Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #16
    Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

    var mı? yeni seriye devam etmeyeceğim ona göre...

    Yorum


      #17
      Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

      arkadaşlar, bir konu daha önce cevaplanmış mı, işlenmiş mi daha dikkatli inceleyelim. Çünkü burayı okuyan bir muhalif, sorularla, daha önce cevaplandığı iddia edilen linki karşılaştırır da cevapların verilmediğini görürse bu hiç iyi bir şey olmaz. Mektebimiz adına.. bu yazının cevaplandığına dair doğru linkler gelesiye kadar biz cevaplarımıza devam edelim inşaAllah.

      Yorum


        #18
        Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

        -5- a)

        “En Doğrunun En Yanlış Te’vili”

        Başlıkları öyle seçilmiş ki öyle iddialı ki okur (sünni) daha baştan iftiraya ve çürük delilleri sağlammışçasına kabule hazırlanıyor!

        Şii: Şûra süresinin yirmi üçüncü ayeti ( De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum. ) Hz. Ali’yi sevmenin gerekliğinden bahsetmektedir. Fakat Hz. Ebu Bekir ya da Hz. Ömer için benzer muhtevada bir ayetin varlığından söz edemezsiniz.

        Hiçbir şii bu ayeti anlatırken böylesine kısır, açıklamadan uzak ayetle ondaki mana arasında bağlantı kurmaksızın kestirme hükme varn açıklama yapmaz! Yaparsa bu, onun molla ve işin ehli olduğunu değil sıradan her şeyi ezberlemiş ama derinliğine vakıfiyetine erememiş bir şii diye kabul etmek gerekir. Örneğin burada olayı açıklamak ve şiayı reddetmek isteyen kişi samimi olsa, diyeceği hemen reddetme değildir. Bu ayetten bu anlamı, Hz. Ali’yi sevmenin gerekliliğini nasıl çıkarıyorsunuz diye sormak olur. Ama buradaki amaç şudur:
        1-“Şia ayetlerle bağlantısız (alakasız) yorumlar yapar böylece kendi sapık görüşlerine uğruna ayetleri saptırır
        2-Şianın kendi görüşleri uğruna gözü yumuk tahrif etmeyeceği kutsal yoktur” (haşa)
        Bir şii münazara ehli bu ayeti okur, sonrasında buradaki meveddetil qurba kelimesinin ne olduğunu Peygambere (s.a.a) soran sahabenin aldığı cevapları nakleder ve üstelik bunları şii değil sünni güvenilir hadis kitaplarından delillendirir. Yetmedi bununla da yetinmeyip meveddetil qurba’dan kastın Ehlibeyt olduğu konusunda açıklama yapan sünni müfessirlerden de örnek getirir.


        Sünni: Hz. Ali’nin hilafetine delil olarak gösterdiğiniz ayetle alakalı üç farklı tefsir yapılmıştır. Bunların en zayıfı ise “Ehl-i Beyt”le alakalı olanıdır. Kaldı ki o da Hz Ali’yi değil bütünüyle “Ehl-i Beyt”i sevmeyi talep etmektedir.


        Bu konuda daha çok tefsir vardır. Bunlar zayıf ve ayetin zahirine ters olduğu için sünni bunları aktarmamış.

        Ayetle alakalı üç farklı tefsirden birincisine göre mana: “Hiç olmazsa sizinle akrabalığımdan dolayı (Ey Kureyş) haklarıma saygı göstermenizi isterim.” şeklindedir.
        İbn-i Abbas bir soru üzerine, Said b. Cübeyr’in söz konusu ayette geçen “ille’l-meveddete fi’l-kurba” ibaresinden muradın “Âli Muhammed” akrabalığıdır demesini aceleyle söylenen bir ifade kabul ettiğini bildirmiş ve tashihi mahiyetinde şunları söylemiştir: “Kureyş’ten hiçbir soy yoktur ki Allah Rasülü’ne (s.a.v.) akrabalığı olmasın.”[9] Buna göre mana: “Nübüvvetle alakalı hukukumu tanımıyorsunuz, bari aramızdaki akrabalık hukukuna saygı gösterin,” şeklinde olur.



        Âl-i Muhammed’in kim olduğu şer’i bir konudur. Bu kelime ıstılahi anlam kazanmış olup lugavi anlamıyla kullanılması bazı zamanlarda mümkün değildir. Peygamberin s.a.a. akrabalarına sevgi gösterilmesi isteği bu ıstılahi anlama binaendir. Aksi halde sadece soy kan bağı sebebiyle Peygamberin s.a.a. Peygamberlik ücreti olarak bir istekte bulunması hikmetle bağdaşmayıp torpil anlayışı getirir!. Oysa Resul bundan münezzehtir.
        Akraba (Âl) sünni kitaplarda kimlerden olduğu hiç şüpheye mahal bırakılmayacak şekilde açıklanmıştır. Konuyla ilgili önemine binaen faydalı bir alıntıda bulunalım:
        “Hz. Peygamber (s.a.a), bu ayetten kimlerin kastedildiğini ve sevgileri ve itaatleri farz olanların kimler olduğunu Müslümanlara beyan etmiştir.
        Tefsir, hadis ve tarih yazarları bu ayetteki “Kurba” (Peygamber'in yakınları) kelimesinden maksadın, “Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (a.s)" olduğunu nakletmişlerdir.
        Zemahşerî, Keşşaf adlı tefsirinde şöyle yazıyor: “Nakledilmiştir ki, müşrikler bir gün toplanıp kendi aralarında şöyle konuşuyorlardı: “Acaba Muhammed, yaptıklarından dolayı karşılık olarak bir şey isteyecek mi?” O zaman; "De ki: Sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum; istediğim, ancak yakınlarıma (Ehl-i Beytime) sevgidir.” ayeti nazil oldu.”
        Zemahşerî daha sonra sözüne şöyle devam ediyor: “Bu ayet nazil olduğu zaman Peygamber'e: “Ya Resulullah! Sevgi ve muhabbetleri bize farz olan yakınların kimlerdir?" diye sordular. Hz. Peygamber (s.a.a): “Onlar Ali, Fatıma ve iki evlatları Hasan ve Hüseyin'dir." diye buyurdular."[7]
        Ahmed b. Hanbel de, Müsned’inde kendi senedi ile Said b. Cübeyr’den, o da İbn-i Abbas’tan (r.a) şöyle naklediyor:
        "Meveddet ayeti nazil olduğunuda Peygamber'e: “Ya Resulullah! Sevgi ve muhabbetleri bize farz olan yakınların kimlerdir?" diye sordular. Resulullah: “Onlar Ali, Fatıma ve onların iki evladıdır.” diye buyurdu."[8]
        Fahr-i Razî, kendi tefsirinde, Keşşaf tefsirinin sahibi Zemahşerî’den “Âl-i Muhammed” hakkındaki görüşünü naklettikten sonra aynen şöyle yazıyor:
        “Benim görüşüme göre, “Âl-i Muhammed” Muhammed’in Ehl-i Beyti, Hz. Muhammed ile irtibatı çok yakın olan kimselerdir. Bu irtibat daha kuvvetli ve daha kâmil oldukça yakınlığın ölçüsü de artacaktır. Hiç şüphesiz, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’in Hz. Peygamber'e olan yakınlıkları, onunla olan irtibatları herkesten daha fazla ve daha kuvvetli idi. Bu, mütevatir olarak nakledilmiş ve ispat olunmuştur. O halde, onların “Âl-i Muhammed” olduğu ortaya çıkıyor.
        “Âl” kelimesinin açıklamasında değişik görüşler ortaya atılmıştır. “Âl”dan maksadın “akrabalar” olduğu görüşünü kabul etsek, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’in “Âl-i Muhemmed” olduğu açıktır. Bazıları, “Âl”dan maksadın bütün ümmet olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ama bu görüş batıl bir görüştür. Çünkü bu görüş, “Âl” kelimesinin sözcük anlamına tamamen ters düşmenin yanı sıra, ümmetin tümünün “Âl” sayıldıkları için zekat yemelerinin haram olmasını da gerektirir. Oysa bunun doğru olmadığı ortadadır. Dolayısıyla Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'in “Âl” kelimesinin kapsamına girdikleri kesindir; oysa onlardan başkalarının bu kelimenin kapsamına girmesinde ihtilaf vardır. Başkalarının “Âl” kelimesinin kapsamına girmesi, gerçekte akılın ve naklin hilafınadır.”
        Daha önce de söylediğimiz gibi, Zemahşerî nakletmiştir ki: "Bu ayet (Meveddet Ayeti) nazil olduğunda Peygamber’e: “Ya Resulullah! Muhabbet ve sevgileri bize farz olan yakınların kimlerdir?" diye soruldu. Bunun üzerine Hz. Resulullah: “Ali, Fatıma ve onların iki evladıdır.” dediler. Dolayısıyla buradan da onları sevmenin farz olduğu ortaya çıkar.
        Şunu da eklemek gerekir ki, Hz. Peygamber (s.a.a) Fatıma (a.s)’ı çok seviyor ve şöyle buyuruyordu:
        “Fatıma benim vücudumun bir parçasıdır; onu inciten, rahatsız eden beni incitip rahatsız etmiştir.”
        Yine mütevatir olarak Hz. Muhammed (s.a.a)’in Ali, Hasan ve Hüsyin'i çok sevdiği rivayet edilmiştir. Bu sabit olunca Peygamber’in ümmetine de onları sevmek farz olur. Zira Kur’an-ı Kerim buyuruyor ki:
        “(Ey Peygamber! Müslümanlara) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da siz sevsin...” (Âl-i İmran Sûresi: 31)
        "... Ve ona (Peygamber’e) uyun ki doğru yolu bulmuş olasınız.” (A’raf Sûresi: 158)
        “Onun (Peygamber'in) emrine aykırı hareket edenler, Allah’ın azabından sakınsınlar.” (Nur Sûresi: 63)
        “(Ey Müslümanlar!) Andolsun ki, Allah’ın Resulü’nde sizin için uyulacak güzel bir örnek var. (O, sizin için en güzel örnektir.) ...” (Ahzab Sûresi: 21)
        Buna göre, Hz. Peygamber (s.a.a)’in Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i sevdiği ve onlara önem verdiği için, Müslümanların da Hz. Peygamber (s.a.a)’e uyarak onları sevmesinin, onlara önem vermesinin farz olduğu anlaşılır.
        Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyti’ne dua edip salâvat göndermek de, Ehl-i Beyt’in büyük bir makama sahip olduklarını gösterir. Hatta namaz kılarken bile “Teşehhüd”ün sonunda; "Allah’ım, Muhammed’e ve Muhammed’in Âline salâvat ve rahmet gönder.” şeklinde onlara dua ederek salâvat göndermek farzdır.
        Bu büyük tazim ve saygı Ehl-i Beyt’ten başka hiç kimsenin hakkında bulunmamaktadır. Bütün bu zikredilenler, Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyti’ni sevmenin farz olduğunu göstermektedir.
        İmam Şafiî bir şiirinde şöyle diyor:
        “Ey yolcu! Mina kumluğunda biraz dur; seher vakti hacılar Mina’ya akın yaptıklarında, büyük bir ırmak gibi coşup gittiklerinde, Hif’in[9] sakinlerine ve ayaktakilere seslen; onlara de ki: Eğer Muhemmed’in Ehl-i Beyti’ni sevmek rafizilik ise (dini terketmkse), öyleyse bütün insanlar ve cinler tanık olsunlar, ben rafiziyim."[10]
        Taberî, İbn-i Abbas’tan naklettiği bir hadiste şöyle diyor:
        “Meveddet Ayeti nazil olduğunda Müslümanlar Resulullah’a: “Muhabbeti ve sevgisi bize farz olan akrabaların kimlerdir ya Resulullah?” diye sordular. Resulullah (s.a.a): “Ali, Fatıma ve onların iki evladıdır." diye buyurdular."
        Bu hadisi, Ahmd b. Hanbel de, Menakıb adlı kitabında nakletmiştir.[11]
        İbn-i Münzir, İbn-i Ebî Hatem, İbn-i Merdeveyh ve Taberanî (Mu’cem-i Kebir’de) İbn-i Abbas'tan şöyle naklediyorlar:
        "Meveddet Ayeti nazil olunca Müslümanlar: “Ya Resulullah! Muhabbet ve sevgileri bizlere farz olan yakınların kimlerdir?" diye sordular. Resulullah (s.a.a): “Ali, Fatıma ve onların iki evladıdır.” diye buyurdular."[12]
        Yine Mu’cem-i Kebir adlı kitapta sahih olarak İmam Hasan b. Ali (a.s)'dan nakledilmiştir ki: "Hz. Ali (a.s), bir gün halka hutbe okuyarak şöyle buyurdu:
        “Ben, Allah’ın: “De ki: Tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum; istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir.” buyurarak sevgi ve muhabbetlerini taşımayı Müslümanlara farz kıldığı Ehl-i Beyt’tenim.”
        Kur’an-ı Kerim, Tathir Ayeti'nde, Ehl-i Beyt’in bütün pislik, kötülük ve günahlardan pak ve temiz olduğunu ispat etmiş, böylece onların ne kadar değerli olduklarını ve İslâm ümmetinin hayatında ne kadar büyük bir role sahip olduklarını açıklamıştır. Bundan dolayı da muhabbet ve sevgileri farz kılınmıştır. Kur’an’ın, onlara sevgi ve muhabbet beslemeyi farz kılmasından maksadı, yalnızca duygusal bir irtibat ve kalbî bir muhabbet değildir. Zira, insanın sadece içinde bulunup, vicdanında yaşayan, ama amellerinde herhangi bir etkisi olmayan muhabbet ve sevginin bir faydası yoktur. Hz. Peygamber (s.a.a)’in yakınlarına gerçek sevgi ve muhabbet, ancak onlara tabi olmak, onların yolunda hareket etmek, onların söz ve amellerine uymak ve onları ümmetin hakikî önderleri ve imamları olarak kabul etmekle olur.
        Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber (s.a.a)’in, ümmetine: “Ben sizden peygamberlik ve Allah’ın ahkâmını tebliğ etme yolunda çektiğim zhametler ve zorluklara karşılık Ehl-i Beytimi ve yakınlarımı sevmekten başka hiçbir ücret istemiyorum.” demesini emrederken, gerçekte, ümmetin takip edeceği doğru yolu, inançlarını ve şeriatın hükümlerini öğrenmekte kime başvuracaklarını göstermektedir. Kur’an-ı Kerim, bu vesileyle ümmeti Ehl-i Beyt’in yoluna sevk etmek istemiştir.
        Eğer Ehl-i Beyt’in yolu, doğru yol olmasaydı ve onlar ümmeti hidayet etmek için yetersiz olsalardı, hiçbir zaman böyle bir ayet nazil olmaz ve Peygamber (s.a.a), zahmetlerinin karşısında, Ehl-i Beytini sevmeyi ümmetinden istemezdi.
        Bütün bunlardan şu neticeyi elde ediyoruz: Kur’an’ın bu ayeti, bizim Ehl-i Beyt’in yolunda gidip her şeyde onlara uymamızın gerekli olduğunu bildirmektedir. Zira o büyük insanların pak, tertemiz ve her yönden doğru bir şahsiyete sahip oldukları herkesçe bilinmektedir. Kur’an-ı Kerim, bu ve bunun gibi ayetlerle, Ehl-i Beyt’in yolunu tutmak ve İslâm’ı onlardan öğrenmek için ümmete güvence vermektedir.
        Bu ayet-i kerime ve Hz. Peygamber (s.a.a)’den bu mübarek ayetle ilgili olarak nakledilen hadisler, Ehl-i Beyt’in muhabbetini her Müslümanın kalbine yerleştirmekte ve Müslümanların Ehl-i Beyt hakkında ne şekilde düşünmeleri gerektiğini, onların düşmanlarına ve dostlarına nasıl davranmaları gerektiğini, Ehl-i Beyt’in fıkıh, tefsir, düşünce ve inanç alanındaki açıklamaları, onların dinî ve siyasî önderlikleri karşısında vazifelerinin ne olduğunu açıklamaktadır
        [7]- Tefsir-i Kebir, Fahr-i Razî, Şûra Sûresi, 23. ayetin tefsiri.
        [8]- Gayet’ul-Meram, Şûra Sûresi, 23. ayetin tefsiri.
        [9]- Hîf, Mekke’de Ebu Kubeys dağının arkasında yer alan Cebel-i Esved’deki bir beyaz noktanın adıdır. Mukaddes Hîf Mescidi’nin ismi de buradan alınmıştır.
        [10]- Tefsiri-i Kebir, Fahr-i Razî, Şûra Sûresi, 23. ayetin tefsiri.
        [11]- Muhibbuddin Taberî, Zehair’ul-Ukba Fî Menakıb-ı Zevi’l-Kurba, s. 25.
        [12]- Bu hadis aşağıdaki kaynaklarda biraz farkla nakledilmiştir: Suyutî, İhya’ül-Meyt Bi Fezail-i Ehl’il-Beyt, s. 8; Suyutî, ed-Dürr’ül-Mensur, c. 6, s. 7; Taberanî, el-Mu’cem’ül-Kebir, Müsned-i İmam Hasan, c. 1, s. 125; Heysemî, Mecma’üz-Zevaid, c. 9, s. 168; Taberî, Zehair’ul-Ukba, s. 25; İbn-i Sabbağ Malikî, el-Füsul’ül-Mühimme, s. 29; Kurtubî, el-Camiu Li Ahkam’il-Kur’an, c. 16, s. 21-22.

        http://www.caferilik.com/kuran/ehlibeyt.htm

        Yorum


          #19
          Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

          -5- b)


          İkinci mana: “Benimle akrabalığı olanları sevmenizi isterim.” Said b. Cübeyr’in verdiği anlam bu çerçevededir.
          Sizce malum olan hususi bir çevrede bu ayeti Hz Ali ve Fatıma nesline ait kılmak istemiştir.


          Üçüncü mana: “Yakınlıkta sevgi, güzel amellerle Allah Teala’ya yakınlık noktasındaki sevgidir” ki buna göre ayetteki “kurba”dan maksat nesep, soy yakınlığı değil “kurbet” yani Cenab-ı Hakk’a yakınlıktır. Bu mana hem genel geçer hem de ayetin siyak sibakına daha uygundur.


          Ayetin siyak ve sibakına bu anlam uygun değildir. Ayetleri biz Peygamberin s.a.a gösterdiği biçimde anlamazsak siyak ve sibaktan çıkaracağımız yanlış anlam yine bizim kendi reyimizle Kur’an’ı tevil etmemiz anlamına gelir ki bunun da büyük tehdide neden olduğu malumdur.
          Ayette Hz. Ali ile alakalı hususi bir ifade olmamasını nasıl göz ardı eder ve hatanızdan hareketle “Şeyhayn”de eksiklik ararsınız?
          İstidlal ettiğiniz bu ayet görüyorsunuz ki Hz. Ali’den bahsetmiyor. Bu durum O’nun adına bir eksikliktir mi diyeceğiz? Hayır. Hz. Ali’den bahsetmemesi nasıl O’nun adına bir eksiklik değilse Ebu Bekir ve Ömer’den söz etmemesi de aynı şekilde Onlar namına bir noksanlık değildir.



          Ayette Ali a.s.’dan nasıl söz edilmiyor anlamadım. Yazar hem Ehlibeytten bahsedildiğine dair anlamı veriyor ve bunun olabileceğini ama zayıf olduğunu söylüyor ama sonra Ali’den bahsetmiyor diyor! Ali a.s. Ehlibeytten değil mi? Ehlibeytten bahsederse Ali a.s.’dan da bahsetmiş olmuyor mu? Eğer sadece Ali a.s.dan söz etmiyor şeklinde kastediliyorsa o zaman Ehlibeytin diğer üyelerinden söz etmesi Ali a.s.’dan söz etmediği anlamına mı gelir, Ama ayetin Ebubekirden söz etmediği ortadadır. Zaten şia da Ehlibeytten söz ettiğini söylüyor sadece Ali a.s.’dan söz ettiğini iddia etmiyor ki! Ehlibeytten söz etmesi Ali a.s.’ın ilk halife (imam) olmasına mani değildir. Bu durumda da Ebubekirin halifeliğinin caiz olmayaacağı açıkça görülür.

          Kur’an-ı Hakim Ebu Bekir’den bahsederken O’na (r.a.); “İkinin ikincisi”[10] diyor. Kur’ani sıralamada Allah Rasülü’nden (s.a.v.) sonra hemen O geliyor. Hz. Ömer’le alakalı ise Allah Rasülü (s.a.v.); “Eğer benden sonra Peygamber olsaydı muhakkak Ömer b. Hattab olurdu.”[11] buyuruyor. İlki Kur’an’ın ifadesi ikincisi ise sahih bir hadis. Bunlara karşı sizin söyledikleriniz ise, hususi mahfillerde Şia tarafından uydurulan tevillerden ibarettir. Nelerle neyi kıyas ediyorsunuz.

          Kur’an’da sözü edilen tevbe suresi ayeti Ebubekirin lehine değil aleyhinedir!. İşte daha önce bunu açıklama vesilesiyle yazdığımız bir yazı:

          Ebubekirin doğal duygusu mağarada korku olmalıydı..

          ama o üzülüyor..


          demek ona göre ters giden bir şeyler var..

          Peygamber s.a.a. de buna karşın Allah bizimle beraber sen daha ne istiyorsun.. dünyalık mı yoksa başka bir hesap mı peşindesin?..

          belli ki Ebubekirin Peygamber s.a.a.'in yakalanması durumunda kaybedecek bir şeyi yok gibi üzülüyor.. demek işler kendi düşündüğü gibi değil Peygamberin lehine ve Allah'ın ona verdiği lutuf doğrultusunda ilerliyor.. Mağarada bile yakalayamadılar...

          her ne olursa olsun ayeti bağımsız olarak okuduğumuzda Ebubekirin korktuğunu değil üzüldüğünü görmekteyiz. Ancak onları arayan düşmanın mağaranın ağzına kadar geldiklerinde her insanın orada hissedeceği ilk duygu üzülmek değil korkmak olur. Eğer Ebubekir burada Peygamberin hayatından endişe etseydi korkması ve Peygamberin s.a.a. de ona "üzülme" yerine "korkma" demesi gerekirdi..

          Sn Barış kardeş,

          ayette siz Peygamberin Ebubekirden ayrılarak ona verilen yardım ve lutufların farkına vardınız mı?.. Allah neden onları görmediğiniz ordularla desteklemişti onlara sükunetini indirmişti demiyor da, mağarada bulunan iki kişiden biri olarak onu (yani Peygamberi...) diyor? bu önemli noktayı görebildiniz mi? Sizce bu ayırımın nedeni nedir?

          Bazı meallerde kafirler onları mekkeden çıkardıklarında değil de onu çıkardıklarında diye veriyorlar ki bu ayetin zahirine uygundur. bu durumda anlam müşriklerin Peygamberi hicrete zorladığını Ebubekirle bir sorunlarının bile olmadığını ortaya koymaktadır.. bu da önemli bir ayrıntıdır.. http://www.velayet.com/munazara/ilk_...t18474.0.html;
          Kızılbaşı bilmiyorum da bu ayetten yorumunu okuduğum şia alimleri ebubekirin kafir olduğu sonucuna ulaşmış değiller. bunu böyle bir konu için delil samıyorlar tam tersine bu ayetin sünniler gibi yanlış anlaşılmasına mahal vermiyorlar. ayeti en doğru biçimde anlıyorlar

          kızılbaşın da açıkladığı gibi ayetteki kelimelerde sayı kullanımı çok dikkat çekici


          "eğer siz Muhammede yardım etmezseniz Allah ona yardım edecektir nitekim mağarada bulunan iki kişiden biri olarak ona yardım etmişti..."

          gördüğünüz gibi burada Peygamberi s.a.a. Ebubekirden ayırarak ikişiden biri olarak diyor. iki kişi mağarda vardı ancak Allah ikisine birden değil birine yardım etti. eğer Ebubekir gerçek dost olsaydı o zaman ayet şöyle olması gerekirdi:
          "mağarada iki kişiyken Allah onlara yardım etti..."

          bu yüzden ayet sünnilerin Ebubekirin faziletine delil göstermelerinin tersine onun berbatlığına delil Resulden ayrılmayı hak edecek biçimde hitaba muhatap olduğuna delildir...

          bu önemli ayrıntı konuyu açan ondörtmasum kardeşimizin seçtiği mealde yanlış meal nedeniyle tam anlaşılmıyor ancak bir sonraki ademtoprakın seçtiği daha sahih mealde daha net görülüyor... ondörtmasum da bu şekilde meali değiştirirse ayet daha net anlaşılır.

          sünniler "akadaşına üzülme Allah bizimle beraberdir"cümlesine bakarak demek peygamber s.a.a in arkadaşı o zaman bundan büyük fazilet mi olur diyerek yine yanlış istidlale kalkışıyorlar oysa burada algı hatası vardır. peygamberle arkadaş olmak peygamber gibi olumlu sıfatın arkadaşlık bağıyla sanki diğerine de yansıyacağı yanılgısıdır. arkadaşık çok genel bir kavramdır. asker arkadaşı zindan arkadaşı çocukluk arkadaşı... birbirinden temel temele zıt insanlar bile şartlar öyle olur ki arkadaş olmak zorunda kalırlar bu onların inanç ve kalite bakımından benzeş olmalarını gerektirmez.

          nitekim kızılbaş, Yusuf a.s. kıssasından bunu örneklendirmiş. Yusuf peygamber a.s. ın zindandaki arkadaşları müşrikti..
          arkadaşlık sebebiyle peygambere ait iyi nitelik yanındakine verilemeyeceği gibi bu benzetme ile kimse Peygamber s.a.a.in yanındakinin de müşrik olduğu iddiasında bulunmuyor..

          yine ayetin devamında Allahın yardımı indirdiği, sükuneti, huzuru, gibi kelimeler hep tekildir. yaniAllah yardımını iki kişilerken Ebubekiri layık olmaması nedeniyle ayırıp sadece Peygamber s.a.a e indirdi.
          Allah bizimle berabedir şeklinde Peygamber s.a.s. Ebubekire olan sözüne gelince bu da onun olmayan faziletine bir şey katmaz.çünkü Allahın beraber olması değişik ayetlerde değişik anlamda bazen rahmet bazen azap bazen kontrol niteliğinde kullanılmıştır. günah işlemek için buluşan iki kişinin 3.sü şeytan 4. Allah'tır dendiğinde şimdi Allah onlara fazilet mi katıyorlar. hatta toplanan üç kişiden ikisi iyi biri kötülük için bile olduğunda Allah yine onlarla beraberdir yani onları birbirinden ayırabilecek kadar bilgi ve kontrol sahibidir anlamına gelir..

          görüldüğü gibi ehli sünnetin en büyüğümüz dediği Ebubekir ile ilgili dediği ve onun faziletine delil gösterilen tek ayet bile onun aleyhinedir...
          halbuki buna karşı aynı anda ehli sünnetin asla inkar edemeyeceği bir olay daha vardır. tam bu esnada ebubekir de dahil hiç kimsenin canından korktuğu için O hazretin yatağına yatmayı kabul etmemesi bu canını satmak anlamına gelen tehlikeli görevi sadece İmam Ali a.s. ın kabul ettiği gerçeğidir.
          Peygamber s.a.a. bu olayı merak etmekte ve tek dostunun hayatından şüphe etmektedir. bunun üzerine ayet iner:
          Allahın öyle erleri vardır ki Allah yolunda canlarını satarlar oysa Allah kullarına karşı çok merhametlidir...fazilet mi işte
          dost mu işte
          dost kötü günde belli olur
          fazilet yarışı için Ebubekiri öne geçirenler biz de Ali a.s'a inanıyoruz deme hakkına sahip değillerdir bu iki olayı kıyasladıklarında..

          çünkü fazilet fazlalık demektir. Allahın diğerlerine vermediği ayrıcalıklı makam demektir kulların bunun için yaptıkları amel neticesinde verilir. Ebubekir Ali a.s. dan faziletlidir dediğinde bu aynı zamanda Ebubekirin yanında Ali a.s. faziletsizdir ikisinden biri tercih edilmesi gerektiğinde ebubekir tercih edilir demektir ki bu da ne kitaba ne akla ne yere ne göğe ne imana sığar...
          http://www.velayet.com/munazara/ehli...40.0.html;115;

          “örneğin Ebubekir madem Peygamberin hiç ayrılmaz dostu cahiliye dönemindeyken bile samimi arkadaşı idi üstün samimiyeti ve ... vardı o halde neden ehlibeytten olamadı. Çünkü sizin de kabul etmenize rağmen sisteminize almayıp bir türlü göz önüne alamadığınız bir gerçek şudur ki sahabeyi faziletli sayıyorsanız bunların zirvesinde Hz. Peygamber s.a.a. in önem verdiği onun evinde yetişmiş ve asla günahları gösterilemeyen Kur'an'ın övdüğünden hiç bir gurubun şüphesinin olmadıı Ehlibeyt a.s. sahabenin zirvesindedir.

          Ali a.s. Ehlibeyttendir. Ebubekir değildir. Öyleyse basit mantıkla daha çok sevgiyi Ali a.s. hakeder. Öyleyse daha çok sevilenin önüne az sevileni geçirmek sorun doğurur.


          Ebubekiri çok seviyorsanız Ali a.s'ı unutmak zorundasınız. Çünkü Ebubekirin Peygamber s.a.a 'e en yakın olduğunu söylüyorsunuzdur. Ali a.s. ı ise aklı geç gelişmiş sonradan yetişmiş çocuk olarak algılamanız gerekecektir.

          bu ve buna benzer yığınla sorunlarda o zaman çelişkiler doğacak sisteminizi sahih rivayet ve değerlendirmelere oturtamayacaksınızdır.

          Fatıma s.a.a i de unutmanız gerekecektir.. Hasan Hüseyni de...

          zaten öyle yapmadı mı sünniler...

          Adem kardeşim Ebubekir ile ilgili Alimlerimizden (Allah onlardan razı olsun onları başımızdan eksik etmesin) mağara ayetinde zahiri açıdan görülen objektif anlamları aktardık. Senin yazdığın mealde bunlar açıkça görülüyor. Ebubekirin faziletine delil göstererek ayetin anlamın saptıranın sen olduğundan hiç korkmuyor musun. İnsan yanlış okumuş öğrenmiş olabilir ilk duyduğunda şaşırmış olabilir ama bu konuda delilleri getirirsin ve işte siz de koyun bakalım delillerinizi dersin, yok taassupmuş aşırılıkmış gözün kör olmasıymış bunlar hiç de insanı kurtaracak ilmi cevaplar değil. İnanç ve yaşayış ilkeleri sistemi böylesine hissiyatlar üzerine bina edilmez. edilirse bu inanç insana güç kuvvet vermez

          inanç alanındaki çelişkilerdendir sanırım sünniyken ölümden korkar sürekli eksiklikler içinde öleceğimi düşünürdüm en güçlü gördüğüm inançlara bile güvenemezdim bu korku esnasında. ama artık Allaha hamd olsun Ehlibeyt a.s'a inanmak insana öylesine güven veriyor ki ehlibeyt dostları arasında ruhum çıkıversin diyorum çoğu zaman... kendimi tam anlamıyla emniyette hissediyorum...

          başlığı açan arkadaşım izin verirse Ebubekirle ilgili daha başka olumsuz sahih rivayetler incelenirse Ebubekirin kimliği daha da netleşmiş olacak...”
          http://www.velayet.com/munazara/ehli...40.0.html;115; 16. Mesaj.

          Yorum


            #20
            Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

            -5- c)




            İshak diyor ki: Ben bir müddet başımı aşağı eğmiştim, sonra şöyle dedim: Ey müminlerin önderi! Allah-u Teala Ebu Bekir için şöyle buyuruyor: “Ona (Muhammed'e) yardım etmezseniz, bilin ki, küfredenler onu Mekke'den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti. Arkadaşına (Ebu Bekir'e) “Üzülme, Allah bizimledir” diyordu; Allah da ona güven vermiş, görmediğiniz askerlerle onu desteklemiş, küfredenlerin sözünü alçaltmıştı. Ancak Allah'ın sözü yücedir. Allah güçlüdür, hekimdir.”
            (Tevbe/40) Allah onu Peygamber’i için sohbet arkadaşı olarak karar verdi.


            Memun: Suphanallah, lügat ve kitap ilmin ne kadar da azmış! Acaba kâfir, mümin için arkadaş olmaz mı? Bunun neresi fazilettir. Allah’ın şu şekilde buyurduğunu duymadın mı: “Kendisiyle konuştuğu arkadaşı ona: Seni topraktan, sonra nutfeden yaratana, sonunda da seni insan kılığına koyana mı küfrediyorsun?” (Kehf/37)

            Burada Allah-u Teala kâfiri mümin için arkadaş ve sahip olarak karar vermiştir. Huzellî (şair) de şiirinde atı için şöyle diyor:
            "Geceyi sabahladım ve arkadaşım (atım) vahşiydi.
            Çulunun altında basireti vardı (her şeyi biliyordu).
            Gökyüzüne bakar, güneşin doğmasını beklerdi."


            Başka bir şair Ezdî ise şöyle diyor:

            "Hiç şüphesiz orada yalnızlıktan korktum ve benim arkadaşım yalnız beyaz bilekli, uzun boylu, güzel ve dört ayaklı idi."

            Burada şair, atının arkadaşı olduğunu vurguluyor. Ama “Allah bizimledir” sözüne gelince; Allah Tebarek ve Teala her iyi ve kötü kimseyle beraberdir. Allah’ın şu buyruğunu duymadın mı: “Göklerde olanları da, yerde olanları da Allah'ın bildiğini bilmez misin? Üç kişinin gizli bulunduğu yerde dördüncü mutlaka O’dur; beş kişinin gizli bulunduğu yerde altıncıları mutlaka O’dur; bunlardan az veya çok, ne olursa olsunlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, mutlaka onlarla berâberdir. Sonra, kıyamet günü, işlediklerini onlara haber verir. Doğrusu Allah her şeyi bilendir.”(Mücadele/7)

            Hz. Peygamber'in (korkma) sözüne gelince; söyler misin, Ebu Bekir’in bu korku ve hüznü Allah’a itaatinden dolayı mıydı, yoksa ona karşı gelişinden miydi? Eğer itaatinden dolayıdır diye düşünürsen, öyleyse Peygamber (s.a.a) onu Allah’a olan itaatinden alıkoymuş ve menetmiştir. İşte bu hekim birinin sıfatı değildir. Ama eğer onun günah ve Allah’a karşı gelişinden dolayı korktuğunu düşünürsen, asi ve günahkar için fazilet ve üstünlük nerededir? Bana Allah’ın şu sözlerinden haber verir misin: “Allah ona sükûnet nazil etti.” Bu sözden amaç nedir? Kime sükûnet nazil oldu, söyler misin?

            Ben: Sükûnet Ebu Bekir’e nazil oldu, zira Peygamber (s.a.a)’in sükûnete ihtiyacı yoktu, dedim.

            Memun: Allah-u Teala’nın şu sözlerini bana anlat: “Andolsun ki Allah size bir çok yerlerde ve çokluğunuzun sizi böbürlendirdiği, fakat bir faydası da olmadığı, yeryüzünün geniş olmasına rağmen size dar gelip de bozularak arkanıza döndüğünüz Huneyn gününde yardım etmişti. Sonra sükünetini ona ve müminlere indirdi”(Tevbe 25-26)

            Acaba Allah’ın bu ayette açıkladığı müminlerin kim olduğunu biliyor musun?

            Ben; hayır, dedim.

            Memun: "Halk Huneyn günü kaçtığında Peygamber (s.a.a) ile birlikte Benî Haşim’den yedi kişiden başka kimse kalmamıştı. Ali (a.s) kılıcıyla çarpışıyor, Abbas Resulullah (s.a.a)’ın atını tutuyor, diğer beş kişi de Resulullah (s.a.a)’ın etrafını sarmış bir halde ona ulaşacak saldırıdan koruyorlardı (Allah resulünü muzaffer kılıncaya kadar). Öyleyse bu ayetteki "mümin"den amaç, Ali ve Benî Haşim’den orada bulunanlardır. O halde kimdir üstün olan? Acaba Peygamber (s.a.a) ile birlikte olan ve Peygamber'le beraber kendisine sükûnet inen mi, yoksa Peygamber (s.a.a) ile mağarada bulunan ve kendisine sükûnet inme liyakatine sahip olmayan mı?

            Ey İshak, üstün kimdir? Mağarada Peygamber (s.a.a) ile, birlikte olan mı, yoksa Peygamber (s.a.a)’in yerine yatağında yatan mı? Öyle ki, kendisini Peygamber’e feda etti. Allah-u Teala peygamberine, Ali’ye kendi yatağında yatmasını ve kendisini ona feda etmesini bildirmesini emretti. Peygamber (s.a.a) aynı şekilde bunu Ali (a.s)’ye iletti. Ali (a.s): “Ey Allah Resulü sen salim kalacak mısın?” diye sordu.
            Peygamber (s.a.a) “Evet” deyince Ali (a.s); "işittim ve itaat ettim, dedi. Sonra Peygamber (s.a.a)’in yatağında yatarak üzerine yorganı çekti. Müşrikler etrafını sardı ve yatakta yatanın Resulullah olduğundan şüphe bile etmediler. Her kabileden birer kişi bir araya gelmişlerdi. Her biri bir kez vurmak suretiyle, Haşimîlerin kısas etme talebini ortadan kaldıracaklarına inanıyorlardı.

            Hz. Ali (a.s) onların sözünü işitiyor ve işlerinden haberdar olup, kendisini tehlikede görüyordu. Bunların hiç birisi onu korkutmadı. Ama Ebu Bekir, mağarada Peygamber (s.a.a) ile birlikte olduğu halde korkuya kapılmıştı. Halbuki Ali (a.s) yalnız idi. Her zaman olduğu gibi sabırlıydı ve kendisini Allah’a havale etmişti. Allah meleklerini, onu Kureyş müşriklerinin şerrinden koruması için yeryüzüne göndermişti. Muhammed (s.a.a)’i öldürmek isteyen müşrikler sabah olunca Ali’yi onun yatağında gördüklerinde, Muhammed nerede, diye sordular. O, nerede olduğunu bilmediğini söyleyince müşrikler; bizi yanılttın, dediler.
            Ali (a.s) daha sonra kendisini Resulullah’a ulaştırdı. Allah onun, seçkin ve bağışlanmış bir insan olarak ruhunu alıncaya kadar da üstünlüğünü korudu..

            (Şeyh Saduk “Uyun-u Ahbar'ur-Riza” C.2, S.185-199, 45. Bölüm)
            http://www.velayet.com/munazara/ehli...-t7140.25.html

            Yorum


              #21
              Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

              -5- d)


              Kur’an-ı Hakim Ebu Bekir’den bahsederken O’na (r.a.); “İkinin ikincisi”[10] diyor. Kur’ani sıralamada Allah Rasülü’nden (s.a.v.) sonra hemen O geliyor. Hz. Ömer’le alakalı ise Allah Rasülü (s.a.v.); “Eğer benden sonra Peygamber olsaydı muhakkak Ömer b. Hattab olurdu.”[11] buyuruyor. İlki Kur’an’ın ifadesi ikincisi ise sahih bir hadis. Bunlara karşı sizin söyledikleriniz ise, hususi mahfillerde Şia tarafından uydurulan tevillerden ibarettir. Nelerle neyi kıyas ediyorsunuz.”
              Burada Kur’ani sıralamayla alakası olmayan bir kasıt ve anlatım vardır. Eğer öyle olaydı sadece Peygamber s.a.a. ile Ebubekir kıyaslanmış ve dereceye giren ikisi varmış gibi anlam çıkardı. Bu ise çok sakat bir anlam ve hakikatle uyuşmayan bir durumdur. Çünkü Kur’an’da çok sayıda ayette bu sıralamanın zıttına ayet vardır. Örneğin tahrim suresinde : Eğer ikiniz Allah'a tevbe ederseniz (iyi edersiniz); çünkü kalpleriniz kaymıştır. [1] Ama eğer ona karşı birbirinize destek olursanız (bilin ki) Allah onun dostudur. Cibril ve mü'minlerin salihi de. Bunun ardından melekler de (ona) destekçidirler.denir. burdaki mü’minlerin salihi’nden kastın Ali a.s. olduğu geçmektedir rivayetlerde. Buradaki sıralamada Ali a.s. meleklerden bile önce zikredilmektedir.
              Eğer burda sıralama var ve Ebubekir Peygamberden s.a.a. sonra geliyor dense o zaman biz yazara yine kendi iddialarıyla cevap verir çelişkiye düştüğünü söyleriz. Yukardaki paragrafta Peygamberin (s.a.a) Ömer için Benden sonra peygamber olurdu dediği iftriası var. Bu bize göre iftira. Ancak sünni savunmacıya göre Peygamberden sonra Peygamber gelecek olsa bu Ömer olmuş. O halde yazara bir karar ver fazilet sıralamasında Peygamberden sonra Ebubekir mi geliyor yoksa Ömer mi? Eğer Ebubekirse nasıl Peygamber olarak o değil de Ömer gelirdi? Yok Ömerse o zaman bu ayette dediğiniz bir sıralama hele ki fazilet sıralaması hiç değil. Önce düşüncenizi netleştirin sonra konuşalım.
              konuyla ilgili bir hadis:
              İmam Cevad a.s'ın dilinden Ömer ve Ebubekir
              not: Sonuna kadar dikkatlice okumanızı tavsiye ediyorum.

              Me'mun, kızını İmam Cevvâd ile evlendirdikten sonra; Me'mun, İmam, Yahya ve birçok kişinin bulunduğu bir toplantıda Yahya, İmam Cevvâd (as)'a dedi ki: Rivayet edilir ki: Bir gün Cebrail, peygamber (saa)'in huzuruna gelerek: Ya Muhammed! dedi. Allah size selamını iletiyor ve:
              [/color]"Ben Ebu Bekir'den razıyım, ona sor; o da benden razı mı?"buyuruyor. Bu konuda sizin görüşünüz nedir?

              İmam (as) buyurdu ki: "Ben Ebu Bekir'in faziletini inkar etmiyorum, ama bu haberi rivayet eden, peygamber (saa)'in Veda haccındaki şu: "Benim adıma yalan söyleyenler çoğalmış, benden sonra da çok olacaklardır. Bu durumda bana istinaden size bir hadis anlatıldığında Allah'ın kitabı ve sünnetimle karşılaştırın; Allah'ın kitabı ve sünnetine uygun olanı alın, Allah'ın kitabı ve sünnetime uymayanı / ters olanı bırakın" buyurduğunu da unutmamalıdır. (Ebu Bekir'in hakkında olan) Bu rivayet Allah'ın kitabına uymuyor, çünkü Allah: "Biz insanı yarattık ve içinde ne taşıdığını (düşündüğünü) biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız (Kaf 16)" buyurmaktadır. Ebu Bekir'in razı olup olmadığını Allah bilmiyor mu ki, peygamberden sorsun? Bu aklen mümkün değildir.

              Yahya: Rivayet edilir ki: "Ebu Bekir ve Ömer yeryüzünde, gökte Cebrail gibidirler."

              İmam: "Bu hadise de dikkat etmek gerekiyor. Çünkü Cebrail ve Mikail Allah dergahına yakın (mukarreb) iki melektirler, o ikisi hiçbir şekilde günah işlememişlerdir. Allah'ın itaatinden bir an bile çıkmamışlardır. Ama Ebu Bekir ve Ömer müşrik idiler, İslam ortaya çıktıktan sonra müslüman olduysular da hayatlarının çoğunu şirk ve putperestlikte gieçirmişlerdir. Buna göre peygamber (saa)'in, o ikisini Mikail ve Cebrail'e benzetmesi mümkün değildir.
              Yahya: aynı şekilde; "Ebu Bekir ve Ömer'in Cennet yaşlılarının efendisi oldukları" rivayet edilmektedir. Bu konuda ne dersiniz?

              İmam: Bu rivayetin doğru olması da mümkün değildir. Çünkü cennet ehlinin tamamı gençtir, içlerinde yaşlı bulunmayacaktır (-ki Ebu ve Ömer onların efendisi olsun). Bu rivayet Emeviler tarafından peygamber (saa)'in: "Hasan ve Hüseyin Cennet gençlerinin efendileridir" buyruğuna karşı uydurulmuştur.

              Yahya: Rivayet edildiğine göre: "Ömer bin Hattab, Cennet ehlinin lambasıdır."

              İmam: Bu da mümkün değil, çünkü; Allah'ın yakın melekleri, Adem, Muhammed, Allah'ın diğer elçileri ve peygamberleri cennette bulundukları halde nurlarıyla cenneti aydınlatmayacaklardır da cennet, Ömer'in nuruyla mı aydınlanacaktır?

              Yahya: Rivayet ediliyor ki: "Sekine" Ömer'in diliyle konuşmaktadır. (Ömer ne söylerse melek tarafından söylüyor.)
              İmam:
              [/color]Ben Ömer'in faziletini inkar etmiyorum ancak, Ebu Bekir Ömer'den daha faziletli olduğu halde mimberde: "Beni yoldan çıkaran bir şeytanım vardır, ne zaman doğru yoldan çıktığımı görürseniz, beni doğru yola döndürün" demekteydi.

              Yahya: Rivayet edilmiştir ki, peygamber (saa) şöyle buyuruyordu: "Eğer ben peygamber olarak seçilmeseydim, kesin olarak Ömer seçilirdi."

              İmam: Allah'ın kitabı bu hadisten daha doğrudur. Allah kitabında: "...Peygamberlerden ahit (söz) aldığımızı hatırla ve senden, Nuh'dan..." (Ahzab 7) buyurmaktadır. Bu ayetten açıkça anlaşılmaktadır ki, Allah, peygamberleriyle sözleşmiştir. Bu durumda Allah'ın sözünü değiştirmesi nasıl mümkün olabilir, peygamberlerden hiç birisi bir göz açıp kapama süresi kadar bile Allah'a ortak koşmamıştır. Ömrünün büyük bölümünü Allah'a ortak koşmakla geçiren bir kimseyi Allah onu nasıl peygamber olarak seçebilir? Yine peygamber (saa) buyuruyor ki: "Adem, ruh ile beden arasındayken (yani daha tam olarak yaratılmamışken) ben peygamber oldum."

              Yahya: Yine peygamber (saa)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Ne zaman vahiy kesilse (gecikirse) Hattab (Ömer'in babası) ailesine indiğini sanırdım. Yani peygamberliğin benden onlara geçtiğini sanırdım.

              İmam: Bu da mümkün değildir, çünkü peygamber (saa)'in, peygamberliğinde kuşku duyması imkansızdır. Allah buyuruyor ki: "Allah, meleklerden ve aynı şekilde insanlardan elçiler seçmektedir." (Hac 75) (Buna göre Allah'ın seçimiyle, artık peygamberin peygamberliğinde kuşku duymasına imkan kalmaz.)
              Yahya: Peygamber (saa) buyuruyor ki: "Eğer azap nazil olsaydı, Ömer'den başka kimse kurtulamazdı."

              İmam: Bu da imkansızdır, çünkü Allah İslam peygamberine buyuruyor ki: "Sen onların arasında olduğun sürece Allah onlara azap etmez, yine istiğfar ettikleri sürece Allah kendilerine azap etmez." (Enfal 33)

              Böylece, peygamber halkın arasında bulunduğu sürece ve müslümanlar istiğfar ettikleri sürece Allah onlara azap vermez.

              Kaynaklar:

              1. et-Tıbrısi "el-İhticac" C.2, S.245-249
              2. S.Ali Ekber Kureşi "Hanedan-ı Vahy" S.644-647
              3. Es-Seyyid Abdürrezzak Mukerrem "Niğahi Güzere ber Zindeganiyi İmam Cevvâd" S.97-100
              4. es-Seyyid Hüseyni el-Kazvini “Mevsuât el-İmam’ül Cevvad” C.2, S.403-405 H.1419
              5. es-Seyyid Mehdi el-Hicazi “Dürer’ül Ahbar” S.373-377 /
              6. eş-Şeyh Abdullah el-Hasan “Munazarat Fil Akaid” C.1, S.126-134
              7. el-Meclisi "Bihar'ül Envar" C.50, S.80-85
              8. el-Hac Hüseyin eş-Şakiri “el-İmam Muhammed’ül Cevvad” S.262-263
              9. Mehdi Pişvai "İmamların Hayatı" S.379-381”

              http://www.velayet.com/imamet/imam_c...-t14752.0.html

              Yorum


                #22
                Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                -6-


                ĞADİR HUM
                Şii: Ayetin Ali’nin hilafetine delaletine itiraz ediyorsunuz. Peki delaleti açık olan hadis-i şeriflere ne diyeceksiniz? Mesela “Ğadîr hum” hâdisesi… Allah Rasülü (s.a.v.) “Veda Hacc”ından dönerken Mekke ile Medine arasında Cuhfe’de yer alan bölgede deve semerlerinin bir araya getirilmesini emreder, üzerlerine çıkar ve ashabına şöyle buyurur:

                -“Ben sizlere canlarınızdan daha yakın değil miyim?
                - Öylesin ya Rasülellah (s.a.v.).
                - Ben kimin “Mevla”sı isem Ali de onun “Mevla”sıdır.
                Allahım! Ali’ye dost olana sahip çık, düşmanlık edene düşman ol, O’na yardım edene yardım et, Ondan yardımını esirgeyeni hizlana uğrat!”[12]

                Hadiste geçen “Mevla” kelimesinin çeşitli anlamları vardır. Bu bağlamda şunlar söylenebilir: Köle azat eden, azat edilen, komşu, amcaoğlu, yardımcı, yemin eden, idareye daha layık olan kişi… Fakat hadiste zikredilen “Mevla” kelimesinin “idareci” anlamının dışında bunların hiç biriyle en küçük bir münasebeti yoktur. Velayet, siyasi işlerde tasarruf, cemiyete idareci kimliğiyle müdahil olmak ve benzeri anlamlar, “imamet” makamına sahip olan kişinin vazifeleri arasındadır. Efendimiz (s.a.v.), bu hadis-i şerifle Ali’yi ümmete “Mevla” yani halife olarak bizzat atamıştır.


                Yine bildik çekilde tahrifat ve hayali şii mollayı konuşturma olayları sürmekte bu bölümde de. Hayali şii burada Ali’nin hilafetine diyor. Burada İmametine değil de hilafetine kelimesinin kullanılmış olması, ortalıkta şii molla diye birinin falan olmadığını, diyalogun hem şii bölümünü hem sünni bölümünü tek kişinin uydurduğunun güçlü kanıtı sayılabilir. Çünkü şiiler İmameti önemser ve onu hilafetten üstün görürken, Ali a.s. için bir şeyi ispatlayacaklarsa hele hele sünnilere, bu durumda İmamet kelimesini kullanır onu ispatlarlar. Çünkü şiilere göre hilafetin bir değerli ve inançsal zorunluluğu yoktur. Hilafet sıradan bir yönetim tarzıdır. Oysa İmamet, Allah tarafından Peygamber s.a.a.’ten sonra risaletin yerine dini korumak üzere ihdas edilen (konan) bir sistemin adıdır. Ancak sünnilerde İmamet bir değer ifade etmez, etse de onu Hilafete eş anlamda kullanırlar. Bu durumda kutsal ve esas olan hilafettir. Şii molla adına soru düzen sünni dolayısıyla burada kendi inancında değerli olan ve esas olan hilafeti şiinin kendilerine dayatacağını hesaplamış. Ama yanılmış ve kendini ele vermiş. Rivayetin birinde ben size kendinizden daha evla (tasarruf yetkisine daha çok sahip olan) değil miyim derken diğer rivayete göre sizin veliniz (yöneticiniz) kimdir der. Allah ve Resulü cevabı verilince Peygamber s.a.a ben kimin velisiysem benden sonra onun velisi Ali’dir, şimdi ona nasıl davranacağınıza bakın der. Ve oradan indikten sonra 120bin sahabeden Ali a.s’a biat etmeleri için özel çadır kurdurtur ve onlardan biat alır.

                Yine aynı yukarda olduğu gibi burada da veli kelimesi dost diye çevrilmeye devam edilmiş. Oysa bu kelimenin burada yönetici olduğunu açıklamıştık. Burada da aynı anlam sürmektedir. Çünkü müslümanlar zaten birbirlerine dosttur. Peygamber s.a.a.’in Ali a.s.’a takınılan tavır için öğle sıcağında 124bin kişiyi kızgın güneşin altında saatlerce bekleyip toplanmalarını sağlaması sonra yüksek yere çıkması Ali a.s.’ı da yanında çıkarması sonra onun velayetini dile getirmeden önce sizin veliniz kimdir deyip Allah ve resulüdür cevabını alması ve bunun üzerine burdaki anlamda Ali için de bu velayeti vurgulaması.. tüm bunlar ve sonrakiler ve hatta Peygamberin s.a.a. bu konuşmaya başlamadan önce Elçinin (ölüm meleğinin) bana gelmesi ve aranızdan ayrılmam yakındır diyerek artık vefat edeceğini ve bu yüzden kendinden sonraki işleri düzenleme amacıyla bu konuşmayı yaptığını açıklaması.. burada geçen veli kelimesinin dost olduğu anlamını kesinlikle geçersiz kılmaktadır. Devam edeceğiz bi iznillah ancak Sünni bu kez sünni aslına bürünüp neler iddia ediyor bakalım!:

                “Sünni: Bu rivayetin başında ve sonunda Şia’nın eklemeleri vardır. Nitekim muhakkik muhaddisler hadisin sıhhatini tenkit etmektedirler. Üstelik “Buhari” ve “Müslim” hadisi hiç nakletmemektedir.”


                Şiiler rivayetlere asla ekleme ve ondan çıkartma yapmazlar. Çünkü buna ihtiyaç duymayacak kadar rivayetler açık ve boldur. Hem de sünni kitaplarda. Muhakkik muhaddislerin eleştirmediği tek hadis yoktur ki! Kimi hadis tenkitçilerine göre mütevatir hadis (güvenilecek ve itikat oluşturacak) sadece bir tanedir. Şimdi böyle mi inanacağız! Tersine bu hadis en sağlam ve mütevatir hadislerden biridir. Çünkü

                1-Tüm sünni kitaplarda lafzen ya da manen rivayet edilmiştir. (130 sünni temel kitapta kayıtlıdır)
                2-Tarihi gerçeklere uygundur
                3-Bu hadisin bulunması akli olarak zorunluluktur
                4-Peygamber s.a.a.’ten sonra ne olacağına dair düzenleme yapan Kur’an ayetleriyle tam uyum içerisindedir.

                Hadis sünninin beyanının tersine Buhari ve Müslimde kaydedilmiştir. Ancak sünnilerin kendi kitaplarından bile haberlerinin olmadığını yukarda dile getirmiştik. İşte şimdi bunu delillendirip ispatlamanın bir başka vesilesi ve tam zamanı:
                Hadis sünnilerce Kur’an’dan sonra yeryüzünde en sahih kitap olarak nitelenen Sahihi Buhari’de manen geçmektedir: Peygamberimiz Buharinin aktardığına göre: benden sonra 12 halife gelecektir. Ravi Rasulüllah bir şey daha dedi ben onu duymadım babama sordum babam: Hepsi Kureyşten olacak dedi, (Sahihi Buhari, Ötüken yayınları, Kitabul Ahkam, 52. Bab. 79. hadis. sayfa 7075 cilt: 15.) der. Bu hadiste manen Gadiri Hum olayına işaret edilmektedir. Çünkü hadiste geçen 12 İmam Ehlibeytten olan 12 İmamdan başkası değildir. Başka 12 İmam olarak niteleyebilecek ve bunu delillendirebilecek hiç kimse yoktur. Hatta buradaki sünninin kendisi bile. O halde Peygamber s.a.a. kendinden sonra 12 İmam bırakmıştır İmameti ihdas etmiştir. Bu imamların da birincisinin İmam Ali a.s. olduğu tartışmasızdır. Çünkü 12 halife hadisleri diğer hadis kitaplarında daha açıktır ve tam da bizim zikrettiğimiz bu anlamdaki gibidir.

                Gadiri Hum’da da Peygamberimiz Kendinden sonraki düzenlemeyi açıklamakta ve Ehlibeytin birinci İmamı Ali a.s.’ı vasi yapmaktadır.

                Hadis Sünnilerin Kütübü sitttesinden ikincisi olan Sahihi Müslimde daha da açık olarak vardır. Her ne kadar sünni yoMüslim hiç nakletmemektedir dese bile bakın:

                “"Bir gün Resulullah (s.a.v.) Mekke ile Medine arasında Hum denilen bir suyun başındaaramızda hutbe okumak üzere ayağa kalktı ve Allah'a hamd u sena etti. Va'z eyledi. Ve hatırlatma yaptı. Sonra şöyle buyurdu:
                "Bundan sonra, dikkat edin ey Cemaat! Ben ancak bir insanım. Rabbimin Resulü gelip de ona icabet etmem yakındır. Ben size iki ağır yük bırakıyorum. Bunlardan birincisi içinde doğru yol ve nur bulunan Kitabullah'dır. İmdi Kitabullah'ı alın ve ona sarılın". Müteakıben Kitabullah'a terğib ve teşbihde bulundu. Sonra:

                "Bir de ehl-i beytimi (bırakıyorum)... Ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatırım!...Ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatırım!...Ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatırım!..." buyurdu...

                Sahihi Müslim, sönmez neşriyat Ahmet Davudoğlu tercümesi, Cilt 10 sayfa 6198/252, Hadis no: 2408. Kitabu Fedailü's-Sahabe.


                Sünni yazar acaba buradaki Hum denilen suyun başında tabirine hiç dikkat etmedi mi, bu hadisi okudu da bu kelimeyi görmedi mi yoksa moto mot veli kelimesini mi aradı? Konumuz neydi? Peygamberimiz s.a.a. keninden sonra kimi bıraktı! Biz diyoruz Ali a.s.’ı bıraktı. Kendisi diyor bıraktı bırakmadı, bıraktıysa H.z Ali’yi değil Ebubekiri bıraktı. Ali’yi bıraktığında dair deliller yoktur. Örneğin “ben kimin velisiysem Ali onun velisidir şeklindeki Gadir Hum hadisini sünni kitaplardan Buhariyle Müslim rivayet etmemiştir. Oysa görüldüğü gibi burada Hum hadisi var. Ve Peygamber bu hadiste kendinden sonra yerine kimi bıraktığını belirtmektedir. Açık açık öleceğini de açıklamaktadır. Bıraktığı da Kur’an ve Ehlibeytir. Ehlibeyti bırakıyorum dediğine ve Ebubekirin de Ehlibeyt olmadığına göre Yazarın bir sünni olarak kendi kitabındaki bu hadise göre ne yapması lazım! İnadı inkarı bırakıp tevbe edip Ehlibeyti temsilen Ehlibeytin en büyüğü ve 1. İmamına teslim olması lazım. Ama yok! İnat tahrifat ve inkar devam edecek. Neye peki? Şiiaya mı? Evet görünüşte ona ama gerçekte hakikate ve hatta kendi kitaplarına bile. Sünniler böyledir! Şiilere benzememek için hakikate bile yüz çevirirler!.

                Bu Kur’an ve Ehlibeytin bırakıldığı hadisini sünniler halife olarak Ali’yi ispatlamaz diyorlar. Ancak bu yanlıştır. Çünkü gerekçeleri bu iddianın yanlış olduğunu apaçık göstermektedir. Diyorlar ki Ali zaten Ebubekirin yanındaydı o Ehlibeyt olarak bırakılmadı terk edilmedi ki, ve zamanı geldiğinde halife de oldu! Bu aynen şunun gibidir: Bırakılan ve tutunduğumuzda asla sapmayacağımız iki emanetin ilk Kur’an. Dolayısıyla Kur’an kenara konabilir bazen ona müracaat edebiliriz ancak hükmederken Kur’andan başka kitapla hükmedeceğiz! Peygamber bunu demek istedi! Bu anlam nasıl mümkün değilse Ali a.s.’ı kenara itip Ehlibeytten olmayan Ebubekirin halife olması gerektiğini iddia etmek aynı derecede batıldır.

                Zaten Resul zaman gelip sünnilerin böyle çark edeceklerini bildiğindendir ki Müslimde geçen hadiste Ehlibeytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım.. buyuruyor üç kez. Böylece Ehlibeyti koruyan ve ihdas edenin Allah olduğunu, kendisinin gidici olduğunu ve müdahale edemeyeceğini Ama Allah’ı gözetleyici ve Ehlibeyte yapılanları kaydedeceğini açıkça ve tekrar tekrar bildirmektedir. Bunlar şiilerin kitaplarında değil sünnilere kendi kitaplarında duyurulmaktadır. Ama ne çare! Allah’ın saptırdığını kim doğru yola iletebilir!..

                Sünni yazarın bir başka bağnazlığı bu hadisi sadece Buhari ve Müslim yazmamış diye tutturmasıdır. Sormak gerekir: bir hadisin sahih olabilmesi için sünnilere göre buhari ve müslimde geçme şartı mı vardır! Hayır yok!. O halde sorun ne? Buhari ve müslimde olma şart olsaydı o zaman sadece bu iki kitap sahih olarak ilan edilmeli ve kütübü sitte sahihtir diye bir inanç oluşturulmamalıydı! Buhari ve Müslim sahih ise, onun dışındaki hadis kitapları neye yarar! Sünnilere göre bu sahihlik yetmiyor mu ki yanlarına aynı hadisin geçeceği 4 kitap daha konuyor! Buhari ve müslimde geçen bir hadis bu kitaplarda da geçerse mi sahih olacak? Bu 4 kitap neye yarayacak! Yok, amaç şiaya zıt düşmek ya. Bu uğurda 4 kitap da atılabilir hatta bu iki kitapta da geçse bile ne yazar!

                Hadis sahihayndan başka 4 kitapta olduğu gibi diğer kitaplarda da mevcuttur Örneğin: 17- "..Ben kimin mevlasıysam Ali onun mevlası.."

                Kütübü Sitte (Hadis ansiklopedisi, İbrahim Canan) Cilt 12, Hadis no: 4405, Sahabelerden bazılarının faziletleri bölümü
                Kur’an ve Ehlibeytin bırakıldığı ve onlara uyulmasının emredildiği hadis ile 12 İmamın bırakıldığı ve onların geleceği hadisleri ise Tüm sünni kitaplarda mütevatir olarak kayıtlıdır. Sitemizde (velayet.com) hadis bölümünde “ben gördüm” başlığı altında bunların kaynakları ve metinleri mevcuttur.

                Nakledenler de sizin Hz. Ali’nin imametine delil olarak kullandığınız ilk kısmı rivayet etmemektedir. Bu durumda son kısımda yer alan “Allahumme vâli men vâlâhu…” deki “vâli…”nin anlamının; “Ali’ye dost/yardımcı olana yardım et…” şeklinde olması işaret etmektedir ki hadisin başında yer alan “Mevla” kelimesi de “yardımcı/dost” anlamındadır. Nitekim “Kur’an-ı Hakim, “mevla” ile aynı kökten gelen “evliya”[13] kelimesini dostlar/yardımcılar anlamında kullanmaktadır.

                Biz kaynakları ve metinleri gösterdikten sonra artık bu açıklamanı bir kıymeti harbiyesi bulunmamakta ve hakikati arayanlar için yeterli delil sunulmuş olmaktadır. Mevla-veli kelimesinin dost değil yönetici olduğu konusunu da açıkladık. Buradaki ek iddia yok. Ebubekire işaret edeceği iddiası da delilsiz yere sadece söz olarak tekrar edilip duruluyor.

                Hadiste Hz. Ali’nin imametine işaret eden küçük de olsa bir işaret yok.”

                Önce hadis yok dendi, sonra hadisin bu bölümü yok dendi, şimdi de bunlar var ama Ali a.s.’a işaret etmiyor dedi!. İnanmak istemeyenlere hakikat derdinde olmayanlara Allah Resulü de bir şey yapamadı. Bu iş senden mi Allah’tan mı diyenlere yeminle ve öfkeyle Allah’tan dedi Resul. Birisi eğer Allah’tansa başıma bir musibet insin deyince, adam daha on aradan uzaklaşmadan başına kaya düşüp oracıkta geberiverdi!

                Çünkü Ali a.s.’ın imameti öyle şaka değildir. Basit bir mesele değldir. Ayetlerle belirtilmiş işaret edilmiş mütevatir hadislerle de tam olarak açıklanmış, bu gün dünya üzerindeki tüm müslümanların kitaplarında kaydedilmiş ve açıklanmıtşır.! Dileyen inanır idleyen inkar eder!

                Muhal farz, olsa bile Hz. Ebu Bekir’in halife olduğuna dair icma var. Üstelik bu icmanın içinde Hz. Ali de var. Haber-i ahad olmadan öteye geçmeyen, Buhari ve Müslim’in de rivayet etmediği, edenlerin de sizin eklemeleriniz olmaksızın naklettiği bir rivayetin icma karşısında değeri ne olabilir ki?

                Yani bazen sünnilerde akıl tutulması vardır diyorum da bana kızıyorlar! İşte delili! Adam diyor ki böyle bir hadis olsa bile haberi ahad (mütevatir derecesine ulaşmamış hadis)dır tersine icma olduğundan bir kıymeti harbiyesi yoktur! Şimdi aynı adama başka bir zaman sorsanız İcmayı tarif et diye! Adam şöyle tarif eder: Kur’an ve sünnette olmayan (açıklanmamış) bir konu hakkında alimlerin fikir birliğine varmalarına icma denir! Burda ne diyor! Hadis olsa bile icma vardır hadisin değeri yoktur! Bu ne perhiz ne lahana turşusu demek düşer. Hayır mesele o değil! Eğer hadis varsa icmanın olması mümkün mü! İcma varsa ki yok! Çünkü Ali a.s.’ın halife olması gerektiğine dair sayısız sünni kitapların yazarı olan alimler bu icmanın olmadığının şahitidir. Örneğin bunlardan biri İlk dönem İslam Tarihi sünni alimlerinden biri olan İbnül Esirdir. Kendisi İstanbul Bahar yayınlarınca yayınlanan İslam Tarihi (El Kamil Fit tarih) kitabının 2. Cildinin 64. Sayfasında “Yakın akrabanı korkut” ayeti geldiğinde Peygamberin yakınlarına yemek verdiğini ve orada benden sonra aranızda halifem Ali’dir dediğini açık açık yazar. Ama bir kere kafasına inkarı koyan birisine siz neyi gösterirseniz neyi ispatlarsanız ispatlayın fark etmez! Onlar inanmazlar.

                Bu hadisin doğru anlaşılabilmesi, söylenmesine sebep olan olayla birlikte değerlendirilmesine bağlıdır. Yani burada arka plan (sebeb-i vurud) bir zarurettir. Hadisin vüruduna sebep olan olay şöyle gelişmiştir: İmran b. Hasin? diyor ki, Allah Rasülü (s.a.v.) Hz. Ali’nin komutasında bizi cihada göndermişti. Hz. Ali esir alınan cariyelerden birini idaresi altına aldı. Onunla birlikte cihada çıkan dört kişi hâdiseyi Allah Rasülü’ne (s.a.v.) ilettiler. Efendimiz (s.a.v.) bundan çok üzüldü ve şöyle buyurdu: “Ali’den ne istiyorsunuz? Ali bendendir. Ben de Ondanım. Benden sonra O her müminin (mevlası) yardımcısıdır.”[14]

                Cariye alma olayı başka bir zamanda işlenmiş ve Peygamber ilgili özel kişilere bu uyarısını yapmıştır. Ve mesele de kapanmıştır. Buradaki olay farklı ve geneldir. Peygamberin münferit birkaç kişiyi ilglendiren cariye alma olayını tüm 124bin kişiye duyurması saçmadır! Hem de kızgın güneşin altında öğle sıcağında tüm veda haccına katılanları bekletme pahasına. Sonrasında da çadır kurdurup biat alması da bu olayın özel değil genel olduğunun ispatıdır. Ben gidiciyim demesi ve veli kelimesini kullanması baştan beri açıkladığımız gibi bu olayın Ali a.s.’ın imamet ve Resul s.a.a’tan sonra hilafetinin ihdas edildiğinin ispatıdır.

                Hz. Ali ile alakalı olan bu hadis-i şerif O’na karşı yapılan haksızlığın izalesini talep etmekte ve müminleri O’nu sevmeye çağırmaktadır. Bu çağrı sadece Hz Ali ile sınırlı değildir. Aynı çağrı taraf-ı Risalet’ten sizin rivayetlerini reddettiğiniz Ebu Hureyre için de yapılmıştır. Bu nevi hadisler “mukteza-i hal”e göre serdedilmişlerdir. Tıpkı farklı zamanlardaki soruları Allah Rasülü’nün (s.a.v.) şartları dikkate alarak değişik tanzim etmesi gibi. Mesala “Hangi ibadet daha faziletlidir?” sualinin muhtelif zaman ve zeminlerde ki farklı cevapları bunun en bariz örneğidir. Sonra hadis mecmualarının yanı sıra Kur’an-ı Hakim’de müminlerin birbirlerini sevmelerinin gerekliliğiyle alakalı ayetlerle doludur. Yani sevilmesi talep edilen kişi sadece Hz Ali değil, topyekün ashaptır.

                Herkesin her müslümanı sevip dost edinmesi gerektiği halde Ali a.s için özel olarak tüm ümmeti toplaması doğru değildir. Bu da göstermektedir ki Gadiri Humdaki olay başkadır. Ama sünni inkarcı öyle hale getiriyor ki Önce hadis yok, sonra hadis var anlamı dostluk ve sevgi diyor, sonra Ali değil herkes için genel diyor. Böylece sonuç ne oluyor? Peygamberin böyle bir açıklama yapması Gadiri hum olayı ya da diğer yerlerde Ali a.s. için buyurmaları boşuna!

                Haşa! Biz böyle boş işler yapan birine inanmıyoruz!

                Yorum


                  #23
                  Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                  Helal olsun ne diyim daha ..
                  Haktır Allahım Muhammed mahım
                  Ali'dir şahım efendim Allah eyvallah

                  Yorum


                    #24
                    Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                    Övgülerin hak ettiği yer şahsım değil Mektebimizdir. Ben ne öğrendiysem ilimleri benden kat kat fazla ve sağlam olan Alimlerimizden öğrendim. Onların olmadığı yerde değerli bilgilerini paylaşmaya çalışıyorum. Ehlibeyt Alimlerimizin kendileri burada yazacak zamanları olsaydı bizim kıt ilmimizin burada olmasına mecbur kalmazdık. Rabbim Alimlerimizin sayısını artırsın. Eğer onların Ehlibeyt mektebinin Tertemiz vahiy kaynaklı tercümeleri ve kitapları olmasaydı bizim bu sorunlarla ilgili gerçekleri görmemiz bile mümkün olmayacaktı.

                    Burada gündeme gelmeyip tertemiz Ehlibeyt mektebi Şiayı zan altında bırakan tüm yazıların gerçekte saptırmaca olduğundan emin olabilirsiniz. Ehlibeytin sağlam ilkelerini orada açıklayan ve saptırılmış olduğunu ortaya koyan birisinin çıkacağından emin olabilirsiniz.

                    Sünni samimi halkı kandıran bu tür insanlar hiç eksik olmadı ve bir fitne olarak halkın tepesinde varlıklarını sürdürüyorlar. Bu fitneye karşı biz şiilerin samimi, yumuşak, ilim ve sabırla hareket etmesi ve hikmetle cevap vermesi gerekmektedir.

                    Rabbim bize ilimle amel etmeyi nasip etsin. Ve göz açıp kapama kadar bile olsa bizi Ehlibeytin yolundan ayırmasın...

                    Yorum


                      #25
                      Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                      Yönetimden ricam olacak: Önceden (modaratör olmadan önce) şahsıma yazdığım mesajlardaki yazım yanlışları veya ifade bozuklukları için düzeltme imkanı tanınmıştı. Bunu talebimdeki gerekçe paylaştıklarımı doğaçlama yazmam, ve kontrol etmeden paylaşmamdı. Kontrol edecek zamanı bulamıyorum. Görüldüğü gibi uzun yazmayınca şiaya atılan iftiraların yalanları ortaya konmuyor. Ve muhaliflerin sesleri kesilmiyor. şimdi bir göz gezdireyim dedim neler yazılmış baktım baya yanlışlıklar var. harf hatalarını geçtim onlar anlaşılabilir ama bir hata gözüme çarptı ki onun mutlaka değiştirilmesi gerekiyor. gerçi konunun akışından anlaşılıyor ama yine de bu yanlışdan dolayı alama güçleşmesin okur zorlanmasın diye oranın düzeltilmesi gerekiyor. Ben de bu yanlışları yönetime söyleyip onları meşgul etmek istemiyorum. Yanlış 3 Nolu cevapta sonlarda:

                      "Oysa şiaya göre Peygamberin vefatından sonra Ali a.s.’ın imametine inanmayan çok sayıda sahabe olmuştur. Bunlardan sünni kitapların da şahitlik ettiği 50 kadarı Fatıma evine sığınmıştır. Yani biat etmeyip Ali’yi imam tanıyan çok..."

                      Buradaki Ali a.s.'ın imametine inanmayan değil Ebubekirin hilafetine inanmayan şeklinde olması gerekiyor...

                      Yorum


                        #26
                        Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                        takipteyim.
                        [center]
                        ..ey ahle aalam agham Eli mazloome... یا ابا عبدالله الحسین
                        [center]
                        Bizleri öldürün! Zira Halkımızın bilinci daha da artacak!
                        Şehid Seyyid Abbas Musavi(Eski Hizbullah Lideri)

                        Yorum


                          #27
                          Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                          -7-

                          Hz. Ali’nin Hz. Harun’a Benzetilmesi
                          Şii: Allah Rasülü (s.a.v.), Hz. Ali’yi kastederek buyuruyor ki; “Benim yanımdaki konumun Musa’nın (a.s.) yanındaki Harun (a.s.) gibidir. Ancak benden sonra peygamber gelmeyecektir.”[15] Kendisinden sonra peygamber gelmeyeceğini bildirilen Efendimiz (s.a.v.) “Musa’nın (a.s.) yanındaki Harun (a.s.) gibi” ibaresiyle Hz. Ali’nin yetki alanının idari işlerle alakalı olduğunu ihsas ettirmektedir. Bu da O’nun halife olmasını gerektirir.



                          Burada da aynı şekilde hayali şii gerçekteki sünni konuşmaya devam ediyor. Tıpkı düşmanı da kahramanı da yazan türk filimleri gibi basit ve sıradan. İhsas ettirmekteymiş! Şiiler kesin olarak İmametin Peygamber s.a.a’ten sonra ona vekalet etme makamı olduğunu, bunun içine nübüvvet hariç her şeyin girdiğini bilirler.

                          Sünni: Bu hadis Hz. Ali’nin değil Hz Ebu Bekir’in imametine delalet eder. Şöyle ki; Efendimiz (s.a.v.) Tebük seferine çıkarken ordunun başına Ebu Bekir’i imam olarak atamıştı. Medine’ye de Muhammed b. Mesleme’yi emir bırakmıştı. Hz Ali’yi ise kendisi Tebük’te kaldığı müddet içerisinde “Ehli Beyt”in işleriyle alakadar olması için görevlendirmişti.

                          Bunlar tamamen yalandır. Bu konuda hadis nakletmemiş sünni. Ancak nakletse bile bu rivayetin olayın oluş şekliyle uyuşmamasından dolayı yazarın iddiası gibi bir görevlendirme mümkün değildir. Bir kere Peygamber s.a.a. Tebuk’e kendisi de giderken Ebubekir’i İmam olarak nasıl atar? İmam Ali a.s.’ı bile hadiste görüldüğü gibi İmam olarak değil vasi olarak ilan ediyor! Ama sünnilerde İmamet nedir bilinmediği için aynı anda çok sayıda imam olabilir. Sünni burada Ebubekiri İmam atadı diyerek ordu komutanlığını kastediyor. Ancak bu da yanlıştır. Çünkü Peygamber s.a.a. bizzat ordunun başında kendisi vardı.
                          Peygamber s.a.a.’in atamalarından Ebubekir ve İmam Ali as.’ı karşılaştıracak olursak şu tespitlere ulaşıyoruz:

                          1-Peygamber s.a.a. İmam Ali a.s.’ı hiçbir kimsenin emri altına vermemiş, eğer onu bir göreve göndermişse mutlaka onu baş olarak diğerlerini ona itaat etmek üzere atamıştır. Oysa Ebubekiri Peygamber her defasıdna bir başkasının emri altına vermiştir. Bunlardan en ilgi çekici ve Ebubekirin kariyerini ortaya koyanlar şüphesiz ki Ebubekir 50lik altmışlık ihtiyarken, onu 22 ve 18 yaşındaki genç birinin emrine vermesidir. Peygamber s.a.a. ona bu yolla demek istiyordu ki Senden küçük olana itaate alış ki Ali a.s.’a itaatin zor olmasın

                          2-Peygamber s.a.a. Ebubekiri görevlendirdiklerinden O başarı ile dönmemiştir. Örneğin Hayber savaşı. Oysa Ali a.s. başarıyla dönmüştür. Ve Peygamber s.a.a. bu sancağı öyle birine vereceğim ki Allah onu sever o da Allah’ı sever ve o zaferle dönecek buyurmuştur. Da Ebubekir ve Ömer sancağın kendine verilmesini arzu etmişlerdir.

                          3-Hac emiri olarak Peygamber s.a.a Ebubekir ve Ali a.s.’ın kariyerini tespit edebilsinler için Önce Ebubekiri görevlendirdi. Ancak gelen vahiyle ondan bu görevi alıp Ali a.s.’a verdi. Gerekçesi ise vahiyde belirtilen bu görevi sen ya da senden birisi yapabilir denmesiydi. Bu da Ali a.s.’ın Peygamber s.a.a’ten Ebubekirin ondan olmadığının bir ispatıydı.

                          Burada üzerinde durulması gereken bir başka uydurma nokta Medine’de bıraktığıyla ilgilidir. Yazar Muhammed Mesleme’yi Medine yöneticisi olarak bırakmış Ali a.s.’ı ise Ehlibeytiyle ilgilenmesi için bıraktı iddiasını sergiliyor. Bunun olması mümkün değildir ve bu uydurma bir olaydır. Çünkü:

                          1-İmam Medine’de kadın çocuk ve savaşa katılamayan yaşlılardan başkası kalmıyor, ve Ali a.s. da Peygambere s.a.a beni kadın ve çocuklarla mı bırakıyorsun diye soruyorduğunda görüyoruz ki genel bir bırakma var. Eğer yazarın dediği doğru olsaydı Ali a.s’ın beni Ehlibeytin başına mı bırakıyorsun demesi gerekirdi. Dahası Ehlibeyt’in bayan üyesi tek Fatıma idi. Bu nedenle beni kadınlarla mı bırakıyorsun demesi mümkün değildir.

                          2-Peygamber s.a.a diğer Müslümanlar gibi onlarla birlikte sefere çıkıyor. Diğer Müslümanların başına yabancı biri olan Muhammed Mesleme’yi bırakırken kendi ailesi Ehlibeytin başına Ali a.s’ı bırakıyor özel olarak! Bu olacak iş midir? Muhammed Mesleme Ehlibeyte de bakamayacak kadar mıydı yoksa Peygamber s.a.a onu başkalarının geride bıraktıklarına nasıl bırakıyor!

                          Bu ve daha başka çok sayıda nedenden dolayı olay sünni yazarın iddiasındaki gibi vuku bulmamıştır. Bir kere cahiliye dönemi hiç olmayan, her zaman Peygamberin yanından ve ona kayıtsız şartsız teslim olan İmam Ali a.s.’ın Peygamberin görevlendirmesine itiraz için gelmesi, Münafıkların gazına gelmesi mümkün değildir! Biz Yüce İmamı bundan tenzih ediyor sünni saldırmadan onu beri ilan ediyoruz! İmam Ali a.s.’ın Peygamber’e s.a.a gelerek: beni kadınlarla çocuklarla mı bırakıyorsun demesi, bir itiraz değil, münafıkların düşüncelerine bizzat Peygamber diliyle cevap verip onların yıkıcı tesiri ve imanı zayıf müslümanların kalplerindeki hastalıkları giderme amaçlıydı. Bu yolla İmam Ali a.s. bizzat Peygamber diliyle konumunu ortaya koymuş oldu: Musa a.s. yanında Harun makamı, ancak Nübüvvet Hariç!

                          Münafıkların Ali a.s’dan nefret ettiklerinden akıllarınca Peygamber s.a.a ile Ali a.s.’ın arasını açma kastıyla saçma sapan işlere yönelmeleri tarihte yazılıdır. Ancak bunda muvaffak olamadıklarından güya Ali a.s.’ı bu yolla incitmek istediler. Ancak Allah’ın Ali a.s. içi biçtiği konumun farkında değillerdi ki bu bir kez daha onlara ilan edildi.

                          Harun a.s. ‘ın Musa a.s. yanındaki konumu 1. Ve 2. Fazilet ve görevlendirme şeklinde olup, Musa a.s.’ın olmadığında Harun a.s.’ın toplumda Musa a.s ile aynı görevle bulunuşuydu. Musa a.s ile Harun a.s. arasındaki akrabalık bağı kardeşlikti Peygamber s.a.a. bunu da kardeşlik eşleştirmesinde Ali a.s ‘ı kendine seçmek yoluyla ilan etti. Sen benim dünya ve ahiret kardeşimsin dedi. İmam Ali a.s.’ın çocuklarına Harun a.s.’ın çocuklarının isimlerini aynen Peygamber s.a.a verdi. Bu benzerlikler daha çoktur. Ancak bu kadarı hakikat peşinde olan özgür beyinler ve karakterler için kafidir. Bu benzerliğin tek istisnası Nübüvvettir. Bu da nübüvvetin Peygamber s.a.a. ile nihayet bulduğundan olup Ali a.s.’ın bu makama yetişecek nitelikte olmamasından değildi.

                          Fakat münafıklar Hz. Ali hakkında gayri ahlaki sözler sarfettiler. O da bunlara içerlendi, silahını aldı ve Medine’ye üç mil uzaklıktaki “Cürf”? denen yerde Allah Rasülü’ne (s.a.v.) yetişti. Efendimiz’e (s.a.v.) münafıkların sözlerinden rahatsız olduğunu ve harbe katılmak istediğini bildirdi. Bunun üzerine Peygamberimiz: “Benim yanımdaki konumun Musa’nın (a.s.) yanındaki Harun (a.s.) gibidir,” diyerek[16] Medine’de bıraktığı Hz. Ali’yi teselli etti.

                          Lafa geldi mi, şiilerin, sünnilere “Ehlibeyte inanmıyor onları aşağılıyorsunuz” eleştirilerine sünniler: “hayır biz çocuklarımıza Ehlibeytin adlarını veriyor Muaviye Yezid adını vermiyoruz demeleri şeklinde oluyor. Ancak sünni hadislerin arasında Ehlibeyte atılan iftiraların yanı sıra burda da bu aşağılama görülmektedir açıkça! Güya Ali a.s. münafıkların sözleri karşısında onların hilelerine düşüyor. Amaçları Ali a.s ile dalga geçmek ve onu üzmek O da geliyor Peygamber s.a.a’den teselli istiyor! Hayır Ali a.s. münafıklara böyle eğlence olacak Peygamberin kendisi için verdiği görevi beğenmeyecek ondan yakınacak itiraz edecek karakterde biri hiç olmamıştır. Biz O Yüce İmam’ı sünnilerin bu ifitralarından tenzih ediyoruz!

                          Allah Rasülü’nün (s.a.v.) kendisini Hz. Musa’ya (a.s.) Ali’yi de Hz. Harun’a (a.s.) benzetmesi, Musa’nın (a.s.) Tur’a giderken yerine Harun’u (a.s.) vekil bırakması cihetiyledir. Fakat burada Ali’nin sorumluluk alanı Harun’a (a.s.) göre daha hususidir. Çünkü Harun (a.s.) bütün ümmetten mes’ül iken, Hz. Ali sadece “Ehl-i Beyt”in işleriyle alakadar olacaktır.

                          Buradaki iddia sadece yazarın kendi zannıdır hakikatte hadisler incelendiğinde asla böyle bir çıkarım mümkün değildir. Peygamber bizzat hadiste kendisi Musa Harun benzetmesiyle, Peygamber Ali benzetmesinin uyuşmayan istisna yönünü de açıklıyor: Nübüvvet!. Eğer yazarın dediği doğru olsaydı o zaman bunu da ekleyip Peygamberin s.a.a. Şöyle demesi gerekirdi: Nübüvvet ve bir de sen daha hususisin!.

                          Biz bu sınırlamaya delil teşkil edecek sözü ilgili hadisleirn hiçbir varyantında (versiyonunda) görmedik, olsaydı zaten yazar da bunu açıklardı. Bu durumda sünniler Peygamberin: sadece nübüvvet diye istisna ederek Ali a.s.’a biçtiği makama razı olmuyor ona dayanamıyorlar ve hasetle yeni şart ekliyorlar. Oysa müslümana düşen Allah ve Peygamberin verdiğini almak onun nehyettiğinden kaçınmak ve Peygamberi hakem saydıktan sonra onun verdiği hükme içinden hiçbir itiraz hissetmeksizin tam teslim olmaktır. Ancak görüyorsunuz Peygamberin şartları sünniye çok ağır geliyor!

                          Eğer Medine’de bırakılmak halife olmaya işaret etseydi bu durumda Medine’ye emir olarak atanan Muhammed b. Mesleme’nin (a.s.) halife olması gerekirdi. Ya da ashaba namaz kıldırma vazifesini üstlenen Ebu Bekir’in… Ayrıca Allah Rasül’ü (s.a.v.) Medine dışına çıktıklarında genellikle yerine a’ma sahabi Abdullah b. Ümmi Mektum’u bırakırdı.[17] Buna göre başka birisi de halife Abdullah b. Ümmi Mektum olmalıydı diyebilir. Bütün bunlardan öte, Hz. Ali bu görevlendirmede pasif bir konumdadır. Kendisine ev işleriyle alakadar olması telkin edilmiştir.

                          Biz Halifeliğin İmam Ali a.s.’ın hakkı olduğuna delil olarak Medine’de bırakılmasını değil, bıraktığında İmam Ali a.s.’a söylediği sözü gösteriyoruz! Bir istisnasıyla Harun’un Musa a.s. yanındaki kariyeri gibi. İstisnası sadece Nübüvvet!. Ve tek delil bu da değildir. İmam Ali a.s.’ın Peygamber s.a.a’dan sonra vasi ve İmam olduğunda dair tonlarca delil mevcuttur. Ancak inanmak isteyen hakikat teslimiyetçileri için. İnkarcılara ise bizim yapabileceğimiz bir iş, verebileceğmiz bir ilaç mevcut değildir!

                          Şu aşağılamaya bakın! Ev işleriyle alakadar olması telkin edilmiş! Bu sünninin lafı değil bu! Muaviye tezgahında kurulduğu belli. Muaviyenin İmam Ali a.s. için intikam dolu hislerle yaptığı aşağılamalar sünni topluma o kadar sinmiştir ki halk arasında bir çok meseller bu yolla Ehlibeyti aşağılar olmuştur. Sünni cahil halk bir yandan Ali a.s.’ı sevdiğini sanırken diğer yandan hamam böceğine Kara fatma (haşa) ev işleri yapan kadınlarla çok haşir neşir olan erkeklere avrat Ali (haşa) tabirlerini kullanmaktadırlar.

                          Yorum


                            #28
                            Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                            -8-
                            Halifelerin İslam’dan Önceki Halleri

                            Şii: Hz. Ali, iman etmeden önce bir an dahi küfür üzere yaşamadı. Fakat aynı şeyi Ebu Bekir ya da Ömer için söyleyemezsiniz. Bu zaviyeden bakıldığında Hz Ali’nin bariz üstünlüğü vardır. Bu yüzden halifelik öncelikle O’nun hakkı olmalıdır.

                            Şia’nın masumiyet tanımını anlatmadan sünniler bu şekildeki bir üstünlük kıstasından hiçbir şey anlamazlar. Ve itiraz ederler.

                            Sünni: Sizin mantığınızla hareket edildiği takdirde Müslüman bir ailede doğan her çocuk ashaptan daha üstündür. Çünkü sahabenin çoğunluğu sonradan Müslüman oldu, Müslüman bir ailede doğup-ölenlerse hayatlarının başlangıcından sonuna kadar Müslüman olarak yaşadılar. Ne var ki Allah Rasülü’nün (s.a.v.) hadisi bu mantığın yanlış olduğunu bildirmektedir.O (s.a.v.) ashabını sair insanlarla mukayese sadedinde buyuruyor ki;

                            Sünnilerde Ehlibeyt kavramı olmadığından bu karşılaştırma ve kıyası Sahabe bağlamında alacaktır. Sahabe üzerinden düşünmeleri gayet doğaldır. Ama burada güya kendilerini mütevazi olarak ele alıp Peygamberin s.a.a kutsiyetinden yararlanıp Sahabeyi ulaşılmaz makamda gösteriyor. Sünnilerde yıllar yılı bu inanç işlendiğinden kabul görmesi doğaldır. O da buna oynuyor. Oysa sahabenin mi yoksa sonrakilerin mi hayırlı olduğunda sünnilerce rivayet edilen hadisler birbirine zıı iki şekilde nakli mevcuttur. Örneğin bir hadisten insanların en hayırlıları Ashabım, sonra onları takip edenler sonra onları takip edenler.. bu böyle devam eder gider. Denirken bir başka hadiste benim dostlarıma selam söyleyin, kim bunlar dendiğindeyse onlar beni görmeden bana iman edenlerdir, Ahir zamanda fitnelerin olacağı ve bu dönemde az amel edenlerin bile üstün olacağını beyan eden hadisler de vardır. Açıkçası insanın seçimine bağlı olmayan kazançlarının fazilet vesilesi olacağı adalet inancını sarsar. Burada sünninin sergilediği de bundan farklı değildir.


                            Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki her hangi biriniz Uhud dağı kadar altın infak etse onlardan birinin bir müdd, hatta yarım müdd sadakasına yetişemez.”[18] Çünkü Onlar, -yine Fahr-i Kainat Efendimiz’in (s.a.v.) ifadesiyle- bütün zamanların en hayırlı kuşağıdır.[19]

                            Bu hadis şia için yabancı değildir. Sünnilerin yanlış anladıkları bir hadistir ve Ehlibeyti inkar ettiklerinden onun yerine Sahabeyi ikame çabasının bir ürünü olarak kullandıkları açıkça ortadadır. Yanlış anlamaları şu şekildedir: Sünniler sahabenin tamamını adil görür ve aralarında imanı zayıf, imanı anlamamış, münafık, ayırımı yapmadan hepsini üstün görürler. Bunun hadiste mana ile rivayete izin verilmesi ve sahabe zamanında sened bölümünün olmaması sebebiyle Sahabenin tenkit imkanının bulunmaması gibi nedenler rol oynamıştır. Sahabenin tamamı adil kabul edilince bu kez bu tür hadisler de anlaşılmaz ya da yanlış anlamakta başka çaresi olmayan metinlere dönüşmüştür.

                            Sahabenin tamamının adil olmadığı naklen aklen sabittir. Bu konuda açık ayetler vardır. Bir tanesine bu tenkitin başında işaret ettik. Hadisler de vardır. Bu hadis bile de sahabenin tamamının adil olmadığına ispattır. Şöyle ki! Şayet sahihse bu hadis diyor ki (hadisin baş tarafı: ashabıma sövmeyiniz. … siz onlara (faziletçe) yetişemezsiniz!. Hadisi biz okuduğumuzda yazarın görüşüne aykırı bir şey görünmediğnden sorun anlaşılmıyor. Ancak bu hadisi Peygamberin kime söylediğini düşünün! Peygamber s.a.a bunu zaten ashabına söylüyor! Gayri müslimler Onu takmayacaklarına göre bunu müslümanlara söylüyor. Onu gören böyle hadislerini dinleyenlere sahabe deniyor. Bu durumda Peygamber ashabına diyor ki sahabeme sövmeyin siz onların faziletine ulaşamazsınız!. Bu ne demektir? Bir kısım faziletli sahabeler var (siz onları biliyorsunuz) onları eleştirmeye kalkacağınıza onlardan istifade edin siz onların seviyesine ulaşamazsınız… Biz Peygamberin s.a.a böyle tüm ashabını ulaşılmaz bir noktaya çıkardığını değil ama bazı ashabını böyle kolladığını biliyoruz. Bunlar sünni kitaplarda Kitabul Menakıb bölümlerinde mevcuttur. Ancak Ashabın tüm zamanların en hayırlıları olduğuna dair gelen rivayetlerle çelişen diğer rivayetler de vardır. Örneğin fitne zamanı olan ahir zamanda görmeden Peygambere inanmanın ve dini yaşamanın çok zor olacağı bu nedenle dinin yüzde 10unun yaşandığında bile bunun büyük fazilet olduğu sünni hadisler arasında vardır.

                            Ayrıca Hadis-i Şerifler tövbenin geçmişte yapılan bütün günahları kesip attığını bildirmektedir. Buna rağmen böyle konuşmanız bana acaba muhatabım Hz. Ebu Bekir ya da Hz. Ömer’in tövbelerini kabul etmeme gibi ilahi bir yetkiyle mi mücehhezdir kanaatinin oluşmasına sebep oldu.

                            Tevbe elbette geçmiş günahları siler. Ancak insan Allah’ın sildiği kadar karakterini ve geçmişini silmede başarılı mıdır? Asla! Bu yüzden şia hadislerinde sonradan hidayet olanların durumunu açıklayan şu hadis ne mükemmel bir hadistir: Eğer hidayete eren geçmiş hatalarına dönmezse o hataları bağışlanır, ancak geçmiş yanlışlarını yeniden işlerse bu durumda hem geçmişten hem hidayet sonrası günahlarından birlikte hesaba çekilir (yaklaşık anlam olarak naklettim) Biz gerek Ebubekirin gerekse Ömer’in masum olmadığını biliyoruz ve sünniler de bunu kabul ediyor. Bu durumda Ebubekir ve Ömer geçmiş günahlarından birini işleyerek geçmişteki günahlarından da hesaba çekilecekleri durumda bulunmuş oluyorlar. Bu da onların geçmişlerinin tamamının bağışlanmadığının ispatıdır. Şii hadise göre değil, şiada geçen hadislerin tamamı sünnilerde de mevcuttur.Ve akıl da şunu kabul eder ki, hiç günah işlememiş biri ile günah işleyip bağışlanmış biri aynı değildir. Çivi çıkar izi kalır misali ya da ... aynı mıdır denir.

                            Yorum


                              #29
                              Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                              -9-

                              Akrabalık Referans Olsa İdi Halife Hz. Abbas Olurdu
                              Şii: Hz. Ali, Allah Rasülü’nün (s.a.v.) amcasının oğlu, kızı Fatıma’nın eşi ve de ahiret kardeşidir. Bütün bunlar O’nun (r.a.) üstünlüğüne işaret etmektedir. Benzer meziyetleri başka hangi sahabi de görebilirsiniz?


                              Her ne kadar Ali a.s. Nehcül Belağa’da ağacın yaprakları dalları ve gölgesi örneğiyle akrabalığını İmamet için delil olarak gösterse, Ebubekir ve Ömer’lerin Ensara karşı Muhacir olmaları nedeniyle Hliafete daha ehil olduklarını delil göstremesine bu şekilde karşılık vermesi olsa da.. Şia İmamete ehil olmak ve seçilebilmek için akrabalık şartını asıl olarak neden görmez. Evet Akrabalık bir şarttır Çünkü İbrahim a.s. soyumdan da imamlar çıkar demekle bu şartın konmasına vesile olmuştur. Ancak bu tek ve asıl şart değildir. Masumiyet şartı bu şarttan daha baskındır. Baskın olmasa bile, Ehlibeyt kavramına sahip olmadıklarından sünnilere Ehlibeyt anlamında bir akrabalıktan söz etmek gereksiz ve faydasızdır. Çünkü bu durumda şu itiraz gelecektir:


                              Sünni: Eğer “karabet” cihetiyle Allah Rasülüne (s.a.v.) yakınlık “devlet başkanı” seçilmek için gerekli olsaydı halife, Hz. Ali değil, Efendimiz’in (s.a.v.) amcası Abbas olmalıydı. Çünkü amca, kişiye amcaoğlundan daha yakındır. Fakat kimse Hz. Abbas adına böyle bir iddiada bulunmamıştır. Çünkü İslam’da üstünlükler neseplere göre değil ilim ve takvaya göre ayarlanmıştır. Ayrıca krallıkla yönetilen ülkelerde esas olan, bir sistemi İslam adına bağlayıcı kabul etmek “beşeri” olanı “ilahi” olandan daha üstün kabul etmek anlamına da gelir.

                              Şia Peygamberin s.a.a. kendi çocuklarını masum görüp İmamete layık görmez ki Amcasına gitsin. Şiada masumiyetsiz akrabalık para etmez! Ancak “şii”nin bunları göre göre itiraz etmeyip daldan dala atlayıp Şia'nın delillerinin heba olmasına alet olması düşündürücüdür. Üstelik bu şii tüm sünnileri yenmiş biriymiş! Nasıl buraya itiraz etmez biz tek Akrabalığı masum ve İmamet için yeterli görseydik imamların sayısı 12 değil sünnilerin masum gördüğü sahabe 124bin kadar olurdu niye demez! Ayrıca bu akrabalığın bir değer olmadığını göstermez. Allah bazı soyları seçmiştir. Böylece o soylar da artık beşeri olmaktan çıkıp ilahi olmuştur yazarın deyişiyle. Örneğin israiloğullarının bir dönem seçilip alemlerin üstüne çıkarıldığı İmranın ailesinin seçildiği yazılıdır Kur’an’da. Şimdi bunlara itiraz mı etmeliyiz. Allah’ın lütfundan verdiğini mi kıskanıyorlar ayeti de yine Allah’ın seçtiği soyla ilgilidir.


                              “Hz. Ali bahsettiğiniz özelliklerle nasıl şerefyab olduysa benzer hususiyetler Şeyhayn içinde geçerlidir. Hz Ebu Bekir, dünya ve ahirette Allah Rasülü’nün (s.a.v.) eşi, Cebrail’in selamladığı ve hakkında tam on ayet getirdiği Hz Aişe’nin babasıdır. Hz. Ömer’in kızı Hafsa’da Efendimiz’in (s.a.v.) eşidir.

                              Bu görüş yalandır. Sadece bize göre yalan demiyorum. Prof. İbrahim Canan sünnilerin son dönem hadisçilerinden idi. Kütübü sitteyi derledi ve şerh etti. İmam Ali a.s.’ı menakıbı (fazileti) bölümünde şöyle der: İmam Ali a.s.’ın faziletiyle ilgili hadisler öylesine çok ve sağlamdır ki, hatta çokluğu hakkında diğer üç halifenin faziletini bildiren hadislerin toplamından daha çoktur! Şimdi böyle diyen bu hadisçi gibi çok sayıda sünni varken biz neden burdaki görüşe inanalım ki! Çünkü hakikat kitaplardadır. İmam Ali a.s.’ın faziletini bizzat sahabiler kendileri açıklıyor. Peygamber hangileri için ben ilim şehriysem Ali onun kapısı buyurdu, hangisini Ehlibeyt örtüsünün altına alıp temizlendiğini ilan etti? Hangisini dünya ahiret kardeşi ilan etti! Musa yanında harun karşılaştırmasına göre Musa ve Harun a.s. fazilet sıralamasının ilk iki halkasını oluştururken, Peygamber bu benzetmeyle kendi dönemindeki fazilet sırasının ilk iki halkasını işaret etmş olmuyor mu? Nasıl bu durumda Ebubekir Ali a.s.’ın faziletine eştir denebilir! Neye göre? Aişenin babasıdır! E hani soydan dolayı bir üstünlük olmuyordu yazara göre? Ali a.s. lehine oldu mu bu kurallar iptal oluyor, ve Ebubekir lehine olduğunda mı devreye giriyor? Bu ne biçim adalet? Bu görüş şiilerin soy anlayışına hitabense, siz bunu şiilere değil sünnilere diyorsunuz bu bir. İkincisi şiiler sadece soya bağlı üstünlüğe değer vermiyorlar ki! Bunu bilmeyip neden 12 imam da daha fazlası diye sormayan Peygambere sadece 12 kişi mi akrabaydı diye düşünmeyen biri şiayı nasıl anlayabilir!! Anlamadığı şeyi nasıl eleştirebilir?

                              Yorum


                                #30
                                Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                                -10-
                                Şeyhayn’ın Hizmeti[/color]
                                Şii: Allah Rasülü’nden (s.a.v.) sonra İslam’a en büyük hizmeti Hz. Ali yapmıştır. Tebliğde de, muharebede de en önde O vardır. Kale kapıları O’nun elleriyle açılmıştır. “Saadet Asrı”nın hangi şubesine bakarsanız bakın görürsünüz ki, Ali (r.a.) olmak adeta her yerde en önde durmak demektir. Aynı şeyleri Şeyhayn için söylemek mümkün değildir.



                                Şiiler saadet asrı deyimini pek kullanmazlar. Ali a.s. için r.a değil a.s. kullanırlar.
                                [/color]Sünni: Muhakkak ki Hz. Ali büyük hizmetlere imza atmıştır. Fakat Hz. Ebu Bekir ile Ömer’in yaptığı hizmetler gerek keyfiyet ve gerekse de kemmiyet açısından çok daha ileri derecededir.
                                Sünnilik güç merkezlidir. Güçlü olanı haklı görür. Güçten kastımız tarihte yönetimi ele geçirsin de nasıl geçirirse geçirsin, artık yönetime sahip olup gücü eline bulunduran kimse sünnilik bunun haklı olduğunu yazar her rivayeti ona göre düzer dizayn eder. Muaviyeye bile en yumuşak akıllı siyasetçi diyen bir ekolden söz ediyoruz. Abbasileri öve öve bitiremeyen bir siyasetten.

                                [/color]Söylediklerimizi daha somut bir çerçevede izah etme gerekirse şunlar söylenebilir:[/color]
                                Ebu Bekr’in (r.a.) İslam’a olan pazarlıksız teslimiyeti o kadar içtendi ki Allah Rasülü (s.a.v.) hiç tereddüt etmeden O’nun malı üzerinde kendi malı gibi tasarrufta bulunurdu.

                                Bir kimsenin derecesine delil teşkil edecek vasıfları doğru öğrenebilmek için o kişiyi dinlemek sağlıklı yol olmasa gerektir. Böyle yaparsanız yanılma ihtimalinizin yüksek olduğu konusunda aklınız sizi bırakmaz! Örneğin hangi anne/baba çocuğuna eş ararken gider o eşi tanımak için kendisine ve ailesine sorar? Sevenlerine sormakla yetinmeyip sevmeyenlerine de sormak ya da en azından dışardan bağımsız kimselere sormak o eşin niteliklerini tanıyabilmek için şart değil midir? Evet akıl bunu gerektirir. Bu durumda eğer Ebubekirin nasıl bir insan olduğunu biz kızı Aişe’den, Muaviyeden, İbn Ömer’den öğrenirsek bu tek taraflı bir öğrenme olur. Diğer yanda Ali a.s.’dan Fatıma s.a.’dan İmam Caferi Sadık a.s.’dan İbn Abbas’tan da öğrenmeli değil miyiz? Bu durumda hakikat daha net görülür. Peygamberimizin iyi kimse olduğuna şüphe yoktur. Buna dostları da düşmanları da şehadet emtişlerdir. Ali a.s. da öyle. Ancak iş Ebubekire gelince böyle diyemiyoruz. Ebubekirin kendisinin ölüm döşeğinde itirafları, Fatıma s.a’nın ona küsmesi ve beddua etmesi, Ali a.s.’ın yine aynı tutumu bize Ebubekirin sünnilerce anlatıldığı gibi olmadığını söylüyor. Ya da en azından bir meşhur sünni anlatımıyla Ebubekir, gerçeğe uymamaktadır. Senaryo şu: Peygamber s.a.a. mükemmel bir nesil yetiştirdi, bunlar asla Onun emrinden çıkmıyorlardı. Ebubekir geldi o da aynı mükemmelliği iki yıl sürdürdü. Ömer geldi o da bu mükemmelliği adaletin zirvesine çıkararak sürdürdü 10 yıl hükmetti. Sonra Osman dönemi ufak sıyrıkla atlatıldı ama samimiyet ihlas takva yine zirveden bir şey kaybetmedi. Sonra Hz. Ali dönemi geldi. Birden ne olduysa oldu. Bu mükemmel Sahabe nesli birbirine girdi!münafıklara kanabildiler, o kadar mükemmel yetişen ölçüleri münafıkların hilesine dayanamadı. O mükemmel insanlar birbirlerine karşı barışın yolunu bulamadılar. Ve bilançok 3 büyük savaş ölü sayısı yaklaşık 150bin. Dünya nüfusu o zaman daha az bu günkü gibi milyarlar değil!
                                Bu senaryoda bir gariplik yok mu? Bu sünni senaryo geçek değildir. Gerçekse böyle sonuçlanmamalıydı. Mükemmel eğitimden geçen mükemel olan insanlar birbirleriyle savaşabilir mi? Yıllar süren savaşlar olabilir mi? Hadi münafıklar bir an bunu yaptı sonra neden kendilerine gelmedi iki taraf da! Hayır! Ben sünniyken bize bir şeyleri yutturduklarını fark ediyordum bu sonuç çıkmamalı diyordum ama bir çare bulamıyordum başka tarih bilgisi yoktu. Şiadan haberim yoktu! Yine sünni tarihe göre Yezidi Muaviyeyi bir yere koymak tarihin kesitinde anlamlı bir yere koyabilmek mümkün değil! Yezid Peygamber torununu katlediyor, içinde sahabilerin de bulunduğu 30bin kişi bu harekatta yer alıyor. O mübareği boğazlıyorlar. Hani islam barış diniydi barış demekti hani mümin kendinden emin olunan kimseydi! Hani müslüman kendisi için istediğini kardeşi için de isteyecekti! Peygamber hani böyle yetiştirdiydi! Hayır demek ki öyle değil. Çünkü öyle olsa bu sonuçla karşılaşılmazdı! Peygamber elbette üzerine düşen görevi eksiksiz yaptı. Biz böyle deyince Peygambere iftira atıyorsun o yetiştirmedi mi provakasyonuna sarılıyorlar ortalığı velveleye veriyorlar. Hayır biz onu demiyoruz. Dediğimiz sahabenin doğru yetişmediği, ve Peygamber s.a.a’ten sonra onun kontrolü kalıp da İmameti de inkarlarından sonra onları durduran bir güç kalmadı. Ve müslümanlar bu hale geldi!
                                [/color]Müslüman olduğu gün yanındaki kırk bin dirhemi infak etmişti. [20] Ezilen Müslüman köleler O’nun paralarıyla azat olmuştu. Sehl ve Süheyl’den satın alınan Mescid-i Nebevi’nin arsa parası O’nun altınlarıydı.[/color]Ebubekirin zengin olduğunu biliyordum. Ve ilk müslümanların arasında öyle bir zenginin bulunmasını anlayamazdım. Çünkü zenginler genelde haramla zenginleşirler ve bu da onların sapmasına kendilerini müstağni görmelerine neden olur, istisnaları elbette vardır. Ancak zenginlerin çoğu böyledir. Ve zenginler yatırımcı insanlardır. Bunun için istikarara muhtaçtırlar. Zengin birinin Mekke’de yeni bir hareket çalkantıyı desteklemesi mümkün görünmemektedir. Ancak bunu ek yatırıma dönüştürebilecek ve ayrı alternatif rekabet alanına dönüştürebilecek zenginler bu alanı destekler diye düşünüyorum. Ebubekir malını mülkününün tamamını buraya harcadığı sünni kaynaklarda bulunmaktadır. Bu kaynakların nasıl oluştuğunu biz biliyoruz:
                                İlk üç halife döneminde hadis rivayeti, rivayetlerin toplanması yasaklandı. Yazılanlar yakıldı. Nedeni hadisler hep Ehlibeytin faziletiyle doluydu. Bu ise Ehlibeytin başta olmamasıyla çelişiyordu. Muaviye dönemine gelindiğinde O ferman yayınladı: Ehlibeytin faziletine dair rivayette bulunanların can güvenliğini kaldırdım. Ama Ebubekir Ömer ve Osman hakkında fazilet rivayetinde bulunanların adreslerini bana bildirin onları destekleyelim!
                                Ehlibeytle savaşacak kadar dünya malına düşkün hale gelmiş aşağılık ruhlar onlardan rivayeti bıraktılar ve Ehlibeytin fazileti hadislerinde Ehlibeytin adını çıkarıp Halifelerin adlarını koydular. Böylece bugünki sünni hadisler oluştu. İşte çelişkilerin nedeni budur. Aynı hadisten Ali a.s. içn de diğerleri için de vardır! Utanmadan bir de sünniler şiilerin Ali a.s.’ı öven hadisler uydurduğunu iddia ederler. Peki hangisi uydurmadır, olamaz mı şiiler uydurmuş? Olamaz! Neden? Çünkü sünnilerin kitaplarını yazan şiiler mi? Onlarda Ali a.s.’ın faziletine dair diğer 3 halifenin toplamından daha çok hadis varsa bizim dediğimiz doğrudur. Çünkü sünni kitapları şiiler yazmadı ki eğer şiilerinkiler uydurma olsa sünnilerinkinde Ehlibeytin faziletine dair hadis olmaması gerekirdi. Demek ki Ali a.s.’ın hakkında övgü hadisleri doğru, aynı hadislerin sadece isim değiştirerek diğerleri içn oluşturulmuş şekli ise yanlış!
                                [/color]Allah Rasülü’nün (s.a.v.) ahirete irtihali ardından başlayan “irtidat” hareketleri O’nun mukavemetiyle etkisiz hale getirildi. Namazla zekatın arasını ayırıp “Biz zekat vermeyiz” diyenlerle o harp etti. Yemame’de Müseylemetü’l-Kezzab’ı yere seren Halid b. Velid (r.a.) O’nun komutanıydı. Dolayısıyla Müseyleme’yi öldüren Hz Vahşi de O’nun askeriydi.[21][/color]
                                Bunu da hiç anlamazdım sünniyken. Kafirlerse neden namaz kılıyorlar? Zekat vermeyenler madem kafirliklerinden zekat vermiyorlar namaz niye kılıyorlar? Zekatı inkar ettiklerinden kafir olmuşlar, ya da Ebubekiri tanımadıklarından olmuşlarsa burada bir şüphe doğmuş demektir. Bu adamlar neden zekat vermiyorlar?
                                Malik b. Nuveyre olayı konuyu aktaran ibret dolu bir olaydır. Vakıayı bağımsız sünni ve diğer tarih kaynakları nakleder:
                                Malik Bin Nuveyre kabile reisidir. Kabilesi zekatı Ehlibeytin başa geçmemesi nedeniyle meşru görmedikleri Ebubekir hükümetine vermek istemezler. Ve böyle bir sorumluluklarının olmadığını zekat kendilerinin verecek yeri bulacaklarını söylerler. Ebubekir Ehlibeytin güçlenip sarsıcı bir rakip olmaması için işi sıkı tutar ve Nuveyreye Halit bin Velit’i gönderir. Halit akşam vakti Malik’in kabilesine ulaşır. Savaşmak yerine birlikte akşam namazını kılmayı önerir onlara. Onlar da mantıklı bulur ve birlikte namaza dururlar. Meğer Halit planlamış, namazdayken birden adamları Malik bin Nuveyrenin adamlarını esir alır etkisiz hale getirirler. Bu arada Halid’in gözü Malik’in genç eşine ilişir. Ve Maliki öldürür. Eşiyle de o gece nikah kıyar ilişkiye girer. Haber Ömerin kulağına gidince Ömer hemen Halit’in recmedilmesi için Ebubekire söyler. Çünkü ölen adamın eşinin iddet dönemi vardır bu dönemde onunla kimse evlenemez. Halit bunu beklememiştir. Ebubekir, Halit ictihad etti ama yanıldı onu recmetmem der. Ömer bari onu ordu komutanlığından al der ama Ebubekir buna da karşı çıkar der Halit Peygamberin kınından çıkardığı bir kılıçtır, Ben onun çıkardığı kılıcı kınına sokmam!. Ömer başa geçince ilk iş olarak Halidi ordu komutanlığından almak olmuştur.
                                Bu olay Ebubekirin dinde çıkanlar (ridde ehli) diye savaştığı kimselerin ve bu savaşların niteliğini ortaya koymaktadır. Sünniler Arap yarımadasında Medineliler hariç tamamının Peygamberin s.a.a. vefatıyla irtidat ettiğini ancak Ebubekirin kararlı tutumuyla bundan geri adım atarak İslama devam ettiklerini iddia ederler. Bu iddiayla çıkan savaşlarda 30bine yakın kişinin kanı dökülmüştür.
                                İrtidat işi uydurma olduğu açıktır. Çünkü sünni tarih görüşüyle çelişir. Sünniler ne diyordu? Peygamber s.a.a mükemmel bir nesil yetiştirdi! Ama onun vefatıyla tüm müslümanlar irtidat etmiş! Bir de bu sünniler şiilerin Peygamberin ardından tüm sahabenin irtidat ettiğini iddia ettiğini tekrar edip duruyorlar.

                                [/color]Yemame sonrası gündeme oturan “Kur’an nasıl korunacak” endişelerini izale eden Kur’an’ı Kerim’in cem edilişi Ebu Bekir’in (r.a.) emriyle (Hz. Ömer’in (r.a.) teklifi) oldu.[22][/color]
                                Bu övgüyü hak eden bir iş değildir. Yapılması gerken buydu! Kim Peygamberin yerine geçerse onun Kur’an’ı toplamasından daha gerekli bir iş mi olurdu? Bir insan görevini yapıyor diye ona teşekkür mü edilir?
                                Ama aynı sünniler hadisleri yakan ve onları toplamayan Ebubekire bir şey diyorlar mı? Peki neden hadisleri toplamadılar? Kur’an’la karışır diye mi? E hani Kur’an toplanmıştı? Topluyken de mi karışacaktı? Başına Kur’an kitabı Hadis kitabı yazacak bir eleman da mı yoktu! Görüldüğü gibi övünmek için aranıp bulunurken, gerçek övgü nedeni olabilecek başka olaylar hatta başka yapılması gerekirken yapılmayan bi sürü görevler var.
                                Şia açısındansa Kur’an’ın korunması bambaşka bir olaydır. Sünnilere göre lafzi Kur’an’ın korunması ve ama onun tefsiri ve yorumunun tahrifine karşı bir yöntem yol ve güvence mevcut değildir. Şiaya göre kitabın tefsiri İlahi Vahiyle (babaları ve Peygamber s.a.a. vasıtasıyla) bağlantısı olan Masum İmamlar doğru tefsiri söylerken, sünnilerde bu imkan yoktur. Bu yüzden her önüne gelen Kur’an’dan ahkam çıkarmaya kalkmış ve sayısız mezhep ve cemaatler türemiştir. İmamlarmız bu konuda: Eğer Peygamber s.a.a.’ten sonra biz Ehlibeytin imameti kabul edilseydi şu an yer yüzünde birbiriyle ihtilaf halinde bulunan iki müslüman bile olmayacaktı! Gerçek din de bu değil mi? Düşünün! Allah son dini ihtilaf için mi gönderdi yoksa birlik için mi? Peki hangisi var? Nicin?
                                Bu durumda Ebubekir övgüye mi layıktır yergiye mi?

                                [/color]Hz. Ömer (r.a.) zamanda İslam yeni iklimlere açıldı. Müslümanlar yeni ülkelerle tanıştı. Büyük fütuhat yapıldı. İslam devleti kurumsallaştı. Farklı kültürlerle bir arada olmanın doğal sonucu olarak ortaya çıkan sorunları yaptığı ictihatlarla aştı. İslam’ı hayata müdahil kıldı.[/color]
                                Bunlar da zaruriydi zaten. O toplum fetihte bulunmasaydı gerileme olur ve devlet yıkılırdı. O dönemin vasfı buydu.
                                Ancak Ömer’in bidatları türettiği ve sünnetleri iptal ettiği bizzat sünni kitaplarda onun kendi ağzından itirafıdır. Örneğin teravih namazı için Buharinin teravih bahsinde ne güzel bidat oldu demesi buna örnektir. Bidtlar dinde sapıklık ve dini tahri değil miydi?
                                [/color]Hanefi, Maliki ve Şafii mezhebinin bir çok esası Hz. Ömer’in o ictihatlarına dayanmaktadır. Nitekim Hanefi mezhebinin isnadgahı Abdullah b. Mes’ud’un hocası Hz. Ömer idi.[/color]
                                Allah Rasülü’nün (s.a.v.) vaz’ ettiği ölçüler dahilinde oluşan meşhur dört mezhepte Şeyhayn’in etkisi barizdir. Bu yüzden fıkhın gelişmesinin hakiki sebeplerinden biri de onlardır. Yapılan bütün hasenata ortaktırlar. Ne var ki Şeyhayn’in yaptığı hizmetler cinsinden Hz. Ali pek bir şey yapamamıştır. Devr-i hilafetinde hiçbir küfür diyarı fethedilememiştir. Çünkü neredeyse bütün mesaisini iç karışıklıkları izale etmeye hasretmiştir.

                                Şii: Madem İslam dünyasında yapılan bütün hasenata ortaktırlar Muaviye’nin (r.a.) oğlu Yezid’in Kerbela’da Hz. Hüseyin’i (r.a.) şehit etmesine de ortak mıdırlar?.
                                Sünni: Nasıl ki Hz. Ali Efendimiz, O’na aidiyet iddiasında bulunan İmamiye, İsmailiyye ve Zeydiyye’nin sapıklıklarına ortak değildir. Tıpkı bunun gibi Şeyhayn’de Yezid’in fiillerinden mesul değildir.
                                Bu mezhepler bidattır. Kitap ve sünnetten hiçbir yeri meşruluğuna dair bir tane bile delil yoktur. Var mıdır? 4 mezhebin taklidine izin veren onları yetkilendiren bir tanecik ayet hadis var mdıır? Yok! O halde bu kadar millet hangi delille bunlara uyar! Koskoca hiç! Ve daha vahimi Ehlibeyte uyun yolunuzu sapıtmazsınız hadisi sünni kitaplarda gözlerine battığı halde! Bakın biz demedik bizzat kendi itiraf etti. 4 mezhebin oluşmasında fıkhının şekillenmesinde fıkhında İmam Ali a.s.’ın bir payı etkisi olmadı diye! Ve bunu Ali a.s.’ın faziletsizliğine delil saydı!
                                Biz dediğimizde sünniler Ehlibeyte yüz çevirdiler diye rahatsız oluyorlar. Peki bu beyefendiler bilmiyorlar mı ki Peygamberimiz s.a.a.: “ben ilmin şehriyim Ali onun kapısı, kim ilim isterse o kapıya yönelsin” “Ali hak ile beraberdir hak Ali ile beraberdir” “Ey Ammar dünya bir yana Ali başka yana gitse sen Aliyi takip et çünkü hak onunladır” şeklinde.. Bu hadislerin tamamı sünni kitaplarda muteber senetlerle hala kayıtlıdır. Kimin için şiiler için mi! Hayır onlar sünni hadis kitaplarını ne etsin. Bunlar bunun gibi senaryo yazan sünniler içindir. Batıldan hakka çevrilsinle diye. Oysa adama bak! Ne diyor Ali 4 mezhebi oluşturmada etkili olamadı bu yüzden fazileti düşük! Fazileti ona Peygamber vermişken bu durumda olması gereken nedir? O 4 mezhebe etki ederek 4 mezhebin sayesinde mi fazilet kazanacak yoksa 4 mezhep ona bağlanıp ilmi ondan alarak mı! Esas ve delil hangisi içindir? Peygamber 4 mezhebi mi bırakmış bize uymamız için Ali a.s’ı mı! Yuh denir artık!

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X