Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

imamlar a.s ve sultanlar

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #16
    Ynt: imamlar a.s ve sultanlar

    bu rivayet uydurma değildir. Elmeddin'den daha güvenilir alimlerimizce bu rivayet sahih görülmüştür. Tüm alimlerin arasında mükemmel yere sahip olan Seyyid Razi'nin bu rivayeti kitabına alması da bu rivayetin sahih olduğuna ayrıca Elmeddinin saptamalarından daha güçlü delildir. Çünkü Elmeddinin tüm kurgusu, eğer bir rivayetin ravileri arasında çürük biri varsa bu rivayet de çürüktür şeklindeki yanlış bir çıkarımdır.

    bu çıkarım doğru değildir. bir rivayetin ravilerinden biri yalancı çürük veya meçhulse bu rivayetin uydurma olduğuna kesin delil değildir. çünkü:

    diyelim bir rivayeti rivayet eden 5 ravi var. bunlardan ikinci sıradaki ravi çürük. eğer bu 2. raviden dolayı rivayeti uydurma sayacak olsak, o zaman 2. raviden sonra bu rivayeti aktaran 3 tane daha güvenilir ravi var. Bunlara sormak gerekmez mi siz bu çürük adamdan bu çürük rivayeti neden aldınız diye! bu birincisi. İkincisi, bu çürük raviden sonraki 3 sağlam ravi neden nakilde bulunmuşlar diye onları güvenilir gören eleştirmenlere sorulmaz mı? Elmeddinle aynı düşüncede olanlara da sormak gerekir çürük raviyi senden daha iyi ayırt edemeyen sonraki 3 ravinin rivayetine ve güvenilirliğine ne kadar güvenilir!

    yine tekrar edelim bir rivayetin ravisinin yalancı olarak tanınması o ravinin rivayetinin yalan olduğunu mu ispatlar. doğru yalancı bir adamın sözlerine ihtiyatla yaklaşılır. ama yalancının tüm sözleri mi yalandır? bu adam sözlerinin güvenilmesi yalanlarının gizlenebilmesi için ya da başka bir nedenle hiç mi doğru söyleme ihtiyacı hissetmez? eder..

    bozuk bir saat bile dünde iki kez doğruyu gösteriyorsa, sapık kafirler bile bazen doğru söylüyorlarsa, yalancı bir ravinin tüm rivayetleri uydurmadır diye kesin sonuca nasıl ulaşabiliriz? onun diğerleri yalan ama bu rivayetinin doğru olmadığını nereden bileceğiz?

    Yorum


      #17
      Ynt: imamlar a.s ve sultanlar

      "Ve biz seni, ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.",Enbiya 107.

      Resul(saa)'ün geride bıraktığı farklı davranmazdı tabi, Emanetçisi de O'nun gibi Alemlere hitap ediyordu...Elhamdulillah.

      Ravi rivayet incelemeleri konusu hala muallakta, Ehlisünnet'in bu rivayetinin ravileri yine Ehlisünnetin alimleri tarafından reddediliyor.


      Ehlibeyt Mektebi'nin tüm incelemelerini Elmeddin kardeşin zamanını almayacaksa aktarması mümkün mü?


      açıklamalarından dolayı selmancan kardeş teşekkür ederim.

      Muhtacı Dua

      Allah(c.c)'a emanet...
      [color=green][size=10pt]Akıllı kimsenin lisanı kalbindedir. Düşünerek söyler. [color=red]İmam Ali (a.s)



      [color=black][size=10pt]Düştü Hüseyin atından sahray-ı Kerbelâ’ya...Cibril git haber ver Sultan-ı Enbiya’ya

      Yorum


        #18
        Ynt: imamlar a.s ve sultanlar

        [quote author=AleviCan link=topic=24485.msg165008#msg165008 date=1356552636]
        Selam Elmeddin,[/quote]

        ve aleykum es-selam kardeşim

        Hz. Selman'ın halife Ömer zamanında Ömer'in ordusunda Ömer'in askeri olarak savaşlara, fetihlere (örneğin, İran'ın fethine, vs.) katıldığı söyleniyor!
        Aynı şekilde, Hz. İmam Ali, İmam Hasan ve İmam Hüseyin de bu ordularda Ömer'in ve diğer halifelerin askerleri olarak görevler almışlar, fetihlere katılmışlar galiba!

        Yine imamlarımız, sultanların iktidarları döneminde görevler almışlar, sultanların haram-helal icraatleriyle dolan beytülmaldan maaşlar bile almışlar!
        değerli kardeşim, bunun gibi daha bir çok uydurma vardır, mesela halk Osman'a karşı ayaklandığında güya imam Ali a.s Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i Osman'ı korusunnlar diye kapısına dikmiş. ama şu var ki, bunların hiç birisi bizim kaynaklarda mevcut değildir, biz böylerivayetleri bilmiyor ve tanımıyoruz. ne bu rivayetleri aktaran Taberi ve benzeri tarihçiler, ne de onların rivayetleri aldığı ravilerin durumu bizim nezdimizde belli değildir. o yüzden bunlar ile masal kitaplarında olanlar arasında bir fark yoktur bizim için.

        Bu konuda Şii/Caferi kaynaklarınızın neler dediğini paylaşırsan sevinirim.
        kardeşim, bu konuda kesinlikle bir araştırma gerekmemektedir. biz bunlardan bazısına cevap veriyorsak bunun sebebi onların kaynaklarını ciddiye aldığımız değildir, sebep idda ettikleri bazı şeylerin onların kaynaklarından bizim kaynaklara geçmiş olmasıdır. o yüzden burada buna açıklık getiriyoruz.

        Yorum


          #19
          Ynt: imamlar a.s ve sultanlar

          [quote author=selmancan link=topic=24485.msg165100#msg165100 date=1356816348]
          Elmeddin'in aksine bu hutbe sahihtir.[/quote]

          yok ya? bana sahih olduğunu nasıl ıspat ede bilirsin? buyur ıspat et bakalım.

          bir rivayetin uydurma olduğunu ispat kolay değildir.
          kolay olduğunu kim söylüyor ki? ben kolay olduğunu söylemedim aksine, 4 günümden daha fazlasını verdiğim bir çalışmayı sundum burada. bu hutbenin geçtiği kaynakları arayıp bulmak, geçtiği kaynaklardaki senedleri incelemek ve s. peki sen bir şeyin sahih olduğunu ıspat etmenin kolay olduğunu mu sanıyorsun? bence öyle, aksi halde hemen "sahihtir" demezdin. eğer mesele şahsi fikirlerle bir şey söylemek ise o zaman senin "sahih" demene karşın ben de "zayıf" diyorum. yok eğer bu işi yöntemi ile, hadis ilmi ile konuşacaksak bak ben hadis ilmine göre tüm delilleri ortaya koydum. eğer yapa biliyorsan buyur sende kendi sözünün delilini getir.

          rivayetin ravilerinden bir ya da bir kaçının zayıf, belirsiz ya da meçhul oluşu o rivayeti uydurma etmez. çünkü akıl şunu bilir ki en yalancı insan bile sözlerine güvenilmese bile her söylediği yalan olamaz. bu insan özel gayret sarfetse bile tüm söylediklerini yalan olarak söyleyemez. o yüzden bir rivayetin ravilerinde yalancı var diye o rivayet uydurmadır denemez.
          görüyorm ki, sen hadis ilminden bihaber birisin. hadis iline göre eğer bir hadis bir kaç sened ile gelse ve bu senedlerin hepsi yalancılardan, zayıflardan ve s. oluşsa ama senedlerden birisi güvenilirlerden oluşursa o zaman o güvenilirlerin hadisin metnini rivayet etmeleri şeklinde yalancılar lehinde şehadetleri sebebinden yalancıları aktardığına uydurma denilmez. "şahidleri ile birlikte sahih'tir" denir. daha kolay anlaşılması için bir örnek.

          hadisin metni şu: "ben ilmin şehriyim Ali ise onun kapsıdır"
          hadisin senedi: bu hadis 10 farklı sened ile gelmiştir. biri hariç senedlerin hepsindeki raviler ya zayıf, ya yalancı yada başka bir kusurları vardır. bu yüzden biri hariç geride kalan tüm senedler geçersizdir ama o bir sened güvenilirlerden oluştuğu için, burada yalancıların oluşturduğu sened'in bize yalan söylemediği anlaşılmış olur.

          şimdi, bu hutebinin senedinde bulunan kişiler (şii kaynaklarda) meçhuller ve (sünni kaynaklarda) yalancı ve zındıklardır, sened (şi kaynaklarda) ise munkatı (kopuk)'tur.

          şimdi, zaten sünni kaynaklar bizim için itibarsızdır, onların sahih olarak bile aktardıkları bizim nezdimizde değersizdir. çünkü bu kaynakları telif eden alimler (Taberi ve b.) ve onların rivayetleri aktardıkları senedlerdeki raviler bizim nezdimizde meçhuldürler. o yüzden hutbenin sıhhatini ıspat ede bilmek için bize bu hutebinin aktardıldığı sahih bir sened sunmalısınız.


          rivayetlerin uydurma olduğunu söylemek, en azından bozuk rivayet kadar dine zarar verir. sonra sorular gelir, madem bu rivayet uydurmaydı bu adamlar bunu kitabına neden aldı! bu adamlar insanları saptırmak için mi bu rivayetleri aldı? sen olsaydın sahihler dururken bu rivayetleri alır mıydın? yüz yıllardır bu rivayetleri insanlar uydurma olduğunu bile bile tekrar mı ettiler!
          "Nehcul Belağa"dan önce yazılmış ve ondan çok değerli olan kitaplarımız var, hepsinin de senedleri yerindedir, direk ravilerden alınmıştır, "Nehcul Belağa" gibi kaynaklar üzerinden toplanılmamıştır, "Kurbul İsnad", "Mehasin", "Besair", "el-Kafi" ve benzerleri gibi. ama muhakkık alimlerimiz bunları durmadan incelemiş, sahih ve zayıflarını ayırt etmiştirler. siz tüm bunların dine zarar verdiğini mi idda ediyorsunuz?

          bence rivayet uydurma demek yerine onun doğru anlamı üzerinde düşünülmelidir. eğer illa da uydurma ise o zaman bu doğru anlama imkanı kalmadığında, denmelidir.
          neyi doğru anlamalıyız? imamlar a.s'ın söylemediği, aksine meçhul veya yalancı kişilerin bize aktardığı şeyleri mi? bunlar imamlar a.s'ın sözleri bile değil ama sırf herhangi bir kitapta geçiyor diye onu kurtama çabasına mı girmeliyiz? yani imam a.s'ın sözünün olup olmadığı değil kitabın itibarı önemli öyle mi? o zaman şunu bilin, sizin "doğru anlama" sözünüze sizin muhalifiniz "senin aklın üst düzeyde mi ki, bunu doğru anlaya biliyorda biz anlayamıyoruz?" diyerek bu saçma sapan sözleriizi size geri döndürürler.

          deniyor ki tevilde: İmam, Ömer'in iran seferine çıkmasını istemiyordu. Çünkü İmam istiyordu ki iranlılar hidayete ersin. İranlıların karakteri asalet ve yumuşaklıkla oluşmuştu. Ömerse sert mizaçlıydı. eğer Ömer İslam ordusunun başında bir komutan olarak irana gitseydi, iran milleti Ömerin davranışlarından huzursuz olacaktı. İslamı hiç tanımayan bu insanlar komutana bakarak İslamı yanlış tanıyacaklar ve İran'ın İslamşlaşması çok zor olacaktı. Bunu bilen İmam Orduyu Ömersiz göndermek istedi. O yüzden Ömere bunları dedi ve onu caydırdı...
          bu gerçekten gülünç bir tevildir ve geçersizdir. söyler misiniz Muaviye güzel huylumuydu ki? sizin sözünüze göre imam Hasan a.s'ın da ısrarla Muaviye'ye nasihatler vermesi gerekirdi, aynı şekilde diğer imamların a.s da kendi dönemlerindeki krallara. zira bu krallar hepsi kaba, sert, ahlaksız ve s. kişilerdi ve ülkeleri İslam adına işgal ediyorlardı, insanlar bunlar sayesinde müslüman oluyordu ve s. o zaman o krallarada diğer imamlar a.s'ın tavsiyeler vermesi gerekirdi.

          diğer yandan, maslahat gereği Ömer'e nasihat veren imam a.s neden maslahat gereği Sad b. Ebu Vakkas'ı tayin etmesine mani olmuyordu? Sad b. Ebu Vakkas sert ve kaba değil miydi ki? ikiside aynı tip olduktan sonra Ömer gitmiş veya Sad gitmiş ne değişecek?

          hem hadi diyelim ki, İslam'ın maslahatı için böyle yaptı, iranlılar yumuşaktı ve s. peki ya Bizans seferine ne diyeceksiniz? "Nehcul Belağa"da geçen diğer bir zayıf rivayete göre -inşaAllah yakında onun hakkında da çalışmamı sunacağım- imam a.s Bizans seferinde de Ömer'e akıl fikir veriyor. Bizanslılara ne diyeceğiz? onlar için de "ilmi bir halktı, şöyle şöyle idi" mi diyeceğiz?


          bu rivayet uydurma değildir. Elmeddin'den daha güvenilir alimlerimizce bu rivayet sahih görülmüştür.
          mesela hangi alimlerimiz bu rivayet için "sahih" demiştir? kaynakları ile alalım, kaynakları ile ve "sahih" hükmü ile.

          Tüm alimlerin arasında mükemmel yere sahip olan Seyyid Razi'nin bu rivayeti kitabına alması da bu rivayetin sahih olduğuna ayrıca Elmeddinin saptamalarından daha güçlü delildir.
          Seyyid Razi r.a kitabının her hangi bir bölümünde "ey insanlar ben ancak sahihleri aldım" dedi mi ki? aksine Seyyid Razi r.a "ben kaynaklarda imam Ali a.s'a ispet edilen hutbe, mektup ve sözleri topladım" diyor. ne Seyyid Razi r.a, ve nede bir başka alimin bir hadisi kitabına alması "ben ancak sahihleri alıyorum" demedikce sıhhat için hüküm oluşturmaz. nitekim Kuleyni, Saduk ve Tusi gibi taifemizin öncülerinin r.a yazdığı hadis kitapları I Meclisi, II Meclisi, Behbudi ve bu gibi diğer muhakkıklarca araştırılmış, sahihleri zayıflarından ayrılmıştır.

          sırf "Nehcul Belağa" konusuna gelince, Seyyid Humeyni r.a'ın oğlu Şehid Seyyid Mustafa Humeyni r.a "Nehcul Belağa"da geçen bir hutbe için "yalandır" demiştir. isterseniz belgeleyelim.


          Çünkü Elmeddinin tüm kurgusu, eğer bir rivayetin ravileri arasında çürük biri varsa bu rivayet de çürüktür şeklindeki yanlış bir çıkarımdır.
          bu benim değil, hadis ilminin çıkarımıdır ve eğer bu çıkarım olmazsa her kes kenfi keyfinin istediği, aklının kabul ettiğini sahih sayar. şu halde bir birine muhalif ne kadar din ortaya çıkar bir Allah bilir.

          yine tekrar edelim bir rivayetin ravisinin yalancı olarak tanınması o ravinin rivayetinin yalan olduğunu mu ispatlar. doğru yalancı bir adamın sözlerine ihtiyatla yaklaşılır. ama yalancının tüm sözleri mi yalandır? bu adam sözlerinin güvenilmesi yalanlarının gizlenebilmesi için ya da başka bir nedenle hiç mi doğru söyleme ihtiyacı hissetmez?
          1. ben hiç bir yerde "yalancı ravinin tüm aktardıkları yalandır" demiş değilim. aksine bizim dediğimiz şu, eğer yalancı kişi, rivayetinde tek kalıyorsa şu halde ona itimad edilmez. itimad edilmesi için onun sözünü doğrulayan güvenilir birisi gerekir.

          2. siz yalancı birisinin bir konuda yalan veya doğru söylediğini nasıl anlıyorsunuz? mesela diyelim ki, her hangi bir konu var, hırsızlık yapıldı. itham edilen bir kişi var ve bu kişi halk içerisinde yalancı olarak biliniyor. başka bir delil bulmadıkca sırf onun "be yalancı değilim" demesine itibar ederek onun hırsızlık yapmadığına hüküm verirmisiniz? eğer hırsızlık gibi nispeten küçük bir konuda hırsızın şehadetine güvenemiyorsanız o zaman İslam akide, fıkıh ve tarihinde, Sünneti Nebevi s.a.a ve Kur'an tefsirinden yalancıya nasıl güvenirsiniz?


          onun diğerleri yalan ama bu rivayetinin doğru olmadığını nereden bileceğiz?
          onun bu rivayetinin doğru olduğunu nereden bileceğiz?

          Yorum


            #20
            Ynt: imamlar a.s ve sultanlar

            [quote author=Elmeddin link=topic=24485.msg165121#msg165121 date=1356855891]
            yok ya? bana sahih olduğunu nasıl ıspat ede bilirsin? buyur ıspat et bakalım.

            [/quote]

            ne kadar kaba bir ifade, ya da küçümseyici.
            Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir. Hucurat 11
            hiç bir ilmi tartışmada böyle bir söz sarfedilmez. hiç bir ilim adamı yok ya? diye söze başlamaz.


            [quote author=Elmeddin link=topic=24485.msg165121#msg165121 date=1356855891]

            kolay olduğunu kim söylüyor ki? ben kolay olduğunu söylemedim aksine, 4 günümden daha fazlasını verdiğim bir çalışmayı sundum burada.
            [/quote]
            bu hutbenin uydurma olduğuna dair ön yargılarına karşı çıkan vicdanını susturmak için (hutbenin uydurma olduğuna delil aramak için) 4 gün uğraşacağına, sıhhatinin bulunduğuna dair iki gün uğraşsaydın ya da bunun anlamı ne, Razi bunu neden kitabına almış, İmamın hutbelerini sözlerini bir kitaba toplama şerefine nail olan birisi bunun uydurma olduğunu benim gördüğüm gibi görememiş mi, buradaki sıkıntı nedir yoksa ben mi yanılıyorum diye iki gün uğraşsaydın hem daha hayırlı bir işi gerçekleştirmiş olurdun hem de insanlara yanlış bilgi vererek zararın olmazdı.


            [quote author=Elmeddin link=topic=24485.msg165121#msg165121 date=1356855891]

            kolay olduğunu kim söylüyor ki? ben kolay olduğunu söylemedim aksine, 4 günümden daha fazlasını verdiğim bir çalışmayı sundum burada. bu hutbenin geçtiği kaynakları arayıp bulmak, geçtiği kaynaklardaki senedleri incelemek ve s. peki sen bir şeyin sahih olduğunu ıspat etmenin kolay olduğunu mu sanıyorsun? bence öyle, aksi halde hemen "sahihtir" demezdin. eğer mesele şahsi fikirlerle bir şey söylemek ise o zaman senin "sahih" demene karşın ben de "zayıf" diyorum. yok eğer bu işi yöntemi ile, hadis ilmi ile konuşacaksak bak ben hadis ilmine göre tüm delilleri ortaya koydum. eğer yapa biliyorsan buyur sende kendi sözünün delilini getir.
            [/quote]

            kolay olduğunu söylemiyorsun ama
            [quote author=Elmeddin link=topic=24485.msg165121#msg165121 date=1356855891]
            "görüldüğü gibi hadis çok zayıf (zayıf cidden) seviyesindedir ve senedindeki ravilerin hepsi meçhul, isnadı ise munkatı(kopuk)’tur."
            [/quote] diyebiliyorsun. üstelik karıştırdığın bir konu da metin tenkidi ile senet tenkidinin farklı konular olduğu. yani sen bu cümleyi yazdığın yerin öncesinde hadisin senedini incelemiş orada bir ravinin meçhul olduğunu söylemişsin. yani ravinin meçhul ya da zayıf olmasıyla hutbenin senedi zayıf hale düşmüş. evet doğrudur. ama senedin zayıf olması metnin de zayıf olmasını gerektirmez. Senedi cidden zayıf diyeceğine bu hadis zayıf demişsin. Ravilerin hepsi meçhul bile olsa bu senedi zayıf yapar. Metnin zayıf olabilmesi için onun Kur'an sünnet ve doğrulara ters olması gerekir. Şimdi kafirler bir söz nakletseler bu söz yanlış! çünkü kafirler nakletmiştir mi diyeceğiz? hangi akıl bunu doğru görür! Kafirlerin hiç mi doğru söyleme ihtimali yoktur? Mektebimizde Ebu Hureyre'den bile rivayetler yok mu? Var!. bunlar evet bir değere sahip olmasa bile hakikatlere zıt düşmediği sürece işe yarar! Yarıyor.

            [quote author=Elmeddin link=topic=24485.msg165121#msg165121 date=1356855891]
            görüyorm ki, sen hadis ilminden bihaber birisin. hadis iline göre eğer bir hadis bir kaç sened ile gelse ve bu senedlerin hepsi yalancılardan, zayıflardan ve s. oluşsa ama senedlerden birisi güvenilirlerden oluşursa o zaman o güvenilirlerin hadisin metnini rivayet etmeleri şeklinde yalancılar lehinde şehadetleri sebebinden yalancıları aktardığına uydurma denilmez. "şahidleri ile birlikte sahih'tir" denir. daha kolay anlaşılması için bir örnek.[/quote]
            kibirin göğe erişmişse bu sadece düştüğünde seni çok yaralar küçümsediklerini değil. ne kadar yükselirsen düşüşün o kadar feci olur. hadis ilminden bihaber olduğumu nerden biliyorsun? yoksa hadis sınavı mı yaptın benim için? hani bu kadar kibirle yazdığına göre doğru dürüst yazabilsen bir şey demeyeceğim: " hadis iline göre"! hangi hadis ili bu? Ben buna itiraz etmedim ki? eğer benim hadis ilminden haberim olmadığını bununla anlamışsan(!) ben burada uydurma denenlere uydurma demek kolay değil diyorum. Sahihlere uydurma demiyorum ki! Senin dediğin "uydurma" fikrine karşı çıkıyorum.
            şimdi, bu hutebinin senedinde bulunan kişiler (şii kaynaklarda) meçhuller ve (sünni kaynaklarda) yalancı ve zındıklardır, sened (şi kaynaklarda) ise munkatı (kopuk)'tur.
            [quote author=Elmeddin link=topic=24485.msg165121#msg165121 date=1356855891]
            hutbenin sıhhatini ıspat ede bilmek için bize bu hutebinin aktardıldığı sahih bir sened sunmalısınız.
            [/quote]
            senetteki ravilerin meçhul yalancı zayıf şeklindeki nitelemeleri şahsidir, izafidir, bu konuda ittifak yoktur. birinin zayıf dediğine öteki adil diyebilmektedir. insanlar kendi zamanında yaşayanlar için bile adalet araştırmasında sağlıklı sonuçlara çok zor ulaşıyorlar, ölmüş gitmiş yüz yılllar öncesinin bir şahsiyetinin adaleti konusunda söylenen farklı şahitliklerden nasıl bir sonuca ulaşmak mümkündür? Bu konu zaten kitaplarca incelenmiş. Şimdi biz kalkıp bunları diriltip yaşamlarını yeniden gözleme imkanına sahip değiliz. şahitlik yapanlar ise ihtilaf içinde. Bu durumda hadislerin senet tenkidinden daha sağlıklı olarak bizi sonuca ulaştıracak metot metin tenkididir. bu hadislerin muteber kitaplara muteber kimselerce alınması, zaten senet tenkidinden sonra yapılmıştır. Ben Seyyid Razi'nin İmam Ali a.s gibi birine ait olmayan bir sözü de sırf naklediyorlar diye kitabına aldığına inanmıyorum! sen inanıyorsan bunun nedenini bana açıklamalısın. şayet senin için Razi ve Nehcül Belağa bir değer ifade ediyorsa! Eğer Razi adil bir ravi değil, kitabı da değersizdir diyebiliyorsan o zaman başka konulara bakmalıyız. Ama Razi kitabına almış sonra biri doğru diğeri yanlış diyorsan bunu deme hakkını bizde de görmelisin. küçümsemek yok!



            [quote author=Elmeddin link=topic=24485.msg165121#msg165121 date=1356855891]
            "Nehcul Belağa"dan önce yazılmış ve ondan çok değerli olan kitaplarımız var, hepsinin de senedleri yerindedir, direk ravilerden alınmıştır, "Nehcul Belağa" gibi kaynaklar üzerinden toplanılmamıştır, "Kurbul İsnad", "Mehasin", "Besair", "el-Kafi" ve benzerleri gibi. ama muhakkık alimlerimiz bunları durmadan incelemiş, sahih ve zayıflarını ayırt etmiştirler. siz tüm bunların dine zarar verdiğini mi idda ediyorsunuz?
            [/quote]
            Nehcül Belağayı böyle değersiz görmen tam bir talihsizlik. Eğer şii alimlerimiz ve seleflerimiz de senin gibi davransaydı bu kitabın bu gün adını bile duymazdık! Allah'tan ki öyle yapmamışlar da böylesine bir beliğ eseri bizlere ulaştırmışlar. Allah kendilerinden razı olsun
            Alimlerin senetlerin sıhhat araştırmalarını kim dine zararlı görmüş ki! senet incelemsi başka, bir hadise uydurma demek başka! ortada nakledilmiş bir söz var! vicdan bunun doğru olduğuna hükmediyor akla vicdana yatıyor, kimse bunu kimden duydun demez. dese de sırf ravilerini takdir etmek için der! bir söz daha var diyelim bu da akla vicdana öğrenilenlere sığmıyor! bu konuda hemen insan sorar, bunu kimden duydun! diye. eğer güvenilir kimselerden duyulmuşsa acaba ben neden bunu anlamadım nerede yanlışa düştüm diye metni yeniden anlama çalışmasına gireriz. ve sonunda az çok bir sonuca ulaşırız aklımıza hala yatmadıysa benim bilmediğim bir şeyler vardır der geçeriz. eğer senedi zayıf ravilerden oluşmuşsa bu durumda aklımıza da yatmadığından hiç üzerinde durmayız. halbu ki bu durumda bile uydurma olmayan metinler olabilir.. atılan çok doğru bir hakikati ifade eden, ancak bizim iç yüzünü bilmediğimiz için anlamadığımız bir konu olabilir. bu durumda kaybeden biz oluruz.
            Alimlerin senet incelemeleri asla hadis sahih mi uydurma mı şeklinde bir sonuç için değildir. Şiada sünnilerdeki gibi mevzu hadis nitelemesi mevcut değildir. tersine zayıf denmiştir. zayıf ne demek? yani biz baktık uydurma gördük ama size uydurma diyemeyiz ola ki bilmediğimiz bir şey gözümüzden kaçan bir nokta olabilir bir de siz bakın, biz bu rivayete dikkat edin bu zayıftır deriz diyorlar. bu çok ince ve nezih bir metottur. dine zarar vermek ne kelime! bu rivayeti uydurmadır deyip atmaktır dine zarar vermek! O zaman el kafi'de çok uydurma vardır diyen birine, bu uydurmaları kitabına alan biri güvenilir midir diye sorabiliriz! bu dine zarar vermez mi? insanlar el kafiye güvenle bakıp ondan istifade mi etmeli, onu anlamaya mı çalışmalı, yoksa bunda hangi uydurmalar var diye kafayı ona mı takmalı! hangisi zararlı hangisi faydalıdır?

            [quote author=Elmeddin link=topic=24485.msg165121#msg165121 date=1356855891]
            neyi doğru anlamalıyız? imamlar a.s'ın söylemediği, aksine meçhul veya yalancı kişilerin bize aktardığı şeyleri mi? bunlar imamlar a.s'ın sözleri bile değil ama sırf herhangi bir kitapta geçiyor diye onu kurtama çabasına mı girmeliyiz? yani imam a.s'ın sözünün olup olmadığı değil kitabın itibarı önemli öyle mi? o zaman şunu bilin, sizin "doğru anlama" sözünüze sizin muhalifiniz "senin aklın üst düzeyde mi ki, bunu doğru anlaya biliyorda biz anlayamıyoruz?" diyerek bu saçma sapan sözleriizi size geri döndürürler.
            [/quote]İmama (a.s) ait olmayan bir sözü ona isnad kadar onun olan sözü onun değil demek de vebaldir! ben onun olmayan bir sözü ona isnad edelim demiyorum! tersine asırların güvenilir insanlarının şahitliğiyle günümüze gelmeyi başarmış Nehcül Belağa gibi bir eserin içinde uydurmalar olduğunu iddia etmek, hem de bunu bir iki ravinin zayıflığıyla ortaya koyuvermek doğru değildir. bu İmamın olan sözünü inkar değil de başka nedir? benim yazdığım teville bu söz pekala İmam tarafından söylenebilecek bir sözdür. ve bu durumda biz de zalim sultanlarla nasıl geçineceğimiz konusunda emsalsiz bir örnek bulmuş oluyoruz. bunu atıp İmama ait değildir dediğimizde o halde İmamın söylediği söz hangisidir?: Nehcül Belağa'dan daha iyi bir kitaptan, daha iyi senetlerle ortaya koyabiliyor musun? Koy ortaya da o zaman biz de diyelim ha Nehcül Belağa'daki o söz uydurmaymış, kitaba sonradan sızmış diyelim. Seyyid Razi almıştır diye yine diyemem çünkü o zaman Razi için iki ihtimal ortaya çıkar:

            1- Razi ya haindir, doğruların arasına öyle bir yalan saklamıştır ki bununla zalimlerle iyi geçinmeyi sağlamak ve zalimlere hizmet etmeyi amaçlamıştır

            2- Hain değildir ama cahildir! böylesine kritik bir konuda İmama atılan iftirayı sezebilecek ilimden mahrumdur, ki bu durumda ona asla güvenilmez ve diğer yazdıkları da büyük oranda zan altına girer!

            görüldüğü gibi mesele bir hutbenin/hadisin uydurma olduğundan ibaret değildir. daha geniş bir sorun doğmaktadır. bir de buna "şiilerin eserleri uydurma" diye iftira atan düşmanların vesveseleri ve tahrifatları eklenirse, o zaman bizim dine verdiğimiz zararın haddi hesabı olmaz!

            [quote author=Elmeddin link=topic=24485.msg165121#msg165121 date=1356855891]
            bu gerçekten gülünç bir tevildir ve geçersizdir. söyler misiniz Muaviye güzel huylumuydu ki? sizin sözünüze göre imam Hasan a.s'ın da ısrarla Muaviye'ye nasihatler vermesi gerekirdi, aynı şekilde diğer imamların a.s da kendi dönemlerindeki krallara. zira bu krallar hepsi kaba, sert, ahlaksız ve s. kişilerdi ve ülkeleri İslam adına işgal ediyorlardı, insanlar bunlar sayesinde müslüman oluyordu ve s. o zaman o krallarada diğer imamlar a.s'ın tavsiyeler vermesi gerekirdi.
            [/quote]
            gülünç olan senin halindir! ilmi olarak delilleri konuşacağına bunları geçip kişiye takılıyorsun! bu hiç de ilmi bir yöntem değildir.
            ben İmam Hasan ve Muaviye konusunda bir şey demedim. dediklerimden de Muaviyeye bir pay çıkmaz! Çünkü İmam Hasan ile İmam Ali a.s'ın zamanları ve şartları birbirinden çok farklıdır! farklar nelerdi o ayrı ve başlı başına bir konudur. Dediğim tüm krallarla ilişki de değildir. İmam Ali a.s zamanındaki şartlara sahip olan toplumlar ve onların kralları için geçerlidir. İmam Ali a.s'ın tercihini sadece kralın mizacı oluşturmuyor! İran toplumunun yapısı, ordunun durumu, halkın durumu! ve daha bilmediğimiz nice nedenler etkiliyor. bunlar da ayrı bir konudur. gerekirse bunlar da incelenebilir.

            [quote author=Elmeddin link=topic=24485.msg165121#msg165121 date=1356855891]
            diğer yandan, maslahat gereği Ömer'e nasihat veren imam a.s neden maslahat gereği Sad b. Ebu Vakkas'ı tayin etmesine mani olmuyordu? Sad b. Ebu Vakkas sert ve kaba değil miydi ki? ikiside aynı tip olduktan sonra Ömer gitmiş veya Sad gitmiş ne değişecek?
            [/quote]Sad ile Ömer aynı değildi. Eğer olsaydı Ömerin yanında Sad olurdu.


            Yorum


              #21
              Ynt: imamlar a.s ve sultanlar

              [quote author=selmancan link=topic=24485.msg165178#msg165178 date=1356891484]
              ne kadar kaba bir ifade, ya da küçümseyici.
              Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir. Hucurat 11
              hiç bir ilmi tartışmada böyle bir söz sarfedilmez. hiç bir ilim adamı yok ya? diye söze başlamaz.[/quote]

              alimlik iddasıda olduğumu hatırlamıyorum, sözlerimde küçümseme maksatlı değildir, sadece çok şaşırdım. yani yalancıların. meçhullerin aktardığı rivayet için "sahih" denilmesi şok etti beni. bu arada ahlak dersleri yerine sıhhat için delil yazsaydınız daha iyi olurdu.

              bu hutbenin uydurma olduğuna dair ön yargılarına karşı çıkan vicdanını susturmak için (hutbenin uydurma olduğuna delil aramak için) 4 gün uğraşacağına, sıhhatinin bulunduğuna dair iki gün uğraşsaydın ya da bunun anlamı ne, Razi bunu neden kitabına almış, İmamın hutbelerini sözlerini bir kitaba toplama şerefine nail olan birisi bunun uydurma olduğunu benim gördüğüm gibi görememiş mi, buradaki sıkıntı nedir yoksa ben mi yanılıyorum diye iki gün uğraşsaydın hem daha hayırlı bir işi gerçekleştirmiş olurdun hem de insanlara yanlış bilgi vererek zararın olmazdı.
              çok merak ediyorum acaba ben mi çok zora kouşuyorum, yoksa bana rastlayanlar hep anlamayanlar mı oluyor? ben "hutbenin udyruma olduğunu ıspat için onun kaynaklarını araştırdım" demedim, ben şöyle dedim: 4 günümden daha fazlasını verdiğim bir çalışmayı sundum burada. bu hutbenin geçtiği kaynakları arayıp bulmak, geçtiği kaynaklardaki senedleri incelemek ve s.

              dolayısı ile, eğer hutbenin geçtiği kaynakları araştırırken kesinlikle bir ön yargı ile bakmadım, aksine kaynakları aradım, bulduğumda da ravileri kimlerdir, necidir diye baktım ve bulduklarımı aktardım. bu seni sıkıntıya mı soktu?

              iki de bir "falan niye bunu kitabına aldı", "filan niye rivayet etti" demenin bir anlamı yoktur, Seyyid Razi r.a "ben ancak sahih hutbe ve mektpları alıyorum" dememiştir aksine "ben imam a.s'a nispet edilen hutbe ve mektupları alıyorum" demiştir. yani Seyyid Razi r.a'ın bunu almasının tek sebebi imam a.s'a nispet edilmiş olmasıdır, "nispet edilmiş olması" umarım her kese nispet edilen her şeyin doğru olmadığı konusunu da senin için açıklamak gerekmiyordur.


              kolay olduğunu söylemiyorsun ama

              "görüldüğü gibi hadis çok zayıf (zayıf cidden) seviyesindedir ve senedindeki ravilerin hepsi meçhul, isnadı ise munkatı(kopuk)’tur."
              diyebiliyorsun.
              burada söylediklerim kaynaklar ile sabit değil mi ki? ne demişim? "hadis çok zayıf (zayıf cidden) seviyesindedir" demişim. peki havadan sudan mı söylemişim bunu? sebep var mı? var, o da şu: "senedindeki ravilerin hepsi meçhul, isnadı ise munkatı(kopuk)’tur."

              peki raviler meçhul mü değil mi? rical kitaplarından aktardığıma göre meçhul. isnad munkatı mı değil mi? munkatı. buna ne problem var?


              üstelik karıştırdığın bir konu da metin tenkidi ile senet tenkidinin farklı konular olduğu. yani sen bu cümleyi yazdığın yerin öncesinde hadisin senedini incelemiş orada bir ravinin meçhul olduğunu söylemişsin. yani ravinin meçhul ya da zayıf olmasıyla hutbenin senedi zayıf hale düşmüş. evet doğrudur. ama senedin zayıf olması metnin de zayıf olmasını gerektirmez. Senedi cidden zayıf diyeceğine bu hadis zayıf demişsin. Ravilerin hepsi meçhul bile olsa bu senedi zayıf yapar. Metnin zayıf olabilmesi için onun Kur'an sünnet ve doğrulara ters olması gerekir.
              Allah Allah, şuana kadar hiç duyup bilmediğimiz bir söz. peki sen metni bize ulaştıranın sened olduğunu anlaya biliyormusun? sened metni kabul etmemiz için ilk adımdır, yoksa senede ne gerek vardı ki? her kes "bak bu benim aklıma yatkın, nede olsa Kur'an'a da ters değil, o zaman sahih" diye bilirdi. metni bize ulaştıran seneddir ve metnin kabul edile bilmesi için senedin sıhhati şarttır.

              Şimdi kafirler bir söz nakletseler bu söz yanlış! çünkü kafirler nakletmiştir mi diyeceğiz? hangi akıl bunu doğru görür! Kafirlerin hiç mi doğru söyleme ihtimali yoktur?
              "kafir bir söz söylese" diyerek niye oyun oynuyorsun ki, burada? peki, sorayım sana kafir çıkıp "Ali a.s Ömer'in döneminde Bizansa elçi olarak gelmişti" dese kabul mü edeceğiz? bu din işi sıradan işlerle bir değildir, o yüzden sıradan konularda olduğu gibi dini konularda "doğru konuşma ihtimali vardır" diye kural yoktur, kural adil, güvenilir, hafız ve s. gibi kişilerin rivayet etmesidir.

              Mektebimizde Ebu Hureyre'den bile rivayetler yok mu? Var!. bunlar evet bir değere sahip olmasa bile hakikatlere zıt düşmediği sürece işe yarar! Yarıyor.
              o Ebu Hureyre'den gelen hadisler hakkında bu mekep ne diyor peki? sahih mi diyor? onu da söyleseydin ya.

              kibirin göğe erişmişse bu sadece düştüğünde seni çok yaralar küçümsediklerini değil. ne kadar yükselirsen düşüşün o kadar feci olur. hadis ilminden bihaber olduğumu nerden biliyorsun? yoksa hadis sınavı mı yaptın benim için?
              sınava ne hacet? sözlerin uzatkta değil. bu mesajında söylediklerin de dahil kendi yönünden ortaya koyduğun garip kaidelerden söz ediyorsun.

              hani bu kadar kibirle yazdığına göre doğru dürüst yazabilsen bir şey demeyeceğim: " hadis iline göre"! hangi hadis ili bu?
              bana tüm yapılan eleştiriler böyle olsun, zarar yok. blogumda ve bu forumda olan yazılarıma bakarsan bazen "n" ve bazen de "m" harflerinin eksik olduğunu göre bilirsin, sebep senin gibi bilmediğim konulara müdahil olmam değil, klavyemin bozuk olması.

              Ben buna itiraz etmedim ki? eğer benim hadis ilminden haberim olmadığını bununla anlamışsan(!) ben burada uydurma denenlere uydurma demek kolay değil diyorum. Sahihlere uydurma demiyorum ki! Senin dediğin "uydurma" fikrine karşı çıkıyorum.
              ama neye dayanarak? kendi icat ettiğin kurallara göre mi? şuana kadar hadis ilmine göre söylediğin ne var senin? söylediklerin havadan sudan şeyler, "hiç mi doğru söyleme ihtimali yok" gibi sözler.

              senetteki ravilerin meçhul yalancı zayıf şeklindeki nitelemeleri şahsidir, izafidir, bu konuda ittifak yoktur. birinin zayıf dediğine öteki adil diyebilmektedir.
              şahsi, izafi mi? buda hadis ve rical ilminde yeni kaidelerin yeni terimleri oluyor. neyse.

              1. bu hutbenin senedinde geçen tüm raviler meçhuldürler. meçhulün anlamı nedir biliyor musun? "raviler hakkında bilgi yoktur, kimlikleri sabit değildir, hadis öğrenimi, güvenilirliği, adaleti sabit değildir" demektir.

              2. raviler hakkında rical alimlerinden bazen ihtilaflı görüşler çıka bilmektedir ancak bu durumda ne yapılacağının da kuralları vardır ama konumuz bu olmadığı için burasını geçiyorum. bu hutbenin senedinde bulunan ravilerin hiç birisi hakkında ihtilaf yoktur. eğer var olduğunu idda ediyorsan buyur ortaya koy.


              bu hadislerin muteber kitaplara muteber kimselerce alınması, zaten senet tenkidinden sonra yapılmıştır.
              ilginç bir kural, bu nagi kitapta yazar? yoksa sizin "hadis ilminizin" yeni kurallarında mıdır? o zaman sizin bu kurallarınıza göre tüm alimler cahil olmalıdırlar. zira I Meclisi, II Meclisi, Behbudi, Seyyid Hoi, Şeyh Asif el-Muhsini ve diğer tüm alimler böyle bir kural tanımamakta ve hangi kitapta olmasına bakmaksızın tüm hadislerin senedlerini incelemektedirler.

              Ben Seyyid Razi'nin İmam Ali a.s gibi birine ait olmayan bir sözü de sırf naklediyorlar diye kitabına aldığına inanmıyorum! sen inanıyorsan bunun nedenini bana açıklamalısın. şayet senin için Razi ve Nehcül Belağa bir değer ifade ediyorsa!
              anlaya bilmen için aynı şeyi kaç defa tekrar etmem gerekiyor bilmiyorum ama son bir defa daha deniyorum: Seyyid Razi r.a "ben bu kitapta ancak sahihleri topluyorum" dememiştir, aksine "ben ancak imam a.s'a nispet edilenleri topluyorum" demiştir. şimdi beni sıkıştırma, Seyyid Razi r.a ve "Nehcul Belağa" düşmanı gibi göstermek gayreti ile "senin için Razi ve Nehcül Belağa bir değer ifade ediyorsa" diye beni zorlayan sen eğer Seyyid Razi r.a'a azack saygı duyuyorsan onun söylemediğini ona nispet etme ve kitabı hakkında söylediklerini kabul et.

              Eğer Razi adil bir ravi değil, kitabı da değersizdir diyebiliyorsan o zaman başka konulara bakmalıyız. Ama Razi kitabına almış sonra biri doğru diğeri yanlış diyorsan bunu deme hakkını bizde de görmelisin. küçümsemek yok!
              bu da yeni bir taktik mi şimdi? Seyyid Razi r.a ve nede "Nehcul Belağa" kitabı bana göre değersiz değildir ama ben onun kitabı hakkında söylemediğini ona nispet etmem.

              ben "bir hutebin zayıf veya sahih olduğunu söylemek benim hakkımdır" mı diyorum ki? benim dediğim şu, her hangi bir hadis, hutbe veya mektubun sıhhatini araştıra bilmek için hadis ilmin kuralları vardır ve buna göre davranılır. mesela sıhhat için konulmuş kurallardan bazılar: tüm ravilerin adil ve güvenilir olması, senedin muttasıl olması ve s.

              senin yaptığın ise bu kuralların hiç birisine dayanıyor değil, havadan sudan sözlere dayanıyor.


              Nehcül Belağayı böyle değersiz görmen tam bir talihsizlik.
              bu bana karşı iftiradır, ben "Nehcul Belağa" için asla "değersizdir" demedim veya onu değersiz görmedim. benim dediğim şu, "Nehcul Belağa"dan daha önce yazılmış ve onun gibi kaynaklar üzerinden değil direk ravilerden alınmış, senedleri ile birlikte yazılmış kitaplar vardır.

              şimdi, bana attığın iftiradan dolayı düşün.


              Eğer şii alimlerimiz ve seleflerimiz de senin gibi davransaydı bu kitabın bu gün adını bile duymazdık! Allah'tan ki öyle yapmamışlar da böylesine bir beliğ eseri bizlere ulaştırmışlar. Allah kendilerinden razı olsun
              Allah onlardan razı olsun ve onları cehalet, hiç bir şey bilmeme ile suçlayan, onların kurallarına uymayanlarada lanet etsin.

              Alimlerin senetlerin sıhhat araştırmalarını kim dine zararlı görmüş ki! senet incelemsi başka, bir hadise uydurma demek başka!
              Allah için ne dediğini biliyormusun sen? alimler senedleri araştırıyor ve zayıf olduğunu, uydurma olduğunu ıspat ediyor. o zaman bunun benim yaptığımdan ne farkı oluyor?

              ortada nakledilmiş bir söz var! vicdan bunun doğru olduğuna hükmediyor akla vicdana yatıyor, kimse bunu kimden duydun demez. dese de sırf ravilerini takdir etmek için der!
              ee, ne duruyoruz o zaman? hadi hepimiz kalkıp Ali a.s ve diğer Ehli Beyt imamları a.s hakkında senin tabirin ile akla ve vicdana yatın olan hadisler yapalım, sonra bunları anlatalım her kese, "imamlar a.s dedi" diyelim. bakalım sonumuz ne olacak? biliyor musun melun gulat da böyle yapardı.

              Alimlerin senet incelemeleri asla hadis sahih mi uydurma mı şeklinde bir sonuç için değildir. Şiada sünnilerdeki gibi mevzu hadis nitelemesi mevcut değildir.
              öncelikle ben şia kaynaklı hadis için "uydurma (mevzu)" demdim, "çok zayıf (zayıf cidden)" dedim. saniyen, şia da mevzu hükmünün olmadığını kim söyledi ki?

              inan yazdıklarının hepsine cevap verilir ama uzatmak istemiyorum. senin tipleri az çok bilirim. sözde inkilapçılarsınız siz, o yüzden sırf "Nehcul Belağa"da geçen bir hutbe için Şehid Seyyid Mustafa Humeyni r.a'ın "yalandır" dediğini söyledim. meraklananlar sizlerin "inkilabi ulema" ve s. gibi masallarınızı bilir, ama bunların sadece bir masal olup hiç bir gerçekliği olmadığını, "inkilabi ulema"nın sözünü işinize gelmeyince görmediğinizi de bilir. o yüzden bunu bir daha belgelemek için onun adını vermiştim ve belgelendi de, görmezden gelip geçtin. inşaAllah bu hadisin senedini alimlerimizden Şeyh Müslim Darevi ve Şeyh Hüseyin er-Razi'ye de e-mail ile soracağım. gelecek cevabı da sonda buraya ekleyeceğim, bakalım o zaman ne diyeceksin.

              Yorum


                #22
                Ynt: imamlar a.s ve sultanlar

                edebinle yazacaksan yaz yoksa ben de aynı şekilde ağzımı bozmak zorunda kalacağım! Şiayı anlatacak insanda biraz ahlak lazım. Zır cahil ne demek! sana yukarıda kibirle alayla ilgili ayet yazdım azıcık nasiplensen zararın katlanmaz!

                ben sana net soru sordum! Razi toplarken seçmiş mi seçmemiş mi? İmama nispet edilen her şeyi mi almış? İmama iftira atmanın büyük vebalini biliyordu mu bilmiyor muydu? bu iftira kendisi de uydursa başkasının uydurduğunu da nakletse değişen bir şey olur mu? İmama atılan bir iftiranın dine ne kadar zarar vereceğinin şuurunda değil miydi? neden diğer rivayetleri değil de bunları aldı? İmamın hutbelerini toplarken kendisi sahih olduğuna inananları mı aldı yoksa öylesine her önüne geleni mi aldı? dikkat et biharul envar hakkında konuşmuyoruz. Biharul envar yazarı hakkında denir rivayetlerin yasak olduğu bir zamanda rivayetler yok olmasın kaybolup gitmesin diye hepsini aldı ve devasa bir rivayet denizi oluşturdu. onunla nehcül belağa aynı mı!

                bana net cevap ver Razi aldıklarının sahih olduğuna inanıyor muydu inanmıyor muydu?

                Yorum


                  #23
                  Ynt: imamlar a.s ve sultanlar

                  Nehcül Belağa hakkında: Allah sözünün altında, beşer sözünün üstündedir denmiştir!

                  Yorum


                    #24
                    Ynt: imamlar a.s ve sultanlar

                    BİSMİHİ TEALA

                    HAMD ALEMLERİN RABBİ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN

                    RABB'İMDEN HAK İLE BATILI AYIRIP DOĞRULARLA OLMAYI MUAVVAK KILMASINI DUA EDERİM

                    Selamun Aleykum Aziz ve Değerli Kardeşlerim;

                    DELİL, CEDEL VE MÜNAZARA
                    Üstat Muhsin Kıraati (r.a);
                    Öğrenim görmüş ve kalem ehli olan fertler, inatçı ve sabit fikirli olmamaları kaydıyla, mantıklı ve delilli bir sözü kabul ederler. Eğer söz konusu şahıslar inkarcıysalar, kesinlikle bu yöntem (delil ve münazara) uygulanmalıdır. Zira delil olarak Kur'an-ı Kerim'i ve Masum Ehl-i Beyt İmamları'nın (a.s) sözlerini getirmek, dinin ve mektebin aslını kabul etmiş kimseler için yararlı ve etkilidir. Bundan dolayı, mantık ve felsefe öğrenimi zorunlu bilmeyen veya bazı durumlarda zararlı sayan kimselerin düşüncelerinin aksine, davetçinin metaryalist ve inkarcıların şüphe ve sorularına yanıt verecek güçte olması için bu yöntem ve delilleri bilmeleri gerekir.
                    Allah'u Teala(c.c) buyuruyor ki; "Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır. (Nahl, 125)
                    Bu yüce Allah'ın (c.c) emridir.
                    Hz İmam Ali (a.s), hikmeti müminin yitirdiği mal olarak değerlendirmekte ve şöyle buyurmaktadır:
                    "Hikmet, Müminin yitiğidir; O, nifak ehlinde dahi olsa alınız. (Nec. Belğ. Hikmetli söz. 80.)
                    İnkarcılardan delillerini getirmelerini isteyen bir Rab "Deki: Kesin kanıtınızı -burhanlarınızı- getirin" (Bakara,111) kendi dinini delilsiz olarak tebliğ eder mi?
                    Allah'ın düşmanlarıyla Hz. İbrahim (a.s) gibi mantıklı ve delillerle tartışmak gerekir ki, karşı taraf şaşkına dönsün:
                    "İbrahim: Şüphe yok, Allah güneşi doğudan getirir, (hadi) sende onu batıdan getir deyince, o inkarcı böyle afallayıp kalmıştı." (Bakara, 258)
                    Kur'an ayatlerindeki örneklerin çoğu delil üzerine olup, hükmü kanıtıyla birlikte beyan etmektedir. Öreğin Kur'an, kadınların, erkeklerin sorumluluğunda oluş nedenini, erkeklerin düşünme güçlerinin dugusal güçlerinden arı ve fazla oluşunu, fiziki olarak daha fazla güce sahip olduğuna bağlamakta ve kadının tüm ihtiyaçlarının erkek tarafından karşılanması zorunlu kılmaktadır.:
                    "Alah'ın bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde sorumlu gözeticidir." (Nisa, 34)
                    Kur'an bir başka ayette, şarabın haram olmasına yönelik şöyle bir delil getirmektedir:
                    "Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister." (Maide,91)
                    Kanıt getirme gücüne sahip olan bir davetçi, muhaliflerin sözünden hiçbir şekilde korkmaz, onlara sözlerini söylemeleri için fırsat verir, onları dinledikten sonra kanıt ve delil ile onların önünü alır ve de şüphelerine ve sorularına yanıt verir. Bu yöntemi Hz. Musa (a.s) ve Allah'a iman eden sihirbazların Firavun (l.a) ile olan tartışmalarında görmekteyiz:
                    Sihirbazlar, bir olan Allah'a iman ettikten sonra, Firavun dedi ki: "Neden ben izin vermeden önce Musa'ya iman ettiniz?" Sihirbazlar şöyle cevap verdiler: "Biz asla seni Musa'ya tercih etmeyeceğiz. Bu dünya hayatı geçmektedir; her ne istiyorsan onu yap. Biz günahlarımızdan geçmesi ve senin bize dayattığın sihir günahını bağışlaması için Rabbimize iman ettik ve Allah daha hayırlı ve daha süreklidir." (Taha, 72,73)
                    Kur'an, hakkın ve hakikatın açığa çıkmasını istemektedir. Hikmet ve hakka ulaşma yöntemi ise ilim ve akıladır. Ama Kur'an, mücadele gibi diğer yöntemleri de ayette buyurduğu üzere önermektedir:
                    "Onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. (Nahl, 125)
                    "Cedel" rakibin teslim olmasını sağlamayı güden, ancak ilmi ve akli konuşmalar ile sınırlı olmayan, tersine her ne kadar kesin ve herkesin kabul ettiği ölçüler olmasa da rakibin benimsediği şeylerden yararlanan bir yöntemdir.
                    Örneğin, rakip, bir araştırmacının sözünü kabul etmektedir ve bizim o araştırmacının sözünü kabul etmeme ihtimalimizle birlikte, onun sçzüne dayanmak suretiyle rakibi yenilgiye uğratabiliriz
                    Değişik din alimlerinin hazır bulunduğu bir ilmi münazara/tartışma oturumunda Hz. İmam Rıza (a.s), Hz. İsa'nın (a.s) Allah'ın oğlu olduğuna inanan bir Hiristiyan din aliminin karşısında cedel yöntemi kullandı ve buyurdu ki: "Hz. İsa 'nın (a.s) bütün sıfatları iyi idi; ancak onun bir eksiği vardı, o da ibadet etmeye ilgisinin olmayışıydı. "Hiristiyan din alimi dedi ki: Bu nasıl bir sözdür? O'nun (a.s) ibadeti halkın hepsinden daha fazlaydı. Bunun üzerine Hz. İmam Rıza (a.s) şöyle buyudu: "O halde eğer Hz. İsa (a.s) ibadet ediyorduysa, Allah'ın oğlu olmayıp onun kuluydu, zira ibadetin manası kulluktur." (Müntehe'l Amal, Hz. İmam Rıza (a.s) hayatı)
                    Bu tartışmada Hz. İmam Rıza (a.s), Hiristiyan din alimin kabul ettiği bir konudan yararlanarak bunu onu ikna etmek için kullandı.
                    Hak yolunda yapılan cedelde, tartışma hedef rakibi küçük düşürmek ve ondan üstün olduğunun ve onun yenmenin kanıtlanması olmayıp, rakibin düşüncelerine ve ruhun derinliklerine sızmaktıdr ki bu, belirtilen en güzel şekilde mücadele etmedir. "Onlarla en güzel bir biçimde mücadele et." (Nahl,125)
                    Tartışmada insafa riayet etmeye ek olarak inatçılık ve kincilikten de kaçınılmalıdır.
                    Hz. İmam Cafer-i Sadık (a.s), buyuruyor ki; "En güzel biçimde mücadele etmenin bir örneği "Yasin Suresi"nin sonunda inkarcılar hakında işlenmiş konudurdur.
                    Çürümüş kemiği Hz. Peygamber'in (s.a.a)) önüne koyup, "Kim bunu diriltmeye gücü vardır?" diye soruklarında O (s.a.a) şöyle buyurdu:
                    O kemiği dirilticek olan, onu ilk defa yaratan ve yaşil ağaçtan size ateş çıkaran Allah'tır." (Numune Tefsiri,c.16,300-301)
                    Tebliğde önemli olan bir metot olan, Hz. İmam Muhammed Bakır (a.s) ve Hz. İmam Cafer-i Sadık (a.s) gibi İmamların kendisinden faydalandıkları münazara (özgür tartışma) yöntemine cedel konusu işlerken değinmemiz yerinde olacaktır. Yöntem bazında, rakipler ile mücadele etmede bütün Peygamber ve İlahi önderlerin temel faliyeti, özgür ve mantıklı tartışma olmuştur.
                    Münazara ve tartışmada yalnız üstün bir mektep ile güçlü ve kuvvetli bir mantıklı yeterli olmayıp, bunların doğru tartışma ve mücadele metoduyla birlikte olması da gereklidir.
                    Özgür tartışmada takınalacak tavır, yumuşaklılık ve sevgi ile birlikte olmalı ve şiddetten kaçınılmalıdır. Tartışmadaki rakibe yönelik tavrın ve tartışma yöntemi, bu aşamada en derin tesiri bırakmaktadır.
                    Tartışmalarda uzman, kılı kırk yaran ve bilimsel konulara hakim olup onları iyi bilen nice kimseler vardır, ancak bunlar, güzel mücadele ve yapıcı tartışma yöntemini bilmediklerinden dolayı diğer insanlarla konuşurken onların kalplerine sızmada daha az başarılı olmaktadırlar.
                    "Mufezzal İbn Ömer'in meşhur tevhit hadisinin girişinde , kendisinin deyişiyle okumaktayız ki; "Ben, Hz. Peygamber'in (s.a.a) kabrinin yanında bulunuyor ve o yüce şahsiyetin makamının büyüklüğü hakında düşünüyordum, bu sırada İbn Ebi'l-Evca'nın (metaryalistliği ile tanına bir şahıs) geldiğini gördüm. O, bir köşeye oturup, çok planlı ve şeytanca bir şekilde yüce Allah'ı (c.c) ve O'nun kutlu Resulünü (s.a.a) inkar etmeye başladı. Ben onun sözlerinden ötürü çok sinirlendim ve rahatsız oldum. Kalkıp ey Allah'ın düşmanı, ateistliği mi savunuyorsun ve seni en güzel bir biçimde yaratan Allah'ı mı inkar ediyorsun? diye bağırdım. (Numune Tefsirinden özet c.12,16,18,20)
                    İbn Ebi'l-Evca, yüzünü bana çevirip dedi ki: Eğer İmam Cafer-i Sadık takipçilerindensen, O, bizimle böyle konuşmamaktadır. O, bizden bundan fazlasını da duymuş ve asla bize küfür etmemiş, kötü söz söylememiş, bize yanıt verirken şiddet ve hakaret yolunu şeçmemiştir. O, sabırlı, akıllı, zeki ve metin bir adamdır.
                    Bundan dolayı tartışma, her şahsın yapabileceği bir iş değildir ve insanın değişik tarzlara hazırlıklı olması gereklidir.
                    Hz. İmam Cafer-i Sadık (a.s) dostlarından biri olan Tayyar, İmam'a (a.s); Siz duyduğum kadarıyla muhalifleriniz ile münazara yapmaktan hoşlanmıyormuşsunuz; diye söylediğini ve Hz. İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle cevap verdiğini nakleder: "Biz, senin gibi uçtukları ve yükseldikleri vakit, güzelce inebilen ve oturduğu zaman güzelce uçabilen kimselerle münazara yapmaktan rahatsız değiliz." ( Biharu'l Envar c.2 s. 136)

                    Bu genelleme olan bir yazı idi ama malesef ilmimizin kıt olması hasabiyle tartışmalarıızın seyri ne kötü bir şekil almaktadır.
                    Bu mesele de ise Elmeddin kardeşimin Evet, halkı hidayete erdirmek ve bilinçlendirmek, davetçilerin görevidir ve bu, Allah'ın onlardan aldığı bir ahit ve sözdür.
                    Hz. İmam Ali (a.s) buyuruyor ki;
                    "Allah; öğrenmeleri için bilmeyenlerden ahit ve söz almadan önce, bilmeyenlere öğretmeleri için bilenlerden söz almıştır." (Usul-Kafi, c.1, s.51)
                    Allah'u Teala da buyuruyor ki; "Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun." (Al-i İmran, 104)
                    Elbette Elmeddin kardeşimin boynundaki sorumluluk olduğundan böyle izahlı ve delili bir açıklamaları ortaya koyması yapılabilecek en doğal görevidir ve bundan dolayı kınanmamalıdır. Ama alimlerimizin buna olan söylemlerinide göz arda etmemeliyiz Seyh Mufid , Cafer Suphani tarihi anlatımlarda ve değerli Ehl-i Beyt alimlerimizin munazaralarda delil olarak kullanmasınıda göz ardı edememektir. Çünkü bu meselelerde aldığım ders ve tasdik eden alimlerden bir haber olduğumdan benimde içimde bir şüphe ve tekrardan araştırma ve sorma çabası içerisine itmiştir Arapçam olmadığından bunu şia kaynaklarından yapamamaktayım bunu için Nech'ül Belağa 134. hutbeyide araştırmasını rica da bulundum. Elbette bu konuda ben tarihin akışında bunu değerlendirilmesini tercih ederim inşAllah Allah muavvfak kılarsa bunun için geniş aytınlatıcı bir tarihi örneklerle açıklamaya çalışacağım.

                    Ve bir de Elmeddin Kardeşim Nech'ül Belağa da ki 146. hutbeyi İbn Esir, el Kamil, c.3, s.3, Tarih-i ibn Kesir, c.7, s.107 ve Biharu'l Envar, c.9, s.501 bu hutbe mevcut bunlarıdan ravi zincirine bakabilirmisiniz?

                    Allah'a emanet olun...




                    Yorum


                      #25
                      Ynt: imamlar a.s ve sultanlar

                      BİSMİHİ TEALA

                      HAMD ALEMLERİN RABBİ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN

                      RABB'İMDEN HAK İLE BATILI AYIRIP DOĞRULARLA OLMAYI MUAVVAK KILMASINI DUA EDERİM

                      Selamun Aleykum Aziz ve Değerli Kardeşim selmancan;

                      Aramıza hoş geldiniz Katıldığınız ve bilgilerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz..Allah devamınıda muavvfak kılsın
                      Allah'a emanet olun...

                      Yorum


                        #26
                        Ynt: imamlar a.s ve sultanlar

                        [quote author=selmancan link=topic=24485.msg165182#msg165182 date=1356902021]
                        edebinle yazacaksan yaz yoksa ben de aynı şekilde ağzımı bozmak zorunda kalacağım! Şiayı anlatacak insanda biraz ahlak lazım. Zır cahil ne demek! sana yukarıda kibirle alayla ilgili ayet yazdım azıcık nasiplensen zararın katlanmaz![/quote]

                        edebi senin gibi daha bilgisi olmayan bir konuya müdhil olan birisinden öğrenecek değilim. eğer senin azacık edebin varsa burada kendini daha da gülünç duruma düşürme.

                        ben sana net soru sordum! Razi toplarken seçmiş mi seçmemiş mi? İmama nispet edilen her şeyi mi almış?
                        öncelikle Seyyid r.a senin seviyende veya yoldan geçen birisi değildir. evde babana da mı böyle hitap edersin sen? soruna gelince, buna defalarca cevap verdim, tekrar sormanı anlama sorunun olduğu şeklinde algılıyorum. Seyyid Razi r.a bu kitabında imam a.s'a nispet edilenleri toplamıştır ki, bunların içeriisnde sahihlerde vardır, zayıflarda.

                        İmama iftira atmanın büyük vebalini biliyordu mu bilmiyor muydu? bu iftira kendisi de uydursa başkasının uydurduğunu da nakletse değişen bir şey olur mu? İmama atılan bir iftiranın dine ne kadar zarar vereceğinin şuurunda değil miydi? neden diğer rivayetleri değil de bunları aldı? İmamın hutbelerini toplarken kendisi sahih olduğuna inananları mı aldı yoksa öylesine her önüne geleni mi aldı?
                        iftira mı? arkadaşlar dikkatli olun, yeni hadis kuralları belirleyen arkadaşımızdan yeni bir kural daha geldi, zayıf hadis rivayet etmek iftira oluyormuş. o zaman her hnagi bir kitapta zayıf hadis bulununca kitabı telif eden muhaddis müfteri mi oluyor? kitabının önünde "ben ancak sahihleri topluyorum" diye şart belirten muhaddisler bile hata ederek bazen zayıf hadisleri rivayet etmiştirler. şu halde onlar daha müfteri oluyorlar ha?

                        kaldı ki, Seyyid r.a kitabının mukaddimesinde açıkca bildiriyor neleri topladığını. kaynaklarda geçen, imam a.s'a nispet edilen her hutbe ve mektubu alıyorum diyor. sen Seyyid r.a'ı yalanlıyor musun?


                        dikkat et biharul envar hakkında konuşmuyoruz. Biharul envar yazarı hakkında denir rivayetlerin yasak olduğu bir zamanda rivayetler yok olmasın kaybolup gitmesin diye hepsini aldı ve devasa bir rivayet denizi oluşturdu.
                        konu "Bihar" değil ama onun hakkında söylediklerinden de sadece atmasyondur, "denir ki" sözünden bu bilgiyi nerelerden aldığın tahmin etmek çok zor değil.

                        Yorum


                          #27
                          Ynt: imamlar a.s ve sultanlar

                          BİSMİHİ TEALA

                          HAMD ALEMLERİN RABBİ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN

                          RABB'İMDEN HAK İLE BATILI AYIRIP DOĞRULARLA OLMAYI MUAVVAK KILMASINI DUA EDERİM

                          Selamun Aleykum Aziz ve Değerli Kardeşim;


                          Peygamberler'in (s.a) ve İmamlar (s.a) toplum içerisinde Susmaları, İnzivaya çekilmeleri, Kıyam etmemeleri veya Kaçmak zorunda kalmaları Maslahat gözetmeleri? Ve zamanın zalim kral ve sultanlarına yardımları olmaları ne anlama geldiğini Allah'ın yardımı ve muavvakiyetiyle anlatmaya çalışacağım bunu anlatma sebebim bu blokta şia'ların ittifak olunan bir konuda ikiye bölünmesinden dolayıdır.

                          Elbette bunların hepsinin nedeni Taraftarlarının ve yardımcılarının olmaması sebebiyledir.

                          Öncelikle genel Peygamberlerin ve vasilerin durumunu göz alalım;

                          Evvela; enbiya ve vasiler İlahi emirler üzere hareket ederlerdi ve kendilerinden bir iradeleri yoktu. Dolayısıyla onları; neden kıyam etmediler, sustular veya neden düşmanlar karşısında kaçtılar veya gizlendiler diye eleştirmek olmaz.
                          Nitekim büyük enbiya ve vasilerin tarihini inceleyecek olursanız, bu tür olaylardan çok görürsünüz, özellikle Kur’ân bunlardan bazısına da değinmiştir. Onlar, taraftarlarının olmaması sebebiyle susmuş, oturmuş, kaçmış veya saklanmışlardır.

                          Nitekim Kamer suresi 10. ayette, Hz. Nuh peygamberin şu sözü bildirilmektedir:

                          “Bunun üzerine Rabbine: ‘Ben yenik düştüm, bana yardım et!’ diyerek yalvardı.”

                          Hakeza Meryem suresi 48. ayette, Hz. İbrahim amcası Azer’den yardım dileyip olumsuz cevap alınca şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

                          “Sizden de, Allah’ın dışında taptığınız şeylerden de uzlet ediyor (uzaklaşıyor) ve Rabbime yalvarıyorum.”

                          Hz. İbrahim amcası Azer’den yardım görmeyince uzlete çekildi; Hz. Ali (a.s) da işte bu yüzden gerekli taraftar ve yardımcı bulamadığı için bir köşeye çekildi.

                          Soru; Zannedersem bu uzletten maksat, kalbi uzlettir. Yani onlardan kalben uzaklaştı, mekan olarak değil.?

                          Eğer her iki fırkanın da tefsirine bakacak olursanız, bu uzletin mekansal bir uzlet olduğunu görürsünüz, kalbi bir uzlet değil. Nitekim imam Fahr-u Razi Tefsir-i Kebir, c. 5, s. 809’da şöyle diyor: “Uzlet bir şeyden uzaklaşmak manasınadır, Hz. İbrahim’in uzleti mekan ve yol açısından onlardan uzaklaşmasıdır.”
                          Nitekim siyer alimlerinin de yazdığı gibi Hz. İbrahim Babil’den Fars dağlarına hicret etti. Yedi yıl o dağların eteğinde yaşadı. İnsanlardan uzaklaştı. Daha sonra Babil’e geri döndü, davetini açıkladı ve putları kırdı. Bunun üzerine onu yakalayıp ateşe attılar. Allah-u Teala da ateşi ona soğuk ve selamet kıldı. Böylece risalet emrini ortaya çıkardı.

                          Kasas suresi 21. ayette de Hz. Musa hakkında şöyle buyurulmaktadır:

                          “Musa korka korka, (etrafı) gözetleyerek oradan çıktı ‘Rabbim! Beni zalimler güruhundan kurtar.’ dedi.”

                          Allah’ın büyük peygamberleri bile korku içinden kaçarlarken Peygamber (s.a.a)’in vasisi uzlete çekilemez mi?

                          Allah-u Teala, A’raf suresi 150. ayette de İsrail oğullarının Hz. Musa’nın gıyabında Samiri’nin kandırmasıyla buzağıya taptığını ve Musa’nın halifesi olan Harun’un ise sükutunu rivayet ettikten sonra şöyle buyurmaktadır:

                          “Kardeşinin başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi Anam oğlu bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve neredeyse beni öldüreceklerdi.”

                          Kur’ân ayetlerinin de beyan etmiş olduğu üzere Hz. Peygamber (s.a.a) ve Hz. Musa’nın halifesi olan Hz. Harun tek başına olduğu ve ümmetin kendisini aşağıladığı bir sırada susarak kıyam etmemişlerdir.

                          Hz. Peygamber (s.a.a) de Hz. Ali (a.s)’ı Harun’un bir benzeri saymış ve Harun’un makamına sahip olduğunu açıkça beyan etmiştir. Hz. Ali (a.s) kendini, gerçekleşmiş bir olay karşısında tek başına bulunca Harun gibi sabr ve tahammül etmiştir.

                          Nitekim önceki geceler arz etmiş olduğum büyük alimlerinizin de kitaplarında yer alan rivayetler esasınca, Hz. Ali (a.s) zorla mescide götürülüp biat etmesi için üzerine kılıç çekildiğinde, Peygamber (s.a.a)’in kabrine gitmiş ve Harun’un Musa’ya söylediği şu sözü tekrarlamıştır:

                          “Ey Anam oğlu bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve neredeyse beni öldüreceklerdi.”

                          Yani ey Resulullah (s.a.a) gör bak bu ümmet beni yalnız bıraktı, zayıf gördüler ve beni öldürmek istiyorlar.

                          Peygamber (s.a.a) bile Mekke’de 13 yıl sükut etti ve sonunda da geceleyin vatanından kaçmak zorunda kaldı.

                          O da önceki Peygamberler gibi taraftarları ve dostları olmadığı için sabretmiş, sonra da kaçmıştır. Tahammül edilemeyen şeylerden kaçmak Peygamberlerin sünnetidir. Hatta Hz. Peygamber (s.a.a) kudret zamanında bile kavminin bütün bidatlerini ortadan kaldıramadı.

                          Soru; Hz. Peygamber (s.a.a)’in bidatleri ortadan kaldıramadığına nasıl inanılabilir?

                          Hamidi Cem’un Beyn’es- Sahihayn’de, imam Ahmed bin Hanbel ise Müsned’de, Peygamber (s.a.a)’in Ümm’ül müminin Aişe’ye şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:
                          “Eğer insanlar cahiliye zamanına yakın olmasaydı ve kalben inkar edeceklerinden korkmasaydım, Kabe’yi yıkıp Hz. İbrahim zamanında olduğu gibi dışarıda kalan bölümlerini de içine alır ve evi yere oturturdum. Doğu ve batı tarafına iki kapı açardım ve temelini Hz. İbrahim’in bina etmiş olduğu temel üzere kurardım.”

                          Beyler biraz insaflı olun, Peygamber (s.a.a) gibi o büyük makama sahip İlahi bir insan bile sahabesi arasında şirk ve küfrün eserlerini yok etme noktasında ihtiyatlı davranıyorsa (kendi alimlerinizin yazmış olduğuna göre) ve İbrahim’in binasında yapılan bidatleri değiştirip asıl şekline döndüremiyorsa, inatçı ve bağnaz ve hasetçi bir kavim karşısında Hz. Ali (a.s) gibi birisinin ihtiyat etmesi normal bir şeydir. Zira onlar fırsat kolluyor, dine büyük bir darbe vurmak istiyorlardı.

                          Nitekim Vasıti, İbn-i Meğazili ve Hatib-i Harezmi, kendi Menakıp’larında Peygamber (s.a.a)’in Hz. Ali’ye şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler:

                          “Ümmet sana karşı kinlidir, benden sonra sana hile yapacak, içlerinde olanı açığa vuracaktır; Allah-u Teala’nın sana mükafat vermesi için sabretmeni vasiyet ediyorum .”

                          Ben derim ki; Burdan da anlaşılacağı üzere daha yeni filizlenmiş bir fidan olan islam ve geleceğin ümmeti için Ehl-i Beyt İmamları (a.s) buradaki rol ve tavırları o zamanın durum ve şartlarında incelenip ve bunların herbirinde yatan hikmetler göz önünde bulunulmalıdır.

                          Kısa olarak Hz. İmam Ali (a.s) durumunu göz önünde bulunduralım;
                          Hz. Ali’nin Peygamber (s.a.a)’in Vefatından Sonra Muhalifleriyle Savaşmamasının Nedeni ve Allah İçin Susup Sabretmesi
                          Hz. Ali (a.s) hayatında asla kendini görmeyen yegane kahramandı. O sadece Allah’ı görüyordu, bütün varlığı Allah’ta fenaya ermişti. Kendini, yakınlarını, imameti, hilafeti ve riyaseti, sadece Allah-u Teala için istiyordu, düşmanları karşısında hakkını elde etmek için kıyam etmemesi de Allah-u Teala içindi. O, insanların tefrikaya düşüp cahiliyeye dönmesinden korkuyordu.

                          Nitekim Hz. Fatıma (a.s) hakkı gasp edildikten sonra ümitsizce evine dönüp Hz. Ali’ye şöyle arz ettiğinde:

                          “Anne karnındaki çocuk gibi evine kapanmışsın, itham edilmiş bir sanık gibi evine gizlenmişsin, atmacaların kanadını kırdıktan sonra şimdi zayıf kuşların kanadında aciz kalmışsın, onlara gücün yetmiyor. Halbuki Ebubekir zorla babamın evlatlarına bıraktığı maişeti kesiyor, bana karşı açıkça düşmanlık yapıyor ve benimle mücadele ediyor.”

                          Hz. Ali (a.s) bu çok uzun konuşmayı dikkatlice dinledi ve susunca da verdiği kısa bir cevapla onu ikna etti. Bu cümleden şöyle buyurdu:

                          “Ey Fatıma, ben din ve hakkı
                          alma hususunda mümkün olduğu kadar gayret ettim. Sen bu dinin baki kalmasını ve
                          babanın adının ebediyen minarelerden yükselmesini istiyor
                          musun?”


                          Fatıma (a.s): “Bu benim en büyük arzumdur.” dedi.

                          Hz. Ali (a.s): “O halde sabretmen gerekir. Baban Hatem’ul- Enbiya bana vasiyetler etmiştir. Sabretmem gerektiğini biliyorum. Yoksa düşmanları zelil edecek ve hakkını onlardan alacak güce sahibim. Ama bil ki o zaman din ortadan kalkar; o halde Allah ve din için sabret. Zira ahiret senin için gasp edilen hakkından daha iyidir.”



                          Bu yüzden Hz. Ali (a.s), fitne fesat
                          çıkmasın diye sabrederek İslâm’ı korumaya çalıştı.Nitekim kendi hutbe ve
                          beyanlarında da buna defalarca işaret etmiştir.

                          Hz. Ali’nin, Susup Kıyam Etmemesinin NedeniHakkındaki Sözleri
                          Güvenilir alimlerinizden İbrahim bin Muhammed Sakafi, İbn-i Ebi’l- Hadid, (Nehc’ul- Belağa Şerhi’nde) ve Ali bin Muhammed Hemedani şöyle rivayet etmekteler: “Talha ve Zübeyr biatlerini bozup Basra’ya doğru gidince, Hz. Ali (a.s) halka camide toplanmalarını emretti. Camide okuduğu hutbesinde Allah-u Teala’ya hamd-ü sena ettikten sonra şöyle buyurdular:

                          “Allah-u Teala Peygamber’ini aramızdan aldıktan sonra; “Biz Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyti, yakınları, varisi, itreti ve dostlarıyız; O’nun rütbe ve makamına en layık olanlarız; Onun hakkı ve hakimiyeti hususunda ihtilaf etmeyiz” dedik. Ama bir grup münafık el-ele vererek hilafeti bizden aldılar, birbirine havale ettiler. Allah’a and olsun bu işten dolayı hepimizin gözleri ve kalpleri ağladı, göğsümüz kinle doldu. Allah’a and olsun ki, küfre döneceklerinden ve fitneye düşeceklerinden korkmasaydım, hilafeti değiştirirdim. Müslümanlar bana biat edinceye kadar onlar hilafetle meşgul oldular. Talha ve Zübeyr o gün bana ilk biat edenlerdendi. Onlar Müslümanlar arasında fitne ve iç savaş çıkarmak için Basra’ya doğru yola düştüler.”

                          Hakeza İbn-i Ebi’l- Hadid ve büyük alimlerinizden Kelbi, Hz. Ali (a.s)’ın Basra’ya doğru hareket ederken halka şöyle hitap ettiğini rivayet etmekteler:

                          “Peygamber (s.a.a) vefat ettikten sonra Kureyş aleyhimize birleşerek, tüm insanlardan daha layık olduğumuz o hakkı bizden aldılar. Ben Müslümanların tefrikaya düşmesinden korkarak sabretmenin daha iyi olduğunu gördüm. Zira eğer sabretmeseydim Müslümanlar arasında ihtilaf çıkar, kanlar dökülürdü. Çünkü Müslümanlar daha yeni İslâm’a girmişlerdi.”

                          O halde Hz. Ali (a.s)’ın Ebu Bekir’in hilafetine karşı susması hoşnutluğundan değildi. Zira Hz. Ali (a.s) bir yandan fitne ve kan dökülmesinden ve bir taraftan da dinin ortadan kalkıp küfrün galebesi ve irtidatlardan korkuyordu.

                          Nitekim altı aylık bir zaman zarfında susmuş, tartışmış, herkes O’nun hilafete karşı olduğunu anlamış ve alimlerinizin yazdığı üzere dinin korunması için biat etmiştir. Onlara, hilafetten hoşnut olduğundan değil, hakikatte İslâm’a yararı olduğundan dolayı yardımda bulunmuştur.

                          Nitekim Malik Eşter vesilesiyle Mısır halkına yazdığı mektupta bunu ifade etmiş, hem sükutunun ve hem de biatinin bizzat din için olduğunu açıkça beyan etmiştir. İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 4, s. 164’de bu mektubu şu şekilde rivayet etmiştir:

                          “Allah-u Teala, Muhammed’i alemler için korkutucu, Resulleri için de şahit olarak gönderdi. O göçtükten sonra Müslümanlar, hilafet hususunda çekişmeye başladılar. Allah-u Teala’ya and olsun, Peygamber (s.a.a)’den sonra bu işi Ehl-î Beyti’nden alacaklarını, bana engel olacaklarını aklıma bile getirmedim. Baktım, bir de ne göreyim! İnsanlar filana biat ediyor! İnsanların dinden döndüklerini, halkı Muhammed’in dinini iptal etmeye çağırdıklarını görünceye dek elimi tuttum, sabrettim. Fakat bu olaylar olurken, İslâm’a yardım etmezsem, onda bir gedik açılmasından veya yıkılmasından korktum. Çünkü bu musibet, benim için az bir zaman sürecek, sonra serap gibi yitecek, bulut gibi dağılıp gidecek olan hilafetten, size emir olmaktan daha büyüktü. Hemen işe koyuldum, batıl yok olup gidinceye, din bütünüyle istikrara kavuşuncaya kadar mücadele ettim.”

                          Hakeza İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi, c. 2, s. 35’de, İbrahim bin Saat bin Hilal-i Sakafi’den, o da kendi ricalinden, o da Abdurrahman bin Cündeb’den, o da babasından şöyle rivayet ediyor: “Mısır düşmanlar tarafından fethedilip Muhammed bin Ebi Bekir şahadete eriştikten sonra Hz. Ali (a.s) uzun bir hutbe irad etti. (Mısır ehline yazdığı mektuptaki cümleleri aynen ifade etmiş ve Peygamber (s.a.a)’den sonra Müslümanların durumu hakkındaki hoşnutsuzluğunu dile getirmiştir.) O hutbenin zımnında şöyle buyurdu:

                          “Adamın biri şöyle dedi: “Ey İbn-i Ebi Talib, sen bu hilafet işine çok hırslısın!” Ben de cevaben dedim ki: “Siz benden daha hırslı ve o makamdan daha uzaksınız. Hangimiz bu konuda daha hırslıyız? Allah-u Teala ve Resulü’nün bizlere karar kıldığı mirası ve hakkı isteyen ben mi, yoksa benim hakkımı elimden alan, benle hakkım arasında engel olan sizler mi?” Bunun üzerine o adam şaşırıp cevap vermekten aciz kaldı. Şüphesiz Allah-u Teala zalimler kavmini hidayete eriştirmez.”

                          Bu sözlerden ve vakit olmadığı için aktaramadığım diğer beyanlardan da anlaşıldığı üzere, Hz. Ali (a.s)’ın susup kıyam etmemesinin ve (alimlerinizin görüşüne göre) 6 aydan sonra biat etmesinin asıl nedeni, dinin yok olmasını ve Müslümanlar arasında fitne ve tefrikanın çıkmasını önlemekti. Bu O’nun hilafetten hoşnut olduğu anlamında değildir. Zira o gün Hz. Ali (a.s) kıyam etmiş olsaydı, defalarca kendisini kıyama teşvik edenler etrafında toplanır ve böylece bir iç savaş başlardı. Peygamber (s.a.a) dünyadan yeni gittiği, Müslümanlar cahiliye dönemine yakın olduğu ve henüz iman da kalplerine yerleşmediği için yabancılar, Yahudiler, Hıristiyanlar, Müşrikler ve hepsinden de önemlisi münafıklar bir bahane bularak İslam dinin, izzet ve esaslarını tehlikeye düşürebilirlerdi.

                          Hz. Ali (a.s), gerçekleri bilen biri olduğundan ve Peygamber (s.a.a)’in haber verdiği üzere, dinin esasının tamamiyle ortadan kalkmayacağını bildiğinden... dinin maslahatı için sabretmeyi kıyam etmekten daha uygun gördü. Zira kıyam edecek olsaydı, Müslümanlar arasında fitne çıkacak, düşmanlara fırsat verecek ve din tehlikeye maruz kalacaktı. Gerçi Peygamber (s.a.a) dinin bekasını haber vermişti. Ama Müslümanlar zelil bir duruma düşecek ve bir müddet İslam dini gerileyecekti.

                          Ama kendi hakkının ispatı için 6 ay sabretti. Birçok toplantılarda münazara ve tartışmalarla hakkı aşikar etti. Önceki geceler söylediğim gibi biat etmedi. Ama kıyam da etmedi. Tartışmalarda hakkı ispat etmeye çalıştı. Nitekim Şıkşıkıye hutbesinde bu manaya işaret ederek şöyle buyurmuştur:

                          “Allah-u Teala’ya and olsun ki, Ebi Kuhafe oğlu, yerimin hilafete nispet değirmen taşının mili gibi olduğunu bildiği halde hilafeti bir gömlek gibi giyindi. Oysa sel (ilim ve hikmet) benden akar ve hiçbir kuş (ilim ve bilgi fezasında) benim uçtuğum yerlere uçamazdı. Ben böyle olmama rağmen hilafetle arama bir perde çektim, onu koltuğumdan silkip attım. Başladım düşünmeye; kesilmiş el ile (yar-u yaver olmaksızın) saldırıya mı geçeyim, yoksa kapkaranlık körlüğe (halkın sapmasına) sabır mı edeyim? Öyle bir karanlık körlük ki bu büyüğü tamamıyla yıpratır, küçüğü tümüyle ihtiyarlatır, mümin kimse de Rabbine ulaşıncaya dek bu karanlık körlükte zahmetten zahmete düşer. Gördüm ki sabretmek daha gerekli; gözümde diken, boğazımda kemik olarcasına sabrettim. Mirasımın yağmalandığını görüyordum. Nihayet birincisi (Ebu Bekir) yolunu tamamlayıp hilafeti kendinden sonrakinin ( Ömer İbn-i Hattab’ın) kucağına attı...”

                          Bu hutbe baştan sona kadar Hz. Ali (a.s)’ın iç dünyasındaki dertleri yansıtmaktadır.

                          ŞİA VE SÜNNİ ALİMLERİ ARASINDAKİ SEYYİD RAZİ VE NECHÜL BELAĞA HAKKINDAKİ BİR MÜNAZARA

                          Şıkşıkıyye Hutbesine Yönelik Eleştiri ve Yanıtı
                          SÜNNİ: Evvela; bu hutbede onun iç dertlerini gösteren bir delil yoktur. Ayrıca bu hutbe Hz. Ali’ye ait değildir. Seyyid Rezi’nin kendi ifadeleri olup Hz. Ali’nin hutbelerine eklenmiştir. Hz. Ali (k.v) halifelerin hilafetinden şikayetçi değildi. Onlardan tümüyle hoşnuttu, onların yaptığına da razıydı!

                          ŞİA: Bu beyanınız aşırı bağnazlığınızı göstermektedir. Zira Hz. Ali (a.s)’ın hilafet konusundaki şikayetlerini önceden arz ettim. Hz. Ali (a.s)’ın yürek acısı, bu hutbeyle sınırlı değildir ki kusur bulasınız. Bu hutbeyi Seyyid Rezi’ye isnat etmeniz ise inadınızı, itidalden çıktığınızı ve bağnaz seleflerinize taklit ettiğinizi ortaya koyuyor.

                          Dikkatlice okumuyorsunuz, dikkatlice okuyacak olursanız bu hutbenin Hz. Ali’ye ait olduğunu anlarsınız. Büyük alimlerinizden İzzuddin Abdulhamid bin Ebi’l- Hadid, Şeyh Muhammed Abduh, Şeyh Muhammed Hızri, (Muhazarat-u Tarih’il İslâmiyye s. 127’de) bu hutbenin Hz. Ali (a.s)’a ait olduğunu itiraf ederek onu şerh etmişlerdir.

                          Son zamanda bazı bağnazlar, inat üzere şek ve şüphe çıkarmaya çalışmışlardır. Sünni ve Şii 40’dan fazla Nehc’ul- Belağa’yı şerh eden alimlerden hiçbirisi, böyle bir şey söylememişlerdir.

                          Seyyid Rezi’nin Durumuna İşaret
                          Ayrıca, büyük takva sahibi Seyyid Rezi böyle bir şeyi Hz. Ali (a.s)’a isnat etmekten münezzehtir. Nehc’ul- Belağa’nın hutbelerini dikkatlice okuyanlar ondaki fesahat, belâgat, lafız çekiciliği mana yüceliği, ilmi ve felsefi hazineleri anlamıştır. Sadece Seyyid Rezi değil, hiç kimse gayb alemine bağlanmadan böylesine kelimler sergileyemez.

                          Nitekim büyük alimlerinizden İbn-i Ebi’l- Hadid ve Şeyh Muhammed Abduh bu hutbedeki elfaz çekiciliği, mana güzelliği ve üslûp sebebiyle bu hutbenin kesin Hz. Ali’ye ait olduğunu itiraf etmiş ve bu hutbede kullanılan kelimelerin, Allah’ın kelamının altında, ama insanların kelamının üstünde olduğunu vurgulamışlardır.

                          Ayrıca Seyyid Rezi’nin nesir veya şiirleri, Şii ve Sünni kaynaklarda detaylıca yer almıştır. Bunları karşılaştırınca aralarında büyük bir farkın olduğu görünmektedir.

                          Nerede toprağın temiz alemle arkadaşlığı.

                          Nerede zerrenin güneşle beraberliği?

                          Nitekim İbn-i Ebi’l- Hadid, Musaddık bin Şebib’den, o da İbn-i Haşşab’tan şöyle rivayet etmektedir: “Sadece Seyyid Rezi değil, hiç kimse bu üslup ve güzel tarzla öylesine kelimeleri ifade edemez. Rezi’nin kelimeleri, bu hutbelerin kelimelerinden çok uzak ve farklıdır. Mukayese bile edilemez.”

                          İNŞALLAH ALLAH'IN MUAVVFAK KILMASINI DUA EDERİMKİ 2. BÖLÜMDE DAHA DERİNDEN İNCELEYEREKDEN KONULARI ALMAYA ÇALIŞACAĞIM
                          NOT: NEC'ÜL BELAĞA'DAKİ SÖZLER VE MEKTUPLAR TÜRKİYEDEKİ ALİMLERCE KABUL GÖRMÜŞ ESERLERİNDE ÖZELLİKLE TARİHİ KİTAPLARDA VE MÜNAZARALARDA AKTARMIŞLARDIR ŞEYH MÜFİD İSE ESERİNDE YER VERMEKTE ONUN BATIL OLDUĞUNU İSPATLAMAYA ÇALIŞMAMAKTADIR!!!!

                          ALLAH'A EMANET OLUN...




                          Yorum


                            #28
                            Ynt: imamlar a.s ve sultanlar

                            BİSMİHİ TEALA

                            HAMD ALEMLERİN RABBİ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN

                            RABB'İMDEN HAK İLE BATILI AYIRIP DOĞRULARLA OLMAYI MUAVVAK KILMASINI DUA EDERİM

                            Selamun Aleykum Aziz ve Değerli Kardeşim;


                            25 YIL SÜKÜT DÖNEMİ

                            Hz. İmam Ali'nin (a.s), Hz. Peygamber'in (s.a.a) hayatta olduğu döneme kadar olan yaşamanın mühim hadisilerin herkes tarafında çok iyi bilinmektedir. Şahsiyetini şekillendiren, ruhi azametini ve iman derecesini gösteren büyük hadiseler hem sitelerde hemde Tarih kitaplarında sırasıyla beyan edilmiştir. Böylece bu yüce insanın faziletleri ve ahlaki seciyelerine bir nebze aşina olmuşuzdur.

                            En büyük kahraman, en yüce rehber ve İslam'ın parlak çehresi olarak tanındı. İslam camiasında Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra hiç kimse , fazilet, takva, ilim, cihat, Allah yolunda çaba, yardımlaşma ve yoksullara yardım etme bakımında Hz. İmam Ali'nin (a.s) derecesinde değildi. Hicaz'da, Yemen'de kısaca her yerde, onun şecaatli, kahramanlığı, fedakarlığı ve Hz. Peygamber'in (s.a.a) ona olan sevgisi ve muhabbeti konuşuluyordu.

                            Buna göre işin tabiatı, Hz. İmam Ali'nin (a.s) Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra da İslam'ın mihveri ve islam toplumunun ağırlık merkezi olması gerektiriyordu. Ama tarih sayfalarında karşılaştığımızda bunun tam aksini görmekteyiz. Zira Hz. İmam Ali (a.s), çeyrek asır süren yaşamında ortaya çıkan özel şartlar neticesinde, kendisini toplum sahnesinden özel bir şekilde soyutlayıp sükütu seçti. Ne bir savaşa katıldı, resmi bir ağızla konuştu. Kılıcını kınına koydu ve kendine ferdi vazifelerine ve insanların aydınlatmaya adadı.

                            Bu uzun süren sessizlik ve inziva dönemi, geçmişte sürekli toplum içerisinde yer alan; İslam aleminin ikinci şahsı ve Müslümanların temel direği sayılan bir insan için kolay değildi. Hz. İmam Ali (as) gibi büyük bir kişilik kendine hakim olarak, eski durumuyla her açıdan çelişen yeni sürece ayak uydurmaya çalışıyordu.

                            SEBEPLER
                            1- Evinde sükuneti seçmesi ve karşı tarafın Vahi evine hucum ederek bu durum ciddiyetinin ne derece olduğunu gözler önüne sermektedir.
                            2- Kureyş'in büyüklerinin Hz. İmam Ali (a.s) tarafından öldürülmesi onların gönüllerinde biriken kin ve intikam alma
                            3- Bir avuç dışında davasına yardımcı olacak kimsenin olmaması
                            4- Ümmetin mürtet olma endişesi


                            Hz. İmam Ali'nin (a.s) bu dönemde sürdürdüğü faliyetleri aşağıdaki şekliyle özetliyebiliriz;

                            1- Allah'a ibadet. (Tabii Hz. İmam Ali (a.s) gibi şahsiyete yaraşır bir biçimde.) Öyle ki, İmam Seccad (a.s), insanı hayrete düşüren ibadetlerini ve gece namazlarını, ceddi Hz. İmam Ali'nin (a.s) ibadetleri yanında naçiz biliyordu.

                            2- Kur'an tefsiri, zor ayetleri açıklaması ve kendinden sonra en büyük müfessir sayılan ibn Abbas gibi öğrenciler yetiştirmesi.

                            3- Diğer milletlerin, özellikle Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra İslam dini hakkında araştırma yapmak için Medine'ye gelen Yahudi ve Hıristiyan alimlerinin sorularını cevaplama. Öyle sorular soruyorlardı ki, sorularına, Tevrat ve İncil'i çok iyi bildiği sözlerinden anlaşılan Hz. İmam Ali'den (a.s) başka cevap veren bulamıyorlardı. Eğer bu boşluk Hz. İmam Ali (a.s) tarafından doldurulmasaydı, İslam camiası büyük bir yenilgiye duçar olur olurdu. Hz. İmam Ali (a.s) bütün sorulara açık ve kesin cevaplar verdiğinde, Hz. Peygamber'in (s.a.a) yerine oturmuş halifelerin yüzünde büyük bir ferahlama ve şaşkınlık beliriyordu,

                            4- İslam'da örneği olmayan ve hakkında Kur'an ve hadis-i nebevide açık hüküm bulunmayan birçook meselenin hükmünün beyanı. Bu, Hz. İmam Ali'nin hayatının hassas işlerindendi ve eğer Müslümanlar arasında, ümmetin en bilgilgini ve hüküm verme konusunda en aşina olduğu Hz. Peygamber (s.a.a) tarafından doğrulanan Hz. İmam Ali (a.s) gibi bir şahsiyet olmasaydı, İslam'ın ilk yıllarındaki meselelerin çoğu, açılmaz kör bir düğüm olarak kalırdı.


                            Bu tür yeni ortaya çıkan meseleler, Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra, İslam'ın bütün usul ve füruunu tam olarak bilen, geniş ilmi, ümmeti istenmeyen eğilimlerden, kıyas ve zanna amel etmekten alıkoyan agah ve Peygamber gibi masum bir imamın halkın arasında olmasını gerektiriyordu ve bu büyük ilahi yetenek, Hz. Peygamber'in (s.a.a) tüm ashabıın onayıyla, Hz. İmam Ali'den (a.s) başka kimse yoktu.

                            Onun verdiği hükümlerden ve Kur'an ayetleridne çıkardığı ilginç ve dahiyane tespitlerden bir bölümü, hadis ve tarih kitaplarında yansıtılmıştır.

                            5- Hilafet makamı siyasi meseleler ve müşkülat karşısında çıkmaza girdiğinde, kendine has ileri görüşlülüğüyle müşkülatı bertaraf edip işi yoluna koyan itimat edilebilir yegane müşavir Hz. İmam Ali (a.s) oluyordu. Bu müşaverelerden bazısı Nechü'l Belağa ve tarih kitaplarında nakledilmiştir.

                            6- Onun rehberliği ve manevi tasarrufu altında kemale giden kaleleri fethedebilmek ve zahiri gözlerle görülmeyeni kalp gözüyle görebilmek uğruna seyri süluk için pak ve hazır ruha sahip insanların eğitimi.

                            7- Birçok yoksul ve çaresizin geçim temini ile uğraşma. Söz gelimi Hz. İmam Ali (a.s) kendi elleriyle bağ ihdas edip kuyu açıyor, sonrada bunları Allah yolunda vakfediyordu.

                            Bunlar, Hz. İmam Ali'nin (a.s) çeyrek asır süren hayatının yaptığı ana faliyetleridir. Tarihin sayfalarına inceleyelim;

                            Hz. Ali (a.s) ve Ebu Bekir’in İlmi ve Siyasi Müşkülatları
                            Tarihin şahitliğine göre 1. Halife siyasi mesellerde ve maarif, akaid, Kur’an tefsiri ve İslam ahkamı gibi konularda Hz. Aliye başvuruyor ve onun yardımlarından faydalanıyordu.Şimdi bunun bir örneğini zikrediyoruz.
                            Rumlar ile Savaş

                            Yeni kurulmuş İslam devletinin en azılı düşmanlarından biri olan Rum İmparatorluğu sürekli İslam hükümetinin merkezini kuzeyden tehdit ediyordu. Yüce Peygamber (s.a.v) ömrünün son anlarında bile Rum tehlikesinden gafil olmamıştır. Hicretin yedinci yılında Peygamber (s.a.v) başlarında Cafer İbn-i Ebu Talib’in bulunduğu bir orduyu Şam’ın sınırlarına göndermişti, fakat İslam ordusu bir netice alamadan aynı zamanda üç büyük komutanını da orada kaybederek Medine’ye dönmüştü. Peygamber (s.a.v) bu yenilgiyi telafi etmek için hicretin dokuzuncu yılında Tebük’e doğru askeriyle hareket etti fakat düşman ordularıyla çarpışmadan Medine’ye döndü Bu seferin parlak ve olumlu neticeleri tarihte mezkurdur. Buna rağmen yine de Rum tehlikesi her zaman için Peygamber’in (s.a.v) zihnini meşgul ediyordu. Bu yüzden o Hazret ömrünün son anlarında, hasta yatağında iken Muhacir ve Ensar’dan oluşan bir ordu teşkil edip, onları Şam’ın sınırlarına gönderdi, fakat bu ordu bazı sebeplerden Medine’yi terk etmedi ve Peygamber (s.a.v)vefat ettiğinde İslam ordusu Medine’nin birkaç kilometre yakınlarında ordugah kurmuştu.Peygamber’in ölümünden ve Ebu Bekir’in halife seçilmesinden sonra, Ebu Bekir Rumlarla savaşılması için Peygamber’in (s.a.v) verdiği emir karşısında mütereddit idi. Zira o, sahabeden olan bazı kimseler ile meşveret etmiş ve onların her birinden değişik fikirler çıkmıştı. Bu yüzden halife ne yapacağını şaşırdı ve sonunda Hz. Ali’ye danıştı. İmam (a.s) ise Peygamber’in (s.a.v) verdiği emri icra etmesi için onu teşvik etti ve ona eğer Rumlarla savaşırsa muzaffer olacağını müjdeledi. Halife İmam’ın teşvikinden hoşnut oldu ve ona şöyle dedi: “Bana gelecekten iyi haberler verdin ve beni hayır ile müjdeledin.”[1]

                            Yahudilerin Büyük Alimleri ile Münazara

                            Peygamber’in ölümünden sonra Hıristiyan ve Yahudilerin büyük alimleri Müslümanların ruhiyelerini zayıflatmak için akın akın İslam’ın merkezine geliyor ve suallerde bulunuyorlardı. Örneğin, Yahudilerin büyük alimleri Medine’ye gelip halifeden şöyle bir soru sordular: “Biz Tevrat’ta şöyle okuyoruz. Peygamberlerin halifeleri ve vekilleri onların ümmetlerinin en alim kimseleridir. Şimdi ise Peygamber’in halifesi sensin öyle ise şuna cevap ver: Allah nerededir? O yerde midir yoksa gökyüzünde mi?” Ebu Bekir buna cevap verdi. Fakat Yahudi alimleri bu cevap ile kani olmadılar. O Allah’ın gökyüzündeki tabakalarda olduğunu söyleyince, Yahudi alimlerinin eleştirileri ile karşı karşıya kaldı ve bir Yahudi alimi bunun üzerine şöyle dedi: “O halde yeryüzünde Allah yok!”
                            İşte böylesine hassas bir durumda Hz. Ali İslam’ın feryadına yetişti ve İslam camiasının şerefini ve arını korudu. O Hazret şöyle buyurdu:
                            “Mekanları Allah yarattı, hiçbir mekan o’nu kapsayamaz ve O bundan yücedir. Allah her yerdedir. Fakat asla onun yaratıklar ile teması ve mücavirliği yoktur. O’nun ilmi her şeyi kapsar ve hiçbir şey onun ilmi dışında değildir”[2] İmam (a.s) bu cevabıyla, Allah’ın bir mekan ile çevrili olmadığını ve onun bundan yüce olduğunu açıkça göstermiş oldu. Yahudi alim İmam’dan (a.s) duyduğu sözünün hakkaniyetini ve onun hilafet makamına olan liyakatini itiraf etti. İmam (a.s) ilk sözünde 1Mekanları Allah yarattı” diyerek tevhid kanıtından istifade etti ve cihanda Allah’tan başka bizahiti ezeli bir varlığın olmaması ve onun dışındaki her şeyin onun mahluku olması hükmü ile Allah’ın bir mekanı olmadığını açıkladı. Zira eğer Allah’ın bir mekanı olsaydı, bu mekanın önceden onunla birlikte olması gerekirdi. Oysa ki cihanda olan her şey onun mahlukudur, tüm mekanlar da buna dahildir. Bu yüzden hiçbir şey o’nun zatı ile birlikte olamaz. Daha açık bir tabir ile: Eğer Allah’ın bir mekanı olduğu farz edilse, bu mekanın ya tıpkı Allah’ın zatı gibi kadim olması ya da onun mahluku olması gerekmektedir. Bu mekanın Allah’ın zatı gibi kadim olması farzı, tevhid ve Allah’tan başka bir kadimin bulunmaması delili ile yanlıştır ve mekanın Allah’ın mahluku olması ise o’nun hiçbir mekana ihtiyacı olmadığını gösterir. Zira Allah vardı, fakat mekan yoktu ve sonra Allah mekanı yarattı.
                            İmam (a.s) ikinci cümlesinde ise (Asla onun yaratıklar ile temas ve mücavirliği yoktur) Allah’ın bir sıfatını açıklamıştır. Bu sıfat ise şudur: Allah’ın varlığı sınırlı değildir ve bu sınırsızlık içinde o’nun her yerde olması ve her şey hakkında ilmi bulunması gerekmektedir. Allah’ın cisim olmaması sebebiyle de onun yaratıklar ile yüzeysel bir teması yoktur ve o’nun hiçbir şeye mücavirliği (yani yakınlığı) yoktur. Bu kısa ve anlamlı sözler Hz. Ali (a.s.)’ın ilminin genişliğinin ve onun ilahi ilimden nasibli olduğunun nişanesi değil midir? Hz. Ali sadece yukarıda zikredilen hadisede değil, tüm halifeler ve kendi halifelik döneminde de pek çok defa Yahudi ve Hıristiyan alimleri ile Allah’ın sıfatları hakkında münazara yapmıştır. Ebu Naim İsfehani İmam (a.s)’ın 40 Yahudi alimi ile yaptığı müzakereyi nakletmiştir; fakat bunu nakletmemiz için ayrı bir kitaba ihtiyaç vardır. Hz. Ali (a.s.)’ın münazara tarzı, münazara yaptığı insanların ilim ve malumatlarına göre idi. O bazen çok dakik ve hassas delilleri öne sürüyor, bazen de bazı benzetmeler ile konuya açıklık getiriyordu.
                            Hıristiyan Alimlerine İkna Edici bir Cevap

                            Salman diyor ki:
                            “Peygamber’in ölümünden sonra başlarında piskoposun olduğu bir Hıristiyan grubu Medine’ye geldiler ve halifeden sorularının cevaplarını istediler. Halife ise onları Hz. Ali (a.s.)’ın yanına gönderdi. Onların İmam (a.s) (a.s) sordukları sorulardan biri de “Allah nerededir?” Sorusu idi. İmam (a.s) önce bir ateş yaktı ve sonar onlardan sordu: “Bu ateşin yüzü neresidir?” Hıristiyan alimleri şöyle dediler: “Onun her tarafı ateşin yüzü sayılır ve asla ateşin önü ve arkası olmaz” İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Allah’ın bir mahluku olan ateşin yüzü yoksa, nasıl olur da ateşin yaratıcısının önü ve arkası olabilir.O bundan yücedir. Doğu ve batı Allah’a aittir ve nereye bakarsanız o taraf Allah’ın yüzüdür ve hiçbir şey ondan gizli değildir.”[3]
                            İmam (a.s) sadece fikri ve dini meselelerde İslam ve Müslümanlara neticede halifeye yardım etmekle kalmıyor, halifeler Kur’an’daki kelimeler ve tefsirleri hakkında aciz kalınca İmam hemen onların feryadına yetişiyordu. Mesela bir şahıs Ebu Bekir’den Abese Suresi’nin 31. Ve 32. Ayetindeki “Ebbe” kelimesinin manasını sorunca o hayretle şöyle demişti: “Allah’ın kelamını bu konuda bilgim olmadan nasıl tefsir edebilirim” Bu haber Hz. Ali’ye yetişince o şöyle buyurdu: “Ebbe kelimesinin maksadı saman ve otlaktır.” Arapçada Ebbe kelimesi ot ve saman anlamındadır. Bu ayet de bunun en açık delilidir. Zira ayette “meyveler ve otlaklar” buyurulduktan sonra, hemen “sizin ve hayvanlarınızın faydası için” denilmiştir. İnsanlar için faydası olan şey meyveler olduğuna göre, hayvanlar için de “Ebbe”yani ot ve otlaklar yaratılmış olacaktır.

                            Hz. Ali (a.s.)’ın İçkici bir adam Hakkındaki Hakemliği

                            Birinci halife sadece Kur’an’ın mefahimi hakkında bilgi sahibi olmak için değil, furu-i din ve ahkam meseleleri hakkında da Hz. Ali (a.s)dan yardım istiyordu.
                            Halife’nin memurları şarap içmiş olan bir adam hakkında hüküm vermesi için halifenin yanına gittiler. O adam, o ana dek şarabın haram olduğunu bilmediğini iddia ediyor ve şarabı helal bilen kimselerin içinde büyüdüğünü söylüyordu. Halife bu durumda ne yapacağını şaşırınca, hemen İmam (a.s)’ın yanına bir şahısı gönderip ondan bu müşkülü halletmesini istedi. Hz. Ali ise şöyle buyurdu:
                            “Güvenilir olan iki şahıs, bu adamın elinden tutup onu Muhacir ve Ensar’ın meclislerine götürsünler ve oradakilerden şimdiye kadar o adama şarabın haram olduğu ayetini okuyup okumadıklarını sorsunlar. Eğer onlar bu ayeti o adama okuduklarını söylerlerse onun hakkında gerekli olan ceza verilsin, ama bunun tam tersini söylerlerse bu içkici adam tevbe ettirilsin ve hayatının sonuna dek şaraba ağzını sürmeyeceği hakkında ondan söz alınsın ve sonra da serbest bırakılsın.”Halife İmam’ın sözüne uydu ve sonunda da o adam serbest bırakıldı[4]
                            Halifeler zamanında İmam Ali (a.s) sükut etmiş ve hiçbir mesuliyeti kabul etmemiştir, ama İslam ve Müslümanların maslahatları için hiçbir fedakarlıktan da kaçınmamıştır. Ra’sul-Calut (Yahudilerin rehberi) Ebu Bekir’den aşağıda zikredilecek şeyler hakkında kur’an’ın görüşünün ne olduğunu sormuşu.
                            1-Hayatın ve canlıların aslı nedir?
                            2-Bir şekilde konuşmuş olan cansız kimdir?
                            3-Sürekli azalıp çoğalma halinde bulunan şey nedir?
                            İmam!A bu haber yetişince o şöyle buyurdu:
                            “Kur’an’ın nazarında hayatın aslı şudur: “O inkar edenler görmüyorlar mı k, göklerle yer birbirine bitişik iken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık[5].[6].[7]. Bu ayetten de aşikar olduğu gibi İmam (a.s) sözünü ispat etmek için genelde Kur’an’dan ayetler getiriyordu ve bu onun sözünü daha da sağlamlaştırıyordu.”[8]

                            Hz. Ali ve İkinci Halifenin Siyasi Müşavereleri

                            İslam’ın yayılması ve Müslümanların korunması Hz. Ali (a.s.)’ın büyük hedefi idi. Gerçi İmam (a.s) kendisini açık ve kesin dini hükümler gereğince Peygamber’in veli ve vasii olarak biliyordu ve onun liyakat ve üstünlüğü herkes için çok aşikardı. Buna rağmen o, ne zaman hilafet makamı bir sorunla karşılaşsa sahip olduğu geniş ilim ve nafiz fikri ile bu sorunları hallediyordu. Bu nedenle ikinci halife zamanında da Hz. Ali (a.s.)’ın pek çok siyasi, toplumsal ve ilmi meselelerde hilafet makamına yardım ettiğini görmekteyiz. Şimdi bunun bazı örneklerini zikrediyoruz:

                            İran’ın Fethindeki Meşveret

                            Hicretin on dördüncü yılında Kadisiye toprakları üzerinde İslam ve İran orduları arasında büyük bir savaş oldu. Ve bu savaş Müslümanların galibiyeti ile sonuçlandı. Aynı zamanda İran’daki tüm kuvvetlerin Rüstem Ferahzad ve onun askerlerinin pek çoğu da bu savaşta öldürüldü. Irak toprakları baştan başa Müslümanların siyasi ve nizami müdahalesine maruz kaldı ve Sasani şahlarının devletlerine ait olan şehirler Müslümanların eline geçti. Bunun üzerine İran ordusunun kumandanları da ülkenin içine doğru geri çekildiler. İran’ın nizami kuvvetlerinin başındakiler ve müşavirler Müslümanların yavaş yavaş ilerleyerek tüm ülkeye sahip olmalarından endişe ettiler. Böylesine tehlikeli bir saldırıya mukabele edebilmek içinde İran padişahı 3. Yezdgerd, başlarında Firuzan’ın bulunduğu yüz elli bin kişilik ordu teşkil etti. Bu ordu her türlü saldırının önünü almak ve ortam müsait olduğunda da Müslümanlara karşı hücumda bulunmakla görevlenmişti.
                            Tüm İslam kuvvetlerinin kumandanı olan Saad b. Ebi Vakkas (Bir rivayete göre Ammar Yasir), Kufe’nin valisiydi ve bu durumu ikinci halifeye yazıp onu bundan haberdar etti ve Kufe askerlerinin savaşa hazır olduğunu ve düşman onlara saldırmadan Müslümanların (düşmanı korkutmak için) savaşı başlatmaları gerektiğini bildirdi. Bunun üzerine halife mescide gitti ve sahabenin büyüklerini toplayarak onları Mekke’yi terk edip Basra ve Kufe arasındaki bir yere gitmek ve orada İslam ordusunun rehberliğini eline almak istediğinden haberdar etti. Bu sırada Talha ayağa kalktı ve halifeyi bu işe teşvik eden konuşmalar yaptı. Osman ise halifeyi Medine’yi terk etmekle teşvik etmekle kalmayarak şunları da ekledi: “Şam ve Yemen’deki askerlere yaz ki onlar da sana katılsınlar, böylece sen kalabalık bir ordu ile düşman ordusunun karşısına çıkasın.” Bunun üzerine Hz. Ali ayağa kalktı ve o ikisinin görüşlerini eleştirerek şöyle buyurdu: “Bu işte kazanmanın veya kaybetmenin azlıkla ve çoklukla hiçbir ilgisi yoktur. Bu din, Allah’ın ortaya koyduğu dini; bu ordu da onu hazırlayıp yardım ettiği ordusudur. Böylece varacağı yere varmış, doğduğu yerden doğmuştur. Biz Allah’ın vaadine güvenmekteyiz; Allah vaadini yerine getirir, ordusuna yardım eder. Halifenin konumu boncuk dizilen ipin konumu gibidir; boncuklar ona dizilir ve boncukları da ip bir araya getirir. İp koparsa düzen bozulur, boncuklar dağılır gider, hiçbir zaman aslına uygun olarak dizilemezler. Araplar bugün azıklıktır ama, İslam’ın kuvveti, birbirini destekleme ve birlik olmadaki üstünlükleri onları güçlü kılmaktadır. Sen kutup ol, değirmeni Araplar vasıtasıyla döndür ve onları savaş ateşine sok. Ama senin gitmen doğru değildir. Eğer sen bu topraklardan çıkarsan, etraftaki Araplar ahdini bozar, böylece ardına attığın şey önündekinden daha önemli olur.

                            Acemler yarın seni görünce; “bu Arabın aslı, onu kestiğiniz zaman rahata erersiniz” derler. Bu düşünce, sana en şiddetli saldıranların yapılmasına, seni ortadan kaldırma arzusuyla hareket etmelerine sebep olur. Müslümanların üzerine gelmelerini işitemezsin, onların böyle yapmalarını noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah daha çok istemez. İstemediğini değiştirmeye en çok muktedir olan da o’dur sayılarının çokluğunu söylemene gelince, biz geçmişte çoklukla savaşmadık. Aksine, Allah’ın nusretine, yardımına güvenerek savaşırdık.”[9] Halife Hz. Ali (a.s.)’ın sözlerini duyduktan sonra bizzat savaşa katılmaktan vazgeçti ve şöyle dedi: “Fikir, Ali (a.s.)’ın fikridir, ben onun görüşüne uymayı tercih ediyorum.[10]

                            Beyt’ül-Mukaddesin Fethindeki Meşveret

                            Beytü’l-Mukaddes’in fethinde de Ömer Hz. Ali ile meşverette bulundu ve onun görüşüne göre amel etti. Müslümanlar Şam’ı fethedeli bir ay olmuştu ve onlar şimdi de Beytü’l-Mukaddes’e doğru hareket etme arzusundaydılar. İslam kuvvetlerin kumandaları ise Ebu Ubeyde Cerrah ve Muaz İbn-i Cebel idi. Muaz, Ebu Ubeyde’ye şöyle dedi:
                            “Halifeye bir mektup yaz ve ondan Beytü’l-Mukaddes’e hareket etmemiz hakkında bilgi al.” Ebu ubeyde Muaz’ın kendisine söylediğiyle amel etti. Bu mektup halifenin eline geçince o buna Müslümanlara okudu ve onların bu konudaki fikrini sordu. Hz. Ali (a.s) Ömer’i ordunun kumandanına bir mektup yazıp, onlara beytü’l-Mukaddes’e doğru ilerlemelerini, orayı fethettikten sonra da Kayser’e girmelerini ve Peygamber’in önceden müjdelediği gibi kesinlikle muzaffer olacaktır. Bunun üzerine halife hemen bir kalem ve kağıt istedi ve Ebu Ubeyde’ye bir mektup yazdı. O bu mektubunda Ebu Ubeyde’ye bir mektup yazdı. O bu mektubunda Ebu Ubeyde’den savaşa devam ederek Beytü’l-Mukaddes’e doğru hareket etmesini istedi ve şunu ekledi: “Peygamber’in (s.a.v) amcasının oğlu, Beyt’ül-Mukaddes’in senin tarafından fethedileceği hakkında bizi müjdeledi.”[11]

                            İslam Tarihinin Başlangıcının Tayini

                            Her asil milletin tarihinin bir başlangıcı vardır ki o milletin tüm hadise ve vakaları bu tarihe göre karşılaştırılır. Mesela Hıristiyan millet için tarihin başlangıcı Hz. İsa’nın doğumudur ve İslam’dan önce Araplar için ise tarih başlangıcı Ammu’l-Fil olayı sayılıyordu. Bazı milletlerin umumi tarih başlangıçları vardır ve bazı milletlerin umumi tarih başlangıçları vardır ve bazı milletler ise hadiseleri, göz alıcı ve önemli olaylar ile karşılaştırırlar; örneğin kıtlık yılı, savaş yılı ve ... Ömer’in hilafetinin üçüncü yılına kadar, Müslümanların mektupları, anlaşmaları ve devlet belgeleri tarihlendirebilecekleri bir tarih başlangıçları yoktu. Bu yüzden askeri kuvvetlerin kumandalarına yazılan mektuplar da sadece o mektubun yazıldığı ay belirtiliyor ve yıl hakkında bir şey o mektubun yazıldığı ay belirtiliyor ve yıl hakkında bir şey yazılmıyordu. Bu durum İslam’ın düzeninde bir noksanlık yaratmakla kalmayıp mektubu alanlar için de bir takım sorunlar icad ediyordu. Zira bir kumandanın veya hakimin eline geçen iki mütenakız mektubun hangisi önce yazıldığı belli olmuyordu. Yolun uzun olması ve tarihin kaydedilmemiş olması ise işte böyle sorunlar ortaya çıkarıyordu. Bunun üzerine halife İslam tarihinin başlangıcının tayin edilmesi için Peygamber’in (s.a.v) sahabesini topladı. Fakat onların her birinin değişik bir görüşü vardı. Bazıları tarihin başlangıcını Peygamber (s.a.v)’in doğum günü olarak belirlemek isterken bazıları da tarihin başlangıcının Hz. Muhammed’in Peygamber (s.a.v)olarak görevlendirildiği gün olması teklifinde bulunuyorlardı.Hz. Ali ise Peygamber’in müşrik topraklarını terk edip İslam topraklarına ayak bastığı günün tarihin başlangıcı olarak alınması teklifinde bulundu. Ömer İmam’ın görüşünü diğerlerine oranla daha çok beğendi ve Peygamber’in hicretinin tarihin başlangıcı olarak belirledi. O günden sonra tüm mektuplar, belgeler ve devlet senetleri hicri yıla göre yazışı.[12]
                            Elbette ki Peygamber’in doğduğu gün ve o hazretin Peygamber (s.a.a)olduğu gün büyük hadiselerdendir. Fakat o günlerde İslam’ın göz alıcı bir parlaklığı yoktu. Zira o Peygamber’in doğum gününde henüz İslam dini diye bir şey mevcut değildi ve o hazretin Peygamber (s.a.a)olarak gönderildiği günde ise İslam’ın bir hükümeti ve nizamı bulunmuyordu. Ancak hicret günü İslam’ın küfre karşı başarısının başlangıcıydı ve o gün İslam hükümetinin temellerinin atıldığı ilk günde. O günde aziz Peygamber (s.a.a) müşriklerin topraklarını terk ederek Müslümanlar için islami bir düzen kurdu.

                            Ali (a.s) İkinci Halife Zamanında Yegane Fetva Mercii İdi.

                            Peygamber’in ölümünden sonra İslam’ın değişik milletler ve kavimler arasında yayılmasıyla Müslümanlar yeni hadisler ile karşı karşıya kaldılar ki, bu hadislerin hükmü ne Kur’an’da ne de Peygamber’in hadislerinde belirtilmemişti. Zira furu’ ve ahkam ile ilgili olan ayetler sınırlıdır ve haramlar ve farzlar hakkında Müslümanların elinde bulunan hadisler ise dört yüz hadisi geçmemekte idi.[13]
                            Bu yüzden Müslümanlar hakkında Kur’an’da ayet ve Peygamber (s.a.v)’den hadis bulunmayan meselelerin halledilmesinde büyük zorluklar ile karşı karşıya kalıyorlardı. Bu tür meseleleri bazı kimseler akıl ve kendi görüşlerine dayanarak halletme yoluna gittiler ve sahih olmayan ölçüler ile hadiseye hüküm getirme girişiminde bulundular. Böyle kimselere tarihte “Ashab-ı Rey” deniliyordu. Onlar kitap ve sünnetten istifade edecekleri yerde konuları mefasid ya da mesalih olmalarıyla değerlendiriyor ve zan ve tahmin üzerine Allah’ın hükmünü tayin ederek fetva veriyorlardı. Halife bazı konularda hakkında açık hüküm bulunmasına rağmen kendi görüşüne göre amel ediyorduysa da, o Ahbaba-ı Rey hakkında şöyle demiştir: “Ashab-ı Rey Peygamber’in sünnetlerini ezberleyemedikleri için kendi görüşleri ile fetva vermişlerdir. Onlar gafil olmuşlar ve gaflete düşmüşlerdir. Bilin ki biz takip ediyoruz, yeniden başlamıyoruz. Tabiiyiz ve bid’at etmiyoruz. Biz Peygamber’in (s.a.v) hadislerine sarılacak ve gafil olmayacağız.
                            Önceden de zikrettiğimiz gibi ikinci halife, hakkında açık hüküm bulunan bazı konulardan kendi görüşüne göre amel edip, delil olmaması sebebiyle bazı mesellerde kendisinden fetva vermesine rağmen pek çok konuda O Peygamber’in (s.a.v) ilim kapısı olan Hz. Ali’ye danışıyordu. Emir’el-Mü’minin, Peygamber’in (s.a.v) deyimiyle nebi ilminin hazinesi, ilahi ahkamın varisi ve ümmetin ahiret gününe dek muhtaç olduğu her şeyin alimi idi. Ümmet arasında ondan daha bilgili olduğu her şeyin alimi idi. Ümmet arasında ondan daha bilgili olan bir şahıs yoktu. Bu yüzden tarihte kaydedilmiş olduğu gibi 2. Halife pek çok konuda İmam ‘ın (a.s) ilminden istifade etmiş ve onun hakkında şöyle demişti: “Kadınlar asla Ali gibi bir şahsı dünyaya getiremezler, “Allah’ım, Ebu Talib oğlu olmadan beni bir müşkül ile karşı karşıya getirme.”

                            Şimdi halifenin İmam’a danıştığı konulardan bazılarını zikrediyoruz:

                            1-Bir adam Ömer’in yanına gelerek ona karısını şikayet eti ve evliliklerinin üzerinden altı ay geçmişken karısının doğum yaptığını söyledi. Kadın ise bunu doğruluyor fakat önceden kimse ile bir ilişkisi olmadığını izhar ediyordu. Bunun üzerine halife zina ettiği gerekçesiyle o kadının öldürülmesi hükmünü verdi. Fakat İmam bu hükmün yürürlüğe konmasına engel oldu ve şöyle söyledi: “Kur’an’a göre kadın altı aylık iken bile çok dünyaya getirebilir. Zira Kur’an’da hamilelik ve süt verme dönemi dokuz ay olarak muayyen edilmiştir.”[14] Diğer bir ayette ise süt verme dönemi iki yol olarak zikredilmiştir.”[15]
                            Eğer iki yılı otuz aydan çıkarırsak doğum için geriye kalan müddet altı ay olur. Ömer İmam (a.s)’ın sözünü duyunca şöyle dedi: “Eğer Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu.”[16]
                            2-Halifenin adli makamında beş kişinin iffetsizlik günahına bulaştıkları ispat edildi. Halife ise onların hepsi hakkında aynı hükmü verdi. Fakat İmam (a.s) onun kararını doğru bulmadı ve onların her birinin durumunun araştırılmasını istedi. Eğer onların durumları birbirlerinden farklıysa onlar hakkında verilecek olan Allah’ın hükmü de farklı olacaktı. Bu araştırmadan sonra İmam şöyle buyurdu: “Onlardan birincisinin başı kesilsin, ikinci recmedilsin, üçüncüsüne yüz kırbaç vurulsun, dördüncüsüne elli kırbaç vurulsun, beşincisi ise terbiye edilsin.”Halife İmam’ın bu hükmüne çok şaşırdı ve İmam’dan (a.s) bunun sebebini sordu. Hz. Ali ise şöyle buyurdu: “Onlardan birincisi zımmi kafir idi. Zımmi kafirler zimmet ahkamıyla amel etmedikleri takdirde öldürülürler. İkinci şahıs evliyken zina yaptığı için İslam’ın hükmüne göre recmedilmelidir. Üçüncü şahıs ise bekar olup zinada bulunduğu için ona yüz kırbaç vurulmalıdır. Dördüncü şahıs bir köledir. Kölelerin cezası azatların cezasının yarısı kadardır. Beşinci şahıs ise delidir ve onun terbiye edilmesi gerekir.” (Ali ve halifeler)
                            Bunun üzerine halife şöyle dedi:
                            “Aralarında sen Ebu’l-Hasan’ın olmadığı bir grupta olmak istemem.”

                            3-Bir köle ayağında zincir olmasına rağmen yolda yürüyordu. Bunu gören iki kişi o zincirin ağırlığı konusunda görüş ayrılığına düştüler ve onların her ikisi de eğer tahminleri yanlış olursa karılarını boşayacaklarını söylediler. Bunun üzerine o iki kişi kölenin sahibinin yanına gidip ondan kölenin ayağındaki zinciri çıkarmasını istediler ki zincirleri tartıp kimin tahminin doğru olduğu bulabilsinler. Fakat kölenin sahibi onlara şöyle söyledi: “ben zincirlerin ağırlığı hakkında bir bilgiye sahip değilim. Ancak önceden eğer bu zincirleri açarsam onun ağırlığı kadar sadaka vereceğimi nezrettim.” Bunun üzerine onlar halifenin yanına gidip bu hadiseyi ona anlattılar. Halife ise şöyle dedi: “Kölenin sahibi zincirleri açmakta mazeretli olduğu için o iki şahıs karılarını boşasınlar!!” Onlar halifeden bu davayı Hz. Ali (a.s)dan de bir sormasını rica ettiler. İmam (a.s) şöyle buyurdu: “O zincirin ağırlığını saptamanın başka bir yolu daha var.” Sonra İmam bir leğen getirilmesini ve kölenin bu leğen içinde ayakta durmasını istedi. Bunlar yapıldıktan sonra İmam zinciri iyice aşağı indirdi ve bu zincire bir ip bağladıktan sonra leğenin içini su ile doldurdu. Sonra bu ip sayesinde zinciri sudan çıkarıncaya dek yukarı çekti ve yanındakilerden leğendeki ilk su miktarına gelinceye kadar leğenin içinin demir parçaları ile doldurmalarını istedi. Sonra İmam parçaların ağırlığının kölenin ayağındaki zincirin ağırlığı kadar olduğunu söyledi. Böylece o kimselerin meseleleri halledilmiş oldu. [17]

                            4-Bir kadın çölde şiddetli susuzluk ile karşı karşıya kaldı ve orada rastladığı bir çobandan çaresizlikle su istedi. Fakat çoban, kadına kendi isteklerine teslim olması halinde ona su verebileceğini söyledi. Halife bu hadiseye hüküm yerebilmek için Hz. Ali’ye danıştı. İmam ise şöyle buyurdu: “Kadın çaresizce ve mecbur olarak bu işe bulaşmıştır. Bu durumda ona bir vebal yoktur” [18]

                            Nakledilen bunun benzeri hadiseler bize Kur’an ve hadislerde açıklanmış olmasına rağmen halifenin gafil olduğu İslam kanunlarına Hz. Ali (a.s.)’ın aşinalığını göstermektedir.
                            5-Deli bir kadın iffetsizlik günahına bulaşmıştı. Halife bu kadını mahkum edince İmam (a.s) Peygamber’den naklettiği bir hadis ile bu mahkumiyeti kaldırdı. Hadis şöyle idi: “Üç topluluk mükellef değildir. Bu gruptan birisi de delilerdir.” [19]

                            6-Hamile bir kadın zina ettiğini itiraf etti. Halife ise onun hemen recmedilmesi emrini verdi. Fakat İmam bu cezanın icra edilmesine izin vermeyerek şöyle buyurdu: “Sen bu hükmü sadece o kadına verebilirsin, onun karnında olan çocuğa değil.” [20]

                            7-Bir kadın kendi çocuğunu kabul etmeyerek onun annesi olduğunu inkar ediyor ve henüz bekar olduğunu söylüyordu. Buna rağmen o genç, onun annesi olduğu konusunda ısrar ediyordu. Halife ise o gencin böyle bir iftirada bulunduğu için dövülmesi emrini verdi. İmam (a.s) bu olayı duyunca bahsedilen kadından ve onu ailesinden kadını istediği bir kimse ile evlendirme izni aldı, onlar da bu konuda İmam’ı vekil tayin ettiler. Sonra İmam o gence dönerek şöyle dedi: “Ben bu kadını sana nikahlıyorum ve onun mihriyesi ise 480 dirhemdir.” Sonra İmam içinde 480 dirhem olan bir keseyi o kadına verdi ve gence şöyle dedi: “Bu kadının elinden tutup git ve evlilik seni düzene sokmayıncaya dek benim yanıma gelme.” Kadın bu sözü duyunca şöyle dedi: “Allah’a sığınırım, Allah’a sığınırım bu işin sonu ateş olur. Allah şahit olsun ki bu benim oğlumdur” sonra kadın bu inkarının sebebini açıkladı. [21]

                            Osman ve Muaviye’nin İlmi Meselelerinin Halledilmesi

                            İmam (a.s)’ın fikri ve ilmi yardımları sadece Ebu Bekir ve Ömer’in hilafet dönemine özgü değildi. O tüm halifelerin hilafet dönemlerinde İslam’ın müşfiki, rehberi ve yardımcısı ünvanıyla İslam ve Müslümanların siyasi ve ilmi müşkülatlarını bertaraf ediyordu. Örneğin 3. Halifelerin de pek çok konuda İmam’ın dahiyane ve yüce yol göstericiliğinden faydalanması acayip ve tuhaf değildir. Ama İmam’a karşı kalbinde buğz ve düşmanlık taşıyan Muaviye’nin ilmi ve fikri meselelerinin çözümlenmesinde İmam’a koşması ve bazı kimseleri İmam’ın huzuruna gönderip ondan meselelerin cevabını istemesi çok tuhaftır. Örneğin bazen Rum hükümdarı bir takım sorular soruyor ve kendisini Müslümanların halifesi diye ilan eden Muaviye’den bu sorulara cevap vermesini istiyordu. Muaviye ise itibarını koruyabilmek için bazı kimseleri Hz. Ali (a.s.)’ın yanına gönderiyor ve onları, bir yolla bu soruların cevaplarını İmam’dan öğrenip kendisine ulaştırmakla görevlendiriyordu.
                            Şimdi Osman ve Muaviye’nin İmam’a danıştıkları bazı meseleleri zikrediyoruz:

                            1-İslam kanunlarında bir adam karısını boşar ve karısının iddet süresini tamamlamadan önce ölürse, o kadın kocasından miras alabilir. Zira kadının iddet süresi tamamlanıncaya kadar evlilik bağı devam eder.
                            Osman’ın hilafet döneminde bir şahsın, biri Ensar’dan diğeri de Beni Haşim’den olan iki karısı vardı. Bu şahıs Ensar’dan olan karısını boşadı ve kısa bir müddet sonda da öldü. O kadın ise halifenin yanına giderek şöyle dedi: “Benim iddet sürem henüz dolmadı, bu yüzden ben hakkım olan mirası istiyorum.. “Halife bu hadiseye bir çözüm getiremeyince olayı Hz. Ali’ye ulaştırdı. İmam (a.s) ise şöyle buyurdu: “Eğer Ensar’dan olan kadın kocasının ölümünden sonra üç defa hayız olmadığına yemin ederse kocasından miras alabilir.” Osman Beni Haşim’den olan kadına şöyle dedi: “Bu hüküm halanın oğlu Ali (a.s.)’ın vermiş olduğu bir hükümdür, ben bu konuda bir karar almadım.” Kadın ise şöyle dedi: “Ben Ali (a.s.)’ın hükmüne razı oldum. O, yemin ederek miras alabilir.” Bu hadiseyi Ehl-i Sünnet alimleri, Şii fakihlerinin fetvalarına uymayan değişik şekillerde nakletmişlerdi.[22]

                            2-Hac ya da umre farizesini yerine getirmek için ihram giymiş olan bir şahıs karada yaşayan hayvanları avlayamaz. Kur’an-ı Kerim bu konuda şöyle buyuruyor: “***”[23] Ancak ihram giymemiş olan bir şahıs bir hayvanı avlarsa, ihram giyinmiş olan kimse bu hayvanın etinden yiyebilir mi? İşte halife de bu sorunun cevabını alabilmek için İmam’a (a.s) danıştı. Ama bundan önce halife ihram giymemiş olan kimsenin avladığı hayvanı ihram giymiş olan şahsın yiyebileceği görüşüne sahipti. Zira tesadüfen halife de muhrim idi ve o, kendisini bu tür yemekleri yemek için çağıran kimselerin davetini kabul etmek istiyordu. Fakat halife İmam’ın bu konudaki muhalefeti ile karşı karşıya kalınca bu hadise ile halifeyi kani etti. Bu hadise şöyle idi: Peygamber (s.a.v) muhrim iken ona böyle bir yemek getirildi. O Hazret ise şöyle buyurdu: “Biz muhrimiz. Bu yemeği siz, ihram giymemiş olan kimselere götürün.”
                            Hz. Ali bu hadiseyi anlattıktan sonra on iki kişi de İmam’ın bu naklini teyid ettiler. Sonra imam şunu ekledi: “Resulullah sadece bizi bu tür hayvanların etini yemekten menetmekle kalmayarak, avlamış olan kuşların yumurtalarını bile yemekten bizi menetti.”[24]

                            3-İslam’ın kesin hükümlerinden biri de kafirin ölümden sonra azaba düçar olacağıdır. Osman’ın hilafeti döneminde bir şahıs bu hükme itiraz ünvanıyla bir kafirin kafatasında kabirden çıkarıp halifenin yanına götürdü ve ona şöyle dedi: “Eğer kafir ölümden sonra ateşe yanacaksa bu kafatasının sıcak olması gerekir. Oysa ki ben bu kafatasına dokunuyorum, ama bir sıcaklık hissetmiyorum.” Halife bu soruya cevap getirmekte aciz kalınca hemen İmam’a (a.s) danıştı. İmam ise o şahsın itirazına münasib bir cevap getirdi. O hazret bir çakmaktaşı ve tutuşturucu getirilmesini istedi. Sonra İmam (a.s) bu ikisini ateş kıvılcımı çıkıncaya dek birbirine sürdü ve şöye4l buyurdu: “Çakmaktaşı ve tutuşturucuya dokunduğumuzda bir sıcaklık hissetmiyoruz. Ama bu ikisi öyle bir sıcaklığa sahip ki biz bunu ancak bazı şartlar altında hissedebiliriz. O halde kafirin kabir azabının da böyle olmasının ne sakıncası var? İmam’ın verdiği bu cevap üzerine halife şöyle dedi: “Eğer ali olmasaydı Osman helak olurdu.”[25] Şimdi Muaviye’nin İmam’a (a.s) danıştığı meseleleri zikrediyoruz:
                            İslam tarihinde Muaviye’nin İmam’a el açtığı ve İmam’ın ilmi sayesinde utanç ve cahilliğini bertaraf ettiği yedi hadise zikredilmiştir:
                            Uzeyne diyor ki: “Bir şahıs Muaviye’ye bir soru yöneltti. Muaviye ise onun bu soruyu Hz. Ali (a.s)dan sormasını istedi. O şahıs dedi: “Ben bu soruyu Hz. Ali’ye sormak istemiyorum, istiyorum ki bu surumu sen cevaplayasın.” Bunun üzerine Muaviye şöyle dedi: “Neden Peygamber’in “Ali (a.s.)’ın bana olan menzili Harun’un Musa’ya olan menzili gibidir. Ancak benden sonra Peygamber (s.a.v)yok” derken kastettiği kişiden bu sorunun cevabını almak istemiyorsun? Ömer de müşkülatlarını onun sayesinde hallediyordu.”[26]
                            İmam (a.s)’ın şahadet haberi Muaviye’ye ulaştığı zaman o şöyle dedi: “Fıkıh ve ilim öldü.” Muaviye’nin kardeşi bu sözü ondan duyunca şöyle dedi: “Sakın Şam ehli senin bu sözünü duymasınlar.”[27]

                            Şimdi Muaviye’nin Hz. Ali’ye danıştığı konuları zikrediyoruz:

                            1-Kabirleri açıp ölüler üzerindeki kefenleri çalan kişinin hükmü.
                            2-Bir şahsı öldürmüş olan ve öldürdüğü şahsı karısıyla zina ederken yakalandığını iddia eden bir kişinin hükmü.
                            3-İki kişi bir elbise hakkında ihtilaf ettiler. Onlardan birisi elbisenin kendi malı olduğunu ispat etmek için iki şahit getirdi. Diğeri ise bu elbiseyi tanımadığı bir kimseden aldığını iddia ediyordu.
                            4-Bir adam bir kızla evlenmişti. Ama gelinin babası onun yerine başka bir kızını o adamın yanına göndermişti.
                            5-Rum imparatoru samanyolu, gökkuşağı v. Hakkında Muaviye’ye sorular yöneltince o, meçhul bir kişiyi bu surların cevabını öğrenmesi için Hz. Ali (a.s.)’ın yanına Irak’a gönderdi.
                            6-Rum imparatoru önceden zikredilmiş sorulan benzerlerini yeniden Muaviye’den sordu ve vergileri bu sorulardan alacağı sahih cevaplara göre ayarlayacağını şart koştu.
                            7-Üçüncü kez Rum hükümdarlarından soru yöneltildi. Amr ibn-i As ise sahtekarlık ile bu sorunun cevabını İmam’dan aldı.[28]

                            Ayetullah uzma Cafer Subhani

                            ABNA ve TAHA HABER (Bu konuları çeşitli şia siteleri yer vermektedirler)




                            [hr]
                            [1] Tarih-i Yakubi, c. 2, s. 123 Necef bakısı
                            [2] İrşad-i müfid s. 107
                            [3] Kaza-i Emire’l-Müminin Necef baskısı, 1369 s. 96
                            [4] Kafi, c. 2 hadis: 16; İrşad-i müfid s. 106;Menakıb-ı İbn-i Şehr Aşub c. 1, s. 489
                            [5] Enbiya/30
                            [6] Fussilet 11
                            [7] Lokman/29
                            [8] Bihar’ül_Envar, c. 40, s. 224
                            [9] Nehcü’l-Belağa 146. hutbe
                            [10] Tarih-i Taberi, c. 4 s. 237-238; Tarih-i Kamil, c. 3, s. 3; Tarih-i İbn-i Kesir, c. 7, s. 107;Bihar’ül-Envar, c. 9, s. 501
                            [11] Semerü’l-Evrak/Negariş-i Takiyüddin Hamevi, c. 2, s. 15 Mısır, H. 1368 Bakısı
                            [12] Tarih-i Yakubi, c. 1, s. 123; Tarih-i Taberi, c. 2, s. 253; Kenzü’l-Ummal,c. 5, s. 244; Şerh-i Nehc’ül-Belağa İbn-i Ebil Hadid, c. 3, s. 113 Mısır bakısı
                            [13] El-Vahyi’l-Muhammedi s. 225
                            [14] Ahkaf/15
                            [15] Lokman/14
                            [16] Menakıb-i İbn-i Şehr Aşub, c. 1, s. 496; Bihar c. 40, s. 332
                            [17] Akziye-i Ali ibni Ebu Talib
                            [18] Sünen-i Beyhaki c. 7, s. 236; Zehair el-Ukba s. 81; el-Gadir c. 6, s. 120
                            [19] Müstedrek-i Hakim c. 2, s. 95; Gadir, c. 6, s. 102
                            [20] Zehair el-Ukba s. 80; el-Gadir c. 6, s. 110
                            [21] Keşf’ul Gumme c. 1, s. 33; Bihar c. 40, s. 277
                            [22] Kenzu’l-Ummal c. 3, s. 178; Zehairü’l-Ukba s. 80
                            [23] Maide/96
                            [24] Kenzü’l-Ummal, c. 3, s. 53; Müstedrek el-Vesail, c. 2, s. 119
                            [25] Ali ve Halifeler Revaihu’l-Kur’an, s. 51’den nakledilmiştir.
                            [26] Zehairu’l-Ukba, s. 79
                            [27] el-İstiab c. 2, s. 426
                            [28] Ali ve Halifeler s. 316-324


                            ANNAMLI BİR KISSA

                            Zulüm Tezgahında Hizmet Etmek
                            Ali bin Yaktin, Harun Raşid’in güçlü veziri olmasıyla birlikte İmam Musa bin Cafer (a.s)’ın da Şialarındandı. İmam Musa Kazım (a.s), zalimlerle çalışmayı câiz bilmemesine rağmen, bazı güvenilir kimselerin zalimler tezgahında bulunmasını gerekli görüyordu. O kimselerden biri Ali bin Yaktin idi. O, defalarca İmam Kazım (a.s)’dan vezirlik makamından ayrılması için izin istedi. Ama İmam (a.s) izin vermeyerek şöyle buyurdular:

                            “Bu işi yapma; çünkü biz size ilgi duymaktayız. Senin hilafet sarayında bulunman, din kardeşlerinin (şiaların) izzet mayasıdır. Umulur ki, Allah Teala senin vasıtanla rahatsızlıkları giderir ve muhaliflerin ateşini kendi dostlarından uzaklaştırır.

                            Ey Ali bin Yaktin! Zalim sarayında hizmet etmenin kefareti, din kardeşlerine iyilik etmektir.”

                            Daha sonra şöyle buyurdular:

                            “Sen bir şeyi benim için tazmin et, ben buna karşılık on şeyi sana tazmin edeyim. Senin tazmin etmen gereken şey, dostlarımızdan biri sana müracaat ettiğinde ihtiyacını gidermen ve ona ihtiramda bulunmandır. Benim tazmin etmem gereken şey ise şunlardır:

                            1- Kesinlikle hapse düşmeyeceksin.

                            2- Asla kılıçla öldürülmeyeceksin.

                            3- Hiçbir zaman evine fakirlik girmeyecektir.

                            Ey Ali! Kim bir mümini sevindirirse, ilk önce Allah’ı, sonra Peygamber (s.a.a)’i ve daha sonra da bizi hoşnut etmiştir.” (Bihar, C. 48, S. 136; az bir farklılıkla C. 75, S. 379’da da nakledilmiştir. )

                            Allah'a emanet olun...


                            Yorum


                              #29
                              Ynt: imamlar a.s ve sultanlar

                              BİSMİHİ TEALA

                              HAMD ALEMLERİN RABBİ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN

                              RABB'İMDEN HAK İLE BATILI AYIRIP DOĞRULARLA OLMAYI MUAVVAK KILMASINI DUA EDERİM

                              Selamun Aleykum Aziz ve Değerli Kardeşim Elmeddin;

                              Buradaki çalışmanızı her iki bloğunuzdan da kaldırmanızı rica ederim çünkü Şia'ların ikiye bölünmesine sebebiyet verebilir.

                              Hakkınızı helal edin...

                              Yorum


                                #30
                                Ynt: imamlar a.s ve sultanlar

                                [quote author=Halil ibrahim Ehlader link=topic=24485.msg165192#msg165192 date=1356915349]
                                BİSMİHİ TEALA

                                HAMD ALEMLERİN RABBİ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN

                                RABB'İMDEN HAK İLE BATILI AYIRIP DOĞRULARLA OLMAYI MUAVVAK KILMASINI DUA EDERİM

                                Selamun Aleykum Aziz ve Değerli Kardeşim selmancan;

                                Aramıza hoş geldiniz Katıldığınız ve bilgilerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz..Allah devamınıda muavvfak kılsın
                                Allah'a emanet olun...
                                [/quote]
                                Allah razı olsun. Rabbim hakkın temsilcilerini muvaffak kılsın.

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X