kurulup yardımlaşma ve paylaşmanın hakim olacağı açıktır. Aksi halde aklın kötü ve haksız göreceği şekilde bir fert ya da zümre diğeri ya da diğerleri üzerinde haksız yere hegemonya kuracaktır.

    Ve şurası da tartışma getirmeyecek şekilde tüm akıllılarca açıktır ki, hiç bir insan mutlak objektif olamaz ve tüm insanları eşit görecek bir yasa yapacak tarafsızlığı ve mutlak öngörüyü yakalayamaz. Bilim adamlarınca mağara idolleri diye adlandırılan ön şartlanmalardan bağımsız olarak hareket edebilen bir insan tahayyülü mümkün değildir. Bu gün de Türkiye’de anayasayı yapacak olanlar tüm insanları eşit olarak göremeyeceklerdir. Kim bunu iddia ediyorsa bunun açıkça yalan söylediği menfaat gözetmeyen ve tam değerlendirme sağlayan tüm akıllarca kabul edilecektir.

    Bu nedenle akılların ulaşacağı zorunlu sonuç, tüm insanları eşit şekilde görebilecek te varlık onların yaratıcısı olan Allah'tır. Bu Allah'a inanmayanların bile kabul edebileceği tek doğrudur bu konuda. Çünkü onlar da kabul ederler ki, bir varlığı en iyi bilen onu yapandır. İnsanın da yapıcısının Allah'tan başkası olmadığı ateistlerce bile şüphe götürmez bir gerçektir.

    Öyleyse tüm fert ve zümrelerce eşit olması şart olan anayasa maddelerini tüm insanlığı eşit gören tek varlık Allah yapabilir. Ki bu yasaları da dinin kitabı olan Kur'an'ın ayetlerinden uyarlanması şartı kaçınılmaz ve tek yol olarak kalır.

    Bunun zıddını ele alalım, bu gün anayasa yapımcıları, eğer eski anayasaları ya da insanların yaptığı batılı anayasaları esas alsalar, kendileri gibi insanlığı eşit görmeyenlerce yazılmış bu normlar sebebiyle herkes için eşit bir anayasa yapamayacaklardır. Ve üstelik geçmiş anayasalar bu güne ışık tutmayacağı gibi, batıdan alınan anayasa metinleri de bu ülke insanına eşit bakabilen metinler olamayacaktır.

    2- tüm akılların kabul ettiği bir başka gerçek ise, insanlığı yönetmede biçim ve yol gösterecek olan sınırlayıcı çizgiler ihdas eden metinlerin, insan türünü en iyi tanıyanlarca yapılması şarttır. Çünkü yasalar insanlar içinse onların en iyi tanıyanlarca yapılmasından başka mantıklı bir yol mu kalır?

    Bu akli doğru da bizi zorunlu olarak anayasa normlarının insanı en iyi tanıyan Allah tarafından konması zorunluluğuna götürmektedir. Ülkeyi yönetecek anayasanın ülke insanını, bu insanın zaaflarını ve sağlıklı yaşamını en iyi bilen onu en iyi tanıyanca yapılması gerektiği hiç tartışma götürmez bir gerçektir. Bu ise Allah'tan başkası değildir. Allah yarattığını bilmez mi? İnsanların en akıllılarından biri olan ve insanı tarihten bu yana sürekli inceleyenlerin ulaştığı neticeyi özetleyen "insan bu meçhul" kitabının yazarı hangi gerçeği vurgulamakta dersiniz. İnsan kendini bile tanımaktan acizken, bazı olaylarda hiç beklemediği davranış ve tercihleri gözlemlediğinde kendine bile şaşırtıcı gelirken, tüm insanlığı tanıması nasıl mümkün olabilir. Tüm insanların davranışlarını ve bu davranışlara yön veren ihtiyaç korku, tercih nedeni, sevgi, gibi unsurların tamamını bilip onları kuşatabilen biri var mıdır? Bunun mümkün olmadığı açıktır. Öyleyse insanlar için yapılan anayasanın onları tanıyan Allah'ın, yine onların sağlığı ve düzenli işlemesi için gönderdiği Kur'an'dan başka metinlerle yapılması asla sorunları ve ihtiyaçlar çözmeyecektir.

    3- tüm akılların kabul ettiği bir gerçek de yasaların gelecek için yapıldığıdır. İnsan ve toplumun geçmiş hayatını düzenlemek imkansız ve bu nedenle kanunlar geçmiş için yapılmaz. Yine şurası gerçektir ki tüm yasa yapıcı insanlar hayatın nasıl gelişeceğini, ekonomik kültürel toplumsal bireysel gidişatın nasıl gelişeceğini tüm yönleriyle kestirebilmesi imkansızdır. İnsanlın gelecekteki sınırlarını ve davranışlarını düzenleme iddiasıyla yasa yapan tüm insanlar, aslında hiç tüm boyutlarıyla göremeyip kestiremeyecekleri karanlık bir alan olan gelecek için yasa yapmaktadırlar. Böyle bir alan için cehaletle tahminlerle yapılacak yasaların ihtiyacı göreceğini iddia etmek kadar tutarsız bir şey olmadığı açık ve kesindir. İnsan bir saniye sonra değil dıştaki dünya için kendi alemi için bile ne olacağı bilgisine kesin olarak sahip midir? Değildir. Öyleyse bilinmeyen bir zaman için düzenleme yapmak sadece tahminlerle hareket etmekten, "ya tutarsa, ya böyle olursa böyle olmalıdır" gibi işi şansa bırakmaktan başka nedir ki?

    Oysa tüm akıllar, geleceği bilen, insanın ve toplumların geleceklerinde de nelerle karşılaşıp nasıl bir değişime uğrayacaklarından tam olarak haberdar olan Allah'ın olduğunu, bu nedenle gelecekle ilgili düzenlemeler içeren yasaların da Allah tarafından yapılması gerektiğini kabulden başka bir yolları yoktur. Öyleyse geleceği düzenleyen yasaların, geleceği bilen tek varlık Allah'ın kitabı Kur'an'a göre yapılması şarttır.

    Bu ve daha çok sayıda bildiğimiz ve bizim bilmeyip de sahibimiz olan Rabbimizin bildiği nedenlerden dolayı, Rabbimizin bize emrettiği yolu tutmalıyız. Cahiliye yasaları dediği insan yapımı yasalardan uzak durmalı ve ilim ve hikmetiyle indirdiği Kur'an'a göre anayasa yapmalıyız.

    Bu imkansız da zararlı da değildir. Tüm sorunların çözümü buradadır. İnsanların mutluluğu ve ihtiyaçları buradadır. Allah'ın ilminin sonsuz olduğunu, ve insanların tümünün yararı için tavsiyede bulunduğunu bilmeyen mi var? Tayyib Erdoğan’ın kendisi de yönettikleri de Allah'ın en bilgili, insanlığa en çok faydayı isteyen, onları koruyup kollayan olduğunu bilmiyorlar mı kabul etmiyorlar mı? Tabi ki bilip kabul ediyorlar. Ve yine aynı insanlar Allah'ın insanlar uygulasınlar hem dünyada hem de ahirette mutlu olsunlar diye Kur'an'ı gönderdiğini bilmiyorlar mı? Elbette biliyorlar. Öyleyse sorun nerededir, neden Kur'an'ı devletin yasalarından dışlayıp ondan kaçıp kendileri gibi insan olanların düzenlemelerine uymayı kabul ediyorlar?

    Yasa yapıcıları Allah kadar bilgili, Allah kadar şefkatli, adil ve eşit gören mi kabul ediyorlar? Bunun imkanı var mıdır? Hayır!.. Öyleyse sorun nedir?

    Yoksa insanlığı sömürmek ve adaletle eşitliği istemeyen azınlıklara mı mahkum olup onlardan mı korkuyorlar?

    Eğer öyleyse korkulması gereken Allah'tan başkası olmaması gerektiğini, Allah'ın korktuklarından daha güçlü ve kendilerine müdahale gücüne sahip olduğunu unutmasınlar. Allah onların tüm güçlerini alacak ve denemek için bu dünyada kendilerine verdikleri imkan ve güçlerini geri alacaktır. Korktukları insanlar onlardan hiç bir zararı gideremeyecekleri gibi Allah'tan gelecekleri de engelleyemeyeceklerdir.

    Allah kendi yasalarını küçümseyip, görmezlikten gelip bu hakikatin üstünü örten ve yok sayanlardan razı olmayacağı gibi onları dünyada da ahirette de umduklarına kavuşturmayacak ve onları desteklemeyecektir. Onları temize çıkarmayacak, ve onların korktuklarını onlardan savmayacaktır.

    Devam edecek inşaallah..

    #2
    Ynt: Tayyip Tevbe Etti Mi? (Tayyip Erdoğana Açık Mektup)

    Hocam merhaba, paylaştığınız bu devam edecek makale serisini siz mi kaleme aldınız?
    Tevekkülle elde edilen sırlar; bir tek yakîn haddini bilenlere mahsustur.

    Hakikî Şialarımız da yakîn sınırını koruyanlardır, ki onlardan «Allah'ın varlığı sayesinde hiçbir şeyden korkmamaları»nı bekleriz!


    İmam Cafer-i Sadık (a.s)

    Yorum


      #3
      Ynt: Tayyip Tevbe Etti Mi? (Tayyip Erdoğana Açık Mektup)

      evt
      az önce yazdım taptaze devamını daha yazmadım ama planladım. ilk kez velayet.com okurlarıyla paylaşmak nasip oldu. İnşaAllah hayırlara vesile olur..

      Yorum


        #4
        Ynt: Tayyip Tevbe Etti Mi? (Tayyip Erdoğana Açık Mektup)

        Bismillah ve nesteinu ilellah

        Tayyib Erdoğan'a hitaben yazdığım açık mektubun ilk bölümünde girişten sonra Laikliğin ilk anlamı olan yasal düzenleme şekli üzerinde durmuş, bunun zarar ve noksanlıklarından söz etmiş, ve neden laik değil de İslami anayasa yapmanın bazı gerekliliklerinden söz etmiştim. O bölüm konuya yasal düzenleme açısından bakıştı. Bu bölümdeyse konusu yöneticiler açısından ele almak, konan yasaların uygulanması bakımından laik ve İslami değerlendirme ve neden Laiklerin değil de İslami vasıfları olan insanların yönetici olmaları gerektiği hakkındaki teklifimizi açıklayıp nedenleri üzerinde durmak olacaktır.

        Laiklik batıda çıkmış bir kavramdır, ya da günümüzde laikliği benimseyenler bunu batılı ülkelerden aldıklarını söylemektedirler. Şahsen laikliğin çok önceden en azından İnsanlığın tarihi kadar eski bir uygulama olduğunu ancak isminin Batıda yeninden konulduğuna inanıyorum.

        Laikliği yasal bakış açısının dışında devleti yönetenlerin ruhbanlar, yani dini vasfı olan, daha doğru bir deyişle bu vasfı ön planda ve insan ilişkilerinde hakim olanların devletin kademelerinde yer almaması gerektiği şeklinde açıklamaktadırlar. Laiklik bir yönetimin savunucuları, dini kimlik taşıyanların devleti yönetmelerinin, bir çok sakıncasını dile getirirler. Örneğin Alimler devleti yönetmeye kalksalar, bunlara karşı çıkıldığında bunların temsil ettiği dine karşı çıkılmış olacak böylece insanlar vicdanlarında yaşadıkları dini reddetmek zorunda kalacaklar. Dini kimlikli devlet yöneticileri, dini kendi çıkarlarına alet edecekler böylece bu kutsal ve yüce makamı, kendi şahsi çıkarları için rant malzemesi yapıp onu küçültmüş olacaklar. Hatta böylece kutsal bir yerde durması gereken din onlara göre kötü tanıtılmış olacak ancak laiklik dinin de kutsiyet ve yüceliğini garanti altına almış olacak.

        Yine Tanrı adına kimse söz söyleme yetkisine, dini görüşleri kendi tekeline alma hakkına sahip olmadıklarından, hükmettikleri yasanın ilahi yasa olsa bile Alimlerin hatasız melekler gibi olmadıklarından yapılan yanlışlık dine biçilecek böylece yine dinin kutsiyetine zarar verilmiş olacaklardır. Dini yasaları uygulamak için hatasız melekler gökyüzünden inip devleti yönetemeyeceklerine göre, Alimler de icraat başında eksik uygulamaları nedeniyle dine zarar vermeleri ancak laiklikle engellenebilir.

        Tayyib Erdoğan'ın diktatörlerin yıkıldığı, İslami uyanış ülkelerinde dile getirdiği Laiklik tavsiyesinin altında yatan gerekçelerden bir bölümü de özetlediğimiz şekilde. Kendisinin bunlara inanıp inanmadığı gibi bir niyet okumayı bir kenara atarak neden devlet yöneticilerinin belirlenmesinde Laik görüşün akli ve insanların menfaatine olmadığı konusunda görüşlerimi Erdoğan'a iletmek istiyorum.

        Laik dünya görüşünün, yöneticilerin kim olacağı konusundaki tercihi de akli, ilmi ve objektif olmaktan uzaktır. Bu konuda laikliği benimsemek insanın hem kendisi hem de ülkesi için asla yarar getirmeyecek ve dertlere derman olmayacaktır.

        Devleti yönetenlerin Alimler sınıfından olmaması, çok daha büyük felaketleri beraberinde getirmektedir. Yıllar yılı bunu tüm dünyada hep acı faturalar ödeyerek görmekteyiz.

        Dini sıfatı olan insanlar, dini çıkarları için kullanmazlar, dinden menfaat elde etmezler, eğer böyleleri varsa bu, dini sıfatı taşımaya mal edilemez, her meslek gurubunda o guruba uymayan insanlar mevcuttur. Doktorların arasında bu niteliği taşımayanlar var diye, öğretmenlerin arasında bu işi hakkıyla yerine getirmeyenler var diye bu meslekler aşağılanır mı, bunlar yasaklanır mı, ya da bu niteliklere sahip insanlar devlet yönetiminden mi uzaklaştırılır? Devleti yönetenler doğuştan siyasetçiler midir? Bir şehir mimarı yönetici olmaya kalksa, o hatalarıyla bu mesleği kirletiyor ve faydalarından insanları uzaklaştırıyor dendiği olmuş mudur?

        Devleti Alimlerin yönetmesi gerekir. Çünkü dinini bilip yaşayan Allah'tan en çok korkanlardır, ve kul hakkın girdiklerinde hesap verecekleri, her işlerinde yaptıklarını yazan birinin olduğunu en iyi bilenler kendileridir. Alimler hakikatte nefis terbiyesinden geçmiş ve kendilerini dünya hırsı ve çok kazanma, başkalarının hakkını yeme, kuralları kendi çıkarları doğrultusunda yorumlama, yasaları kendi ve çevresinin çıkarına olacak şekilde uygulama ve uygulatma gibi sorunları en az sergileyecek hatta hiç sergilemeyecek kişilerdir. Bu yüzden yönetime en çok gelme hakkı onlarındır.

        Oysa böyle olmayan dini kimliği olmayanlar adları ve şanları için çalışmaktadırlar. Örneğin sokaklarda asılı olan belediye ilanlarına bakın:

        Çöp vergisini zamanında ödeyip mağdur duruma düşmemeniz önemle duyurulur. ".... Belediyesi"

        ...eğlence gecesine tüm halkımız davetlidir. "İsim Soy isim"

        İki ilana bakın. Halkın hoşuna gitmeyecek ve onlara yük olan bir ilanı yazdığında "belediye" denerek insanların olumsuz duyguları belediyeye yöneltiliyor, ama onların sevgisini çekecek bir ilanda ise bu başarı belediyeye yöneltilmeyip şahsa yöneltiliyor. Sanki eğlence gecesini ilgili belediye düzenlemiyor, bu gecenin masraflarını belediye ödemiyor da belediye başkanı kendi cebinden ödüyor gibi. Bu çok büyük bir suistimal olup devletin tüm kademelerinde uygulanan bir yöntemdir.

        Alimler yönetici olduğunda böyle bir durumla karşılaşılmaz. Dini kendi çıkarlarına alet etmezler çünkü bunun ne büyük vebal olduğunu ancak alimler bilir.

        Örneğin bu gün güçler ayrılığından söz ediliyor. Ve bu laikliğin bir gereği olarak adil ve mantıki bir yönetimi hayata geçirirmiş. Yasama icra yargı güçleri ayrı olmalıymış. Bu sayede güçler ayrılır ve bir gurup diğeri üzerine hegemonya kurmaz halkın üzerinde diktatörlük kuramazmış.

        Allah'ı en iyi tanıyanlar ancak ondan korkanlardır. Ki bunlar da alimlerdir. Yöneticilerin Allah'tan korkuları yoktur demek istemiyoruz. Ancak Allah'tan en çok korkanlar başkaları üzerinde egemenlik kurmaktan kaçınır ve mutlak egemenliğin ve gücün Allah'a ait olduğunu bilirler ve kendilerine verilen yönetim ve makam gücünün geçici emanet ve kendilerini denemeye yönelik olduğunun şuurunu sürekli canlı tutarlar. Oysa alim olmayanların böyle olmadığı ve tüm makamsal güçleri kendileri için kullanmaktalar.

        Örneğin seçimde adil bir seçim olabilmesi için seçime girenlerin propaganda yapıyorlar. Her partiye propaganda masrafı ödeniyor devletçe. Ama eşit değil. Aynı partiler aynı seçime girecekler aynı derecede tanıtım yapmaları gerekiyor ama bir önceki seçimde kim ne kadar milletvekili çıkardıysa o partiye o kadar yardım yapılıyor. Bu sene iktidar partisine toplam partilerin iki katı kadar para ödendiğini duyduk. Şimdi bunların kendilerini tanıtabilme imkanları eşit midir? Bu nasıl adalettir?

        Seçim sırasında seçimi yönetmek üzere gökten herkese eşit davranan, melekler inip yürütmeyi onlar mı yapmakta, valiliği onlar mı sürdürmekte, iç işleri bakanlığını hiç bir tercihi olmayan her partiye eşit şekilde yaklaşan ruhsuz objektif bilgisayarlar mı yönetmektedir?

        Hayırsa o zaman sağlıklı bir seçim dedikleri demokrasiyi uygulayabilmek mümkün müdür? İnsanları melekler mi yönetecek, alimlerin yönetimdeki eksiklikleri dine mal edilecek denerek yönetime getirilmemelerini savunan laiklik bu meseleleri neden gizlemektedir, ya da bu açmazları çözecek bir yöntemi önermekte midir?

        Ya tamamen manayı ve Allah inancını yönetimin hem yasal düzlemi hem icra düzleminden uzak tutmayı esas alan Laiklik, hiç bir kutsal tanımadığı halde, insanların hangi kutsallarını kullanarak adil olmalarını bekleyecektir ki?

        Tüm mukaddesatım üzerine yemin ederim diye okunan metin laikliğe uygun mudur? Eğer mukaddesatı varsa dini inançları varsa o zaman bunların yönetim yasalarını belirlemesi şartı doğacağından laikliğin kendi kendini inkarı anlamına gelmez mi?

        İşte bu ve daha sayısız nedenlerden dolayı devleti yönetenlerin alimler olması gerekmektedir. Tayyib Erdoğan ve daha diğer yöneticilerin hem dünyada hem de ahirette kurtuluşlarının tek yolu budur. Yoksa her gün bir anayasa yazsalar, her gün yeni daha adil sanılan yönetici atasalar sorunlar bitmeyecek ve ülke halkı mutlu olamayacaktır.

        Yorum


          #5
          Ynt: Tayyip Tevbe Etti Mi? (Tayyip Erdoğana Açık Mektup)

          Anayasa yapımına katkı sunma adına yapılan eleştiri, teklif ve öneriler, bu hakikatlerden çok uzak görünmekte. Sivil toplumlardan derneğini kurmuş olan biraz mürekkep yalamış adamına mesai ödeyerek reklamını yapma amacıyla kalem sallatmakta, ve güya anayasaya katkı sağladıklarının reklamını yapmaktalar. Tekliflerin hiç birinde bu konuya evrensel ve objektif yaklaşım sergileyenini henüz görmedik.

          Ükede ilim adamı yok demiyoruz. Ancak bu ilim adamlarına yeterli güvenceyi vermiş ve tam özgür bir ruhla inandıklarını, anayasa teklifine yansıtmalarını sağlayacak siyasal ve sosyal yapı henüz oluşturulmamıştır. İktidar Partisinin, ABD gibi, dünyaya daha verimli sömürme düzeni için sıraya sokma programı doğrultusunda atmış olduğu adımların bir bedeli olarak sağlanan görüntüdeki ve şekildeki özgürlüklere kimse güvenmemektedir. Bunların devamlı olacağı kuşkuludur.

          Eğer anayasa yapımcıları samimilerse, usuli olarak sağlam bir metot uygulamak zorundadır. Örneğin çok teklif gelebilir. Ancak birbirinin aynısı olan tekliflerin binlerce yazarca binlerce sayfaya dökülmesi bir zenginlik değildir. Yapılacak iş açık:

          Birbirinden farklı kesimler dinlenmeli, dünya görüşü ve hayata bakışı farklı olan kesimlerin, samimi ve uygulanabilir tekliflerine açık olunmalı. Örneğin, komünizmden, liberalizmden kapitalizmden ve İslamı dünya görüşü olarak temel alanlardan değişik teklifler alınmalı ve değişik kesimlerden alınan teklifler hiç bir ama hiç bir baskı olmaksızın olanca özgür bir ortamda tartışmaya açılması şarttır.

          Böyle bir oluşumda Ehlibeyt alimleri kendilerini ifade edebilecek ve ülke için bu yazı dizimizde geçen hususları pratiğe yansıtarak mükemmel bir anayasa yapacaklardır.

          Yoksa ülke en az bir yüz yıl daha kaybedecek böylesine fırsat kaybolarak, kim bilir nice mazlumun ezilmesi, nice zalimin cebini doldurması nice insanların ahiretlerinin kararmasıyla sürüp gidecektir...

          Yorum

          YUKARI ÇIK
          Çalışıyor...
          X