Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #31
    Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

    PEYGAMBER (S.A.A)’İN MÜSTAZ’AFLARIN KURTULUŞU HAKKINDAKİ VAADİ

    Suheyl b. Amr’ın oğlu Ebu Cendel’in olayını daha önce anlatmış ve demiştik ki; hapsedildiği yerden firar etmiş, eli ve ayakları zincirli olduğu halde patika yollardan Hudeybiye’ye gelerek Peygamber (s.a.a)’e ulaşmış ve O’na sığınmıştı. O gün Peygamber (s.a.a) ona yardım edecek durumda olmadığından ona sabretmesini emretmişti. Örmeğin şöyle buyurmuştu: “Allah çok yakında sana ve Mekke’de bulunan müstaz’af Müslümanlara bir kurtuluş yolu açacaktır.”

    Mekke’deki müstaz’af Müslümanlar arasında Ebu Besir adında dilaver birisi vardı. O da zindandan firar ederek Peygamber (s.a.a)’in Hudeybiye’den ayrılmasından sonra O’na katıldı.

    Kureyş onu geri istediklerini belirten bir mektup yazarak onu Beni Amir kabilesinden olan Huneys adlı bir şahısla Peygamber (s.a.a)’e gönderdiler. Huneys’le birlikte bir kılavuz da vardı.

    Bu iki şahıs şu içirikteki mektubu Peygamber (s.a.a)’e teslim ettiler:
    “Bildiğiniz gibi biz, evlatlarımızdan herhangi birisi sana geldiği zaman onu bize geri çevirmenizi şart koşmuştuk. Buna göre Ebu Besir’i bize geri vermelisin.”

    Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey Ebu Besir! Bildiğin gibi bizimle Kureyş arasında böyle bir şart vardır. Onları kandırmamız da doğru değildir. Allah sana ve senin gibi sıkıntılı olanlara bir kurtuluş yolu açacaktır. Öyleyse uyanık ve doğru yolda olarak git.”

    Ebu Besir şöyle arz etti: “Ya Resulellah! Onlar beni dinim konusunda sıkıştırıyorlar.” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Git ki Allah sana ve senin gibi sıkıntıda olanlara çok yakında bir kurtuluş yolu açacaktır.”

    Ebu Besir de Peygamber (s.a.a)’le vedalaşarak o iki adamla beraber yola koyuldu. Zü’l-Huleyfe’ye ulaştıkları zaman Ebu Besir ve iki yol arkadaşı bir duvarın kenarına oturdular. Ebu Besir onların birisine dönerek şöyle dedi: Amiri kadeş! Kılıcın keskin mi?

    Adam: “Evet” dedi.

    Ebu Besir: “Bakayım!”


    Adı geçen putperest de kılıcı ona verdi. Ebu Besir kılıcı kılıfından çıkarıp yukarı kaldırarak bir darbede onu öldürdü. Daha sonra ikinci adama saldırdı. Ama o kaçarak Peygamber (s.a.a)’in yanına geldi.

    Ebu Besir de onun peşi sıra geldi. Peygamber (s.a.a) söz konusu adamı görünce şöyle buyurdu:
    “Bu adam korkunç bir şey görmüştür.” Daha sonra şöyle buyurdu: “Vay olsun sana! Mevzu nedir?”

    Kılavuzculuk yapan adam şöyle dedi: “Sizin dostunuz yol arkadaşımı öldürdü, şimdi de beni öldürmek istiyor; bana sığınak ver.”

    Peygamber (s.a.a) de ona güven ve aman verdi. Çok geçmeden Ebu Besir keskin ve yalın kılıçla çıka gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Anam-babam sana feda olsun! Sen kendi sözünü tuttun ve Beni Kureyş elçilerine teslim ettin. Ben de dinim konusunda bana baskı yapmalarına mani oldum.” Peygamber (s.a.a) de cevaben: “Şimdi serbestsin, istediğin yere gidebilirsin” buyurdular.

    Ebu Besir: “Ya Resulellah! Bu, ölen adamın eşyasıdır. Onun azığı ve kılıcıdır. Onu tahmis et (humusunu çık)!” dedi.

    Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Onu tahmis etsem, Kureyş sözümü tutmadığımı zanneder. Ama sen onları ne yapacağını bilirsin.”


    Bu esnada Ebu Besir Kureyş kervanının geçtiği bir bölgeye gitti. Mekke’de baskı altında olan bir grup Müslümanlar, Ebu Besir’in olayını ve Peygamber (s.a.a)’in: “Ebu Besir yardımcı bulursa savaşır” dediğini duyunca, Ebu Cendel yetmiş atlı Müslüman’la birlikte, gizlice şehirden çıkarak Ebu Besir’e katıldılar. Barış zamanında Peygamber (s.a.a)’e katılamadıklarından Gaffar, Cuheyne, Eslem ve diğer Arap kabilelerinden pek çok insanlar Ebu Besir’le Mekke’den kaçanlara katıldılar; öyle ki sayıları üç yüzü buldu. Orada Mekke kervanlarının önünü kesiyor, Mekke’ye girmelerini veya oradan çıkmalarını engelliyorlardı.

    İş öyle bir yere vardı ki, Kureyş’in kendisi, Peygamber (s.a.a)’e bir mektup yazarak aralarındaki akrabalıktan dolayı Kureyş’ten Müslüman olanları O’na sığınmaları durumunda kabul etmesini rica etmek zorunda kaldılar. Bu görevi de Ebu Süfyan’a verdiler. Ebu Süfyan da şöyle yazdı:
    “Biz barış şartlarından olan bu şartı kaldırıyoruz. Bundan sonra kim sana sığınırsa, itiraz olmaksızın onu kabul et!”

    Peygamber (s.a.a) de Ebu Cendel ve Ebu Besir’e bir mektup yazarak Medine’ye gelmelerini, diğer Müslümanlara katılmalarını ve Kureyş kervanlarına saldırmamalarını istedi. Peygamber (s.a.a)’in mektubu Ebu Cendel ve Ebu Besir’e ulaştığında Ebu Besir ölüm halindeydi. Peygamber (s.a.a)’in mektubu elinde olduğu halde can verdi. Ebu Cendel de onu orada defnetti ve kabrinin yan tarafında da bir mescit inşa etti.

    Daha sonra Ebu Cendel kendi yarenlerinden bir grupla Peygamber (s.a.a)’in huzuruna vardı. Diğerleri de kendi yakınlarına katıldılar. Kureyş kervanları da emniyete kavuşmuş oldu.

    Bu sırada Ebu Cendel’in babasına teslim edilmesini içerleyen sahabe özellikle de Ömer, Peygamber (s.a.a)’e itaat etmenin kendi isteklerinden daha iyi olduğunu anlamış oldular. Yine Hudeybiye’de hikmetin barışı gerektirdiğini ve Peygamber (s.a.a)’in kendi hevesi ile söz söylemediğini de anladılar. Bu yüzden yaptıkları itirazlar ve muhalefetlerden dolayı şiddetle pişman olup kendi yanlışlıklarına itiraf ettiler.

    Diğer taraftan Kureyş de, Peygamber (s.a.a)’in barışı kabul etmesinin kan dökülmesine mani olduğunu ve çok iyi sonuçlar meydana getirdiğini anlamış oldu. Peygamber (s.a.a)’in ne kadar doğru sözlü ve onlara karşı ne kadar şefkatli olduğunu gözleriyle gördüler.

    Yorum


      #32
      Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

      MÜNAFIK ABDULLAH B. ÜBEY’E CENAZE NAMAZI KILMASINA İTİRAZ

      Bu konuda da Ömer şiddetle Peygamber (s.a.a)’e itiraz etti! Bu konuyu tüm sihah ve müsned yazarları nakletmişlerdir.

      Örneğin: Sahih-i Buhari’de Abdullah b. Ömer’den şöyle rivayet edilir: Abdullah b. Ubey ölünce oğlu gelerek şöyle dedi:
      “Ya Resulellah! Gömleğini ver de babamı onunla kefenleyeyim.” Peygamber (s.a.a) de gömleğini vererek şöyle buyurdu: “Gusül ve kefen işleri bitince bana haber ver.” Bu işler tamamlanınca Peygamber (s.a.a)’e haber verdi. Peygamber (s.a.a) de cenaze namazı kılmak için geldi. Sahih-i Buhari, c. 4, s. 18; Müsned-i Ahmed, c. 3, s. 92 .

      Ömer Peygamber (s.a.a)’i çekerek şöyle dedi: “Allah seni münafıklara namaz kılmaktan menetmemiş mi? Sana “Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek” diye buyurmamış mı? Tevbe / 80.

      Abdullah b. Ömer şöyle diyor: Peygamber (s.a.a) Abdullah Ubey’in cenaze namazını kıldıktan sonra şu ayet nazil oldu: “Onlardan ölmüş olan hiçbirine namaz kılma; onun kabri başında da durma.” Tevbe / 84.

      Bu ayet nazil olduktan sonra Peygamber (s.a.a) onlara namaz kılmayı terk etti.

      Ömer münafıklara namaz kılınmasının yasaklanmasını “Onlar için ister af dile, ister dileme...” ayetinden çıkarmıştı ama (ileri de söyleyeceğimiz gibi) Ömer’in ayetten çıkardığı sonuç yanlıştı. Güya bu ayet, Peygamber (s.a.a)’in münafıklara namaz kıldırmasından önce nazil olmuştu. Bu yüzden Ömer, Peygamber (s.a.a)’in bu münafığa namaz kılma isteğini görünce, Peygamber (s.a.a)’in Allah’ın emrinin aksine amel ettiğini sanarak kendi hışmını sindiremediğinden Peygamber (s.a.a)’i tutarak çekti. Kendi zannına göre; “Neden nehye muhalefet yapıyorsun? diye itiraz etti!!

      Haşa! Haşa! İşin böyle olmasından Allah’a sığınırız. Zira üsteki ayette bu amel kesinlikle yasaklanmamıştır. Bilakis bu ayette Allah sadece onlar için af dilenilmesinin hiçbir faydası olmadığını belirtmiştir. Peygamber (s.a.a)’in münafıklar için af dilemesi çok olsa da, O’nun af dilemesi veya dilememesi, onların bağışlanmamasında eşittir.

      İslam alimlerinin geneli tek bir görüşle münafıklara namaz kılmanın yasaklanmasının delilinin sadece
      “Onlardan ölmüş olanların hiçbirine asla namaz kılma; onun kabri başında da durma...” ayeti olduğunu belirtmişlerdir. Bu ayet de tüm alimlerin icmasına göre bu olaydan sonra nazil olmuştur. Buna ilave olarak sözü geçen hadis -Abdullah b. Ömer’in hadisi- de açıkça bunu ifade etmektedir. Hadisin son bölümüne dikkat edecek olursanız, ayetin bu olaydan sonra nazil olduğunu açıkça görürsünüz.

      Bu nedenle Peygamber (s.a.a), Ömer’in itirazına itina etmeyerek her zamanki sabır, hikmet ve adetine göre hareket etti. Ömer’in Peygamber (s.a.a)’in karşısında yaptığı küstahlık haddi aştığından, namaz kılmasına mani olduğundan ve Peygamber (s.a.a)’e karşı saygısızca konuştuğundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.a) mecburen şöyle buyurdu:


      “Ey Ömer! Çekil kenara! Bana haber verildi ki; “Onlar için af dilesen de dilemesen de, onlar için yetmiş kez af dilesen de asla Allah onları affetmez.” Eğer yetmiş defadan fazla af dileyeceğim takdirde Abdullah b.Ubey’in affedileceğini bilseydim, bu işi yapardım.”

      Daha sonra ona namaz kıldı, cenaze törenine katıldı ve kabri başında durdu... Muttaki-yi Hindi Kenz’ul-Ummal, c. 1, s. 247’de 4403. hadis olarak nakletmiştir.

      Yazar: Peygamber (s.a.a)’in Abdullah Ubey’e namaz kılması, görevinin gerekçesiydi ki o gün Peygamber (s.a.a) zahirin gerektirdiği gibi hareket etmeliydi. Abdullah Ubey, İslam’ı kabul etmeyen kafirlerin zümresinden de değildi. Bilakis zahirde İslam’ı kabul etmiş, şehadeteyni söylemiş ve görünüşte de İslam’a muhalefet etmemişti. O sadece münafık ve iki yüzlü birisiydi. Önceden de söylediğimiz gibi, o günlerde münafıklara namaz kılmak da henüz yasaklanmamıştı.

      Bu nedenle Peygamber (s.a.a) İslam hükümlerinin zahirine ve onun kabilesinin (Hazreç) gönüllerinin hoşnutluğu için ona namaz kıldı. Peygamber (s.a.a)’in bu işi, onun adamlarından bin kişinin Müslüman olmasına yol açtı. Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)’in gömleği ve Abdullah Ubey’e namaz kılması başlı başına büyük bir fetihti. el-hamdu lillah.

      Bir hadiste şöyle geçer: Peygamber (s.a.a)’e şöyle dediler:
      “Neden kendi gömleğini münafık Abdullah Ubey’i kefenlemeleri için bağışladın?” Peygamber (s.a.a) cevaben şöyle buyurdu: “Gömleğimin Allah tarafından ona hiçbir yararı yoktur. Ama bu vesile ile birçok kimsenin İslam’ı kabul etmesini umuyorum.” Allah da bu vesileyle Peygamber (s.a.a)’in bu arzusunu gerçekleştirdi.

      Peygamber (s.a.a)’in Ubey’e gömleğini vermesi ve ona namaz kıldırması sayesinde Hazreçlilerden büyük bir çoğunluğun İslam’ı kabul etmesinden sonra Ömer Peygamber (s.a.a)’e yaptığı şiddetli itirazından dolayı pişman oldu. Ömer, daha sonraları şöyle diyordu: Ben İslam’da öyle bir aşırılık yaptım ki bir eşi daha yoktur.

      Bu da Peygamber (s.a.a)’in Ubey’e namaz kılmak istediği zamandı. Ben onun elbisesini çekerek: “Yemin olsun ki Allah sana böyle bir emir vermemiştir. Allah sana şöyle demiştir: “Onlar için ister af dile ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecektir” dedim.

      Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Allah beni af dilemem veya dilememem konusunda serbest bırakmıştır. Buyurmuştur ki: “Onlar için ister af dile ister dileme...” Ben de (bir takım maslahatlardan dolayı) af diledim.” Kenz’ul-Ummal, H. 4404.

      Yorum


        #33
        Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

        PEYGAMBER (S.A.A)’İN MÜMİN BİRİSİNE CENAZE NAMAZI KILMASINA İTİRAZ

        İbn-i Hacer-i Askalani “el-İsabe” adlı kitabının 4. cildinde Ebu Atiyye’nin biyografisinde şöyle yazıyor: Beğevi ve Ebu Ahmed Hakim, İsmail b. Ayyaş ve Taberani de başka bir yolla ve her ikisi de Buheyr b. Sa’d’dan, o da Halid b. Sa’dan’dan, o da Ebu Atiyye’den şöyle rivayet ederler: Peygamber (s.a.a)’in asrında birisi öldü. Ashaptan birisi (yani Ömer) şöyle dedi: “Ya Resulellah! Ona namaz kılma!”

        Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Onun iyi iş yaptığını gören var mı?”


        Ashaptan biri: “Falan filan gecelerde bizimle beraber nöbet tuttu” diye cevap verdi.

        Peygamber (s.a.a) ona cenaze namazı kıldı, cenaze törenine de katıldı. Daha sonra ölen şahısı överek şöyle buyurdu: “Arkadaşların cehennemlik olduğunu zannediyorlar ama ben şehadet ediyorum ki sen cennetliksin.”

        Daha sonra Ömer’e dönerek şöyle buyurdu: “Sen halkın amellerinden sormuyorsun sadece onların arkasında gıybet etmek istiyorsun...”

        Yine İbn-i Hacer aynı mevzuu Ebu Munzir’in biyografisinde nakleder ki Peygamber (s.a.a) onun kabri başında üç kez ona aferin dedi. Taberani Abdullah b. Nafi'den, Hişam b. Sa’d’dan nakleder ki birisi Peygamber (s.a.a)’in yanına gelerek dedi ki: “Ya Resulellah! Filan şahıs öldü, teşrif edin de ona namaz kılın.”

        Ömer: “O adam temiz biri değildi, ona namaz kılma!” dedi.

        Peygamber (s.a.a)’in yanına gelen şahıs: “Ya Resulellah! Sizin sabahladığınız ve bir grubun da nöbet tuttuğu filan gece bu adam da onların arasında idi” dedi.

        Peygamber (s.a.a) yerinden kalktı, ben de onun arkasına takıldım. Peygamber (s.a.a) onu kabrinin bulunduğu yere giderek onun kenarında oturdu. Onu toprağa verdikten sonra üç defa ona “aferin” dedi. Daha sonra şöyle ekledi: “Halk onu kötülükle anıyor ama ben onu iyilikle anıyorum.”

        Ömer: “Ama o bu sözlerin ehli değildi” dedi.

        Peygamber (s.a.a): “Ey Ömer! Bu sözlerden vazgeç! Kim Allah yolunda cihat ederse cennet ona farz olur.”

        İbn-i Hacer şöyle diyor: Ebu Musa bu hadisin devamında diyor ki: Bu hadisin metni Ebu Atiyye’nin hadisinde geçti. Ebu Munzir’in hadisini Ebu Davut “el-Merasil” adlı kitapta Ahmed b. Meni’den, o da Hammad b. Halid’den aynen Abdullah b. Nafi’nin rivayeti gibi nakleder. Ebu Ahmed onu “el-Künye’de” zikretmemiştir. Ama Ebu Atiyye’nin hadisi nakledildi. Ebu Musa, onun biyografisinde zikrettiği gibi Hakim Ebu Ahmed de onu rivayet ederek şöyle der: Buradan anladığımız kadarıyla o sahabedenmiş. Elbette her iki hadisin kaynağı farklıdır. Ama her iki metinin akışı birbirine yakındır. (İbn-i Hacer'in “el-İsabe”de Ebu Munzir’in biyografisinde söylediği sözlerin sonu.)

        Yorum


          #34
          Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

          HZ. PEYGAMBER (S.A.A)’İN “ALLAH’A TAPANLAR CENNETLİKTİR” SÖZÜNE İTİRAZ


          Resulullah (s.a.a), canı gönülden Allah’a tapan herkese cennetlik oldukları müjdesini verdi. Zira o günün muhiti, putperestlerin, Allah’a tapanların sonlarının ne olacağını bilmeleri ve iman ehlinin de kendi işlerinde teşvik olmaları için böyle bir müjdenin halka verilmesini gerektiriyordu.

          (İşte bundan dolayı) Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Ebu Hureyre’ye şöyle buyurdu:
          “Git, Allah’ın birliğini kabul eden, O’na gönülden iman eden herkese cenneti müjdele” Herkesten önce Ömer Ebu Hureyre ile karşılaştı ve ondan durumun ne olduğunu sordu.

          Ebu Hureyre:
          “Peygamber bana böyle bir görev verdi” dedi.

          Ebu Hureyre şöyle diyor: Ömer göğsüme öyle bir yumruk indirdi ki, yere serildim. Daha sonra şöyle dedi: “Ey Ebu Hureyre! Geri dön.” Ben de Peygamber (s.a.a)’in yanına dönerek ağladım. Daha sonra Ömer de ardımdan Peygamber (s.a.a)’in huzuruna geldi. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ebu Hureyre neden ağlıyorsun?”

          Ben: “Buyurduğun sözü Ömer’e söyledim. Ama o bana öyle bir yumruk vurdu ki yere yığılıp kaldım.”

          Peygamber (s.a.a): “Ömer neden böyle yaptın?”

          Ömer: “Ya Resulellah! Sen mi Ebu Hureyre’ye böyle bir emir verdin?”

          Peygamber (s.a.a): “Evet!”

          Ömer: “Hayır! Bu işi yapma! Çünkü ben halkın buna dayanarak işten el çekmelerinden korkuyorum.”

          Peygamber (s.a.a) buyurdu: “Bırak el çeksinler!”

          Burada Nevevi Ömer’den taraf bir özür getirmiştir. Kadı İyaz ve diğerleri de onu nakletmişlerdir. Özeti şudur ki: Ömer bu konuda Peygamber (s.a.a)’e itiraz etmedi. Ebu Hureyre’ye söylediği emri de reddetmedi. Ama müminlerin, müjde ile gevşeyip amel etmeyi terk etmelerinden korktu. Bu yüzden konuyu gizlemenin müminlerin yararına ve haberin iblağ edilmemesinin daha yerinde olduğunu gördü. İşte bu durum, Ömer’in Ebu Hureyre’yi vurmasına ve onu geri çevirmesine sebep oldu! Yine aynı sebepten dolayı Peygamber (s.a.a)’e: “Bu işi yapma!” dedi ve O’nu, müminlere cenneti müjdelemekten sakındırdı!!!

          Yazar: Sayın okurlar çok iyi bilmektedirler ki, bunların getirdiği mazeretler bizim söylediğimiz
          “nass karşısında içtihattır.” Şu manaya ki, Ömer kendi görüşünü, Peygamber (s.a.a)’in emrine itaat etmekten öne geçirdi!

          Buna ilave olarak Ömer sadece kendi görüşünü Peygamber (s.a.a)’in emrine itaat etmekten öne geçirmekle kalmıyor, Peygamber (s.a.a)’in görevlendirdiği Ebu Hureyre’yi öylesine acımasızca ihanetle vuruyor ki adamcağız mak'atı üzere yere düşüyor!

          Bununla da yetinmeyerek Peygamber (s.a.a)’i de verdiği emri iptal etmeye zorlamaya yelteniyor. Zira tam bir küstahlıkla
          “Bu işi yapma” diyor.

          Ama Peygamber (s.a.a) kendine mahsus sabrıyla ona karşı cevap veriyor. Nitekim Allah Teala buyuruyor ki: “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. O halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” Âl-i İmran / 159

          Ömer’in itirazı Peygamber (s.a.a)’in yanında hiçbir etkisi yoktu. Çünkü Peygamber (s.a.a) o müjdeyi şahsen ve Allah’a dayanarak ümmete açıkladı. Ömer’in kendisi, Osman, Muaz b. Cebel, Übade b. Samit, Ütban b. Malik ve diğerleri de bu müjdeyi Peygamber (s.a.a)’den duymuş ve bütün İslam mezhepleri arasında dini zaruretlerden birisi olarak sayılmıştır.

          Bu konuda akıl sahiplerini hayrete düşüren şey ise, Ehl-i Sünnet’in Allame Nevevi ve Kadı İyaz gibi büyük alimlerinin, hakkın Ömer’le yana olmasını söylemeleridir! İddia etmişler ki, Ömer görüşünü açıklayınca Peygamber (s.a.a) onu tasdik etti!! Ama biz tüm muhal ve batıl amellerden Allah’a sığınırız!!


          Şimdi Nevevi’nin sözünü okurlarımız için aktarıyoruz: “Bu hadiste -Ebu Hureyre hadisi- bir delil vardır ki, önderler ve büyükler bir görüşe sahip oldukları ve onlara tabi olanlardan birisinin de onların görüşüne ters bir görüşü olduğu zaman, önderin bu görüşü incelemesi için tabi olan şahıs görüşünü öndere arz eder. Eğer önder tabi olan şahısın görüşünün doğru olduğunu anlarsa, kendi görüşünü bırakıp onun görüşüne uyması gerekir. Aksi takdirde tabi olan şahısın aklına gelen soruya cevap vermelidir...” Şerh-i Nevevi, c. 1, s. 404.

          Yazar: Bu söz, önderin hak bir Peygamber olmadığı bir zamanda doğrudur. Ama önder peygamberse, ona tabi olan herkesin onu dinlemesi, ne derse itaat etmesi ve ona inanması gerekir. Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:

          “Peygamber size ne verdiyse onu alın; size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir...” Haşr / 2.

          Yorum


            #35
            Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

            TEMETTÜ HACCININ YASAKLANMASI!


            Allah tarafından bu işe görevlendirilen Peygamber-i Ekrem (s.a.a) bizzat bu farizayı yaptı. Allah’ın açık nassı şöyledir:

            “Kim hac günlerine kadar umre ile faydalanmak isterse kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir. Kurban kesmeyen kimse hac günlerinde üç, memleketine döndüğü zaman yedi olmak üzere oruç tutar ki hepsi tam on gündür. Bu söylenenler, ailesi Mescid’ül-Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah’tan korkun. Biliniz ki Allah’ın vereceği ceza ağırdır”Bakara / 196.

            Yorum


              #36
              Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

              TEMETTÜ HACCININ YAPILIŞ ŞEKLİ

              Temettü Haccından niteliği şu şekildedir: Şahıs üç aylardan birisinde (şevval, zilkade, zilhicce) mikatta umre niyetiyle ihrama girer. Daha sonra Mekke’ye giderek Kabe’yi tavaf eder. Daha sonra Safa ile Merve arasında sa’y yapar. Sonra taksir yaparak ihramdan çıkar. Yani ihrama giydiğinde kendisine haram olan şeyler artık helal olur. Aynı yıl Mekke’de hac için diğer bir ihrama da girer. Mescid’ul-Haram’da ihrama girmesi daha faziletlidir. Sonra Arafat’a gider, oradan Meş’ar’ul-Harama hareket eder, sonra da hac amellerini fıkıh kitaplarında açıklandığı şekliyle yerine getirir. Hac Günlerine kadar Umreyle faydalanmak veya başka bir değimle Temettü Haccı işte budur.

              İbn-i Abdülbirr el-Kurtubi şöyle diyor:
              “Ehl-i Sünnet alimleri arasında Allah’ın bu ayetteki “Kim hac günlerine kadar umre ile faydalanmak isterse kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir...” kastının hacdan önce hac aylarında umrenin yapılabilmesi olduğu konusunda hiçbir ihtilaf yoktur.” Daha sonra şöyle devam ediyor: “Bu temettü haccı -en sahih rivayetlere göre- Mekke’den her yönden 48 mil uzak olan kimseler için farzdır.”

              Bu hacca “Temettü Haccı” demelerinin sebebi şudur: Bu hacda mut’a vardır. Mut’a ise lezzet anlamındadır. Zira bu iki ihram (umre ihramı ile hac ihramı) arasındaki zamanda, ihram ile haram olan şeyler câiz ve helal olmaktadır. Bu ameli yapan şahıs bu müddet içerisinde, umre ihramı ile hac ihramında haram olmuş olan şeylerden faydalanıp lezzet alabilir.

              İşte bu, Ömer ve bazı yandaşlarının rahatsız olduğu şeydi. Öyle ki onlar şöyle diyorlardı:
              “Bu müddet içerisinde biz yürüyelim de aletlerimiz (avret yeri) ıslak mı olsun?!” Zerkani’nin Muvatta-i Malik’e yazdığı şerhin haşiyesindeki Süneni Ebu Davut, c. 2, s. 103

              Mecma’ul-Beyan’da şöyle nakledilir. Birisi şöyle dedi: “Hac niyeti ile çıkalım da başlarımız (cenabet guslü suyu ile) ıslak mı olsun?”

              Peygamber (s.a.a) ona şöyle buyurdu: “Sen hiçbir zaman bu hükümlere iman etmeyeceksin.”

              Ebu Musa Eş’ari’den nakledildiğine göre o temettü hacının meşru olduğuna fetva veriyormuş. Bir adam ona dedi ki: “Bazı fetvalarının önünü al, onları söyleme. Zira Emir’ul-Müminin Ömer’in hükümlerde ne değişiklikler yaptığını bilmiyor musun?” Daha sonra Ebu Musa Ömer’le mülakat edip bu konu hakkında sorunca Ömer şöyle dedi: “Bildiğin gibi Peygamber ve yarenleri Temettü Haccını yaparlardı. Ama ben Kabe’yi ziyaret eden hacıların, umreyi yaptıktan sonra Erak ağacı altına giderek karıları ile ilişkiye girmelerinden, daha sonra da başlarından gusül suyu akar halde hac amellerini yerine getirmelerinden hoşlanmıyorum.” Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 50.

              Bir başka rivayete göre de Ebu Musa şöyle diyor: Ömer dedi ki: “Temettü Haccı Peygamber (s.a.a)’in sünnetidir. Ama ben hacıların ağaç altında karılarıyla ilişkiye girmelerinden, daha sonra da hacca gitmelerinden korkuyorum.” a.g.e. s. 49.

              Ebu Nazre şöyle diyor: Abdullah b. Abbas mutayı emretti. Abdullah b. Zübeyr ise mutayı yasakladı. Ben bu olayı Cabir b. Abdullah Ensari’ye aktardım. Cabir şöyle dedi: Olayı ben biliyorum. Biz Peygamber (s.a.a) zamanında mutadan faydalanıyorduk. Ama Ömer hilafete geçince dedi ki: “Allah istediği şeyi Peygamberine helal kıldı, Kur’ân da kendi yerinde nazil oldu. Hac ve umreyi Allah’ın emrettiği şekilde yapın. Fakat kadınlarınızla cinsel ilişkide bulunmayın. Bundan sonra geçici evlilik yaptığı için benim yanıma getirilen her erkeği recm ettireceğim!” Sahih-i Müslim, “el-mut’at-u bil-hac” babı, s. 467.


              Bir gün Ömer minberde hutbe okuyordu. Hutbe esnasında pervasızca ve tam bir küstahlıkla açıkça şöyle dedi: “Peygamber zamanında iki lezzet (Mut’a) vardı. Ben bu ikisini yasaklıyorum. Kim bu ikisini yaparsa cezalandıracağım. Birisi hac mutası (temettü haccı) diğeri ise kadın mutasıdır(geçici evlilik).” Fahri Razi Ömer’in bu sözünü, Nisa suresinde, 24. ayetin tefsirinde nakletmiştir.

              Bir başka rivayette de Ömer şöyle demiştir: “Ey insanlar! Peygamber (s.a.a) zamanında üç şey meşru ve uygulanıyordu. Ama ben onları yasaklıyor ve haram biliyorum. Onları yapanları da cezalandıracağım. Onlar şunlardır: Temettü haccı, geçici evlilik ve ezanda “hayya ale hayr’il-amel” söylemek!!

              Yorum


                #37
                Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                TEMETTÜ HACCI HAKKINDA BİR AÇIKLAMA

                Peygamber (s.a.a)’in hanedanının tüm bireyleri ve onlara uyaraktan onların tüm dostları Ömer’in bu işini reddetmişlerdir. Ashaptan bir çoğu Ömer’in bu işini onaylamamışlardır. Onların bu konudaki rivayetleri tevatür haddine ulaşmıştır.

                Şunu bilmemiz yeterlidir ki, Müslim kendi sahihinde Şefik’ten şöyle naklediyor:
                Osman mutayı (temettü haccı ve geçici evlilik) yasaklıyor, Hz. Ali ise yararlanmalarını emrediyordu. Osman bu konuda Hz. Ali’ye bir şeyler söyledi. Ama Hz. Ali Osman’a şöyle buyurdu: “Bildiğin gibi Resulullah’ın zamanında bu iş aramızda gayet normaldi.” Osman ise şöyle dedi: “Evet, ama korkuyorduk!” Sahih-i Müslim, c. 1, Hac kitabı, “Tecmettü’nün câiz oluşu” babı, s. 472-475.

                O kitapta Said b. Müseyyib’ten şöyle rivayet edilir: Ali ve Osman Osfan’da bir araya geldiler. Osman mut’a ve temettü umresinden menetti. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Neden Peygamber (s.a.a)’in emrettiği bir işi men ediyorsun?”

                Osman şöyle dedi: “Benimle işin olmasın!”

                Hz. Ali: “Nasıl seninle işim olmayabilir?!...” diye buyurdu.


                Aynı şekilde sözü geçen kitapta Ganim b. Kays’tan şöyle rivayet edilir: Sa’d b. Ebi Vakkas’tan Temettü Haccı hakkında soru sordum. Bana şöyle dedi. Biz bunu yapıyorduk ve bu arşa kafirdi.”

                Yine Sahih-i Müslim’de Ebu Ala’dan, o da Mutrif’ten şöyle dediği nakledilir: İmran b. Hasin bana şöyle dedi: Bugün sana öyle bir hadis nakledeceğim ki, bundan sonra Allah Teala onun vesilesiyle sana yarar verecektir: “Bil ki Peygamber (s.a.a), ailesinden bir gruba temettü haccı yapmalarını emretti. Daha sonraları da temettü haccını men eden bir ayet nazil olmadı. Peygamber (s.a.a) de hayatta olduğu müddetçe bu haccı yasaklamadı...”

                Yine Sahih-i Müslim’de Hamid b. Hilal, Mutrif’ten naklen şöyle rivayet ediyor: İmran b. Hasin bana şöyle dedi: Bugün sana öyle bir hadis öğreteceğim ki şayet Allah onun sayesinde sana bir yarar ulaştırır: “Peygamber (s.a.a) hac ve umreyi bir arada yapardı. Hayatta olduğu müddetçe onu yasaklamadı. Onu haram kılan bir ayet de nazil olmadı.”

                Aynı kitap Katade’den, o da Mutrif’ten şöyle naklediyor: İmran b. Hasin ölümüne neden olan hastalığı esnasında birisini göndererek beni çağırttı ve şöyle dedi: Senin için birkaç hadis söylemek istiyorum. Şayet Allah benden sonra onun yoluyla sana bir fayda ulaştırır. Eğer ben sağ kalırsam onları kimseye söyleme. Ama eğer vefat edersem kime istersen söyle: “Şunu bil ki, Peygamber (s.a.a) hac ve umreyi bir arada yaptı. Sonraları da onu ne ayet menetti ne de Peygamber (s.a.a) yasakladı. Ama bir adam bu konuda istediği şeyi söyledi!”

                Yine Müslim kendi sahihinde başka bir yolla Katade’den, Mutrif b. Abdullah b. Şühayr’den, İmran b. Hasin’den şöyle rivayet eder: Ben Peygamber (s.a.a)’in hac ve umreyi birleştirdiğini biliyorum. Daha sonraları onu fesheden ne bir ayet nazil oldu, ne de Resulullah onu bize yasakladı. Ama bir adam kendi görüşüne göre bir şey söyledi.”

                Yine aynı kitapta İmran b. Müslim yoluyla Ebu Reca’dan ve o da İmran b. Hasin’den şöyle rivayet edilir: Temettü Haccı ayeti Allah’ın kitabında nazil oldu. Daha sonra Peygamber (s.a.a) bizi ona amel etmeye memur kıldı. Bunlardan sonra onu yasaklayan ne bir ayet nazil oldu, ne de Peygamber (s.a.a) hayatta olduğu müddetçe bizi bu işten alıkoydu. Adamın biri bu konuda kendi görüşüne göre bir şey söyledi.”

                Yazar: Bu hadis Sahih-i Müslim’de başka bir yolla da nakledilmiştir. Biz sadece naklettiğimiz hadislerle yetiniyoruz. Buhari de bu hadisleri kendi sahihinde, c.1, s. 187’de (Temettü babında) İmran b. Hasin’den nakletmiştir.

                Malik b. Enes el-Muvatta adlı kitabında Muhammed b. Abdullah b. Haris b. Nufel b. Abdulmuttalip’ten şöyle nakleder: Muaviye’nin hacca gittiği yıl, Sa’d b. Ebi Vakkas ve Dahhak b. Kays’ın Temettü Haccı hakkında müzakere ettiklerini duydum.
                Muvatta, c. 1, s. 130 (Temettü Haccı konusu.)

                Dahhak b. Kays şöyle dedi:“Allah’ın hükmünü bilmeyen cahilden başka kimse Temettü Haccını yerine getirmez.”

                Sa’d: “Kötü bir söz söyledin.”

                Dahhak: “Ömer bu işi men ediyordu.”

                Sa’d: “Peygamber (s.a.a) bu işi yapardı, biz de onula beraber temettü haccı yapardık.”

                Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde[78] Abdullah b. Abbas’tan şöyle dediği nakledilir: Peygamber (s.a.a) temettü haccı yaptı.

                Urve b. Zübeyr: “Ebu Bekir ve Ömer onu yasakladılar.”

                İbn-i Abbas cevaben: “Bu çocuk neler söylüyor?”

                Etrafındakiler: O diyor ki: Ebu Bekir ve Ömer’in onu yasakladılar.


                İbn-i Abbas: Bunların helakete uğradıklarını görüyorum. Ben; “Peygamber (s.a.a) söylüyor” diyorum, onlar ise “Ebu Bekir ve Ömer yasakladı” diyorlar. İbn-i Abdülbirr, “Cami’ul-Beyan’il-İlm ve Fazlihi” adlı kitabında bu hadisi nakletmiştir.

                Eyyub rivayet eder ki, Urve b. Zübeyr İbn-i Abbas’a şöyle dedi: “Allah’tan korkmuyor musun ki mut’a helaldir diyorsun?”

                İbn-i Abbas ona hitaben: “Çocukcağız! Git annenden sor!” dedi.

                Urve: “Ama Ebu Bekir ve Ömer onu yasakladılar” dedi.


                İbn-i Abbas cevaben şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki, sizin bu işinizle Allah’ın azabına yakalanacağınızı görüyorum. Ben sizlere Peygamber (s.a.a)’den hadis naklediyorum; siz ise Ebu Bekir ve Ömer’den konuşuyorsunuz!...”

                Müslim kendi Sahihinde rivayet eder ki, adamın birisi temettü haccı hakkında İbn-i Abbas’tan soru sordu, o da; “Helaldir” dedi. Sahih-i Müslim, c. 1, s. 479 (hac kitabı, Mut’at’ul-Hac babı)

                O adam: “Urve b. Zübeyr onu haram biliyor.”

                İbn-i Abbas cevaben: Urve’nin annesi hayattadır. Onun kendisi Peygamber (s.a.a)’in izin verdiğini naklediyor; gidin ondan sorun.”

                Ravi şöyle diyor: Urve’nin annesinin yanına gittik. İri yapılı ve âma bir kadın olduğunu gördük. O bize: “Evet izin verdi!” dedi.


                Sahih-i Tirmizi’de şöyle rivayet edilir: Abdullah b. Ömer’den temettü haccını sordular. O da; “Helaldir” dedi. Sahih-i Tirmizi, c. 1, s. 157.

                Karşı taraf: “Baban onu yasakladı” dedi.

                Abdullah cevaben şöyle dedi: “Bana cevap ver bakayım; eğer babam onu yasakladıysa ve Peygamber (s.a.a) de onu helal biliyorduysa, benim babama tabi olmam mı gerekir, yoksa Allah Resulüne mi?!”

                Karşı taraf: “Elbette ki Peygamber (s.a.a)’e” diye cevap verdi. Abdullah şöyle dedi: “Peygamber (s.a.a)’in kendisi temettü haccını yaptı.”


                Ömer’in temettü haccını yasaklamasını reddeden daha nice apaçık rivayetler mevcuttur.

                Buna ilave olarak Hz. Peygamber (s.a.a) yerine getirdiği son haccında (Veda Haccı), tüm iman ehlinin bilip amel etmesi gereken bir takım sözleri vardır. Sahih-i Müslim’de
                bu konudaki hadise bakınız. Göreceksiniz ki, Peygamber (s.a.a), O’nunla beraber hac amelini yerine getirmek için toplumun çeşitli sınıflarından oluşan yüz bini aşkın kadın-erkeğin içerisinde Temettü Haccı mevzusunu ilan etmiştir. Bu mevzuu ilan edince Suraka b. Malik yerinden kalkarak: “Ya Resulellah! Bu Temettü Haccı, sadece bu yılımız için mi geçerlidir, yoksa ebedi olarak mı?” dedi. Sahih-i Müslim, c. 1, s. 467- 470.

                Peygamber (s.a.a) mübarek parmaklarını birbirinin ardı sıra açarak şöyle buyurdu: “Umre ebedi olarak haccın içine girdi, Umre daimi olarak hacca karıştı.”

                Yine Müslim rivayet eder ki, Hz. Ali, Peygamber (s.a.a)’in gömleğini giymiş olduğu halde Yemen’den döndüğünde, Hz. Fatıma’nın aynen diğer kadınlar gibi ihramdan çıkarak renkli elbiseler giyinip gözüne sürme çektiğini gördü. Hz. Ali Fatıma’ya itiraz etti. Ama Fatıma (a.s): “Babam böyle yapmamı emretti” dedi.

                Hz. Ali (a.s) şöyle diyor: Peygamber (s.a.a)’in yanına giderek Fatıma’da gördüklerimi ve ondan duyduklarımı anlattım. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
                “Fatıma doğru söylüyor, doğru söylüyor...”

                Yorum


                  #38
                  Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                  KADIN MUT’ASININ YASAKLANMASI

                  Allah (c.c) ve Peygamber (s.a.a), kadın mutasını helal kıldı. Müslümanlar da Peygamber (s.a.a)’in zamanında ona amel ederlerdi. Peygamber (s.a.a) hayatta olduğu müddetçe bu amel de meşru idi. Ebu Bekir’in hilafeti döneminde de ona amel edilirdi. Ebu Bekir ölüp yerine Ömer geçince yine geçici evlilik meşru idi.

                  Ama daha sonraları Ömer onu yasakladı. Minbere çıkarak şöyle dedi:
                  “Peygamber (s.a.a) zamanında iki mut’a vardı. Ben onları yasaklıyorum. Bu ameli yapanları cezalandıracağım. Biri hac mutası (Umre ve hac arasında lezzetlerden faydalanmak), diğeri de kadın mutası (geçici evlilik)dır. Fahri Razi mut’anın haram olduğunu Ömer’in bu sözüne dayanarak söylüyor: Bkz. Nisa suresi 24. ayetin tefsiri.

                  Kadın mutasının câiz olduğunu belirten ayet şudur:

                  “Onlardan faydalanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mihirlerini verin.”Nisa / 24.

                  Peygamber (s.a.a)’in açık nas ve sünnetlerini sihah yazarları ve Ehl-i Sünnet’in muteber kitaplarının yazarları kendi kaynaklarında riayet etmişlerdir. Bütün bunların arasından Müslim’in Ebu Nazre’den naklettiği hadisle yetiniyoruz. O şöyle dedi: İbn-i Abbas mutayı helal, İbn-i Zübeyr ise haram bilirdi. Mevzuu Cabir b. Abdullah-i Ensari’ye açtılar. Cabir cevaben şöyle dedi: Hadis benim elimdedir. Biz Peygamber (s.a.a)’le beraber Temettü Haccı yaptık. Ömer hilafete ulaşınca şöyle dedi: “Allah istediği şeyi Peygamberine helal kıldı. Siz de hac ve umrenizi yerine getirin. Ama bu kadınlarla ilişkiye girmekten uzak durun. Eğer belli bir müddet içerisinde karısıyla ilişkiye girmiş bir adamı yanıma getirirlerse onu recm ettireceğim!” Sahih-i Müslim, c. 1, s. 476 .


                  Bahislere, tahkik ve araştırma gözüyle bakan kimseler, kadın mutasının meşruluğu hakkında “el-Fusul’ul-Mühimme”, “el-Mesail’ul-Fıkhiyyet’ul-Hilafiyye” ve “Ecvibet-u Musa Carullah” kitaplarıma ve “el-İrfan” dergisinin 10. Cüzünde yayınlanan makalede söylediğimiz şeylere müracaat edebilirler.

                  Biz bu kitaplarda mut’a bahsini her açıdan sekiz başlık altında inceledik:


                  1) Bu evliliğin hakikati ve şer’i gerekçeleri.

                  2) İslam dininde onun meşruluğuna dair Müslümanların icması.

                  3) Onun meşruluğuna dair Kur’ân’ın delaleti.

                  4) Sünnet ve hadislere istinaden mutanın meşruiyeti.

                  5) Mutanın feshedildiğini söyleyenler, onların delilleri ve delillerinin bizim açımızdan hiçbir itibarının olmayışı.

                  6) Ehl-i Sünnet’in Sihah ve muteber kitapları, mutayı nesh edenin 2. halife olduğunu söylüyorlar.

                  7) Ömer’in bu meşru hükmü nesh etmesine itiraz eden sahabe ve tabiinler.

                  8) Şia alimlerinin bu konudaki görüşleri ve onun meşru olduğuna dair delilleri.


                  Allah’ı şahit tutuyorum ki, bu sekiz fasılda ve onun etrafında yazdığımız her şeyde sadece hak ve hakikate tabi olduk. Kur’ân ve Sünnetten olan şer’i delil ve tüm Müslümanların kabul ettiği usuller dışında başka bir şeye istinat etmedik.

                  Binaenaleyh, Muhammed ümmetinden araştırmacı olanların bu hususta yazdığımız şeyleri dikkatle incelemeleri ve daha sonra kadın mutasının (geçici evliliğin) İslam dininde helal mi, haram mı olduğunu görmeleri oldukça yerinde olur.

                  Tabiiden birisi; yani sahabeleri görenlerden birisi, Ömer’in tersine kadın mutasını helal biliyordu. O, Abdülmelik b. Abdulaziz b. Cureyh Ebu Halid Mekki (D: hicri 80, Ö: hicri 140) idi. Ebu Halid Mekki Tabii’nin mefahirinden sayılan şahsiyetlerden birisiydi. İbn-i Hallakan Tarih kitabında ve Muhammed b. Sa’d “Tabakat” adlı eserinde onun şerh-i halini yazmıştır. Sihah kitaplarının yazarları da onun kavline istinat etmişlerdir.
                  Tabakat-ı İbn-i Sa’d, c. 5, s. 361.

                  İbn-i Kaysarani “el-Cem-u Beyn’e Rical’is-Sahihayn” adlı kitabının s. 314’cü sayfasında, onun hal tercümesini yazmıştır. Zehebi de “Mizan’ul-İtidal” adlı kitabında şöyle yazıyor: “O doğru sözlü olanlardan birisiydi. Yaklaşık doksan kadını mut’a yapmasına ve mutayı helal bilmesine rağmen tüm alimler onun doğru sözlü olduğunu teyit etmişlerdir. O kendi asrında Mekke’nin fakihi idi.

                  Abbasi Halifesi Memun da, Ömer’in kadın mutasını yasaklamasını reddedenlerden idi. Memun, mutanın helal olduğunu ilan etmelerini emretti. İlandan sonra Muhammed b. Mensur ve Ebu’l-İyna onun yanına geldiler. O sırada halife dişlerini yıkıyordu. Aynı zamanda sinirli bir şekilde de (alaycasına) şöyle diyordu: “Peygamber’in zamanında iki mut’a helaldi ama ben onları yasaklıyorum!!”

                  Daha sonra Memun şöyle dedi: “Ey cüal! Sen kim oluyorsun da Peygamber ve Ebu Bekir’in uyguladığı bir şeyi yasaklıyorsun?!”

                  Muhammed b. Mensur, halife ile sohbet etmek istedi. Ama Ebu’l-İyna bir şey söylememesini işaret ederek şöyle dedi: “Adamın birisi Ömer b. Hattab hakkında ne isterse söylüyor, bize ne?!”

                  Bu yüzden o ikisi hiçbir şey söylemediler. Ama daha sonra baş kadı Yahya b. Eksem Memun ile mülakat ederek onu, Ömer’in fetvasını reddettiğini ilan etmesinden dolayı doğabilecek fitneden sakındırdı. (Olayın devamını, İbn-i Hallakan’ın “Vefayat’ul-A’yan” adlı eserinde Yahya b. Eksem’in biyografisinde okuyabilirsiniz.

                  Yorum


                    #39
                    Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                    SABAH EZANINDA BİDAT!

                    Biz ezan ve ikame hakkındaki hadisleri bir bir araştırdık ama Resulullah’ın zamanında “es-salat-u hayr’un- min’en- nevm” cümlesinin ezan veya ikameden olduğunu görmedik. Bilakis, ilahi hükümler konusunda görüş sahibi olan kimselerin, sünnet ve hadisleri çok iyi tanıyanların da bildiği gibi bu cümle Ebu Bekir’in zamanında da yoktu. Ama Ömer b. Hattab hilafete geçtikten sonra onu müstehap ve müstahsen bildiğinden sabah ezanında söylenmesini emretti. Böylece o kanunlaştırılmış oldu. Ehl-i Beyt İmamlarının “es-salat-u hayr’un min’en- nevm” cümlesinin ezan veya ikameden olmadığı ve Ömer’in onu çıkardığını belirten) hadisleri tevatür haddine ulaşmıştır.

                    Şia tarikiyle değil de Ehl-i Sünnet’in büyük alimlerinden sadece Malik b. Enes’in el-Muvatta’da naklettiği sözü aktarmamız yeterlidir. Malik şöyle yazıyor: Ömer b. Hattab’ın müezzini, onu namaza çağırmak için yanına geldi. Ömer’in uyuduğunu görünce
                    “es-salat-u hayr’un min’en- nevm” dedi. Ömer de müezzinin bu cümleyi ezana eklemesini emretti.

                    Zerkani el-Muvatta’ya yazdığı şerhte (c. 1, s. 25, “Ma Câe Fi-n- Nidâi li’s-Salat” babı) şöyle yazıyor: Bu konuyu Darukutni sünende Vekiy’ yoluyla kendi tasnifinde onu Umri’den, Nafi’den, Abdullah b. Ömer’den, Ömer’den nakletmiştir. Daha sonra şöyle yazıyor: Süfyan’dan, o da Muhammed b. İclan’dan, Nafi’den, Abdullah b. Ömer’den, Ömer’den, Ömer b. Hattab’ın müezzine şöyle dediğini rivayet ederler: Ezanda “Hayye ale’l- felah” cümlesine ulaştığın vakit “es-salat-u hayr’un min’en- nevm; es-salat-u hayr’un min’en- nevm” söyle.

                    Yazar: Bu hadisi İbn-i Ebi Şeybe, Hişam b. Urve’den nakletmiştir. Ehl-i Sünnet’in diğer büyük muhaddisleri de bu hadisi nakletmişlerdir.

                    Buna binaen, Muhammed b. Halid b. Abdullah Vasiti babasından, Abdurrahman b. İshak’tan, Zohri’den, Salim’den ve babasından Peygamber (s.a.a)’in halkı namaza çağırmak için ne söylemeleri hususunda Müslümanlarla istişare ettiğini belirten sözlerin hiçbir değeri yoktur. Zira bu uyduruk hadiste şöyle rivayet edilir:
                    “Ashap Peygamber (s.a.a)’e borazan çalalım dedi. Ama Peygamber (s.a.a) beğenmedi. Zira borazan Yahudilere aitti. Sonra çan çalalım dediler. Yine Peygamber (s.a.a) çanın Hıristiyanlara ait olmasından dolayı beğenmedi. Aynı gece Medinelilerden birisi ve Ömer b. Hattab rüyada, birisinin ezan okuduğunu gördüler. Medineli (Ensar’dan olan) adam gece vakti Peygamber (s.a.a)’in yanına gelerek konuyu Ona açtı. Peygamber (s.a.a) de Bilal’a emir vererek Ensarlının rüyada gördüğü gibi ezan okumasını emretti!!!”

                    Daha sonra Zohri şöyle diyor: “Bilal sabah ezanına “es-salat-u hayr’un min’en- nevm” cümlesini de ekledi. Peygamber (s.a.a) de onu tespit etti...”

                    İbn-i Mace Süneninde ezan babında bu hadisi nakletmiştir!

                    Bu hadis hakkında şunu söylememiz yeterlidir: Yahya b. Muin bu hadisi rivayet eden (Muhammed b. Halid) hakkında şöyle söyler:
                    “O kötü bir adamdır.”

                    Murre ise şöyle demiştir: “O, bir şey sayılmaz.”

                    İbn-i Udey de şöyle der: “Ahmed ve Yahya’nın ondan kabul etmedikleri en önemli hadis, babasından naklettiği rivayettir.”

                    Buna ilave olarak o zıt bir rivayetlere de sahiptir. Ebu Zer’a şöyle diyor: “Muhammed b. Halid, zayıf bir ravidir.”

                    Yahya b. Muin de şöyle demiştir: “Muhammed b. Halid b. Abdullah yalancıdır. Eğer onu görürsen boynunu tokatla.”

                    Yazar: Zehebi de “Mizan’ul-İtidal” adlı kitabında onun adını zikretmiş ve bizim onun hakkında alimlerden naklettiğimiz görüşleri getirmiştir.


                    Muhammed b. Halid’in, batıllık ve merdudiyet açısından bu hadisine benzer bir rivayet de Ebu Mahzure’den nakledilmiştir. O şöyle diyor: Dedim ki: Ya Resulellah! Ezanın söyleniş tarzını bana öğret!

                    Resulullah (s.a.a) elini alnıma çekerek şöyle buyurdu:
                    “Yüksek sesle şöyle söyleyeceksin: “Allah-u Ekber, Allah-u Ekber”; “Eşhed-u en lâ ilahe illellah”, “Eşhed-u en lâ ilahe illellah”; “Eşhed-u enne Muhammed’en Resulullah, Eşhed-u enne Muhammed’en Resulullah”; “Eşhed-u en lâ ilahe illellah, Eşhed-u en lâ ilahe illellah”; “Eşhed-u enne Muhammed’en Resulullah Eşhed-u enne Muhammed’en Resulullah; “Hayye ale’s-salat, hayye ale’s-salat; “Hayye ale’l-felah, hayye ale’l-felah; eğer ezan sabah namazı içinse şöyle diyeceksin: “es-salat-u hayr’un- min’en-nevm, es-salat-u hayr’un- min’en-nevm”; “Allah-u Ekber”; “La ilahe illellah.” Sünen-i Ebi Davud, c. 1, s. 196, h. 500-501, b. Seadet.

                    Ebu Davud, bu rivayeti iki yolla Ebu Mahzure’den nakletmiştir. Birisini şu yolla: Muhammed b. Abdülmelik b. Ebu Mahzure, babasından ve dedesinden. Bu Muhammed b. Abdülmelik, Zehebi’nin Mizan’ul-İtidal’de söylediğine göre, hadis alimlerinin itina göstermedikleri bir şahıstır.

                    Diğer yol ise şudur: Osman b. Saib’den, o da babasından. Onun babası da Zehebi’nin yazdığına göre beğenilmeyen meçhul ravilerdendir.

                    İlave olarak Müslim bu hadisi Ebu Mahzure’nin kendisinden rivayet etmektedir.

                    Ama bilinmesi gerekir ki, Ebu Mahzure’nin hadisindeki
                    “es-salat-u hayr’un min’en-nevm” cümlesi, Ehl-i Sünnet için bir delil olamaz. Çok yakında Ebu Davud ve diğerlerinin Muhammed b. Abdullah b. Zeyd’in ezan cümleleri hakkındaki rivayetinin –ki Bilal, Abdullah b. Zeyd’in imlasıyla onu okumuştur- değerini anlayacak ve “es-salat-u hayr’un min’en-nevm” cümlesinin ezanın bir parçası olmadığını öğreneceksiniz.

                    Bunlara ilaveten, Ebu Mahzure, hicretin sekizinci yılı Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olan kimselerden ve Muellefet-u Gulubihim zümresindendi. Bu zümrenin imanı çok zayıftı. Ebu Mahzure , Peygamber (s.a.a)’in
                    “Huneyn” savaşında “Hevazin” kabilesine galip gelip oradan gittikten sonra Müslüman olmuştur.

                    O gün Ebu Mahzure’nin nazarında, Peygamber (s.a.a) ve O’nun emirlerinden daha kerih bir şey yoktu. O Peygamber (s.a.a)’in müezzinini alay ederdi. Yüksek sesle onun taklidini yapardı!

                    Ama Peygamber (s.a.a)’in, zayıf imana sahip kimselere verdiği gümüş keseler ve O Hazretin İslam’ı kabul eden herkese karşı gösterdiği yüce ahlakı, birçok Arap kabilesinin Müslüman olmasına ve Ebu Mahzure ve onun gibi diğer münafıkların İslam’a yönelmelerine sebep oldu. Ebu Mahzure hayatta olduğu müddetçe Medine’ye gelmedi. Allah onun batınından daha iyi haberdardır.
                    Sahih-i Müslim, “Sıfat’ul-Ezan” babı.

                    Buna ilave olarak; Peygamber (s.a.a)’in bu üç adam yani Ebu Mahzure, Ebu Hureyre ve Semere b. Cundep hakkında bir sözü vardır. Peygamber (s.a.a) onları sakındırdığında şöyle buyurdular: “İçinizden en son ölecek şahıs, cehennem ateşinde olacaktır.”

                    Peygamber (s.a.a) bu hakimane metoduyla münafıkları, İslam ve Müslümanların işlerinde herhangi bir yolsuzluk çıkarmaktan alıkoyuyordu. Zira onların batınından haberdar olan Peygamber (s.a.a) kendi ümmetini onlara karşı uyanık olmaya çağırıyordu. Bu yolla ümmet onlara güven duymayacak, adil müminlere bırakılması gereken işler onlara verilmeyecekti.

                    Bu yüzden, onlardan en son ölenin cehennemlik olacağını açıkladı. Ama bu durumun her üçüne de tatbik edilebilmesi için bu sözünü üstü kapalı bıraktı. Daha sonra da bu belirginsizliği giderecek bir beyanda bulunmadı.

                    Geceler ve gündüzler geçti ve sonunda Peygamber (s.a.a) vefat etti ama söylediği söz aynen üstü kapalı kaldı ve hiçbir beyanda bulunmadı. Sonuç şu oldu ki, İslam ümmetinden akıl sahipleri bu üç şahısa kuşku ile baktılar, adil bir şahısın yapması gereken hiçbir medeni kanunlarda onlara söz hakkı vermediler. Zira ilm-i icmali, aklın kaidesi hükmüyle, sınırlı şüphelerde bunu gerektiriyordu.

                    Eğer Peygamber (s.a.a) açısından bu üç kişi, İslam’da çıkaracakları kargaşalık ve yolsuzlukta eşit olmasalardı, tüm dünya hekimlerinin efendisi olan Peygamber (s.a.a)’in hiçbir açıklama yapmaması olanaksızdı.

                    Şöyle söylenebilir:
                    “Belki de Peygamber (s.a.a) bu konu hakkında (cehennemlik olan şahısı belirlemede bir) açıklamada bulunmuş ama bizim elimize ulaşmamıştır.”

                    Cevaben şöyle deriz: Eğer böyle bir karine olsaydı, sonraları bu üç şahıs, Peygamber (s.a.a)’in buyurmuş olduğu sözünden dolayı korkuya kapılmazlardı. Nitekim bunları tanıyan bir kimse için konu oldukça açıktır.

                    Üstelik, bu zor işte, Peygamber (s.a.a) sözünü söyledikten ve izahatta bulunduktan sonra herhangi bir beyanın olmaması veya onun saklı kalması bizim için sonuç bakımından birdir. Zira ilm-i icmali’nin, -tenciz-i teklif makamında- şüphe-i mahsurede icap ettiği şeyi yapmaktan sakınmak (her iki durumda) câiz değildir.

                    Soru: Peygamber (s.a.a)’in sözünde olan şey şudur: Cehennemle tehdit edilen şahıs, birinci ve ikinci şahıs ölmeden önce belirginsizdir. Ama bu iki şahıs ölünce cehennemlik olan belli olmaktadır. Yani geriye kalan üçüncü şahıs cehennemliktir. Bu durumda artık icmal ve belirginsizlik yoktur.

                    Cevap: Evvelen; kendisine ihtiyaç duyulduğu beyanı terk etmek Peygamber (s.a.a) için nasıl muhal ise, beyanı ihtiyaç anından sonraya ertelemek de muhaldir. Burada ihtiyaç zamanı, inzar ve korkutmanın sadır olduğu andır. Elbette bu, her üç şahısın, tehdidi kendi üzerlerine alma ihtimalinin olduğu bir durumdadır. Zira bunlar şer’i açıdan, Müslüman oldukları andan itibaren, cemaat imamı olmak, şahitliklerinin kabulü, fetva vermek, takva ve adalet gerektiren diğer medeni hukuklarda diğer Müslümanlar gibidirler.

                    Bu varsayıma göre eğer hedef bu üçünü İslami hükümler sınırından uzaklaştırmak olmasaydı, Peygamber (s.a.a) zamanın geçmesine dayanarak beyan ve açıklamasını ertelemezdi.

                    Peygamber (s.a.a)’in, sebepsiz olarak bir şahısı, biran bile olsa kendi hakkından uzak tutması imkansızdır. Yine Peygamber (s.a.a)’in, suçsuz yere bir kimseyi rezil etmesi ve daha sonra da ölene kadar onu bu rezillikte baki bırakması ve bizim de bu beraatın sebebinden habersiz kalmamız imkansızdır.

                    İkinci olarak; biz bu konu hakkında yeterince araştırma yaptık ama bu üç şahıstan hangisinin en geç öldüğünü anlayamadık. Zira bunların ölüm tarihi hakkındaki kaviller çelişkilidir. Bu yüzden hiçbirisine güvenilemez. Bazıların da öylesine üstü kapalı ve belirginsizdir ki insan ona dayanamaz.

                    Çelişki şu yüzdendir: Bazıları şöyle yazmışlardır: Semuret b. Cundeb hicri 58’de öldü. Ebu Hureyre’nin ölümünü de 59 yazmışlardır. Diğer taraftan Ebu Hureyre’nin hicri 57’de öldüğünü de söylemişlerdir. Onların ölüm tarihleri hakkındaki diğer görüşler de bu çeşittir.

                    Mücmel ve müteşabihin (belirgin olmayışının) sebebi de, saat, gün ve ay belirlemeksizin onların ölümünün hicri 57. yılında vuku bulduğunu yazmalarından dolayıdır.

                    Üçüncü olarak; iman ehline karşı çok şefkatli ve onları haddinden fazla seven Peygamber (s.a.a)’in güzel ahlakı, muhterem saydığı bir şahıs hakkında böyle bir söz söylemesine müsaade edemezdi. Çok yüce bir ahlak üzere olan bir Peygamberin, hakketmeksizin bir şahsı cehennemle tehdit etmesi olanaksızdır. Eğer onlardan herhangi birisinin değeri olsaydı, onu böylesine acılı bir hayatla baş başa bırakmazdı. Ama kesindir ki semavi vahiy, İslam ümmetinin korunması için Peygamber (s.a.a)’i, onlara bu şekilde hitap etmeye zorlamıştır.
                    Zira “Peygamber (s.a.a), arzusuna göre konuşmaz. O, vahyedilenden başkası değildir.”Necm / 3.

                    Yorum


                      #40
                      Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                      Kelime tehvitteki bidatiniz konuşalımmı.....

                      Veya sizin sabah ezanine koydugunuz bidattlar Hz Ali r.a ismini koymanız...

                      Herkes çok iyi bilir namaz uykudan daha hayırlıdır sözü Hadisi şeriftir...

                      Yorum


                        #41
                        Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                        [quote author=Hüseyini Kerbela link=topic=3488.msg24457#msg24457 date=1241604297]
                        Kelime tehvitteki bidatiniz konuşalımmı.....

                        Veya sizin sabah ezanine koydugunuz bidattlar Hz Ali r.a ismini koymanız...

                        Herkes çok iyi bilir namaz uykudan daha hayırlıdır sözü Hadisi şeriftir...

                        [/quote]

                        bak kardeş lütfen her başlığı sabote etme,seninle her konuyu konuşuruz varsa bir sıkıntın buyur başka başlık aç,açta görelim ezanda ilk bidati çıkarn kimlermiş

                        Yorum


                          #42
                          Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                          [quote author=Hüseyini Kerbela link=topic=3488.msg24457#msg24457 date=1241604297]
                          Kelime tehvitteki bidatiniz konuşalımmı.....

                          Veya sizin sabah ezanine koydugunuz bidattlar Hz Ali r.a ismini koymanız...

                          Herkes çok iyi bilir namaz uykudan daha hayırlıdır sözü Hadisi şeriftir...

                          [/quote]

                          NEDEN EZAN OKURKEN, İMAM ALİ'NİN (a.s)VELÂYETİNE TANIKLIK EDİYORUZ

                          İmam Ali (aleyhisselam), Kur'ân açısından Allah'ın velisidir ve şu ayette müminler üzerindeki velâyeti açıkça beyan edilmiştir:

                          "Sizin veliniz ancak Allah, O'nun Resulii ve namaz kılıp rükû hâlinde, zekât veren müminlerdir."(1)

                          Sünnilerin Sahih ve Müsned kitaplarında yer alan rivayetler, bu ayetin rükû hâlinde yüzüğünü fakire bağışlayan. İmam Ali (aleyhisselam) hakkında nazil olduğunu açıkça beyan etmektedir. (2)

                          Bu ayet, İmam Ali (aleyhisselam) hakkmda nazil olunca, Hasan b. Sabit, bu olayı şu şekilde şiirleştirdi:

                          "Rükû hâlinde bağışta bulunan, sensin Canlar sana feda, ey rükû edenlerin en hayırlısı!

                          Velâyetin en hayırlısını Allah senin hakkında indirmişti.

                          Ve onu şeriatların sağlam hükümlerinde beyan etti."

                          3- Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve alih) şöyle buyurmuştur:

                          "Ameller, niyet iledir." (Yani, amellerin hakikat ve mahiyetini insanın niyeti belirler.)

                          Buna göre Hz. Ali'nin (aleyhisselam) velâyeti, Kur'ân'ın açıkça beyan buyurduğu hakikatlerden biri olduktan, öte yandan söz konusu cümle, ezanın bir parçası olduğu niyetiyle söylenmedikten sonra, bu hakikati Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve alih) 'ın risaletine tanıklığın yanı sıra dile getirmenin ne sakınca-sı yoktur

                          Burada hatırlatılması gereken bir konu da şudur: Eğer söz konusu cümleyi ezana ilâve etmek hoş değilse ve bu açıdan Şia kınanacaksa, o zaman aşağıdaki şu iki husus nasıl tevil ve tevcih edilecek?:

                          1- Sahih tarihin tanıklık ettiği üzere "Hayye alâ hayri'l-amel" (En hayırlı amele koşun) cümlesi de ezanın bir parçasıdır.(3) Oysa ikinci halifenin hilâfeti döneminde, insanların, namazın en hayırlı amel olduğunu duyunca artık cihada gitmeyecekleri düşüncesiyle bu cümle ezandan kaldırılmış ve bu hâliyle baki kalmıştır.(4)

                          2- "es-Salâtu hayrun mine'n-nevm" (Namaz uykudan daha hayırlıdır" cümlesi, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve alih) zamanında ezanın bir parçası değildi, sonraları ezana ilâve edilmiştir.(5)

                          Bu yüzden Şafiî "el-Ümm" adlı kitabında şöyle diyor:

                          "Ben ezanda, 'es-Salâtu hayrun mine'n-nevm' (Namaz uykudan daha hayirlidir) denmesini hoş görmüyorum. Zira (ravilerden ve muhaddislerden biri olan) Ebu Mahzure bunu (kendi hadisinde) zikretmemiştir."(6)


                          1- Mâide, 55

                          2- Bu ayetin bu hususta nazil oluğu burada zikredilmeyecek kadar çoktur. Dolayısıyla burada bu sayısız kaynaklardan sadece birkaçına işaret ediyoruz: (1) Tefsir-i Taberî, c.6, s.186. (2) Cesass, Ahkâm'ul-Kur'ân, c.2, s.542. (3) Tefsir-i Beyzavî, c.l, s.345. (4) ed-Dürr'ül-Men-sûr, c.2, s.293

                          3- Kenz'ül Ummal, Kitab'us-Salât, c.4, s.266, Taberanî'den naklen: "Bilâl sabahları şöyle ezan okurdu: Hayye alâ hayrîl-amel (En iyi amele koşun)." bk. Sünen-i Beyhakî, c.l, s.424-425; Muvatta-i Malik, c.l, s.93

                          4- Kenz'ül İrfan, c.2, s.158; es-Sırat'ul Mustakim ve Cevahir'ul-Ahbar-i ve'l-Âsâr, c.2, s.192; Kuşçî, Şerh'ut-TeEcrid İmamet bahsi, s. 484: "Ömer minbere çıkarak şöyle dedi: Ey insanlar! Allah Resulü zamanmda şu üç şey vardı ve ben onları yasaklıyorum ve haram kılıyorum. Bunları yapan kimseleri de cezalandıracağım. Bunlar; kadının müt'a edilmesi, hac müt'ası (temettu haccmda umre irhammdan çıktıktan sonra


                          kadınlarla birlikte olmak) ve 'Hayye alâ hayri'l-amel' cümlesi-dir."

                          5- Kenz'ül-Ummal, Kitab'us-Salât, c.4, s.270.

                          6- Delâil'us-Sıdk, c.3, ikinci bölüm, s.97'den naklen
                          ALLAH'ım Bütün Güzel Sözler Sana Söylemekle Güzeldir,Kırık Dökük de Olsa Kabul Eyle Sözlerimi.

                          Yorum


                            #43
                            Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                            [quote author=Hüseyini Kerbela link=topic=3488.msg24457#msg24457 date=1241604297]
                            Kelime tehvitteki bidatiniz konuşalımmı.....

                            Veya sizin sabah ezanine koydugunuz bidattlar Hz Ali r.a ismini koymanız...

                            Herkes çok iyi bilir namaz uykudan daha hayırlıdır sözü Hadisi şeriftir...

                            [/quote]

                            LUTFEN HER TÜRLÜ ITIRAZINIZ; SOHBET ETMEK TARTISMAK ISTEDIGINIZ KONULAR ICIN BASLIK ACIN; SORACAKLARINIZI SORUN; IDDIALARINIZI KANITLAYIN!!!



                            Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                            Yorum


                              #44
                              Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                              Gerekli Hatırlatma

                              Kim, Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin ezan ve ikamenin başlangıcı hakkındaki görüşlerinden haberdar olursa, onların ezan ve ikamede azaltma ve çoğaltma olduğunu söylemelerinden şaşkınlığa uğramayacaktır. Zira onlar -Allah bizi ve onları hidayet etsin- ezan ve ikameyi Allah’ın vahyettiğine ve Peygamber (s.a.a)’in de onu, aynen diğer ilahi sistem ve düzenler gibi ilahi vahye dayanarak hayata geçirdiğine inanmamaktadırlar. Onlar şöyle söylüyorlar: Ezan ve ikame ashaptan birisinin rüyası sonucu meydana gelen bir hadisedir! Ehl-i Sünnet alimleri bu konuda bazı hadisler nakletmiş ve hepsinin sahih ve tevatür haddine ulaştığını iddia etmişlerdir.

                              O hadislerin en sahihlerinden birisi şudur:
                              “Ebu Ümeyr b. Enes Ensar’dan olan amca oğullarından birisinden şöyle rivayet eder: Peygamber (s.a.a) halkı namaz için nasıl bir araya toplayabileceğini düşünüp duruyordu. Birisi: “Bir bayrak veya sancak as, kim onu görürse etrafındakilere namaz vaktinin girdiğini haber versin” dedi. Ama Peygamber (s.a.a) bu öneriyi beğenmedi.

                              Etraftakiler arz ettiler ki: “Çan nasıl?” Peygamber (s.a.a): “O Hıristiyanlara aittir”
                              buyurdu.

                              Peygamber (s.a.a) ilk etapta çanı beğenmedi ama sonraları çan yapmalarını emretti. Onar ağaçtan bir çan yaptılar.

                              Bu esnada Peygamber (s.a.a)’in rahatsız olduğunu anlayan Abdullah b. Zeyd, ezan ve ikameyi rüyada duydu. Ertesi gün Peygamber (s.a.a)’in yanına gelerek şöyle dedi:
                              “Ya Resulellah! Ben uyku ile uyanıklık arasında iken birisi gelerek bana ezanı öğretti.”

                              Ravi şöyle diyor: Ömer b. Hattab da önceden bu rüyayı görmüştü. Ama onu yirmi gün gizledi. Sonra o da gördüğü rüyayı Peygamber (s.a.a)’e bildirdi.

                              Peygamber (s.a.a):
                              “Neden bana bildirmedin?” diye buyurdu

                              Ömer cevaben dedi ki: Abdullah b. Zeyd benden önce davrandı. Ben de söylemeye utandım. Peygamber (s.a.a) de Bilal’a şöyle buyurdu:
                              “Ey Bilal! Kalk ve Abdullah b. Zeyd sana ne emrederse onu yap!” Bilal da ezanı okudu...” Sünen-i Ebi Davud, Bed’ul-Ezan babı.

                              Muhammed b. Abdullah b. Zeyd Ensari babasından şöyle dediğini nakleder: “Peygamber (s.a.a) halkı namaza çığırmak için bir çan yapmalarını emrettiği zaman ben rüyada elinde çan olan bir adam gördüm. Bu çanı satıyor musun? diye sordum. Cevaben: “Ne için istiyorsun?” dedi. Ben de dedim ki: “Onunla halkı namaza çağırmak istiyorum.”

                              Dedi ki: “Sana bundan daha iyi bir şey öğretmemi ister misin?” Ben de “Evet, o nedir?” dedim.

                              Dedi ki şöyle de: “Allah-u Ekber, Allah-u Ekber, Allah-u Ekber, Allah-u Ekber; eşhedü en la ilahe illallah, eşhedü en la ilahe illallah; eşhedü enne Muhammed’en Resulullah, eşhedü enne Muhammed’en Resulullah; hayye ale's- salah, hayye ale's- salah; hayye ale’l-felah, hayye ale’l-felah; Allah-u Ekber, Allah-u Ekber; lâ ilâhe illellah.”


                              Daha sonra bir an benden uzaklaştı ve sonra şöyle dedi: Namaz için kalktığında (ikame niyetiyle) şöyle söylersin: “Allah-u Ekber, Allah-u Ekber; eşhedü en la ilahe illallah, eşhedü en la ilahe illallah; eşhedü enne Muhammed’en Resulullah, eşhedü enne Muhammed’en Resulullah; hayye ale's salah; hayye ale’l-felah; qad qamet’is-salah; qad qamet’is-salah; Allah-u Ekber; lâ ilâhe illellah.”

                              Sabah olunca Peygamber (s.a.a)’in huzuruna vararak rüyamı ona anlattım. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Sadık rüyadır! Kalk, yüksek sesle onu Bilal’a öğret.” Ben de cümle cümle okuyarak onu Bilal’a öğrettim. O da öğrenerek öylece ezan okudu.”

                              Ömer ezanı evinde oturduğu halde duyunca, aceleyle Peygamber (s.a.a)’in yanına gelerek şöyle dedi: “Seni Peygamber olarak gönderen Allah’ a yemin olsun ki, ben de bu rüyayı görmüştüm...” Ebu Davud bu hadisi süneninde ezanın söyleniş şekli babında ve Tirmizi Sahih-i Tirmizi’de nakletmiştir. Son şahıs: “Bu rivayet, hasen ve sahihtir” demiştir. İbn-i Mace de Süneninde ezanın başlangıcı babında bu rivayeti nakletmiştir.

                              Malik b. Enes bu hadisi el-Muvatta’sının ezan bahsinde özet olarak Yahya b. Said’in şöyle dediğini rivayet eder: “Peygamber (s.a.a) halkı namaza çağırmak için iki ağaç parçasını birbirine vurmalarını emretti.Zerkani, kendi şerhinde, bu iki ağacın sözü geçen çan olduğunu yazmıştır. Muvatta, c. 1, s. 120-125.

                              Abdullah b. Zeyd-i Ensari, iki ağacı rüyada görünce şöyle dedi: Aynı Peygamber (s.a.a)’in halkı namaza çağırmak istediği iki ağaç gibidir. Ona ezan okuyor musunuz? denildi. Daha sonra ona ezanı öğrettiler. Uykudan uyanınca Peygamber (s.a.a)’in huzuruna gelerek rüyasını anlattı. Peygamber (s.a.a) de ezan okumalarını emretti...” Daha geniş bilgi için Bkz. Şerh-i Zerkani.

                              İbn-i Abdülbirr Kurtubi şöyle diyor: “Abdullah b. Zeyd’in ezanın başlangıcı ile ilgili olan kıssasını bir grup sahabe değişik lafız ama birbirine yakın anlamlarla nakletmişlerdir. Senetleri de mütevatirdir. Bu hadis çok güzel hadislerdendir!” Bkz. Şerh-i Zerkani.

                              Yazar: Bu hadisler birkaç açıdan sakıncalıdır:

                              Birincisi: Peygamber (s.a.a) ilahi hükümler hakkında halkla istişare yapmazdı. Bu hususlarda vahiye tabi idi. (Delil “O, arzusuna göre konuşmaz. O (bildikleri) vahyedilenden başkası değildir. Çünkü onu güçlü kuvvetli biri (Cebrail) öğretti.”
                              Necm / 3-5.

                              Kaide itibarı ile bütün peygamberler böyle idi. Onlardan hiçbirisi ilahi kanunlar hususunda kendi ümmetleri ile müzakere etmezlerdi. (Delil “Bilakis lütuf ve ihsana mahzar olmuş kullardır. Ondan (emir almadan) önce konuşmazlar. Onlar sadece O’nun emri ile hareket ederler.”Enbiya / 26.

                              Allah’ın, peygamberlerinin sonuncusuna buyurduğu şu ayet bile yeterlidir:

                              “De ki: Ben ancak Rabbimden vahyolunana uyarım. Bu Rabbinizden gelen basiretlerdir. İnanan bir kavim için hidayet ve rahmettir.” A’raf / 203.

                              “De ki: Onu kendiliğinden değiştirmem, benim için olacak şey değildir. Ben bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.” Yunus / 15.

                              “De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” Ahkaf / 9.

                              Bunlara ilaveten, alemlerin Rabbi, Hz. Peygamber (s.a.a)’i işlerde acele etmekten hatta bu acelecilik dil yoluyla beli olsa sakındırmıştır:

                              “(Resulüm!) onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kıpırdatma. Şüphesiz onu, toplamak ve onu okutmak bize aittir. O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et. Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir.” Kıyamet Süresi / 16-19.

                              Yine şöyle buyurmuştur: “Hiç şüphesiz o (Kur’ân), çok şerefli bir elçinin sözüdür...” Hakka Süresi / 40.

                              İkincisi: Bu hadislerdeki istişare, aklın hükmü ile ilahi hükümlerin kanunlaştırılmasında hiçbir değere sahip değildir. Zira akıl, Peygamber (s.a.a)’in böyle bir iş yapmış olmasını olanaksız bilmektedir. Acaba bu hadislerdeki halkın görüşü, Allah’a nispet verilen karşılıklı konuşma değil midir?

                              “Eğer (peygamber) bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, elbette biz onu kıskıvrak yakalardık. Sonra onun can damarını koparırdık (onu yaşatmazdık); hiçbiriniz buna mani de olamazdınız.” Hakka Süresi /44 - 47.

                              Evet, Peygamber (s.a.a), aşağıdaki ayete amel etmek için, düşmanla karşılaşma, savaş taktikleri gibi dünyevi işlerde ashabıyla istişare ederdi: “İş hakkında onlara danış.” Al-i İmran / 159.

                              Elbette Peygamber (s.a.a)’in bu gibi durumlarda da ilahi vahiyden yararlanmak suretiyle onlarla istişare etmeye hiçbir ihtiyacı yoktu. Buna rağmen onlarla istişare ederdi. Ama kanun koyma makamında, ilahi vahye uymaktan başka çare yoktu.

                              Üçüncüsü: Bu hadisler Peygamber (s.a.a)’in şaşkınlık içerisinde kaldığını göstermektedir. Allah ile doğrudan ilişkide olan Peygamber (s.a.a)’in bu durumda kalması nasıl mümkündür? Bu şaşkınlık öylesine fazla imiş ki, bunu gidermek için halkla istişare etmeye mecbur kalmış!! Önce çandan hoşlanmıyor, daha sonra çan yapmalarını emrediyor! Daha sonra onu da bir kenara bırakarak Abdullah b. Zeyd’in rüyasına tabi oluyor!!! Daha da önemlisi, çanı daha kullanma zamanı gelmeden bir kenara bırakıyor!!!

                              Bu, Allah ve Peygamberine nispet verilmesi muhal olan beda’nın ta kendisidir. Hz. Muhammed (s.a.a), peygamberlerin efendisi ve sonuncusuydu, melek ona iniyordu, ona vahiy geliyordu ve ona Kur’ân nazil oluyordu. Özellikle normal avam tabakasından birisinin rüyası, İslam ümmetinin icmasıyla şer’i açıdan hiçbir itibara sahip değildir.

                              Dördüncüsü: Bu hadislerdeki çelişkiler, hepsinin itibarını kaybetmesine sebep olmaktadır. Ebu Ümeyr b. Enes ve Muhammed b. Zeyd-i Ensari’nin hadislerine ve Ömer’in rüyası ile olan çelişkilerine dikkatle baktığımızda aralarındaki çelişki oranının ne kadar fazla olduğunu görmemiz yeterlidir.

                              Buna ilave olarak, değindiğimiz iki hadis şöyle diyor: Bu rüyayı sadece Abdullah b. Zeyd ve Ömer b. Hattab gördü. Ama rüya hadisini Taberani “Evsat” adlı eserinde naklederken şöyle diyor
                              : “Bu rüyayı Ebu Bekir de gördü!” Hatta Ehl-i Sünnet’in bir takım hadisleri vardır ki, açıkça şöyle diyor: “Ashaptan on dört kişi böyle bir rüya gördü.” Bu hadis Cübeyli’nin “Şerh’üt-Tenbih”inde mevcuttur.

                              Nitekim, Ensar’dan on yedi kişi ve Muhacirlerden ise sadece Ömer b. Hattab’ın o gece o rüyayı gördükleri rivayet edilir! Bir rivayette Bilal’ın da ezanı rüyasında duyduğu nakledilmiştir. Buna benzer daha nice çelişkili rivayetler ki, burada hepsini nakletmemiz mümkün değildir. Bu çelişkili rivayetlerin bir bölümünü Halebi kendi sire kitabında nakletmiştir; ki gerçekten çok tuhaftır. O bu hadisleri cem etmek (çelişkiden kurtarmak) istemiş ama bu uğraşısını hiç etmiştir.Bkz. Sire-i Halebiye, c. 2, “Bed’ul-Ezan ve Meşruiyyetihi” babı. İnsan bunları okuyunca şaşkınlığa uğramaktadır.

                              Beşincisi: Buhari ve Müslim bu rüya olayını saçma bilmişlerdir. İşte bundan dolayı onları kendi sahih kitaplarında, ne Abdullah b. Zeyd’den, ne Ümeyr’den ve ne de diğerlerinden nakletmemişlerdir. Bu da rüya olayının onların yanında sabit olmadığını gösterir.

                              Evet, Onlar ezanın başlangıcı babında Abdullah ve Ümeyr’den şöyle dediğini naklederler: Müslümanlar Medine’ye girdikleri zaman namaz kılmak için birbirlerine haber verirlerdi. Hiç kimse namaz vaktini ilan etmezdi. Bir gün bu konu hakkında aralarında bir konuşma geçti. İçlerinden birisi şöyle dedi: Yahudilerin borazanı daha iyidir. Ama Ömer şöyle dedi:
                              “Neden namazı ilan edecek birisini göndermiyorsunuz?” Peygamber (s.a.a) de şöyle buyurdu: “Ey Bilal! Kalk, namaz vaktini ilan et.” Bilal da ezan söyledi. Bu, Sahih-i Buhari ve Müslim’in ezanın başlangıcı ve meşruluğu hakkındaki sözleridir. Her ikisi de diğer şahıslardan bahsetmemişlerdi. Bu konu başlı başına o rüyalar hadisleriyle karşı karşıya gelmek için yeterlidir. Zira bu hadis, ilk ezanın Ömer’in önerisiyle gerçekleştiğini vurguluyor, onun uykusuyla değil. İkame de Ömer’den önce davranan Abdullah b. Zeyd’in rüyasıyla ortaya çıkmıştır. İşte bu rüya sebebiyle Abdullah b. Zeyd Ehl-i Sünnet arasında oldukça meşhurdur. Bundan dolayı herkes; “Ezanı o rüyada gördü ve ezan sahibi odur” der.

                              Yine Buhari ve Müslim’in hadisi açıkça şunu söylemektedir: Peygamber (s.a.a) istişare toplantısında Bilal’ın ezan okumasını emretti. Bu emir verilirken Ömer de huzurdaydı. Ama o rüya hadisleri açıkça şunu belirtmekteydi ki; Peygamber (s.a.a) Bilal’a ezan okumasını emrettiği zaman, ezanın söyleniş şeklini Abdullah b. Zeyd rüyada görmüş ve Peygamber (s.a.a)’e nakletmişti. Elbette bu olay istişare gecesinden en az bir gece sonraydı. Ömer Peygamber (s.a.a)’in huzurunda değildi. Zira Ömer, ezanı evinde duymuş ve daha sonra acele ile Peygamber (s.a.a)’in huzuruna gelerek aynı rüyayı gördüğünü söylemişti!

                              İnsafla söyleyiniz; acaba o hadislerle bu hadislerin arasını cem etmek mümkün müdür?!

                              Buna ilaveten, Hakim-i Nişaburi de ezan ve ikamenin rüya hadislerinden bahsetmemiş ve Müstedrek’inde onlardan hiçbirisini nakletmemiştir. Nitekim Buhari ve Müslim de üstü kapalı geçmişler, onlardan bir hadis bile nakletmemişler. Bütün bular şunu göstermektedir ki, Buhari ve Müslim açısından ezan, ezan ve ikamenin rüya hadisleri, sıhhat ve itibar derecesinden tamamıyla sakıttır. Zira Hakim-i Nişaburi, Müslim ve Buhari’nin kendi sahihlerinde getirmediği tüm sahih hadisleri, o ikisinin sahih ölçüleri doğrultusunda “Müstedrek’üs-Sahihayn” adlı eserinde toplamak istemiş ve bunu Müstedrek’te kamilen riayet etmiştir.
                              Müstedrek-i Hakim, c. 4, s. 348.

                              Buna binaen Hakim’in, rüya hadislerinden hiçbirini Müstedrek’te getirmemesiyle, onun da bu hadisleri, Buhari ve Müslim’in Sahihayn’daki şartlarıyla sahih bilmediğini anlıyoruz.

                              Bu konuda Hakim’in rüya hadislerinin batıl olduğuna yakin ettiğini belirten sözleri de vardır. O şöyle diyor:
                              “Buhari ve Müslim’in Abdullah b. Zeyd’in hadislerini terk etmelerinin sebebi, onun bu vakıadan önce ölmüş olmasıdır!!”

                              Bu konunun şahidi ise, Ehl-i Sünnet nazarında ezanın başlangıcı, Uhud Savaşı vakıasından sonradır.

                              Ebu Naim İsfahani “Hilyet’ul-Evliya” adlı kitabında, Ömer b. Abdülaziz’in biyografisinde sahih senetle Abdullah b. Ümeyr’den şöyle dediğini rivayet eder: Abdullah b. Zeyd’in kızı, Ömer b. Abdülaziz’in yanına giderek şöyle dedi:
                              “Ben, Bedir savaşında huzur bulan ve orada öldürülen Abdullah b. Zeyd’in kızıyım.”

                              Ömer b. Abdülaziz: “Ne istiyorsan söyle” dedi. Daha sonra istediği şeyi ona bağışladı.
                              İbn-i Hacer “İsabe”de “Hilyet’ul-Evliya”dan naklen, Abdullah b. Zeyd’in biyografisinde onun sahih olduğunu söylemiştir.

                              Eğer söylendiği gibi Abdullah b. Zeyd ezanı rüyada görmüş olsaydı, kızı kendisini Ömer b. Abdülaziz’e tanıtırken bunu da söylerdi.

                              Altıncısı: Allah (c.c) iman getirmiş kimseleri, Allah ve Peygamber’den öne düşmemelerini, seslerini Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmemelerini ve Peygamber’le aynen diğer insanlar gibi yüksek sesle konuşmamalarını emretmiştir. Böyle yaptıkları takdirde güzel amellerinin topluca yok olacağını ilan etmiştir. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır:


                              “Ey iman edenler! Allah’ın ve Resulünün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah işitenedir, bilendir. Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygambere yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir” Hucurat / 1-2.

                              Yukarıdaki ayetin nüzul sebebi şudur: Beni Temim kabilesinden bir grup süvari Peygamber (s.a.a)’in huzuruna vararak O’ndan, aralarından birisini kendileri için emir seçmesini istediler. Nitekim Buhari ayetin tefsirinde şöyle diyor: Herkesten önce Ebu Bekir şöyle dedi: “Ya Resulellah! Ka’ka’ b. Ma’bed’i onlar için emir yap!” Ömer de dostunun sözünden hemen sonra: “Ya Resulellah! Beni Meşaci’den Akra’ b. Habis’i onlara emir kıl!” dedi. Sahih-i Buhari, c. 3, s. 127.

                              Ebu Bekir ortaya atılarak: “Sen benimle muhalefet etmek istiyorsun” dedi. Daha sonra ikisi arasındaki sataşmalar şiddetli bir tartışma ve nizaa dönüşerek sesleri yükseldi. Alemlerin rabbi bu muhkem ayetleri, onların görüş belirtmede Peygamber (s.a.a)’den öne geçmeleri ve seslerini Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmelerinden dolayı nazil etti.

                              Allah (c.c) bu ayetlerle tüm iman ehline hitap ederek onların Allah ve Peygamber karşısında görevlerinin ne olduğunu belirtti. Hucurat suresinde olan bu ayetler iman ehli tüm kadın ve erkekleri Peygamber karşısında görüş belirtmek ve bir iş yapmada O’ndan öne geçmek hususunda uyarmıştır. Zira
                              “Allah ve Resulünden öne geçmeyin” cümlesinin manası şudur: Allah’ın emri ve Peygamber’in beyanından önce siz bir şey söylemeyin. Allah istediği takdirde istediği şeyi Peygamber’in diliyle söyler.

                              O günün öneri sunanları (Ebu Bekir ve Ömer), Müslümanların işlerine dehalet etmek için kendilerine hak veriyorlardı. Ama Allah (c.c) müminlere onların hareketlerinin yanlış olduğunu açıkladı ve hadlerini aşmaları hususunda onları uyardı.


                              “Seslerinizi Peygamberin sesinin üstüne yükseltmeyin” buyruğu, onların konuşmalarını nehyetmek içindi. Onlar bu yolla, Müslümanların işlerinde onların da dehalet hakkı olduklarını anlatmak veya Allah ve Resulü yanında belli bir makama sahip olduklarını belirtmek istiyorlardı. Zira kim sesini karşısındakinin sesi üstüne yükseltirse, kendisini ondan daha muteber bilmekte ve kendisi için özel bir salahiyet taslamaktadır. İşte bu, Peygamber (s.a.a)’in huzurunda hiç kimse için câiz bir meseledir.

                              Kim
                              “Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir” ayeti hakkında derin düşünür ve “Siz farkında olmadan amelleriniz boşa gidiverir” cümlesini hatırlarsa, konunun gerçek yüzünü görüp anlar.

                              Ömer ve Ebu Bekir’in, Allah ve Peygamber’den önce davranarak belirttiği şeyin (Beni Temim’den birisinin emir olarak tayini) onaylanmadığını bilen birisi, Allah ve Resulünün, dini ve ilahi hükümlerin yasa haline getirilmesinde halkın görüşünü kabul etmeyeceğini de bilmektedir. Ama kavmimiz bunu bir anlayabilse!!

                              Yedincisi: Ezan ve ikame beş vakit yevmiye namaz farizaları cinsindendir. Onun kaynağı da aynı farzların kaynağıdır. Bu konuyu, lafız ve mana tarzlarını tanıyan ve büyük şahsiyetlerin bunları kullanma şekil ve hedeflerini bilen herkes çok iyi bilmektedir.

                              Ezan ve ikame sadece İslam ümmetine has olan en büyük ilahi şiarlardandır. Zira İslam tüm dinlerden sonra gelmiştir. Onun şiarları da kendisinden öncekilerden daha üstündür. Araştırmacı ve akıl sahiplerinin, benimle beraber ezan ve ikamenin cümleleri üzerinde düşünmeleri ve onun yüce anlam ve hedeflerini derin bir şekilde araştırmaları oldukça yerinde olur:


                              “Allah-u Ekber! Eşhedu en lâ ilahe illellah, eşhedu enne Muhammed’en Resulullah” cümleleri tek başına, duyanları Allah ve Peygamberine davet etmekte ve onların mukaddes zatlarını övmektedir.

                              “Hayye ale’s- salat”; yani: Namaza koşun.

                              “Hayye ale’l-felah”; yani: Kurtuluşa koşun.


                              Bunları söyleyen, sürekli Allah’ı anar ve hiçbir şeyi Allah’tan daha önemli bilmez. Bu canlı bir davettir. Bazı büyüklerin dediği gibi, sanki varlık alemi ve hayat aleminden lebbeyk sesleri kulakları çınlatmaktadır. Sanki insan ezanı duyduğu andan itibaren namaza başlıyor ve o andan itibaren gayb alemine giriyor.

                              Bu öyle bir nidadır ki, zemin ve göğü birbirine bağlıyor. Mahlukun tevazusu ile halikin yüceliğini birbirine karıştırıyor. Ebedi hakikati, namazların her vaktinde yeni bir haber gibi insanın hatıralarına geri getiriyor. Sonunda da şöyle diyor: Allah-u Ekber! Allah-u Ekber! Lâ ilahe illellah! Lâ ilahe illellah!

                              Bu, Müslümanları namaza çağıran ezanın davetidir. Bu ebedi hakikate işaret eden değil onu açıklayan canlı davettir. Bu şaşırtıcı bir hakikatin tâ kendisidir. Zira bu davet, ebedi olmak üzere tüm gerçekleri tekrarlamaktan müstağni kılmaktadır. Oysa gerçekler, dünya sıkıntıları ve fani metalar arasında tekrarlanmaya muhtaçtır.

                              Müslüman, ezanı duyduğu andan itibaren onu namaza davet ettiğini bilir. Zira ezan ile Allah’ın yüceliğini hatırlar ve Allah’ı hatırlamak da namazın özü ve canıdır.

                              Gecenin sessiz karanlığını parçalayan işte bu ezandır. Sanki kulak ve ruhları lebbeyk demeye hazırlayan canlı tabiatın parçasından biridir. Adeta ağaç ve kuşlar onu dinlemek için susmaktadır; su ve hava hafiflemekteler...
                              Abbas Mahmut Akkad, “Dai’s-Sema”, s. 136-142.

                              Özet olarak: Ezan ve ikame, beşerin hepsi el ele verse dahi onları getirmeye kudretinin yetmeyeceği şeylerdendir. Böylesine yüce dini bir gerçeği beşere nispet vermelerinden Allah’a sığınırız!!

                              Sekizincisi: Ehl-i Sünnet’in ezanın başlangıcı ile ilgili tüm hadisleri, Ehl-i Beyt İmamları yoluyla rivayet edilen hadislerle çelişmektedir. Açıktır ki Ehl-i Beyt hadisleri ile çelişkili olursa, ister şahsi reyleri olsun, ister onların rivayeti olsun bizim açımızdan hiçbir değeri yoktur.

                              Vesail’uş-Şia kitabında, ezan ve ikame babında sahih senetle İmam Cafer Sadık (a.s)’dan şöyle rivayet edilir:
                              “Cebrail, Peygamber (s.a.a)’e nazil olarak ezanı getirdi. Cebrail önce ezanı, sonra da ikameyi okudu. Bu sırada Peygamber (s.a.a) Hz. Ali’ye Bilal’ı çağırmasını emretti. Bilal gelince, Peygamber (s.a.a) ezanı Bilal’a öğretti ve aynı şekilde ezan okumasını buyurdu.”

                              Bu rivayeti Sıkat’ul-İslam Kuleyni, Şeyh Saduk ve Şeyh Tusi (ki hepsi takvanın doruklarında olan şahıslardır) nakletmişlerdir. Şehid-i Evvel de “ez-Zikra” adlı eserinde İmam Sadık (a.s)’ın, Peygamber (s.a.a)’in ezanı Abdullah b. Zeyd’den aldığını zanneden bir kavmi kınayarak şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Ezanla ilgi ilahi vahiy sizin Peygamberinize nazil oldu. Siz de Peygamberin ezanı Abdullah b. Zeyd’den aldığını mı zannettiniz?!”

                              Ebu’l-A’la’dan Sire-i Halebiyye’nin nakline göre- şöyle dediği rivayet edilir: Muhammed b. Hanefiyye’ye şöyle dedim:
                              “Biz ezanın başlangıcının Ensar’dan birisinin gördüğü rüya ile olduğunu söylüyoruz.” Ebu Hanefiyye bu sözden çok rahatsız oldu. Sonra şöyle dedi: Siz, dininizde ve İslam şeriatında asıl olan şeyi terk ettiniz ve yanlış doğru ihtimali bulunan Ensar’dan birisinin rüyası ile ezanın meydana geldiğini sandınız! Rüyalar bazen karmakarışık olur.”

                              Ben dedim ki: “Abdullah b. Zeyd’in rüya hadisi Ehl-i Sünnet arasında istifaze haddine ulaşmıştır.”

                              Muhammed b. Hanefiyye’ye de dedi ki: “Allah’a yemin olsun ki, bu batıl bir sözdür...”


                              Süfyan b. Leyl şöyle diyor: Hasan b. Ali Kufe’den Medine’ye geldikten sonra huzuruna vardım. Onun huzurunda ezan hakkında bahis açıldı. Bizden birisi şöyle dedi: “Ezanın başlangıcı Abdullah b. Zeyd’in rüyası ile olmuştur.”

                              Hasan b. Ali ona şöyle buyurdu: “Ezanın makamı bu sözlerden çok yücedir. Cebrail gökte ikişer ikişer ezan okudu ve onu Peygamber (s.a.a)’e öğretti. Birer birer de ikame okudu, onu da Peygamber (s.a.a)’e öğretti...”Müstedrek-i Hakim, c. 3, Bab: Marifet'üs- Sahabe s. 171.

                              Harun b. Sa’d, İmam Zeyn'ul-Abidin Ali b. Hüseyin’in oğlu şehit Zeyd’den şöyle rivayet ediyor: Babası İmam Hüseyin, o da babası Hz. Ali’den şöyle rivayet etmiştir: “Miraç gecesi -Peygamber (s.a.a)’i göklere götürüp oraları gezdirdiklerinde- ezanı O’na öğrettiler ve ona namaz farz oldu.”Tahavi Müşkil’ul-Asar, Kenz’ul-Ummal, c. 6, s. 277 H.397.

                              Yorum


                                #45
                                Ynt: HZ. ÖMER VE YANDAŞLARININ KURÂNIN AÇIK NASSI VE NEBEVİ SÜNNETE KARŞI İÇTİHATLARI

                                çok güzel kaynaklı delilli mantıklı açıklamalar.ALLAH razı olsun kardeşim
                                ALLAH'ım Bütün Güzel Sözler Sana Söylemekle Güzeldir,Kırık Dökük de Olsa Kabul Eyle Sözlerimi.

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X