1
Vahdet Talibi Mücadeleci, Allame Şerafettin Amuli
Dr. Merziye Behbahani tarafından yazıldı.
Allame Seyyid Abdu’l-Hüseyin Şerafettin h. 1290’da (1873) Kazımeyn’de dünyaya geldi. Nesep olarak hem annesi hem de babası peygamber efendimizin soyundan geliyorlardı. Babasının adı Seyyid Yusuf Şerafettin, Ayetullah Seyyid Hadi Sadr’ın kızı olan annesinin adı Zehra’dır. Baba tarafından nesebi Şiilerin yedinci imamı, İmam Musa bin Cafer (a.s.)’a ulaşmaktadır.
Allame Seyyid Abdu’l-Hüseyin Şerafettin sekiz yaşına kadar Irak’ta kaldı. Ardından babasının Irak’ta derslerini bitirmesinden dolayı ailesiyle beraber ecdadının vatanı Cebelu Amil’e döndü.
İlk derslerini Cebelu Amil’de okudu ve babasından sarf, nahiv, mantık, belagat (maani) ile beyan, fıkıh ve usul dersleri aldı. On yedi yaşında Necef’e gitti ve yıllarca Necef İslami İlimler Havzasında ilim tahsil etti. Fıkıh, usul, hikmet, tefsir ve hadis derslerini ara vermeden zamanın önde gelen alimlerinin yanında okudu.
Allame Seyyid Abdu’l-Hüseyin Şerafettin; Şeyh Hüseyin Kerbelai, Şeyh Muhammed Taha Necef, Ahund Molla Muhammed Kazım Horasani, Seyyid Muhammed Kazım Yezdi, Seyyid İsmail Sadr, Şeyhu’l-Şeriat İsfahani ve Seyyid Hasan Sadr’ın yanında ders okudu.
Allame Seyyid Abdu’l-Hüseyin Şerafettin sadece Necef’te ders okumakla yetinmedi. Kerbela, Kazımeyn ve Samirra’ya da gidip buradaki hocaların yanında da ders okudu ve bunlarla münazaralarda bulundu.
Necef başta olmak üzere Irak’ın diğer şehirlerinde on beş yıl ders okuduktan sonra ilmi açıdan içtihat derecesine ulaştı ve orada fıkhi konuları kaleme almaya başladı. Otuz iki yaşında Irak’tan geri döndü ve Cebelu Amil’e gitti. Artık müctehid olmuştu ve içtihatları herkes tarafından kabul edildi. Nitekim gerçek alimler hiçbir zaman yaygın ilimlerin tahsilinden sonra bunları hedef edinip asıl ilke bilmediklerinden yerinde durmazlar. Daima ilim ve marifeti bulmak için çabalarlar. Seyyid Şerafettin de bu yola baş koydu. İmamet ve siyaset felsefesinin yanı sıra Ehli Sünnet ile Şia arasındaki ihtilafları konular hakkında çok boyutlu eserler ortaya koydu. Nitekim bu çabalarından dolayı Ağa Buzerge Tahrani onun hakkında şunları söylemiştir: “Şerafettin; Şia ve Ehli Sünnet kaynaklarında peygamberden, sahabelerinden ve Ehli Beyt’ten rivayet edilen bütün hadisleri okudu. Tabii bunları çok titiz bir şekilde inceleyip öğrendi. Böylece o gün kadar birçok alimin haberdar olmadığı birçok konuya açıklık getirdi.”
Seyyid Şerafettin’in üzerinde çok araştırmalar yaptığı konulardan biri İslam tarihidir. O muteber olanı muteber olmayandan ayırmak ve hakikate ulaşmak için İslam tarihi hakkındaki bütün senet ve kaynakları inceliyordu.
Hadis dalında kapsayıcı bir ilme sahip olmakla beraber ayrıca yetenekli bir mütekellim idi. Eserlerine dikkat ettiğimiz zaman itikadi konuları akli istidlallerle ele aldığını görürüz.
Şiir ve hitabet alanında da söz sahibi bir alimdi. Etkili konuşmaları ve hutbeleri onun yetenekli bir hatip olarak tanınmasına neden olmuştu. Belagatli sözleri güzel kavramlar içinde aktarıyordu. Tatlı ve doğru sözleri edebi noktalara ve belagatin inceliklerine hakimiyetini gösteriyordu. Söylenildiğine göre Şerafettin Mısır’da belagatli hutbelerinden birini okurken Mısırlı meşhur kadın yazar “Meyziyade” de orada bulunuyordu. Konuşma zamanında Seyyid Şerafettin’in yüzüğüyle oynadığını görünce şöyle dedi: “Acaba yüzük mü parmaklarına daha çok boyun eğmiş yoksa kelimeler mi diline boyun eğmiş?”
Nesir eserlerini okuyanlar onun kendisine has edebi bir tarzı olduğunu görür. Şiir de yazıyordu ve bu şiirleri derin duygularından neşet etmişti. Şiirleri gençlik döneminden kalma hatıralarıydı.
Seyyid Şerafettin Lübnan’a döndükten sonra biri feodalizm diğeri de sömürü olmak üzere iki alanda mücadele etti. Sömürü ile mücadeleye ön ayak olan alimlerdendi. Suriye ve Lübnan, Fransızlar tarafından işgal edildiğinde sömürüye karşı durdu ve cihat için fetva verdi. Bundan dolayı da idama mahkum oldu.
İki defa Mısır’a yolculuk yaptı. Bir seferinde idam hükmünden önce gitti. İkinci seferde ise Fransızlar Lübnan’daki sömürü hedefleri için varlığını kendileri için bir tehlike olarak gördüklerinde Mısır’a sığınmak zorunda kaldı. Orada herkesi Batılılar karşısında birlik olmaya davet ediyordu. Burada o meşhur sözünü dile getirdi:
“Şiileri ve Sünnileri siyaset ve siyasi hedefler birbirinden ayırdı ve yine siyasetin onları bir araya getirmesi gerekir.”
Meşhur Mısırlı yazar “Reşit Rıza” Seyyid Şerafettin’in sözlerini el-Menar dergisinde yayınladı.
Seyyid Şerafettin Mısır’dan döndükten sonra sömürü karşıtı siyasi mücadelesine devam etti. Fransızlar Seyyid Şerafettin’in yakalaması ve evindeki sömürü aleyhtarı belgeleri bulup getirmesi için birilerini evine gönderdi. Fakat o şahıs Fransızların isteğini yerine getiremeden geri döndü. Bir defa da sömürgeciler için çalışanlar tarafından evi ateşe verildi ve daha birçok basılmış ve el yazması değerli eser kütüphanesinde yandı.
Hicri 1338’in sonlarında vatanına yakın olmak için Mısır’dan çıktı. Filistin’e ve Suriye’ye gitti ve orada da siyasi faaliyetlerini sürdürdü. Lübnan’dan sürülmüş kimselerin sorunlarını çözmeye çalışıyordu. Bu dönemde Filistin İngilizlerin işgali altındaydı. Dayısının oğlu İngi¬lizler tarafından arandığı için Fransızlar tarafından sevilen biriydi. Onun aracı olmasıyla Seyyid Şerafettin’in idam hükmü kaldırıldı. Böylece Seyyid Şerafettin tekrar vatanına geri döndü.
Hicri 1340’ta hac vazifesini yerine getirmek amacıyla Beyrut’tan çıktı. Arkadaşlarından birkaç kişiyle birlikte gemiyle Arabistan’a doğru yol aldılar. Zamanın Arabistan padişahı Melik Hüseyin ve diğer devlet makamları tarafından görkemli bir şekilde karşılandı. Seyyid Şerafettin’den dolayı Mekke o güne kadar görmediği görkemli bir hac mevsimi gördü. Melik Hüseyin ile birlikte hac vazifesini yerine getirdi ve Melik Hüseyin’in isteği üzere Mescidi’l-Haram’da cemaat namazı kıldırdı. Bu, bir Şii alimi tarafından Mescidi’l-Haram’da kılınan ilk cemaat namazıydı. Şii ve Sunni bütün Müslümanlar ona tabi olup namazlarını kıldılar. Bu Seyyid Şerafettin için bir iftihar olduğu gibi eski arzularından biriydi. Zira dünya Müslümanlarının kıblesinde Şii ve Sünni Müslümanların takiyye yapmadan kardeşçe Ehli Beyt’e uygun namaz kılmalarını daima arzulamıştı.
Allame Şerafettin’in Şia ve Sünni birliği için önemli girişimlerinden biri peygamber efendimizin doğum günü kutlamalarıydı. Rebiu’l-Evvelin on ikisinde kutlamalara katıldı. Camide ve evinde merasimler bittikten sonra Ehli Sünnet’in kutlama programlarına katılıyordu.
Seyyid Şerafettin’in Lübnan’da sömürü aleyhtarı faaliyetlerinden en önemlisi İslami medreselerin temellerini atmasıydı. Bu medreselerde Müslüman kız ve erkek çocuklar ücretsiz pozitif bilimlerle beraber İslami ilimleri okuyorlardı. Tebşiri medreseleri (Hıristiyanlığı tebliğ eden okullar) ve Batılı sistemlere göre yönetilen devletin kurmuş olduğu medreselere karşı bu medreseleri kurmuştu.
Allame Şerafettin, Şii daha doğrusu bütün Lübnanlı Müslümanların dini ve siyasi lideri unvanıyla diğer İslami ülkelerdeki siyasi gelişmelere kayıtsız kalamıyordu. Bu yüzden devamlı İslam ülkelerindeki devrimci ve özgürlükçü hareketleri destekliyordu. Birçok Arap ülkesinde ortaya çıkan hareketlerin onaylayıcısı olduğu gibi 1965’te Süveyş kanalının millileştirilmesinin de destekçisiydi.
1950’de İran petrol sanayisi millileşti. Seyyid Şerafettin bu hareketin hedeflerini ve ön¬derlerini çok iyi tanıyordu ve Lübnan halkına da bu hareketi anlatıyordu. Nitekim 1952’de Ayetullah Kaşani Lübnan’a gittiğinde ve Allame Şerafettin ile görüştüğünde Lübnan halkı Ayetullah Kaşani’yi görkemli bir şekilde karşıladı. Ayetullah Kaşani Lübnan halkının İran hakkındaki bilgilerinden dolayı şaşırdığını dile getirdi.
Şehit Nevvab Safevi de İslam Fedaileri örgütünün yoğun bir şekilde mücadele ettikleri dönemde yani 1953’te Arap ülkelerine yolculuklar yaptı. Kudüs konferansına katılmak amacıyla gittiği Lübnan’da bir gece Allame Şerafettin’in misafiri oldu ve İslam ülkelerini siyasi durumu hakkında görüş alışverişinde bulundular.
Seyyid Şerafettin İslami birlik ve sömürüyle mücadele için giriştiği bir ömürlük faaliyetlerden sonra İslami vahdete davet ve Şii mezhebini tanıtma gayesiyle birçok eseri Müslümanlara yadigar bırakıp hicri 1377’de Lübnan’da vefat etti. Naaşı Necef’te ceddi Hz. Ali (a.s.)’ın komşuluğunda toprağa verildi.
Vahdet Talibi Mücadeleci, Allame Şerafettin Amuli
Dr. Merziye Behbahani tarafından yazıldı.
Allame Seyyid Abdu’l-Hüseyin Şerafettin h. 1290’da (1873) Kazımeyn’de dünyaya geldi. Nesep olarak hem annesi hem de babası peygamber efendimizin soyundan geliyorlardı. Babasının adı Seyyid Yusuf Şerafettin, Ayetullah Seyyid Hadi Sadr’ın kızı olan annesinin adı Zehra’dır. Baba tarafından nesebi Şiilerin yedinci imamı, İmam Musa bin Cafer (a.s.)’a ulaşmaktadır.
Allame Seyyid Abdu’l-Hüseyin Şerafettin sekiz yaşına kadar Irak’ta kaldı. Ardından babasının Irak’ta derslerini bitirmesinden dolayı ailesiyle beraber ecdadının vatanı Cebelu Amil’e döndü.
İlk derslerini Cebelu Amil’de okudu ve babasından sarf, nahiv, mantık, belagat (maani) ile beyan, fıkıh ve usul dersleri aldı. On yedi yaşında Necef’e gitti ve yıllarca Necef İslami İlimler Havzasında ilim tahsil etti. Fıkıh, usul, hikmet, tefsir ve hadis derslerini ara vermeden zamanın önde gelen alimlerinin yanında okudu.
Allame Seyyid Abdu’l-Hüseyin Şerafettin; Şeyh Hüseyin Kerbelai, Şeyh Muhammed Taha Necef, Ahund Molla Muhammed Kazım Horasani, Seyyid Muhammed Kazım Yezdi, Seyyid İsmail Sadr, Şeyhu’l-Şeriat İsfahani ve Seyyid Hasan Sadr’ın yanında ders okudu.
Allame Seyyid Abdu’l-Hüseyin Şerafettin sadece Necef’te ders okumakla yetinmedi. Kerbela, Kazımeyn ve Samirra’ya da gidip buradaki hocaların yanında da ders okudu ve bunlarla münazaralarda bulundu.
Necef başta olmak üzere Irak’ın diğer şehirlerinde on beş yıl ders okuduktan sonra ilmi açıdan içtihat derecesine ulaştı ve orada fıkhi konuları kaleme almaya başladı. Otuz iki yaşında Irak’tan geri döndü ve Cebelu Amil’e gitti. Artık müctehid olmuştu ve içtihatları herkes tarafından kabul edildi. Nitekim gerçek alimler hiçbir zaman yaygın ilimlerin tahsilinden sonra bunları hedef edinip asıl ilke bilmediklerinden yerinde durmazlar. Daima ilim ve marifeti bulmak için çabalarlar. Seyyid Şerafettin de bu yola baş koydu. İmamet ve siyaset felsefesinin yanı sıra Ehli Sünnet ile Şia arasındaki ihtilafları konular hakkında çok boyutlu eserler ortaya koydu. Nitekim bu çabalarından dolayı Ağa Buzerge Tahrani onun hakkında şunları söylemiştir: “Şerafettin; Şia ve Ehli Sünnet kaynaklarında peygamberden, sahabelerinden ve Ehli Beyt’ten rivayet edilen bütün hadisleri okudu. Tabii bunları çok titiz bir şekilde inceleyip öğrendi. Böylece o gün kadar birçok alimin haberdar olmadığı birçok konuya açıklık getirdi.”
Seyyid Şerafettin’in üzerinde çok araştırmalar yaptığı konulardan biri İslam tarihidir. O muteber olanı muteber olmayandan ayırmak ve hakikate ulaşmak için İslam tarihi hakkındaki bütün senet ve kaynakları inceliyordu.
Hadis dalında kapsayıcı bir ilme sahip olmakla beraber ayrıca yetenekli bir mütekellim idi. Eserlerine dikkat ettiğimiz zaman itikadi konuları akli istidlallerle ele aldığını görürüz.
Şiir ve hitabet alanında da söz sahibi bir alimdi. Etkili konuşmaları ve hutbeleri onun yetenekli bir hatip olarak tanınmasına neden olmuştu. Belagatli sözleri güzel kavramlar içinde aktarıyordu. Tatlı ve doğru sözleri edebi noktalara ve belagatin inceliklerine hakimiyetini gösteriyordu. Söylenildiğine göre Şerafettin Mısır’da belagatli hutbelerinden birini okurken Mısırlı meşhur kadın yazar “Meyziyade” de orada bulunuyordu. Konuşma zamanında Seyyid Şerafettin’in yüzüğüyle oynadığını görünce şöyle dedi: “Acaba yüzük mü parmaklarına daha çok boyun eğmiş yoksa kelimeler mi diline boyun eğmiş?”
Nesir eserlerini okuyanlar onun kendisine has edebi bir tarzı olduğunu görür. Şiir de yazıyordu ve bu şiirleri derin duygularından neşet etmişti. Şiirleri gençlik döneminden kalma hatıralarıydı.
Seyyid Şerafettin Lübnan’a döndükten sonra biri feodalizm diğeri de sömürü olmak üzere iki alanda mücadele etti. Sömürü ile mücadeleye ön ayak olan alimlerdendi. Suriye ve Lübnan, Fransızlar tarafından işgal edildiğinde sömürüye karşı durdu ve cihat için fetva verdi. Bundan dolayı da idama mahkum oldu.
İki defa Mısır’a yolculuk yaptı. Bir seferinde idam hükmünden önce gitti. İkinci seferde ise Fransızlar Lübnan’daki sömürü hedefleri için varlığını kendileri için bir tehlike olarak gördüklerinde Mısır’a sığınmak zorunda kaldı. Orada herkesi Batılılar karşısında birlik olmaya davet ediyordu. Burada o meşhur sözünü dile getirdi:
“Şiileri ve Sünnileri siyaset ve siyasi hedefler birbirinden ayırdı ve yine siyasetin onları bir araya getirmesi gerekir.”
Meşhur Mısırlı yazar “Reşit Rıza” Seyyid Şerafettin’in sözlerini el-Menar dergisinde yayınladı.
Seyyid Şerafettin Mısır’dan döndükten sonra sömürü karşıtı siyasi mücadelesine devam etti. Fransızlar Seyyid Şerafettin’in yakalaması ve evindeki sömürü aleyhtarı belgeleri bulup getirmesi için birilerini evine gönderdi. Fakat o şahıs Fransızların isteğini yerine getiremeden geri döndü. Bir defa da sömürgeciler için çalışanlar tarafından evi ateşe verildi ve daha birçok basılmış ve el yazması değerli eser kütüphanesinde yandı.
Hicri 1338’in sonlarında vatanına yakın olmak için Mısır’dan çıktı. Filistin’e ve Suriye’ye gitti ve orada da siyasi faaliyetlerini sürdürdü. Lübnan’dan sürülmüş kimselerin sorunlarını çözmeye çalışıyordu. Bu dönemde Filistin İngilizlerin işgali altındaydı. Dayısının oğlu İngi¬lizler tarafından arandığı için Fransızlar tarafından sevilen biriydi. Onun aracı olmasıyla Seyyid Şerafettin’in idam hükmü kaldırıldı. Böylece Seyyid Şerafettin tekrar vatanına geri döndü.
Hicri 1340’ta hac vazifesini yerine getirmek amacıyla Beyrut’tan çıktı. Arkadaşlarından birkaç kişiyle birlikte gemiyle Arabistan’a doğru yol aldılar. Zamanın Arabistan padişahı Melik Hüseyin ve diğer devlet makamları tarafından görkemli bir şekilde karşılandı. Seyyid Şerafettin’den dolayı Mekke o güne kadar görmediği görkemli bir hac mevsimi gördü. Melik Hüseyin ile birlikte hac vazifesini yerine getirdi ve Melik Hüseyin’in isteği üzere Mescidi’l-Haram’da cemaat namazı kıldırdı. Bu, bir Şii alimi tarafından Mescidi’l-Haram’da kılınan ilk cemaat namazıydı. Şii ve Sunni bütün Müslümanlar ona tabi olup namazlarını kıldılar. Bu Seyyid Şerafettin için bir iftihar olduğu gibi eski arzularından biriydi. Zira dünya Müslümanlarının kıblesinde Şii ve Sünni Müslümanların takiyye yapmadan kardeşçe Ehli Beyt’e uygun namaz kılmalarını daima arzulamıştı.
Allame Şerafettin’in Şia ve Sünni birliği için önemli girişimlerinden biri peygamber efendimizin doğum günü kutlamalarıydı. Rebiu’l-Evvelin on ikisinde kutlamalara katıldı. Camide ve evinde merasimler bittikten sonra Ehli Sünnet’in kutlama programlarına katılıyordu.
Seyyid Şerafettin’in Lübnan’da sömürü aleyhtarı faaliyetlerinden en önemlisi İslami medreselerin temellerini atmasıydı. Bu medreselerde Müslüman kız ve erkek çocuklar ücretsiz pozitif bilimlerle beraber İslami ilimleri okuyorlardı. Tebşiri medreseleri (Hıristiyanlığı tebliğ eden okullar) ve Batılı sistemlere göre yönetilen devletin kurmuş olduğu medreselere karşı bu medreseleri kurmuştu.
Allame Şerafettin, Şii daha doğrusu bütün Lübnanlı Müslümanların dini ve siyasi lideri unvanıyla diğer İslami ülkelerdeki siyasi gelişmelere kayıtsız kalamıyordu. Bu yüzden devamlı İslam ülkelerindeki devrimci ve özgürlükçü hareketleri destekliyordu. Birçok Arap ülkesinde ortaya çıkan hareketlerin onaylayıcısı olduğu gibi 1965’te Süveyş kanalının millileştirilmesinin de destekçisiydi.
1950’de İran petrol sanayisi millileşti. Seyyid Şerafettin bu hareketin hedeflerini ve ön¬derlerini çok iyi tanıyordu ve Lübnan halkına da bu hareketi anlatıyordu. Nitekim 1952’de Ayetullah Kaşani Lübnan’a gittiğinde ve Allame Şerafettin ile görüştüğünde Lübnan halkı Ayetullah Kaşani’yi görkemli bir şekilde karşıladı. Ayetullah Kaşani Lübnan halkının İran hakkındaki bilgilerinden dolayı şaşırdığını dile getirdi.
Şehit Nevvab Safevi de İslam Fedaileri örgütünün yoğun bir şekilde mücadele ettikleri dönemde yani 1953’te Arap ülkelerine yolculuklar yaptı. Kudüs konferansına katılmak amacıyla gittiği Lübnan’da bir gece Allame Şerafettin’in misafiri oldu ve İslam ülkelerini siyasi durumu hakkında görüş alışverişinde bulundular.
Seyyid Şerafettin İslami birlik ve sömürüyle mücadele için giriştiği bir ömürlük faaliyetlerden sonra İslami vahdete davet ve Şii mezhebini tanıtma gayesiyle birçok eseri Müslümanlara yadigar bırakıp hicri 1377’de Lübnan’da vefat etti. Naaşı Necef’te ceddi Hz. Ali (a.s.)’ın komşuluğunda toprağa verildi.
Yorum