İmam Hasan'ın Barışı, Sebepleri ve Sonuçları
İmam Hasan'ın (a.s) Muaviye ile yaptığı barış, onun hayatının en zor, en karmaşık, en hassas ve en acı aşamalarından birini oluşturur. Hatta bu olay, Ehl-i Beyt'in tarih içindeki hayatı boyunca da aynı niteliği taşır. İmam'ın yaptığı bu barış, masum imam adına yansıttığı cesur tutum, geçmiş yüzyıllar boyunca ve hatta yaşadığımız yüzyılda yol açtığı farklı gelişmeler, itirazlar ve yorumlar sebebiyle İslâm tarihinin en önemli olaylarından biridir. Müslüman araştırmacılar, bu barışın açıklanması ve incelenmesi amacı ile birçok kitaplar yazmışlar; düşmanlar ve dostlar, bu olayla ilgili hükümlerini açıklamışlardır.
Şeyh Muhammed Hüseyin Kaşif'ul-Gıta, Şeyh Razi Âl-i Yasin ve Seyyid Bâkır Şerif Kureşî gibi kalbur üstü çağdaş araştırmacılar, İmam Hasan'ı (a.s) ve İslâm için yaptığı barışı ayrıntılı bir şekilde büyüteç altına almışlardır.
Biz önce bu barış hakkında bize kadar gelen tarihî bilgileri sunacağız. Arkasından İmam Hasan'ın (a.s) bu barışı kabul etmesinin arkasında gizli olan sebepler hakkındaki sözlerine değineceğiz. Bundan sonra konu üzerinde bir inceleme yapacağız.
Hücceti Tamamlama
Tarihçilerin verdikleri bilgilere göre İmam Hasan (a.s), ordusu ile çevresindekilerin ihanetlerini ve iki yüzlülüklerini gördükten sonra onların düşmana karşı duracakları ve di-renecekleri yolunda hiçbir ümidi kalmamakla ve bu adamların içlerinde gizlenen arzular ortaya çıkmış olmakla birlikte sırf hüccet tamamlansın, dayanacakları hiçbir bahane kal-masın diye onlara şu konuşmayı yaptı:
Yazıklar olsun size! Allah'a yemin ederim ki Mu-aviye, benim öldürülmem yolunda verdiği sözü hiçbiriniz için tutmayacaktır. Öyle sanıyorum ki, elimi e-line koyarak ona halifeliği teslim edersem, bana dede-min dinini yaşama serbestîsi vermeyecektir. Ben yalnız başıma Allah'a ibadet edebilirim. Fakat sizin çocuklarınızın Allah'ın kendilerine bağışladığı yiyeceği ve suyu istemek üzere onların çocuklarının kapıların-da beklediklerini, ama yiyecek ve su alamadıklarını gö-rür gibiyim. Yuh olsun, kendi elleri ile yaptıkları kötülüklere! Zalimler ne acı bir akıbetle yüz yüze geleceklerini yakında göreceklerdir.[1]
Bir diğer konuşmasını da, Muaviye'nin barış önerisini ka-bul etmeden önce insanlara hücceti tamamlamak amacıyla yaptı. İmam (a.s) bu konuşmasında, dostlarının görüşlerini öğrenmek, düşüncelerinden haberdar olmak için yüce Alla-h'a hamdüsenadan sonra şöyle buyurdu:
Allah'a yemin ederim ki, bizi Şamlılarla savaşmaktan, zillet veya sayıca azlığımız vazgeçirmedi. Fakat biz onlarla sağlıklı yapımızla ve sabırla savaşıyorduk. Şimdi sağlıklı yapımız, iç düşmanlıkla ve sabrımız, endişe ile yıprandı. Sizler bizimle birlikte savaşa giderken, dininiz dünyanızın önünde idi. Oysa şimdi, dünyanız dininizin önüne geçti. Biz sizin için idik ve siz de bizim içindiniz. Oysa şimdi bize karşı oldunuz. Sonra sizler iki maktul üzerinde yoğunlaştınız. Biri Sıf-fin maktulleri ki, onlar için ağlıyorsunuz. Öbürü Neh-revan maktulleri ki, onların intikamını almak istiyorsunuz. Ağlayanlar bizi yalnız bırakmışlar, intikam al-mak isteyenler ise, bize karşı isyan başlatmış durumdalar.[2]
İmam (a.s), sözlerinin bu noktasında, dinleyenlere Mua-viye'nin barış teklifini duyurmak üzere şöyle dedi:
Muaviye bizi onur ve hakkaniyetten yoksun bir işe çağırdı. Eğer yaşamayı istiyorsanız, teklifini kabul e-delim ve hiç sızlanmayalım. Yok, eğer ölmeye hazırsanız, canımızı Allah uğruna feda ederek onu Allah'ın mahkemesine havale edelim.[3]
Ravinin eklediğine göre, İmam Hasan'ın (a.s) dinleyicile-ri hep birlikte: "Sağ kalmayı ve yaşamayı tercih ediyoruz." di-ye bağırdılar.[4]
Barışın Kabul Edilmesi
İmam Hasan'ın (a.s) önünde barışı kabul etmekten ve ik-tidarı bir süre için Muaviye'ye bırakmaktan başka bir yol kal-mamıştı. Barış antlaşmasının maddeleri üzerinde derinliğine bir incelemeden açıkça ortaya çıkar ki İmam (a.s), Muaviye'-ye hiçbir taviz vermemiş, onu resmen halife ve Müslümanların hâkimi olarak kabul etmemişti. Tersine, Muaviye'nin bu konudaki iddialarının asılsızlığını ispat etmek üzere önderlik makamını kendi meşru hakkı saymıştı.
Barış Antlaşmasının Maddeleri
Tarih kaynakları, barış antlaşmasının açık metnini içeren bir belge içermiyor. Oysa bu metin, özellikle İslâm tarihinin ilk yüzyılları için, İslâm tarihinin bütününü şekillendiren aşamaların en önemlilerinden birinin sonlanmasıyla il-gili tarihî bir belge sayılır. Bu ihmale haklı bir sebep bulamıyoruz.
Muhtelif kaynaklar, bu maddelerin bazılarını içerirken, diğer bazılarına hiç yer vermemiştir. Bu kaynakların bütünün-den İmam'ın (a.s) Muaviye'ye koştuğu barış şartlarının neler olduğu anlaşılabilir.
Bir araştırmacı, bu şartları düzenleyerek beş madde şeklinde ortaya koymuştur. Biz bu maddeleri, o araştırmacının düzenlediği gibi sunuyoruz ve alıntı yaptığımız esere güvenerek dipnotlarında gösterdiği kaynakları belirtme gereğini duymuyoruz.[5]
Anlaşmanın maddeleri şunlardır:
1- Muaviye'nin Kur'ân'a, Sünnet'e ve salih halifelerin tutumuna uygun şekilde hareket etmesi şartı ile iktidar kendisine teslim edilecektir.
2- Muaviye'den sonra iktidar İmam Hasan'a geçecek; e-ğer ona bir şey olursa, iktidar, kardeşi Hüseyin'e devredilecektir. Muaviye'nin, iktidarı kendisinden sonra bir başkasına devretme yetkisi yoktur.
3- İmam Ali'ye yönelik sövmelere ve namazlar sırasında aleyhinde söylenen sözlere son verilecek, kendisi sadece ha-yırla anılacaktır.
4- Kûfe beytülmalindeki beş milyon dirhem tutarındaki para, iktidarı teslim etmenin kapsamı dışındadır. Teslim iş-lemi bu parayı içermez. Ayrıca Muaviye, İmam Hasan'a iki milyon dirhem gönderecek, bağışlarda ve hediyelerde Haşimoğulları'nı Abduşşemsoğulları'ndan üstün tutacak, İmam Ali'nin safında Sıffin ve Cemel savaşlarında öldürülenlerin çocuklarına bir milyon dirhem dağıtacak ve bu harcamaları, Dar-ı Ebcer bölgesi gelirlerinden karşılayacaktır.
5- Şamlısı ile, Iraklısı ile, Hicazlısı ile, Yemenlisi ile, bü-tün halk güven içinde olacak. Siyah ve kızıl derili olanlar da dâhil olmak üzere bütün ırklar güven içinde olacak.
Muaviye, insanların ayak sürçmelerini hoşgörü ile karşılayacak. Geçmişteki olaylar yüzünden hiç kimseyi kovuşturmaya tâbi tutmayacak ve Irak halkına kin duygusu ile mu-amele etmeyecektir.
İmam Ali (a.s) taraftarları, nerede olurlarsa olsunlar, gü-ven içinde olacaklardır. Hiçbir İmam Ali (a.s) taraftarı, kötü muamele görmeyecektir.
İmam Ali (a.s) taraftarlarının canları, malları, kadınları ve çocukları güven içinde olacaklardır. Hiçbir şeyden dolayı kovuşturmaya uğratılmayacaklardır. Hiçbiri kötü bir işleme maruz bırakılmayacaktır.
Her hak sahibine hakkı ulaştırılacak ve nerede olurlarsa olsunlar bütün Ali (a.s) taraftarlarının elde ettikleri haklar ko-runacaktır.
Muaviye'nin ne İmam Hasan'ın ve İmam Hüseyin'in ve ne Resullah'ın Ehl-i Beyt'ine mensup birinin başına bir belâ getirmemesi, İslâm âleminin hiçbir yerinde onlardan hiçbirini korku altında yaşatmaması gerekir.
Bazı araştırmacılar, dördüncü maddenin Ehl-i Beyt'i, ö-zellikle de İmam Hasan'ı (a.s) karalamak için Emevîler veya Abbasîler tarafından uydurulduğunu kabul etmişlerdir. Çün-kü bu, İmam Hasan'ın (a.s) seviyesine ve konumuna uygun değildir. Doğrusunu Allah bilir.[6]
Tarihin bize ulaştırdığı kadarıyla bu maddeler, İmam Ha-san (a.s) ile Muaviye arasında yapılan barış anlaşmasının te-mel esasları olan maddelerdir. Veya en azından bu maddeler, İmam Hasan'ın (a.s) Muaviye'ye kabul ettirdiği şartların doğasını temsil etmektedir.
İmam Hasan'ın Sözleri Işığında Barışın Sebepleri
1- Şeyh Saduk, "İlelu'ş-Şerai" adlı eserinde isnat zinciri ile Ebu Said Ukeysa'ya şöyle bir rivayet dayandırıyor. Bu rivayete göre Ebu Said Ukeysa, İmam Hasan'a (a.s), kendisinin hak yolunda, Muaviye'nin ise sapıtmış ve zalim olduğunu bildiği hâlde, kendisini Muaviye ile barış yapmaya sürükleyen sebebin ne olduğunu soruyor.
İmam ona şu cevabı veriyor: "Ey Ebu Said! Ben, yüce Allah'ın kulları üzerindeki hücceti ve babamdan sonra onların i-mamı değil miyim?" Ebu Said: "Evet, öylesin." diyor.
İmam Hasan (a.s) şöyle devam ediyor: "Peygamberimiz benim ve kardeşim hakkında: 'Hasan ile Hüseyin ayakta olsalar da, köşelerinde otursalar da imamdırlar.' dememiş midir?" Ebu Said: "Demiştir." diyor.
İmam sözlerine şöyle devam ediyor:
O hâlde ben ayakta olsam da imamım, köşemde otursam da imamım. Ey Ebu Said! Benim Muaviye ile barış yapmamın gerekçesi, Peygamberimizin Damre-oğulları ile, Eşcaoğulları ile, Hudeybiye'den geri dönüşü sırasında Mekkeliler ile yaptığı barışın gerekçesinin aynısıdır. Onların kâfir oldukları tenzil ile, Mua-viye ve adamlarının kâfirlikleri ise tevil ile sabittir.
Ey Ebu Said! Mademki ben yüce Allah tarafından imamlığa lâyık görüldüm, yaptığım uygulamanın hik-meti belirgin olmasa da, öne çıkardığım ateşkes ve sa-vaş ile ilgili görüşümün akılsızlıkla nitelenmemesi gerekir. Hızır'a (a.s) baksana: Gemiyi deldiğinde, delikanlıyı öldürdüğünde, yıkılmak üzere olan duvarı doğ-rulttuğunda, bu hareketlerin hikmetini bilmediği için Musa (a.s) bunlara karşı memnuniyetsizlik gösterdi. Fakat Hızır (a.s) ona uygulamalarının hikmetini anlatınca, hoşnutluğunu ifade etti. Ben de öyleyim. Verdiğim kararın hikmetini bilmediğiniz için bana kızdınız. Eğer bu kararı vermemiş olsaydım, yeryüzünde taraftarlarımızdan hiçbiri bırakılmayacak, hepsi öldürülecekti.[7]
Tabersî de "el-İhticac" adlı eserinde, İmam Hasan'dan (a.s) bu sebebin benzerini nakleder.[8]
2- Zeyd b. Veheb Cühenî diyor ki:
İmam Hasan (a.s) Medain'de yaralandıktan sonra ken-disine o şartlar karşısında nasıl bir tavır takınacağını sorduğumda, bana şu cevabı verdi:
Allah'a yemin ederim ki, Muaviye'yi, taraftarlarım olduklarını iddia eden bu kimselerden kendim için daha hayırlı görüyorum. Bunlar beni öldürmeye çalıştılar, eşyamı yağmaladılar, mallarıma el koydular. Allah'a yemin ederim ki, Muaviye'den kanımın akıtılma-yacağına dair taahhüt almam, bu taahhütle ailem hak-kında güvenceye kavuşmam; bu adamların beni öldür-melerinden, böylece ehlibeyt'imin ve ailemin mahvol-masından daha hayırlıdır. Allah'a yemin ederim ki, e-ğer Muaviye ile savaşa girersem, bu adamalar boynumdan tutarak beni savaşmadan Muaviye'ye teslim ederlerdi. Allah'a yemin ederim ki, eğer onunla onurlu konumdayken barış yaparsam bu durum, onun be-ni esir alarak öldürmesinden veya beni minnet altına almasından daha hayırlıdır. Çünkü onun minneti altına girmek, dünya durdukça Haşimoğulları için bir yüzkarası olur, Muaviye ve arkasından gelecek olanlar bizim yaşayanlarımızı ve ölülerimizi bu minnet bor-cu altında ezerlerdi.[9]
3- Süleym b. Kays el-Hilâlî'nin verdiği bilgiye göre, Mu-aviye Kûfe'ye geldiğinde, İmam Hasan (a.s) onun hazır bulunduğu sırada minbere çıktı ve Allah'a hamdüsena ettikten sonra şunları söyledi:
Ey insanlar! Muaviye benim kendisini halifeliğe lâ-yık gördüğümü, kendimi ise bu işe lâyık görmediğimi ileri sürdü. Yalan söyledi. Ben, Allah'ın kitabına ve Peygamberimizin sözlerine göre insanların önderliğine herkesten daha çok lâyığım. Allah'a yemin ederim ki, eğer insanlar bana biat ederek bana itaat etseler, beni destekleselerdi, gökyüzü yağmurunu üzerlerine indirir, yeryüzü kendilerine bereketini sunardı ve ey Muaviye sen bu makama göz dikemezdin. Peygamberimiz (s.a.a): "Aralarında daha bilgili biri varken iktidar yetkisini ona değil de bir başkasına teslim eden bir toplum sürekli geriler, çöker, sonunda buzağıya tapanların dinine döner..." buyurmuştur.[10]
4- Allâme Kunduzî'nin, "Yenabi-ul Meveddet" adlı eserinde verdiği bilgiye göre İmam Hasan (a.s), Muaviye ile ni-çin barış
yaptığı konusunda yaptığı halka yönelik bir konuş-mada şöyle dedi:
Ey insanlar! İyi biliyorsunuz ki, yüce Allah sizi de-dem sayesinde doğru yola ileterek sapıklıktan kurtar-dı, sizi cahillikten çekip çıkardı, onun vasıtası ile sizi e-zilmişlikten sonra onurlandırdı, azlıktan sonra çoğalttı. Muaviye, ona değil de bana ait olan bir hak üzerinde benimle çekişmeye girişti. Ben ümmetin yararını ve fitnenin kesilmesini gözettim. Sizler benimle barış yapanla barış yapmak ve benimle savaşanla savaş-mak üzerine bana biat ettiniz. Ben Muaviye ile barış yapmayı, onunla aramızdaki savaşa son vermeyi uygun gördüm. Onunla barış yaptım ve kanların korun-masının dökülmesinden daha hayırlı olduğu görüşüne vardım. Böyle yapmakla sizin yararınızdan ve hayatta kalmanızdan başka bir şey istemedim. "Bilmem, belki de bu, sizin sınavdan geçirilmeniz ve belirli bir sürenin sonuna kadar dünya nimetlerinden yararlandırılmanız içindir."[11]
5- Seyyid Murteza'nın aktardığı bir rivayete göre Hücr b. Adiy, İmam Hasan'ın (a.s) barışı onaylamasından sonra o-na itiraz ederek: "Müminlerin yüzlerini kararttın." dedi. İmam (a.s) ona şu cevabı verdi:
Senin istediğini herkes istiyor değil ve herkesin gö-rüşü senin görüşün gibi değil. Ben bu yaptığımı, sizi korumak için yaptım.
Seyyid Murteza sonra şöyle devam eder:
İmam Hasan'ın taraftarları barış yapılmasına karşı çıktılar. İmam'ın kararından dolayı üzüntülerini ifade ettiler. Buna karşı çıkanlar arasında bulunan Süleyman b. Surad Huzaî İmam'a söyle dedi: "Muaviye'ye biat etmenden dolayı duyduğumuz şaşkınlığın sona ereceği yoktur. Oysa Kûfe halkından kırk bin savaşçı yanında idi. Hepsi maaş alıyordu ve evlerinin kapılarında emrini bekliyorlardı. Onların yanı sıra bir o kadar daha oğulları ve akrabaları vardı. Ayrıca Basra ve Hicaz halkından olan taraftarlarını da bunlara ilâve et-mek gerekir. Sonra ne antlaşmada kendin için bir güvence ve ne vergilerden bir pay aldın. Bu yaptığın işi yaptığında eğer Muaviye'ye karşı doğunun ve batının ileri gelenlerini şahit tutsaydın ve kendisinden sonra iktidarın sana verileceği yolunda ona resmî bir yazı yazmış olsaydın, durumu kabullenmek bizim için daha kolay olurdu. Fakat o aranızda sana verdiği söze bağlı kalmadı. Nitekim çok geçmeden şahitler huzurunda: 'Ben savaş ateşini söndürmek ve fitneyi önlemek amacı ile anlaşmaya bazı şartlar koydum ve bazı vaatlerde bulundum. Ama yüce Allah sözbirliğimizi ve dirliğimizi bize bağışladığı için, artık o şartlar ve va-atler ayağımın altındadır.' dedi. Allah'a yemin ederim ki, bu sözlerle kastettiği kişi sensin. Söylemek istediği şey, seninle onun arasındaki anlaşmadır. Nitekim anlaşmayı bozdu. Buna göre eğer istersen, geri adım at. Savaş, hiledir. Benim senden önce Kûfe'ye gitmeme izin ver. Oraya varır varmaz Muaviye'nin valisini şehirden çıkarır, onun görevden alındığını açıklarım. Bu arada sen de onun yaptığının karşılığı olarak antlaşmayı bozarsın." İmam'ın diğer taraftarları da Süleyman'ınkilere benzer sözler söylediler.
İmam (a.s) onlara şu cevabı verdi: "Sizler bizim ta-raftarlarımız ve sevdiğimiz kimselersiniz. Eğer ben dün-ya işi için azimle çalışan, dünyanın saltanatı için koşup yorulan biri olsaydım, Muaviye benden daha şiddetli, daha yürekli, daha azimli olamazdı. Fakat ben sizinkinden farklı bir görüşteyim. Bu yaptığım barışla sadece kan dökülmesini önlemek istedim. Allah'ın hükmüne razı o-lun, O'nun emrine teslim olun, evlerinizde oturun ve se-sinizi çıkarmayın."[12]
Barış Etkenleri İle İlgili İki Analiz
Birinci Analiz
Muaviye kendini barış adamı, barışa ve savaşsızlığı çağıran biri olarak tanıtmaya özen gösterdi. Bu gayretini de, İmam Hasan'a (a.s) gönderdiği mektuplarda ortaya koydu. Bu mektuplarda, İmam Hasan'ın (a.s) şartları ne olursa olsun onu barışa çağırdı. Araştırmacılar, Muaviye'nin seslendirdiği barış çağrısını, onun İmam Hasan'ın (a.s) belini büken en önemli hilesi saymışlardır. Öyle bir hile ki, İmam'ın (a.s) içinde bulunduğu ortamı krize sürükleyip, ona barış ka-bul etmekten başka bir seçenek bırakmadı.
Şeyh Muhammed Hüseyin Âl-i Kâşifu'l-Gıta bu konuda şöyle diyor:
İmam Hasan (a.s) eğer barışı reddedip savaşmakta ısrar etseydi, şu iki şıkla karşı karşıya kalacağını anlamıştı: Ya kendisi galip gelip Muaviye yenilecekti. O gün içinde bulunan şartlar ve ortam her ne kadar da bu şıkkı neredeyse imkânsız kılıyor idi ise de, varsayalım ki, bu şık gerçekleşti; o takdirde bunun akıbeti, insanların Emevî Oğulları'na acımasından ve onların uğruna başkaldırıya geçmekten başka bir şey olmayacaktı. Çünkü Emevîler mazlum düşürülmelerini en dokunaklı, en acıklı görüntüler ile ortaya koyacaklardı. Bu durumda, galip gelen tarafın İmam Hasan (a.s) olduğunu farz ettiğimiz takdirde, acaba İmam'ın tu-tumu ne olacaktı?
Buna karşı eğer İmam Hasan (a.s) mağlup olsaydı, ağzını açan herkesin söyleyeceği ilk sözler: "Kendini tehlikeye atan kimse Hasan'dır. Çünkü Muaviye ondan kan akmamasını sağlayacak bir barış istediği hâl-de o bu isteği reddederek haddi aştı. Haddi aşanların başına belâ gelmesi normaldir." şeklinde olurdu. O tak-dirde Muaviye ile Ebu Süfyan'ın amaçladığı İslâm'a yönelik tuzak niteliğindeki plân gerçekleşmiş, halkın eski cahiliye dönemine döndürülerek Lât ve Uzza adlı putlara tapmalarının zemini hazırlanmış olurdu. Ay-rıca Muaviye, Ehl-i Beyt'e mensup tek bir kişiyi bile sağ bırakmazdı.
Aslında İmam Hasan (a.s) barışı kabul ederek bun-lardan daha incelikli bir amaç gütmüştü. O galip gel-mek veya yenilmekten önce insanları savaş sıkıntısına sokmadan, onları hoşlarına gitmeyen kan dökümü a-kıbeti ile karşı karşıya bırakmadan büyük bir cesaretle Muaviye'nin içyüzünün ve nefsinin kuytu köşelerinde gizlediği kötü mahiyetinin açığa çıkmasını istiyordu.
Görünüşte Müslüman, fakat aslında ve gerçekte İslâm'a düşman olan Muaviye, ince bir din perdesi arkasına saklanarak insanları aldatıyordu. İnsanlar İmam Hasan'a (a.s) ve daha önce babasına yönelmesinler diye bu ikiyüzlülüğü ser-giliyordu. Bu yüzden gizli tuttuğu mahiyetini açığa vurması için İmam Hasan (a.s) önündeki meydanı boşaltmak istedi ve o da böyle yaptı.
Çünkü barışın dayatılmasının hemen arkasından minbe-re çıkan Muaviye, büyük bir kalabalığa hitaben şöyle dedi:
Ben ne oruç tutasınız ve ne namaz kılasınız diye sizinle savaşmadım.
İmam Hasan'ın (a.s) imzaladığı barış ile Muaviye'ye ne yaptığını, bütün çabalarını nasıl boşa çıkardığını, kurduğu bütün yapıları nasıl yıktığını ve böylece nasıl hakkın üstün gelerek batılın perişan olduğunu ve batıl taraftarlarının nasıl hüsrana uğradıklarını görmek gerekir. Dolayısıyla İmam Ha-san'ın (a.s) kardeşi İmam Hüseyin (a.s) için o günkü ortamda Yezid'e başkaldırması nasıl kesin bir gereklilik idi ise, İ-mam Hasan için de yaşadığı günlerin şartlarında barış yapmak o kadar kesin bir gereklilik idi. Bu gerekliliklerin her i-kisi, iki zaman diliminin değişik niteliğinden ve karşı taraftaki iki kişi, yani Muaviye ile oğlu Yezid arasındaki farklılıktan kaynaklanıyordu.
İmam Hasan'ın (a.s) Muaviye'yi rezil eden barışı ile İmam Hüseyin'in (a.s) Yezid'i çökerten ve Ebu Süfyan iktidarının kısa süre sonra yıkılmasını sağlayan şahadeti olmasay-dı, bu iki İmam'ın dedelerinin çabaları göz açıp kapanıncaya kadar kaybolacak, İslâm dini Ebu Süfyanoğulları dinine dö-nüşecek; zulüm, fasıklık ve hıyanet dini hâline gelecek, iyi insanları ortadan kaldırıp yerlerine zalimlerin ve fasıkların konmasına zemin hazırlayan bir din olacaktı.
Denebilir ki: İmam Hasan (a.s) niçin İmam Hüseyin (a.s) gibi şahadet yolunu izlemedi? Zira İmam Hüseyin de Yezi-d'e karşı askerî bir zafer kazanamayacağını biliyordu.
Sorunun cevabı şudur:
1- Muaviye Müslüman görüntüsü sergilerken Yezid, fa-sıklığını ve facirliğini açığa vurmaktan çekinmiyordu. Üstelik Muaviye zeki, oğlu Yezid ise aptaldı.
2- Kûfelilerin ihaneti, İmam Hüseyin (a.s) bağlamında, tarihî heybet ve başarıya ulaşmanın bir adımı niteliğinde idi. Oysa aynı topluluğun İmam Hasan'a (a.s) yönelik Meskin ve Medayin'de gerçekleşen ihaneti, ölümcül bir darbe idi. Nitekim İmam Hasan'ın (a.s) ordusunun saflarının dağılmasına sebep olmuş ve onun cihat etme imkânını ortadan kaldırmış-tı. Şöyle ki, Kûfelilerin İmam Hüseyin'e (a.s) verdikleri sözü tutmamaları, biati geçersiz saymaları, İmam'ın savaşa hazırlanmasından önce gerçekleşen bir olaydı. Bu yüzden İmam Hüseyin'in (a.s) küçük, ama yekvücut ordusu, o sırada savaşmaya moral açısından hazırdı. Bir ordunun saflarının çö-zülmesine sebep olacak bütün şaibelerden uzaktı. Büyük he-defleri ve idealleri olan bir İmam'ın etrafında toplanmış, fe-dakâr bir ordunun somut örneğini oluşturuyordu.[13]
İkinci Analiz
Muaviye ikinci ve üçüncü halifeler dönemlerinde yirmi yıl süren Şam valiliği sebebi ile yükselişini kaydetti. Bu valiliği sayesinde devlet sistemi içinde ağırlık kazandı, halk ile yakın ilişkiler geliştirdi ve onları maddî bağışlarla doyurdu. Böylece Şam'ın bütün üst düzey yöneticileri ve şehrin eşrafı, onun adamları ve yakın destekçileri oldular. Bu yüzden İs-lâm'daki önemi arttı ve Şam dışındaki beldelerde Peygamberimizin (s.a.a) ailesi olan Kureyş kabilesinden ve onun sa-habîlerinden biri olarak tanındı. Öyle ki Ebuzer, Ammar ve Mikdad gibi yüce Allah'ın kendilerinden hoşnut olduğu ve kendilerinin de O'ndan hoşnut oldukları Kur'ân'da bildirilen ilk dönemin öncü Müslümanlarının birçoğundan daha çok meşhur oldu.
Böylece Emevîlik tekrar hortladı. Haşimîlik adıyla Haşi-mîlere açıktan üstünlük kuruyor ve gizliden gizliye onlara tuzak kuruyordu. Zaman geçtikçe halk yığınlarını kurnazlığı ile aldatıyordu. Seçkinleri ise, cömertçe dağıttığı ümmetin malları ve yüce Allah'ın onlar gibi hainlere yasakladığı görevlere atamakla satın alıyordu. Fetih görüntülerini ve halifelerin hoşnutluğunu kazanmış olmayı kullanıyordu.
Sonunda Muaviye'nin kurnazlığı sayesinde Emevîliğin işleri yoluna girince, şeytan sızması gibi bir sızma ile dinin temellerine sızdı. Bu temeller üzerinde çeşitli entrikalar çe-virdi. Onların saf yapısında bozulmalar meydana getirdi. Ha-yat düzenini, cahiliye dönemine döndürmeye koyuldu. Sapıklığı ve zındıklığı tekrar diriltti. Bunun için bilinen cahiliye yöntemlerini kullandı. Amacı, menfaatlerini en üst düzeyde tatmin etmek için Emevîliğin arzuladığı çıkarcı plânı hayata geçirmek, ayrıcalığını korumak için bu plânı yürürlükte tutmaktı.[14]
İnsanlar ise, genel olarak böyle şeylerin farkına varmıyorlardı. Çünkü bu konularda İslâm'da geçerli olan kural, yani "İslâm kendisinden öncesini siler." ilkesi, Emevî ailesinin rezillikleri üzerine gizleyici bir örtü atmıştı. Özellikle Re-sulullah (s.a.a) onları affettikten, halifeler onları kendilerine yaklaştırdıktan, onları Müslümanlar üzerine vali olarak seç-tikten, kendilerine başka valilere vermedikleri yetkileri verdikten sonra bu aile Şam'da yirmi yıl boyunca eski bildiklerini uyguladılar; ne yaptıkları bir kötülükten kendilerini alı-koyan oldu, ne de başkalarını böyle şeylerden alıkoydular.
İkinci halife Ömer bazı valilerini sıkı sıkıya gözetler, inceden inceye hesaba çeker, fakat diğer bazıları üzerinde aynı titizliği göstermezdi. Bu titizliği göstermek istediğinde, asla hiçbir engeli gözü görmezdi. Bu titizliğine örnek, onun Kın-nesrîn valisi Halid b. Velid'i itip sarsmasıdır. Valinin Eş'as'a on bin dirhem verdiğini haber almıştı.
Verdiği emir üzerine Bilal Habeşî onu sarığı ile bağlayarak halifenin karşısına getirdi. Adamı devlet yetkililerinden ve ileri gelen halk temsilcilerinden oluşan bir kalabalığın ö-nünde Hıms şehrinin en büyük camiinde başı açık olarak tek ayağı üzerine dikilmeye mecbur etti ve on bin dirhem hakkında sorguya çekti: Bu para valinin kendi parası mı idi, yok-sa ümmetin parasından mı alınmıştı? Eğer para kendinin idi ise, bunu vermesi israftı ve Allah müsrifleri sevmez. Yok, e-ğer verdiği parayı beytülmalden almış idiyse, bu yaptığı iş bir ihanet idi ve Allah ihanet edenleri sevmez. Halife bu yar-gılama sonucunda Halid b. Velid'i azletti ve ölünceye kadar bir daha onu vali yapmadı.
Ömer'in Halid b. Velid ve Ebu Hureyre'ye yönelik uygulamalarının benzerlerini bazı başka valilerine de uyguladığını gösteren örnekler, araştırmacılar tarafından bilinmektedir. Fakat Muaviye onun ayrıcalık tanıdığı, samimi davran-dığı, yakın ve seçkin dostuydu. İkisinin davranış ve tutumları arasındaki çelişkiye rağmen halife, onun elini hiçbir şey-den çektirmedi ve hiçbir konuda onunla hesaplaşma tartışmasına girişmedi. Belki de ona: "Sana ne bir emir veririm ve ne bir şeyi yasaklarım." demişti. Onu kendi görüş ve iradesine göre hareket etmekte serbest bırakmıştı. Kısacası ikinci halifenin titiz denetleyiciliği ve ince hesaba çekici tavrı sadece bazı valileri için geçerli idi, hepsini eşit şekilde kapsamıyordu. Çünkü halifenin Şam'daki valisi olan Muaviye'nin el-leri serbest ve açıktı, arzularının ve ihtiraslarının dilediği her şeyi rahatça yapabiliyordu.
Bu durum Muaviye'yi azdırdı ve Emevî çetesinin komplolarını uygulamaya yönelik azmini biledi. Böylece İmam Ha-san ile İmam Hüseyin, onun kurnazlığı ve hilekârlığı sebebi ile büyük bir tehlike ile karşı karşıya kaldılar. Bu tehlike, İslâm adına İslâm'ı tehdit ediyor, hak adına sığınarak hak ışığını söndürmeye çalışıyordu. Bu iki İmam'ın bu tehlikeyi savmak için önlerinde üçüncüsü olmayan iki yol vardı: Ya direneceklerdi ya da barışçı bir çözüme razı olarak uzlaşacaklardı. Fakat ikisi de gördüler ki, İmam Hasan döneminde tercih edilecek olan bir direnme seçeneği, bu dini ve mensuplarını savunan, insanları Allah'a ve doğru yola ileten bu Ehl-i Beyt safını kesin bir yok oluşa götürür.
Bundan dolayı İmam Hasan (a.s) Muaviye'yi küstahlık ve azgınlığı ile baş başa bırakmayı ve kendisine sunduğu ik-tidar ile onu imtihan etmeyi uygun gördü. Buna rağmen yi-ne de yaptığı barış antlaşmasında Muaviye'den kendisinin, dostlarının ve takipçilerinin gidişatında Allah'ın kitabına ve Resulullah'ın (s.a.a) sünnetine aykırı hiçbir tutum sergileme-mesi, İmam'ın hiçbir taraftarını Emevî saltanatına karşı işledikleri bir suçtan dolayı kovuşturmaya tâbi tutmaması, diğer Müslümanlara tanınan hakların ve onur dokunulmazlığının onlara da aynen tanınması gibi Muaviye'nin uymayacağını ve aksine davranacağını bildiği birtakım şartlara uy-ması yolunda ondan söz aldı.
Bu barış, İmam Hasan'a (a.s) Emevîlerin çirkin çehresini örten maskeyi düşürmek ve Muaviye'nin sahte görüntüsü al-tındaki makyajı eritmek için hazırladığı bir zemindi. O zaman kendisi ve diğer Emevî ileri gelenleri, oldukları gibi ca-hiliyeye mensup mahiyetleri ile ortaya çıkacaklardı. Böylece kalplerinin bir an bile İslâm ruhu ile titremediği görülecekti; İslâm'ın kendilerine sunduğu bağışların ve merhametlerin Bedir, Uhud ve Ahzab savaşlarından kalan kinlerinden hiçbir şeyi unutturamadığı, o kinlerin intikam hisleri ile dolu ol-duğu anlaşılacaktı.
Kısacası bu plân, barış içinde ortaya çıkan fırtınalı ve kaçınılmaz bir devrimdi. İmam Hasan'ın (a.s) içinde bulunduğu dönem ve şartlar bu plânı ona dayattı. Çünkü hak ile batıl birbirine karışmış, bu ortamda cirit atan kanlı bir silâhlı egemenlik hakka karşı azgınlık yapmaya zemin hazırlamıştı.
İmam Hasan (a.s) bu metodu icat eden ilk kişi olmadığı gibi, bu metodu uygulayan son kişi de değildi. O, bu metodu atalarından almış, sonra da onu kendisinden sonraki aşamalara miras bırakmıştır. Çünkü o da, kendisi dışındaki diğer Ehl-i Beyt İmamları (üzerlerine selam olsun) gibi, ileri ve geri adımlarında ilâhî risaletin rehberliği ile yol alıyordu. O, bu hareket metodu aracılığıyla imtihana tâbi tutuldu ve bu imtihana sabırla, metanetle teslim oldu ve ondan tertemiz, alnı açık ve büyük bir başarıyla çıktı.
Bu barış, İmam Hasan'a (a.s) Muaviye'nin yolu üzerinde kendinden bir tuzak kurma fırsatı hazırladı. Bu tuzak, hiç farkında olmadığı bir anda ayaklarını kapıp onu tökezletecekti. Yine bu barış ona, Emevî zaferini Emevî barutu ile ha-vaya uçurma imkânını sağladı. Böylece onların zaferini su köpüğüne ve rüzgârlarını toz dalgasına dönüştürdü.
Çok geçmeden İmam Hasan (a.s) tarafından barış şartlarına yerleştirilen ilk bomba, zaferini kutladığı gün Muaviye'-nin elinde patladı. Irak ordusu Nuhayle'de Muaviye'nin bir-liğine katılınca, Muaviye halkın karşısına geçerek şu konuş-mayı yaptı:
Ey Irak halkı! Allah'a yemin ederim ki, ben sizinle namaz, oruç, zekât ve hac için savaşmadım. Sizinle sa-vaşım, sadece başınıza geçmek içindi ve siz hoşlanmasanız da, Allah bana bu iktidarı verdi. İyi bilin ki, Hasan b. Ali'ye verdiğim bütün sözler şimdiden ayak-larımın altındadır; ona bağlı kalmayacağım.[15]
Bundan sonra da Muaviye'nin yönetim tarzı sürekli olarak Kur'ân'a ve Sünnet'e aykırı işler yapmak ve dinin haram saydığı şeyleri işlemek şeklinde belirginleşmeye başladı. Sa-lih ve saygın kişileri idam etmek, insanların namuslarına sal-dırmak, mallarını yağmalamak, özgür kişileri hapse atmak; onun İslâm'a aykırı hareketlerinden bazılarıdır.
Muaviye'nin işlediği son suç, hayâ ve haysiyetten yoksun oğlu Yezid'i Müslümanların sırtına bindirmesi, insanların dinleri ve dünyaları ile oynamakta onu serbest bırakmasıdır. Onun bu alçak ve arsız oğlu, Taff (Kerbelâ) olayı ile birlikte Hirre katliamı ve Kâbe'nin sabanlar ve mancınıklar ile taş yağmuruna tutulması gibi cinayetleri de işlemiştir.
Her ne olursa olsun önemli olan, sonraki olayların İmam Hasan'ın (a.s) hareket metodunu açıklayıcı ve aydınlatıcı tarzda gelişmesidir. İmam Hasan'ın (a.s) en önemli amacı, bu zorbaların yüzündeki maskeyi düşürmek, böylece on-lar ile dedesinin risaleti önüne kurdukları tuzak arasına gi-rerek risaletin etkisiz hâle gelmesi yönündeki niyetlerinin ger-çekleşmesini önlemekti. İşte İmam (a.s) bu yönde istediği her amaca ulaştı, böylece yüzlerdeki maske düştü ve Emevîlerin ipliği bütün çıplaklığı ile pazara çıktı. Bu nimetinden dolayı âlemlerin Rabbi yüce Allah'a hamdolsun!
İşte bu tedbir sayesinde, kardeşi ve şehitlerin önderi İ-mam Hüseyin (a.s), Kur'ân'ın açıklanmasına vesile olan ve kendisinin akıl sahiplerine örnek olmasını sağlayan devrimini gerçekleştirdi.
Bu iki İmam (Allah'ın selâmı onların üzerine olsun) aynı risaletin iki yüzü idiler. Bu iki yüzden her biri ortak risaletin bir noktasında ve aşamalarından birinde sorumluluklarını yerine getirmekte diğerini tamamlıyordu ve bu risalet uğrun-da fedakârlık ve kendini feda etme açısından her ikisi de eşit ve eş değerdeydiler. Buna göre, ne İmam Hasan (a.s) canını feda etmekten çekiniyordu, ne de İmam Hüseyin (a.s) Allah yolunda ondan daha cömert davranıyordu. İmam Hasan ba-rış yaparak sessiz ve suskun bir cihat için kendini bekletti. Vakti geldiğinde Kerbelâ şahadeti, Hüseyin'in olmadan önce Hasan'ın damgasını taşıyordu; Kerbelâ'daki şahadet Hüseynî olmadan, Hasanî idi.
Olayların derinliklerine inen akıl sahiplerine göre Sabat günü (barışın imzaladığı gün), Taff (Aşura) gününden daha derin fedakârlık anlamları ile yüklü idi. Çünkü o gün İmam Hasan (a.s) yerinde oturan, suskun bir şekilde hoşa gitmeyen şeylere tahammül eden sabırlı bir kişi rolünün kahramanlığını gösterdi. İşte bu nedenle Aşura şahadeti birinci derecede Hasan'a ve ikinci derecede Hüseyin'e aitti. Çünkü İmam Hasan (a.s) onun temelini atmış ve onun için zemin hazırlamıştı.
İnsanlar, Sabat ve Taff olaylarından sonra olayların derinliklerine inmeye ve bu Emevîlerde İslâm'la bağlaşmayan bir cahiliye taassubunun çöreklenmiş bulunduğunu görmeye başladılar. Öyle ki, onlar dışında kalan bütün gaddar, pes-paye ve fosilleşmiş taassuplar hortlayıp bir araya gelselerdi, İslâm'a ve Müslümanlara tehlike oluşturma açısından onlar-dan daha az zararlı olurlardı...[16]
Barışın Sebepleri İle İlgili Sözün Özü
Buna göre barışın sebepleri şöyle özetlenebilir:
1- Muaviye'nin entrikalarının İmam'ın taraftarlarını etkilemesinden sonra bu taraftarların zaafa uğramaları, savaş-maktan kaçınmaları ve İmam'ın emirlerini dinlememeleri. Bu durumda direniş faydalı olmayacak, tersine Muaviye'nin hileleri karşısında ilâhî risalet çizgisinin inişe geçmesi kesinleşecekti. Oysa Muaviye'nin hilelerinin ve aldatmalarının e-gemen olduğu bir toplumda bu çizginin varlığını ve yükselişini korumak İmam'ın (a.s) görevi idi.
2- İmam Hasan'ın (a.s) ordusunun çökmesi şu sonuçlara yol açacaktı: İmam Hasan en sadık Ehl-i Beyt mensupları ve dostları ile birlikte ya şehit edilecek ya esir alınarak Muavi-ye'nin zindanlarında yaşamak zorunda kalacak veya Muavi-ye'nin bağışı olacak olan bir özgürlüğün ezikliği altında sü-regidecek bir zayıflık konumunda serbest bırakılacaklardı ki, bütün bu sonuçlar, istenecek şey değildi. Çünkü şehit ol-mak, kısa veya uzun vadede meşru bir sonuç getirmediği tak-dirde gerekçesiz kalır. Özellikle beraberinde İmamet/İmam-lık çizgisinin tasfiyesini veya yaygın şekilde yok edilişini ge-tirdiği zaman hiç kabul edilemez.
3- Ehl-i Beyt'in haklılığına inanan kesimi korumak, Ha-şimoğulları ile onların izinden gidenlere yönelik Emevî kininin kalıcı bir nitelik kazandığını gördükten sonra bu kitleyi Emevî tasfiyesinden veya yaygın yok edişinden korumak. Nitekim İslâm tarihinin kanlı olayları bu kalıcı kini ispat etmiştir.
4- Haddini aşmış azgın bir kitle ile savaşmanın hiçbir yarar getirmediği bir dönemde Müslümanların kanlarının ak-masını önlemek.
5- Cahiliye karakterli Emevî plânının mahiyetini açığa çıkarmak ve İslâm ümmetini bunlara karşı koruma altına al-mak. Çünkü halifelik Emevî sülâlesinin İslâm ümmetinin ik-tidar dizginlerine el koymalarının, bu hanedanın İslâm varlığının kaderi ile oynamasının ve Peygamber'in (s.a.a) kutsal inkılâbına el koymasının zeminini hazırlamıştı.
6- Küfür ve gizli münafıklık ile güçlü biçimde mücadele etmenin uygun şartlarını hazırlamanın zorunluluğu.
İmam Hasan'ın (a.s) benimsediği ilâhî tutumun arkasında duran gerçek sebepler, olayın cereyan ettiği dönemde yaşayan birçok kişi tarafından olduğu gibi, sonradan gelen bazı sığ görüşlüler ile gerçeklerin çarpıtılmasının etkisi altında kalan şaşkınlar tarafından da fark edilmemiş, kavrana-mamıştır. Fakat barış anlaşmasını izleyen olaylar ile Muavi-ye ve diğer Emevî hükümdarları tarafından uygulanan düş-manca siyasetler, yine İslâm'a ve Müslümanlara verdikleri ağır zararlar, İmam Hasan'ın (a.s) tutumunun bazı sırlarını ortaya koymuştur.
KAYNAKLAR:
[1]- Tarih-i Taberî, 4/122; Tezkiretu'l-Havas, İbn Cevzî, 112
[2]- Biharu'l-Envar, 44/21
[3]- Biharu'l-Envar, 44/21
[4]- Biharu'l-Envar, 44/21
[5]- bk. Sulhu'l-Hasan, Âl-i Yasin, s. 259. Değerli yazar, araştırmasında Taberî, İbn Esir, İbn Kuteybe, Mekatil vs. gibi tarih kitapları ve kaynaklarına dayanmıştır.
[6]- Zindeganiy-i İmam Hasan, 223
[7]- İlelu'ş-Şeraî, 200
[8]- Biharu'l-Envar, 44/19
[9]- el-İhticac, Tabersî, 148
[10]- Biharu'l-Envar, 44/22
[11]- Yenâbîu'l-Mevedde, 293
[12]- Biharu'l-Envar, 44/21–28
[13]- Sulhu'l-Hasan, Üstad Razi Âl-i Yasin, 371–372 (Türkçe çevrisi, s.450–451, Kevser Yayınları)
[14]- Muaviye'nin ilâhî hadleri değiştirmekle, şeriatın hükümlerini çarpıtmakla, insanların dinlerini ve vicdanlarını menfaat karşılığında satın almakla, hayasızlığı ile, edepsizliği ile, hadis uydurmaları ile ve diğer çirkin kötülükleri ilgili daha fazla bilgi edinmek için bk. Haya-tu'l-İmami'l-Hasan, 2/145- 210
[15]- Sulhu'l-İmam Hasan, 285; Nehcu'l-Belâğa, 4/16; Tarih-i Yakubî, 2/192
[16]- Sulhu'l-İmami'l-Hasan Mukaddimesi, Şeyh Razi Âl-i Yasin
(http://www.alevicaferi.com)
İmam Hasan'ın (a.s) Muaviye ile yaptığı barış, onun hayatının en zor, en karmaşık, en hassas ve en acı aşamalarından birini oluşturur. Hatta bu olay, Ehl-i Beyt'in tarih içindeki hayatı boyunca da aynı niteliği taşır. İmam'ın yaptığı bu barış, masum imam adına yansıttığı cesur tutum, geçmiş yüzyıllar boyunca ve hatta yaşadığımız yüzyılda yol açtığı farklı gelişmeler, itirazlar ve yorumlar sebebiyle İslâm tarihinin en önemli olaylarından biridir. Müslüman araştırmacılar, bu barışın açıklanması ve incelenmesi amacı ile birçok kitaplar yazmışlar; düşmanlar ve dostlar, bu olayla ilgili hükümlerini açıklamışlardır.
Şeyh Muhammed Hüseyin Kaşif'ul-Gıta, Şeyh Razi Âl-i Yasin ve Seyyid Bâkır Şerif Kureşî gibi kalbur üstü çağdaş araştırmacılar, İmam Hasan'ı (a.s) ve İslâm için yaptığı barışı ayrıntılı bir şekilde büyüteç altına almışlardır.
Biz önce bu barış hakkında bize kadar gelen tarihî bilgileri sunacağız. Arkasından İmam Hasan'ın (a.s) bu barışı kabul etmesinin arkasında gizli olan sebepler hakkındaki sözlerine değineceğiz. Bundan sonra konu üzerinde bir inceleme yapacağız.
Hücceti Tamamlama
Tarihçilerin verdikleri bilgilere göre İmam Hasan (a.s), ordusu ile çevresindekilerin ihanetlerini ve iki yüzlülüklerini gördükten sonra onların düşmana karşı duracakları ve di-renecekleri yolunda hiçbir ümidi kalmamakla ve bu adamların içlerinde gizlenen arzular ortaya çıkmış olmakla birlikte sırf hüccet tamamlansın, dayanacakları hiçbir bahane kal-masın diye onlara şu konuşmayı yaptı:
Yazıklar olsun size! Allah'a yemin ederim ki Mu-aviye, benim öldürülmem yolunda verdiği sözü hiçbiriniz için tutmayacaktır. Öyle sanıyorum ki, elimi e-line koyarak ona halifeliği teslim edersem, bana dede-min dinini yaşama serbestîsi vermeyecektir. Ben yalnız başıma Allah'a ibadet edebilirim. Fakat sizin çocuklarınızın Allah'ın kendilerine bağışladığı yiyeceği ve suyu istemek üzere onların çocuklarının kapıların-da beklediklerini, ama yiyecek ve su alamadıklarını gö-rür gibiyim. Yuh olsun, kendi elleri ile yaptıkları kötülüklere! Zalimler ne acı bir akıbetle yüz yüze geleceklerini yakında göreceklerdir.[1]
Bir diğer konuşmasını da, Muaviye'nin barış önerisini ka-bul etmeden önce insanlara hücceti tamamlamak amacıyla yaptı. İmam (a.s) bu konuşmasında, dostlarının görüşlerini öğrenmek, düşüncelerinden haberdar olmak için yüce Alla-h'a hamdüsenadan sonra şöyle buyurdu:
Allah'a yemin ederim ki, bizi Şamlılarla savaşmaktan, zillet veya sayıca azlığımız vazgeçirmedi. Fakat biz onlarla sağlıklı yapımızla ve sabırla savaşıyorduk. Şimdi sağlıklı yapımız, iç düşmanlıkla ve sabrımız, endişe ile yıprandı. Sizler bizimle birlikte savaşa giderken, dininiz dünyanızın önünde idi. Oysa şimdi, dünyanız dininizin önüne geçti. Biz sizin için idik ve siz de bizim içindiniz. Oysa şimdi bize karşı oldunuz. Sonra sizler iki maktul üzerinde yoğunlaştınız. Biri Sıf-fin maktulleri ki, onlar için ağlıyorsunuz. Öbürü Neh-revan maktulleri ki, onların intikamını almak istiyorsunuz. Ağlayanlar bizi yalnız bırakmışlar, intikam al-mak isteyenler ise, bize karşı isyan başlatmış durumdalar.[2]
İmam (a.s), sözlerinin bu noktasında, dinleyenlere Mua-viye'nin barış teklifini duyurmak üzere şöyle dedi:
Muaviye bizi onur ve hakkaniyetten yoksun bir işe çağırdı. Eğer yaşamayı istiyorsanız, teklifini kabul e-delim ve hiç sızlanmayalım. Yok, eğer ölmeye hazırsanız, canımızı Allah uğruna feda ederek onu Allah'ın mahkemesine havale edelim.[3]
Ravinin eklediğine göre, İmam Hasan'ın (a.s) dinleyicile-ri hep birlikte: "Sağ kalmayı ve yaşamayı tercih ediyoruz." di-ye bağırdılar.[4]
Barışın Kabul Edilmesi
İmam Hasan'ın (a.s) önünde barışı kabul etmekten ve ik-tidarı bir süre için Muaviye'ye bırakmaktan başka bir yol kal-mamıştı. Barış antlaşmasının maddeleri üzerinde derinliğine bir incelemeden açıkça ortaya çıkar ki İmam (a.s), Muaviye'-ye hiçbir taviz vermemiş, onu resmen halife ve Müslümanların hâkimi olarak kabul etmemişti. Tersine, Muaviye'nin bu konudaki iddialarının asılsızlığını ispat etmek üzere önderlik makamını kendi meşru hakkı saymıştı.
Barış Antlaşmasının Maddeleri
Tarih kaynakları, barış antlaşmasının açık metnini içeren bir belge içermiyor. Oysa bu metin, özellikle İslâm tarihinin ilk yüzyılları için, İslâm tarihinin bütününü şekillendiren aşamaların en önemlilerinden birinin sonlanmasıyla il-gili tarihî bir belge sayılır. Bu ihmale haklı bir sebep bulamıyoruz.
Muhtelif kaynaklar, bu maddelerin bazılarını içerirken, diğer bazılarına hiç yer vermemiştir. Bu kaynakların bütünün-den İmam'ın (a.s) Muaviye'ye koştuğu barış şartlarının neler olduğu anlaşılabilir.
Bir araştırmacı, bu şartları düzenleyerek beş madde şeklinde ortaya koymuştur. Biz bu maddeleri, o araştırmacının düzenlediği gibi sunuyoruz ve alıntı yaptığımız esere güvenerek dipnotlarında gösterdiği kaynakları belirtme gereğini duymuyoruz.[5]
Anlaşmanın maddeleri şunlardır:
1- Muaviye'nin Kur'ân'a, Sünnet'e ve salih halifelerin tutumuna uygun şekilde hareket etmesi şartı ile iktidar kendisine teslim edilecektir.
2- Muaviye'den sonra iktidar İmam Hasan'a geçecek; e-ğer ona bir şey olursa, iktidar, kardeşi Hüseyin'e devredilecektir. Muaviye'nin, iktidarı kendisinden sonra bir başkasına devretme yetkisi yoktur.
3- İmam Ali'ye yönelik sövmelere ve namazlar sırasında aleyhinde söylenen sözlere son verilecek, kendisi sadece ha-yırla anılacaktır.
4- Kûfe beytülmalindeki beş milyon dirhem tutarındaki para, iktidarı teslim etmenin kapsamı dışındadır. Teslim iş-lemi bu parayı içermez. Ayrıca Muaviye, İmam Hasan'a iki milyon dirhem gönderecek, bağışlarda ve hediyelerde Haşimoğulları'nı Abduşşemsoğulları'ndan üstün tutacak, İmam Ali'nin safında Sıffin ve Cemel savaşlarında öldürülenlerin çocuklarına bir milyon dirhem dağıtacak ve bu harcamaları, Dar-ı Ebcer bölgesi gelirlerinden karşılayacaktır.
5- Şamlısı ile, Iraklısı ile, Hicazlısı ile, Yemenlisi ile, bü-tün halk güven içinde olacak. Siyah ve kızıl derili olanlar da dâhil olmak üzere bütün ırklar güven içinde olacak.
Muaviye, insanların ayak sürçmelerini hoşgörü ile karşılayacak. Geçmişteki olaylar yüzünden hiç kimseyi kovuşturmaya tâbi tutmayacak ve Irak halkına kin duygusu ile mu-amele etmeyecektir.
İmam Ali (a.s) taraftarları, nerede olurlarsa olsunlar, gü-ven içinde olacaklardır. Hiçbir İmam Ali (a.s) taraftarı, kötü muamele görmeyecektir.
İmam Ali (a.s) taraftarlarının canları, malları, kadınları ve çocukları güven içinde olacaklardır. Hiçbir şeyden dolayı kovuşturmaya uğratılmayacaklardır. Hiçbiri kötü bir işleme maruz bırakılmayacaktır.
Her hak sahibine hakkı ulaştırılacak ve nerede olurlarsa olsunlar bütün Ali (a.s) taraftarlarının elde ettikleri haklar ko-runacaktır.
Muaviye'nin ne İmam Hasan'ın ve İmam Hüseyin'in ve ne Resullah'ın Ehl-i Beyt'ine mensup birinin başına bir belâ getirmemesi, İslâm âleminin hiçbir yerinde onlardan hiçbirini korku altında yaşatmaması gerekir.
Bazı araştırmacılar, dördüncü maddenin Ehl-i Beyt'i, ö-zellikle de İmam Hasan'ı (a.s) karalamak için Emevîler veya Abbasîler tarafından uydurulduğunu kabul etmişlerdir. Çün-kü bu, İmam Hasan'ın (a.s) seviyesine ve konumuna uygun değildir. Doğrusunu Allah bilir.[6]
Tarihin bize ulaştırdığı kadarıyla bu maddeler, İmam Ha-san (a.s) ile Muaviye arasında yapılan barış anlaşmasının te-mel esasları olan maddelerdir. Veya en azından bu maddeler, İmam Hasan'ın (a.s) Muaviye'ye kabul ettirdiği şartların doğasını temsil etmektedir.
İmam Hasan'ın Sözleri Işığında Barışın Sebepleri
1- Şeyh Saduk, "İlelu'ş-Şerai" adlı eserinde isnat zinciri ile Ebu Said Ukeysa'ya şöyle bir rivayet dayandırıyor. Bu rivayete göre Ebu Said Ukeysa, İmam Hasan'a (a.s), kendisinin hak yolunda, Muaviye'nin ise sapıtmış ve zalim olduğunu bildiği hâlde, kendisini Muaviye ile barış yapmaya sürükleyen sebebin ne olduğunu soruyor.
İmam ona şu cevabı veriyor: "Ey Ebu Said! Ben, yüce Allah'ın kulları üzerindeki hücceti ve babamdan sonra onların i-mamı değil miyim?" Ebu Said: "Evet, öylesin." diyor.
İmam Hasan (a.s) şöyle devam ediyor: "Peygamberimiz benim ve kardeşim hakkında: 'Hasan ile Hüseyin ayakta olsalar da, köşelerinde otursalar da imamdırlar.' dememiş midir?" Ebu Said: "Demiştir." diyor.
İmam sözlerine şöyle devam ediyor:
O hâlde ben ayakta olsam da imamım, köşemde otursam da imamım. Ey Ebu Said! Benim Muaviye ile barış yapmamın gerekçesi, Peygamberimizin Damre-oğulları ile, Eşcaoğulları ile, Hudeybiye'den geri dönüşü sırasında Mekkeliler ile yaptığı barışın gerekçesinin aynısıdır. Onların kâfir oldukları tenzil ile, Mua-viye ve adamlarının kâfirlikleri ise tevil ile sabittir.
Ey Ebu Said! Mademki ben yüce Allah tarafından imamlığa lâyık görüldüm, yaptığım uygulamanın hik-meti belirgin olmasa da, öne çıkardığım ateşkes ve sa-vaş ile ilgili görüşümün akılsızlıkla nitelenmemesi gerekir. Hızır'a (a.s) baksana: Gemiyi deldiğinde, delikanlıyı öldürdüğünde, yıkılmak üzere olan duvarı doğ-rulttuğunda, bu hareketlerin hikmetini bilmediği için Musa (a.s) bunlara karşı memnuniyetsizlik gösterdi. Fakat Hızır (a.s) ona uygulamalarının hikmetini anlatınca, hoşnutluğunu ifade etti. Ben de öyleyim. Verdiğim kararın hikmetini bilmediğiniz için bana kızdınız. Eğer bu kararı vermemiş olsaydım, yeryüzünde taraftarlarımızdan hiçbiri bırakılmayacak, hepsi öldürülecekti.[7]
Tabersî de "el-İhticac" adlı eserinde, İmam Hasan'dan (a.s) bu sebebin benzerini nakleder.[8]
2- Zeyd b. Veheb Cühenî diyor ki:
İmam Hasan (a.s) Medain'de yaralandıktan sonra ken-disine o şartlar karşısında nasıl bir tavır takınacağını sorduğumda, bana şu cevabı verdi:
Allah'a yemin ederim ki, Muaviye'yi, taraftarlarım olduklarını iddia eden bu kimselerden kendim için daha hayırlı görüyorum. Bunlar beni öldürmeye çalıştılar, eşyamı yağmaladılar, mallarıma el koydular. Allah'a yemin ederim ki, Muaviye'den kanımın akıtılma-yacağına dair taahhüt almam, bu taahhütle ailem hak-kında güvenceye kavuşmam; bu adamların beni öldür-melerinden, böylece ehlibeyt'imin ve ailemin mahvol-masından daha hayırlıdır. Allah'a yemin ederim ki, e-ğer Muaviye ile savaşa girersem, bu adamalar boynumdan tutarak beni savaşmadan Muaviye'ye teslim ederlerdi. Allah'a yemin ederim ki, eğer onunla onurlu konumdayken barış yaparsam bu durum, onun be-ni esir alarak öldürmesinden veya beni minnet altına almasından daha hayırlıdır. Çünkü onun minneti altına girmek, dünya durdukça Haşimoğulları için bir yüzkarası olur, Muaviye ve arkasından gelecek olanlar bizim yaşayanlarımızı ve ölülerimizi bu minnet bor-cu altında ezerlerdi.[9]
3- Süleym b. Kays el-Hilâlî'nin verdiği bilgiye göre, Mu-aviye Kûfe'ye geldiğinde, İmam Hasan (a.s) onun hazır bulunduğu sırada minbere çıktı ve Allah'a hamdüsena ettikten sonra şunları söyledi:
Ey insanlar! Muaviye benim kendisini halifeliğe lâ-yık gördüğümü, kendimi ise bu işe lâyık görmediğimi ileri sürdü. Yalan söyledi. Ben, Allah'ın kitabına ve Peygamberimizin sözlerine göre insanların önderliğine herkesten daha çok lâyığım. Allah'a yemin ederim ki, eğer insanlar bana biat ederek bana itaat etseler, beni destekleselerdi, gökyüzü yağmurunu üzerlerine indirir, yeryüzü kendilerine bereketini sunardı ve ey Muaviye sen bu makama göz dikemezdin. Peygamberimiz (s.a.a): "Aralarında daha bilgili biri varken iktidar yetkisini ona değil de bir başkasına teslim eden bir toplum sürekli geriler, çöker, sonunda buzağıya tapanların dinine döner..." buyurmuştur.[10]
4- Allâme Kunduzî'nin, "Yenabi-ul Meveddet" adlı eserinde verdiği bilgiye göre İmam Hasan (a.s), Muaviye ile ni-çin barış
yaptığı konusunda yaptığı halka yönelik bir konuş-mada şöyle dedi:
Ey insanlar! İyi biliyorsunuz ki, yüce Allah sizi de-dem sayesinde doğru yola ileterek sapıklıktan kurtar-dı, sizi cahillikten çekip çıkardı, onun vasıtası ile sizi e-zilmişlikten sonra onurlandırdı, azlıktan sonra çoğalttı. Muaviye, ona değil de bana ait olan bir hak üzerinde benimle çekişmeye girişti. Ben ümmetin yararını ve fitnenin kesilmesini gözettim. Sizler benimle barış yapanla barış yapmak ve benimle savaşanla savaş-mak üzerine bana biat ettiniz. Ben Muaviye ile barış yapmayı, onunla aramızdaki savaşa son vermeyi uygun gördüm. Onunla barış yaptım ve kanların korun-masının dökülmesinden daha hayırlı olduğu görüşüne vardım. Böyle yapmakla sizin yararınızdan ve hayatta kalmanızdan başka bir şey istemedim. "Bilmem, belki de bu, sizin sınavdan geçirilmeniz ve belirli bir sürenin sonuna kadar dünya nimetlerinden yararlandırılmanız içindir."[11]
5- Seyyid Murteza'nın aktardığı bir rivayete göre Hücr b. Adiy, İmam Hasan'ın (a.s) barışı onaylamasından sonra o-na itiraz ederek: "Müminlerin yüzlerini kararttın." dedi. İmam (a.s) ona şu cevabı verdi:
Senin istediğini herkes istiyor değil ve herkesin gö-rüşü senin görüşün gibi değil. Ben bu yaptığımı, sizi korumak için yaptım.
Seyyid Murteza sonra şöyle devam eder:
İmam Hasan'ın taraftarları barış yapılmasına karşı çıktılar. İmam'ın kararından dolayı üzüntülerini ifade ettiler. Buna karşı çıkanlar arasında bulunan Süleyman b. Surad Huzaî İmam'a söyle dedi: "Muaviye'ye biat etmenden dolayı duyduğumuz şaşkınlığın sona ereceği yoktur. Oysa Kûfe halkından kırk bin savaşçı yanında idi. Hepsi maaş alıyordu ve evlerinin kapılarında emrini bekliyorlardı. Onların yanı sıra bir o kadar daha oğulları ve akrabaları vardı. Ayrıca Basra ve Hicaz halkından olan taraftarlarını da bunlara ilâve et-mek gerekir. Sonra ne antlaşmada kendin için bir güvence ve ne vergilerden bir pay aldın. Bu yaptığın işi yaptığında eğer Muaviye'ye karşı doğunun ve batının ileri gelenlerini şahit tutsaydın ve kendisinden sonra iktidarın sana verileceği yolunda ona resmî bir yazı yazmış olsaydın, durumu kabullenmek bizim için daha kolay olurdu. Fakat o aranızda sana verdiği söze bağlı kalmadı. Nitekim çok geçmeden şahitler huzurunda: 'Ben savaş ateşini söndürmek ve fitneyi önlemek amacı ile anlaşmaya bazı şartlar koydum ve bazı vaatlerde bulundum. Ama yüce Allah sözbirliğimizi ve dirliğimizi bize bağışladığı için, artık o şartlar ve va-atler ayağımın altındadır.' dedi. Allah'a yemin ederim ki, bu sözlerle kastettiği kişi sensin. Söylemek istediği şey, seninle onun arasındaki anlaşmadır. Nitekim anlaşmayı bozdu. Buna göre eğer istersen, geri adım at. Savaş, hiledir. Benim senden önce Kûfe'ye gitmeme izin ver. Oraya varır varmaz Muaviye'nin valisini şehirden çıkarır, onun görevden alındığını açıklarım. Bu arada sen de onun yaptığının karşılığı olarak antlaşmayı bozarsın." İmam'ın diğer taraftarları da Süleyman'ınkilere benzer sözler söylediler.
İmam (a.s) onlara şu cevabı verdi: "Sizler bizim ta-raftarlarımız ve sevdiğimiz kimselersiniz. Eğer ben dün-ya işi için azimle çalışan, dünyanın saltanatı için koşup yorulan biri olsaydım, Muaviye benden daha şiddetli, daha yürekli, daha azimli olamazdı. Fakat ben sizinkinden farklı bir görüşteyim. Bu yaptığım barışla sadece kan dökülmesini önlemek istedim. Allah'ın hükmüne razı o-lun, O'nun emrine teslim olun, evlerinizde oturun ve se-sinizi çıkarmayın."[12]
Barış Etkenleri İle İlgili İki Analiz
Birinci Analiz
Muaviye kendini barış adamı, barışa ve savaşsızlığı çağıran biri olarak tanıtmaya özen gösterdi. Bu gayretini de, İmam Hasan'a (a.s) gönderdiği mektuplarda ortaya koydu. Bu mektuplarda, İmam Hasan'ın (a.s) şartları ne olursa olsun onu barışa çağırdı. Araştırmacılar, Muaviye'nin seslendirdiği barış çağrısını, onun İmam Hasan'ın (a.s) belini büken en önemli hilesi saymışlardır. Öyle bir hile ki, İmam'ın (a.s) içinde bulunduğu ortamı krize sürükleyip, ona barış ka-bul etmekten başka bir seçenek bırakmadı.
Şeyh Muhammed Hüseyin Âl-i Kâşifu'l-Gıta bu konuda şöyle diyor:
İmam Hasan (a.s) eğer barışı reddedip savaşmakta ısrar etseydi, şu iki şıkla karşı karşıya kalacağını anlamıştı: Ya kendisi galip gelip Muaviye yenilecekti. O gün içinde bulunan şartlar ve ortam her ne kadar da bu şıkkı neredeyse imkânsız kılıyor idi ise de, varsayalım ki, bu şık gerçekleşti; o takdirde bunun akıbeti, insanların Emevî Oğulları'na acımasından ve onların uğruna başkaldırıya geçmekten başka bir şey olmayacaktı. Çünkü Emevîler mazlum düşürülmelerini en dokunaklı, en acıklı görüntüler ile ortaya koyacaklardı. Bu durumda, galip gelen tarafın İmam Hasan (a.s) olduğunu farz ettiğimiz takdirde, acaba İmam'ın tu-tumu ne olacaktı?
Buna karşı eğer İmam Hasan (a.s) mağlup olsaydı, ağzını açan herkesin söyleyeceği ilk sözler: "Kendini tehlikeye atan kimse Hasan'dır. Çünkü Muaviye ondan kan akmamasını sağlayacak bir barış istediği hâl-de o bu isteği reddederek haddi aştı. Haddi aşanların başına belâ gelmesi normaldir." şeklinde olurdu. O tak-dirde Muaviye ile Ebu Süfyan'ın amaçladığı İslâm'a yönelik tuzak niteliğindeki plân gerçekleşmiş, halkın eski cahiliye dönemine döndürülerek Lât ve Uzza adlı putlara tapmalarının zemini hazırlanmış olurdu. Ay-rıca Muaviye, Ehl-i Beyt'e mensup tek bir kişiyi bile sağ bırakmazdı.
Aslında İmam Hasan (a.s) barışı kabul ederek bun-lardan daha incelikli bir amaç gütmüştü. O galip gel-mek veya yenilmekten önce insanları savaş sıkıntısına sokmadan, onları hoşlarına gitmeyen kan dökümü a-kıbeti ile karşı karşıya bırakmadan büyük bir cesaretle Muaviye'nin içyüzünün ve nefsinin kuytu köşelerinde gizlediği kötü mahiyetinin açığa çıkmasını istiyordu.
Görünüşte Müslüman, fakat aslında ve gerçekte İslâm'a düşman olan Muaviye, ince bir din perdesi arkasına saklanarak insanları aldatıyordu. İnsanlar İmam Hasan'a (a.s) ve daha önce babasına yönelmesinler diye bu ikiyüzlülüğü ser-giliyordu. Bu yüzden gizli tuttuğu mahiyetini açığa vurması için İmam Hasan (a.s) önündeki meydanı boşaltmak istedi ve o da böyle yaptı.
Çünkü barışın dayatılmasının hemen arkasından minbe-re çıkan Muaviye, büyük bir kalabalığa hitaben şöyle dedi:
Ben ne oruç tutasınız ve ne namaz kılasınız diye sizinle savaşmadım.
İmam Hasan'ın (a.s) imzaladığı barış ile Muaviye'ye ne yaptığını, bütün çabalarını nasıl boşa çıkardığını, kurduğu bütün yapıları nasıl yıktığını ve böylece nasıl hakkın üstün gelerek batılın perişan olduğunu ve batıl taraftarlarının nasıl hüsrana uğradıklarını görmek gerekir. Dolayısıyla İmam Ha-san'ın (a.s) kardeşi İmam Hüseyin (a.s) için o günkü ortamda Yezid'e başkaldırması nasıl kesin bir gereklilik idi ise, İ-mam Hasan için de yaşadığı günlerin şartlarında barış yapmak o kadar kesin bir gereklilik idi. Bu gerekliliklerin her i-kisi, iki zaman diliminin değişik niteliğinden ve karşı taraftaki iki kişi, yani Muaviye ile oğlu Yezid arasındaki farklılıktan kaynaklanıyordu.
İmam Hasan'ın (a.s) Muaviye'yi rezil eden barışı ile İmam Hüseyin'in (a.s) Yezid'i çökerten ve Ebu Süfyan iktidarının kısa süre sonra yıkılmasını sağlayan şahadeti olmasay-dı, bu iki İmam'ın dedelerinin çabaları göz açıp kapanıncaya kadar kaybolacak, İslâm dini Ebu Süfyanoğulları dinine dö-nüşecek; zulüm, fasıklık ve hıyanet dini hâline gelecek, iyi insanları ortadan kaldırıp yerlerine zalimlerin ve fasıkların konmasına zemin hazırlayan bir din olacaktı.
Denebilir ki: İmam Hasan (a.s) niçin İmam Hüseyin (a.s) gibi şahadet yolunu izlemedi? Zira İmam Hüseyin de Yezi-d'e karşı askerî bir zafer kazanamayacağını biliyordu.
Sorunun cevabı şudur:
1- Muaviye Müslüman görüntüsü sergilerken Yezid, fa-sıklığını ve facirliğini açığa vurmaktan çekinmiyordu. Üstelik Muaviye zeki, oğlu Yezid ise aptaldı.
2- Kûfelilerin ihaneti, İmam Hüseyin (a.s) bağlamında, tarihî heybet ve başarıya ulaşmanın bir adımı niteliğinde idi. Oysa aynı topluluğun İmam Hasan'a (a.s) yönelik Meskin ve Medayin'de gerçekleşen ihaneti, ölümcül bir darbe idi. Nitekim İmam Hasan'ın (a.s) ordusunun saflarının dağılmasına sebep olmuş ve onun cihat etme imkânını ortadan kaldırmış-tı. Şöyle ki, Kûfelilerin İmam Hüseyin'e (a.s) verdikleri sözü tutmamaları, biati geçersiz saymaları, İmam'ın savaşa hazırlanmasından önce gerçekleşen bir olaydı. Bu yüzden İmam Hüseyin'in (a.s) küçük, ama yekvücut ordusu, o sırada savaşmaya moral açısından hazırdı. Bir ordunun saflarının çö-zülmesine sebep olacak bütün şaibelerden uzaktı. Büyük he-defleri ve idealleri olan bir İmam'ın etrafında toplanmış, fe-dakâr bir ordunun somut örneğini oluşturuyordu.[13]
İkinci Analiz
Muaviye ikinci ve üçüncü halifeler dönemlerinde yirmi yıl süren Şam valiliği sebebi ile yükselişini kaydetti. Bu valiliği sayesinde devlet sistemi içinde ağırlık kazandı, halk ile yakın ilişkiler geliştirdi ve onları maddî bağışlarla doyurdu. Böylece Şam'ın bütün üst düzey yöneticileri ve şehrin eşrafı, onun adamları ve yakın destekçileri oldular. Bu yüzden İs-lâm'daki önemi arttı ve Şam dışındaki beldelerde Peygamberimizin (s.a.a) ailesi olan Kureyş kabilesinden ve onun sa-habîlerinden biri olarak tanındı. Öyle ki Ebuzer, Ammar ve Mikdad gibi yüce Allah'ın kendilerinden hoşnut olduğu ve kendilerinin de O'ndan hoşnut oldukları Kur'ân'da bildirilen ilk dönemin öncü Müslümanlarının birçoğundan daha çok meşhur oldu.
Böylece Emevîlik tekrar hortladı. Haşimîlik adıyla Haşi-mîlere açıktan üstünlük kuruyor ve gizliden gizliye onlara tuzak kuruyordu. Zaman geçtikçe halk yığınlarını kurnazlığı ile aldatıyordu. Seçkinleri ise, cömertçe dağıttığı ümmetin malları ve yüce Allah'ın onlar gibi hainlere yasakladığı görevlere atamakla satın alıyordu. Fetih görüntülerini ve halifelerin hoşnutluğunu kazanmış olmayı kullanıyordu.
Sonunda Muaviye'nin kurnazlığı sayesinde Emevîliğin işleri yoluna girince, şeytan sızması gibi bir sızma ile dinin temellerine sızdı. Bu temeller üzerinde çeşitli entrikalar çe-virdi. Onların saf yapısında bozulmalar meydana getirdi. Ha-yat düzenini, cahiliye dönemine döndürmeye koyuldu. Sapıklığı ve zındıklığı tekrar diriltti. Bunun için bilinen cahiliye yöntemlerini kullandı. Amacı, menfaatlerini en üst düzeyde tatmin etmek için Emevîliğin arzuladığı çıkarcı plânı hayata geçirmek, ayrıcalığını korumak için bu plânı yürürlükte tutmaktı.[14]
İnsanlar ise, genel olarak böyle şeylerin farkına varmıyorlardı. Çünkü bu konularda İslâm'da geçerli olan kural, yani "İslâm kendisinden öncesini siler." ilkesi, Emevî ailesinin rezillikleri üzerine gizleyici bir örtü atmıştı. Özellikle Re-sulullah (s.a.a) onları affettikten, halifeler onları kendilerine yaklaştırdıktan, onları Müslümanlar üzerine vali olarak seç-tikten, kendilerine başka valilere vermedikleri yetkileri verdikten sonra bu aile Şam'da yirmi yıl boyunca eski bildiklerini uyguladılar; ne yaptıkları bir kötülükten kendilerini alı-koyan oldu, ne de başkalarını böyle şeylerden alıkoydular.
İkinci halife Ömer bazı valilerini sıkı sıkıya gözetler, inceden inceye hesaba çeker, fakat diğer bazıları üzerinde aynı titizliği göstermezdi. Bu titizliği göstermek istediğinde, asla hiçbir engeli gözü görmezdi. Bu titizliğine örnek, onun Kın-nesrîn valisi Halid b. Velid'i itip sarsmasıdır. Valinin Eş'as'a on bin dirhem verdiğini haber almıştı.
Verdiği emir üzerine Bilal Habeşî onu sarığı ile bağlayarak halifenin karşısına getirdi. Adamı devlet yetkililerinden ve ileri gelen halk temsilcilerinden oluşan bir kalabalığın ö-nünde Hıms şehrinin en büyük camiinde başı açık olarak tek ayağı üzerine dikilmeye mecbur etti ve on bin dirhem hakkında sorguya çekti: Bu para valinin kendi parası mı idi, yok-sa ümmetin parasından mı alınmıştı? Eğer para kendinin idi ise, bunu vermesi israftı ve Allah müsrifleri sevmez. Yok, e-ğer verdiği parayı beytülmalden almış idiyse, bu yaptığı iş bir ihanet idi ve Allah ihanet edenleri sevmez. Halife bu yar-gılama sonucunda Halid b. Velid'i azletti ve ölünceye kadar bir daha onu vali yapmadı.
Ömer'in Halid b. Velid ve Ebu Hureyre'ye yönelik uygulamalarının benzerlerini bazı başka valilerine de uyguladığını gösteren örnekler, araştırmacılar tarafından bilinmektedir. Fakat Muaviye onun ayrıcalık tanıdığı, samimi davran-dığı, yakın ve seçkin dostuydu. İkisinin davranış ve tutumları arasındaki çelişkiye rağmen halife, onun elini hiçbir şey-den çektirmedi ve hiçbir konuda onunla hesaplaşma tartışmasına girişmedi. Belki de ona: "Sana ne bir emir veririm ve ne bir şeyi yasaklarım." demişti. Onu kendi görüş ve iradesine göre hareket etmekte serbest bırakmıştı. Kısacası ikinci halifenin titiz denetleyiciliği ve ince hesaba çekici tavrı sadece bazı valileri için geçerli idi, hepsini eşit şekilde kapsamıyordu. Çünkü halifenin Şam'daki valisi olan Muaviye'nin el-leri serbest ve açıktı, arzularının ve ihtiraslarının dilediği her şeyi rahatça yapabiliyordu.
Bu durum Muaviye'yi azdırdı ve Emevî çetesinin komplolarını uygulamaya yönelik azmini biledi. Böylece İmam Ha-san ile İmam Hüseyin, onun kurnazlığı ve hilekârlığı sebebi ile büyük bir tehlike ile karşı karşıya kaldılar. Bu tehlike, İslâm adına İslâm'ı tehdit ediyor, hak adına sığınarak hak ışığını söndürmeye çalışıyordu. Bu iki İmam'ın bu tehlikeyi savmak için önlerinde üçüncüsü olmayan iki yol vardı: Ya direneceklerdi ya da barışçı bir çözüme razı olarak uzlaşacaklardı. Fakat ikisi de gördüler ki, İmam Hasan döneminde tercih edilecek olan bir direnme seçeneği, bu dini ve mensuplarını savunan, insanları Allah'a ve doğru yola ileten bu Ehl-i Beyt safını kesin bir yok oluşa götürür.
Bundan dolayı İmam Hasan (a.s) Muaviye'yi küstahlık ve azgınlığı ile baş başa bırakmayı ve kendisine sunduğu ik-tidar ile onu imtihan etmeyi uygun gördü. Buna rağmen yi-ne de yaptığı barış antlaşmasında Muaviye'den kendisinin, dostlarının ve takipçilerinin gidişatında Allah'ın kitabına ve Resulullah'ın (s.a.a) sünnetine aykırı hiçbir tutum sergileme-mesi, İmam'ın hiçbir taraftarını Emevî saltanatına karşı işledikleri bir suçtan dolayı kovuşturmaya tâbi tutmaması, diğer Müslümanlara tanınan hakların ve onur dokunulmazlığının onlara da aynen tanınması gibi Muaviye'nin uymayacağını ve aksine davranacağını bildiği birtakım şartlara uy-ması yolunda ondan söz aldı.
Bu barış, İmam Hasan'a (a.s) Emevîlerin çirkin çehresini örten maskeyi düşürmek ve Muaviye'nin sahte görüntüsü al-tındaki makyajı eritmek için hazırladığı bir zemindi. O zaman kendisi ve diğer Emevî ileri gelenleri, oldukları gibi ca-hiliyeye mensup mahiyetleri ile ortaya çıkacaklardı. Böylece kalplerinin bir an bile İslâm ruhu ile titremediği görülecekti; İslâm'ın kendilerine sunduğu bağışların ve merhametlerin Bedir, Uhud ve Ahzab savaşlarından kalan kinlerinden hiçbir şeyi unutturamadığı, o kinlerin intikam hisleri ile dolu ol-duğu anlaşılacaktı.
Kısacası bu plân, barış içinde ortaya çıkan fırtınalı ve kaçınılmaz bir devrimdi. İmam Hasan'ın (a.s) içinde bulunduğu dönem ve şartlar bu plânı ona dayattı. Çünkü hak ile batıl birbirine karışmış, bu ortamda cirit atan kanlı bir silâhlı egemenlik hakka karşı azgınlık yapmaya zemin hazırlamıştı.
İmam Hasan (a.s) bu metodu icat eden ilk kişi olmadığı gibi, bu metodu uygulayan son kişi de değildi. O, bu metodu atalarından almış, sonra da onu kendisinden sonraki aşamalara miras bırakmıştır. Çünkü o da, kendisi dışındaki diğer Ehl-i Beyt İmamları (üzerlerine selam olsun) gibi, ileri ve geri adımlarında ilâhî risaletin rehberliği ile yol alıyordu. O, bu hareket metodu aracılığıyla imtihana tâbi tutuldu ve bu imtihana sabırla, metanetle teslim oldu ve ondan tertemiz, alnı açık ve büyük bir başarıyla çıktı.
Bu barış, İmam Hasan'a (a.s) Muaviye'nin yolu üzerinde kendinden bir tuzak kurma fırsatı hazırladı. Bu tuzak, hiç farkında olmadığı bir anda ayaklarını kapıp onu tökezletecekti. Yine bu barış ona, Emevî zaferini Emevî barutu ile ha-vaya uçurma imkânını sağladı. Böylece onların zaferini su köpüğüne ve rüzgârlarını toz dalgasına dönüştürdü.
Çok geçmeden İmam Hasan (a.s) tarafından barış şartlarına yerleştirilen ilk bomba, zaferini kutladığı gün Muaviye'-nin elinde patladı. Irak ordusu Nuhayle'de Muaviye'nin bir-liğine katılınca, Muaviye halkın karşısına geçerek şu konuş-mayı yaptı:
Ey Irak halkı! Allah'a yemin ederim ki, ben sizinle namaz, oruç, zekât ve hac için savaşmadım. Sizinle sa-vaşım, sadece başınıza geçmek içindi ve siz hoşlanmasanız da, Allah bana bu iktidarı verdi. İyi bilin ki, Hasan b. Ali'ye verdiğim bütün sözler şimdiden ayak-larımın altındadır; ona bağlı kalmayacağım.[15]
Bundan sonra da Muaviye'nin yönetim tarzı sürekli olarak Kur'ân'a ve Sünnet'e aykırı işler yapmak ve dinin haram saydığı şeyleri işlemek şeklinde belirginleşmeye başladı. Sa-lih ve saygın kişileri idam etmek, insanların namuslarına sal-dırmak, mallarını yağmalamak, özgür kişileri hapse atmak; onun İslâm'a aykırı hareketlerinden bazılarıdır.
Muaviye'nin işlediği son suç, hayâ ve haysiyetten yoksun oğlu Yezid'i Müslümanların sırtına bindirmesi, insanların dinleri ve dünyaları ile oynamakta onu serbest bırakmasıdır. Onun bu alçak ve arsız oğlu, Taff (Kerbelâ) olayı ile birlikte Hirre katliamı ve Kâbe'nin sabanlar ve mancınıklar ile taş yağmuruna tutulması gibi cinayetleri de işlemiştir.
Her ne olursa olsun önemli olan, sonraki olayların İmam Hasan'ın (a.s) hareket metodunu açıklayıcı ve aydınlatıcı tarzda gelişmesidir. İmam Hasan'ın (a.s) en önemli amacı, bu zorbaların yüzündeki maskeyi düşürmek, böylece on-lar ile dedesinin risaleti önüne kurdukları tuzak arasına gi-rerek risaletin etkisiz hâle gelmesi yönündeki niyetlerinin ger-çekleşmesini önlemekti. İşte İmam (a.s) bu yönde istediği her amaca ulaştı, böylece yüzlerdeki maske düştü ve Emevîlerin ipliği bütün çıplaklığı ile pazara çıktı. Bu nimetinden dolayı âlemlerin Rabbi yüce Allah'a hamdolsun!
İşte bu tedbir sayesinde, kardeşi ve şehitlerin önderi İ-mam Hüseyin (a.s), Kur'ân'ın açıklanmasına vesile olan ve kendisinin akıl sahiplerine örnek olmasını sağlayan devrimini gerçekleştirdi.
Bu iki İmam (Allah'ın selâmı onların üzerine olsun) aynı risaletin iki yüzü idiler. Bu iki yüzden her biri ortak risaletin bir noktasında ve aşamalarından birinde sorumluluklarını yerine getirmekte diğerini tamamlıyordu ve bu risalet uğrun-da fedakârlık ve kendini feda etme açısından her ikisi de eşit ve eş değerdeydiler. Buna göre, ne İmam Hasan (a.s) canını feda etmekten çekiniyordu, ne de İmam Hüseyin (a.s) Allah yolunda ondan daha cömert davranıyordu. İmam Hasan ba-rış yaparak sessiz ve suskun bir cihat için kendini bekletti. Vakti geldiğinde Kerbelâ şahadeti, Hüseyin'in olmadan önce Hasan'ın damgasını taşıyordu; Kerbelâ'daki şahadet Hüseynî olmadan, Hasanî idi.
Olayların derinliklerine inen akıl sahiplerine göre Sabat günü (barışın imzaladığı gün), Taff (Aşura) gününden daha derin fedakârlık anlamları ile yüklü idi. Çünkü o gün İmam Hasan (a.s) yerinde oturan, suskun bir şekilde hoşa gitmeyen şeylere tahammül eden sabırlı bir kişi rolünün kahramanlığını gösterdi. İşte bu nedenle Aşura şahadeti birinci derecede Hasan'a ve ikinci derecede Hüseyin'e aitti. Çünkü İmam Hasan (a.s) onun temelini atmış ve onun için zemin hazırlamıştı.
İnsanlar, Sabat ve Taff olaylarından sonra olayların derinliklerine inmeye ve bu Emevîlerde İslâm'la bağlaşmayan bir cahiliye taassubunun çöreklenmiş bulunduğunu görmeye başladılar. Öyle ki, onlar dışında kalan bütün gaddar, pes-paye ve fosilleşmiş taassuplar hortlayıp bir araya gelselerdi, İslâm'a ve Müslümanlara tehlike oluşturma açısından onlar-dan daha az zararlı olurlardı...[16]
Barışın Sebepleri İle İlgili Sözün Özü
Buna göre barışın sebepleri şöyle özetlenebilir:
1- Muaviye'nin entrikalarının İmam'ın taraftarlarını etkilemesinden sonra bu taraftarların zaafa uğramaları, savaş-maktan kaçınmaları ve İmam'ın emirlerini dinlememeleri. Bu durumda direniş faydalı olmayacak, tersine Muaviye'nin hileleri karşısında ilâhî risalet çizgisinin inişe geçmesi kesinleşecekti. Oysa Muaviye'nin hilelerinin ve aldatmalarının e-gemen olduğu bir toplumda bu çizginin varlığını ve yükselişini korumak İmam'ın (a.s) görevi idi.
2- İmam Hasan'ın (a.s) ordusunun çökmesi şu sonuçlara yol açacaktı: İmam Hasan en sadık Ehl-i Beyt mensupları ve dostları ile birlikte ya şehit edilecek ya esir alınarak Muavi-ye'nin zindanlarında yaşamak zorunda kalacak veya Muavi-ye'nin bağışı olacak olan bir özgürlüğün ezikliği altında sü-regidecek bir zayıflık konumunda serbest bırakılacaklardı ki, bütün bu sonuçlar, istenecek şey değildi. Çünkü şehit ol-mak, kısa veya uzun vadede meşru bir sonuç getirmediği tak-dirde gerekçesiz kalır. Özellikle beraberinde İmamet/İmam-lık çizgisinin tasfiyesini veya yaygın şekilde yok edilişini ge-tirdiği zaman hiç kabul edilemez.
3- Ehl-i Beyt'in haklılığına inanan kesimi korumak, Ha-şimoğulları ile onların izinden gidenlere yönelik Emevî kininin kalıcı bir nitelik kazandığını gördükten sonra bu kitleyi Emevî tasfiyesinden veya yaygın yok edişinden korumak. Nitekim İslâm tarihinin kanlı olayları bu kalıcı kini ispat etmiştir.
4- Haddini aşmış azgın bir kitle ile savaşmanın hiçbir yarar getirmediği bir dönemde Müslümanların kanlarının ak-masını önlemek.
5- Cahiliye karakterli Emevî plânının mahiyetini açığa çıkarmak ve İslâm ümmetini bunlara karşı koruma altına al-mak. Çünkü halifelik Emevî sülâlesinin İslâm ümmetinin ik-tidar dizginlerine el koymalarının, bu hanedanın İslâm varlığının kaderi ile oynamasının ve Peygamber'in (s.a.a) kutsal inkılâbına el koymasının zeminini hazırlamıştı.
6- Küfür ve gizli münafıklık ile güçlü biçimde mücadele etmenin uygun şartlarını hazırlamanın zorunluluğu.
İmam Hasan'ın (a.s) benimsediği ilâhî tutumun arkasında duran gerçek sebepler, olayın cereyan ettiği dönemde yaşayan birçok kişi tarafından olduğu gibi, sonradan gelen bazı sığ görüşlüler ile gerçeklerin çarpıtılmasının etkisi altında kalan şaşkınlar tarafından da fark edilmemiş, kavrana-mamıştır. Fakat barış anlaşmasını izleyen olaylar ile Muavi-ye ve diğer Emevî hükümdarları tarafından uygulanan düş-manca siyasetler, yine İslâm'a ve Müslümanlara verdikleri ağır zararlar, İmam Hasan'ın (a.s) tutumunun bazı sırlarını ortaya koymuştur.
KAYNAKLAR:
[1]- Tarih-i Taberî, 4/122; Tezkiretu'l-Havas, İbn Cevzî, 112
[2]- Biharu'l-Envar, 44/21
[3]- Biharu'l-Envar, 44/21
[4]- Biharu'l-Envar, 44/21
[5]- bk. Sulhu'l-Hasan, Âl-i Yasin, s. 259. Değerli yazar, araştırmasında Taberî, İbn Esir, İbn Kuteybe, Mekatil vs. gibi tarih kitapları ve kaynaklarına dayanmıştır.
[6]- Zindeganiy-i İmam Hasan, 223
[7]- İlelu'ş-Şeraî, 200
[8]- Biharu'l-Envar, 44/19
[9]- el-İhticac, Tabersî, 148
[10]- Biharu'l-Envar, 44/22
[11]- Yenâbîu'l-Mevedde, 293
[12]- Biharu'l-Envar, 44/21–28
[13]- Sulhu'l-Hasan, Üstad Razi Âl-i Yasin, 371–372 (Türkçe çevrisi, s.450–451, Kevser Yayınları)
[14]- Muaviye'nin ilâhî hadleri değiştirmekle, şeriatın hükümlerini çarpıtmakla, insanların dinlerini ve vicdanlarını menfaat karşılığında satın almakla, hayasızlığı ile, edepsizliği ile, hadis uydurmaları ile ve diğer çirkin kötülükleri ilgili daha fazla bilgi edinmek için bk. Haya-tu'l-İmami'l-Hasan, 2/145- 210
[15]- Sulhu'l-İmam Hasan, 285; Nehcu'l-Belâğa, 4/16; Tarih-i Yakubî, 2/192
[16]- Sulhu'l-İmami'l-Hasan Mukaddimesi, Şeyh Razi Âl-i Yasin
(http://www.alevicaferi.com)