Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #61
    Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

    hmm

    -4- D) bölümünden şu cümleye değinmeyi unutmuşuz. İnşaAllah onu da unutmadan cevaplarız. buraya bu yüzden kaydediyorum ki arada kaçmasın:

    "Sonra O, dünyada iken cennetle müjdelenen on büyük sahabiden birisidir. Bu hadis “manevi tevatür” derecesindedir."

    ola ki kimse şu yanlışlara düşmesin:

    1- hadisin Ömer b. Hattab'a fazilet kazandıracağı iddiası

    2- "Şii biri buna cevap verememiş" zannı

    Yorum


      #62
      Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI


      [color=rgb(255, 0, 0)]"Sonra O, dünyada iken cennetle müjdelenen on büyük sahabiden birisidir. Bu hadis “manevi tevatür” derecesindedir."[/color]
      Bu hadis denilen uydurma söz manevi mütevatir değil meşhurdur. sünniler sahabe döneminde ahad sonrası kuşaklarda mütevatir derecesine ulaşmış hadislere meşhur hadisler derler. bu da böyle hadistir. sahabe döneminde mütevatir seviyesinde nakledilmiş değildir.


      Hadisin sünniler nezdinde de sahih olması mümkün değildir. Çünkü aşerei mübeşşere hadisi diye bilinen bu söz, peygamber ve sahabe döneminde bilinmiyordu. Çünkü:


      Ali a.s ile Muaviye arasındaki Sıffin savaşında tarafların kendi taraftarlarına haklı olduklarını anlatabilmek için ne kadar ayet hadis varsa hepsiyle vaaz ettiklerini görüyoruz. Ancak Muaviye taraftarlarının aşerei mübeşşere hadisi olan bu sözü kullandıklarını görmüyoruz. Muaviye haklılığını ispatlamak için dolu hadis uydurmasına, Ehlibeyt için söylenen çok sayıdaki isimlerden Ehlibeytin adını çıkarıp kendilerinin adını ya da üç halifeyi yazdıkları malumumuzdur. Eğer bu hadi onun döneminde bilinen ve uydurulan bir hadis olsaydı Muaviye bunu kullanmadan durmazdı. Çünkü aşeri mübeşşere yani cennetle hayattayken mücdelenen 10 kişi hadisindeki listede Ali a.s. hariç hemen hepsi Emevi taraftarıydı. Ali a.s'a karşı Muaviye saflarında çarpışan Talha ve Zübeyr gibi meşhur sahabiler de Aşerei mübeşşere hadisinde var. Eğer bu hadis bilinseydi Muaviye bununla ihticac eder ve kendilerinin haklı olduğunu çünkü cennetle mücdelenen insanların kendi saflarında haklı bir savaş verdiklerini iddia ederdi. ancak hiç bir kitapta sıffin tartışmalarında bu hadisle amel ettiklerini görmüyoruz.


      diğer yandan Ali a.s sünnilerce 4 halife tanımlamasından dolayı bu hadisteki cennetle mücdelenenler arasına konmuş olmasına karşın, Ehlibeytin diğer üyeleri listede yer almamıştır. Oysa Peygamberimiz s.a.a'in Ehlibeytten olan Fatıma Hasan ve Hüseyin a.s için defalarca cennetle mücdelediğini bilmeyen yoktur. bu konuda rivayet edilen hadisler aşerei mübeşşere hadisinden hem metin hem senet bakımından kat kat sahihtir. hem de sünni ölçülere göre...


      bu ve daha çok sayıda delil nedeniyle aşerei mübeşşere hadisi sahih değildir. bu sahih olmayan uydurma metne dayanarak Ömer b. Hattab'ın aşerei mübeşşereden diye fazilet sahibi olduğunun iddia edilmesi tutarlı değildir...

      Yorum


        #63
        Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

        -6-

        Şii: Hz. Ömer’in tavrı ve onu yorumlamadaki mütalaanız Allah Rasülü’nün (s.a.v.) hayatında sehvin mümkün olduğuna işaret ediyor. Bu durumda İslam zarfı içinde hataların mevcudiyetini iddia edenlere fırsat vermiş oluyorsunuz.

        Bu güzel bir delil. Ancak yeterince açılmadığından anlaşılmıyor. Anlaşılmayan bir düşüncenin de reddedilmesi çok kolaydır. Çünkü bir düşünce anlaşılmadığında muhatapların kafasında, o düşüncenin sahibi güven telkin edemez. Dolayısıyla o mecliste bulunanlar önceki hocalarını kendilerine sıcak gelen biri olarak daha doğru görür ve bundan sonra o hoca muhatabın görüşünü de kendisi açıklar, reddiyesini de kendisi yazar. Tıpkı burada olduğu gibi. Mesela burada şöyle bir açıklama yapılsaydı bu durumda nasıl itiraz edilecekti:

        Sevh (unutma Peygamberler için caizse bu durumda Peygamberin unuttuğu bir konunun dini konu mu dünyevi bir konu mu bunun ayırımını kim hangi kimlikle yapacak? Dünyevi konularda unutur diyorlar ama namaz konusunu örnek veriyorlar. Aşağıda olduğu gibi.


        Sünni: Sehiv ve unutma Allah Rasülü (s.a.v.) için caizdir. Hatta olmuştur da. Bir defasında dört rekatlı namazın ikinci rekatında selam verdi. Zülyedeyn; “Ya Rasülellah (s.a.v.) namaz mı kısaldı yoksa son iki rekatı mı unuttunuz.” diye sordu. Zülyedeyn’in söylediği hazirun tarafından da doğrulanınca Allah Rasülü (s.a.v.) kalkıp iki rekat daha kıldı.

        Bu rivayet de Emevi uydurmasıdır ki bu yolla Peygamberin ne yaptığını bilmeyecek kadar ibadetten gafil biz sıradan insanlar gibi gösterilsin. Emeviler, Peygamberin (s.a.a) biz insanlar gibi gafil, günahkar hatalı göstermekle birkaç hedefi amaçlıyorlardı:

        1-İnsanların gözünde (onlara göre, onlar iman değer yargılarından yoksun bulunduklarından ırksal kinle bakıyorlardı) Haşimilerin Allah takvalı ve saygın konumda bulunmamasını sağlayacaklardı, ki bu yolla haşimilerin kutsal sevgisi azalsın

        2-Peygamber ve sonraki doğal ilahi seçimle belirlenmiş Ehlibeytin yönetici oluşları, yöneticilerin ancak masumdan olacağı sadece masumun emretme yetkisi bulundurduğu dolayısıyla masum olmayan birinin yönetici olamayacağına dair Peygamberin gösterdiği bir alışkanlık, masum olmayan Emevilerin iktidar yolunu baştan kapatıyordu. Onlar bakın Peygamber bile gafil ve günahkardı diyerek yönetimde masum birinin de pekala olabileceğini insanlara kabul ettirmek istiyorlardı.

        3-Allah’ın seçtiği Peygamber bile gafil ve günah (zelle) işleyen biriyse Emevilerin rahatça günah işleme yollarının önü açılmış olacaktı. Çünkü onlar asıl meselenin günah işlemek değil tevbe etmek olduğunu iddia ediyorlardı. Böylece güven içinde günah işlemenin yolu açılıyor ve günah işlemek meşrulaşıyordu. Emeviler de zulüm dolu yönetimlerinin sürebilmesini günahkar bir toplumun oluşmasına bağlıyordu.

        Meselenin aslı ise Peygamberin s.a.a asla gafil olmayacağı, kalbinin dalmayacağı şeklindeydi. Nitekim Peygamber s.a.a mescidde uyukluyorken iki sahabi onun kalbinin uyuyup uyumadığını fısıltıyla konuşuyordu. Bunu duyan Peygamber s.a.a. uyuklama halini kesip Peygamberlerin gözü uyusa da hiçbir zaman kalbi uyumaz buyurdu. (böyle hadis var diye biliyorum)
        Dünyadan en büyük zevki namaz olan birinin, ibadet zamanını iple çeken birinin, ibadette melekut aleminin zirverlerinde farklı alemlerde seyahat eden biri için her bir rekat kim bilir hangi ruhani ve billur tepesinde zirvede gezinmek iken, bizim gibi dünyada dünya ve şeytan meşguliyetiyle gafil olduğunu düşünmek Peygamberi (s.a.a) zerrece tanımamak demektir. Ve sünniler Peygamberi zerre kadar tanımamaktadırlar. Tertemiz Ehlibeyt mektebinden öğrenmeliler. Halbuki bu sünniler arasında, büyütmek istedikleri kendi şeyhlerinin namaz kılarken nasıl kendinden geçtiğini anlattıkları rivayetler de vardır. Ama mesele Peygambere iftira olan Peygamber namazında yanılmaya geldiler mi Peygamberin seviyesinin düşmesi hiç umurlarında olmuyor.


        Beşeriyetin bir gereği olarak sıhhatli halinde Allah Rasülunden (s.a.v.) sehiv ve nisyanın sadır olması caiz olduğuna göre ölüm hastalığında hiçbir kasıt ve ihtiyar olmadan yine beşeriyetin bir gereği olarak sehvin vaki olması neden caiz olmasın? Böyle bir durumda niçin şer-i hükümlere güven kalksın?[64]

        Burada da yukarıdaki mantık oyunu aynen tekrar edilmiş. İspatı yapılmamış bir konu diğer bir konunun ispatı için kullanılıyor. Peygamberin s.a.a sağlığındayken unutması ve yanılması mümkünmüş ve caizmiş bu ispatlanmış gibi bu batıl sonuç ölüm esnasına kıyas edilmiş. Tıpkı iblis kıyası gibi. İblis de ateşin topraktan üstün olduğuna dair ilahi bir delile sahip olmadığı halde bunu doğru kabul edip ateşten yaratılan kendisinin topraktan olan Adem’e üstün olduğunu, üstün olanın aşağı olana secesinin caiz olmadığını iddia etmekteydi. Ki onun bu kibri kovulmasına neden oldu.

        Peygamberin s.a.a tüm konuşmaları vahiyse, ki vahiydir (necm 3-4) bu ayetleri iptal eden, delile ihtiyaç vardır. Çünkü tüm konuşmaları vahiy olan birinin yanlış yapması mümkün değildir. Çünkü vahiyde yanlışlık olmaz. Peygamberin s.a.a uydurma bir iftirayla bu her hali vahiy olan halinin iptali mümkün değildir, ne ilmidir ne aklidir. Dolayısıyla bu batıl öncül, bir başka batıl çıkarımın öncülü olamaz. Böyle bir durumda neden şeri hükümlere güven kalır? Peygamber bana kağıt kalem getirin yolunuzu sapıtmamanız gereken bir önemli bir vasiyet yazdırayım diyecek ve başka birinin devreye girmesiyle din korunacak! Bu durumda güven varsa neden başka birine ihtiyaç duyuluyor, güven yoksa neden başka biri devreye sokuluyor? Burda bir gariplik yok mu?
        Nitekim aynı yoldan giden sünni mantık Peygamberin vahiy alırken bile gaflete düştüğünü ve şeytanın araya girip vahye karıştırdığı ayetlerin farkına varamadığını, böylece Necm suresinin 19-20. Ayetlerinden sonra güya şeytanın ayetini de aldığını rivayet ediyorlar. Peygamber s.a.a haşa bu şeytan ayetini ezberliyor ve vahiy geldiğinde her zamanki yaptığını yaparak sahabiye okuyor, okurkan bu şeytan ayetini de okuyunca Cebrail işin farkedip geliyor işi düzeltiyor ama bu arda müşrik müslüman herkes bu ayeti dinleyip hoşlanıyor ve secdeye kapanıyor. Hatta bu yüzden Habeşistandaki müslümanlara da haber gidiyr tüm mekkeliler müslüman oldu diye onlardan bazıları geri geliyor!

        Görüldüğü gibi bu Peygambere unutma yanılma şeytanın vesvesesine kapılma iftriası sünnilerde dini temelinden dinamitleyecek boyutlarda seyretmetkedir. Biz böyle bir Peygamber inancından Allah’a sığınırız. Sonra da sünniler müsteşriklerin, sünni temel kitaplardaki bu rivayetleri kullanarak dini inanılmayacak mantıksız beşer ürünü diye göstermelerine kızıyor!

        Kaldı ki Cenab-ı Hakk Allah Rasülü’nü (s.a.v.) unutma ve sehve karşı kesin bilgi sahibi yapmış, mutlaka vahiyle gerçeğe muttali kılmıştır. Bu yolla doğru, yanlıştan temyiz edilmiştir. Allah Rasülü’nün (s.a.v.) hata üzerine takriri/tasvibi caiz değildir.

        Madem Allah düzeltiyor o halde neden Ömere fırsat bırakıyor Allah, ölüm döşeğinde de Peygamberi s.a.a düzeltmiyor, yoksa geç mi kalıyor? Yoksa Allah Ömeri mi kullanıyor bu kutsal dava (!) için!. Hata üzerine takriri tasvibi (Allah’ın o haliyle bırakıp Resulünü onaylaması) caiz değildir deniyor. Peki hata ile düzeltme anına kadar ne olacak?

        Bedir savaşı sonunda Peygamber Ömere rağmen yanlış hükmü tercih ediyor ve bu yanlışla hükmedir. Yani yanılgı hükme ve ardından emre, emir de hem sahabe hem de kendisince fiile dönüşüyor ve sonuçta da İlahi azap vaadine dönüşüyor! Hani öylece tasvibi caiz değildi! Allah böylece çelişkiye düşümüş olmuyor mu sünni inanca göre!

        (içimden birileri bu satırları yanlış kullanacak diye geçmiyor da değil nitekim şiilerin kitaplarındaki böyle karşıtları eleştirmek için alınan düşünceler, kitabın ismi veriliyor, şii yazar gösteriliyor ve şii yazarın eleştirmek için aldığı çürüttüğü görüşler şii görüşü gibi gösterilerek korkunç bir ilim tahrifatı ve iftirası üretiliyor. Biz de burada sünni görüşü çürütmek üzere bir şeyler yazıyoruz sakın bu görüşler bizim görüşümüz diye alıntılanmasın günün birinde! Olmaz demeyin sünnilerden/vahhabilerden bunu yapan yığınla örnekler var)

        Allah sünni inanca göre burada Peygambere sınırsız itaati emreden ayetlerden sonra, Peygamberin hata yaptığını da hesaplayamamış! Ve (haşa) Peygamber s.a.a haramı işlemiş, sahabiye de işletmiş, hatta Ömerin uyarmasına rağmen bu günahtan kurtulamamış sonra da azaba müstehak olmuş! Allah’ın seçtiği dine, Allah’ın seçip engüzel örnek diye gösterdiği ve her haline itaat edin her konuşması vahiy dediği Peygamber bile uyamamışsa vay bizim halimize! Ona caiz olan bize hayli hayli caiz olur bu durumda günah işlemekten dolayı bizm ne suçumuz ola ki! İşte alın size tam Yezid zulümlerinin yürütüleceği ve hiçbir karşı çıkışın gösterilmeyeceği bir zulüm ve günah toplumu! Tam Emevilerin istediği bir toplum.. öyle de olmuş!


        Efendimiz (s.a.v.) neticede bir insandı. Onda da insani özellikler vardı. Bu, örnek alınabilmesi için de en ideal olanıydı.

        Buradan günahı ne kadar meşrulaştırmış ve normalleştirmiş günahlara ne kadar daldığından dolayı onlarsız bir insan düşünememiş bir zihin var ki! İnsan diyor günahsız olmaz diyor, insani özellik demek, günah işlemek demek bu zine göre!
        Oysa tertemiz Ehlibeyt inancına göre insan demek Allah’ın meleklere karşı övündüğü bir yaratılış projesi demek!:

        Melekler hatasız ve iradesiz

        İnsanlardan masumlar hatasız ve iradeli!

        Allah diyor ki ben bir halife yaratacağım yer yüzünde! Melekler diyor biz sana kulluk ediyor seni takdis ediyorken yer yüzünden kan dökecek bozgunculuk yapacak birini mi var edeceksin? Allah, ben sizin bilmediğinizi bilirim buyuruyor ve Ademi yaratıyor.
        Allah meleklerin kulluklarını neden yeterli bulmuyor! Da onların bu hatasız itaatlerinden üstün bir ibadeti tercih ediyor? Onu övünmeye layık görüyor? Ne olabilir? Şayet bu günah işleyen ama sonra da tevbe eden bir varlık olsaydı bu durumda meleklere: “biz de iradeli olsak biz de yanlış yapar sonra tevbe ederdik” deme durumunu doğurmaz mıydı? Doğururdu. Demek insan o zaman günah işleyen ve tevbe eden iradeli bir varlık değil. Burada övgüyü hak eden bir durum olacaksa hem meleklerin yaptığı günahsızlık hali olacak hem de onların sahip olmadığı irade hali olacak. İşte insan bizce budur. İnsan projesinin amacı budur. Meleklere karşı övünme ancak bu projenin vukuu halinde mümkündür. Çünkü hikmetli ve kudretli olan Allah’ın yüceliği ancak bu şekilde itiraf edilmiş olur. İradeli ve günahsız insan eliyle! Peygamberler ve masum vasileri bu şekilde idi. Bu yolla Allah, dininin kolay olduğunu ve yasakladığı günahlardan tümden uzak kalmanın mümkün olduğunu boş yere günahların tümünü yasaklamadığını da ispatlamış bulunuyor.

        Şüphesiz Allah günahların tümünü yasaklamıştır. Yani hiç kimse göstermez ki Allah günahların bir iki tanesine düşmeyi serbest kılmıştır. Hayır! Öyleyse Allah’ın tüm günahları yasaklamasının ve bunları her mükelleye yüklemenin bir anlamı vardır: o da bunun mümkün olacağı. Eğer günahlardan birine bile düşmemek imkansız olsaydı bu durumda Allah bir iki günah kontenjanı koyardı her insana bir iki günah işleme hakkı verirdi. Ama hiçbir ayet ve hadiste böyle bir kayıta rastlamıyoruz!

        Yorum


          #64
          Ynt: SAHABE-İ KİRAM MÜDAFAASI

          -7-
          Yanılmasında bile hikmetler saklıydı. Eğer namazda sehiv ya da unutması söz konusu olmasaydı ibadet ederken yanılan ne yapacaktı, bunu nereden ve nasıl öğrenecekti?

          Şüphesiz bu da batıl bir çıkarım ve düzmece şekilde hikmet sanılan bir iftiradır! Doğruluğu ispatlanamamış bir yanılgı hikmetle sonuçlandığı iddia edilemez! Bu düpedüz iftiradır!

          Beşeriyete onların içinden bir Rasül (s.a.v.) gönderildi, bir çok özelliği onlarla ayniyet arz eden bir Rasül (s.a.v.) … Fakat İslam’la alakalı beşeri özellikleri sehiv halinde mutlaka vahiyle tashih edilmiş bir Rasül (s.a.v.) … Bu yüzden hadiseyle bağlantı kurup şer’i hükümlerin güvenini tartışmak “kıyas-ı me’al farık”tır.

          ***

          Resul’ün yanıldığı, yanılgısının vahiyle düzeltildiği, düzeltilen davranışların eskisine değil de yenisine uyulmasının emredildiğine dair Kur’an ve sahih hadislerden bir tane bile nas yoktur. Bu düpedüz bir zan ve iftiradır. Bize Peygamberin düzeltilen davranışlarına uyun o da hatalıdır bazen yanlış yapmıştır diye bir tek ayet gösterilebilir mi?

          Örnek olmak için yanılmış ve yanılgıyı telafi etmiştir düşüncesi de batıldır. Çünkü bu batıl düşüncenin yıktığı yaptığından kat kat fazladır. Çünkü bir kere bu insanın güven içinde sapıtmasına ve günah işlemesine neden olur. Bir deneyin bir gün sabah dışarı çıkarken Peygamber günah işlemiştir önemli olan günah işlemek değil tevbe etmektir ben insanım günah işleyebilirim, ama sonunda tevbe edersem Peygamber gibi davranmış olurum deyin ve o gün yaşadıklarınızı ölçün. Diğer gün de Peygamber asla günah işlememiştir büyük ya da küçün hiçbir yasak fiile düşmemiştir. İnsan iradeli ama günahtan uzak kalabilecek şekilde dizayn edilmiştir ben de masumlar gibi günahsız olmalıyım diyerek çıkın. Bu gün de yaşadıklarınızı yazın. Görün arada ne kadar fark var. Birinde din ve dini hassasiyetler dimdik ayaktayken diğerinde insanı önce günahlara sonra küfre götüren bir küçümseme ve ciddiyetsizlik yok mu! Nerede beşer bu şaşar deniyorsa bilin ki orada günahkarlar vardır günahları meşrulaştırma çabası vardır.

          Diğer yandan bir günahtan nasıl kurtulduğunu öğretmek için Peygamberin s.a.a günah işlemesine gerek mi vardır? Peygamber günah işlemeden de zaten tevbe ediyor. O masumlar terki evla yaptıklarında yani en iyiyi değil de daha az iyiyi yaptıklarında masumlar dünyası kurallarına göre günah işlemiş sayılıyorlar ve tevbe ediyorlar al işte onları örnek al. Peygamberin günde 70 kez istiğfarı günahtan dolayı mıydı günde 70 kez günah mı işliyordu! Al onu örnek edin. Yani şimdi her günah için nasıl tevbe ediliyor farklı hali mi var? Zinaya düşen bir bedbahtın pişmanlığı hissetmesi için Peygamberin haşa bu çirkin fiili yapıp bundan sonra nasıl tevbe ettiğini göstermesi mi lazım! Böyle bir din olur mu? O zaman da adam ben be peygamber gibi tevbe edeceğim o halde onun gibi günah işlemem lazım derse ne olacak! Buna Allah hangi soruyu soracak? Allahım senin seçtiğin bile bu dini yaşayamadı derse bu kul ne denecek!

          Velhasıl bu düşünce o kadar tutarsız ki tek amacının Ömeri ve dolayısıyla Ehli sünnetin bozuk itikatlarını kurtarma çabasından başka beyhude hiçbir çaba görünmemektedir!

          Ashaba hüsn-ü zan göstermek imani bir zorunluluktur. Çünkü Allah Rasülü (s.a.v.) Onları sevmeyi kendini sevmeye, onlara buğzetmeyi de kendine olan nefrete bağlamıştır.

          Eğer Peygamber s.a.a gerçekten böyle bir hadis söylemişse doğrudur. Ancak sakın yazar, bu uydurma hadisle batıl bir ameli dine sokmuş olmasın! Bu hadis sahih değildir. Çünkü bu hadis aynı kelimelerle Ehlibeytten Ali ve diğerleri için vardır. Kızı Fatıma için onun rızası benim rızam onun gazabı kendi gazabı olarak tanıtmıştır. Ve bu hadis hem anlam olarak hem de senet olarak diğerine göre daha sahih, ve mütevatir düzeyindedir. Senet kısmının sıhhatine girmek konu dışıdır. Ancak anlam olarak Resulü sevmenin sahabeyi sevmeye bağlanması sahih bir hadis olamaz. Çünkü bu durumda sahabenin içinde bulunan münafıkları da sevmek, Kur’an’ın kınadığı cehenemlik sahabeyi de sevmek zorunlu hale gelir. Peygamber zamanındaki tüm kimseler münafık olsun müşrik olsun Kur’an’a göre sahabedir. Çünkü Kur’an sünnilerin uydurma sahabe tanımını gibi bir tanım getirmemekte sahabeyi fazilet anlamı barındırmaksızın arkadaş diye anlamlandırmaktadır. Örneğin şu ayete bakın:

          Sana haram ayda savaşmayı soruyorlar. De ki: “O ayda savaş büyük bir günahtır. Allah’ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram’ın ziyaretine engel olmak ve halkını oradan çıkarmak, Allah katında daha büyük günahtır. Zulüm ve baskı ise adam öldürmekten daha büyüktür. Onlar, güç yetirebilseler, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler. Sizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse, öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennem ashabıdır, orada sürekli kalacaklardır.” Bakara 217.

          Bu ayette geçen ashab (sahabiler):

          1-Cehennemlikler

          2-Peygamberin zamanındaki sahabiler

          3-Dolayısıyla Peygamberin ashabılar.

          Bu durumda tümden kutsal sahabe anlayışı Kur’an’ın neresine uygun? Yoksa bunların ayrı Kur’an’ı mı var? Sahabe anlayışını bunlar nereden aldılar. Peygamber mi Kur’an’a aykırı sahabe anlayışını geliştirdi? Hayır, o Hazret de Sahabenin kendinden sonra bir çoğunun sapıtacağını, birbirinin boynunu vuran mürtetler olacaklarını, dine bidat sokan cehennemlikler olduğunu haber verip bizi uyarmış bir ve ihtar etmiştir! Sakın Ehlibeyti terk edip onları makamlarından düşürüp sahabeyi ölçüsüz ve aşırı sevmeyin buyurmuştur.

          Sonra bu hadisin sahih olduğunu farz edelim: bunu Peygamberimiz kime emrediyor? Yine ashabına! O hazretin sahabeyi atlayıp gözünü yumup size demiyorum bu gelecek nesillere dediği bir hadisi mi var! Önce ashabına söylüyor. Dolayısıyla bu hadiste sevgisini ashabı sevmesine bağlamışsa bu ne anlama gelir! Kendi kendinizi birbirinizi sevin demektir ki o zaman Peygamberin birbirinizi sevin demesi gerekirdi ki bunu tüm mü’minler için zaten demiş ayrıca sahabe için dememiştir. Bir kısım sahabesine bir kısım sahabeyi sevin dediyse o zaman tümden sahabeyi sevin anlamı zaten çıkmaz. Dolayısıyla bu söz anlam olarak da kelime yapısı olarak da senet olarak da bozuktur bir masumdan, vahiyle konuşan bir masumdan böyle bir söz çıkmaz. Ve üstelik vahye ters bir sözü masumlar asla buyurmazlar!

          Onlar Peygamberlerden sonra insanlık tarihinin en hayırlı kuşağıdır. Hz. Ömer de o hayırlı kuşağın en büyüklerindendir.

          Bu düşünce Kur’an’a zıttır. Peygamberlik kuşağından sonra en hayırlı nesil Ehlibeyt ve Peygamberlerin vasileridir. Bunun sayısız delilleri vardır. Burada yazar kendisi itiraf etmiş ki Peygamberden s.a.a sonra Ehlibeyti iptal etmiş, Ehlibeyt kavramını da inkar ederek sahabe kavramını ondan üstün ve onun yerine ihdas etmiştir. Ehlibeytin üyelerini de daha üstün tuttuğu sahabe kavramı içinde değerlendirmiştir tüm sünniler gibi. Sünniler Ehlibeyti inkar etmediklerini iddia ederler işte ispatı! Ehlibeyt diye ayrı bir makam var ve bu üstün bir makamsa, ve siz peygamberden sonra en üstün kuşak olarak sahabeyi sayıyor Ehlibeyti zikretmiyorsanız o zaman bu inkar değil de nedir? Örneğin Ali a.s, hem halife hem sahabe, hem Ehlibeyt hem Peygambere akraba hem ilk müslümanlardan olacak, aynı şekilde Ebubekir de Ehlibeytten olmak hariç tüm bu vasıflara sahip olacak ama Ali a.s’ın Ehlibeytten olup Ebubekirin olmaması Ali a.s’a hiçbir üstünlük kazandırmayacak ve Ebubekir Ali a.s’dan üstün olacak! O zaman sormak gerekmez mi Ehlibeyt nasıl bir makam ki etkisiz makam!

          Sonra sünniler bu inançlarıyla kendi amellerine de zıt davranmaktalar. Çünkü onlar namazda tahiyyattan sonra salli ve barik diye dualar okurlar ki orada Peygamberden s.a.a sonra Ehlibeyte (Peygamber ailesine) salavat götürürler sahabeye hiç salavat okumazlar. Salli barikte sahabenin adı bile geçmez! Namazda batıl bir şey okunmadığına göre sünniler hiçbir sahabeye salavat okumadıkları ve Ehlibeyte salavat okudukları halde gerçek yaşamda bunu zıttna davranarak üstelik şiileri suçlayarak tam bir sapmayla sapmış oluyorlar. Çünkü onların okudukları salli barik dualarındaki gibi şiiler sahabeyi fazilet nedeni görmezler, Ehlibeyti faziletli görürler. Kur’an ve Peygamberin mütevatir hadisleri de bu yöndedir. Elhamdulillah.

          Öyle ki Fahri Kainat Efendimiz (s.a.v.) O’nun için (önceden de nakledildiği gibi) buyurdu ki, “Eğer benden sonra peygamber olsaydı muhakkak ki O, Ömer b. Hattap olurdu.”[65]

          Bu hadis 9. Ehlibeyt İmamı Cevad a.s’a söylendiğinde O hazret (yaklaşık anlam ile) buyurmuştur ki:
          (Eğer bir) faziletleri (varsa) ben inkar etmiyorum. Ancak bu hadisi uyduranlar bilmiyor mu ki Peygamber Allah’ın emri dışına çıkmaz ona aykırı bir şey söylemez. Peygamber de en iyi bilendir ki Allah, peygamber seçmek için masumiyet şartı arar. Oysa bu şahsın (Ömer b. Hattab) hayatının yarıdan fazlası puta taparak geçmiştir.

          Hiçbir peygamberin hayatının herhangi bir döneminde değil müşriklik olan puta tapmak, bir günah bile yer almaz! Dolayısıyla Peygamberin Ömer için böyle buyurması mümkün değildir.

          Kırtas hadisesinin arka planında Hz. Ömer’in halife olma sevdası vardır, iddianız Onun şu sözü karşısında ne kadar anlamsız durmaktadır; “Eğer halifeliği satın alacak birisini bulsam şüphesiz onu bir dirheme satarım.”[66]

          Yok muymuş yani! Yokmuş da Beni Saide Sakifesinde neredeyse halifelik için birbirini vuracaklar neydi? Ömer: Sadı Allah öldürsün dediğinde Sa’dın çocukları, Ömere tehdit dolu hakaretleri neden söylemişlerdi? Ömer sonra neden dedi: Ebubekire biat bir oldu bittiye geldi bundan sonra kim yeterli istişare etmeden halifelik iddia edecek olursa kabul etmeyin ve boynunu vurun dedi!

          Ali a.s’ın halifeliği onların zorla gasbettiklerine dair Nehcül Belağada hadis bulunduğu gibi bu anlama gelecek hadis tüm sünni sahih hadis kitaplarında yerini almıştır:
          Ömer (sözüne devamla) şunları söyledi:

          — Resûlüllah aleyhissalatü vesselam vefat edince Ebû Bekir: Ben Resulullah aleyhissalatü vesselamın velisiyim, dedi. Siz geldiniz. Sen kardeşin oğlundan (Hz. peygamberi kast ediyor) kalan mirasını istiyordun; o da (Ali de) eşinin babasından kalan mirasını istiyordu. Ebû Bekir (size) şöyle dedi: “Resûlüllah aleyhissalatü vesselam: Bize mirasçı olunmaz; bıraktığımız sadakadır” buyurdu.
          Siz ise onu yalancı, günahkâr, vefasız, hain saydınız. Halbuki Allah onun doğru, iyi/ahde vefa gösteren, aklı başında/hak yolda yürüyen, hakka tabi olan bir zat olduğunu biliyor.

          Sonra Ebû Bekir vefat etti. Ben de Resûlüllah aleyhissalatü vesselam ile Ebû Bekr'in velisi oldum. Siz beni de yalancı, günahkâr, vefasız, hain gördünüz. Halbuki Allah benim doğru, iyi/ahde vefa gösteren, aklı başında/hak yolda yürüyen, hakka tabi olan bir kimse olduğumu biliyor.”


          http://www.velayet.com/uye_duyurular...-t18844.0.html


          hadis için ya da şu linke bakılabilir:


          http://darulkitap.com/oku/hadis/hadi....htm#_ftnref14

          Yorum

          YUKARI ÇIK
          Çalışıyor...
          X