Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #46
    Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

    [quote author=Cihandar link=topic=23907.msg160392#msg160392 date=1346888107]
    Abi kaynak koymadın diye şikayetci oldular böyle hüccet olmaz diyorlar..
    [/quote]


    kaynaklı kaynaksız..ama kaymaklı kesin

    Yorum


      #47
      Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

      [quote author=Adonai link=topic=23907.msg160672#msg160672 date=1347316834]

      kaynaklı kaynaksız..ama kaymaklı kesin
      [/quote]

      Adam akıllı yaz ne anlatmak istiyon.
      Haktır Allahım Muhammed mahım
      Ali'dir şahım efendim Allah eyvallah

      Yorum


        #48
        Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

        arkadaşlar kaynakları toplu olarak verdim dipnot şeklinde değil de. ben araştırma yapmıyorum. oturuyorum reddiye yazıyorum ve doğaçlama aklıma geleni paylaşıyorum. Ve çok uzun bir yazı, bir kitap hacminde reddiye oluşuyor. Eğer yazarken bu nerede geçiyordu diye kaynağını aramaya ara versem aklımdan diğerleri kaçar gider. Doğrusu ikinci kez gözden geçirirken bu kaynakları dipnot nuraması ekleyip belirtmek. Buna da vaktim yok. vakit olsa daha bu sitede paylaşılan ama reddiyesi yazılmamış yığınla yazı var. Bu yüzden reddiyede değindiğim kaynakları toplu olarak burada paylaştım. onları ilgili yerlere okur ya da bir arkadaş ekleyiverirse sorun kalmaz diye düşünüyorum...

        Yorum


          #49
          Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

          [quote author=Cihandar link=topic=23907.msg160687#msg160687 date=1347356646]
          Adam akıllı yaz ne anlatmak istiyon.
          [/quote]



          Sakin ol kardeş..muhteşem bulduğumu ifade ettim kendimce
          rahat ol benden zarar gelmez

          Yorum


            #50
            Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

            Tanımıyorum dostum seni o yüzden böyle yazınca birşey mi ima etmek istedi diye düşündüm.
            Haktır Allahım Muhammed mahım
            Ali'dir şahım efendim Allah eyvallah

            Yorum


              #51
              Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

              -3-
              HAC BAHSİ

              Şii: Allah Rasülü (s.a.v.) ehemmiyet arz eden hiçbir meselede Ebu Bekir’e görev vermemiştir. Hac mevsiminde “Berae” süresini okuması için Onu Mekke’ye göndermişti ki Ali’yi ardından yollayıp Onu azletmiştir. Buyurdu ki; “Bunu ancak benden olan birisi tebliğ edebilir.” Bu da göstermektedir ki Ebu Bekir sureyi tebliğ etmeye ehil değildir. Hüccaca emir olamayan nasıl olur da bütün bir ümmete halife olabilir.


              Hüccac hacılar demektir. Hadis eksik verilmiş: sen ya da senden birisi tebliğ edebilir şeklindedir. Ve buna neden olan da Cebrailin böyle bir emir getirmesidir. Allah bu yolla kaynağın bizzat Peygambere değil kendisine ait olduğunu vurgulamıştır. Yani Peygamber s.a.a Ebubekiri görevlendirdikten sonra onu sen ya da senden olan biri tebliğ edebilir diye vahiy getiren Cebrail olmuştur.
              Sünni: Naklettiğiniz hadiseye tarihi malumat çerçevesinde bakıldığında onu doğrulamak mümkün değildir. Çünkü Allah Rasülü (s.a.v.) Hz. Ebu Ebu Bekir’i görevden azletmiyor bilakis Hz. Ali’yi onun emrine veriyor. “Berae” süresi Hac kafilesinin Medine’den ayrılmasını muteakip nazil olduğundan dolayı Ebu Bekir sureden haberdar olamıyor. Bu yüzden Efendimiz (s.a.v.) sureyi Hz. Ali’ye veriyor. İlan etme vazifesini Hz. Ali’ye vermesi ise şunun içindir; Bir anlaşma yapılırken ya da iptal edilirken bunu ya bizzat kişinin kendisi ya da amca oğullarından birisi yapmalıydı. Arapların adeti böyleydi. Hadiseye mevcut gelenek çerçevesinde bakıldığında görülecektir ki Ebu Bekir’in azledilmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Hz. Ali’nin ilan vazifesini Ebu Bekir’in emri altında ifa etmesi Şia’nın lehine değil aleyhine bir delidir.

              Bizden delil isteyenler önce iddia sahibinden delil istemeli değiller midir? Burada tevbe suresinin, Ebubekirin hac emiri (hacı kafilesinin başı) olarak gönderilmesinden sonra indiği bu nedenle Ebubekirin bu sureden haberdar olmadığı bunun için Ali a.s.’ın Ebubekirin emrine girerek bu sureyi okuması şeklindeki bir iddia geçersiz kaynaksız mesnetsizdir. Bunun geçersiz ve yazarın kendi görüşünden uydurma olduğu hadisin kendisine bakıldığında görülecektir:
              “Bunu sen ya da senden olan biri tebliğ edebilir.”
              Sünni yazar bu hadisi kabul ettiğine göre, ona sormak gerekir. Ebubekir madem Tevbe suresinden habersiz ve Hac emiri olarak gönderildiyse o zaman neyi tebliğ edecekti? Ve ondan alınan ne idi? Hadisten anladığımıza göre Ebubekir bir şeyi tebliğ ile görevliydi! Ki rivayetlerde bunun Tevbe suresinde geçen “müşriklerin bu seneden sonra kabeye yaklaşamayacağı ve necis olduklarına dair” emirdir.
              Sünnilerde Hac emirliği konusunda iki tür rivayet var . bu rivayetlerden biri bizdeki şii rivayetlerine uygun. Peygamber s.a.a Tevbe suresi indiğinde onu tebliğ etmek üzere Mekke Müşriklerine hacca gönderir. Ancak sonra Cebrail gelince Ali a.s’ı peşinden gönderip görevi ondan alıp onun geri dönmesini söyler. Ebubekir korkar hakkımda bir ayet mi indi diye. Ali a.s yok der bunu ancak Peygamber ya da ondan biri tebliğ edebilir dendi. Ebubekir geri döner Ali a.s görevi sürdürür.
              Diğer sünni rivayetse bunlara aykırıdır. Ebubekir göreve devam eder ancak Ali a.s. onun emrine verilir ve sadece Tevbe suresini okur müşriklere. Hac emirliği Ebubekirdedir. Bu rivayeti sahih mi sünni sahih kitaplarda var mı onu da hatırlamıyorum ama bu tür kişiler bunu savunurken dile getiriyorlar. Ancak burdaki tevbe suresinin sonradan indiği ve Ebubekirin habersiz olduğu asla rivayetlerde benim gördüğüm şey değil. Eğer sünninin dediği gibi gerçek olsaydı o zaman Ali a.s’ı gönderir ve bu sureyi Ebubekire ver derdi. Nitekim bazı sünniler Ali a.s.’ın tevbe suresini okumakla görevlendirildiğini bunun da nedeninin arap geleneklerinde antlaşmaları bir kimsenin ancak akrabasından olan birinin duyurabileceği yönündeki gelenek olduğu iddiası var. Ki biz bu sitede bunun da geçersiz olduğunu açıklamıştık. Yani Peygamber iplerin kendinde olduğu bir devlette (ki o zaman Mekke fethedilmişti) müşrikleri güç yerine koyup cahiliyede var olan antlaşmaları bir insanın soyundan biri duyurabilir şeklindeki bir teamüle uymayacağını söyledik. Ve daha da önemlisi Peygamberin Ali a.s’ı tevbe suresini okumakla görevlendirmesi müşriklerle bir antlaşma değildi, onlara bir ültümatom ve uyarı yasaklama idi. Bu seneden sonra hac yapamayacaksınız şeklinde.

              MESNEDSİZ BİR İDDİA

              Şii: Peki Allah Rasülü’nün (s.a.v.) Ebu Bekir’i namaz kıldırmaktan azletmesine ne diyeceksiniz?



              Bu ustaca şiiye söyletilmiş bir yalandır. Güya şii Ebubekir namaz kıldırmaktan neden men edilmiş denerek sanki Ebubekir böyle bir iş yapıyordu ya da ona böyle bir görev verilmiş gibi belletilmek isteniyor. Ancak şiilerde böyle bir inanç da gerçekte böyle bir vakıa da yoktur. Ebubekir Peygamber s.a.a’ın vefatı sırasında Curf denen mevkide daha 18 yaşında çocuk sayılacak Usame b. Zeyd’in emri altında idi. Eğer onun emri dışına çıkarsa Peygamberin lanetine girecek bir konumdaydı. Böyle birinin Üsamenin de aralarında bulunduğu bir topluluğa namaz kıldırmakla görevlendirilmesi Peygamberin çelişkisi olurdu ki O Hazret bundan münezzehtir. Yukarıda açıklandığı gibi namaz kıldırma olayı ya Aişe’nin emriyle olmuş bir istisnai ve illegal olaydır ya da gerçekte vuku bulmamış sadece annemiz Aişe’nin rivayetlerinde yer etmiş hayali bir vakıadır. Ki Emevi ve Abbasilerce Ehlibeyte karşı kullanılma amacıyla korunmuş ve aktarılmıştır. Ve hatta bu mahfillerce uydurulup Aişe’ye isnad edilme ihtimali bile göz ardı edilmemelidir.
              Sünni: Bu en hafif ifade ile yalandır, uydurmadır, Hz. Rasülullah’a (s.a.v.) iftiradır. Bu husustaki sahih rivayetler iddialarınızın meşrep taassubuyla söylendiğini teyit etmektedir. Hz. Ali’nin amcaoğlu Abdullah b. Abbas diyor ki; “Allah Rasülü (s.a.v.) iki kişinin arkasında namaz kılmıştır. Biri Ebu Bekir diğeri ise Abdurrahman b. Avf’tır.” Enes b. Malik rivayet ediyor: “Allah Rasülü’nün (s.a.v.) vefat ettiği hastalığı esnasında Ebu Bekir ashaba imamlık etmekteydi. Pazartesi günü onlarla namaz safındaydı. Allah Rasülü (s.a.v.) hücre-i saadetin perdesini kaldırdı, ayakta bize bakıyordu. Sanki yüzü mushaf sahifesiydi. Sonra tebessüm etti. Onu o halde görünce biz neredeyse sevincimizden uçacaktık. Hadiseye tanıklık eden Ebu Bekir namaz kıldırmaktan kendini geri aldı. Zannetti ki Allah Rasülü (s.a.v.) namaza çıkacak. Efendimiz (s.a.v.), “namazınızı tamamlayın” diye işaret etti ve perdeyi indirdi. O gün de vefat etti.”[47] İşte Fahri Kainat Efendimiz’in (s.a.v.) dünyadaki son anları… Mübarek bakışlarıyla mihrabındaki halifesi Ebu Bekir’in (r.a.) imametini tasdik ediyor. Fazla söze ne hacet.
              Bu rivayetlerle ilgili detaylı reddiyemizi paylaştığımız alıntıda dikkatlerinize sunduğumuzdan daha fazla vakit kaybını gereksiz görüyoruz. Ancak hatırlatmalıyız ki, Abdurrahman b. Avf da Ali a.s’a karşı Emevilerin yanında yer almış biridir. Diğer raviler de. Ve yine bu rivayetin ayrıntılarında Peygamberin namazı bozulmadan onlara işaret etmesi, onlardan Peygambere bakarken namazımız bozuldu deyip ayrılanların hiç olmaması rivayetin uydurulurken ayrıntıların unutuldup senaryonun tamamlanmadığını göstermektedir.

              Yorum


                #52
                Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                -4- A)


                KIRTAS HADİSESİ
                Şii: Allah Rasülü (s.a.v.) son hastalığında ağrısı şiddetlenince; “Yazı ile alakalı edevatı getirin, size öyle bir belge yaz(dır)ayım ki benden sonra sapıklığa düşmeyiniz.” buyurmuştu. Fakat Hz. Ömer; Hz. Rasülüllah’ın (s.a.v.) hastalığı arttı, yanımızda Allah’ın kitabı var o bize yeter.” diyerek buna engel oldu.[48]


                Hz. Ömer bu tavrıyla Rasülullah’ın (s.a.v.) ilahi emri tebliğ etmesine karşı çıkmıştır. Gayesi ise Hz. Ali’nin halife olarak atanmasına mani olmaktır.

                şiinin tam olarak maksadını açıklamasına fırsat tanınmıyor. Peygamberin her söylediği vahiy iken ve birine ölüm geldiğnde onun vasiyet etmesini, diğerlerinin bunu dinleyip vasiyeti değiştirmeden aynen uygulanmasını emrederken bunlardan söz edilmemesi hayali şiinin eksikliğidir. Ayrıca burada itiraf etmemiz gereken bir şey ise rivayeti aktarırken “yaz(dır)ayım” diye tam olarak kitaptaki haline sadakat gösterilmesidir. Hadisin arapçasında Peygamber s.a.a. “yazayım” diyor; ancak bu deyiş okuma yazma bilmeyen şeklinde sünni inanca zıt düştüğünden sünni mütercimler arapçadaki bu ibareyi türkçeye çevirirken: “yazdırayım” diye parantez içinde ek yeri de göstermek suretiyle veriyorlar. Yani hadisin arapçasında yazayım diyor bu da Peygamberin okuma yazmasının olduğunu ispatlıyor. Sünnilerse Peygamberin okuma yazmasını bilmediğini iddia ediyorlar üstelik kitaplarında bu aksine deliller olsa da. Bunu da parantez içnde belirtelim.
                Sünni: Faraziyeler üzerine akide inşa ediyorsunuz. Söyledikleriniz ilmi esaslardan uzaktır. Nereden biliyorsunuz Efendimiz’in (s.a.v.) Hz. Ali’yi halife olarak atayacağını. Ahmed b. Hanbel Müsned’inde Allah Rasülü’nün (s.a.v.) “Yazı yazacak edevatı getiriniz.”[49] mealindeki emrinin Hz Ali’ye (r.a.) yönelik olduğunu bildirmektedir. Zaten müşarün ileyh’in hilafete getirilmesini muhtevi bir belgenin kendisi tarafından kaleme alınması inandırıcılığını zedeler. Çünkü kişinin kendi görev kağıdını telif etmesi töhmete yol açar. Hz. Ali ile alakalı durum bu noktada iken Allah Rasülü (s.a.v.) bizzat Aişe’ye Hz. Ebu Bekir’in hilafetine dair belge yazdırmak istediğini beyan etmiştir. Bu da göstermektedir ki; Efendimiz (s.a.v.) tarafından halife tayini söz konusu olacak idiyse bu listenin başında Ebu Bekir’in adı olacaktı. Çünkü Allah Rasülü (s.a.v.) hastalığının başında Onun adını telaffüz etmişti.[50]

                Şiilerin inançlarını faraziyeler üzerine kurmasına gerek olmayacak kadar kesin net inançları vardır. Çünkü şia Ehlibeyti izlemekte, Ehlibeytse masum olduğundan dinin noktasına virgülüne dokunmadan ne varsa Peygamber s.a.a. vasıtasıyla Allah’tan nakilde bulunmaktadır. Bu sayede şiiler Allah’a tam bağlı bulunmakta ve vahdet içinde yaşamaktadır. Zamanlarının zalim zorbalarına karşı olmalarına rağmen hiçbir sultanın hiçbir para ve güç odağının onca hilesine rağmen parçalayamamış bu şia toplumunun yekvücut bulunuşu bu gerçeğin pratik görünüm olarak bir ispatıdır.
                Bu Peygamberin s.a.a. vefatı öncesinde Ali a.s.’ı vasi olarak yazdıracağı ilmi ve tarihi gerçeklere, Kur’an ve Peygamberin s.a.a hadisleriyle fiillerine tam uygundur. Peygamber s.a.a. daha önce defalarca halifesi İmamı ve vasisinin Ali a.s. olduğunu duyurmuştu. Artık O hazret ölüm yatağında ümmetin başka başına gelecekleri ve yerine birini bıraktığını kesin kayda geçirmesi dışında hangi düşüncesi olabilir? Yazma işinin Ali a.s.’a bildirmesi O hazretin Ebubekir ve Ömer gibi orada bulunanlara güvenmediğinin bir işaretidir. Bir diğeri ise Ali a.s’ı katiplik görevine her işte olduğu gibi vasiyette de layık görmekle ayrı bir seçimini işaretidir. Üçüncüsü ona bu yolla bir üstünlük atfetmiş bulunmaktaydı. 4.’sü O Ehlibeytti Ömer dışarıdandı, ev halkı varken dışarıdaki birinden yazı malzemesi istemek uygund üşmezdi. 5. Olaraksa sünni yazarın dediği güven bunalımı iddiası doğru değildir. Çünkü Peygamber s.a.a Ali a.s.’ı seçti diye hangi sahabe güvensizlik yaşayacaktı? Üstelik bu konuda kendi vasiyeti tam adil şahitler yazsın diye, vasiyeti değiştirmeyin diye ayetler varken, ve Peygamerin s.a.a yetiştirdiği sahabe nesli varken!

                " Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı. Her kim işittikten sonra vasiyeti değiştirirse, günahı ancak onu değiştirenlerin boynunadır. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. Bakara Vasiyet edenin hataya meyletmesinden ve günaha girmesinden korkan bir kimse, (tarafların) aralarını düzeltirse ona hiçbir günah yoktur. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.180-183

                Töhmet ancak münafıklar içindir ki burada Ebubekir ve Ömer gibi sünnilerce büyükler varken bunların söz hakkı zaten olmaması gerekirdi. Diğer yandan Aişe rivayetinde Ebubekirin vasi bırakılmasına dair bir yazı yazdıracağı sahih muteber kitaplarda rastlanan bir rivayet değildir. Sünni yazarın burada Hem Ali a.s’ın halife olarak atandığının Ali a.s.’a yazdırılması töhmete neden olacağından böyle bir şey olmamıştır şeklinde fikir yürütmesine karşın, hemen sonra, Ebubekirin bırakılacağına dair bir yazının Aişeye yazdırılmak istendiğini nakletmesi baba kız ilişkisine rağmen töhmete yol açmaması ilginçtir. Zaten sünni inkarcıların tavrı hep budur: Ali veya Ehlibeyte ait sağlam deliller sudan gerekçelerle reddedilir ancak daha sudan gerekçelerle uydurma rivayetler sırf Ebubekir ve Ömer için var diye sahih olarak sunulur!


                Hz. Ömer’in malum tavrının arka planında müslümanların yapmaktan aciz kalacakları emirlerin kayda geçirilme korkusu vardı. Beyhagi’ye göre Hz. Ömer’in maksadı son hastalığında Allah Rasülü’nün (s.a.v.) rahat bırakılmasıydı. Eğer Efendimiz’in (s.a.v.) isteği, murat ettiği meselenin yazılmasından yana olsaydı, sahabenin ihtilafından dolayı bunu terk etmez, ısrarcı olurdu. Fakat öyle yapmadı. Bir anlamda hadise İlahi takdire havale edildi.

                Fikir yürütmenin bittiği yerin ispatıdır bu satırlar! Ve insan Peygambere asi olan birini savunmaktan haya etmezse imanı tehlikede olduğunun bilenebileceği bir andır bu an.
                Ben bu olayı öğrencilerime anlatıyorum ancak Ömer ismini vermeden. Ve herkes Peygambere s.a.a olan bu hakaret ve engelleme nedeniyle vasiyeti engelleyene hakaretler yağdırıyor, bu kişinin Peygamberin s.a.a. yanına nasıl girdiğine şaşırıyor.
                Yukarıda ayette gördük. Eğer vasiyet edenin adaletinden şüpheye düşülürse arayı düzeltmekte yani vasiyet edenle, lehte ve aleyhte vasiyet eden üç mahal arasında düzeltmeye gitme konusunda sorun yok deniyor. Yani Ömer burada Peygamberin adaletsiz vasiyetinden kuşku duyacak olsa o zaman burada ıslah yönüne gitmeliydi. Önce bir vasiyeti dinlemeli ardından bunun dinin temel naslarına aykırı ve ölüm nedeniyle akılsızca(!) yapılmış bir gaflet sözü diye belirtmeliydi! Ne gezer! Oysa burada vasiyette bulunan sünnilere göre de vahiy ve dini konularda asla şeytan vesvesesine yenilmeyen Allah tarafından koruna biridir. Nerede ki yanılsın! Peygamber s.a.a. vahyin kontrolünde her dediği vahiy olan biri olarak nasıl yanılsın. Ölüm esnasında insanların yanılıp yanılmayacağını Allah bilmiyor muydu ki ya da yanlı biliyordu mu ki bu ayetleri indirdi.
                Peygamberimizin amacı Ali a.s’ın halife ve vasi olarak atandığına dair önceden söylediklerinin son kez yinelenmesi ve bunun inkar edilemeyecek derecede güçlü bir huccet niteliğine tüm çağlara taşınmasını sağlamak idi. Ve bu da oldu. Peygamberimiz s.a.a. zekiydi ve vahyin kontrolünde idi. Ömerin karakterini de vasiyeti engelleme cehaletinde bulunacağını elbette biliyordu. Ve buna rağmen kağıt kalem getirin dedi. Getirmediler Ömerin skantala imza atmasını planlıyordu ki bu sayede bu olay çağların geçmesiyle unutulmayacak derecede büyük skandala dönüşsün. Eğer Ömer akıllılık yapsaydı susar bunun yazılmasını ister sonra halife olunca da nice delilleri yok etmeye çalıştığı gibi bunu da yok ederdi. Ancak öyle olmadı. Olay onun Peygambere karşı çıkmasıyla her müslüman vicdanı sarstı ve skandal boyutuna ulaştı. Ki bu sayede çağlar boyu her vicdan sahibi Peygamber inananının belleğine kazındı. Ki böylece silinmeyen bir delil oldu Ali a.s’ın vasi olduğuna dair.
                Gerekçeye bakın! “Bir anlamda hadise İlahi takdire havale edildi.”


                bu ne sakat bir değerlendirme ve mantıktır. Şöyle ki:
                1-Allah’ın peygamberi yanlış yapıyor, bunu Ehlibeyt ve ilmin başı dediği Ali değil Ömer tespit ediyor!
                2-Allah’ın kontrolündeki vahy getiricisi ve öğreticisi Peygamber susturulmak suretiyle konu Allah’a havale ediliyor!
                3-Allah’ın, hükümleri Peygamber yoluyla insanlara iletme şeklindeki ilahi seçim ve bilgi akış yolu O yüce hikmetli ve her şeyin kontrol eden Rabbin (haşa) ufak bir dikkatsizliği nedeniyle Ömerden dönen yanlış sayesinde bildirim dönüyor. Ömerin engellmesiyle yanlış değiştiriliyor ve Allah’a geri çevriliyor: bir daha bak iyi düşün, elçin yanlış yaptı artık biz bunu kabul etmiyoruz sen doğrusunu yarat!
                4-Sonrasında ilahi takdir(!) Yezid gibi ve kıyamete kadar nice kralları başa taşıyor! Allah halife atamadığına kıyamete kadar bu işi insanlara bıraktığına göre Allah’a havale edilen ilahi takdir bu şekilde tahakkuk ediyor.
                5-Allah diğer insanlara ilettiği miras ve vasiyet ayetlerini bir daha düşünmeli (!)çünkü Peygamber bile yanlıış yaptığına göre bu ayetlere her zaman itiraz mümkündür ve bunlar uygulanması zor ayetlerdir hatta önüne gelen kendi kafasına göre bu vasiyetleri engellemekle ilahi takdire havaleyle davranmalıdır!

                Görüldüğü gibi sünninin düşünmeden yazdığı bir cümleden neler çıkıyor ve bu cümle nerelere varıyor!

                Yorum


                  #53
                  Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                  -4- B)
                  Sahabe Allah Rasulü’nün (s.a.v.) kesin bir şekilde görüş beyan etmediği hususlarda Onunla istişare eder bazen de farklı görüş izhar ederdi. Nitekim akli meseleler ve ictihadi hükümlerde ashabın Allah Rasülü (s.a.v.) ile fikir teatisinde bulunmasını Kur’an da desteklemiştir.Allah Teala; “(Umuma ait) işlerde onlara danış.”[51] buyurmaktadır.

                  Ayette deniyor ashabla istişare et. Bu emir Peygamber s.a.a.’e, oysa sünni yazar, istişare eden Sahabe diyerek nesneyi özne konumuna getiriyor, özneyi nesne konumuna. Fark ne? Şu, eğer istişareyi yapan Sahabe ise sahabe kontrolü elinde tutar, eğer Peygamber yaparsa o kontrolün sahibidir. Burda kontrol sahabeye verilmiş ve bazen onların Peygamber farklı görüş sunduğunu söylüyor. İşin kötü tarafı bu farklı görüş bildirme yöntemine Kur’an’ın emri diye yaklaşılmış olması. İşlerde onlarla danış ayeti Peygambere s.a.a özel bir hüküm ve belli olay için inmiştir. Her konuşması vahiy olan (necm 3-4) insanların en zeki ve en arınmışı, beşeri ilişkilerde kirlilikten hiç etkilenmemiş birisinin tutup da ashaptan bir şeyler öğrenmesi sanırım en tutarsız bir zandır. Peygamber s.a.a. bir çok konuda gayba muttali kılınmışken, nasıl sınırlı bilgisi olan ashabtan bir şey öğrenecek ki? Bu ayetteki onlara danış konusunun iki nedeni vardır. Şii alimlerimiz bu iki nedeni şöyle belirtmişlerdir:

                  1-Peygamber s.a.a. ashapla istişare ederek, nasıl bir yönetim olması gerektiğini valilerine ve sonraki yöneticilerine öğretmiş oluyor. Ne dediysek olacaktır diyen krallar gibi bir tasallutun halkı kul köle sayan bir anlayışın İslam’da olmayacağını, kayıtsız şartsız teslimiyetin sadece vahiyle masumlara olacağını öğretmek.

                  2-İstişare ettiği olaya özel getiriler elde etmek. Örneğin Bedir Savaşı öncesinde Peygamberimiz s.a.a ashabla istişare etti. Çünkü ashab savaş diye çıkmamıştı Medine’den. Allah resulü s.a.a onlara ya kervan ya ordu diye vaadde bulumuş ancak kervan büyük ihtimal idi. Ebu Süfyan komutasındaki müşrik Mekke kervanı 40 kişilik bir korumaya karşın çok büyük bir ganimet içeriyordu. Müslümanlar bunun hayaliyle yola çıktılar. Kolay lokma bol kazanç. Ancak Ebu Süfyan kervanı kurtarıp da 1000 kişilik bir ordu hazırlayınca bu kez ashab ortada kala kaldı. İşte bu şok ve hayal kırıklığının bozduğu moralle eğer bir savaşa girseler kesin yenilirlerdi. Çünkü mukavemet güçleri kaybolmuştu. İşte bu noktada Peygamber s.a.a onları konuşturdu görüşlerini aldı, duygularını boşaltmalarını sağladı. Peygamberin kafasında savaş düşüncesi zaten vardı. Eğer O hazretin istişareden kastı Ashabdan doğru görüşü öğrenmek olsaydı, istişareye ön yargıyla gitmesi doğru olmazdı. Çünkü istişareye ön yargıyla gitmenin haram olduğunu bizzat sünni alimler beyan etmişlerdir. Peygamber s.a.a kafasındaki savaş kararına ashabı da taşımak istiyordu. Bu yüzden onlardan bu kararı duyuncaya kadar onları dinledi. Ebubekir’e sordu, O dedi karar senindir ancak bana sorarsan gidelim savaşmayalım daha güçlü bir ordu hazırlayalım öyle savaşalım. Peygamber s.a.a ondan yüz çevirdi. Sonra Ömer’e sordu, ondan da benzer cevabı alınca ondan da yüz çevirdi, ve Mikdat bin Esved’e sordu. Mikdat Peygamber’e emret ölelim sadece yaşamak için sana iman etmiş değiliz gibisinden tam teslimiyetçi bir cevap verince Peygamberin s.a.a yüzü parıldadı ve ona hayır dua etti. Böylece ashab o olumsuz ve karamsar düşünceyi attı üzerinden savaşa hazır hale geldiler. Mikdatın konuşmasıyla coştular Allah’ın ve Resulünün kendileriyle olduğunu iyice tüm hücrelerinde hissettiler. Bu ruh haliyle girdikleri savaşı kazandılar.

                  Uhud savaşında da Peygamber’e s.a.a özellikle gençlerden oluşan bir topluluğun O hazretin görüşüne muhalif görüş bildirdiğini ve üstelik bunda ısrar ettiğini görüyoruz. Ancak Peygamber s.a.a onlara bizzat bir Masumun sözünün üstüne söz söylemek ne oluyormuş diye bedelini yaşatarak öğretmek istedi. Uhud savaşında yenilgilerinin nedenlerinden biri de Peygambere itaat etmemeleriydi.

                  Peygamber s.a.a masumdur. O her konuşması vahiy olan birisi olarak asla ictihad etmemiştir. Ki ashab O hazretin vahiy olmayan konuşmalarında ona itiraz hakkı olsun hatta Kur’an bunu emretsin! Bu görüş düpedüz Kur’an’da çelişki demektir. Çünkü Kur’an Necm Suresi 3-4. Ayetlerde O Hazret’in her konuşmasının vahiy olduğunu beyan buyuruyor. Böyleyken nasıl olur da bu vahiy ürünü konuşmalara itiraz ve farklı görüş çıkmasını istesin! Dahası Peygamber s.a.a’in söylediğine kayıtsız şartsız teslimiyeti de emreden yine Allahtır buna dair Kur’an’da çok sayıda ayet vardır. Resul size neyi verdiyse onu alın, sizden neyi nehyetmişse ondan kaçının, onlardan biri Seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükme tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmaz! Ayetleri bunlardan sadece ikisidir. Değil farklı görüş bildirmek, tam anlamıyla gönülden beğenip teslim olmadığın sürece iman etmiş olmuyorsun! Peygamberi sıradan insan gibi görüvermek ne mümkün!

                  Buna göre ashabın ictihadi meseleleri reddetme ve değiştirme yetkisi vardır. Zira bir işin istişare ile tasavvur edilmesi değiştirmeye musait olduğunu gösterir. Bu çerçevede Allah Rasülü (s.a.v.) bir çok hususta ashabı ile istişare etmiştir. Bedir esirleriyle alakalı meselede istişare edilmiş, Hz. Ömer genel kanaate muhalif fikir beyan etmiştir. Çoğunluk fidye almaktan yana iken Hz. Ömer “katl”den yana tavır almıştır.

                  dair hiçbir hüküm yoktur. Yani Peygambere hiçbir ayet yoktur ki, ashabın iyi görüşlerini öğren de onlara itaat et o görüşleri uygula şeklinde! Tersine Peygamberin s.a.a sözünü bastıracak şekilde sesi yükseltmek sıradan birini çağırır gibi onu çağırmamak gibi hükümler de vardır.

                  Bedir Savaşı esirlerine muamele konusunda Ehlisünnetin tam tamına iflas ettiğini görüyoruz. Bir masuma (s.a.a) ancak bu kadar iftira atılır. Bu rivayetler tam bir Emevi uydurmasıdır. Çünkü Peygambere s.a.a garazı olmayan bir müslümanın böylesi korkunç bir fikre kapılması mümkün değildir. Defalarca anlattığımız konuyu bu vesileyle bir kez daha anlatalım. Ancak buna girmeden önce itiraf etmeliyim ki ben de bir ilahiyat mezunu eğitimci olarak yıllar yılı bu yalanı rivayet ederek Ehlibeyt mektebinin tertemiz Peygamber inancından habersiz yaşamışım. Rabbim beni bu mektebe layık gördüğü için ne kadar şükretem azdır. Çünkü sünnilerin Bedir Savaşı esirleri hakkında aktardıkları rivayet insanı küfre bile düşürebilir. Şöyle ki:
                  Sünni rivayetlere göre Bedir Savaşı sonundaki konuları rivayet şöyledir:

                  Peygamber s.a.a bedir savaşı sonunda ashabıyla esirlere nasıl muamele etme konusunda istişare eder. Önce Ebubekire sorar: O der bunlar bir cahillik yaptılar bunları affedelim. Her biri on kişiye okuma yazma öğretsin bilmeyenler de o kadar ücret ödesin serbest kalsın. Ömere sorar, o da biz bunlara esir düşseydik bunlar bizi keserlerdi biz de bunları öldürelim. Peygamber (s.a.a) de Ebubekirin görüşünü tercih eder ve esirleri fidye karşılığı serbest bırakırlar. Aradan üç gün geçer Ömer mescide girdiğinde görür ki Peygamber s.a.a ile Ebubekir başbaş oturmuşlar ağlıyorlar. Ömer sorar niye ağlıyorsunuz? Cevap yok. Ömer der Eğer ağlayacak şey varsa ben de ağlayayım anlatın, yok eğer ağlamaya değer görmezsem sırf siz ağlıyorsunuz diye ben de size katılayım ağlayayım der. Bunun üzerine Peygamber (s.a.a) nazil olan ayetleri okur:

                  Yeryüzünde ağır basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esirleri bulunması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah (sizin için) ahireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir. Allah tarafından önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden ötürü size mutlaka büyük bir azap dokunurdu. Artık elde ettiğiniz ganimetten helâl ve temiz olarak yeyin. Ve Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah bağışlayan, merhamet edendir.” Enfal 67-69

                  Yani Bedir’de tamam düşman yenildi ama, tüm Mekke fethedilmedi, müşrikler tamamen ümitsiz bırakılmadı. Nitekim o müşriklerle iki kez daha büyük savaş oldu. Tamamen düşmanı saldıramaz duruma getirmedikçe esirler alması ve sonra o esirleri para karşılığında serbest bırakmak hiçbir peygambere yakışmaz diyor. Peygambere hitaben siz dünyayı istiyorsunuz Allahsa dini ve ahireti istiyor diyor!. İşte sünni anlayışa göre bu böyle. Daha türkçesi ise Allah, Peygamberini görevlendiriyor insanların en iyisini seçip de örnek olması için dinini tebliğ ve hakim kılmaya gönderiyor. Ancak o bu görevi ve seçilmişliği unutup dünyaya dalanlarla beraber dünya malına düşkünleşip dini unutuyor! Bu Peygambere atılmış en büyük iftira değil de nedir? Ve yine Allah sanki iyi bir tercih yapamamış diye ona da iftira değil midir? Ya da dinini Peygamberin bile uygulayamayacağı kadar zor, dünyayı Peygamberi bile cezbedecek kadar çekici akıl çeldirici kılmış demek değil midir! Böyle din olur mu, böyle Peygamber inancı olur mu! Ve bunu gerçekte fark eden Ömer b. Hattap, o dünyaya dalmıyor ve müşrikleri kesmeyi tercih ediyor fidyeye tamah etmeyerek ayetler onu haklı çıkarıyor!

                  Biz bu rivayetleri, yıllar yılı savaş meydanında yenemedikleri Haşimilerden intikam alma peşinde olan Emevilerin, intikamlarını O seçkin soyun başındaki Peygamber s.a.a’i küçülterek bu uydurma nüzul sebepleri düzerek alanların oluşturduğuna inanıyoruz. Olayın aslı tertemiz Ehlibeyt mektebinde nasıl bakalım! Ehlibeyt mektebi dinin noktasına virgülüne dokunmadan olduğu gibi aktarmıştır, korumuştur, bu sayede karşımızda vicdana, tarihe Kur’an’a akla tam uygun bir din konmaktadır diyoruz. Olayın aslı şudur:

                  Bedir savaşına daha başlamadan önce Peygamber s.a.a Peygamberlerin bir sünnetinden söz eder. Peygamberler onca tebliğe rağmen inanmayan ve inatlarından savaştan başka seçenek bırakmayan gasıp müşriklerle savaştıklarında onların dünya sınavlarının bittiğini ve bu yüzden hiç esir almadıklarını anlatır. Der sahabiye esir almayın vurduğunuzu düşürün. İmam Ali a.s. bu yüzden tek başına 37 kişiyi öldürmüştür. O savaşta zaten toplam 70 müşrik öldürülmüştü.

                  Ancak ganimet peşinde olan sahabiler öldürdüklerinde ellerine bir şey geçmeyeceği için köle edinme amacıyla esir alırlar Peygambere ilk itaatsizliği sergilerler. Savaş biter Peygamber esirleri mecburen askerler arasında dağıtır. Çünkü tek başına devletin üzerine yük edemez. Ve ikinci bir emre kadar bunları sakın salmayın der. Ancak ashab fidye karşılıığı bu esirleri bırakır ve güya Peygambere de gelerek neden bunları doyurmakla uğraşıyorsun ki paraya çevir bırak gitsin bunlar derler. Yukarıdaki ayetler bunun üzerine o sahabeyi kınamak için iner ve der ki:

                  Hiçbir peygamberin geleneğinde (sünnetinde) esirleri fidye karşılığında serbest bırakmak yoktur! Bu peygamberlere bırakmaz. Siz (Peygambere itaat etmeyen sahabiler) dünya malını istiyorsunuz Allah’sa dinini!.. Ayetlerdeki: eğer daha önceden Allah’ın bir vaadi geçmiş olmayaydı aldığınız fidye karşılığında size büyük bir azap dokunurdu bölümü Ehlibeyt mektebinin bu konudaki rivayetinin kesin doğru olduğunu ispatlamaktadır. Çünkü burada söz edilenin Peygamber olması imkansızdır. Sünniler kendileriyle çelişme adına bile olsa bu konuda Emevi uydurması intikam hırsı kokan rivayeti kabul etmekteler. Şöyle ki:

                  Sünnilere göre Peygamberler ufak ayak sürçmesi yaşarlar. Büyük günah işlemezler. Ve bu zelleye örneklerden biri de burasıdır! Peygamber esirlere muamele konusunda yanılmış ve ayetle uyarılmıştır.

                  Oysa sünnilerin zelle ufak sürçme dediği olay ayette hiç de öyle değil! Tersine çok büyük bir günah. Öyle ki azabı gerektiriyor. Ancak Allah daha önce din sizin elinizle hakim olacak şeklinde bir söz veriyor ki bu sözün hatırına azap dokunmuyor ve sahabe nesli yok edilmiyor! Şimdi büyük bir azabı gerektiren bir fiil işlenmiş ama Allah affetmiş! Bu olaya zelle ufak sürçme denebilir mi? Nitekim biz bir çok büyük günah biliriz ama dünyada büyük bir azabı getirmez! Allah onu erteler. Burdaki ise dini bırakıp dünya malına düşmek ve azabı hak etmek şeklinde büyük bir günah vardır ki bunu zelle diye nitelemek mümkün değildir.

                  Oysa Ehlibeyt mektebinde her sözü vahiy olan Peygamber inancı tertemizdir ve Kur’an’a akla tarihi gerçeklere tam uygundur. Elhamdulillah.

                  Neticede ayet Hz. Ömer’in görüşüne muvafık olarak nazil olmuştur. Allah Rasülü (s.a.v.); “Eğer bu hadiseden dolayı azap inecek olsaydı Ömer ve Sa’d b. Muaz’dan başka kurtulan olmazdı” buyurmuştur.[52]

                  Olayı böylece açıklığa kavuşturduktan sonra kim sünninin bu uydurma rivayetinin devamına itibar eder! Zaten bu şekilde uydurmalarla Peygamber s.a.a’in seviyesi düşürülüyor sahabenin özellikle üç halifenin seviyesi de yüceltiliyor böylece sünni anlayış bu uydurmalarla makul din haline geliveriyor!

                  Azaptan Ömer’den başka kurtulan olmazmış! Emevi uydurmasına da bak! Yani Peygamber s.a.a kendini de dahil ediyor. Çünkü kendi de yanılan tarafta! E sormak lazım uydurukçulara! Tarihte hiç dini unutup dünyaya daldığı için uyarmak zorunda olduğu kavmiyle birlikte batan bir Peygamber tanıyorlar mı! Buna yuh denir ancak başka değil!

                  Yorum


                    #54
                    Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                    -4- C)


                    Abdullah b. Übeyy’in cenaze namazının kılınıp-kılınmaması, Hudeybiye’de Kureyşlilerle yapılan sulh üzerine akdedilen konuşmalar, ashapla Efendimiz (s.a.v.) arasındaki fikir alış verişinin en canlı örneklerindendir.

                    Münafığın namazının kılınması konusunda güya Peygamberin s.a.a vahiyden gafil kalıp Ömer’in demesiyle uyanması Peygambere (s.a.a) atılan Emevi uydurmasından başka bir şey değildir. Onlar bu fitnelerle bir taşla birkaç kuş vurma hedefi gütmüşlerdi ve istedikleri de oldu. Yazarın Hudeybiye’yi bile isişareye örnek olarak vermesi doğrusu çok garip ve zorlamadan öte geçmemektedir. Çünkü Hudeyibeye eğer istişareye örnekse tersine böyle istişare olmaz demeye gitmek lazım. Nitekim Ömer de böyle yapıyor ve Peygamberi suçlayıp hesaba çekici nitelikte bağırıp çağrıyor:

                    Ey Muhammed sen peygamber değil misin! (haşa)
                    Evet Peygamberim!
                    Peki Peygamberler yalan söyler mi? (Yalan söylüyorsun ama peygamberler yalan söylemez sen peygamber değilsin! Demek istiyor)
                    Söylemez!
                    Peki neden kabeyi tavaf edemiyor geri dönüyoruz? Sen tavaf edeceğimizi söylemedin mi!
                    Söyledim ama bu sene yapacağız diye tarih verdim mi!”

                    Ömer bunun üzerine yine hızını alamıyor, O vahiy kaynağına teslim olacağına şüphesini gidiyor Ebubekirle paylaşıyor aynı soruları ona soruyor! Sonraları Ömer: ben hudeybiye gününde olduğu kadar hiçbir zaman Muhammed’in (s.a.a) peygamberliğinden şüpheye düşmedim!”

                    Yani başka zamanlarda da Peygamberimizin peygamberliğinden şüpheye düşmüş ama bu şüpheler Hudeybiye günü kadar güçlü şüpheler değilmiş! Yani Ömer hudeybiye’de “Bu Muhammed bizi düpedüz peygamberim diye kandırıyor!” demiş anlaşılan!
                    Hudeyibeye Sahabenin Peygambere nasıl isyan ettiğinin, nasıl o vahiy kaynağına değil kıt akıl ve heyecanlarına uyduklarının bir belgesidir. Peygamber onların hiç birine taviz vermedi vahiyden aldığı barış antlaşmasını imzalamaktan ve uygulamaktan bir an ne geri durdu en tereddüt etti! İstişare etseydi onlara azıcık kulak verirdi! Oysa onca isyana rağmen O hazret onların dediklerinin tersini yaptı!

                    Hz. Ömer’in “Efendimiz’in (s.a.v.) hastalığı arttı, yanımızda Allah’ın kitabı var, o bize yeter.” şeklindeki ifadesi istişarenin bir parçasıdır. Allah Rasülü (s.a.v.) kağıdı tekrar istemeyerek, Hz. Ömer’in ictihat ederek istişareye yaptığı katkıyı tasvip etmiştir.


                    İlginç! Peygamber s.a.a zar zor konuşuyor, gücünü toparlıyor ve diyor ölüm ağrıları arasında: “bana kağıt kalem getirin size benden sonra yolunuzu şaşırmayacağınız vasiyetimi yazayım” diyor, ve ne zaman öleceğini bilmeyen Ömer, ya bi an önce ölürse söylemek istediğini yazmaya fırsat olmaz, hemen hiç vakit kaybetmemeliyiz deyip hemen kağıt kalem getirmede biriyle yarışacağına diyor sen unuttun mu Kur’an var aramızda! Sayıklama! Evet bazı rivayetlerde “bu adam sayıklıyor” ifadesi var! Sünni kaynaklarda, şii kaynakları demiyoruz! Bu konuya yukarda değindiğimizden daha fazla uzatmayacağız. Ancak istişare yapan Resul nasıl sonra onları kovuyor, istişareye katılan Ömer, hayır ya Rasulüllah anam babam sana feda olsun şöyle olsa daha iyi olur demez mi! Peygamber madem istişare yapıyor, neden ömerin dediğine kızıp onları huzurundan kovuyor! Demezler mi bu ne biçim istişare bu ne biçim ictihat! Kağıdı tekrar istemeyerek istişareye yaptığı katkısını tasvip etmiş! Kovduktan sonra mı tasvip ediyor! Umarız sünni yazarın bu tuhaf saptırma tevili başına gelir ölüm yatağında çok önemsediği hayati konuyu vasiyet etmek istediğinde menfaati gideceğini hisseden biri çıkar bu adam sayıklıyor susturun şunu! Der! İşte o zaman anlaşılır O hazretin ölüm yatağında bile ne hallere düşürüldüğü! O hazretin ümmete dair kaygılarının ne denli yerinde olduğu görüldü orada! Yani tevilin önü yok! Dilin de kemiği! Peygamber huzurdan kovuyor, Ayet Peygamberin sözünü bastıracak şekilde sesinizi yükseltmeyin diyor, Ömer onun son vasiyetinde yazdırmak istediğini engelliyor, ama bu ichitad oluyor ve istişare oluyor! Dilin kemiği yok, eğer Ömer eline kılıcı alıp Peygamberin kafasını uçursaydı buna da ictihad derdi dil! Engel olan ne ki! Muaviyeyle Ali a.s.’ın savaşına ictihad demediler mi! Peygamber s.a.a ben Hasandanım O da benden dediği halde İmamı şehid ettiren kim! Muaviye! Fatıma s.a Peygamber s.a.a’ten bir parça değil mi ona yapılan Peygambere yapılmış saymadı mı Resul! …



                    Sahabenin bu nevi bir bakışa sahip olmasında Allah Rasülü’nün (s.a.v.) teşvik ve onayı vardır.

                    Bu nasıl teşvik ve onaydır ki, Peygamber s.a.a. bu istişare(!)lerden sonra kızmış ve sahabenin de başına hep musibetler gelmiş! Uhud yenilgisi, Huneyn yenilgisi gibi! Eğer istişare buysa kavga nasıl olacaktır? O hazret istişareye alıştırıyormuş ümmeti! O zaman her kavga bir istişare olarak öğreniyoruz !


                    Sahabe dini ve dünyevi bütün meselelerini vahiyle çözmekteydi. Vahyin tamamlanmasını müteakip zuhur edecek problemleri fasl edebilmeleri için istişarede meleke kesbetmeleri gerekliydi. Efendimiz (s.a.v.) sahabeye istişare imkanı vererek bir anlamda onları kendinden sonraki hayata hazırlıyordu, kabiliyeti olanları yetiştiriyordu.


                    Sahabe sanki Peygamber s.a.a’ten ayrı vahiy kaynağına mı sahipti! Vahyi aldığı kaynak zaten Resuldü ama ona karşı istişare ediyor aykırı görüş bildirerek Peygamberin de üstüne çıkıyor! Yani Peygambere demiş oluyor ki: Her ne kadar vahiy seninle gelse de sen getirsen de sen bunu anlayamamışsın bak vahiy şunu emrediyor ya da unutmuşsun bak şu ayette şöyle var, öyle değil böyle yap! Bu kadar Peygamber düşmanlığına ne gerek vardı ki!

                    Peygamber s.a.a’in kendinden sonra Kur’an ve Ehlibeytini sapıtmamamız için bıraktığı emanet olarak kabul etmeyenlerin böyle sapıtmaktan başka ne yolları kalır! Sahabeyi eğitecek, sahabe vahiyle meselelerini çözmeye alışacak! Sonra da 30 yıl geçmeden birbirlerinin boyunlarını vuracaklar! Aynı peygamber sahabenin nasıl kendinden sonra irtidat edeceğini bidatlar üreteceğini, gersin geri döneceklerini de söyleyecek!.


                    Yapılan istişareler neticesinde Allah Rasülü (s.a.v.) bir görüşü benimsediyse bu tasvip yoluyla sünnete dönüşmüştür.

                    O halde Ömerin ölen kimsenin vasiyetini engellemesi sünnet! Bu sünneti! Sünni yazarın vasileri ona uygularlar umarız! Ancak bizden böyle bidatlar ve isyanlar uzak olsun!


                    Kırtas hadisesinde Hz. Ömer Allah Rasülü’nün (s.a.v.) rahat bırakılması gerektiğini, dinin kemal bulduğunu, yirmi üç yılda söylenmesi gereken her şeyin söylendiğini,[53] şimdi ise Hz. Peygamber’i Cenab-ı Hakk ile baş başa bırakmanın elzem olduğunu söylemekteydi.

                    Ama kime söyleniyor? Sanki biri gelmiş nefes almada zorlanan Peygamberin (s.a.a) ölüm acısını hiçe sayıp, menfaati için kişisel çıkarına yarayacak bir vasiyet yapması için boynuna sarılmış! Da Ömer onun elinden O hazreti kurtarıyor! Bu kadar çarpıtmada sahi şii nerede ne iş yapıyor! Fatihin tarihi yerlerini gezmeye mi gitti acaba ki hiç itiraz etmiyor bu mantık tutulması karşısında! Peygamberi s.a.a rahatsız eden zaten Ömer! Talep Peygamber s.a.a’ten geliyor!O hazret Allah’ın koruması altında dini konularda (sünnilere göre) asla hata yapmasına müsaade edilmez! Ve yolunuzu sapıtmamanız vasiyetim dediğine göre bu dini konuların en önemlileri! Peygamber s.a.a bilmiyor mu 23 yılda her şeyi söylediğini! Söyledi de Ömer neden onu susturuyor! Allah ile başbaşa bırakmak? Yani laiklik mi var! Yani yolu şaşırmamamızı sağlayacak vasiyet dünya işleri oluyor Peygamberin Allah ile başbaşa kalması gerekiyor! Peygamberin yaptığı her amel onun Allah ile başbaşa olmasının nedeni süreci ve sonucu değil midir! O hazret ne zaman Allah ile başbaşalıktan uzak kaldı ki! Din kemal buldu, ayetlerde her şey vardı da neden halife ömer hükmetme makamına geçti! Herkes tamam dini uygulasın olsun bitsin! Neden sünniler kütübü sitte adında 6 hadis kitabı ihdas ettiler madem Kur’an yetiyordu! Eğer o Kur’an’ın açıklaması gerekiyor ve kütübü sitte bunlara yarıyorduysa o zaman sayıkladığı(!) iddia edilen bir Peygamber mi Kur’an’ı açıklayacak da o hadislerle 6 kitap oluşturulacak! Buradan daha tonla çelişki çıkar ama biz hepsine gerek görmüyoruz!

                    Yorum


                      #55
                      Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                      Yönetimi eleştirdiğim zaman kötü oluyoruz. ama görüyorsunuz ki yukarıdaki yazılarda bir sürü yazım yanlışı var. Bunlar okumayı hakkatten sıkıntıya sokuyor. Bunları yazdığım zaman düzeltme imkanım olmuyor. çünkü vakit çok kısıtlı. Düzeltme imkanım olsa da bu yanlışları düzeltsem olmaz mı! Yani dünyanın neresinde görülmüş bir ilmi yazıda yazı bir sürü fedakarlıkla yazılsın. sonra bir kaç yazım yanlışı düzeltilmek istensin de düzeltilemesin.

                      eğer şu nitelikte bir yazı avrupada ya da ilmi dergilerde yer alsın adamlar buna edebiyatçı tutarlar da kendileri düzeltirler bize bile bırakmazlar yazım yanlışlarını.. vakit olmadığından yazamayacağım, ama sırf mektebi kaygılardan dolayı gece uykudan fedakarlık yapıyorum burada bir şeyler yazmaya çalışıyorum... Ama sıkıntı içinde sıkıntı yaşatıyorlar bize...

                      Yorum


                        #56
                        Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                        [quote author=Qom u aşk link=topic=23907.msg161862#msg161862 date=1348490662]
                        Yönetimi eleştirdiğim zaman kötü oluyoruz. ama görüyorsunuz ki yukarıdaki yazılarda bir sürü yazım yanlışı var. Bunlar okumayı hakkatten sıkıntıya sokuyor. Bunları yazdığım zaman düzeltme imkanım olmuyor. çünkü vakit çok kısıtlı. Düzeltme imkanım olsa da bu yanlışları düzeltsem olmaz mı! Yani dünyanın neresinde görülmüş bir ilmi yazıda yazı bir sürü fedakarlıkla yazılsın. sonra bir kaç yazım yanlışı düzeltilmek istensin de düzeltilemesin.

                        eğer şu nitelikte bir yazı avrupada ya da ilmi dergilerde yer alsın adamlar buna edebiyatçı tutarlar da kendileri düzeltirler bize bile bırakmazlar yazım yanlışlarını.. vakit olmadığından yazamayacağım, ama sırf mektebi kaygılardan dolayı gece uykudan fedakarlık yapıyorum burada bir şeyler yazmaya çalışıyorum... Ama sıkıntı içinde sıkıntı yaşatıyorlar bize...
                        [/quote]


                        Nerdeyse kaynak niteliğindeki cevaplarınız ve fedakarca çalışmalarınız için Allah sizi mükafatlandırsın kardeşim

                        Yorum


                          #57
                          Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                          Allah razı olsun kardeşim. Rabbim bizi Ehlibeytten göz açıp kapama kadar bile olsa ayrı tutmasın... Velayet.com okurları kendilerini de burayı da küçümsemelerine gerek yok. Burada kitap niteliğinde cevaplar veriliyor, kitaplardan paylaşımlar yapılıyor. Bu yazılar kitap olarak basılsa yıllarca insanlığı aydınlatacak, kafalarda tereddütleri giderecektir bi iznillah... piyasayı görüyorsunuz. Sünni ya da diğer dünyada kitap diye ilim diye dolaşan bilgileri görüyorsunuz kendi içlerinde ne kadar çelişkili ne kadar tutarsız, hakikatler tarihi rivayetlerle ne kadar zıt! ama o yazıların şakşakçıları çoktur, yazarlarını övdükçe överler yücelttikçe yüceltirler bir sürü reklam yaparlar sonra karşınıza bu çelişkilerin yazarları iftiraların ve yalanların mimarları koca bir alim olarak çıkıverir! biz de burada binbir zahmetle fedakarlıklarla yazdığımız yazılarımızdaki ifade bozuklukları ve yazım yanlışlarını düzeltmek için bile imkan istesek yönetimce verilmez. bize bizim insanımız problem çıkardıkça işte sonuç böyle olur...

                          Yorum


                            #58
                            Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                            -4- D)
                            Onu, “bize Allah’ın kitabı yeter” dedirten düşüncenin arka planında işte bu hakikatler vardır. Ayrıca Allah Rasülü’nün (s.a.v.) “kağıt getirin” emri “vücup” değil “ibaha” ifade eder. Yani kağıt getirme işlemi huzurda bulunan ashabın ihtiyarına terk edilmiştir. Eğer emir “vucup” ifade etseydi hadiseden sonra dört gün daha yaşayan Hz. Peygamber (s.a.v.) talebini yinelerdi.
                            Her işin arka planında bir hakikat arayanlar aradıklarını bulurlar. Bu mantıkla kafileri bile temize çıkarmak için bahane arayanlar, aradıklarını bulacaklardır. Çünkü hiçbir şey tam olarak (%yüz) kötü olmaz. Kötünün içinde de onun vahşetini azaltan gerekçeler bulunur. Budistleri puta tapmaya sevk eden aslında tarihi şartlar bile bulunabilir. Hinduların ineğe tapmalarını da… Eğer biz Peygamber’in emrini vücup (zorunluluk) ifade etmez, ibaha (serbestlik) ifade eder dersek biz Peygamberi tanımamış oluruz. Peygamber s.a.a için ayet: O size neyi vermişse onu alın, sizden neyi sakındırmışsa ondan kaçının” demiyor mu? Diyor! O halde bu Peygamberin s.a.a. bize her emrinin vücub ifade ettiğini göstermez mi? Peygamberin tavsiyeleri elbette vardır. İnsanlara ibaha anlamındaki tavsiylerini o Hazret, nafile adı altında serbest bıraktığını, bunu yaparsan daha iyi olur, sen bilirsin, şeklinde söylediğini görüyoruz. Serbestlik ifade edebilmesi için Peygamberin s.a.a: size öyle bir şey yazdırayım ki benden sonra yolunuzu asla şaşırmazsınız” sözünü mü söylemesi gerekiyordu. Bu söz, eğer bu tavsiyeye uymazsanız şaşırırsınız ya da bu ihtimal vardır anlamına gelmez mi? Eğer gelmezse (haşa) gerçekten de Peygamber ne dediğini bilmeyecek kadar kafayı sıyırmış (haşa) olması gerekirdi! Hem size öyle bir şey yazdırayım ki diye konunun önemini vurgulayacak hem de söylediği, ister getirin ister getirmeyin şeklinde bir serbestlik olacak! Bu sünni beyefendinin kutsadığı Muaviye, diğer krallar yada Osmanlı padişahlarından biri böyle diyecek ve sonra da çevresindekiler cesaret edip de bu adam sayıklıyor diyecekler öyle mi! Adamın hemen orada defterini dürerlerdi. Ama yine de bu adamlar bu Peygamberin s.a.a ibaha dediği sözüne uymamayı serbest gördükleri , diğer yanda padişahın aynı şartlarda emrine itaat etmediği için idam ettirdiği olaya rağmen padişahı kutsayabiliyorlar!
                            Peygamber s.a.a’in o olaydan sonra 3 gün daha yaşamasına rağmen bu emri tekrarlamaması da bu emrinin ibaha emrettiği anlamına gelmez! Çünkü Peygamber s.a.a’in amacı zaten vasiyetini yazdırmak değildi. O vasiyetinde kendinden sonra Ali a.s’a itaatin şat olduğu bir imam olduğunu ilan ettirecekti. Bu hakikati daha önce defalarca kez zaten söylemiş tüm ümmete duyurmuştu Resul s.a.a. Bu yüzden gerek görmedi. Ve dahası daha önce bunu yazı ile kayda almadığını kim biliyor? Buna rağmen Peygamber s.a.a, bu çok önemli vasiyet olayını yazıdan daha garanti hiç insanlık belleğinden silinmeyecek şekilde kazınan bir nakil seviyesine çıkarmak istiyordu. Öyle önemli bir olaydı ki, yazıdan daha garanti şekilde korunacak şekle sokmalıydı. Bunu da yaptı. O Hazret, cahil Ömer’in kendi emrine çıkarları gereği isyan edeceğini biliyordu. Böylece olayı skandal boyutuna taşıdı O Hazret (s.a.a). öyle skandal ki çağlar boyu insanlığın hafızasından silinmeyecek, hiçbir yazıyla kayda alınmasa bile dilden dile dolaşabilecek bir skandal! Büyük skandal haline gelen olaylar beşer hafızasından asla silinmez! Yazı olsa O hazret kendinden sonra başa geçecekleri bildiği için bu Ali a.s.’ın imametini yok edebileceklerini biliyordu! Bu yüzden yazıya güvenmedi. Ancak skandal olunca bu kaybolma ihtimali ortadan kalkıyordu. Düşmanların ve en güçlü münafıkların bile bunu silmeleri imkansızdı. Nitekim öyle oldu bu skandal olay silinmeden günümüze taşındı ve kıyamete kadar da taşınacak!


                            [/color]Nitekim O (s.a.v.) kendisine karşı yapılan muhalefeti dikkate alarak hiçbir vazifeyi terk etmedi. Bu noktada aksi bir kanaate sahip olmak Allah Rasülü’nün (s.a.v.) tebliğ vazifesini ifa etmediği anlamına gelir ki bu da Kur’an’ın şu ayetini inkar olur: “Rasüle düşen (vazife) ancak tebliğdir.”[54][/color]
                            Evet doğru O hazret üzerine düşen her görevi eksiksiz yerine getirdi. Hem de yukarıda dediğimiz gibi, muhaliflerinin asla hesaplayamayacakları mükemmel şekilde. Bakın bu Peygamber düşmanı Emevilerin hiç istemedikleri ve gizledikleri olay Ömer taraftarlarının asla hoşlanmayacakları ve bir şekilde tevil edebilmek (kıvırmak) için zorlanıp ezilip büküldükleri ama kendi vicdanlarını bile inandıramadıkları bir kabus! Gibi çöküyor gözlerinin önüne. Peygamber öylesine mükemmel tebliğ etti.

                            [/color]Şii: Ortada bir talep bir de Hz. Ömer’in onu reddedişi var. Hâdise bu kadar basitken Ömer’den yana konuşmak için derin izahlara girişmek sadece kelam israfı olur.[/color]
                            Bir şii Ömer’e Hz. Diyecek öyle mi! Bu da şiinin hayali bir karakter ve gerçekte bir sünni olduğunu hatırlatmamız için yeni bir bahane.

                            [/color]Sünni: Hz. Ömer’in kağıdın getirilmesine engel olması red ya da inkar değildir. Beklemeden yana tavır almıştır. Gayesi ise Efendimiz’in (s.a.v.) meramını anlayabilmektir. Yani eğer Fahri Kainat Efendimiz (s.a.v.) kağıdı ısrarla isterse, emir vahiydir ve kağıt getirilmelidir. Aksi takdirde bu bir ictihattır bunun için de Allah Rasülü’nün (s.a.v.) başını ağrıtmak doğru olmaz. Çünkü ictihad Allah Rasülü’nün (s.a.v.) hayatında ve hatta huzurunda caiz olduğuna göre O’nun irtihalinden sonra da evleviyetle caiz olur. Efendimiz’in (s.a.v.) kağıt talebinde ısrar etmemesi/vazgeçmesi göstermektedir ki; bu ictihadi bir meseledir.[/color]
                            Peygamberin s.a.a sözü ictihad olmaz, onun sözünün üstüne söz söylenmez, sözü onun sözünü bastıracak şekilde söylemek daha yasaktır.
                            [/color][/color][color=rgb(31, 73, 125)]Ey iman edenler! Seslerinizi, Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın, yoksa siz farkına varmadan işledikleriniz boşa gider.[/color]Hucurat 2[/color]
                            Bu ayet daha önce Peygamber s.a.a huzurunda tartışarak seslerini yükselten Ebubekir ve Ömer hakkında nazil olmuştur. Burada sesini yükseltmemekten, Peygamber sesini bastırmamaktan söz ediyor. Bunu şiddetle yasaklıyor. Yani Peygamberi s.a.a bastıracak onun sözünü dinlenmez uygulanmaz şekilde bastıracak olursanız tüm amelleriniz boşa gider, önceki tüm iyilikleriniz silinir de haberiniz olmaz! Diyor. Ömer’in buna rağmen sonradan vasiyeti engellemesi amellerinin silinmesine neden olmuştur. Nerede kaldı ki onun fazileti olabilsin! Peygamber s.a.a’in her söylediği vahiyken, onun huzurunda ictihad yetkisi olur mu! Hani sünniler, ictihadı Allah ve Resulünün belirlemediği hakkında hüküm vermediği konularda, onların verdiği hükümlere dayanarak yeni hüküm çıkarmak diye tanımlamıyorlar mıydı! Hani burada Peygamberin sesini bastıracak onun buyruğu ve hükmün bastırıp ortadan kaldıracak şekilde ictihadı tanımlıyorlar? Buna çelişkiden başka ne denir?
                            Eğer Peygamberin s.a.a bu şekilde emirleri ictihadla ortadan kaldırılabilir denirse, geriye kaldırılamayacak hiçbir hükmü kalmaz. Çünkü ölüm esnasında vasiyetin dinlenip değiştirilmeden uygulanması hakkında normal mü’minler için bile ayet vardır. Nerede her konuştuğu vahiy olup (sünnilerin de kabul ettiğine göre) vahiy ve dini konularda yanılmayan bir Peygamberin emrini engellemek caiz olsun!

                            [/color]
                            Talebi anlamak için durup beklemek -şer’an- yadırganmamıştır. Zira Melekler bile Hz. Adem’in hilafeti söz konusu olunca anlama ve bilgi sahibi olma kabilinden Melik-i Allâm’a (c.c.) şöyle bir arzda bulunmuşlardır: “Bizler seni hamd ile tesbih ve takdis ederken yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun?”[55]

                            Bu iki olay karşılaştırılamaz nitelikte birbirinden uzaktır. Çünkü Peygamber s.a.a emrediyor önemli bir olay. Kişi ölümüne yakın önemsiz bir olayla meşgul olmaz. Hem de ağrıları kendini meşgul ederken. Üstelik bu ümmetine karşı sorumluluk sahibi olmasından dolayı ümmetine zorluk çekmemeleri içn şefkati sebebiyle neredeyse kendini helak edece kadar ince düşünen bir Peygamberse.. Üstelik bu vasiyeti dinleyip adaletle yazmak ve korumanın farz olduğunu bildiren bir ayetle de hükme bağlanmışsa… Allah’ın meleklere bir emri yok ki bu benzetilen konuşmada! Allah toprak su getirin de size bir halife mi yaratayım diyor ki! Bu olayla Peygamber s.a.ain kağıt kalem getirmelerini emretme olayı birbirine benzesin! Allah zaten görüşlerin almak ve onların insan türünün var olmasına tepkilerini almak için onlarla konuşuyor. Bir başka neden ise Peygamberin derecesi ve Allah katında meleklere oranla derecesini insana da meleklere de gösterme amaçlı bir konuşmadır bu diyalog. Eğer bu iki olay birbirine benzetilirse o zaman Peygamber s.a.a’in haşa bunadığının bir delillendirilmesi olur! Ki bunu dile getirmekten Allah’a sığınırız!

                            [/color]Yine istifsar yani hadiseyi öğrenme babından Zekeriyya (a.s.) kendisine Yahya (a.s.) müjdelendiğinde; “Bana ihtiyarlık gelip çattığına, üstelik eşimde kısır olduğuna göre benim nasıl oğlum olabilir?”[56] diye sormuştur. Hz. Meryem de aynı şekilde; “Bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de olmadığım halde benim nasıl çocuğum olabilir?”[57]diye teennide bulunarak durumunu tefsir etmeye çalışmıştır.[58][/color]
                            Bu her iki olay da beşer türünün olağanüstü olaylar karşısında şaşkınlığını ifade eden tepkilerdir. Bu tepkiler şaşkınlıktır. Bir emrin yerine gelmesini engellemek gibi bir vahim sonuçla neticelenmiş girişimler değildir! Zekeriyya a.s.’a ya da Meryem s.a’ya bir emir mi veriliyor? Bu olaylar ile vasiyetin engellenmesi arasında benzerlik yoktur! Çünkü vasiyet olayında emir varken buralarda emir yok!
                            [/color]Görüldüğü gibi metafizik boyutu olan her hangi bir hadise hakkında kesin ve tam malumat sahibi olabilmek için durup bekleyen, sözün muradını “istifsar” etmeye çalışan sadece Hz. Ömer değil, Kur’an-ı Hakim’in ifadesiyle grupta melekler, peygamber ve peygamber annesi de var. Bu durumda –haşa- onlara da mı küfür isnadında bulunacaksınız?! Ayetlerde bahsi geçen anlama ameliyesi ne kadar içten ve samimi ise Hz. Ömer’in ki de aynı içtenlik ve samimiyettedir.
                            Onların hiç biri bir emre karşı gelmiyorlar, buralarda emir verme ve ilahi iradeyi engelleme diye ne bir durum vardır ne bir emir vardır! Beğenmeme de yok buralardaki tepkilerde sadece şaşırma var. Hz. Meryem s.a’nın tepkisi olayla nasıl baş edeceğine verilen ilahi hükmü ve yükümlülüğü nasıl kaldıracağının yolunu sorma olayıdır. Yoksa ilahi iradeye karşı gelme olayı değildir!
                            Ömerin sözünün hangi kelimesinden anlama amaçlı bir niyet seziyorsunuz! Hiç! Anlama ameliyesinde olan bir tercih olaydı o zaman şöyle demesi muhtemeldi: “Susun bakalım, Allah Resulü ne diyor, ağrılarından dolayı sayıklıyor mu yoksa bir vahiyle mi konuşuyor? Siz yine de her ihtimale karşılık gidin kağıt kalemi getirin de söylesin bakim, eğer sayıklamaysa zaten belli olur! (haşa, bu muhtemel sözler de şia değil sünni akidesine göre söylenebilecek sözlerdir yoksa şiaya göre Peygamberin hata yapması mümkün değildir o yaşamının hiçbir anından hataya sayıklamaya açık değildir!)
                            [/color]Şii: Kur’an’ı Hakim Allah Rasülü’nün (s.a.v.) söze dair tasarrufunu beyan ederken; “O, kötü arzularına göre konuşmaz. O(nun konuşması, kendisine) vahyedilenden başkası değildir.”[59] buyurmaktadır. Bu ayete göre Hz. Ömer vahyi engellemiş oluyor. Onu engellemek de Kur’ani ifade ile küfürdür: “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir.”[60][/color]Şiiler özellikle tebliğ için gittikleri bir mekanda tekfir sözcüğü kullanmalar. Tekfir geleneği daha çok vahhabilerde adettir. Şii biri tebliğe gittiyse oradakilere huccet tamamlanmadı diye inanır. Huccet tamamlanmadan da kimse kafir olmaz. Huccetin tamamlanmadığı kimselerse mustazaf olup tekfir edilmezler! Burada Ömer’in tekfir edilmesinin, sünnilere delilleri sunmayı engelleyeceği ve huccetin tamamlanmasına engel olacağı basit bilgisi olan bir şii için bile çok açıktır! Bu nedenle bu sözler kesinlikle bir şiiden çıkmamıştır. Biz şiiler kendi sözlerimizi biliriz, bu sözler bize ait değil!

                            [/color]Sünni: Küfürle itham ettiğiniz kişi Allah Rasülü (s.a.v.) ile birlikte olabilme devletine erişenlerin en büyüklerindendir.
                            Bir insana fazilet kazandıran O’nun Allah resulüyle birlikte oluşu değildir, kendi inanç ve amelleriyle kazandığı makamdır. Biz bu dönemde yaşamayı kendimiz seçmedik. Sahabi de dönemde dünyaya gelmeyi seçmedi. Bizim de onların da seçmediğimiz bir şey sebebiyle üstün ya da aşağı olmamız Allah’ın adaletiyle bağdaşır mı?
                            [/color]Allah Rasülü (s.a.v.) Onun için buyuruyor ki; “Eğer benden sonra Peygamber gelseydi muhakkak ki O Hattap oğlu Ömer olurdu.”
                            Biz bu sözün Allah Resulüne s.a.a ait olmadığından emin olduğumuz gibi Ömer için inen kınama ayetlerin anlamlarından eminiz! Peygamberin Peygamberliğinden şüphe ettiğini ifade eden Hudeybiye’deki Ömerin sözlerinden eminiz! “Sen Peygamber değil misin!” İmam Cevad a.s, yukarıdaki ve benzeri uydurma sözler için buyruyor:
                            [/color]“ben Ebubekir ve Ömer’in faziletlerini (şayet varsa) inkar etmiyorum. Ama bu sözleri uyduranlar bilmiyorlar mı ki, Peygamber, Allah’ın peygamberi seçme kriterlerini en iyi bilen kimsedir. Allah Peygamberlerini hiç günaha bulaşmamışlardan seçer, oysa biz biliyoruz ki bu kimsenin (Ömer) hayatının yarıdan çoğu putperestlikle geçmiştir.” (hadisi yaklaşık anlamla aktardım)
                            [/color]
                            Bu sözün sünniler açısından da uydurma olduğu gün gibi açıktır. Eğer gerçekten Peygamber böyle bir söz söylemiş olsa Ömer Ebubekirden üstün olmuş olur ve Ebubekir bu durumda Ömerin önüne geçemezdi! Ya da Ebubekiri Ömerden daha faziletli bilen sünnilere göre bu sözü Peygamber’in Ebubekir için söylemesi gerekirdi!
                            [/color]O Ömer, İslam’ı yüceltmek ve Hazreti Rasülullah’a (s.a.v.) yardım etmek için gece gündüz demeden malını infak etmiştir. O’nun (s.a.v.) sevgisi uğruna yurdunu terk etmiştir. Cibril’in gelişine, vahyin inişine, mucizelerin oluşuna tanık olmuştur.
                            Bu sözlerin doğruluğu için güçlü delillere ihtiyaç vardır ki bu mevcut değildir. Eğer öyle olsaydı Peygamberin hadisleri onların haksızlığını Ehlibeytin önde olmasını söyleyen hadislerle dolu olmasaydı hadisleri Ebubekir ve Ömer yazdırır ve toplarlardı. Sünni hadisler 3 halife lehine, Peygamber ve Ehlibeyt aleyhine uydurmaların ayyuka çıkması için 250 yıl geçecek kadar beklenmezdi!
                            [/color]Allah Teala’nın rızasına ulaşan 1400 civarındaki Hudeybiye cemaati içinde O da vardır: “Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, müminlerden razı olmuştur.” ayetinin ifade ettiği mana gereği Allah Teala’nın rızasına nail olan Ömer’e küfür isnadında bulunmak ne çürük bir idraktir. Şunu da unutmamak gerekir ki Efendimiz (s.a.v.); “Semre ağacı altında biat edenlerden hiçbirisi cehenneme girmeyecek”[61] buyurmaktadır. Ömer Hudeybiye’de biat edenlerin ilklerindendir. Sonra O, dünyada iken cennetle müjdelenen on büyük sahabiden birisidir. Bu hadis “manevi tevatür” derecesindedir.[/color]
                            Bu konuda bir vesileyle yazılan cevabı paylaşalım:

                            Yorum


                              #59
                              Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI


                              Konu Hakkında Daha Önce Bir İtirazcıya Yazmış Olduğumuz Cevabın Aynısını Alıntılayalım:

                              ben De O Ayetle İlgili Açıklamaya Dayanarak Az Önce Onu Arapçasıyla Beraber Verdim
                              ve Ordaki Delile İstinad Ettim Siz Bu Tabatabainin Yorumu Onu Bağlar Dedeniz. Oysa Bu Onun Yorumu Değil Benim Hiç Ondan Okumadığım Halde Kendi Çıkardığım Yorum. Çünkü Ayet Çok Açık Arapça Bilenler İçin
                              fetih Suresindeki Ayeti Diyorum

                              iz (...dığı Zaman) Kelimesi Var

                              sahabenin Faziletinin Sürekli Olduğunu İddia Edenler Bu Kelimeye Hiç Mana Vermiyor Ve Bunu Hiç Hesaba Katmıyorlar. Tamam RadiyALLAHü (ALLAH Razı Oldu) Ama Ne Zaman Kimden Hiç Sormuyorlar Ayete.. Çünkü Bunu Sorarlarsa Sistemleri Çökecek..

                              ayette Oysa Açık Delil Var Sınır Ve Kayıt Var: İz Yubayiuneke Tahteş Şecere... Ağacın Altında Biat Ettikleri Zaman O Mü'minlerden Razı Oldu.. Yani Hepsinden De Değil. 2500 Kişi Biat Etti. Ama Hepsinden De Razı Olmadı Sadece Mü'minlerden, Yani Kalplerinden Gerçekten Bu Olayı Hazmetmiş (kanının Son Damlasına Kadar Savaşmayı Azmederek Elini Peygambere S.a.a Uzatmış) Olan Mü'minlerden Ve Bir De Sadece O An Razı Oldu.. Çünkü O Davranış Razı Olacak Davranıştı..

                              çünkü Bu 2500 Kadar İnsanın Arasında Açık Münafık Olanlar Da Vardı Ve Onlar Da Biat Etti. ALLAH Onları Ayırmak İçin O Mü'minlerden Razı Oldu Kaydını Da Koymuştur. Yani Biat Edenlerden Razı Oldu Demiyor. Mü'minlerden O Anda Razı Oldu...

                              bu Olayın Bedir Savaşıyla Da Alakası Yok. Bu Razı Olma Makamı (fazileti) Hudeybiye İle İlgili...

                              yoksa Bedirde Fazileti Diyorsan Seninkiler Değil Fazilet Orda Azaptan Yırtmışlar.. Ama Sadece O Zamanlık...

                              yani Ehli Sünnetin İçine Mutezile Giriyor Mu Ya Da Bu Ayeti Yığınla Bizim Gibi Ayetteki Açık Karine (iz Ve Mu'minine Kelimeleri) Olduğundan Tefsir Eden Daha Doğrusu Hevasına Göre Tevil Etmeyenler?

                              bu Konuda Araştırma İstatistik Yaptınz Mı..

                              ehli Sünneti De Tanıyoruz. Onların Da Brlik Olmadığını Bu Sitede Öğrenmeyen Kalmadı.. Biz Tüm Delillerimizi Sizin İsabet Ettiğini Sandığınız Sünnilerden De Getiriyoruz..

                              yoksa Size Sayı İle Hakkın Tespit Edilemeyeceğini Mi Söylemem Lazım. Tartışma Seviye Kaybediyor Neden Bunu Dediniz Ki..

                              şaşırdım Doğrusu...
                              ehlibeytin_izinde:
                              İtirazcı Dedi Ki:

                              sana Biat Ediyorlarken ..kısmı Sana Göre Kayıtmıdır
                              oysa Ben Şöyle Düşünüyorum :
                              ALLAH Razı Oldu..peki Bu Razı Olma Eylemi Ne Zaman Gerçekleşti ?
                              _ Sana Biat Ederlerken...
                              yani , İşin Ne Zaman Vuku Bulduğunu Yazıyor Orada...yoksa Sadece Biat Ettiklerinde Razı Oldu ..ilerikisi İçin Değil Gibi Bir Manayı Anlamıyorum Ben...

                              buyur Devam Et.."


                              cevabım:



                              burda Sana Biat Ederlerken Deyişi Bir Kayıttır Çünkü Bu Bir Fiildir. Şayet Ve Rızanın Bu Fiille Sınırlı Olduğun Faillerini Tümden Kapsamadığını Gösterir. Çünkü Sizin Dediğiniz Gibi Failerin Tüm Zaman Ve Fiilerini İfade Etseydi O Zaman Bu Kişilerin Masum Olması Hiç Hata Yapmaması Gerekirdi. Düşünün Sonradan Birisi Günah İşledi O Zaman ALLAH Bunun Bu Fiilinden De Razı Oldu Anlamı Çıkar.. Dikkat Edin (biz Bundan ALLAH'a Sığınırız)

                              diğer Yandan Bir Şart Daha O Zaman Kelime Yübayiune Diye Muzari Değil Mübayiin Diye İsmi Fail Kalıbında Olması Gerekirdi. Sadece O Durumunda Fiil Değil Fail Rıza Kapsamına Girmiş Olurdu... Oysa Burda Fiille Beraber Fail Olan Mü'minlerden Kelimesi De Kullanılmış Bu İkisi Şu Anlama Geliyor: Biat Ediyorken Mü'minlerden Razı Oldu... Hem Fail Hem Fiil Sınırlaması Var:

                              1- Mü'min Olmayan Münafıklar Son Kanına Kadar Savaşsalar Bile Onlar İstisna
                              2- Mü'min Olanların Bu Niyetleri (kanının Son Damlasına Kadar Savaşmak) Dışındaki Fiilleri İstisna...



                              itirazcı:

                              "aslında Bu Noktada Haklılık Payın Var...
                              yani ALLAHın , Hudeybiyede Biat Edenlerin O Anki Fiillerinden Razı Olduğunu Anladığımız Kesin... Devamı İtibariylede Bu Olaydan Sonra O Rızayı Sürdürmesi Önemli O Kişinin...
                              hakkını Teslim Ediyorum Bu Konuda... "




                              cevabım:

                              ALLAH Razı Olsun Hakikati Kabul Ettiğiniz İçin Devam Edelim O Halde.. Nasıl Oluyor Da Sünniler Bu Ayetteki Açık İfadeye Rağmen (sizin De Yukarıda Sadece Tabatabainin Yorumu Diye Küçümsediğiniz Haliyle) Tüm Zamanlara Tüm Fiillere Tüm Sahabeye Bunu Şamil Ediyorlar?

                              oysa Hakkıyla İncelendiğinde Görülecektir Ki Şianın Tüm İnançları Böyle Açık Ve Haktır.. Biz Bu Yüzden Bu Delillerle Şii Olduk Elhamdülillah...


                              tartışmanın Başka Boyutu Olan Soru Ve Cevabı Şöyle İdi:

                              itirazcı:
                              "ashabı Bedir Meselesine Ve Orda Hz Ömere R.a....
                              gelin Mantık Yürütelim ...
                              mesela Hatip Bin Ebi Belteanın Casusluk Ederken Yakalanmasını Ve Kafasının Kesilmesi Teklifini ( Hz Ömer Yapıyor Bu Teklifi)
                              rasulun S.a.a. '' Ashabı Bedirdendir , ...ALLAH Onları Ne Yaprlarsa Yapsınlar Affettim...'' Hadisini (buhari) Bilirsin...
                              bu Hadise İtirazın Varmı Ustam"



                              cevabımız:


                              olmadı İşte Şimdi..

                              bunun Cevabını Yukarıda Verdik Ya.?:

                              "çünkü Sizin Dediğiniz Gibi Failerin Tüm Zaman Ve Fiilerini İfade Etseydi O Zaman Bu Kişilerin Masum Olması Hiç Hata Yapmaması Gerekirdi. Düşünün Sonradan Birisi Günah İşledi O Zaman ALLAH Bunun Bu Fiilinden De Razı Oldu Anlamı Çıkar.. Dikkat Edin (biz Bundan ALLAH'a Sığınırız)"

                              konuyu Çok Dağıtmayalım İçinden Çıkamayı. Yukarıda Geldiğimiz Sonucun Bir Kazancı Getirisi Olmayacak Mı? Ömer Bu Rıza Makamının Neresinde? Biat Ediyorken Mü'minler Kapsamında Mı Yoksa Bunların Dışında Mı?


                              itirazcı:
                              "buharinin Bu Hadisini Kabul Ediyormusunuz Etmiyormusunuz ?"


                              cevabımız:
                              bu Hadis İlgili Konuda Çok Daha Sağlam Olan Naslara Aykırıdır.


                              tartışmanın İleriki Boyutu:
                              itirazcı:
                              "yok Yok ALLAHın İzniyle Bu Kaziye Sağlam Yani..merak Yapma..
                              evet O Bir Soruydu (zamanında) Ama Naturel Olmayan Seleksiyonlar Sorumu Pes Paye Bir Hale Tebdil Etmiş Anlaşılan..
                              diyorum Ki :
                              o Hadiste Hz Ömeri Destekleyen Bir Durumda Yok..neden Uydurma Deyip Geçiyorsunuz (hadis Usulüne Girmeksizin...)
                              hani Uydurma Dediklerinizde Ömeri .r. Öven Hadisleri Görüyoruz ...ama Burada Övgü De Yok..
                              neden Reddediyorsunuz ?
                              yoksa Hadis Usulunuz Gereğimi Bu, Mantıklı Bile Olsa İsna Aşeriyenin Dışındakilerin Nakillerine Ehemmiyet Verme Geç...mi Diyorsunuz.."



                              cevap:
                              razı Olunan Bu Makam Bir Mü'minliği Ki Yüce Bir Makamdır. ALLAH Ve Resulüne Tam Anlamıyla Teslim Olanların Makamıdır. (ALLAH Buyurur: "onlar Aralarında Çıkan Sorunlarda Resulün Hüküm Verdiğinde Ona Tam Gönülden Teslim Olanlardır Mü'minler..&quot Aklı Yatmasa Da Resulün Her Dediğinin Vahiy Olduğunu Bildikleri İçin Ona Teslim Olmuşlardır..

                              hudeybiyede Bu Bilinçle Peygambere Tam Teslim Olup Biat Edenler Bu Rıza Makamına Ulaştı. Ancak Biz Bu Makama Ömer'in Ulaştığını Kabul Edemiyoruz. Çünkü Hemen Sonra Peygambere Öyle Karşı Çıkıyor Ki:

                              sen Peygamber Değil Misin
                              peygamber Yalan Söyler Mi
                              sen Umreye Gitcez Demedin Mi!..

                              burda Bir Rıza Makamına Ermiş Kişi Teslimiyeti Var Mı Siz Görebiliyor Musunuz? Hem İki Olay Da (rıza Makamı Biatı Ve Ömer'in Bu Çıkışı) Hani Ömer Son Damlasına Kadar Savaşmak Üzere Resule Biat Etmişti. Değil Kendini Feda Etmek Resulü Hesaba Çekiyor Bu Durumda Nasıl İnanmamımızı Beklersiniz?



                              ehlibeytin_izinde:
                              Tartışmanın Devamını, Sonra Onun Gidip Tartışmaya Başka Birinin Müdahil Oluşunu Ve Onunla Sürme Şeklini Merak Edenler Bu Ve Diğer Daha Çok İlmi Analizi Orjinal Yerden Bakabilirler:

                              http://www.velayet.com/index.php/topic,13986.300.html

                              Yorum


                                #60
                                Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                                -4-E)

                                Hz. Ömer İslam için O kadar mühimdir ki; Abdullah b. Abbas diyor ki; “Ey peygamber! Sana ve sana tabi olan müminlere Allah yeter.” ayeti Hz. Ömer’in Müslüman olması üzerine inmiştir.[62]
                                Bu uydurma olduğu her halinden belli olan söz, Peygamberin s.a.a’in İmam Ali a.s hakkında inen ayetleri açıkladığı hadislerine ne kadar da benzetilmiş! Sana tabi olan Mü’minlere Allah yeter, cümlesi ile Ömerin müslüman oluşu arasında ne gibi bir anlam kurulmuş ki! Sünniler Ömerin müslüman oluşuyla İslam’ın güç kazandığını ve artık korkarak değil açıktan ibadete başladıklarını iddia ediyorlar. Bu durumda neden Allah yetiyor? Allah daha önceden yetmiyordu da Ömerin müslüman oluşuyla kafirler aleyhine müslümanlar güç kazandıkları ve dengenin biraz daha ortaya geldiği için mi Allah yetmeye başladı haşa!. Böyle bir anlam bozukluğu ilahi vahyin ürünü olabilir mi?

                                [/color]Bütün bunları alt alta koyun, sonrada “Müslüman’a küfür isnadında bulunan kafir olur.” hadisi fehvasınca söylediklerinizi yeniden tahlil edin. İşte o zaman küfür yaftasının kime münasip olduğunu doğru bir şekilde idrak etme imkanı bulacaksınız.
                                Müslümana küfür isnadı çok tehlikelidir. Ve biz bu yüzden Hz. Ebu Talib’e küfür isnad eden sünnileri uyarıyoruz ama hiçbir kar etmiyor! Madem bu sünni biliyor müslümana küfür isnadını o halde hayatı Peygambere feda olmakla geçmiş Hz. Ebu Talib’e neden kafir diyorlar, hiç mi Allah’tan korkmuyorlar? Peki Osman’ın katillerine? Ehlibeytin katillerine layık gördükleri ictihad yapma hürriyetini neden Osman’ın katilleri içn tanımıyorlar? İşte ne de olsa sünnilik, bir yerde dediği diyer yerdekiyle çelişir ama bunu fazla kurcalamayın deyip soru sorma hakkı vermez!

                                [/color]Hz. Ömer’i küfürle itham babında İstidlal ettiğiniz ayet, Efendimiz’in (s.a.v.) Peygamber kimliğiyle söyleyip, yaptıklarıyla alakalıdır. İnsan olmanın gereği olarak yaptıkları bu fasla dahil değildir. Bütün müfessirler bu görüştedir.[/color]
                                Peygamber kimliğiyle yapmadığına dair hangi bir kanıt vardır? Peygamber s.a.a ne zaman peygamberlik gömleğini çıkardı? Bunlar Peygamberi Emevi halifelerinden olan Muaviye gibi açık yerlerde riya için takvalı görünüp gizli yerlerde bu sahte takva elbisesini çıkarıp mel’anet elbisesini çıkarışı gibi sık sık elbise değiştiren bir bukalemun karakter mi sanıyorlar! Peygamber hayatı boyunca ne zaman demiş ben şimdi peygamber elbisesini çıkarıyorum diye! Peygamber kimliğiyle hareket etmediğini ne zaman söylemiş? Benden sonra yolunuzu şaşırmayasınız demesi peygamber kimliği ve sorumluluğuyla söylediği söz değil midir? Yoksa Peygamber s.a.a burada şöyle mi dedi:
                                “Dikkat! Şimdi peygamberlikten çıkıyorum, biraz kafamı dinlendireyim, bu görev beni sıktı! Şimdi şöyle bir hasbihal edelim, ee ben öldükten sonra nereye bakalım yolunuz? Benden sonra göç yolunda sakın yolunuzu şaşırmayın, hatta en iyisi siz ne olur ne olmaz bu çölde kılavuz bulamayabilirsiniz bana kağıt kalem getirin de size yolunuzu şaşırmayacağınız şekilde bir kroki çizeyim!”
                                Peygamber s.a.a haşa böyle mi dedi! İnsan olmanın gereği nasıl Allah’a kulluk ve onun verdiği Elçilik sıfatından sıyırıyor mu! İnsan ne zaman Allah’ın kendine verdiği sıfattan kendini sıyırabilir? Kul olmayı attığı an var mıdır? Allah resulüne hangi zamanlar için böyle bir kimlik çıkarma iki serbestiliğini tanımıştır? Peygamber ne zaman böyle bir kimlikten rahatsız olup çıkardığını ilan etmiştir! Hiçbir zaman!
                                Bütün müfessirlerin bu görüşte olması da olanaksız, tarihi gerçeklerden uzaktır. Çünkü tüm müfessirlerin ittifak ettiği çok az konu vardır. Bu ispatı mümkün olmayan bir şahsi iddiadır.
                                [/color]Şii: Bu tadat ettiğiniz meseleler ne ifade eder? Ortada cevap bekleyen azim bir hadise var. Hz. Ömer vahyin tatbikine mani olmuştur.[/color]
                                Sünni: Söyledikleriniz hilafı hakikattir. Çünkü Efendimiz’in (s.a.v.) bütün konuşmaları “vahyi” değildir. Eğer öyle olsaydı bir takım tasarrufatına Cenab-ı Hakk’ın müdahalesi yersiz olurdu. Bu durumda Tebük seferine çıkarken özür beyan edip izin isteyen münafıklara olumlu cevap vermesini konu edinen şu ayetteki affın bir anlamı kalmazdı: “Allah seni affetti. Fakat doğru söyleyenler sana belli olup, sen yalancıları bilinceye kadar onlara niçin izin verdin?”[63]



                                Peygamberin s.a.a bütn konuşmaları vahiydir.
                                وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى
                                [/color]Ve mâ yentıku anil hevâ. İn huve illâ vahyun yûhâ.
                                [/color]O hevasından hiçbir şey konuşmaz onun konuştuğu sadece vahyedilen vahiydir.

                                Bu ayetler genel ifadeledir, her konuda vahiy konuşur deniyor. Öyleyse bunları kayıtlayan bir sınır bulunmadıkça her konuşması vahiydir. Nitekim Peygamber s.a.a’in her konuşmasını yazmaya çalışan birini Kureyş, hadis yazmaktan nehyederken diyor ki: Peygamber de bir insandır kızdığı öfkelendiği zamanlar olur bunları neden yazıyorsun! Bunu duyan Resul s.a.a: yaz, öfke zamanında bile bu ağızdan vahiy dışında hiçbir şey çıkmaz! Bu o kadar açıktır. Yine Peygambere itaat edin diyen ayetler de aynen bunun gibi genel olup hiçbir zaman itaatin istisnası konmamıştır. Hiç denmemiştir ki falanca konularda Peygambere itaat etmeyebilirsiniz!
                                Güya sünnilerden bir gurup Peygambere itaat etmenin vahiy konularında olduğunu Peygamberin insani yönünün bulunup buralarda sahabenin bu senin görüşün mü vahiy mi diye o hazrete sorduklarını ve vahiy değilse kendi görüşlerin uygulamaya koyduklarını söylerler. Buna sağlam bir delil olmadığı gibi bu görüşün aksine uygulamalar çoktur. Peygamber s.a.a kendinin dinlenmediği her zamn sitem etmiş, onları gelecek ilahi tehditlerle uyarmış, ve sonuçta O hazrete itaat etmeyenlerin başlarına büyük musibetler gelmiştir! Uhud savaşında şehir savunmasına itiraz edip Peygamberi meydan muharebesine çekenler büyük yenilgi aldı. Bedir savaşında esirleri fidye karşılığı serbest bıranların da uhudda büyük yenilgi almalarında payı oldu. Uhudda bedir itaatsizliğinin karşılığında çok sayıda müsüman hayatını kaybetmiştir.
                                Allah seni affetti doğru söyleyenler belli olmadan neden izin verdin ayetine gelince: Peygamberin s.a.a savaşa katılmamaları için insanlara izin verme yetkisi vardı bu da Allah tarafından verilmişti kendine, eğer verilmeseydi kesinlikle büyük tehdit gelirdi o hazrete. Allah’ın burdaki dediği yalan söyleyenler belli olmadıkça bölümünden anlaşılıyor. Allah bu sözle Peygambere söyler gibi diyerek aslında yalan söyleyenlerin belli olduğunu, onların yüzünün kızarması gerektiğini ve takip edildiklerini hissettirmek istiyor böylece onları daha dünyada cezalandırıyor!

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X