Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #31
    Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

    Abi kaynak koymadın diye şikayetci oldular böyle hüccet olmaz diyorlar..
    Haktır Allahım Muhammed mahım
    Ali'dir şahım efendim Allah eyvallah

    Yorum


      #32
      Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

      [quote author=Cihandar link=topic=23907.msg160392#msg160392 date=1346888107]
      Abi kaynak koymadın diye şikayetci oldular böyle hüccet olmaz diyorlar..
      [/quote]

      söylediklerimiz çok meşhur olduğu için kaynak çok gerekmedikçe koymuyorum. Ancak bakacaklarsa sorsunlar ilgili bilginin kaynağını göstereyim. Diğer türlü bu reddiyenin aylar süren bir kitap çalışmasına dönmesi gerekir. ve diğer bir not! Reddiyesini yaptığımız yazıda da tüm rivayetlerin kaynakları yok! buna göre cevaplarda da ben sünnilerin asla kabul etmeyeceği çok duyulmamış, ve büyük iddia niteliğinde olan rivayetlerin kaynağını sayfa ve hadis nosuna kadar veriyorum. buna dikkat ediyorum. ben şu ana kadar yazara kaynak sorduğumu hatırlamıyorum. Çünkü yazdıkları kaynaklarda var, saptırmalara işaret ediyorum ve diğerlerinin kaynaklarda geçtiğini biliyorum...

      ama sorsunlar hangi bilginin kaynağına bakacaklar onu hemen veririm bi iznillah... Yalnız bu kaynak meselesi kaçışları içi bir bahane olmasın dikkat et.

      Yorum


        #33
        Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

        Yok abi öyle şey yapmazlar .
        Haktır Allahım Muhammed mahım
        Ali'dir şahım efendim Allah eyvallah

        Yorum


          #34
          Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

          -11-
          EBU BEKİR’İN HİLAFETİ
          Şii: Hz. Ali’nin imametine dair getirdiğim rivayetlerin tamamını indi te’viller olarak nitelediniz. En azından Şia’nın indi de kabul etseniz bu kadar delili var. Ehl-i Sünnet’in Hz Ebu Bekir’in hilafetine dair tek bir delili mevcut mudur?


          Resmen münazara değil de pas atmak, sünninin söylemek istediğini sıras geldiğinde ona söylemek için soru sormak ve böylece okur karşısında merak uyandırıp sünniye fırsat yaratmak şeklinde bir senaryo çizilmiş. Söze bak! Şia'nın indi de kabul etseniz bu kadar delili var. Yani bu delillerin indi olduğuna mı inandı şimdi şii! En cahil şii bile böyle inanmaz! Bu delillerin inkar edildiğini ve kati olduğunu bilir. Yani hani bu şii sünnilerin delillerini biliyordu, daha önce sünnilerle tartışmış ve hepsini yenmişti! Nasıl oluyor da Ebubekirin hilafetine dair sünnilerin delillerini bilemez? Hiç dinlemedi mi? Peki sünnileri yendiği söylenen bu kişi sünnilerin hangi delillerini çürüterek onları yendi! Yani bu kadar da acemice bir senaryo olmamalıydı!

          “Beni Bulamazsan Ebu Bekir’e Sor”
          Sünni: Hz. Ebu Bekir’in ilklerin imamı olduğuna dair Fahri Kainat Efendimiz’den (s.a.v.) mervi bir çok haber vardır. Onlardan bir kaçını tadat edersek şunları söyleyebiliriz; Allah Rasülü (s.a.v.) “Benden sonra Ebu Bekir ve Ömer’e uyun” buyurmaktadır.[23] Efendimiz’in (s.a.v.) ümmetten Ebu Bekir adına talep ettiği iktida dini ve dünyevi bütün işleri kapsamaktadır. Bunun için de Ebu Bekir’in idare makamında olması gerekmektedir. Orası ise imamettir.


          Devr-i Risalet’te Efendimiz’in (s.a.v.) yanına bir kadın gelir. Ayrılırken, Allah Rasülü (s.a.v.) tekrar gelmesini söyler. Kadın, sanki ölümü kastederek “Geldiğimde seni bulamazsam ne yapayım” Ya Rasülellah (s.a.v.) diye sorar. Efendimiz (s.a.v.) ; “Beni bulamazsan Ebu Bekir’e git,” diye karşılık verir. Allah Rasülü (s.a.v.) kendisinden sonra ümmetinin sorularının muhatabı Ebu Bekir’i gösterir.

          Enes b. Malik naklediyor; Benu Mustalik kabilesi “Senden sonra zekatları kime vereceğiz?” diye sormak için beni Allah Rasülü’ne (s.a.v.) gönderdi. Geldim, sordum. Buyurdular ki; “Ebu Bekir”e versinler.[24]

          Bu bölümde Ebubekire uymayı emreden hadislerin kaynakları hiç biri Buhari’de yok!. Bir tanesi Müslim’de var. Hani biz Şia'nın sünnilerden getirdiği delilleri Buhari ve Müslim nakletmemiştir diye eleştirmiş ve hadislerimizi kabul etmemişti ya. Ama aynı şeyler Ebubekir lehine olunca nasıl da düşünmeden bize delil diye sunmuş! Bu bir çelişki ve çifte standarttır. İkincisi Ebubekir İmam diye anılmamaktadır. Eğer burda geçtiği gibi Peygamber s.a.a. onu imam diye nitelemiş olsaydı İmam Hasan İmam Hüseyin İmam Ali gibi tabirler onun için de kullanılırdı. Halbuki o İmam diye değil Halife diye tanınır sünni kesimde. Peygamberin şu şekilde hikmetsiz ve birbirini nakzeden şekilde konuşması mümkün olmadığından bu sözlerin O Masum makamdan değil sonrakilerden çıktığını ve Peygambere iftira edildiğini göstermektedir: “Benden sonra Ebu Bekir ve Ömer’e uyun”
          Hangisine uyacağız? Eğer bu sözden kasıt aynı anda ikisine de uyun olsa bu ikisinin hiç ihtilaf etmemiş olması ve aynı anda ikisine birden biat edilmesi ve ikisinin de aynı anda halife olması gerekirdi. Oysa bunların hiç birinin gerçekleşmediği ortadadır. Örneğin bu ikisi çok defa farklı görüşlerde idi. Bu görüş ayrılığında hangisine uyulacak? İkisine birden uymak nasıl mümkün olacak? Oysa Peygamber s.a.a. uygulanamayacak emir vermekten yücedir. Eğer bu sözden kasıt Önce Ebubekir sonra Ömere uyun şeklinde olsaydı o zaman Hikmetli ve veciz konuşan Resul s.a.a şöyle derdi: Benden sonra Ebubekire, Ondan sonra da Ömere uyun! Halbu ki böyle bir şey mevcut değildir.

          Bunlardan daha ilimden uzak çelişki ise, bir yandan Peygamberin s.a.a giderken yerine birini bırakmadığını iddia eden sünnilerin Ali a.s’ı bıraktığına dair biz şiilerle tartışmada Ebubekiri bıraktığını iddia etmeleridir! Ancak sorun bitmiyor asıl o zaman başlıyor! Eğer Peygamber s.a.a. Ebubekiri bıraktıysa Ehlisünnetin toz kondurmayıp tamamını adil kabul ettiği sahabe neden halife seçmek için birbirine girdiler? Beni Saide Sakifesinde Ebubekirlerden önce toplanan Ensar ve Muhacir kendi aralarında Halife seçmek için toplanmamışlar mıydı? Eğer anlaşabilselerdi rekabete düşmeselerdi Muhacirden tek kişinin olmadığı Evs ve Hazreç kabileleri Ebubekir Ömer ve Ebu Ubeyde b. Cerrah’tan önce halifeyi seçmiş olacaklardı.

          Hadi diyelim bıraktı ve seçim de haktı! Bu durumda Ömer’in Ebubekirce atanmasını nasıl izah edecek sünniler? Seçim haksa Peygamber bıraktıysa o zaman Ömer neden seçim yoluyla başa gelmedi Ebubekirde olduğu gibi? Peki ya Osman’ın gelişi? Bunların hepsinin gelişi farklı farklı olmuştur. Bu yüzden sünniler çelişkiler içindedirler ve sorulduğunda Halife seçiminde dini bir usul yoktur demişlerdir. Hatta zorbalıkla başa geçmiş bir zalime bile itaat edilmesinı şart koşmuştur sünni kelamcılar. Örneğin Maturidi akaidinde la yenazilul İmamu min cevrihi ve zulmihi (İmam zulüm ve cevr bile etse baştan indirileme) indirilemeyeceğine göre ona itaat şarttır demektir bu. Yani sünni ekol o kadar haktan uzak ve güç karşısında eğilen bir çizgidir ki zalimlerle hep beraber olmuş ve onları din adına meşrlaştırmatan başka siyasi görüşü olmamıştır!

          Ebubekir ve Ömerin masum olmayıp hataya açık olduğuna inanan sünniler, hata yaptığında örneğin günahı emrettiğinde de bu iksine itaat şart görürler mi? Görürler! Peki bu durumda Peygambere iftira atmış olmuyorlar mı? Peygamber s.a.a hiç haramı emreden (hata eden) birine itaati farz olarak söyler mi? Bu durumda Allah’a asi olmuş olmaz mı!

          Bir diğer konu Ebubekir ve Ömer için uyduran kişi acaba Osman’ı unuttu mu? Ona hangi delille itaat şart? Peki 4 halifeden sonra? Artık herkes başının çaresine baksın birden çok devlet oslun hatta din hiç olmasa da olur laiklik de olabilir midir sünninin yönetime bakış tarzı! Zekatların da Ebubekire verilmesinin emredilmesi mümkün değildir. Eğer böyle olsaydı bir çok saygın kabile bu hadisi bilir ve Ebubekire zekat vermekten uzak durmazlardı. Ve yine Ebubekirin ridde (dinden çıkanlar) diye suçladığı zakat vermeyenlerle savaşırken, komutanlarının karşı tarafa bu hadisi söyleyerek kendi haklılığını anlattığını hiçbir kitapta görmüyoruz! Ebubekirin tersine peygambere verdikleri bir yuları bile sakınsalar onlarla savaşırım dediği kayıtlıdır kitaplarda. Bu da bu hadisin Ebubekir döneminde henüz uydurulmadığının delilidir.

          Bu hadisin uydurma olduğunun sünnilerce de kabul edilmesi şarttır. Çünkü sünniler bizim kendilerine kütübü sitte dışındaki hadis kitaplarından getirdiğimiz delilleri kabul etmiyorlar. Bu hadis ise kütübü sittede bulunmuyor Hakim’in müstedrekinde geçiyor. Bu durumda hadis sünnilere göre de sahih değildir.


          Ebu Bekir’e Söyle Namazı Kıldırsın
          Hz Aişe anlatıyor; Allah Rasülü (s.a.v.) son hastalıklarında bana “Baban ve kardeşin Abdurrahman’ı çağır da, Ebu Bekir adına bir belge yazayım, ardımdan kimse ihtilaf etmesin” buyurdu. Sonra “bırak çağırma” dedi. “Allah korusun! Müslümanlar Ebu Bekir hakkında ihtilaf ederler.”[25] Yine Aişe (r.ah.) rivayet ediyor; Allah Rasülü’nün (s.a.v.) hastalağı artınca “Ebu Bekir’e git söyle namazı kıldırsın.” buyurdu.


          - “Ya Rasülallah (s.a.v.) O ince kalpli birisidir. Sizin yerinize geçince namaz kıldırmaya güç yettiremez.” dedim.
          - “Git Ebu Bekir’e söyle namazı kıldırsın.” buyurdu.
          Aynı gerekçeyi arz ederek namaz kıldırmaması gerektiğini tekrar ettim. Efendimiz (s.a.v.) de emri tekrar etti; “Git Ebu Bekir’e söyle namazı kıldırsın.”[26]
          Nerede Ebu Bekir?
          Bir defasında “Hz Ömer iftitah tekbirini aldı. Efendimiz (s.a.v.) , Ömer’in sesini işitince kızgın bir şekilde başını kaldırıp; ‘Nerede Ebu Kuhafe oğlu’[27] diyerek Ebu Bekir’i aradı. Namazı O’nun kıldırması gerektiğini ihsas ettirdi.
          Allah Rasülü (s.a.v.) “Bir kavme, Kur’an’ı en iyi bilen imamlık eder.” buyuruyor. Ebu Bekir Ensar ve Muhacirinin yer aldığı cemaate imamlık yaptı. Hadis-i Şerifin işaret ettiği mana gereği, sahabe içerisinde Kur’an’ı en iyi bilen kişi O’dur. Bu yüzden hilafete en layık kişi de O olmalıdır.



          konu hakkında güzel bir eser var henüz basılmadı : Ali'siz Sünnilik. Ondan ilgili bir bölüm alıntılıyorum:

          Yorum


            #35
            Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

            -11- B)


            1-B) BU RİVAYETLERİN İNCELEME VE ELEŞTİRİSİ
            Yukarıda aktardığımız 5 rivayet hulefa (Ehlisünnet) Ekolünün sahihlerinden alınmıştır. Ne var ki,
            Hz. Aişe’nin ve odasının övüldüğü bu hadis ve rivayetlerin hepsi sadece Hz. Aişe’den duyulmuş, nedense ondan başka bu rivayetleri söyleyen kimse çıkmamıştır!
            Rivayetlerdeki ikinci çelişki çok daha önemlidir:
            Bu rivayetlerde Hz. Aişe için yapılan propaganda pek acemicedir.
            23 yıl boyunca gece-gündüz demeden vazifesini yerine getirip Rabbinin buyruklarını insanlara tebliğ etmek ve Müslüman ve muvahhid bir ümmet oluşturabilmek için çalışıp çabalayan bir peygamber...
            Bütün gayesi insanları hidayet edebilmek olan...
            Hatta bu yolda neredeyse hayatını hiçe sayacak kadar çaba gösterip aralıksız didinen ve bu nedenle de Yüce Rabbinin “Onları imana getirebilmek için neredeyse kederden bitip tükenecek, canından olacaksın... “buyruğuna mahzar olan2 ve “... onların –yola gelmesi için çektiğin hasretler (onlar için bunca didinip durman) seni canından etmesin sakın?” uyarısı olacak3 kadar ilahi vazifesine düşkün ve ciddi bir insan olan Hz. Resulüllah (S.A.A) gibi birinin, ömrünün son günlerinde, bütün aklının Hz. Aişe’den başka yerde olmadığına, son demlerinde kendinden sonra ümmetinin geleceğini düşüneceği yerde Hz. Aişe’den başka şey düşünmediğine inanabilmek mümkün müdür?
            Böyle bir zanda bulunmak bile o hazrete (S.A.A) hakaret değil midir?
            Ömrünün son saatlerinde ümmetinin geleceği için hiçbir kaygı duymamış ve hiçbir şey söylememiş, aklı fikri hep Hz. Aişe’de mi kalmıştır? Her şeyi hallederek gitmeye hazırlanıyor idiyse, Peygamberin, kendisinden sonra fitne dönemi, topukları üzerine geri dönenler, bidat çıkaranlar birbirinin boynunu vuranlarla ilgili bilgileri verdiğini düşünmeliyiz. Bu durumları bilip haber veren O Hazretin son demlerinde ümmetinden yana kaygıya düşmediğini söylemek doğru mudur?
            Resulüllah’ın (S.A.A) soyu, çocuğu, torunu ve Ehlibeyt’i (a.s) yok muydu?
            Hayatının son demlerinde onları nasıl düşünmemiş ve aklı fikri hep karısı Hz. Aişe’de kalmıştır acaba?
            Hem de o hasta haliyle ikide bir “Bugün neredeyim?”, “Yarın neredeyim?” diyerek Hz. Aişe’ye bağımlı olacak kadar?
            Hz. Aişe’nin odasına girmesine izin veriliyor ve orada ansızın huzur bulup yatışıveriyor! Hz. Aişe’yi göklere çıkarmak isteyen bu propaganda çabaları tarihi vakıalara uzaktır. Çünkü O hazreti kıskançlığı ve aleyhinde yardımlaşmaları yüzünden bıktıran Hz. Aişe ve gurubu değil miydi? Peygamber ((s.a)a.)’in halledemediği bu sorunlar için Allah ayet indirdi ve Hz. Aişe’yle Hafsayı (Tahrim 4) açıkça uyardı. Her zevki konuşması ve düşünmesi vahiy olan bir Nebi’nin, aleyhinde vahiy inen birinin yanında rahata erdiği nasıl düşünülebilir?
            Annemiz Hz. Aişe’yi övmek için Resulüllah (S.A.A) propaganda malzemesi olarak kullanılmakla, Hz. Aişe’nin puan toplaması uğruna Allah Resulü’nün (S.A.A) ilahi makamı, nadide kişiliği ve emsalsiz takvası yerden yere vurularak acımasızca küçültülmektedir. Allah Resulü’nün (S.A.A) konumu ve haysiyeti, Hz. Aişe’nin konum ve onur kazanması uğruna kurban edilmektedir...

            1-B RESULÜLLAH’IN (S.A.A) HASTALIK GÜNLERİNDE NAMAZ KILDIRMA MESELESİ
            6- İbni Mace Süneni’yle Ahmed’in Müsned’inde İbni Abbas’tan şöyle rivayet edilir: Hz. Resulüllah (S.A.A) Hz. Aişe’nin evindeyken hastalanıverdi ve Hz. Ali’yi (a.s) çağırmalarını istedi. Hz. Aişe “Ya Resulallah, Hz. Ebubekir’i çağırayım mı?” diye sorunca Hazret (S.A.A) “Onu da çağır” buyurdu. Bu sırada Hafsa “Ya Resulallah, Hz. Ömer’i çağırsam? Ne dersiniz?” diye sordu, Hazret (S.A.A) “Onu da çağırın” buyurdu. Orada bulunan Ümmül Fazl “Abbas’ı çağıralım mı? diye sordu, Hazret (S.A.A) onun da çağrılmasını söyledi. Herkes gelince Hazret (S.A.A) başını kaldırıp onlara baktı ve sustu. 1
            Hz. Ömer oradakilere dönüp “Resulüllah’ı yalnız bırakın!” dedi. Çok geçmeden Bilal gelip her zamanki gibi hazrete (S.A.A) namaz vaktini duyurdu. Hazret (S.A.A) “Namazı Hz. Ebubekir’in kıldırmasını söyleyin” dedi.
            Hz. Aişe, “Ya Resulallah (S.A.A) Hz. Ebubekir yufka yüreklidir, dayanamaz böyle şeylere...” dedi, “Hem, doğru düzgün konuşmasını da beceremez... Sizi görmeyince ağlar, ona bakıp cemaat de ağlar o zaman... Hz. Ömer’i namaz kıldırmaya göndermeniz daha uygun olur... “Bu sırada Hz. Ebubekir odadan çıkarak Mescide gidip cemaat kıldırdı... 2
            1- C) RESULÜLLAH’IN (S.A.A) HASTALIK GÜNLERİNDE HZ. EBUBEKİR’İN NAMAZ KILDIRMASI
            7- Bu konu Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim, Müsned-i Ahmed, Tabakaat-ı İbni Sad ve Ensarb’ul Eşraf-ı Belazüri’de geçmektedir, biz Sahih-i Buhari’de geçen Hz. Aişe’nin kavlini aktarıyoruz:
            Allah Resulü’nün (S.A.A) hastalığı ağırlaşmıştı... Her zamanki gibi namaz vaktini bildiren Bilal’in sesini duyunca “Namazı Hz. Ebubekir’in kıldırmasını söyleyin!” buyurdu.
            Ben (Hz. Aişe) “Ya Resulallah, Hz. Ebubekir yufka yüreklidir, sizin yerinize geçip namaz kıldırmaya kalkışacak olsa, imamet görevini yerine getiremez, bu işi Hz. Ömer’in yapmasını emrederseniz daha iyi olur!” dedim. Hazret (S.A.A) “Sizler, Yusuf’un etrafındaki kadınlar gibisiniz” buyurdu1 ve Hz. Ebubekir’in namaz kıldırması yolundaki emrini tekrarladı. 2
            8- Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim, Ebu Avane’nin Müsned’i, İbni Sad’in Tabakaat’ı, İbni Hişam’ın Siyer’i, Belazüri’nin Ensarb’ul Eşrafıyla diğer kaynaklarda geçen bir hadisi Sahih-i Buhari’den iktibasla aktarıyoruz:
            Hz. Aişe şöyle diyor: Resulüllah’ın (S.A.A) acıları artmış, durumu vahim hale gelmişti. Namaz vakti duyurulunca “Hz. Ebubekir’e söyleyin, cemaate o namaz kıldırsın!” buyurdu. Ben “Hz. Ebubekir yufka yüreklidir, namaz sırasında dayanamaz, hep ağlar! .” dedim. Resulüllah (S.A.A) yine “Söyleyin, namazı o kıldırsın!” buyurdu. Ben söylediğimi tekrarlayınca Hazret (S.A.A) “Namazı Hz. Ebubekir kıldırsın, sizler Yusuf’un etrafındaki kadınlar gibisiniz!” dedi3 (Bu hadisi aktaran Hz. Aişe şöyle ekliyor “Resulüllah’ı (s.. a) Hz. Ebubekir’i cemaate imam atamaktan vazgeçirmek için ısrar etmiştim. Çünkü halkın, Resulüllah’ın (S.A.A) yerine geçecek kimseden hoşlanmayacağını düşünüyordum! Çünkü onun yerine geçenleri halkın “uğursuz” şeklinde nitelendirdiğine şahit olmadaydım. Bu nedenle Resulüllah’ın Hz. Ebubekir’den vazgeçmesini rica etmek istemiştim... 1


            -Bir Hatırlatma
            Kur’an’da Hz. Resulüllah’ın (S.A.A) emirlerine itaat etmenin bütün müminlere farz olduğu ve o Hazretin (S.A.A) söylediği her sözün vahiyden ibaret bulunduğu açıkça belirtilmiş olduğu halde Hz. Aişe neden o Hazretin emrini dinlememiş ve (bizzat kendi ifadesine göre) Hz. Ali’yi çağırmalarını istediği halde, Hz. Ebubekir’i çağırmıştır?
            Altıncı hadiste de geçtiği üzere, Hz. Resulüllah (S.A.A) etrafına bakındıktan sonra hiçbir şey söylemeyip susması, Hz. Ali’nin (a.s) çağrılmadığını görmesinden dolayı değil midir? Nitekim diğer Ehlisünnet kaynaklarında bu sorunun cevabı apaçık geçmektedir. Mesela Müsned-i Ahmed’de, sözkonusu 6. hadisin devamında şöyle yazılıdır: “... Hz. Resulüllah (S.A.A) başını kaldırıp gelenlere baktı, Ali’nin (a.s) orada olmadığını görünce susup kaldı... 1
            1-D) SON GÜNLERDE RESULÜLLAH’IN (S.A.A) HASTALIĞININ AĞIRLAŞMASI
            9- Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim, Sünen-i Daremi, Müsned-i Ebu Avane, Müsned-i Ahmed ve Tabakaat-ı İbni Sad’de geçen bir hadisi Sahih-i Buhari’den iktibasla aktarıyoruz:
            Hz. Aişe şöyle rivayet ediyor: Resulüllah’ın (S.A.A) durumu ağırlaşınca cemaatin namaz kılıp kılmadığını sordu, “hayır, sizin kıldırmanızı bekliyorlar” dedim. Resulüllah (S.A.A) su istedi, bir bakraç su getirdim, abdest aldı. Ayağa kalkmak istediği sırada fenalaşıp kendinden geçti.. Bir süre sonra kendisine geldiğinde “cemaat kılındı mı?” diye sordu, “hayır” dedim ve cemaatin kendisini beklemekte olduğunu söyledim. Abdest almak için su istedi, oturup abdest aldı, ama kalkmak isterken fenalaşıp bayıldı. Biraz sonra kendisine geldiğinde yine “cemaati kıldılar mı?” diye sordu, kılınmadığını ve cemaatin onu beklediğini söyledim. Yine su isteyip abdest aldı ve kalkarken yine bayıldı. Epey sonra kendisine geldiğinde yine cemaat namazını sordu. “hayır, sizi bekliyorlar” dedim. Cemaat camide toplanmış, yatsı namazını kıldırması için Resulüllah’ı (S.A.A) beklemedeydi. Resulüllah (S.A.A) Hz. Ebubekir’in peşine birini gönderip namazı Hz. Ebubekir’in kıldırmasını söyledi. Bu adam Hz. Ebubekir’i bulup “Resulüllah (S.A.A) namazı senin kıldırmanı emretti” diyor, ama Hz. Ebubekir çok yufka yürekli biri olduğundan Hz. Ömer’e “Namazı sen kıldır” diyor. Hz. Ömer bunu reddederek “Sen bu işe daha layıksın!” diyor ve böylece o günlerde cemaat namazını Hz. Ebubekir kıldırmış oluyor. 1
            1-E ) HZ. EBUBEKİR’İN NAMAZDA YUFKA YÜREKLİLİĞİ
            10- Sahih-i Buhari’yle Ebu Avane’nin Müsned’i, İbni Sad’in Tabakaat’ı, Belazüri’nin Ensarb’ul Eşrafında kayıtlı bir hadisi Sahih-i Buhari’den aynı iktibasla aktarıyoruz (ravi yine Hz. Aişe’dir):
            Resulüllah (S.A.A) ölüm döşeğindeyken “Hz. Ebubekir’e söyleyin, cemaate o namaz kıldırsın!” buyurdu. Ben “Sizin yerinize Hz. Ebubekir namaz kıldıracak olursa cemaat ağlama sesinden başka ses duymayacaktır ondan, en iyisi, namazı Hz. Ömer’in kıldırmasını söyleyin” dedim. Sonra Hafsa’ya, onun da Resulüllah’a aynı şeyi söylemesini tembihledim. Hafsa benim dediklerimi söyleyince Hazret (S.A.A) “susun” buyurdu, “Sizler Yusuf’un etrafındaki kadınlar gibisiniz! Namazı Hz. Ebubekir’in kıldırmasını söyleyin!” Bunun üzerine Hafsa bana “Ben hiçbir zaman senden hayır görmedim!” diye çıkıştı. 1
            Başka Hatırlatma
            Yukarıdaki son iki hadisi de sadece Hz. Aişe’nin rivayet etmiş olması ve ondan başka bu hadislerin kimseden duyulmaması bir yana; 10. hadiste Hz. Resulüllah’ın (S.A.A) Hz. Aişe’yle Hafsa için kullandığı tabir hayli düşündürücüdür.
            Hz. Resulüllah (S.A.A) bu ikiliye neden “Siz, Yusuf’un etrafındaki kadınlar gibisiniz” demektedir?
            Bu sorunun cevabı, İbni Ebi’l Hadid’in Müminler Emiri İmam Ali’den (a.s) aktardığı şu cümlede ortaya çıkmaktadır:
            “Hz. Resulüllah’ın (S.A.A) bu iki eşine “siz, Yusuf’un etrafındaki kadınlar gibisiniz” buyurmasının nedeni, bu ikisinin kendi babalarını cemaat imamlığına geçirebilmeye çalışmasıdır. Hz. Resulüllah (S.A.A) bizzat huruc edip Hz. Ebubekir’in kıldırdığı namaza müdahalede bulunmak suretiyle onların oyununu bozmuştur. 1

            Yorum


              #36
              Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

              -11- C)

              1-F) HZ. PEYGAMBER’İN (S.A.A) HZ. ÖMER’İN İMAMETİNİ KABUL ETMEMESİ
              11- Ebu Davud Süneni’nde (“Hz. Ebubekir’in halef oluşu” babında), Ahmed’in Müsned’inde, İbni Hişam’ın Siyer’inde, İbni Sad’ın Tabakaat’ında ve Belazüri’nin Ensarb’ul Eşrafında geçen bir rivayeti Ebu Davud’un Süneni’nden Abdullah b. Zümee’nin kavliyle aynen iktibas ediyoruz, rivayeti aktaran Abdullah şöyle diyor:
              Resulüllah’ın (S.A.A) durumu ağırlaştığında bir grup Müslümanla birlikte ben de oradaydım. Bilal namaz vaktinin girdiğini duyurunca Hz. Resul-ü Ekrem (S.A.A) “Söyleyin, birisi cemaate namaz kıldırsın” buyurdu. Ben oradan ayrılırken Hz. Ebubekir yoktu, Hz. Ömer’in orada olduğunu görünce “Kalk, cemaati sen kıldır” dedim. Hz. Ömer kalktı ve hemen iftitah tekbirini getirip namaza başladı. Hz. Ömer çok yüksek sesle namaz kıldırıyordu, onun sesini duyunca Hz. Resulüllah (S.A.A) “Hz. Ebubekir nerede?” diye sordu ve “Allah da Müslümanlar da bunu (Hz. Ömer’in cemaate imamet etmesini) kabul etmez!” buyurarak bunu bir kez daha tekrarladı ve birini Hz. Ebubekir’in peşine gönderdi. Hz. Ebubekir geldiğinde Hz. Ömer namazı bitirip tamamlamış olduğu halde, Hz. Ebubekir cemaate yeniden aynı namazı kıldırdı. 2
              1-G) HZ. PEYGAMBER’İN (S.A.A) HZ. EBUBEKİR’İN İMAMETİNE İŞTİYAK GÖSTERMESİ
              12- Bir başka hadiste şöyle geçer: Resulüllah (S.A.A) Hz. Ömer’in sesini duyunca odasından çıktı, mübarek başını kapıdan dışarı uzatıp öfkeyle “Hayır, hayır, hayır!” buyurdu, “Ebu Kahafe’nin oğlunun cemaat kıldırması lazım!”
              13- Müsned-i Ahmed’de yukarıdaki hadisten sonra şöyle yazılıdır: Abdullah b. Zumee şöyle rivayet eder: Ömer bana “Yaptığını gördün mü ey Zumee’nin oğlu!” dedi, “Vallahi cemaate namaz kıldırmamı söylediğinde bunun Resulüllah’ın (S.A.A) emri olduğunu zannettim, yoksa asla cemaate imam olmazdım!” Ömer’e “Vallahi” dedim, “Resulüllah (S.A.A) senin namaz kıldırmanı emretmiş değildi, ama Hz. Ebubekir’i ortalıkta göremeyince cemaate senin imam olmanın daha uygun olacağını düşündüm! 1
              14- Sünen-i İbni Mace’de Salim bin Ubeyd’den şöyle rivayet edilir: Resulüllah’ın (S.A.A) ölüm döşeğinde yattığı günlerden biriydi, bir ara kendinden geçti; kendisine geldiğinde “Namaz vakti oldu mu?” diye sordu. Ben “Evet efendim” deyince “Bilal’e söyleyin ezan okusun, Ebubesir de namaz kıldırsın!” buyurdu ve tekrar bayıldı. Kendisine geldiğinde aynı soruyu sordu, ben “evet” deyince önceki iki buyruğunu tekrarladı.”
              Hz. Aişe “Babam çok yufka yüreklidir, sizin durduğunuz yerde durup cemaate namaz kıldıracak olursa ağlar ve namaz kıldıracak hali kalmaz, bu işe başka birini atamanız daha iyidir.” dedi. Resulüllah (S.A.A) yine bayıldı. Kendisine geldiğinde “Bilal’e cemaati namaza çağırmasını söyleyin; Hz. Ebubekir de namazı kıldırsın! Siz, Yusuf’un etrafındaki kadınlar gibisiniz!” buyurdu.
              Salim bin Ubeyd şöyle ekliyor: “Bilal’e ezan okuması, Hz. Ebubekir’e de cemaat kıldırması emredildi ve Hz. Ebubekir cemaat namazını kıldırdı. 1
              15- Bir başka hadis de Enes’ten: Hz. Resulüllah’ın (S.A.A) vefatıyla sonuçlanacak hastalığı sırasında bir gün Bilal gelip hazrete (S.A.A) namaz vaktini duyurdu. Hazret “Bilal, namaz vaktini duyurmuş oldun, dileyen kılsın, dileyen kılmasın!” buyurdu. Bilal “Anam babam size feda olsun Ya Resulallah, cemaate kim namaz kıldırsın dersiniz?” diye sordu, Hazret (S.A.A) “Namazı Hz. Ebubekir’in kıldırmasını emret!” buyurdu. Hz. Ebubekir cemaate namaz kıldırmaya başladığında Hz. Resulüllah’ın (S.A.A) durumu iyileşti... 2
              Bir Eleştiri
              11 no’lu hadiste Hz. Resulüllah’ın (S.A.A) durumunun ağırlaştığından söz edilmektedir.
              Resulüllah’ın (S.A.A) durumu ne kadar ağırdı yani?
              Hz. Aişe’den ulaşan bazı rivayetlerde, durumu biraz iyileştiğinde Hazretin (S.A.A) iki kişiye yaslanarak ayağa kalkıp camiye gittiği ve ayakları yerde sürüklenecek kadar halsiz ve bitkin olduğu geçer.
              Eğer Resulüllah’ın (S.A.A) “biraz iyileşmiş” hali böyle idiyse, “ağırlaşmış” hali nasıldı?
              Bu haline “iyi” denilen bir hastanın “ağırlaştığı” söylendiğinde komada bulunduğu, kendisinde olmadığı kastedilebilir ancak...
              Peygamberin (S.A.A) ölüm yatağındayken söylediğini “sayıklıyor” bize Kur’an yeter diye reddeden bir zihin, namazı Hz. Ebubekir kıldırsın sözünün doğru olabileceğine inanması ve bu (asılsız) söze sahiplenmesi nedendir diye sorgulamak gerekmez mi? Asılsız, çünkü Resulüllah’ın vefatı öncesinde Medine’de namaz kılacak kimse kalmamış Hz. Ebubekir ve diğerleri Curf denen yere giderek Üsame b. Zeydin komutası altında onun emrine tabi olmuştu.
              1-H) HZ. RESULÜLLAH’IN (S.A.A) HZ. EBUBEKİR’İN ARKASINDA NAMAZ KILMASI
              16- Müsned-i Ahmed’de;
              Annemiz Hz. Aişe’den şöyle rivayet edilir: “Resulüllah (S.A.A) ölüm döşeğindeyken cemaat namazını Hz. Ebubekir’in kıldırmasını emretti, böylece Hz. Ebubekir cemaate imam oldu ve peygamber de (S.A.A) oturmuş olarak, ona uyup namaz kıldı.. 1
              17- Müsned-i Ahmed’le, Belazüri’nin Ensarb’ul Eşrafında Hz. Aişe’nin şu cümlesi geçer: “... Resulüllah (S.A.A) vefatıyla sonuçlanacak hastalığı sırasında Hz. Ebubekir’in arkasında durdu ve ona uyup yerde oturarak namazını kıldı... 2
              1-I) HZ. EBUBEKİR’İN İMAMETİNİN HZ. RESULÜLLAH’I (S.A.A) SEVİNDİRMESİ
              18- Sahih-i Buhari’yle Sahih-i Müslim ve Müsned’i Ebu Avane’de kayıtlı bir hadisi, Sahih-i Buhari’deki nakliyle aktarıyoruz; Züheri tanınmış sahabe Enes b. Malik Ensari’den şöyle rivayet ediyor: Hz. Resulüllah’ın (S.A.A) ölüm döşeğinde yattığı günlerdi; Hazret (S.A.A) odasının perdesini çekti, ayaktaydı... Bize baktı; mübarek yüzü Kur’an sayfası gibi güzel ve nurluydu. Tebessüm etti, sonra tebessümü gülücüğe dönüştü. Hazretin (S.A.A) sevinci nedeniyle neredeyse namazımız bozulacaktı. Hazretin namaz kılmaya geldiğini zanneden Hz. Ebubekir, cemaat safına katılmak için gerilemek istedi ama Resulüllah (S.A.A) namaza devam etmesini işaret edip perdeyi indirdi ve o gün vefat etti. 1
              Bir Eleştiri
              Hulefa ekolü (Ehlisünnet) alimleri, Hz. Resulüllah’ın (S.A.A) evinin Mescidi Nebiye göre konumunu bilmezler mi acaba? Resulüllah’ın (S.A.A) evinin Mescide açılan kapısı kıblenin solundadır; yani namaz sırasında Müslümanlar kıbleye doğru durduğuna göre, kapıda duran Hazret (S.A.A) cemaatin sol tarafına denk düşmektedir. Bu durumda cemaat, namazını bozmadan ve yüzünü sol tarafa doğru çevirip bakmadan Hz. Resulüllah’ı (S.A.A) nasıl görebilmiş, hatta onun tebessüm ettiğini bile nasıl fark edebilmiştir acaba?
              Bunca yalan rivayetlerin uydurulup yayılmasının, Hz. Ebubekir’in halifeliğini ispatlayıp buna dayanak gösterebilmekten başka amacı var mıdır?
              19- Buhari, Ebu Avane, Ahmed ve Belazüri’nin Enes bin Malik’ten naklettiği bir rivayeti, Sahih-i Buhari’den iktibasla aktarıyoruz: Hz. Resulüllah (S.A.A) üç gün boyunca evden çıkmadı ve cemaat namazını kıldıramadı. O gün, namaz vakti girdiğinde Hz. Ebubekir cemaate namaz kıldırmak için öne geçti, bu sırada Hz. Resulüllah (S.A.A) odasının perdesini aralayıp dedi ki... 1
              20- Enes, bir başka rivayetinde de şöyle diyor:... Pazartesi günü sabah namazını Müslümanlara Hz. Ebubekir kıldırırken... 1
              Buraya kadar aktardığımız hadis ve rivayetlerin 8’i dışında, tamamını Sahih-i Buhari’den iktibas ettik. Ebu Davud’un Sahih’inden 1, Sünen-i İbni Mace’den 2, Ahmed’in Müsned’inden 5 hadis aktardık ki bunların tamamı Hz. Ebubekir’in halifeliğini ispatlama cihetindedir.

              Yorum


                #37
                Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                -12- A)

                Kur’an ile Yanlış İstidlal Dalaletten Başka Ne İfade Eder?
                Şii: Hz. Ali’nin imametine dair delil olarak takdim ettiğim, sizinse hevai tevil diyerek reddettiğiniz malumat arasında ayetler de vardı. Fakat Ebu Bekir’in hilafetine delil olabilecek rivayetlerin neredeyse tamamını hadislerden getirdiniz. Bu da göstermektedir ki imamet mevzuunda Şia’nın delilleri Kur’ani olmaları hasebiyle Ehl-i Sünnetinkiler’den daha kuvvetlidir.



                Şia’nın hadisleri mütevatirdir. Ebubekir için ileri sürülen hadis olduğu iddia edilen deliller ise yukarıda gösterdiğimiz gibi sahih değildir. İmam Ali a.s.’ın ve Ehlibeytin hadisleri sünni ilim adamlarınca da ittifakla mütevatirdir.


                Sünni: Delil, yanlış kullanıldıktan sonra Kur’ani olsa dahi ne ifade eder?! Nitekim bütün sapık mezhepler de bir takım indi yorumlar yaparak Kur’an’a dayandıklarını iddia etmektedirler. Bu durumda onlar da İslami’dirler mi diyeceksiniz!?

                Sünniler eğer delilleri doğru kullanmış olsaydı ihtifal içinde olurlar mıydı? Her sorunun tek doğru cevabı vardır. Ama sonsuz yanlış cevabı. Sünnilerin onlarca mezhep, yüzler hatta binlerce tarikat cemaat ve fırka olmaları nedendir? Neden birinin liderğini diğeri kabul etmez. Bir liderin dediğini öteki yalanlar, neden bir arada çalışmak üzere bu liderler bir araya gelip bunu sürdüremezler? Evet tüm fırkalar şu an dünya üzerinde ne kadar İslami fırka varsa hepsi Kur’an’ı temel ve birinci kaynak olarak kabul etmekte ya da en azından bu iddiayı taşımaktadırlar. Ancak yine de ihtilaf var. Sebep?

                Hâdise karşısında ki tutumunuz Hakem olayında Hz. Ali’ye “Hüküm ancak Allah’ındır.” ayetiyle karşı çıkan Haricilerle ayniyet arz etmektedir. Bu durumda istidlallerinizin en camî cevabı Hz. Ali’nin Haricilere söylediği şu cümledir: “İfade doğru fakat ondan yanlış mana kast ediliyor.”[29]

                İlginç bizler de aynısını diyoruz. Ve İmam Ali a.s.’ı mezheplere kaynaklık edemedi diye fazilet yoksunu sayan bu zihniyet şimdi Ali a.s. taraftarıymış gibi görünmektedir. Ancak öyle ki Ali a.s. ile Haricilerin mücadelesinde Ali taraftarı görünmektedir. Muaviye ile Ali a.s. tarafında değil. Bu durumda bazı kandırılmış sünniler sanır ki Muaviye ile Ali a.s. mücadelesinde de Ali a.s.’ın yanındadırlar.

                Eğer hariciler Muaviyeyle düşman olmasaydı Ali a.s. ile haricilerin çatışmasında Ali a.s. taraftarı olmazlar haricilerin kötülüğü konusunda Ali a.s. kullanmazlardı. Kütübü sitte’de Cemel Savaşı 2-3 sayfa hadisle geçiştirilirken, Ali a.s.’ın haricilerle mücadelesine 15 sayfa ayrılmıştır. Ali a.s. ile Muaviyenin çatıştığı Sıffin ve cemel Savaşlarında ortadaymış gibi bir görüntü çizip Ali a.s.’ın bu iki gurup hakkında söylediklerine hiç yer vermeyen sünni hadisçiler, iş Haricilere gelindi mi Ali a.s.’ın ne kadar haricileri ifşa eden hadisi varsa hepsini almışlardır. Neden? Çünkü Hariciler Ali a.s’dan sonra terör hareketlerine girişerek Emevilerin de başına bela olmaya devam etmişlerdir. Onlarla mücadele edebilmek için Ali a.s’ın onlar aleyhine ne kadar hadisi varsa hepsini naklettiler.

                Bu onların (sünni hadisçilerin) Ali a.s. taraftarı olduğundan değildi. Eğer gerçekten öyle olsalardı Cemel ve Sıffin ehli için Ali a.s’ın ne kadar sözü varsa hepsini kaydetmeleri gerekirdi. Ancak bunu yapmadılar. Çünkü bu onların ağa paşalarına dokunur ve Ehlibeytin hak oluşunu ortaya çıkarırdı.
                Ali a.s. Haricilere karşı bunu derken Muaviye ve Cemel Ehline karşı da benzer tutumu takınmış onların sapıklıkta bulunduğunu söylemiştir. Ancak bu hak tutumu gizleyen sünniler Ali a.s.’ın haricilere karşı söylediklerini, Muaviyenin hizmetine verdiklerinden hak sözle batılı ummuşlar hak sözleri batılın hükümranlığına kullanmışlardır.

                Hakem olayında Ali a.s.’ın karşısında ya da tarafsızmış gibi görünürek Muaviyeye çalışanların zihniyet ve argümanları aynısıyla sünni anlayışta vardır. Çünkü Musa el eşari fitne karşısında Ali a.s. yanında yer almadı, onu hakem olarak azletti. Tarafsız olmak ne Muaviye ne Ali’ye yardım etmemek gerektiği şeklinde tam da bu günkü sünni anlayış taşımıştı. Oysa şiiler Ali a.s.’ı masum gördüklerinden hiçbir zaman Ali a.s.’ı yanılabileceğini akıllarının ucundan bile geçirmediler. Geçirmeyi şiadan çıkmak olarak nitelediler. Masum İmam inançları ve bağlılıkları sayesinde tek liderleri oldu ve tek merkezden idare ve sevk edildiklerinden vahdetini korudular mezhepler cemaatler hiçbir zaman oluşmadı şiada! Oysa sünnilik Peygamber s.a.a’ten sonra Ehlibeyti terk ettikten beri hiçbir zaman ne ilimde, ne amelde ne itikatta ne toplumda ne devlette hiçbir yerde birleşemedi. Yüzlerce fırka olup hep hakikatin birden fazla ve zıt şekilde olabileceğini iddiayla Kur’an dışı bir hal aldılar.

                Davanızı desteklemek için ayeti yanlış yerde kullanmanız, indi teviller yapmanız “mümin” kimliğinizi tartışılır hale getirir. Çünkü Allah Rasülu (s.a.v), Kur’an’ı kendi gaye, ideoloji, meşreb ya da menfaatleri doğrultusunda açıklayanların nasıl değerlendirildiklerini ifade buyururken şunları söylemektedir: ‘Kim kendi görüşü ile Kur’an’ı tefsir ederse cehennemdeki yerini hazırlasın.’[30]

                Şia ayetleri hiçbir zaman yanlış tevil etmez. Çünkü şiada din sahipsiz değildir. Öyle her önüne gelenin ayeti tevil-tefsir edemeyeceği, ondan hükümler çıkaramayacağı gibi, yetkisiz kimseler bile Kur’an’i açıklamalar yapamazlar. Ancak yapılmış açıklamaları nakledebilirler. Oysa sünnilerde böyle bir şart ve kayıt yoktur. Ne dediğimizin anlaşılması için Şiilerden Kur’an hakkında konuşanlarla sünnilerden konuşanları TV ekranlarından izleyin de gözünüzde canlandırın. Sünni alemde din adına kimler konuşabilir kimler konuşamaz bu konuda bir sınırlama bir kural bir otorite var mı? Yok! Tavuktan kurban olur mu diye milleti tartışan da TV’de çıkıp konuşabiliyor, fuhuş filminde sinemada basılan ve adı ilahiyatçı diye ün yapan da! Çünkü sünnilerde itaati meşru olabilmesi için din alimlerinde adalet şatı yok! Sünni bir hakim zina etmiş olan bir cami imamını yargılar, yargılama esnasında ikindi namazı girer, mescide geçerler adliyede, zina suçlusu imam ya, geçer namaz kıldırır, hakim de ona uyar namazdan sonra yargılamaya devam ederler! Bu olmuş bir vakıadır. Sünnilikte din böylesine yetkisiz yetersiz alakasız insanlara emanettir. Kimin fetva vereceği kimin kimi engelleyeceği belirsizdir. Eline mikrofan kapan bir ekranda kendine yer ayırtabilen her şarlatan dinden konuşabilir. Oysa şiada öyle midir? Bu işin ehilleri vardır önce onlar Masum İmamlarımızca temeli takva üzere atılan Kum ve Necefi Şerif’teki ilim havzaları medreselerde yeterli miktar okurlar, Ehlibeytin babaları vasıtasıyla Peygamber s.a.a’ten naklettikleri ilimleri edinirler. Sonrasında emmame giyme sınavını kazanırlarsa din adına konşabilecek yetkiyi yine İmam Zaman a.f.’in icazetiyle alırlar. İşte artık bunlar veya bunların ilimde daha da derinleşenleri, ahlaken mana aleminde ilerleyenleri konuşabilir. Sız hiç sıradan bir Şia'nın çıkıp din adına açıklama yaptıığını gördünüz mü! Dikkat edin hangi şii dinden toplum önünde konuşmaya başlasa edebiyle ağır başlılığıyla mütevazi boyun eğmiş görünüşüyle ve Allah’ın adı besmeleyke komuşmaya başlar! Ben hiçbir şii ulemanın karşısına tesettür emrine uymamış bir bayanı alıp rahat rahat konuştuğunu onun sorularını cevapladığını görmedim!

                Kur’anı tefsir etme konusunda da Şia'nın yöntemi belli ve nettir. Masumlardan gelen bilgiler. Yoksa bizim tevil yetkimiz yoktur! Biz sadece masumlardan bilgi alırız. Akıl yürüterek yeni bilgilere fetva ve yorumlara ulaşma bizde değil sünnilkte vardır. Çünkü bizim ilmimizin silsilesi şöyledir:

                Her Masum İmam ilmini hiçbir hocadan öğrenmeksizin kendisi gibi İmam olan babasından alır. Örneğin İmam Mehdi a.f. tüm ilmini babası 11. İmam Hasan bin Ali a.s.’dan, 10. İmam Hasan bin Ali a.s. tüm ilmini babası 9. Ehlibeyt İmamı Muhammed bin Ali a.s.’dan, O da tüm ilmini babası 8. İmam Ali bin Musa Rıza a.s.’dan, O ise tüm ilmini babası 7. İmam Musa bin Cafer a.s.’dan, İmam Musa a.s. tüm ilmini babası 6. İmam Cafer bin Muhammed A.s.’dan, o ise tüm ilmini babası 5. İmam Muhammed bin Ali a.s.’dan, o ise tüm ilmini babası 4. İmam Ali bin Hüseyin a.s.’dan O ise tüm ilmini 3. İmam babası Seyyidiş Şüheda Hüseyin bin Ali a.s.’dan O ise tüm ilmini abisi 2. İmam Hasan bin Ali veya babası İmam Ali bin Ebi Talib a.s.’dan, İmam Hasan a.s. ile tüm ilmini babası Ali bin Ebi Talib a.s.’dan, Ali bin Ebi talib a.s. ise tüm ilmini Peygamber s.a.a.’ten, O ise tüm ilmini Rabbimziden almıştır. Bu 12 İmamın tamamı masumdur. Asla yanılmaz araya yanlış bir şey katmazlar. İmam Caferi Sadık a.s. ilimleri hakkında yaklaşık mealen şöyle buyurur: bizim yanımızda Ceddimiz Ali b. Ebi Talib a.s’ın Peygamber s.a.a’ten yazdığı O hazretin hadisleri vardır. Kur’an tefsiri ve inen ayetlerin hükümleri ve iniş sebeplerinin açıklamalarını içeren bu hadisleri yazdığı kitaba ilmin kapısı Ali a.s. “El camia adını vermiştir. El camia 70 zira uzunluğunda idi. Bunun dışında Fatıma’nın Ali a.s.’a yazdırıp adına Mushaf dediği ama Kur’an olmayıp farklı bir kitap olan bir kitabı daha vardır. Kur’an’dan tek ayet bile yoktur bu kitapta. Ancak sayfalanmış kitap anlamına gelen mushaf adı verilmiştir. Yine Peygamberimiz s.a.a. kendisinden sonra gelecek olan 12 İmama miras kalsın diye kıyamete kadar olacak olan tüm olayları özel işartlerle öz olarak el Cifr isimli kitaba yazdırmıştır. İmam, sen onu eline alsan hiçbir şey anlamazsın. Çünkü bilinen dilden değil özel sembollerden yazılmıştır. Onda kıyamete kadar olacak tüm vakıalar ve onların hükümleri vardır. Hatta elin üzerindeki bir çiziğin bile kısası nedir o da yazılıdır. Bu eserler İmamlardan oğulları İmamlara miras kalmış, her imam kendi devrindeki olayların İlahi hükümlerini bu kitaplardan öğrenerek insanlara iletmişlerdir. Böylece son kitap Kur’an’ı reyiyle yanılgıya açık insanların yalan yanlış hükümlere dönüştürmesi engellenmiş ve İlahi hükümler her çağda insanlara eksiksiz ve yanlışsız olarak ulaştırılmıştır.
                Şia alimleri ise Zamanlarının Masum İmamlarından öğrendikleri bu ilimleri kitlelere yaymak için muhteşen şia eserlerini oluşturmuşlardır. Elhamdulillah. Biz de zamanımızda bu eserleri okumak vasıtasıyla şiayı ve Ehlibeyt mektebini tanıdık. Elhamdulilah. Daha önce nefsimiz gururumuz ile Kur’an’ı aklımıza göre tefsir ve tevil ederdik. Rabbim affetsin.

                İşte Şia'nın dayandığı İmamların ilahi vahye dayanan ilimleriyle sünnilerin dayandığı alimlerinin mezhep kurucularının dayandığı rey görüşlerine bakalım. Ebu hanife Rey Ehli olmakla bizzat kendisi gibi sünni sayılan hadisçi Buhari tarafından şiddetle tenkit edilmiş, hadisçilerin hedef tahtasına oturtulmuştur. Ebu Hanife’nin kıyas Ehli olduğunu bilen İmam Sadık a.s. ona nasihat etmiş kıyası kullanarak dini yıkmasının kendisine kar getirmeyeceği konusunda kendisini uyarmıştı:

                Yorum


                  #38
                  Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                  -12- B)

                  “Hanefi mezhebi imamı Ebu Hanife şöyle diyor:

                  Bir gün İmam Sadık’la görüşmek için O Hazretin evine gittim. O saatte Kufe halkından bir grup kimse de oraya gelmişti. İmam Sadık (a.s) onlarla görüşmek için izin verince ben de onlarla birlikte içeri girdim. Huzuruna yetiştiğimde şöyle dedim:

                  “Ey Resulullah’ın oğlu! Halkı Resulullah’ın ashabına sövmekten alıkoyacak birini Kufe’ye gönderirseniz iyi olur. Benim kendim, Resulullah’ın ashabına söven on bin kişiden fazlasını biliyorum.”

                  Hazret buyurdu ki: “Halk benim sözümü kabul etmiyor.”

                  Ben: “Kim sizden kabul etmiyor; oysa siz Resulullah (s.a.a)’in oğlusunuz?” dedim.

                  İmam Sadık buyurdu ki: “İşte sen, benim sözümü kabul etmeyenlerden birisin. Şimdi izinsiz evime girdin, izinsiz oturdun, izinsiz konuşmaya başladın.”

                  İmam Sadık daha sonra şöyle buyurdu: “Senin kıyasa göre fetva verdiğini duyum.”

                  Ben; “Evet” dedim.

                  Buyurdu ki: “Vay senin haline! Allah’ın emirleri karşısında kıyasa başvuran ilk kimse şeytan idi. Allah Teala ona; “Adem’e secde ete” diye emrettiğinde şöyle dedi: “Ben secde etmem; çünkü beni ateşten yarattın, Adem’i ise balçıktan; ateş balçıktan üstündür.” Binaen aleyh, kıyasla hak bulunmaz. Meseleyi daha iyi anlayabilmen için senden soruyorum: Ey Ebu Hanife! Sana göre, bir kimseyi haksız yere öldürmek mi günah açısından büyüktür; yoksa zina mı?”

                  Dedim ki: “Bir kimseyi haksız yere öldürmek.”

                  İmam Sadık: “O halde neden Allah Teala katilin isbatı için iki şahit, zinanın isbatı için ise dört şahit istemiştir? Acaba bu ikisini birbiriyle kıyaslamak olur mu?”

                  Ben: “Hayır!” dedim.

                  İmam Sadık: “İdrar mı daha necistir, yoksa meni mi?”

                  Ben: “İdrar” cevabını verdim.

                  İmam Sadık: “Öyleyse neden Allah Teala idrarda abdest almayı emrediyor, ama menide gusletmeyi? Acaba bu ikisi birbiriyle kıyaslanır mı?”

                  Ben: “Hayır!” dedim.

                  İmam Sadık: “Acaba namaz mı daha önemlidir, yoksa oruç mu?”

                  Ben: “Namaz” dedim.

                  İmam Sadık: “O halde neden hayız gören kadına orucun kazası farzdır da namazın kazası farz değildir Acaba bunları birbiriyle kıyas etmek mümkün mü?”

                  Ben: “Hayır!” dedim.

                  İmam Sadık: “Acaba kadın mı (güç yönünden) daha zayıftır, yoksa erkek mi?”

                  Ben: “Kadın.” dedim.

                  İmam Sadık: “Öyleyse neden Allah Teala mirasta erkek için iki pay, kadın için ise bir pay belirlemiştir? Acaba bu hüküm kıyasla doğru olur mu?”

                  Ben: “Hayır!” dedim.

                  İmam Sadık: “Neden Allah Teala, bir kimse on dirhem hırsızlık yaptığında elinin kesilmesini emretmiş, ama bir adam bir kimsenin elini keserse beş yüz diyet belirlemiştir? Acaba bu hüküm kıyasla uyuşur mu?”

                  Ben: “Hayır!” dedim.

                  İmam Sadık: “Duydum ki şu ayetin; “Kıyamet günü nimetler hakkında sizden sorulacak” tefsirinde nimetlerden maksat, tatlı yemekler ve yazın içilen serin sulardır, demişsiniz.”

                  Ben: Evet! Öyle mana etmiştim.

                  İmam Sadık: “Eğer bir adam seni davet edip de önüne, tatlı yemekler getirse, daha sonra minnet etse, böyle bir adam hakkında nasıl hükmedersin?”

                  Ben: “Cimri bir adamdır derim.”dedim.

                  İmam Sadık: “Acaba Allah Teala cimri mi (kıyamet günü, bize vermiş olduğu yemek ve sular hakkında bizden hesap sorsun?”

                  Ben: Öyleyse Allah Teala’ın, hakkında insandan hesap soracağı nimetlerden maksat nedir? dedim.

                  Buyurdular: “Nimetlerden maksat, biz Peygamber Ehl- i Beyt’inin muhabbet ve sevgisidir.”

                  http://www.velayet.com/ehli_beyt/ebu...-t10905.0.html



                  Şimdi bu hikmet dolu alıntıyı da göz önünde bulundurursak, Kur’an’ı re’yine göre tefsir ve tevil eden şiiler midir yoksa sünniler midir? Şiiler mi yoksa sünniler mi vahye uyuyor ? akıl ve ilim sahipleri için gayet açıktır.

                  Yorum


                    #39
                    Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                    -12- C)

                    Ayrıca Kur’an’ı Kerim’de Hz. Ebu Bekir’in hilafetine “işaret” eden bir çok ayet vardır. Üstelik bunların tesbiti bana değil Kur’an’ın inişine, Hz. Cebrail’in gelişine şahitlik eden ashaba aittir. Bütün bu hakikatler Ebu Bekir’e işaret eden ayetlerin delalet gücünü de artırmaktadır.
                    Ayetler de Ebu Bekir’i İşaret Eder



                    Bu satırlar aynen Ehlibeyti taklit eden ve ilmini onlardan nakleden şiilerin delil getirmelerine benziyor. Sünni yazar Peşaver Geceleri adlı şii sünni münazara kitabından çok etkilenmiş gibi. Ama içerik değil biçim olarak.
                    Ashab Sahabenin gelişine şahit değildi. Peygamber s.a.a’in naklettiklerine şahitti. Resul s.a.a ise kendine gelen her şeyi İmam Ali a.s.’a anlatıyordu. Sabah akşam özel görüştükleri saatler vardı. Zaman zaman Ashab bunu kıskanır ileri geri konuşurlardı. İşte bunlardan birisi:

                    22- Taif gününde Resulullah’ın Ali ile özel konuşma uzayınca ... sahabe ileri geri konuştu, Resul bunu duyunca, "

                    Ali ile özel konuşan ben değildim, Allah onunla özel konuştu." dedi.

                    Kütübü Sitte (Hadis ansiklopedisi, İbrahim Canan) Cilt 12, Sayfa 292, Hadis no: 4409. Sahabelerden bazılarının faziletleri bölümü


                    hadis aynı şekilde diğer sünni kitaplarda da vardır, ve muhtemelen burdaki ibare Süneni Tirmizideki varyantından alıntıdır. Sahabe vahyin inişine değil Vahyin Muhammed s.a.a ve Ali a.s’ı nasıl yücelttiğine şahitlerdi. Bu sahih hadiste Allah’ın Ali a.s. ile özel konuşması ashab gibi sünni Türk büyüklerini de şaşırtmıştır. Bunların akılları almayacak kadar Ehlibeyte ve onun 1. İmamı Ali a.s.’a yabancılaşmıştır sünniler. Bu yüzden tercüme ederken araya kelime sokuşturmuşlar bir tane yetmemiş iki üç tane hiç hadiste olmayan Peygamberin söylemediği, arapçasında da bulunmayan kelime ekleyerek Peygamberin s.a.a hadisini tahrif etmişlerdi. İbrahim Canan’ın kütübü sittesinde hadisin tercümesine parantezle şu eklemeler yapılmıştır:

                    “Resul: Ali ile özel konuşan ben değildim, Allah(‘ın emriyle) onunla (ben) konuştu(m) Hadisin arapçasında onunla özel konuşan ben değildim Allah onunla özel konuştu diyor, tercüme eden sünni buna inancı müsaade etmediği için Allah konuşmadı ben konuştum diyor! Yani hadisi tamamen tersine çeviriyor. Ben konuşmadım Allah konuştu, Allah değil ben konuştum! Bu durumda Peygamberin s.a.a. şu hadisine muhatap olmuş olunmuyor mu dersiniz?“Kim benim söylemediğim bir sözü bana iftira ederse Cehennem’deki yerine hazırlansın”

                    Şii: Madem ayetle istidlal edebiliyordunuz da niçin öncelikle hadisleri naklettiniz?

                    Bu şii diye uydurdukları hayali kişi zır cahil. Güya daha önce tüm sünnileri yenmişmiş! Daha sünnileri bırak tüm ekollerin kendilerine Kur’an’dan deliller gösterdiğinden, her ekolün farklı fikirlerini Kur’an ayetlerini tevil ederek ispata çalıştıklarından haberi bile yok!

                    Sunni: Hadis-i Şeriflerin bir kısmı tevatür derecesindedir.[31] Nitekim onların Allah Rasülüne (s.a.v.) aidiyetlerine siz de itiraz edemediniz. Hilafete delaletleri ayetlerden daha aşikar olduğundan öncelikle onları tâdat ettim.

                    Bu hadisleri değil tevatür ahad derecesinde bile değillerdir. Çünkü bunların ravilerinin neredeyse tamamı Emevilerin yanında yer almış ya da bizzat Emevilerin kendileridir. Çünkü bu hadislerin nasıl ve ne zaman oluştuğunu yukarda söylemiştik. Hem “bize Kur’an yeter, onun helalini helal haramını haram kılın Peygamber s.a.a.’ten çok mecbur kalmadıkça nakilde bulunmayın” diyerek hadis naklini yasaklamış olan Halifeler neden bu hadislere sarılırlar? Kur’an’dan delil getirseler ya! Bize göre burada sünninin Ayetlerden değil de uydurma hadislerden başlamasının nedeni kafaları şartlandırarak hiç alakası olmayan Ayetlere bu gözle bakabilmeyi sağlamaktır. Bir ön hazırlıktır. Zaten sünniler uydurma hadisler olmasa hiçbir ayeti kendi görüşlerine işaret ettiği konusunda hiç kimseyi ikna edemezler.

                    Şii: Ya ayetler. Hangileriyle neye göre istidlal ediyorsunuz?
                    Sünni: Hasan Basri diyor ki; “Vallahi; ‘Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki): Allah, sevdiği ve kendisini seven… bir toplum getirir.’[32] Ayetinde zikri geçen mürted kavmin yerine geldiği bahsedilen cemaat Ebu Bekir ve dostlarıdır. Çünkü bu ayet Allah Rasülü’nün (s.a.v.) irtihalinden hemen sonra başlayan irtidat hareketleri ve onları etkisiz hale getiren Ebu Bekir ve mübarek ordusu hakkında inmiştir.’[33] Bu noktada büyük müfessir Katade de benzer şeyleri söylemektedir.[34]



                    E? Bu mu yani? Ben anlamadım. Bu ayet nasıl Peygamber s.a.a’ten sonraki Ebubekir hakkında indi? O zamanı açıklamak için indiğine dair ayetten hiçbir delil yok? Ve Peygamberin s.a.a de buna yönelik bir açıklaması mı var? Var mı? Yok! Bir kere yukarda dediğimize göre Ebubekirin savaştıkları mürted değildi ki! Bizzat Halid’in kendisi gittiği bu kabilelerde birlikte namaz kılmayı teklif ediyordu! Hem hani Ehli sünnete göre Peygamber s.a.a.’ten sonra sahabenin irtidat ettiğini iddia etmek Peygambere ve o seçilmiş kavme iftiraydı! Çünkü onları Peygamber (s.a.a.) yetiştirmişti?. Ve Allah da bu insnaları seçmiş bu insanlar da her şeyini Peygamberin yanında olmaya vermişlerdi! Sıra Ebubekiri kurtarmaya gelince hepsi irtidat mı ediyorlar? Hani irtidat ettiğine dair şiilerin iddiaları vardı? Sünniler Ehlibeyt ve Peygamberin s.a.a faziletine dair olaylar geldi mi tevil eder olayı tersine çevirir. Ama Sahabeye ve Halifelere gelince işi tersine çevirir! Örneğin Ebubekir’ karşı savaşanlar mürted, Osmana karşı savaşanlar isyankar, Ali a.s.’a karşı savaşanlarsa meşru hakkı arayan düşük hatalılar! Muaviye sanki kurulu düzene ve meşru halifeye karşı ayaklanmıyormuş gibi! Muaviyeyi savunur onu konuşturanlar, Ebubekirin savaştıklarından bir kelime savunma ve açıklama istiyor ya da naklediyorlar mı? Muaviyenin Ali a.s.’a karşı isyankar bağy olmadığını anlatabilmek için akla vicdana ziyan teviller getirmelerinin, ama Osmanı katledenler ya da Ebubekire karşı biz sana zekat vermeyeceğiz diyenlerin hiçbir savunması alınmaz değil onların kurtulması için akla zarar tevillere gitmek! Sizce neden?

                    Yorum


                      #40
                      Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                      -12- D)


                      “A’rabilerin geri bırakılmış olanlarına de ki; Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı savaşmaya çağrılacaksınız. Onlarla savaşırsınız veya Müslüman olurlar.”[35] Bu ayet Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in hilafetine delalet etmektedir. Çünkü Huneyn muharebesinden geri kalan A’rabileri, ayette kast edilen Müseyleme’nin kavmi Hanif oğulları ile savaşa ilk defa çağıran Ebu Bekir’dir. Yine bir başka tefsire göre “çok kuvvetli bir kavme karşı savaşmaya çağrılacaksınız,” ayetinden maksat İran ve Rumlardır. Ümmeti onlarla ilk defa muharebeye çağıran da Hz. Ömer’dir. Ordulara savaş emrini vermek bütün dünya devletlerinde devlet başkanına aittir. Bu durumda savaşa çağrı ameliyesini devlet adına üstlenen Ebu Bekir ve Ömer’in riyasetini Kur’an bizzat tasdik etmektedir.

                      Bu tevil Kur’an’ı ön yargı ve kendi reyiyle tevilden başka hiçbir şey değildir. Çünkü bu tevillerin tamamı Ebubekir ve Ömer’in meşru halife olması durumunda ancak geçerli olur. Ama sünni bu tevili neye delil olarak kullanıyor? Bu ikisinin meşruluğuna delil için. Yani böylece delil getirmede fasit daire olan bir şeyin açıkladığı kendi varlığına borçlu olduğunda bu açıklama batıldır hükmü vardır. Yani Ebubekir ve Ömer meşru olduğundan dolayı mı burda “savaşmaya çağrılacaksınız” deyiminde çağıranlardır, yoksa bu çağrıdan dolayı mı Ebubekir ve Ömer meşrudurlar! Bu mantık hilesini göremeyenlerin biraz daha kelam ve felsefe okumaları zaruridir. Örneğin bu ayet, Ebubekir ve Ömerin hilafetini meşru görmeyen şiiler için bu anlama gelebilir mi? Mümkün değil. Çünkü burada Eğer bu Ebubekir ve Ömer’in hilafeti meşru olaydı:1-Peygamberin s.a.a. 12 İmam hadisleri uydurma olması gerekirdi2-Peygamberin s.a.a. Kur’an ve Ehlibeyte uyun hadisleri aynı şekilde uydurma olmalıydı3-Fatıma s.a.’a Ebubekire biat etmediği için cahiliye ölümüyle ölmüş olmalıydı (haşa) 4-İmam Ali a.s.’ın Ebubekir’ biatı (bize göre hiç yapmadı sünnilere göre) 6 ay gecikmemesi gerekirdi.5-İmam Ali a.s.’ın meşru görmediğinden bu iki halifenin hiçbir cihad çağırısına gitmemiş olması mümkün olmazdı.6-Zekatı vermeyenlerin biz zekatı kendimiz veririz demezlerdi.7-Gadiri Hum ve diğer Ali a.s.’ın imamet ve Peygamber s.a.a.’ten sonra hilafetine dair hadislerin hepsi uydurma olması gerekirdi.8-Ali a.s.’ın değil diğer üç halifenin Ehlibeytten olması 12 İmamın onların soyundan gelmesi gerekirdi. Daha çok olan bunca neden bu halifelerin meşru olmadığını gösterir. bunların hiç birinin de olması mümkün değildir. Halifeliği meşru olmayan birinin cihad çağrısı da meşru olmaz. Bu durumda, aksine bir bilgi gelmediği sürece (henüz bu konuyu araştırmış değilim) muhtemelen bu ayette geçen İmam Zaman a.f.’tir cihad çağrısı güçlü bir kavim olarak Onu işaret etmektedir. (Allahu alem. Ancak kesin neticeyi araştırınca söyleyebilirim)

                      Şii: Fakat Tabiin kuşağının Sünni müfessirlerinden İkrime ve Katade “savaşılmaya çağrılan kavmin “Hevazin” ve “Ğatafan” olduklarını bildirmektedir. Buna göre savaşa çağıran Ebu Bekir (r.a.) ya da Ömer (r.a.) değil, Allah Rasülü’dür (s.a.v.).

                      Sünni: Ümmeti savaşa çağıran kişinin Hz. Rasülullah (s.a.v.) olması mühaldir. Çünkü O buyurdu ki; “Artık bundan sonra benimle birlikte sefere çıkamayacak, düşmanla savaşmayacaksınız.” Hadisin delalet ettiği mana savaşa çağıranın Allah Rasülü (s.a.v.) olmasına manidir. Efendimiz’in (s.a.v.) irtihalini takiben ümmeti muharebeye çağıran ilk kişi Ebu Bekir sonra Ömer olduğuna göre bizim naklettiğimiz tefsir tercihe şayan olandır.[36] Bu ayetin inişiyle Ebu Bekir’in savaş çağrısı arasında, İslam Devleti tarafından yapılmış hiçbir harp daveti yoktur. Bu hususta ulema hem fikirdir.[37] Hakikatin bu minval üzere olmasındandır ki Sünnet ve Cemaat alimleri; “Ebu Bekir’in hilafetinin Kur’ani şahidi bu ayettir” demişlerdir.


                      Eğer böyle bir yorumu reddeden şii olsaydı, sünni bu kez sahabe gibi seçkin nesilden ilim almış bu büyük müfessirleri mi inkar ediyorsunuz derdi. Ancak konu kendilerine gelince…

                      “Bu İkisinden Birine Biat Ediniz”
                      Şii: Madem naklettiğiniz ayet ve hadisler Ebu Bekir’in hilafetine işaret ediyor bu durumda niçin O, Ben-u Saide çardağında Hz Ömer ve Hz. Ebu Ubeyde’yi göstererek “Bu ikisinden birine biat ediniz” demiştir. Ebu Bekir’in tavrı halife olacağına işaret eden her hangi bir delilin ademiyetini göstermez mi? Ya da kendi adına nass varken hilafeti başkalarına havale etmek haram değil mi?



                      Sünni: Hz. Ebu Bekir bu hareketiyle göreve talip olmadığını, bizzat matlup olduğunu sahabenin ileri gelenlerine de söyletmek istemiştir. Bir anlamda bu “malumu i’lam” kabilindendir. Nitekim Hz Ali “Allah Rasülü’nün (s.a.v.) umur-u diniyyede imamımız olmasına razı olduğu Ebu Bekir’i niçin dünya işlerinde de imam yapmayalım.” diyerek Ebu Bekir’in niyetini ilk okuyan sahabi olmuştur.

                      Ebubekir o zaman çok tehlikeli bir riske giriyor ve hatta onların içlerinden geçeni bilerek gayba muttali oluyor. Yoksa Allah’ın seçimini tehlikeye atmış olur onu seçime ve o ikisinin onayına bağlamış olurdu. Bu ise hiç meşru olmayacak şeydir. Örneğin hiçbir Peygamber Allah’ın kendi seçimleri karşısında böyle bir onaya başvumuşlar mıdır? Hayır!. Olay o kadar malumduysa Beni Saide’de Ömer’in Sad için bu adamı öldürün demesi nedendir? Bu şiddet malumun ilamı için miydi?
                      Ali a.s bu sözü nerede söylemiş? O halde Ebubekiri halife yapmış da kendisi neden 6 ay (sünnilere göre bize göreyse hiç biat etmedi) biat etmeyi unuttu mu! Ya Peygamberin kızı Fatıma s.a.’ya mı söz geçiremedi? Fatıma Ehlibeytten biri olarak Peygamberin onu inciten beni incitmiş onu sevindiren ben sevindirmiş dediği halde Fatımayı incitmeleri onların meşruiyetinden miydi? Ali a.s.’ın din dünya işleri gibi bir ayırım yapabileceğine inanan var mı? Ben inanmıyorum. Bu ise bu sözün din ve dünyayı birbirinden ayıran Emevi tescilli olduğunun ispatı. Hem ifade bozuk sanki. Ali a.s. Ebubekirin niyetini nasıl okumuş yani? Burası açık değil.

                      DİPNOTLAR:

                      [1] Buhari, Kitabu’l-Cenaiz, 5; Fedail-u Ashabi’n-Nebi, 5; İbn Mace, Sünen, 83; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 220.
                      [2] Me ...

                      Yorum


                        #41
                        Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                        -12- E)
                        DİPNOTLAR:[/color]
                        [1] Buhari, Kitabu’l-Cenaiz, 5; Fedail-u Ashabi’n-Nebi, 5; İbn Mace, Sünen, 83; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 220.

                        [2] Me
                        Bu kaynakların hepsinin sünni kaynaklar oluşu, sünninin, şiaya bir şey ispatlamaya çalışmadığını , şiayı yok saydığını, ve şiiye bile kabul etmeyeceği kaynaklardan delil sunmakta olduğunu gösteriyor. Hatta konuyu şiayı tamamen yok sayarak ortaya koyması şii diye sunulan şahsın olmadığını gösteren bir başka delildir. Bu bölüm böylece tamamlandı şimdi buraya alınan ikinci bölümün reddiyesine başlayacağız bi iznillah. [/color]

                        Yorum


                          #42
                          Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                          -Ek- REDDİYESİ YAZILAN BU 1. BÖLÜMLE İLGİLİ KAYNAKLAR:

                          Birinci bölümde bazı çok bilinen, yani kaynak vermeye gerek olmayacak kadar açık olan rivayetlerin sünni kaynaklarını zikretmedik. sorulursa bunları söyleriz diyerek. ancak yine de sorulmadan biz sözlerimizi kalplerinde kuşku taşıyanlar ve muannidler için verelim. Karışık olacak ama artık yukarıdaki yazıyı okuyup hani bu kaynak nerede diyenler olursa burdaki kaynaklara bakabilir:


                          1- a)"...Ümmü Seleme: ...ben onlardan mıyım? Sen yerindesin ve sen hayır içindesin. bu ayet indikten sonra Resul s.a.a. altı ay fatıma evine gitti ve onları Ey Ehlibeyt Allah sizi tertemiz kılmak istiyor haydi namaza kalkın diye söyledi..."

                          Süneni Tirmizi, Cilt 5 Sayfa 322 Ahzab Suresinin Tefsiri, tefsir bölümü

                          b) Ahzap 33. ayeti Ümmü Seleme'nin evinde inmişti, bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ... Fatıme, Hasan, Hüseyni çağırdı, ve onları birörtü ile örttü. Ali de Rasül-i Ekrem'in arkasında bulunuyordu. Sonra şöyle dua etti. "Allah'ım bunlar benim ehlibeytimdir. Onlardan pislik (kötülük)leri gider ve onları tertemiz eyle." Ümmü Seleme: .. ben onlarla beraber miyim... Rasül.. "Sen yerindesin ve sen baha daha hayırlısın" buyurdu.
                          Bu hadislere göre Ümmü selemenin de içlerinde bulunduğu Peygamber eşleri Ehlibeytten değildir. (Ehlibeytin_izinde)

                          Süneni Tirmizi Cilt 6, sayfa 314, Hadis no: 4037, Menakabe (menkıbeler/biyografi) Babları, Peygamber (s.a.v)'in Ehl-i Beytinin Menakıbi.




                          2- Şura Suresi 23. ayetin tefsiri, "el Kurba" (akrabalar) Muhammed s.a.a.'in akrabalarına sevgidir.

                          Süneni Tirmizi, Cilt 5 sayfa: 361. tefsir bölümü

                          Süneni İbn Mace Cilt 1. Sayfa 235.

                          3- "Gerçekten bu iş onların aralarında 12 halife geçinceye kadar bitmeyecektir.... hepsi kureyştendir.

                          4. hadis: 12 zat
                          5. hadis: 12 halife
                          ...
                          6. Hadis: bu din kıyamet kopuncaya kadar ya da 12 halife gelinceye kadar durmaya devam edecek... Havzın başına ilk varacak benim."
                          bazıları da "Ahir zamanda çıkacak Mehdiden sonra 12 halife gelecek..."

                          Sahihi Müslim. Davudoğlu, Kitabül İmare (Emriler kitabı) c. 8 bab 1 sayfa 674 hadis no 1821.


                          "On iki Emir olacaktır. Hepsi Kureyştendir. "

                          Sahihi Buhari, Ötüken yayınları, Kitabul Ahkam, 52. Bab. 79. hadis. sayfa 7075 cilt: 15.

                          7- a)"...Ümmü Seleme: ...ben onlardan mıyım? Sen yerindesin ve sen hayır içindesin. bu ayet indikten sonra Resul s.a.a. altı ay fatıma evine gitti ve onları Ey Ehlibeyt Allah sizi tertemiz kılmak istiyor haydi namaza kalkın diye söyledi..."

                          Süneni Tirmizi, Cilt 5 Sayfa 322 Ahzab Suresinin Tefsiri, tefsir bölümü

                          b) Ahzap 33. ayeti Ümmü Seleme'nin evinde inmişti, bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ... Fatıme, Hasan, Hüseyni çağırdı, ve onları birörtü ile örttü. Ali de Rasül-i Ekrem'in arkasında bulunuyordu. Sonra şöyle dua etti. "Allah'ım bunlar benim ehlibeytimdir. Onlardan pislik (kötülük)leri gider ve onları tertemiz eyle." Ümmü Seleme: .. ben onlarla beraber miyim... Rasül.. "Sen yerindesin ve sen baha daha hayırlısın" buyurdu.
                          Bu hadislere göre Ümmü selemenin de içlerinde bulunduğu Peygamber eşleri Ehlibeytten değildir. (Ehlibeytin_izinde)

                          Süneni Tirmizi Cilt 6, sayfa 314, Hadis no: 4037, Menakabe (menkıbeler/biyografi) Babları, Peygamber (s.a.v)'in Ehl-i Beytinin Menakıbi.


                          8- Şura Suresi 23. ayetin tefsiri, "el Kurba" (akrabalar) Muhammed s.a.a.'in akrabalarına sevgidir.

                          Süneni Tirmizi, Cilt 5 sayfa: 361. tefsir bölümü

                          Süneni İbn Mace Cilt 1. Sayfa 235.

                          9- a) Ben sizin aranızda sarıldığınız müddetçe sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum... Kur'an ve Ehlibeytim...

                          Sahihi Müslim, Cilt 4 sayfa 1803 Hadis no: 2408
                          Süneni Tirmizi, Cilt 6 sayfa 313 Hadis no: 4036 Menakabe (menkıbeler/biyografi) Babları, Peygamber (s.a.v)'in Ehl-i Beytinin Menakıbi.

                          b) "Ben sizde bir şey bırakacağım ki, buna sarıldığınız takdirde benden sonra asla dalalete düşmeyeceksiniz. İkisi de birbirinden büyüktür: Gökten yere uzanan bir ip olan Allah'ın kitabı ve yakınlarım, Ehl-i beytim. Bu iki şey (kyamet günü) havuz başına kadar birbirinden zinhar ayrılmayacaklardır. Bunlar hakkında bana nasıl halef olacağınıza dikkat ediniz.

                          Süneni Tirmizi Cilt 6, sayfa 315, Hadis no: 4038, Menakabe (menkıbeler/biyografi) Babları, Peygamber (s.a.v)'in Ehl-i Beytinin Menakıbi.

                          c) "Sizi ni'metleriyle beslediği için Allah'ı seviniz, Allah sevgisiyle beni seviniz, ve benim sevgimle ehl-i beytimi seviniz."

                          Süneni Tirmizi Cilt 6, sayfa 317, Hadis no: 4040, Menakabe (menkıbeler/biyografi) Babları, Peygamber (s.a.v)'in Ehl-i Beytinin Menakıbi.

                          10- Sizler, barış halinde bulunduğunuz kimse ile ben de barış halinde olurum ve harp halinde olduğunuz kimse ile ben de harp halinde bulunurum..

                          Allah'ım bu çocuğu sev seveni de sev...

                          İbn Mace, Cilt 1 sayfa 239. Hadis no: 145
                          11- Ehlibeytimi sevmedikçe kişinin kalbine iman girmez. Süneni İbn Mace, Cilt 1 Sayfa 234

                          12- Allah dört kişiyi fazla sevmemi emretti. Ve onları sevdiğini haber verdi. Ali onlardan. bunu üç kez tekrarlardı. Ebuzer Selman Mikdat. İbn Mace Cilt 1 Sayfa 246

                          13- "..Ben kimin mevlasıysam Ali onun mevlası.."

                          Kütübü Sitte (Hadis ansiklopedisi, İbrahim Canan) Cilt 12, Hadis no: 4405, Sahabelerden bazılarının faziletleri bölümü

                          14- "(ey Ali) Musa yanında Harun makamında olmak seni memnun etmez mi.."

                          Kütübü Sitte (Hadis ansiklopedisi, İbrahim Canan) Cilt 12, sayfa 289, Hadis no: 4406. Sahabelerden bazılarının faziletleri bölümü

                          Sahihi Müslim, sönmez neşriyat Ahmet Davudoğlu tercümesi, Cilt 10 sayfa 6190/244, Hadis no: 2404. Kitabu Fedailü's-Sahabe.


                          15- ".. Yarın sancağı öyle birine vereceğim ki... Allah ve Resulü onu sever..."

                          Kütübü Sitte (Hadis ansiklopedisi, İbrahim Canan) Cilt 12, Sayfa: 289, Hadis no: 4407. Sahabelerden bazılarının faziletleri bölümü

                          16- Ali'yi Mü'min sever, ondan münafık nefret eder..

                          Kütübü Sitte (Hadis ansiklopedisi, İbrahim Canan) Cilt 12, Sayfa 291, Hadis no: 4408. Sahabelerden bazılarının faziletleri bölümü

                          Sahihi Müslim, Kitabul İman Cilt:1 Hadis no: 131.

                          Süneni Tirmizi Faziletler kitabı Ali b. Ebu Talib'in fazileti babı, cilt: 6 S: 271 Hadis no: 3923


                          17- a) "Gelin oğullarımızı çağıralım ... kadınlarımızı..." ayeti gelince, Resul s.a.a. Ali'yi .. getirdi ve Allah'ım bunlar benim ehlibeytim'dir dedi.
                          b) Musaya nispetle Harun makamında olmak istemez misin?... Sancağı Hayber günü Ali'ye vermesi, lanetleşme günü Ali Fatıma Hasan Hüseyni çağırıp benim ailem bunlar demesi...

                          Sahihi Müslim, sönmez neşriyat Ahmet Davudoğlu tercümesi, Cilt 10 sayfa 6191/245, Hadis no: 2404/32. Kitabu Fedailü's-Sahabe.

                          Kütübü Sitte (Hadis ansiklopedisi, İbrahim Canan) Cilt 12, Sayfa 291, Hadis no: 4408. Sahabelerden bazılarının faziletleri bölümü

                          18- Taif gününde Özel konuşma uzayınca... sahabe ileri geri konuştu, Resul bunu duyunca, "Ali ile özel konuşan ben değildim, Allah onunla özel konuştu. "

                          Kütübü Sitte (Hadis ansiklopedisi, İbrahim Canan) Cilt 12, Sayfa 292, Hadis no: 4409. Sahabelerden bazılarının faziletleri bölümü

                          19- ...Resul s.a.a.: "Ben ya da benden biri ancak bunu tebliğ edebilir" deyip, Hac emirliğini Ebubekirden alıp Ali'ye verdi..


                          Kütübü Sitte (Hadis ansiklopedisi, İbrahim Canan) Cilt 12, Sayfa 293, Hadis no: 4410. Sahabelerden bazılarının faziletleri bölümü

                          20- "Hasan Hüseyini seviyorum Allahım sen de onları sev..."

                          Kütübü Sitte (Hadis ansiklopedisi, İbrahim Canan) Cilt 12, Hadis no: 4426. Sahabelerden bazılarının faziletleri bölümü

                          21- "Hasan Hüseyin benim oğullarım.."

                          Kütübü Sitte (Hadis ansiklopedisi, İbrahim Canan) Cilt 12, Sayfa 312, Hadis no: 4428, Hasan ve Hüseyinin Fazileti bölümü

                          22- "Hasan Hüseyin Cennet ehlinin iki genci.."

                          Kütübü Sitte (Hadis ansiklopedisi, İbrahim Canan) Cilt 12, Sayfa 313 Hadis no: 4430. Sahabelerden bazılarının faziletleri bölümü

                          23- "Peygamberimiz: .. Hüseyinin öldürüldüğüne şahit oldum.."

                          Kütübü Sitte (Hadis ansiklopedisi, İbrahim Canan) Cilt 12, Sayfa 314, Hadis no: 4432. Sahabelerden bazılarının faziletleri bölümü

                          24- Ali a.s. bağışlanmıştır: "Affedilmiş olsan bile, söylediğin zaman Allah'ın seni affedeceği... (duayı öğreteyim)

                          Süneni Tirmizi, Dua babları, Cilt: 6, hadis no: 3733. sayfa 103. Bab 83.

                          25- "Rasülüllah (s.a.v)'e kadınların en sevgilisi Fatıme ve erkeklerin en sevgilisi de Ali idi. "

                          Tirmizi Menkabe babları, Fatıma (r.a.)nın fazileti hakkında, cilt 6. Hadis no: 4122. sayfa 361. sayfa 364, hadis no: 4127. (bu ikinci hadis Aişe'den rivayet edilmiştir.)

                          26- "Fatıme benim bir parçamdır. Onu üzen beni de üzer ve onu yoran beni de yorar."

                          Tirmizi Menkabe babları, Fatıma (r.a.)nın fazileti hakkında, cilt 6. Hadis no: 4123. sayfa 361.

                          27- Rasulüllah (s.a.v.) Ali, Fatıme, Hasan ve Hüseyin (r. anhüm) 'a şöyle buyurdu: "Ben, sizin savaştığınız kimse için savaş ve barıştığınız kimse için de barışım!."

                          Tirmizi Menkabe babları, Fatıma (r.a.)nın fazileti hakkında, cilt 6. Hadis no: 4124. sayfa 362.

                          28- ...bunun üzerine biz: Onun ehl-i beyti kimlerdir? Kadınları mı? dedik. Zeyd:
                          Hayır! Allah'a yemin olsun! Hakikaten kadın zamanın bir kısmında erkekle beraber olur. Sonra onu boşar da, kadın babasına ve kavmine döner. Onun ehl-i beyti, aslı ve ondan sonra sadakadan mahrum olan asabesidir." dedi.

                          Sahihi Müslim, sönmez neşriyat Ahmet Davudoğlu tercümesi, Cilt 10 sayfa 6200/254, Hadis no: 2408/37. Kitabu Fedailü's-Sahabe.

                          29- Resulullah'ın ashabının içerisinde, Ali (a.s.) den daha fazla fazileti hakkında hadis naklolunan birisi yoktur

                          Müstedrek'i Hakim (Sehiheyn'e) c. 3. s. 107.

                          30- "Ben sizlerden önce havuza varacağım. Bana gelen herkes o havuzun suyundan içer ve artık susamaz. Bazı gruplar da bana gelirler ki ben onları tanırım, onlar da beni tanırlar. O arada benimle onların arasına ayrılık düşer; "Bunlar benim ashabımdır, diye seslenirim. "Sen bilmiyorsun, bunlar senden sonra ne yaptılar?" denilir Bunun üzerine bende: "Benden sonra dinimi değiştirenler uzak olsun, uzak olsun derim"

                          Sahih'i Buhari c.3, s.94-99. ve s. 156 ve .c .3 ,s .32 .ve Sahih-i Müslim c.7. s.66- Hadis-i Havz

                          31- Ali'ye düşman olan bana düşman olmuştur; Bana düşman olan, Allah'ın düşmanı olmuştur. Allah'a düşman olan birini, Allah yüzü üste cehennerne atar.

                          Müstedrek'i Hakim c. 3. s. 121. Hasais'un Nesai s. 24. Musned'i İmam Ahmed c, 6. s. 33


                          32- Hasan ve Hüseyn Peygamberin s.a.a. oğullarıdır:

                          Hasan benim oğlumdur, şeref sahibidir umarım ki Müslümanlardan iki büyük fıkanın arasını ıslah eder.

                          Sahihi Buhari Ahmed Naim Kamil Miras tercümesi 6. baskı. Hadis no 1290


                          Yorum


                            #43
                            Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                            -1- A)



                            SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI - 2.BÖLÜM
                            (BİR Şİİ MOLLASI İLE YAPILAN MÜNAZARA)İHSAN ŞENOCAK HOCA / İNKİŞAF DERGİSİ

                            2.BÖLÜM



                            FEDEK
                            Şii: Efendimiz (s.a.v.) ahirete irtihal ettiğinde Hayber’de yer alan “Fedek” adındaki köy şahsi mülkündeydi. Hz. Fatıma “Eğer (babadan geriye kalan) yalnız bir kadınsa (mirasın) yarısı onundur.”[38] ayetine istinaden Fedek’in yarısını talep etmişti.
                            Peygamber s.a.a. Fedek’in bir kısmını hayattayken Fatıma s.a.’ya hibe etmişti. Orası onun mülkü idi. Geri kalan kısmı da O hazretin vefatıyla miras olarak Fatıma s.a.’ya geçti. Fatıma kendisine hibe edilen bölümde hurmaların bakımı için köle ve işçilerini istihdam etmişti. Ebubekir hilafete geçince Fedek’in tamamına el koyarak bu işçileri çıkarttı. Ancak dediğimiz gibi şii hayali gerçekte hayali şahıs olduğu için bu iddiaları yarım yamalak sünni biri dile getirmetke böylece sünni kendine pas atmaktadır.

                            Nasıl ki Allah Rasülü (s.a.v.) masumdur, Onun kızı da günah ve yalandan korunmuştur. Çünkü O (s.a.v.) buyurmuştu ki; “Fatıma (r.ah.) benden bir parçadır.” Küll masumsa O’nun (s.a.v.) parçası da masum olur. Fatıma masum olduğuna göre miras iddiasında Hz Rasülullah’a (s.a.v.) yalan ya da yanlış isnat etmesi mümkün değildir. Fakat Ebu Bekir, masumiyeti aşikar olan Fatıma’nın bu talebini reddetmiştir. Fedek arazisini ona vermemiştir. Halife tarafından sergilenen bu tavır, açık nasslara muhaliftir. Böyle birisinin hilafetini nasıl ve niçin savunuyorsunuz?

                            Şiiler böylesine bir kül ve cüz ilişkisinden yola çıkarak masumiyeti ispata yönelmezler. En azından alimlerimizden böyle bir ispata gidene ben rastlamadım. Çünkü Peygamberimizin başka parçaları da vardır ve onların masumiyetini iddia etmiyoruz biz. Nitekim Nuh a.s.’ı masumdu ancak ondan olan oğlu masum değildi. Biz şiiler masumiyeti Ayetler ve Mütevatir hadislerden delille ispatlarız. Fatıma s.a’nın masumiyetiyle ilgili çok sayıda hadis üstelik mütevatir yolla gelmiştir. Bunlar sünnilerin kitaplarında da kayıtlıdır. Ancak daha Peygamberin bile masumiyetine inanmayan, ondan önce Allah’ı bile hakkıyla tanımayan bir zihnin sahiplerine Fatıma s.a.’nın masumiyetini ispat mümkün değildir. Allah’ın şekilden şekile girdiğine dair Buhari ve Müslim başta olmak üzere tüm sünni kitapların Ruyetullah (Allah’ın ahirette görülmesi ) veya Tevhid (Allah’ın birliği) bölümlerinde geçmesi sünnilerin şekil değiştiren bir Allah’a inandığının ispatıdır.
                            (72- Ruyetullah:

                            ...Resulullah: Şübhesiz sizler Güneş ile Ay'ı görmekte birbirinizle sıkışıp darlığa düşmediğiniz gibi, o gün Rabb'inizi görmekte de hiç bir birinizle sıkışıp darlığa düşmeyeceksiniz" buyurdu.

                            ...
                            (mü'minler) Her kavim vaktiyle ibadet ettiği ne idiyse ona kavuşsun! diye nida ettiğini işittik. Ondan dolayı bizler Rabb'imizi bekleyip duruyoruz!. diyecekler.
                            Dedi ki: "Meydanda kalan mü'minlere Cebbar olan Allah, onlara ilk defa gördükleri tanıdıkları SURETTEN başka SURETTE gelecek de:
                            "Ben sizin rabbinizim! buyuracak.
                            Onlar da:
                            "Sen bizim Rabb'imizsin! diyecekler.
                            Artık O'nunla peygamberlerden başkası kelam edemez. Allah Taala:
                            -Rabbinizi tanıyabilmek için aranızda bir almet var mıdır? diye sual edecek. Onlar:
                            "Evet, sâk'tır! demeleri üzerine Rabb Taala, sâk'ını keşfedip açacak.
                            Bunun üzerine her mü'min Allah'a secde eder....

                            Buhari, Ötüken yayınları. Kitabut Tevhid, Bir takım yüzler o gün terütazedir; Rablerini göreceklerdir kavli babı Hadis no 65. Cilt: 16 s: 7304


                            Buhari, Ötüken yayınları. Kitabut Tevhid, Bir takım yüzler o gün terütazedir; Rablerini göreceklerdir kavli babı Hadis no 66. Cilt: 16 s: 7306-7307)

                            Buradaki değinimiz şundandır ki: Fatıma s.a.’nın masumiyetine inanmayan birisinin Peygamber’in masumiyetiyle ve onun sıfatlarıyla ilgili bir sorunu vardır. Eğer Peygamberin masumiyetini anlatamıyorsanız, anlamıyor delilleri reddediyorsa bu durumda o kişinin Allah inancından sorun vardır. Önce Allah inancı halledilmeli ki sonra Peygambere hakkıyla iman edilebilsin ardından da Ehlibeyt ve Ehlibeytin 12 İmamı’nın masumiyeti anlatılabilsin.
                            Ancak burada şii birisi sünni buhari ve müslimden hadisler göstererek Fatıma s.a.’nın rızasının Peygamberin s.a.a rızası, onun gazabının Peygamberin gazabı olduğunu söyler. Bu hadisler buhari ve müslimde geçmektedir.
                            34- "Fatıme benim bir parçamdır. Onu üzen beni de üzer ve onu yoran beni de yorar."

                            Tirmizi Menkabe babları, Fatıma (r.a.)nın fazileti hakkında, cilt 6. Hadis no: 4123. sayfa 361.



                            Sünni: Allah Rasülü’nün (s.a.v.) vefatından hemen önce atadığı Usame b. Zeyd’in komutanlığı Ebu Bekir’in devr-i hilafetinin ilk günlerinde tartışmaya açıldığında (Usame’nin değiştirilmesi talep edildiğinde); “Değil Usame’yi değiştirmek, Hazreti Rasüllah’ın (s.a.v.) attığı bir düğümü dahi zait görüp çözmem.”[39] diyen Ebu Bekir’in miras ayetine muhalefet ettiğini nasıl iddia edebilirsiniz?! Kur’an’a muhalefet etmekle itham ettiğiniz Ebu Bekir bu noktada öylesine hassastır ki; şu serzenişler O’na aittir: “Bilmediğim konularda Allah’ın kitabı hakkında tefsirde bulunursam hangi sema beni gölgesine kabul eder ve hangi arz beni üzerinde barındırır.”[40]

                            Ebubekirin çözdüğü Peygambere (s.a.a) düğümlerin sayısı belli değildir. Bunlardan en kayda değer olanı O hazretin hadislerini yasaklayarak Ehlibeyte ait faziletleri gizletme çabasıdır. Eğer Peygamber s.a.a.’e o kadar önem vereydi O hazretin Kur’an’ı tefsir olan yaşamını ve hadislerini öyle bir sağlama ve garantiye aldırırdı ki ümmet hangi hadis sahih hangisi uydurma diye 250 yıl sonra diyar diyar gezmek zorunda kalmazdı.! Biz bunu şiiler için demiyoruz. Şiilerde Peygamberin hadislerinden bir tanesi bile kayıp değildir. Elhamdulillah şiilerin hadis naklediş tarzı değişiktir. Bunu sünniler için diyoruz. Kendisine sünnet ehli diyen bu ekolün başı Ebubekir eğer Peygamberin hadislerin yaktırmasaydı, onları rivayette sınırlama getirmeseydi şimdi sünniler şiilere çok daha yakın olacak ve Emevi zalimlerinin ardına onların uydurukçulukta zirveye tırmandırdığı hadislerine kapılmayacaklardı.
                            Biz Ehlibeytin faziletine dair örneğin 12 imamın isimlerinin tek tek sayıldığı hadisi getirdiğimizde sünniler: “ama bu hadis sahih değil çünkü kütübü sitte’de yok!” demelerine rağmen iş kendilerinin delillerine gelince kütübü sitte dışında ne varsa hepsini kabul ediyorlar. Demek o zaman bu zihniyette Ehlibeyti inkar ve onun değerini küçük görme Ehlibeytin kimlerden oluştuğu konusunun gizli sis perdesi ardında kalma mücadelesi var! Bakın burada Ebubekirin hangi sema beni gölgesine kabul eder sözü kütübü sitte dışında geçiyor!.. Demek kütübü sitte dışında da sahih hadisler var. Yeri geldiğinde kütübü sitteden buhari ve müslim dışındaki 4 kitaptan bile getirdiğimiz hadisleri reddedenlerin böyle konularda kütübü sitte dışından hadis getirmesi nedendir acaba? Emevilerin uydurtmuş olduğu onca fazilet hadisleri yetersiz mi geldi?
                            Üsame konusunu kabul ediyor da bu sahabi ne zaman görevlendirilmiş bunu neden zikretmiyorlar? Peygamber s.a.a. marazıl mevt (ölüm hastalığı)’te 18 yaşındaki Üsameyi 50lik 60’lık Ebubekir ve Ömer’e komutan olarak atıyor, sünnilerin halife ve en üstün olarak gördüğü o ikisini 18 yaşındaki çocuk sayılabilecek birinin emrinin altına vermesini nasıl görüyorlar! Ancak mantık laçka olduktan sonra hak batıl nasıl ayırt edilecek ki! Burada tekrar etmek istediğimiz Eğer Ebubekir faziletli olsaydı onu Peygamber s.a.a. Üsameninemrine vererek onun 18 yaşındaki birine itaatini zorunlu kılmazdı.

                            Hz. Ebu Bekir, Fedek arazisinin Hz. Fatıma’ya verilmesi meselesinde ayete muhalefet etmemiş bilakis bütün ayetleri açıklama vazifesi kendisine verilen Allah Rasülü’nün (s.a.v.) sünnetiyle miras ayetini tahsis etmiştir. Şöyleki; “Âmm” olan miras ayetini “Biz Peygamberler cemaati miras bırakmayız. Bize kimse varis olmaz. Terikemiz sadakadır.” hadis ile sınırlandırmıştır.

                            Halbu ki ayetlerin hükmünün hadisle kaldırılamayacağını iddia ederek burada çelişkiye düşen yine sünni yazardır.
                            Biz peygamberler miras bırakmayız sözü uydurma bir sözdür. Şayet bu hadis sahih olaydı Fatıma buna muhalefet edemez, ilmin kapısı olan Ali a.s. aksi şahitlikte bulunamazdı. Düşünün Fatıma bu hadis varmış da bilmiyormuş da Ebubekir ona öğretiyormuş gibi sünni zihne bakın!. Üstelik bu sünni zihin, Peygamberin s.a.a. her görevini yaptığını tebliğ etmesi gereken her şeyi tebliğ ettiğini bunun sonunda mükemmel bir sahabe nesli oluştuğunu iddia ediyor. Elbette Peygamber her şeyi tebliğ etti. Her şeyi tebliğ eden Peygamber evinin içinde babalık görevi olan miras konusunu açıklamayı unuttu mu? Bak kızım ben gidiyorum. Sakın ayetleri yanlış anlama. Evet ayette müslümanların miras bırakması ve onun nasıl dağılacağına dair hükümler var ama biz peygamberler farklıyız. Benden sonra mallarım üzerinde hak iddia etme. Ne var ne yok halife alacaktır. Sakın bana muhalefet edip sonra halifeme zıt düşme. Hele hele küsmek gitmek gibi bir yanlışa sakın düşme” dememiş mi! Demiş de bunu Fatıma hemen mi unutmuş? Demişse nerede demiş? Unutmuşsa Fatıma, Ebubekirin hatırlatmasıyla (!) neden hatırlamamış? Hatırlamış da dünya malı hırsı ağır basmış da, O yiyeceğini bile yoksula verdiğinden üç gün peşpeşe oruç tutmak zorunda kalan Peygamber parçası yaşamı yokluk içinde işkence ve ızdırpa içinde geçen bundan bir kere bile yakınmayan bu Ehlibeytin tek bayan temsilcisi, Peygamber s.a.a. vefat edince yoldan mı çıkmış! Gözünü dünya hırsı mı bürümüş!
                            Yazıklar olsun! Peygamber Ehliebeytine yaptığınız işkence ve attığınız iftiralar göklerin bile kabul edemeyeceği kadar ağır hale geldi! O hazretin yüzüne nasıl bakacaksınız? Babasının yanında duran Fatıma’nın yüzünden mi şefaati dileyeceksiniz yoksa sakın kızımı üzmeyin onu rızası benim rızam onun gazabı benim gazabım diyen Babasının yüzünden mi şefaat talebiniz olacak!



                            Yorum


                              #44
                              Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI


                              -1- B)

                              Şii: Muhassıs (tahsis eden) olarak ileri sürdüğünüz delil neticede bir hadistir. Karşıda ise vurud-u kat’iyyet ifade eden bir ayet vardır. Ayete mukabil hadis nasıl tercihe neden olabilir?

                              Şiiler böyle delil getirmez. Bu ayet hadis farklılığına düşmüş sünni mantığın işleme şeklidir. Çünkü şiilere göre Peygamber’in s.a.a hadisi ile Ayetin bağlayıcılık değeri aynıdır. Çünkü Peygambere çok dğer veren şiiler Peygamberin söylediği tüm sözleri vahiy görürler. İşlerine gelmediğnden dolayı Peygamberin s.a.a hadislerinden kıvırtmaya çalışanlar sünnilerdir. Çünkü sünniler Ayetleri saptırırlar, Peygamberin hadislerinden çıkan doğru bilgilerle uyuşmayan bu saptırılmış anlamı sürdürebilmek için bu kez hadisler ahad, mütevatir, ayetin zıttına gibi ikinci büyük yanlışa düşerler. Burada miras ayetinde olduğu gibi. Miras ayetlerinin hükümleri ve Peygamberlerin miras bıraktığına dair ayetler çok açıktır. Ancak sünni burada bu ayetleri inkar edince karşısına çıkan hadisleri de teğet geçiyor ve uydurma hadislere tutunuyor. Aklı mantığı ve tarihi gerçekleri de tamamen devre dışı bırakarak.

                              Sünni: Bu noktada haber-i vahid’in hükmünü, hangi durumlarda nasıl değerlendirilmesi gerektiğini konuşacak değilim. Buna gerek de yok. Çünkü Hz. Ebu Bekir Rasülullah’tan (s.a.v.) neyi, nasıl ve ne kadar işittiğine hakimdir. Merviyyatını karıştırdığına işaret eden hiçbir emare mevcut değildir.
                              Miras meselesinde karinelerle ihtimaller ortadan kalkmış, Hz. Ebu Bekir katında “haber-i vahid” mirasla ilgili genel hükümleri sınırlandıran kesin bir delile dönüşmüştür. Ayrıca peygamberlerin hakiki miraslarının ilim olması, Ebu Bekir’in uygulamasını desteklemektedir.



                              Bir yanda mütevatir (her nesilden yala üzere birleşmesi mümkün olmayacak kadar ravinin aktardığı hadislere mütevatir diyor sünniler) olmayan haberi vahid (hadisler)’in sahih mi uydurma mı olduğuna bakma ihtiyacı duyulmuyor. Ancak ayet karşısında hemen ona zıtsa onun hükmünü özelleştirici şekilde yorumlanıveriyor. Ve çıkan yeni engeller de aynı tevillerle inkarla ekarte ediliyor. Ebubekirin gözünde haberi vahid mirasla ilgili hükümleri nasıl sınırlandıran bir hükme dönüşüyor? Evet bu mümkün, ayetler hadisle anlamı özelleşebilir ancak bu hadislerin sahih olma şartıyla. Burada yazar kendi üzerine alınmıyor Faziletli gördüğü Ebubekirin yaptığı doğrudur cümlesine sığınıyor. Oysa konu yine Ebubekirin faziletine delil aramaktı. Yani yine kısır döngü. Fasit delil. Bir şeyin ispatı için gösterilen cüz’ü bütünün onu ispatına dayandırılamaz kuralını hatırlatırız.


                              Veraset
                              Şii: Kur’an “Süleyman Davud’a (a.s.) varis oldu.”[41] diyor. Önceki peygamberlerin çocukları babalarına varis oluyor da Fatıma niçin babası Fahri Kainat Efendimiz’in (s.a.v.) malından hissesini alamıyor?


                              Şii diye verdiği hayali şahıs eğer şii olsaydı bu söze Fatıma s.a.’nın Ebubekire verdiği cevapla cevaplardı. Çünkü benim okuduğum tüm şiiler bu konuyu aktarırken mutlaka Fatıma s.a.’nın o muhteşem hutbesini zikreder ve Ebubekirle tartışmasını aktarırlar. Ancak görüldüğü gibi burada hayali şii bu kendi görüşüymüş gibi zikrediyor. Üstelik Fatıma s.a.’nın diğer delilini de zikretmiyor. O delil ise Hz. Zekeriyya’nın “Rabbim bana mirascı olacak kendi neslimden bir erkek evlat ver” şeklindeki duasıdır.

                              Sünni: İstidlal ettiğiniz ayette bahsi geçen veraset hakiki manada müsta’mel değildir. Çünkü Hz. Davud’un (a.s.) on dokuz tane evladı vardı. Süleymen (a.s.) onlar içinde nübüvvet ve idareye varis olmakla temayüz etmişti. Eğer ayette bahsi geçen miras hakiki manada kullanılmış olsa idi o takdirde Davud’un (a.s.) bütün çocukları verasette eşit olmalı idi. Fakat mana buna müsait değildir. Çünkü ayette zikr olunan miras, mecazi anlama masruftur. Tıpkı “alimler nebilerin varisleridir.” hadisinde olduğu gibi.[42]

                              Bir ayette mecaz anlam mı yoksa gerçek anlam mı kullanılmış bunu ayırt etmek için yine ayetten bir karine gerekir. Eğer aksine bir karine ayette mevcut değilse ayetler zahire göre hükmedilirler. Bu hem şiilerin hem sünnilerin ittifak ettiği bir temel tefsir kuralıdır. Yoksa her önüne gelen her ayette hoşuna gitmeyen anlama bu gerçek anlama değil mecaz anlama alınmalıdır derse ortada Kur’an falan kalmaz. Nitekim bu gerekçelerle birileri de çıkıp Kur’an’da ahkam ayetleri mecazidir adalet içindir mesele adaletse o zaman başka yasalarla da adalet kuruluyorsa Kur’an’ın hükümlerine gerek yoktur deyip Allah’ın dinin toptan kaldırıp atıvermişlerdir. Burada da Halife Ebubekirin kurtarılması endişesiyle ayetin açık hükmü inkar edilmektedir.

                              Eğer Süleyman a.s.’ın babası Davud Peygambere mirasçı oluşu mecaz anlamda ise yani Allah neyi kastediyor burada? Peygamerlik ve krallık’a mirasçı olundu deniyor!. Ve sonra da eğer buradaki gerçek anlamda olsaydı o zaman diğer kardeşlerin de Peygamberlik ve idareye mirasçı olması gerekirdi deniyor! Öyle mi! Ben mi yanlış anlıyorum yoksa! Tamam burada farzedelim ki Süleyman a.s. babası Davud a.s.’ın mallarına değil de Peygamberlik ve yöneticiliğine mirasçı kılındı!. Bu durumda bunun açıkça bildirilmesi gerekmez miydi? Ebubekir hadisinde biz peygamberler miras bırakmayız bizim bıraktıklarımız ilim veya sadakadır deniyor. Buna göre bu ayeti açıklayan sünni Davud a.s.’ın mal değil peygamberlik ve nübüvveti miras bıraktığını iddia ediyor. O zaman ortaya ikinci bir sorun çıkıyor. Diğer kardeşler de krallık ve nübüvvete ortak olması gerekirdi. Ortak olmadılar. Öyleyse buradaki mirasçı kıldık hükmü mecazidir diyor. Yani Allah haşa burada demek istiyor ki: mirasçı bıraktık ama bırakmadık! Diğer çocukları mallarına mirasçı olmadığı gibi nübüvveti ve krallığı da sadece süleymana miras bıraktık. Ama mecazi miras bıraktık. Yani gerçekte o Peygamber ve kral değildi. Mecazi olarak o makamlardaydı. Yani peygamber gibi kabul edilip kavmini hidayet etti ama peygamber değildi, kral gibi yaşadı ama kral değildi mecazi olarak aldı ya onları!

                              Böyel bir saçmalık ayetlerin Ebubekiri kurtarma adına çarçur edilmesidir. Kimi sünniler Peygamberlerin mirasının manevi miras olan ilim olduğunu iddia ederek bununsa alimlere kaldığını söylerler. Peygamberin başka mirası yokmuş. Buradaki ayette krallığı buna yoramadıkları için miras kılmayı mecazi anlama alıyor sayın sünni yazar!

                              Hz. Fatıma’nın masumiyeti meselesine gelince; İstidlal ettiniz hadis mecazi manadadır.[43] Buna göre hadis, karabet yoluyla oluşan kül-cüz ilişkisini ifade etmektir. Bu yüzden Allah Rasülü’nün (s.a.v.) masumiyetinin aynısını Hz. Fatıma’da aramak doğru değildir.

                              Evet burda Fatımanın masumiyeti de mecazi dendi! Yazar da mecazi! Aslında böyle bir sünni var gibi dursa da mecazidir. Burdaki iddiaları da var gibidir ama mecazidir. Gerçekte yoktur. Bunlar gölgedir. Yeri geldiğinde gölge oldukları ortaya çıkacaktır!

                              Yorum


                                #45
                                Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

                                -2-
                                Fedek’teki Şahitler
                                Şii: Hz. Fatıma Fedek arazisini Hz. Ebu Bekir’den talep ederken Hz. Ali, Hasan, Hüseyin ve Ümmü Eymen (r.anhum) ona şehadet etmişti. Ebu Bekir onların şehadetini reddederek zulme irtikap etmiştir.



                                Bu sünni ifadede öyle bir gizli hile var ki ancak ince düşünüldüğünde ortaya çıkmaktadır. Oda …”fedek arazisini .. talep ederken ifadeleridir. Fatıma Fedek arazisini talep etmedi. O Fedek’i dilenmedi. Sadece babasının kendine bağışladığı hediyeyle, yine O Hazretten kalan miras hakkının gasbedildiğini bildirerek o hakkını geri istedi. Bu iki ifade birbirinden çok farklıdır. Buradaki hayali şiiye sanki Fatıma hakkı olmayan bir şeyi fazladan ve Ebubekirin lütfundan dileniyormuş gibi bir hava estiriliyor. Oysa hakikat böyle değildir.

                                Sünni: İsimleri yan yana tâdat ederek söz bolluğuyla hakikati perdelemek ister bir tavrınız var. Söz konusu isimleri tek tek tahlil edersek ortaya şöyle bir netice çıkar: Hasan ve Hüseyin, Fatıma’nın (r.anhum) çocuklarıdır. Çocuğun anne-baba lehine şehadeti makbul değildir. Bütün bunlardan öte, o ikisi şehadet vaktinde küçük çocuktular. Nasıl şehadet etsinler?! Hz Ali ve Ümmü Eymen’e gelince onların şehadeti nisab için yeterli değildir. Çünkü bu nevi davaların şehadeti için ya iki erkek ya da bir erkek iki kadın gereklidir.[44]Ayrıca bazı müctehidler eşlerin birbirleri lehine yaptıkları şehadeti reddetmektedir.[45]

                                Tâdat etmek, dizmek demek. Cahil halkı bu tür ifadelerin ardına gizlenerek kandırmak ve onların gözünde sanki yazar çok bilgiliymiş de bu yabancı kelimeleri kullanıyormuş gibi havaya sokmak da ilimce yoksun olanların açıklarını kapatmak için bilinç altı hareketleridir. Gerçek bilim adamları böyle anlaşılmaz ifadelere muhtaç olmayacak kadar haklılıklarını net ortaya koyabilirler.

                                Çocuğun anne baba lehine şehadeti nerede ve hangi delille makbul değildir? Madem öyle o halde sünniler Halife Ömer için anlattıkları nedir? Bir savaş sonunda dağıtılan ganimet kumaşından tam bir elbise çıkmaz. Ancak o kumaştan yapılma bir elbiseyi Ömer’in üzerinde gören birisi Halife Ömerin hutbesini dinlemeyeceğini söyler. Bu kumaştan yarım elbise ancak çıkıyordu senin nasıl olur da üzerinde tam elbise var! Deyince Ömer bunun için oğlunun şahitliğine başvurur. Ve der bunun cevabını size oğlum versin! Oğlu da ben hissemi babama verdim böylece tam elbise oldu der. Eğer sünnilere göre oğulun şahitliği kabul olmuyorduysa Halife Ömer neden oğlunu şahit olarak gösterdi? Fatıma s.a.’nın Fedek’in kendisine ait olduğuna dair oğullarını şahit olarak göstermesini kabul etmeyen sünniler Ömer’in adaletini (!) anlatmaya geldi mi nasıl da bunu ballandıra ballandıra anlatırlar. Hem anlatan hem de dinleyen ama bu onun oğlu! Diye düşünmez. Düşünmez çünkü böyle bir hüküme delil yoktur. Eğer dinde oğullar babaları için doğru şahitlikte bulunmaz diye genel bir hüküm varsa ona delil gösterilmeli ve bu dinin müntesiplerine kuşkuyla bakmalıyız! Tersine eğer dinin böyle bir hükmü olsaydı biz Fatıma s.a’yı böyle bir şahit göstermekten tenzih ederdik. O asla böyle bir şahit göstermezdi. Çünkü Kur’an’ı bu dünyada Ehlibeytten daha iyi bilen kimse gelmedi gelmeyecektir. Sünnilerse Kur’an’dan haberleri yoktur. Buna Ebubekir de dahildir. Eğer bilselerdi çocuğun babası için yapacağı şahitliğin geçersiz olduğuna dair Kur’an’a zıt bir hüküm koyamazlardı. Bakın ayette çocuğun babası için şahitlik yapabileceğini ve dahası bu şahitliğin doğru şahitlik olması gerektiği nasıl anlatılıyor:

                                Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” Nisa 135.

                                Ayette anne babanız aleyhine de olsa doğru şahitlik yapın diyor. Eğer çocuğun anne babası için şehadeti batıl olsaydı ayette bu ifade geçer miydi? Eğer böyle bir ifade olsaydı şahitlik yapacak çocuk Rabbim babam için şahitliğim geçerli mi ki adaletle şahitlik yapmamı emrediyorsun demez miydi! Haşa biz Allah’ın geçerli olmayacak şahitlik için boş yere şahitlik yapacağına inanmıyoruz. Ancak inadığımzı o ki sünnilerin bu ayetten haberleri yok!

                                Bir diğer itiraz konusu çocukların şahitliğidir. Fatıma s.a.’ tüm dünyada en iyi en doğru şahiti üstelik üzerlerine daha doğru olacak kimsenin bulunamayacağı şahitleri sunmuştur. Ehlibeytin iki gülü arşın yıldızları cennet gençlerinin efendileri temizliği ayetle sabit olan Hasan ve Hüseyin a.s.’ın. Ve bunların faziletlerinden haberleri olmayan ya da bilerek kör sağır duran sünniler, bu kez de bunların küçük oluşlarını bahane olarak görüyor! Yine yukarıda dediğimizin aynısı burada da geçerlidir. Eğer çocukların şahitliği batıl olsaydı bunu Fatıma s.a yapmazdı!. Ehlibeytin dine zıt davrandığı nerede görülmüş! Bir onların cahiliye dönemlerinin bile olmadığını insanlar nasıl hesaba katmazlar da altlarından kalkamayacakları vebale girerler? Ehlibeyt her tür hatadan masum olduğundan onlardan küçük büyük yalan çıkması mümkün değildir. Nitekim çocukken temyiz yaşına ulaşanların ticari ve diğer akitleri geçerlidir. Hz. İsa a.s. beşikte konuşarak masumların şehadetinin Allah tarafından sağlandığını ve insanlara makbul olduğu gösterilmiştir.

                                Hâdisenin Ebu Bekir’i destekleyen bir başka yönü de var ki oda şöyledir: Allah Rasülü (s.a.v.) şahsi mallarında nasıl tasarrufta bulunduysa Ebu Bekir uygulamaya aynen muvafık kalmıştır. Efendimiz’in (s.a.v.) Beni Nadr, Hayber ve Fedek’de hurmalıkları vardı. Beni Nadr’ın gelirini memurlarına, Fedek’tekini fakirlere, Hayber’dekini ise üçe ayırırdı: Üçte ikisini Müslümanlara birini de “Ehl-i Beyt”ine verirdi.[46] Hz. Ebu Bekir halife olunca Allah Rasülü’nün (s.a.v.) uygulamasını değiştirmedi. Bu yüzden “Fedek” arazisindeki tavrı sünnete tıpkısıyla iktidadır.

                                Yani bu da delil mantık mı! Resul mallar üzerinde tasarruf ettiyse aynı malları üzerinde Ebubekir de tasarruf hakkına mı sahiptir yani! Resul bir malı birine verdikten sonra artık o mal onudur. Bunun üzerinde başka kimin tasarruf hakkı olabilir! Bu nasıl mantıktır anlaşılmaz! Peygamber s.a.a Fedek’i humus malı hükmüne göre kullanırdı. Humus ise 6’ya ayrılır ve Sadece Allah Peygamber ve Ehlibeytiyle ehlibeyte ait yetimler yoksullar yolda kalmışlara verilir.

                                Eğer Allah'a ve iki ordunun karşılaştığı gün, furkan günü (hak ve bâtılın ayrıldığı gün) kulumuza indirdiğimiz şeye inandıysanız, ganimet olarak bir şey aldığınız zaman artık onun beşte birinin muhakkak ki Allah'ın ve Resûl'ün ve yakınlarının ve yetimlerin ve miskinlerin ve yolculukta olanların olduğunu biliniz. Ve Allah, herşeye kaadirdir (gücü yetendir).” Enfal 41
                                Hz. Peygamberin s.a.a uygulaması Humus malı olan Fedek’i Fatıma s.a.’ya Ehlibeytten olması nedeniyle hibe etti geri kalanı da Ehlibeytin başı olma sıfatıyla ve ayette bildirilen Allah resulünündür bölümüyle ilgili olarak tasarrufta bulundu. Ebubekirin ne Peygamber olarak harcama tasarrufu bulunuyordu, ne Ehlibeytten biri olarak harcama ve tasarrufta bulunma hakkı vardı. Dolayısıyla Peygamber s.a.a gibi uygulamada bulundu iddiası tamamen geçersizdir.

                                Hz. Ömer, devlet başkanı olunca Ali ve Abbas’ı çağırdı. Onlara Hz. Ebu Bekir’in Fedek hususunda ictihadına delil kullandığı hadis-i şerifi Rasülullah’tan (s.a.v.) işitip-işitmediklerini sordu. İşittik dediler.

                                Bu şahitlik İmam Ali a.s.’ın Fatıma s.a.’yı yalanlaması demektir ki, Fatıma s.a.’nın şahidi olarak Ali a.s.’ın yapmayacağı bir husustur.

                                Nitekim Hz Ali’de devr-i hilafetinde mezkür Fedek arazisini çocuklarına vermedi. Eğer Ebu Bekir’in hükmüne itirazı olsa idi mukakkak ki onu değiştirirdi.

                                Ali a.s. yukarıda dediğimiz gibi Ehlibeytin başı ve Resulullah’ın hak halifesi idi. Bu nedenle enfal 41 ayetindeki şekilde humus malı Fedek’te tasarruf hakkı vardı. Ehlibeytten olmaması ve Resule hak halef olamaması nedeniyle Ebubekirin tasarrufları geçersizken Ali a.s. Peygamberin hak vasisi ve Ehlibeytin başı olarak tasarrufları doğrudur. Kur’an’a ve Resulün sünnetiyle tam uyumludur.

                                Hadis-i Şerife rağmen Hz. Fatıma validemiz’in Fedek arazisini istemesi ise babası Hz. Rasülullah’ın (s.a.v.) malı ile bereketlenmek içindir. O da bir insandı ve beşeri hasletleriyle hadiseye yaklaşıyordu. Fakat Hz. Ali’nin devr-i hilafetinde ki tavrı netice itibariyle Ebu Bekir’in ictihadının doğrulunu teyit etmektedir.

                                Fatıma s.a.’ya çok işkence ve iftira edildiği, onun dünya malı düşkünü gösterildiği duygusu sünninin paçalarını tutuşturdu ki şimdi de güya Fatıma’ya haksızlık etmedikleri görüntüsü çiziliyor. Babasının malıyla bereketlenmek için yapmışmış! Sünniye göre Fedek Fatıma hakkı değil. Dolayısıyla onu alırsa haram olacak! Bu durumda sünniye göre Fatıma haramdan bile olsa bereket geleceğini sanıyor! Yuh hani bir dünya malı hırslısı gibi göstermeleri yetmedi diye şimdi de haram yolla bereketleneceği bilgisiyle cahil yerine konuyor. Resul’ün biricik kızının uğradığı zulüm Ebubekir zamanında onların yaptığıyla sınırlı kalmadı. Ancak Allah’a şikayet ediyoruz!

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X